30 Kasım 2020 Pazartesi

Bizans Grek değildi

 

IV Hazarlı Leo - 17.yy çizimi, Doğu Roma İmparatoru (751-780) - İl Başı (Basil)
Babası : V.Konstantin ; Annesi: Hazar Kağanı Bihar'ın kızı Çiçek (Tzitzak)

"Bizans devletinin Yunanistan ile hiçbir ilişkisi yoktur ve tarihin hiçbir devrinde bugünkü Yunanistan gibi bir devlet asla olmamıştır. Özellikle belirtilmelidir ki, Yunanistan'daki Bizans kalıntılarının sayısı, Anadolu'dakilerin 1/10 kadar bile değildir! Bizans döneminde Anadolu'da yaşayan yerli halk, misyonerlik kullanılarak ve zorlanarak Hristiyanlaştırılmış, istemediği halde yine zorla kiliseye sokulmuş ve anadili Grekçe olmadığı halde Grekçe verilen vaazları dinlemek ve Grekçe İncil'i okumak zorunda bırakılarak baskılarla Hellenleştirilmiştir.

Bazen Kilikya'da olduğu gibi Bizans'ın Hristiyan bağnazlığı o derece artmıştır ki, Müslüman veya pagan olanların çoğu katledilmiş, canlarını kurtarabilenlere ise eğer yaşamak istiyorlarsa Hristiyan olmaları şartı yüklenmiştir. Anadolu tarihinde hiçbir kavim bu derece gaddar yöntemlerle asimilasyon politikası izlememiştir; hatta yaptıkları gaddarlıklarla Tevrat'a giren Asurlular dahi din öğretisini de içeren böyle iptidai yöntemlere başvurmamışlardı.

Bu kadar akıl almaz yöntemlerle Prokrustes (*) yatağına sıkıştırılmış olan bir halklar konglomerasyonuna (**) Grek, Yunanlı, Rum demek çok yanlıştır, çünkü bunu derken Anadolu'ya sanki Bizanslılar çağında yeni "Bizans" göçleri olmuş olduğunu kabullenmek gibi çok ciddi bir yanılgıya düşeriz. Bizanslılar devrinde Anadolu'ya hiçbir zaman Grek/"Bizanslı" göçü olmamıştır; aksine Slavlar, Bulgarlar, Peçenekler, Avarlar, Türkler, Araplar, Persler, Moğollar gibi başka kavimler göçmüştür."


Prof.Dr. Ahmet Ünal // "Hititler" kitabından

(*) Prokrustes'n Yatağı : Atina-Megara arasından haydutluk yapan mitolojik bir karakter. Biri küçük diğeri büyük iki yatağı varmış. Gelip geçen yolcuları soyduktan sonra uzun boyluları kısa yatağa yatırır, ayaklarını keser; kısa boyluları da uzun yatağa yatırarak ayaklarından çekerek uzatırmış. Turovalı Elene (Helene)'yi daha çocuk yaştayken kaçıran Atinalı Theseus bu haydutun hakkından gelerek öldürmüş. Günümüzde sabit fikirleri olan kişilerin düşüncelerini zorla değiştirmeye kalkan kişiler için kullanılan bir deyimdir.

(**) Konglomerasyon : Değişik maddelerin bir araya gelerek içi boş organlarda kitle oluşturması.


"Sanatta Süreklilik" - "Soydaşlık" " Kültür ve Dil Birliği"
"Biz Anadolu'dan hiç gitmedik..."

İonlar Grek değildir, Pelasg kökenlidir. Ama göç sonrası karışmışlar ve bir çoğu Hellenleşmiştir. Ve İon sözünü bir Yunan'a çevirmişiz, yanlıştır. Gerçi Hellenlerde ancak ve ancak MÖ 5.yy'dan sonra Ellen sözünü etnik olarak kullanmaya başlamıştır, öncesi yoktur. İskender döneminde Anadolu'nun birçok yerinde "Yunanca" konuşulmuyordu ki MS 4.yy'da bile "Yunanca" konuşulmayan bölgeler vardı... Şimdi özetle ilk imparatorlara bakalım...


* Bizans (Byzantion) adı "Yunanca" değildir ve "Grek" kolonileri tarafından da kurulmamıştır.

* Bu imparatorluğun asıl adı Bizans değil, Doğu Roma'dır. Bizans adı 16.yy da tarihçi Wolf tarafından antik kent adına atfen "verilir".

* Roma İmparatorluğunu ikiye bölen ve doğuyu alan Diokletianus, bugünkü kıta Yunanistan'dan değil, İlirya'dan gelen bir Romalıdır. Batı Roma ise Maximian'ındır.

* Doğu Roma'nın kurucusu kabul edilen "Büyük" Konstantin Romalıdır ve bugünkü Sırbistan'dan gelir.

* İmparator Valentinian, bugünkü Hırvatistan'dan gelir, İlirya-Romalıdır.

* "Büyük" Theodosius, bugünkü İspanya'dan gelen Romalıdır.

* I. Leo, Trakyalı Romalıdır. Kimi Trak kavmi Bessi, kimi de Dacialı (ya da Getae) olduğunu söyler. Şu iyi bilinmeli ki Traklar çok yoğun bir şekilde İskitlerle karışmıştır, yani melezdirler.

* Makedonya'dan gelen I.Justin Trakyalı-Romalıdır, Yunancası çok zayıftır.

* "Büyük" Justinian Dardania'da doğmuş İlirya-Romalısıdır, Trak-Romalısı diyen de var, yine de "Grek" değildir...

* Heraklius'un Kapadokya Ermenisi olduğu söylenir, hatta Arsak kökenli derler. Ancak, Hint-Avrupacıcıların aksine, Arsakların Türk kökenli olduğunu belirtilen birçok Azerbaycan ve Türkmenistan tarihçisi var, Arsaklar Part-Türklerinin devamıdır. Heraklius döneminde Latinceye son verilerek, Yunancaya geçilir, kilisenin de etkisiyle Yunanca konuşulur. Heraklius gibi, Batı Türk Kağanlığı (Göktürk) da Sasanilerle sorun yaşıyordu (ki Sasanilerin ordusu azımsanmıyacak kadar çok Türk askeri bulunuyordu). Batı Türk kağanı Tong Yabgu ile müttefiliğini pekiştirmek için Heraklius kızı Eudokia'yı Kağan'ın oğlu ile sözledi, ancak bu evlilik Tong'un ölmesiyle gerçekleşemedi.

* II. Justinianos'un eşi Hazar Türküdür. Buşir Kağan'ın kızkardeşi Theodora'dır.

* V. Konstantin'in eşi de Türktür. Hazar Kağanı Bihar'ın kızı Çiçek (Tzitzak) iken, oğulları IV.Leo "Hazarlı İmparator" olarak tanınır. Çiçek ile birlikte Doğu Roma'ya "Türk" tekstili girer, Hazar kostümleri popüler olur ve buna da "Tzitzak modası" demişlerdir.

