30 Aralık 2014 Salı

Türk Dili ve Sümer Uygarlığı , Arınak ve M.Ünal Mutlu










Türkçenin 40 civarında lehçesi var. Ama Batı listesine almıyor....Mesela, Uygur Türkçesi Cengiz İmparatorluğunun resmi dilidir. Burada esas olan şunu görmektir : Batılı kaynaklar bile Çince, Sankritçe, Gerekçe , Farsça gibi çok eski sanılan dillerin Kengerceden - Türkçeden- 3000 yıl sonra doğduğunu kabul etmektedir. 1500 yıl boyunca Türkçe dünyanın tek dilidir ve gezegenimizin ana dilidir. Önce bu gerçeği görmek gerek......... 

DEMİR hem Kengerce hem eski Uygurca da TANRI demektir.




***




DEMOKRASİ


‘Demokrasi  tarihte kelime ve     kavram olarak ilk kez MÖ 3000 lerde Kengerlerde görülmüştür.                                                                          

Gerek   ülkemizde gerek dünyada ,sömürgenlerin dikte ettiği eğitim sistemi içinde   Batı’nın masalları ile yetişmiş olan günümüz aydınları (!) beyinlerine enjekte   edilen virütik bilgileri tartışılmaz ‘bilimsel gerçek’   olarak  görürler).Bu saplantı içinde , entelektüel bir   tutsak olduklarının bilincinde değildirler. Taşıdıkları   önyargılarını sorgulamak  ,bir anlamda özgürleşmek hiç  akıllarına gelmez.

Bu açıdan bakılınca , DEMOKRASİ   kelime ve kavramını Grek kökenli sayanlar,birilerinin ortaya saldığı virüsleri   kapmış ve beyin enfeksiyonuna yakalanmış kurbanlardır.  


Acıdır ki   bugün aşağıdaki gerçekleri dile getirmek , beşyüz yıl önce – Dünya öküzün   boynuzunda diyenlere- ‘Dünya dönüyor’ demek gibi  birşeydir.


‘Demokrasi  tarihte kelime ve     kavram olarak ilk kez MÖ 3000 lerde Kengerlerde görülmüştür.’ İlk meclisler de-S.N. Kramer’in deyimiyle- Grek ve Roma’da değil Kenger’de (Sumerde)   görülür. 

  
‘Demokrasi,Demokratik ‘ gibi kelimeler , Kengerce  ‘Dumugiratuku ‘ kelimesinin  günümüzde Batı dilleri fonetiği ile söylem  biçimidir. ‘Dumugiratuku ‘ da Kengerce ‘halkın gücü’ demektir.
  
Amerika  demokrasiyi Grek  ,Roma  veya İngiltere'den değil Kızılderili’lerden  öğrenmiştir. ABD Anayasasını hazırlayanlar , Kızılderililerin  yüzlerce yıl uyguladığı  demokratik federal  yapıyı ABD’ye adapte etmiş ,yani  kopyalamışlardır. 

ABD ‘nin simgesi Özgürlük Heykeli  Kengerin Aşk Tanrıçasıdır.  AB’nin  12 yıldızlı bayrağı, Kengerlerin tanrılar meclisindeki 12 tanrının  yıldıza dönüşmesi ile oluşmuştur. (12 burç, 12 saat, 12 ay, 12 gün, 12 havari, Virgin Mary’nin başında 12 yıldız…AB Bayrağı)


Demokrasi  üzerine ahkam kesenler  önce beyinlerine enjekte edilen şu   virütik önyargıları dışarı çıkarmalıdır...

  
Demokrasi   Grek Uygarlığında doğmuştur (MÖ 500) .
Demokrasi Grekçe  ‘   Demos’ ve ‘Kratos’ kelimesinden oluşur.  
Grekçe ‘Demos’   halk,  ‘ Kratos’ güç,yönetim demektir . 
Demokrasi ‘Halkın   gücü,yönetimi ’  demektir.

 Bu ne menem   demokrasidir ki halkın %90 ı köle doğar , köle ölür. 

Kadın’ların - fahişe   değilse- sosyal hayatta   yeri yoktur. 
Aristokrasi denilen bir ağalık sistemi vardır.  