* 11.yüzyılda imparator I. Aleksios'un kızı Anna Komnini bile eserinde "Romalı" sözünü kullanır.


Kökenleri değişen daha birçok imparator var, ancak artık "Grekleşmeye" başladıkları için bu örnekler yeter sanırım.


Bilgileri kaynaklara göre aktardım, yanlışım varsa da düzeltirsiniz. Yalnız, Doğu Roma tarihinin Türksüz anlatılamıyacağını da bilmeliyiz. Kuruluş sonrasına bile bakarak Anadolu'da öncelikle Hun - Avar - Hazar Türklerinin, sonra ise Selçuklulara kadar Kıpçak/Kuman ve Peçenek Türklerinin yerleşik yaşadıkları bir gerçektir ve birçoğu da Hristiyan dinini kabul ederek "Hellenleşmiştir". Nasıl ki Osmanlı İmparatorluğundaki azınlıkları sayıyor ve gözümüze sokuyorlarsa, bizim de Doğu Roma İmparatorluğundaki Türkleri anlatmamız gerekiyor. Bir imparator "Ermeni (Armenian origin)" ya da "German (Germanic origin)" kökenli olması belirtiliyor da "Türk" olunca niye tüm kaynaklar susuyor? IV. Leo için Hazar diyorlar, ancak "Türk" demiyorlar "semi-nomadic Turkic" diyorlar. Oysa Hazarlarr ne semi-nomadic ne de Turkic'tir!.. Hepimiz biliyoruz, Hazarların Türklüğünü ve "devlet" kuranlara da "yarı-göçebe" denilmesi büyük terbiyesizliktir !.. Basileus (Basil < Başil > İl Başı - Avrupalıların anlamdırdığı gibi bey/yönetici/lider/kral !) sözünün kökeni bile Türkçedir ve İskitler vasıtasıyla geçmiştir. Ayrıca kıta Yunanistan bile tam manasıyla "Grek" değildi. Birçok Hun, Avar, Hazar, Kuman da kıta Yunanistan'a yerleşmişti (bununla da ilgili bir paylaşım yapmıştım/link). Osmanlı döneminde bile Anadolu'da öyle abartılı bir "Rum" nüfus da yoktu. Yani bu tarihi olayların tek taraflı anlatılması öncelikle kendimize ihanettir.


Daha önce birçok kaynak paylaşmıştım, blogtan kaynak ve linklerle diğer paylaşımlara da ulaşabilirsiniz.


Semra Bayraktar


Aksoukh adı Türkçedir; Aksu.

"Vazelon manastırı kayıtlarından anlaşıldığı kadarı ile, bölgedeki Hristiyanların % 52.7 si Rum kökenli değildir. Bunların büyük bir kısmının Hristiyan Kıpçak Türkleri olduğuna dair çeşitli kayıtlar vardır. Grek kayıtlarından Komnenosların doğusundaki Kıpçak unsuruyla akrabalık münasebeti kurduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu evlilikler sonucu doğan çocukların ikinci isimleri hep Türkçedir.

Komnenos krallarından I. Jean’ın (1235-1238) diğer adı Aksuh (Aksu),26 Kral II. Aleksios’un (1297-1330) çocuklarının ikinci isimleri Michel Azahutlu (Atakutlu), Georges Ahpugas (Akboğa), Anna Anahutlu (Anakutlu)’dur."


Doç. Dr. İbrahim Tellioğlu

Doğu Karadeniz Bölgesinin Türk Yurdu Haline Gelmesi Hakkında Bir Değerlendirme


* Vardar Nehri'nin eski adı da Aksu'dur.

İngilizce İlyada'da "Axius" iken, Yunancasında Axioú (Ἀξιοῦ) olarak geçer....

Ne hazindir ki Türkçesinde "Aksios" demişlerdir!..

"Pyraikhmes komuta eder kıvrık yaylı Paionlara,

onlar ta uzaklardan gelmişler, Amydon'dan,

uzun kıyılarından Aksios'un,

Aksios yayılır tatlı bir suyla toprağa."

(İl.2:848/50)

Bazılarının da iddia ettiği gibi kökeni Hint-Avrupa dilinden değil, Türkçeden gelir.

SB

Doğu Roma Hakkında Notlar / link


"Bizans imparatorluğundaki etnik mozaik içinde bulunan Türk varlığının sayısı,

hiç de küçümsenemeyecek kadar çoktu."

"Bizans ... bir Grek Devleti değildi...."

Prof. Dr. Işın Demirkent /link

"Bizans'ta Türkler vardır." Prof. Dr. Levent Kayapınar / link

Doğu Roma İmparatorluğu'nda Bir Türk Komutan; Tatikios

ve Tatikios’un kumandasında bir başka Türk: İlhan / link

Doğu Roma İmparatorluğu’nda Türk Kökenli Bir Komutan: Bardanes Tourkos ve İsyanı / link

Doğu Roma İmparatorluğunda Bir Türk Komutan; George "Maniakes", Yani "Deli" George / link



19 Kasım 2020 Perşembe

Akhilles ve Sak Türkleri

 


Akhilles < Ligyron

Thetis oğullarını ateşle vaftiz ederek ölümsüzleştirmektedir, sıra Akhilles'e gelince topuğundan tutar ve ateşe sokar (bazı kaynaklara göre bu sudur). Tıpkı Türklerde "ateşin" kötülüğü def etmesi gibi... Olayı görmesiyle ödü kopan baba Peleus, Akhilles'i eşinin elinden alır ve bu arada da Thetis kaçar.  Kral Peleus Akhilles'in eğitimine önem vermektedir, böylece Kentaur Kheiron'a teslim eder.



Kheiron da Akhilles'i aslan yüreği ve ayı iliği ile besler, avlanmayı, ata binmeyi öğretir. Altı yaşına geldiğinde aslan ve ayılarla güreşir, köpeksiz ve tuzaksız geyik avlar. Muselerden Kalliope (destan,şiir, şair ilham perisi) Akhilles'e şarkı söyleme yeteneğini verir. Hatta İlyada'da kendi kampında phorminx (*) çalıp türküler çığırırken herkes mest olmuş bir şekilde onu dinler. Akhilles'in eğitimi bitince Kheiron, doğum adı olan "Ligyron (sızlanan, mızmız)" yerine artık ona "Akhilles" demeye başlar. Böylece Dede Korkut misali adını almış olur. Ayrıca kocaman bir aferin, 3 senede büyük bir savaşçı olup çıkmış, çünkü...

Akhilles 9 yaşındayken savaş çanları çalar. Kehanete göre Akhilles savaşa katılmazsa Turova düşmeyecektir. Bu sebeple de annesi onu Skyros'a götürerek kız kılığında saklar. Adı da Pyrrha (kızıl) olur. Aradan zaman geçer, Skyros Kralı Lykomedes'in kızı Deidameia'dan oğlu olur, adını da Neoptolemos (Pyrrhus) koyarlar.