Kenger  demokrasisinde  köle sınıfı vardır ama bir kölenin kral olma  şansı da vardır. 

Kadın erkek  arasında eşitlik vardır.   
Gençler meclisi (Parlemento), İhtiyarlar meclisi vardır. 
Savaş kararları gibi  önemli kararlar referandumla alınır. 
Son etimolojik ve   arkeolojik bulgular ‘Demokrasi’nin Grekçe değil Kengerce olduğunu   kanıtlamıştır. (John Keane, A short History of  Democracy)  

Kenger’de doğan   demokrasi  bir yandan doğuya  Hindistan’a   ,diğer yandan batıya Sidon (Sayda) (Biblos) Anadolu Likya ve   Yunanistan coğrafyasına yayılır. MS 950 lerde İslam Uygarlığında gerçek bir   demokrasi uygulaması görülür. 


MS 1300 lere kadar Batı’da demokrasi kelimesi   görülmez. Avrupa yüzyıllarca feodalite dönemini yaşarken, Batı’lılar   tarafından kökleri kurutulmadan önce Kuzey Amerika Kızılderililerinin ,en az   500 yıl süren demokratik bir yönetim sistemleri vardır. ABD nin bugünki devlet yapısı  bu sistemin   devamıdır.



Bu girişten   sonra  Demokrasi’nin  kelime yapısını bir  kez daha irdeleyelim.


Önce şunu   belirtelim ki Grekçenin doğuşu- Kengerceden 2 500 yıl sonra -MÖ 700 lerdedir.   Yani Grekçe Kengercenin yanında dünkü çocuktur. 


Grekçe,   Yunanistan coğrafyasında yaşayan Pelasg denilen bir halkla daha sonra   Hindistan’dan gelen bir grup halkın kaynaşması sonunda ortaya çıkmış bir   dildir. Pelasg dilinin arkaik bir Türkçe olduğu, Hindistan’dan gelenlerin ise   Sankritçe benzeri bir dil konuştuğu ileri sürülür. 


Bu doğru ise Grekçe, Türkçe   ile Sankritçenin karışımından oluşan almaşık bir dildir. Bir çok kelimenin   Türkçe ve Grekçe aynı olması bu olasılığı güçlendirmektedir. Tipik bir örnek   ‘Kımız’ kelimesi Kengerce, Grekçe ve güncel Türkçe’de aynı anlamdadır :Alkollü   içki


‘Dumu’   kelimesi bugün bile  Kazakça ve Asya Türkçesinde    ‘Oğul,nesil’ demektir. Yani,’Doğma’


‘Dumu’   kelimesi Kengerce ‘Çocuk,oğul ‘ demektir.Arapça’ya    ‘Damat,mahdum’olarak geçer.


‘Demo’   kelimesi Grekçe ‘Halk’ demektir.



‘Dumugir ‘   Kengerce ‘ Özgür halk,yerli halk’ (köle olmayan,yabancı olmayan) demektir. Bu   kelime ileride Arapça’da ‘cumhur’ ,Türkçe’de ‘Cumhuriyet’ kelimelerini   oluşturacaktır.   Dumugir +Atuk =>   Dumugiratuk  veya       Cumhur + Atik => Cumhuratik   ‘Demokratik’   kelimesini çağrıştırıyor mu?


‘Kur’   Kengerce çok güçlü demektir. Günümüzde   gür,gürbüz olmuş . ‘ Kara’ Göktürkçe ‘çok güçlü’ demektir.   Karaman (Yiğit) , Karakış, Karahan (Türk Mitolojisinde Tanrılar Tanrısı)


Atuku Kengerce   Güç,kuvvet ( Günümüz Türkçesinde :Atak,Atik )


Kengerce  ‘Kur +atuku’ = Kuratuku   son hecenin düşmesiyle   Grekçe ‘ Krat,Krata,Kratos.’ biçimine girmiş   .