Demek Akhilles 9 yaşındayken Bars (Paris) Elene (Helene)'yi "sözde" kaçırmış ki savaş çanları çalıyor... Neden mi "sözde" kaçırılma, çünkü asıl kız kaçıranlar denizin öte tarafındakilerdi ve aksini gösteren hiçbir belge bulamadılar...


Bu durumda acaba Akhilles Turova Savaşı'na katıldığında kaç yaşındaydı? Öldüğünde kaç yaşındaydı?

Peki Neoptolemos kaç yaşındaydı ki Turova Savaşı'na katılabildi?

Bunlar kesin vampir familyasından, hem genç, hem de yetişkin.. 😉

Akhilles 15'inde baba olsa, 19 yaşındayken savaşa katılır. Turova'ya geldiğinde 27, öldüğünde ise 29 yaşındadır... Oğlu Neoptolemos ise Turova'ya getirildiğinde daha çocuk, sadece 14-15 yaşlarında. Yaşları küçük "büyük kahramanlar"mış bunlar, hele hele hiç savaş görmemiş Neo tam bir bitirim yani.... 

Bu yaşları nasıl mı buldum? İlyada ile Azra Erhat'ın Mitoloji Sözlüğü'nü daha dikkatli okumanızı tavsiye ederim..  😉


Bu arada...

Anası Tithýs (τηθύς) > "Thetis" sözcüğü Hint-Avrupa dilinden değil... Dokuz Nehirlerin, Dokuz Kutsal Kaynağın, Dokuz Kutsal Atların, Güneş Tanrısının Dokuz Ülkesinin Efendisi'nin kızı "Muşki" (Sak boyu) Prensesinin unvanı "Teti-ki-kan"dır ve MÖ 1700'lerden beri kullanılmaktaydı.

(NOT: Bunu ben demiyorum, yabancı kaynak diyor, ancak kaynağımı vermeyeceğim)


* Kentaur Kheiron ve Çocuk Akhilles, Fresk, Herculaneum Basilikası - MS 50, Ulusal Arkeoloji Müzesi - Naples.

* Kentaur Kheiron ve Çocuk Akhilles, Amphora, MÖ 520, Louvre Müzesi.



Başka bir konu daha...

Demek Akhilles, "medeniyetten yoksun", "vahşi", "ürkütücü" ve "aşağı ırk" olarak görülen bir barbardan "eğitim" aldı, öyle mi? Üstelik sadece Akhilles de değil;

* Salamisli Telamon'un oğlu Büyük Ayaz. Ayaz aynı zamanda annesi Turovalı Pirim'in kızkardeşinden olan Teuker (Türker) ile de babadan kardeş... Yani Yeğen Türker dayısına karşı savaşıyor, çok güzel bir aile dramı...;

* Bir zamanlar Pelasgların yerlisi olduğu Aegina'nın Kralı Aeacus'un (aynı zamanda Ayaz ile Akhilles'in dedesi) oğulları Telamon ve Peleus;

* Bilgeliği temsil eden Altın Post'un peşinde giden Argonotlardan Jason,

* Gorgonlardan (Hint-Avrupacıcılar kökeninin bilinmediğini belirtir, oysa Türkçedir; Korku, Qorqu, Gorky. İşlerine gelmez tabii :)) Medusa'nın başını kesen Perseus;

* Apollon'un oğlu, tıp tanrısı Asklepion;

* Apollon'un oğlu, kültürel buluşların kahramanı Aristaeus;

* Bilgemiş (Gılgamış değil! ve Bilge sözü Türkçedir) ile eşleşen ve de Sakların (İskitlerin) atası olarak kabul edilen Herkül (Erkle);

* Sabazios'tan (ki Saban Türkçedir, hâlâ Sabantoy olarak kutlanır) türetilen ve de Anadolu'nun yerlisi olan Dionysos;

Bunların hepsi "medeniyetsiz barbar"lardan gelen Kentaur Kheiron'dan eğitim almış, öyle mi?... Ya Kentaur sözü de Gandar > Candar'dan geliyorsa...

Bir de Atina'da gezen Sak (İskit) Kralı Gonur'un (Gnurus diye geçer) oğlu filozof Anakharsis vardı değil mi? Hani denizin ötesindeki yasa koyucu olarak tanınan ve yazıyı da Anadolulardan öğrenen Solon'la sohbetler eden filozof Anak'tan bahsediyorum...


Ne "barbar"mış şu Sak Türkleri be....

Semra Bayraktar (SB)



* Phorminx; Lir ailesinden 2-6 telli, yarım ya da orak formlu bir çalgıdır ve kökeni için Mezopotamya derler!




Bazılarına dipnot:

Sorgulamıyorsan konuşmamalısın...


Frankenstein

 

Frankenstein'da Türk İmajı - Doç. Dr. Dilek Yiğit


Ünlü İngiliz yazar Mary Shelley’nin, yazarının isminin de önüne geçen Frankenstein adlı eseri, doğa bilimlerine tutkulu bir İsviçreli ile bizzat kendisinin yarattığı korkunç görüntülü canavarın hikayesini anlatır.

Eserin birinci bölümü soğuk denizlerde keşif yolculuğuna çıkmış bir İngiliz olan Robert Walton’un kızkardeşine yazdığı mektuplardan oluşur. Bu kısım, ilk bakışta, doğa bilimci Victor Frankenstein ile  canavarının hikayesi ile doğrudan bağlantılı görünmese de, eserin ana kısmı Robert’ın Victor ile karşılaşması ve Victor’un da kendi hikayesini Robert’e  anlatmasıyla başlar. Zaten Victor ile canavarın hazin hikayesi Robert Walton’un gemisinde sonlanacaktır.

Eserin ikinci bölümünde Victor önce kendi geçmişinden ve ailesinden bahseder, sonra da doğa bilimlerine karşı dizginlenemez tutkusu nedeniyle yarattığı canavar ve bu canavarın sebep olduğu felaketleri, eleştirileri kendisine yönelterek ve pişmanlık içinde, anlatır. Victor’un İsviçre’de başlayan hikayesi Almanya’da devam eder, Victor ile canavarın Cenevre yakınlarında tekrar karşılaşması üzerine İsviçre’ye döner. Yaratıcısı Victor ile karşılaşan ucube, yaratıcısına  yaratıldığı andan itibaren yaşadıklarını anlatmaya başlar ki; canavarın hikayesinde Türk ve Arap karakterler sahneye çıkar ve Mary Shelley’nin Doğu’ya bakış açısını yansıtır.

Canavar önce açlık ve üşümek gibi, sonrasında ise saklandığı mekandan gözlemlemeye başladığı üç kişi aracılığıyla keder ve umutsuzluk gibi insani duygularla tanışır. Gizlice gözlemlediği bu üç kişilik aileye duygusal açıdan iyice bağlandığı anlaşılan canavar, kendi ifadesiyle bu nazik insanların kederinin sebebini öğrenir. Aslında varlıklı olan bu ailenin sefil duruma düşmesine bir Türk sebep olmuştur. Eserde, önce sahneye Arap bir kız çıkar; bu Arap kız ailenin genç üyesi Felix’in sevdiği kadın olarak yoksul eve gelip yerleşmiştir; bu Arap kızın gelişiyle aileyi sefalete sürükleyen olaylar silsilesinin bir Türk tüccarın Fransa’da hapse atılması, Felix’in bu tüccarı hapisten kaçırmaya kalkması ve yakalanması sonucu Fransız makamları tarafından ailesinin mal varlığına el konulması ve sürgüne gönderilmeleri olduğu anlaşılır. Bu Türk tüccar yazarın “Arabistanlı” olarak nitelendirdiği Felix’in sevdiği kadının babasıdır. Eserin bu noktasında yazarın Türk ve Arap kavramlarını  birbirlerine ikame eder şekilde kullandığı, bir başka deyişle Türk ve Arap’ı karıştırdığı izlenimi oluşur. Zira Arabistanlı kızın babası Türk’tür; bir başka deyişle Türk tüccarın kızı Arap’tır. Yazarın zihninde varmış izlenimi oluşturan Türk ve Arap karışıklığı ilerleyen satırlarda giderilmiş gibidir; yazar Türk kızı olan Arabistanlı’nın annesinin Türkler tarafından kaçırılmış  bir Hıristiyan Arap olduğunu belirtir.  

Eserde dikkat çeken bir husus da, yazarın Türk tüccara bir  isim vererek, ona yüklediği negatif sıfatları bu isim ile kullanmak yerine, bu sıfatları doğrudan Türk kavramı ile kullanmış olmasıdır. “Hain Türk”, “Türk’ün nankörlüğü” gibi…

Bu noktada, ayrıca, yazarın islam coğrafyasına bakış açısı da gözler önüne serilir. Yazarın ifadesiyle  Arabistanlı kıza “Müslüman kadınlara yasaklanmış değerler aşılanmıştı ”ve “boş eğlencelerden başka bir şeyle meşgul olmasına izin verilmeyen bir yaratık olarak harem duvarları arasında hapsedilmek düşüncesi bu kızın midesini bulandırıyordu” “Bir Hıristiyanla evlenerek kadınların da toplumda yer alabildiği  bir ülkede yaşamak ihtimali onu büyülüyordu”, “Türkiye’de yaşamak fikri onda nefret uyandırıyordu.” Bu ifadelerin  yazar Mary Shelley’in Türk-karşıtı olduğunu söylememize imkan tanıyıp tanımadığı tartışılabilir belki; ama yazarın İslam coğrafyasına karşı negatif bir bakış açısı olduğu aşikardır.

Mary Shelley’in aynı eserde Yunanlara bakış açısına da kısaca değinmek isterim ki, okuyucu buna neden gerek duyduğumu sorarsa Frankenstein’ın Yunanların Osmanlı’ya isyan etme fikrinin olgunlaştığı dönemde yazılıp, yayınlandığını hatırlatarak yanıt vereyim.  Mary Shelley,  Yunanların Osmanlı’ya isyan meselesinin  İngiltere’nin gündeminde olduğu dönemde kaleme aldığı eseriyle İngiliz entellektüellerin isyana dair düşüncelerinin bir örneği olabilir.  Mary Shelley Victor karakterini konuşturmaya başladığı bölümde onun ağzından “eğer hiç kimsenin, kişisel sevgi bağlarının ahengini bozacak bir işe kalkışmasına ne olursa olsun izin verilmeseydi Yunanistan köleleştirilmezdi” der; üstü kapalı da olsa Türk’ün Yunan’ı köleleştirdiği argümanı üzerinden Yunan isyanına sempati duyduğunu açık eder. Zaten eser Mary Shelley’nin Yunan kültürüne duyduğu hayranlığı da göstermektedir. Eserde genel bir tarih bilgisine sahip olduğunu söyleyen canavar şöyle devam eder “dünyada hüküm sürmekte olan imparatorluklar hakkında fikir sahibi oldum; dünya milletlerinin farklı yapılarını, idare biçimlerini ve dinlerini öğrendim. Miskin Asyalılardan; Yunanların olağanüstü dehasından ve düşünce alanındaki katkılarından; eski Romalıların savaşlarından ve harika erdemlerinden…”

Görünen odur ki,  Yunanların Osmanlı’ya isyan fikrinin olgunlaştığı  dönemde kaleme alınan ve yayınlanan, sonrasında edebi bir klasik haline gelen Frankenstein bir doğa bilimci ile yarattığı canavarın hazin öyküsünü anlatırken, yazarının Türk’e ve İslam coğrafyasına bakış açısını, doğrudan amacı bu olmasa bile,  sergiler. 

Mary Shelley’nin Türk’e bakış açısının aşağıdakilerden hangisi tarafından en çok etkilendiği ise bilahare tartılışabilir.  Yunan isyanı konusunda İngiltere’deki genel atmosferden mi? Yoksa Mary Shelley’in İsviçre’de komşusu, yakın arkadaşı olan ve Yunan hayranlığı ile tanınan Lord Byron’dan mı? Bu noktada  Frankenstein eserinin Lord Byron’un önerisi ile kaleme alınmış olunduğunu belirteyim.


Söyledik - 12 Kasım '20




Vampir - Upir

 


"Vampir", Prof.Dr.Hatice Şirin
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 2010/2


Vampir sözcüğü Batı edebiyatına ilk kez Heinrich August Ossenfelder’in 1748’de yazdığı Der Vampir şiiriyle girmiştir. 

Sözcüğün vampire biçiminde İngilizceye girişi, Webster Sözlüğü’ne göre 1732’dir. Oxford Sözlüğü’nde, Macarcadan Fransızcaya, Fransızcadan da İngilizceye 18. yüzyıl ortalarından geçen sözcüğün nihai kökeninin Türkçe uber “cadı” olabileceği belirtilmiştir.

Rus vampirizmi hakkındaki en kapsamlı çalışmayı yapan Perkowski de Türkçe kökeni reddetmiş ve vampire Slavca bir köken ararken, sözcüğün Doğu Avrupa dillerindeki upır biçimine kadar izini sürmüş, ama erken Slav halklarının tarihleri hakkındaki bilgilerin yetersizliği yüzünden meseleyi daha ileriye taşıyamamıştır.