Kengerce Atuku   kelimesinin Arapçada ‘Takat’,İbranicede ‘Tokat’   olmuştur


Özetle   Demokrasi   kelimesi  buğünün Türkçesi ile    Doğma+  Gür + Atik  , Asya   Türkçesi ile Dumu+Kara +Atak ;Kengerce ile   Dumu+Kur+Atuku  Grekçeleşmiş kelimelerle    Demos+Kratos > Demo+Krat   biçimde   oluşmuştur.



MÖ  3 000 lerde  Kengerce   ‘Dumukuratuku’ kelimesi   2500 yıl   sonra  MÖ 500 de Grekçe ‘Demokratia’ olarak ses   değişimine uğramış. Batı dillerinde ilk kez   Latincede  MS 1300 lerde   Democratia , MS 1400 lerde Fransızcada Democratie İngilizcede  1570 lerde    Democracy  olarak ortaya çıkmış.  


Antik Türk   kültürünün mirasına konmuş  olan Batı’nın   geçmişinde  demokrasi yoktur. 

Demokrasi  kavram ve kelime olarak Batı için bir ithal   malıdır.

Prof John Keane'in 'History of Democracy ' adlı makalesinden bir alıntı....


' Demokrasi'nin Grekçe değil Kengerce/Sümerce olduğunu gören bir bilim adamı daha ........


The beginning of wisdom in such disputes is to see that democracy, like all other human inventions, has a history. Democratic values and institutions are never set in stone; even the meaning of demomcracy changes through time. During its first historical phase, which began in ancient Mesopotamia (c. 2,500 BCE) and stretched through classical Greece and Rome .........democracy have Eastern origins, for instance in the ancient Sumerian references to the dumu , the ‘inhabitants’ 



***


TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ


25 MAYIS 2009 İstanbul Üniversitesi , Avrasya Ar. Konferans Salonu,

TÜRKÇE SEMPOZYUMU
Sn. Başkanım, Değerli Hocalarım ve Sayın İzleyiciler

Türk Dilinin yüceliğini bilimsel platformlarda yeniden tartışmaya açtığı için İstanbul Üniversitesinin ve Bilim ve Ütopya dergisinin değerli yöneticilerini huzurlarınızda yürekten kutlar, zamanlarını bu konuya ayıran siz değerli insanlara ayrı ayrı en derin saygılarımı sunarım.


Bugün konuşulan dünya dillerinin nasıl geliştiğini ve etkileştiğini gerçekçi olarak saptamak için işe tarihin ilk uygarlıklarının dilinden başlamak gerektiği kanısındayım. Zira, insanlık tarihinin ilk dili ve 1500 yıl boyunca tek dili olan Sumercenin ne olduğunu, nereden geldiğini göz ardı eden bir etimoloji bilimsellikten çıkar, siyasal malzemeye dönüşür düşüncesindeyim. Günümüzde Sumer diye anılan bu uygarlığın gerçek adı olan KENGER ve yaradan kavramı için kullandıkları DİNGİR kelimeleri bugün dünyada sadece TÜRK DİLİ NDE mevcuttur. Sadece bu iki kelime ‘Sümerler Türk mü idi ?’ sorusuna yanıt vermeye yeterlidir, kanısındayım.


Bugün ortaya çıkan bilgi ve belgeler ışığında Sumerlilerin Türk olduğunu rahatlıkla söylenebilir. Gizli bir entelektüel terör baskısı altında batılı Sumerologlar bu gerçeği açıkça dile getirmekten korkmaktadır. Sn. Hocam Muazzez İlmiye Çığ ile yıllarca birlikte çalışan Samuel Noah Kramer bu gerçeği bir çok yazılarında ima etmiş ve kendisine yazdığı mektuplarda açıkça dile getirmiştir.


150 yıldan beri bir çok araştırmacının fark ettiği gibi bugün dünya dillerinin köklerinde KENGER/SUMER dilini görmekteyiz. Gerçi Kenger dilinin çözülmesinde hala eksiklikler ve aksaklıklar söz konusudur. Ancak, mevcut haliyle bile Sumercenin arkaik bir Türkçe olduğu

açıkça görülmektedir.