Vampir sözcüğünün ilk biçimi olduğu düşünülen upır ilk kez 1047’ye tarihlendirilen Kniga prorokov adlı yazmanın kolofonunda ποπъ oyπирь лиχый (pop’ opir lihıy) ibaresi içinde geçer. Bu kitap, bir papaz tarafından Kuzeybatı Rusya’da Novgorod knezi Vladimir Yaroslav için Glagolitik alfabeden Kril alfabesine aktarılmıştır. Metinde bu papaz adını veya lakabını upır lihıy olarak kaydetmiştir. Modern Rusçada lihoy “kötü” anlamına geldiği için, bilim adamları lihoy upir “kötü vampir” olarak yorumlamışlardır. Ancak, bir papazın böyle bir ad kullanması alışılageldik bir durum olmadığı için, İsveçli Slavist Andres Sjöberg, bunun ne gerçek bir ad ne de Rusça olabileceğini belirtmiştir. upır sözcüğünün bir başka erken kaydı, Doğu Slavları arasında (Rus, Ukrayn, Beyaz Rus) 12. yüzyıl kilise kroniklerinde tutulmuştur. Upır, bu kroniklerde iyicil ruh bereginin karşıtı olan kötücül ruh olarak belirtilir. Kroniklerde bu güçlere tapınan pagan Ruslar eleştirilmiştir.

Upırın XI-XII. yüzyıllarda Rusçaya girdiği Vladimirtsov, Räsänen, Ligeti, Dmitriev, Yegorev, Şipova ve Eren tarafından belirlendiği ve Rusçadan diğer Doğu Avrupa Slav dillerine geçtiği Miklosich tarafından çözüldüğü halde, her nedense literatürde bu çözüm rağbet görmemiştir. Oysa meseleye X-XI. yüzyıl Slav-Türk (Kuman, Peçenek ve diğer boylar) ilişkileri bağlamında yaklaşmak, meselenin çözümünde önümüze birçok veri sunar.
 
Knez Vladimir’in yönetimi altındaki bu bölge, bugünkü Kiev kenti çevresindedir. Kiev halkı M.S.988’de Vladimir önderliğinde Hristiyanlığı kabul ederek Slavlaşma sürecine girmiş, bu arada paganizme savaş açmıştır. Kiev ve çevresi, bu dönemde Vareg-Ruslar, Hazarlar ve doğudan gelen Peçeneklerin güçlü nüfuzu altındaydı. 915’te Knez Oleg döneminde, Peçenekler Kiev’i kuşatmış ve 1036’ya kadar Ruslar ve Peçenekler bir arada yaşamışlardır. Kiev knezi Vladimir, Kama Bulgarlarına karşı sefer açtığında Rus ordusu ve Uzlar aynı kıtada yer almışlardır. 985’te Vladimir ile Oğuzlar (Torklar) ve Volga Bulgarları arasında kimi zaman mücadeleler yaşanmış, kimi zaman da barış ilişkileri kurulmuştu. 1060 yılından itibaren ise, bu bölgeye Kumanlar gelmiş; Kumanlara karşı Ruslar, Peçenekler ve Oğuzlar birlikte hareket etmişlerdir. Kniga prorokov’un ve 12. yüzyıl kilise kroniklerinin yazıldığı, yani upır sözcüğünün Rusçaya girdiği dönemde Rusların en yakın komşuları Peçenekler, Oğuzlar, Bulgarlar ve Kumanlardı.

Vladimir döneminde (972-1015), Alman misyoner Bruno, Peçenekler arasında beş ay kalarak Hristiyanlığı yaymaya çalışmış, ama Peçenekler ellerindeki baltalarla misyonerleri tehdit etmişlerdir. Rus-Türk ilişkilerinin başlangıç aşamasını oluşturan bu dönemde iki kültür arasındaki alışverişler de başlamıştı. Hristiyanlığı kabul etmeyen Türk boylarının mitolojilerine ait ögelerden biri olan upır sözcüğü, Türk-Slav ilişkilerinin başladığı yıllarda  Rusçaya girmiş olmalıdır. Zira ubır  inanışı, Kıpçak Türkleri başta olmak üzere, birçok Türk boyunun folklorunde bugün hâlâ çok canlıdır.
 

Prof.Dr. Hatice Şirin




Kitap:
Sözcük Hikayeleri, Sözlerde Saklı Kültür
Hatice Şirin
BİLGE KÜLTÜR SANAT, Ekim 2020

Etimoloji, köken bilgisi, kelime tarihçiliği ya da bu kitaptaki adlandırılışıyla sözcük hikâyesi, bir sözcüğün nerden gelip nereye gittiğinin hikâyesidir. Her sözcüğün hikâyesi de bir insanlık hikâyesidir. Çapkın, yavşak, hovarda, bağnaz sözcüklerinin kökleri neydi, bugüne nasıl ulaştılar? Tahtakurusu, peygamberdevesi, çobanaldatan sözcükleri nasıl ortaya çıktı? Bu canlılara neden bu adları verdik? Ebegümeci, akşamsefası ve güzelavrat otu gibi bitkilerin adlandırılmasının kökeninde ne gibi kültürel kodlar yatıyor? Arsenal, darağacı, cin, lizöz, maskara, fuşya, şömentabla sözcükleri Türkçeye hangi dilden girip ne tür anlam gelişmeleri yaşadılar? Tabanca, eroin, sıtma ve öfke eski zamanlarda ne anlama gelirdi, bugünkü anlamlarını nasıl kazandılar? Özlemek, beklemek, sömürmek, sınamak vd. neydi, ne oldu? Elinizdeki bu kitapta kök biçimleriyle, eski anlamlarıyla, ses, şekil ve anlam gelişmeleriyle, edebiyattaki ve genel olarak sanatın her türündeki yansımalarıyla 134 sözcük değerlendirildi.


***


TATAR TÜRKLERİNDE MİTOLOJİK VARLIKLARLA İLGİLİ MİTLER VE İNANIŞLAR (İYELER VE YARATIKLAR),
Bilig Dergisi, Güz 2007/ sayı 43
Yard. Doç. Dr. ÇULPAN ZARİPOVA ÇETİN 

Ubır (Obur)  Bu yaratık da dünya mitolojisinde çok yaygın ve o da alçak, kara ruh sayılmaktadır. Çuvaş Türkleri bu yaratığa Vupar, Özbekler Upır, Kazan ve Sibirya Tatarları Ubır derler. Sibirya Tatarlarında Ubır’a benzeyen daha bir kara ruh var:  Mäçkäy. Ama o, Kazan Tatarlarının inancından farklı olarak hep kadın kılığında olurmuş.

Ubır kelimesinin etimolojisi ile ilgili Tatar halk biliminde çeşitli görüşler bulunmaktadır. G.Gıylmanov onları “Tatar Mifları” adlı kitabında vermiş ve biz onlardan gerçeğe daha yakın olanlarını seçip almaya çalıştık. Meselâ N.İsanbet, Ubır kelimesinin, “içe doğru batırıp yutmak”, “içe doğru çekmek” anlamına gelen ubu kelimesinden türediğinin doğrultusundadır. Bir yerin altı boş olup o yerdeki toprak çöker ve çukur oluşursa Tatar Türkleri “cir ubılğan” (yer çökmüş) derler. Mezarın üst kısmı çöküp çukur oluşsa da “lähete ubılğan” (lahiti çökmüş) derler. Akar suyun dönüp çukurlanan ve akın ile gelen her şeyi içine çeken yerine de upqın derler. Kırgızlarda, Kazaklarda ve Özbeklerde  obur, ubır, upır gibi kelimeleri doyumsuz, yemeğe doymayan insanlar için kullanırlar. Radlov da obur kelimesinin Osmanlı Türklerinde çok yiyen kimse ve büyü yapan kocakarı anlamında kullanıldığı hakkında yazıyor. 

Burada büyü yapan kocakarıların Tatar Türklerinde de Ubırlı Qarçıq olarak anıldığını ve Tatar masallarında sık görünen bir tip olduğunu hatırlarsak iyi olur. Fakat mitolojik bir yaratık olarak Ubır sadece İdil-Ural Türklerinde bilinmektedir. Meselâ Çuvaşlarda Güneşi, Ayı yutmaya çalışan Ubır hakkındaki kozmogonik motifin bulunması, Çuvaşlarda yaşayan inançların çok eski devirlere uzandığının bir delilidir. İslam dinini erken dönemlerde kabul ettiklerinden dolayı Şamanizm ile ilgili inançlardan uzaklaşmış Tatar Türklerinde de “Ubır Göğü bastı, Güneşi yuttu, Yer pustu, ağzını açmadan Ubır’ı yuttu” gibi bilmece korunmuş ve onun cevabı Kara bulut, Yağmur ve Yer’dir.

Tatar mitolojisinde Ubır, sahiplendiği insanın içinde “yaşayan” korkunç bir yaratıktır. Ubır’ın sahiplendiği insanlara, Ubırlı Keşe derler. K.Nasıyri “Ubırlı insanı tanımak kolaydır: onun koltuk altında bir delik olur, bu delikten Ubır insanın içine devamlı girip çıkar” diye yazıyor. Fakat bu tür deliğin koltuk altında değil de baş ucunda olduğunu bildiren haberlere daha sık rastlanır.

Ubırlar, erkeklerden korkarlar, bu yüzden genelde kadınlara sahiplenirlermiş. İşte bu inançtan dolayı Tatar kadınları hamama yalnız gittikleri zaman yanlarında küçük yaşta olsa da bir erkek çocuğunu götürmeye çalışırlar. Ayrıca Tatar Türkleri, hamamda sıradan iki kez yıkanan insanın da Ubır’a dönüşeceğine inanırlar.

Ubır, ayrıca hamile kadınları azarlar ve yeni doğan bebekleri kaçırırmış. Bu yüzden hamile kadın yanında hep bir erkek bulunmalı ve yeni doğan bebek 40 gün yalnız bırakılmamalı. Büyük kafalı, kendisi de uyumayan başkaları da uyutmayan çocuk hakkında da Tatar Türkleri “Ubır değiştirmiş” derler. 

İçinde Ubır bulunan kimse kendisi de Ubır’a benzemeye başlar, özellikle yemeğe doyamazmış. Ama çok yese de Ubırlı insan hiç kilo almaz, zayıf  kalırmış. Çünkü onun yediği yemek kendi vücuduna değil, Ubır’a  sinermiş. Tatar halkında “Ubır kendisi doysa da gözü doymaz” gibi bir deyim de vardır. Ubırlı insanlar gece kalkıp yemek ararlar, bulamayınca da alev yumağına dönüşüp bacadan çıkarlar ve başka insanların yemeğini çalarlarmış. İnsanlar, Ubır’ın girip çıktığı yerin ocak bacası olduğunu düşündüklerinden bacaları geceye mutlaka kapatırlar.

Ubırlı insan uyuyunca Ubır onun içinden ayrılır ve alev yumağı olup bacadan dışarıya çıkarmış. Onun alevle bir arada izlenilmesi de ilginç: Ubır, aynen alev gibi doyumsuz, azgın, açgözlü, yolunda bulunan her şeyi yutan bir yaratıktır. Ayrıca o, leş ile beslenmeyi çok severmiş. Bu alev yumağını yok etmek neredeyse imkânsızmış. Ubır istediği an kedi, köpek veya güzel kız kılığına girebilirmiş. Ubır, kadınları ve hayvanları emmeyi de severmiş. Hamile bir hayvanın sütünü Ubır emerse, o hayvan korkudan düşük yaparmış. Hamile olmadığı durumda da bu hayvan hastalanır ve sonunda ölürmüş.

Bazen Ubır, insanlara çeşitli hastalıklar gönderirmiş. İnsanı Ubır sömürürse o insan kendi kendinden bağırmaya başlar ya da durup dururken kendi kendine konuşurmuş. Bu durumda, ter içinde gelen atın hamutunu çıkartıp hastalanan kimsenin boynuna giydirmek gerekirmiş (Tatar Halıq İcatı 1987: 279-280). 

İçine Ubır yerleşen insan kendisi ölse de içindeki Ubır ölmezmiş. O, insanı mezara koyduktan sonra kefeni yemeye başlar ve mezarda bir delik delip yer üzerine çıkar, insanları huzursuz edermiş. Bazen Ubırlar mezar deliğinden gökteki yağmur bulutlarını kendilerine çekip kuraklığa neden olurlarmış.

Meselâ Samara Tatarları (8) uzun süre yağmur yağmamasının sebebini bir hortlağın mezardan çıkıp bulutları kovalayıp yürümesi ile anlatırlar ve mezarlığa gidip delik bulunan mezarı ararlarmış. Bulduktan sonra o deliğe önce on kova kaynamış, sonra da on kova soğuk su dökerlermiş (Urazman 1992: 56). Ayrıca, Ubır olan mezarların deliğini bulup bu deliği at gübresi ile doldurup meşe veya kavak ağacından yapılan kazık çakmak da Ubır’ın yer üzerine çıkıp doğayı ve insanları rahatsız etmesine son verirmiş.

Ubır’ı yakalamak çok zor olsa da, bunun yolları varmış. Meselâ Ubır’ı görünce, üzerindeki gömleğini göğüs kısmından birden yırtıvermek gerekirmiş. O an alev yumağı Ubır, insanın ayak altına düşermiş. Ağaç çatal veya kuş kirazı ağacının çatallanan budağını alıp onu ikiye kırmak da istenilen sonucu verebilirmiş. Ubır da anında insan kılığına girip merhamet istemeye başlarmış. Ama  insan Ubır’ı acımadan dövmeliymiş. Ubır’ın kime dadandığını açıklamak için de en iyi yolmuş bu:  yaralar, Ubır’ın dadandığı insana da yansırmış. Öbür gün köyde biri yaralanıp yatağa düşerse, bir gün önce yakalanıp dövülen Ubır şüphesiz o insanın içine yerleşmiş olurmuş. Bu inanca Slav mitolojisinde de rastlayabiliriz.  