Bu gerçekten yola çıkarak, aşağıda verilen yazılı dillerin doğum tarihleri Türkçenin evrenselliğinin ve gezegenimizin ana dili olduğunun en somut kanıtıdır. Burada Arapça, Farsça, Sankritçe, Grekçe, Latince, İbranice gibi çok önemsenen dillerin Türk dilinden binlerce yıl sonra ortaya çıktığı açıkça görülmektedir.


Tevrat’ın İbranice, İncil’in Grekçe (Katoliklerde Latince) , Kuran’ın Arapça olması bu dillerin önemsenmesinde ve gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Bu bağlamda şu gerçek unutulmamalıdır ki semavi dinlerin doğum yeri KENGER ülkesidir. Tüm Peygamberlerin atası olarak tanınan Hz İbrahim bir Kengerlidir. Ayrıca, Kenger mitolojisinin tüm Orta Doğu halklarını çok derinden etkilediği de bilinmektedir. Bu yüzden günümüzde bile dinsel terminoloji Türkçe/Kengerce üzerine inşa edilmiştir. (Mekke, Mübarek,  Burak, Jerusalem, Mikael, Firavun, Vatikan , Katolik, God, İkona,….)



Tarihin ilk Yarısı MÖ 4 000- 1 000

Kengerce (Sumerce) : MÖ 4 000 Çivi Yazısı
Dravida Dili : MÖ 2 500
Eski Mısır Dili : MÖ 2 500 Çivi+ Hi.glif
Hurri-Urartu Dili : MÖ 2 250 Çivi yazısı-
Akadca : MÖ 2 000 Çivi yazısı-
Hatti/Hitit : MÖ 1 900 Çivi yazısı-
Elamca : MÖ 1 600 Çivi yazısı-
Fenike : MÖ 1 500 Alfabetik yazı,
Sanskritçe : MÖ 1 300
İbranice : MÖ 1 200
Çince : MÖ 1 100

Tarihin II Yarısı

Etrüskçe : MÖ 750
Farsça : MÖ 750
Yunanca : MÖ 750
Aramice : MÖ 600
Latince : MÖ 250
Süryanice : MS 200
Almanca : MS 250
Ermenice :MS 400
Gürcüce : MS 400
Sogd Dili : MS 400
Arapça : MS 600
Uygurca : MS 750
İngilizce : MS 750
Fransızca : MS 900
Rusça : MS 1 000

Kaynak :Historie des Literatures,Gallimard ,Paris,1955-56 vol .I et II

Dünya Dilleri Atlası,Ronald Breton


İnsanlık 400 yıl öncesine kadar dünyayı öküzün boynuzlarına ya da evrenin merkezine kondururken , 5 000 yıl önce ay ve güneş tutulmalarını hesaplayabilen -Sumerli yazar Lu Dingirra’nın deyimiyle -kökü binlerce yıl öncesine dayanan bu şaşırtıcı uygarlık Güney Irak’a neden ,nasıl ,niçin geldi ? Günümüz uygarlığının dokularına ve hücrelerine nasıl nufuz etti? Dünya dillerinin köklerinde neden KENGERCE /TÜRKÇE var? Bu sorulara yanıt arayalım.


Kuzey Avrupa ve Amerika’nın buzlar altında olduğu son buzul çağında Orta ve Kuzey Asya da ılıman bir iklim, büyük iç denizler ve ırmaklar olduğu bilinmektedir. Bu bölgelerde yaşayan insan topluluklarının yaklaşık 250 000 yıllık bir evrim geçirdiği sanılmakta ve Nuh Tufanı dönemine gelindiğinde yüksek bir uygarlık düzeyine eriştikleri anlaşılmaktadır. 


Bu dönemde buzulların erimesi ile birlikte dünyanın ekseni 30 derece sapar, Kuzey Asya’da ırmaklar tersine akar, bölgeyi seller basar, iklimler değişir, sert bir kara iklimi gelir, iç denizler ve ırmaklar kurumaya küçülmeye başlar. 