8-İdil nehrinin Güney’inde bulunan Samara şehri ve civarında yaşayan Tatarlar. 







17 Kasım 2020 Salı

Turkic değil Turk !

 

Ben bu "Turkic" terimine karşıyım. Öncelikle bu terimi Batılılar verdi, İkincisi ise "Turkic" "işş", yani "gibi" anlamında, ayrıca açıklamasını "birçok etnik gruptan oluşan topluluk" olarak vermekteler. Üçüncüsü Türkiye Türkleri ne kadar Türk boyu varsa hepsinden bir parça taşır... Hollandacada "Turkse volkeren" yani "Türk Halkları" denilmektedir ki atalar da hepsine "Türk" demiştir. Bilmem anlatabildim mi? 😉 Batılılar bizi tanımlayamaz, bizi ancak BİZ tanımlayabiliriz!


SB


Turks- Turkish and not Turkic!


Me personally (and some) do not use the word "Turkic", because of the meaning: "The Turkic peoples are a collection of ethnic groups that live in central, eastern, northern, and western Asia as well as parts of eastern Europe. They speak languages belonging to the Turkic language family".


This is a wrong expression, especially "collection of ethnic groups", because they are TURK of ETHNİC, and not some strange ethnic groups who came together.


Among us there are ; Siberian Turk (Sibirya Türkü), Altai Turk (Altay Türkü), Kazakh Turk (Kazak Türkü) , Uzbek Turk (Özbek Türkü), etc. and not like Kazakh Turkic, or Turkmen Turkic ...


The world is confused about the tribe names, they think that these tribe names represents a different ethnic. On the contrary, all these tribes are the TURKS.


Some Tribe names:

Aqqoyunlu (Ak=White, Koyun=Sheep, Turkoman=I am Turk) , Karaqoyunlu (Kara=Black, Sheep, also written as Qara Qoyunlu, Artuqid (Artuklu), Zengid, Safavid, Afsharid, Seljuk, Ottoman, Pecheneg, Kipchak, Mamluk, Avar, Hun, Khazar, Cuman, Oghuz, Turkmens, Uyghur, Gokturk, Nogai, Kazakh, Kyrgyz, Azerbaijani, Bashkir, Crimean Tatars, Qashqai, Yakut (Saha-Saka), Kumyk, Karachay, Gagauz, Tuvan, Uzbek, Karaite, Bulgar (before slavified), Atabegs, etc... and there are subgroups of these tribes with there clan or family names:


Example: Huns and Oghuzes have 24 tribes and many subgroups, like Ağaçeri Turks (Tree people: in ancient times as Agathyrsi, a Scythian+Hun tribe); or Oghuz tribes like Kayı (Ottoman comes from); Kınık (where Seljuk Turks comes from).... but all of them are TURK of ETHNİC.


And many of these Turkish Tribes live in Turkey, and that's why it is called only "Turks". In Dutch they called as TURKSE VOLKEREN; the meaning is TURKISH PEOPLES, and that is one of the right expression.


They do call also as "Islamic", but religion is spread among differend nations. You have under "İslam Art" : Arabic Art, Persian Art, Malaysian Art, etc.... and you have of course Seljuk, Mamluk and Ottoman, but they are as İslamic represented by some scholars and in museum explanations. Somehow, determination of the political identity of the Turks is "Islamic", or with false ethnic identity, which is absolutely wrong ...


So the history, art and culture must be written as "TURKİSH CULTURE AND ART", then with their dynasty, tribal or clan name but not as Turkic ! So can the rest of the world understand in which ethnic are these art and culture belong to... We are A Huge Family, don't forget that... And I won't allow them to steal it from us with the so-called expression "Turkic"! It is TURK.


Regards,

SB.


For example for the image: 

"Turkish Art, Seljuk period, 12th c"

Seljuks are NOT Turkic !

Seljuks are TURKS.

And definitely NOT "İslamic Art"




7 Kasım 2020 Cumartesi

Paskalya Adası ve Tarım Havzasından Kültürel Benzerlik

 

The Silk Road's Lost World: Mummies with Caucasian features recall a culture that thrived in Xinjiang 3,000 years ago. National G.189/3

Ahşap maskenin görsel kaynağıdır (link): 

Tarim Basin is not İndo-European!!! Even if Thomas B.Allen say so!!!... SB

Thomas B. Allen makalesinde her ne kadar "Aryan ve Hint-Avrupalı" olarak ele alsa da Tarım Havzası Türk'tür...



Doğu Türkistan Bronz Çağından kalma Uygur Türklerine ait ahşap maske ya da heykelin baş kısmı ki bölgede bir çok ahşap Balbal/Taşbaba da bulunmuştu. Kimmer, İskit ya da Göktürk döneminde bile taş bulamadıkları zaman Taşbaba ya da Balballar ahşaptan yapıldığı bilinmektedir. Ancak doğa onları kolayca yok edebilmiş ve parmakla sayılacak kadarı günümüze dek ulaşabilmiştir.


* Asya'dan Amerika kıtasına gerçekleşen göç hatırlanırsa, maskenin/heykel başının Paskalya adasındaki Moai'lara benzerliği de şaşırtmamalıdır... Ayrıca Urfa Adamı (MÖ 11000-9500) ve Türk Taşbabaları (özellikle Kıpçak Taşbaba/nineleri) gibi ellerini bel altında birleştirmesi ve bir kupa tutması ile Moai heykellerinin arkasındaki Er damgası (ki bunu Bafa-Latmos ve Gobustan kaya resimlerinde de görüyoruz, link) ya da "Hint-Avrupalı" (ki bu terim de uydurma) olmayan Anadolu'nun yerlileri Hattilerin Çift Başlı İdolleri gibi benzerlikler de hatırlanmalıdır.


Hattiler - MÖ 3000/Tunç Çağı
"Non-Indo-European" = Hattians / 3000 BC - Turkey (Asia Minor)


* Tarım Havzası da batılıların iddia ettiği gibi Hint-Avrupa/Aryanlara değil, Türklere aittir. Ayrıca Aryan dedikleri bir etnik midir, yaşam şekli midir? Kimlerdir Aryan? Avrupalı "sözde" bilim insanlarının iddia ettiği gibi "Hint-Avrupalı" mıdır yoksa Türk-Turanlılar mıdır?...! (bknz. Aryan-Turan Kavgası- Ahsen Batur)


Semra Bayraktar





The resembles of Moai and Turkish stone statues are marvelous. Is it coinsidence ? ;) I don't think so...



Latmos Kaya Resmi - ER DAMGASI /link



"Sincan (Xinjiang) Sosyal Araştırmalar Akademisi araştırma merkezi, 1971 yılında Könçi nehrinin civarındaki eski bir mezardan bir kadın cesediyle bir çocuk cesedi bulmuştur. Nankin Üniversitesi Coğrafya Fakültesi, karbonlama usulüyle bu cesetlerin bundan 6412 yıl önce defnedildiğini tespit etmiştir. Bu haber Halk Gazetesi'nde yayınlandıktan sonra, Sincan (Xinjiang) Gazetesi'nin 24 Şubat 1981 tarihindeki Uygurca sayısında da neşredilmiş ve şu yorum yapılmıştır.

- "Bu cesetler, toprak seviyesinden biraz yüksekte bulunan kum tepeleri kazılarak çıkarılmıştır. Mezarın iki başına birer ağaç yerleştirilmiş ve ağaçların uçları toprağın üstüne çıkmıştır. Mezar dik olarak kazılmış, cesetler sağ tarafa doğru yatırılmış, üzerine ağaç latalar konulmuş, lata üzerine koyun derisi ve kamış hasır örtülmüştür. Cesetler kaba yün kumaşlara sarılmış olup, kadın cesedinin başına yün kalpak giydirilmiştir. Uzun sarı saçları omzuna kadar uzanan kadın iri gözlü, uzun kirpikli ve dik burunludur.... Cesetle birlikte gömülen eşyalar içinde, çok güzel örülmüş kamış bir sepet vardır ve sepetin içinde bitki tohumları konulmuş, fakat bu uruklar zamanla toz olmuştur. Çocuğun cesedinin yanındaki kamış sepette ise buğday taneleri bulundu."-

Bulunan bu iki ceset, 8000 yıl önce yaşanan büyük göç sırasında, bulundukları toprakları terk etmeden önce Tarım havzasında hayatlarını devam ettiren atalarımızın etnik özelliklerinin ve uygarlığının araştırılmasında oldukça önemlidir. Tarım havzasının eski yerli halkının sarı ırka veya Aryanilere (MÖ.1700 yılları civarında İran'dan gelerek Hindistan'a göç eden halk) mensup olmadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü burada yaşayan yerli halk Uygurların atalarıydı. Yakın zamanlarda Tarım havzasındaki bazı yerlerde (Könçi nehri, Çerçen ve Çarkılık civarları) bulunan mezarlarda defnedilen kişilerin (erkek veya kadın) tamamı başları doğuya, ayakları batıya gelecek şekilde konulmuştu. Bu ne anlama gelebilir?

Ecdatlarımız, en eski dönemlerde şamani inanca sahiptiler. Şamanlar genelde güneşe, aya, göğe, yer ve su ilahlarına inanırlardı. Şamanların bu tür inançları gereğince ecdatlarımız çadır kapılarını güneşin doğduğu yöne koyuyorlardı. Türk ve Doğu Uygur kağanları (Orhon Uygur Hakanlığı) , bazı törenlerde yüzünü güneşe çevirip oturuyor ve dokuz defa eğilip selam veriyorlardı. Hatta kağanların adları da bu tür gelenekleri yansıtmaktadır. Örneğin Orhon Uygur kağanlarından Çundi-han'ın lakabı ; 'Kün Tengride Uluk Bolmış Alp Küçlük Bilge Kağan' idi."

Turgun Almas (1924-2001) Kaşgar / "Uygurlar", Selenge Yayınları, 2013




"On closer inspection the substance of the news turned out to transcend far beyond the old pants, archeologists uncovered a material witness with traits that portray a whole epoch. It attests that people of the Zhou nomadic circle penetrated into Tarim Basin along with the future China. It attests that the Turkish-style riding pants are at least a millennium older than the Roman and Greek Empires, older than Etruscans in the Apennine Peninsula, and older than Chinese Empire."


Norm Kisamov / Tarim Mummy in Socio-Ethnological Perspective / link

JOURNAL OF EURASIAN STUDIES, April -June 2015 Volume VII., Issue 2, Eurasian Studies

The nomads of the Tarim basin postdate the Mesopotamian Guties by a millennium, fall in the 2-millennia period of the Altai Kurgan “Scythians”, are roughly contemporaneous with the Zhou “Scythians”, and predate the European Scythians by half of a millennium.


The symbols on this pant (1500 BC) can be traced to Turkish rugs, carpets and knitting works. Also to be seen in Arizona First Nation Indigenous.  Link / SB


Even "Zhou (Chou)", Scythian (Sak, Sacae, Saka, Sai) are the Turks (Turkic).

"While the consensus of the historians, including Chinese historians, concur with the view of W. Eberhard, a separate local Chinese school advocates an eastern, non-Türkic origin of the Zhou" - Norm Kisamov / link

***

"Türk milletine mensup bazı ailelerin Çin topraklarına yerleşip Çinlileştikleri tarihî bir hakikattir... Maalesef bu aile mensupları bugün dilleri, âdetleri ve hatta etnik terkipleri bakımından Çinli olmuşlardır. Onlara Türk atalarından kalan yegâne miras ailelerinin adlarıdır. Belli kaidelere göre verilen veya alınan bu adların çok kadim devirlere kadar takibi esasen mümkündür."


"It is a historical fact that some Turkish families settled on Chinese soil and became Chinese... Unfortunately, today these family members became Chinese in terms of their language, customs and even in ethnic composition. The only inheritance left to their Turkish ancestors are the names of these families. It is essentially possible to trace these names, given or taken, according to certain rules back until very ancient times."

Kürşat YILDIRIM / TÜRK MENŞELİ BAZI ÇİN AİLELERİ: HUN, LI, JİN VE YUWEN

Türkiyat Mecmuası, c. 26/1, 2016, s. 447-458 /link

SOME CHINESE FAMILIES FROM TURKIC ORIGIN: HUN, LI, JIN AND YUWEN


THE SILK ROADS AT THE NATIONAL MUSEUM OF KOREA: A VISUAL INTRODUCTION
Wooden shoes, Turfan 6th-7th century
not Dutch, but Turkish ;)

Takunyalar Hollanda'dan mı? Hayır, o da Türk ... 😃

Çünkü, ancak 12. yüzyıldan beri Avrupa'da ... oops 😉

SB

Klompen uit Nederland? Nee man, het is ook Turks... 😃

Omdat het pas vanaf de 12e eeuw in Europa is ... oei 😉

Hollanda Takunya Fabrikaları Derneği : "Takunyalar, 800 yıllık Hollanda geleneği" / link

Nederlandse Vereniging van Klompenfabrikanten (NVK) : "Klompen; 800 jaar Hollandse traditie"



İlgili:

Aurel Stein / Türk Runik Yazıt / Kurt Evren

İpek ve At / Çin ve Uygur Türkleri

İpek ve İpek Yolu (İpek Türklerin buluşu)

Çin Elçisi Wang Yen-Te'nin Uygur Seyahatnamesi

Bezeklik Mağarası - Uygur Türk Resimleri

Saka Türkü Buda ve Kuşanlar

Wolf Dragons and Turkish Shot - Turkish Culture and Art



You can't write history without Turks !...

SB