Tufan sonunda (MÖ 8 000) sağ kalanlar yeni yurtlar arar ve dünyanın dört bir yanına göç dalgaları başlar. Arkeolojik bulgulara göre bu göçmenlerden bir kol Türkmenistan’a-arkaik adıyla KENGER’e , bir süre orada kaldıktan sonra Kafkaslar üzerinden Güney Irak’a gelir.(MÖ 6000) Bir kısmı İndus Vadisine iner. Onlarında bir bölümü deniz yoluyla Güney Irak’a ulaşarak KENGERlerle birleşir. 


Daha sonra bir kısım göçmen Nil vadisinde görülür. Bir göç dalgası da Anadolu’da Hatti uygarlığını yaratır. Bu göçmenlerin hepsi başta Sumer/Kenger olmak üzere anayurtlarından getirdikleri şaşırtıcı derecede yüksek uygarlıklar sergilerler (MÖ 4 000- MÖ 2 000).


Kengerler, deniz yoluyla Mısır ve Hindistan’la, kara yoluyla Kafkasya ve Orta Doğu ile sürekli ve yakın ilişkiler içinde bulunurlar. Kenger uygarlığı bu bölgeleri günümüzde bile izi silinmeyecek şekilde etkiler. Hz. İsa dönemine kadar 4 000 yıl süreyle Orta Doğu coğrafyasında bölgenin eğitim ve ibadet dili olarak Kengerce önce bölge dillerinin, giderek dünya dillerinin omurgasını oluşturacak ve dokularına işleyecektir.


Yukarıda görüldüğü gibi, tarihin şafağında gördüğümüz Sümer, Mısır, Harappa, Hatti gibi ilk uygarlıkların tümü göçmen uygarlıklardır. Son yıllardaki bulgular bu göçmen uygarlıkların –Mayalar da dahil -hepsinin de kökenlerinin Orta ve Kuzey Asya’da olduğuna, dillerinin de Türkçe olduğuna işaret etmektedir.


Bu uygar göçmenler ilk geldiklerinde bölgelerdeki yerli halklar ve dilleri henüz ilkeldir. Ancak bu uygar göçmenler kendi kültürlerini çocukluk çağındaki çevre kültürlerine de aşılayacak, bölgeyi ileride istila edecek yeni kavimler de bundan dolaylı olarak etkilenecek ve yüzyıllar sonra ortaya çıkacak dillerinin iskeletini oluşturacaktır.



Kengerce 1 500 yıl boyunca dünyanın tek yazılı dili olarak kalmıştır. Orta Doğu coğrafyasındaki tüm devletler MÖ 1 000 lere kadar Kenger yazısını kullanmışlardır. Ancak , Mısırda başlangıçta kullanılan çivi yazısı zamanla terk edilerek Hiyeroglif kullanılmaya başlanacaktır.


Daha sonra yüksek Kenger kültürü Anadolu, Fenike ve Mısır yoluyla Grekleri de etkileyecektir. . Bugün dünyaya Grek icadı olarak bilinen hemen hemen her şey Kenger icadıdır. Grek ve Roma mitolojileri Kenger Mitolojisinin değişik versiyonlarından başka bir şey değildir. Kadınların ve halkın %90 ının köle olarak doğup öldüğü, sözde Grek demokrasisinden 3000 yıl önce, özgürlük, eşitlik, adalet kavramlarının doğduğu, insan haklarının güvence altına alındığı , bir kölenin kral olabileceği gerçek bir demokrasi vardı. Aslında Kengerde köle sınıfı yoktur , geçici köleler vardır ve bu köleler suçlular ve savaş esirlerinden oluşmaktadır.


Kengerlerin tarih sahnesinden çekildiği dönemlerde yeni göç dalgaları başlar. Kengerlerin bir bölümü Anadolu’ya ,bir kol Çin’e , bir kol Meksika’ya olmak üzere dünyanın dört bir yanına dağıldığı bilimsel çevrelerce ifade edilmektedir..


Kenger kültürü –başta dili olmak üzere- domino etkisi ile tüm dünyayı etkilemiş, günümüz uygarlığının biçimlenmesinde, dünya dillerinin gelişiminde ana etkenlerden biri olmuştur.

Bazı Batılı araştırmacılara göre, bugün ki Vatikan şehir devletinin idari yapısı Kenger şehir devletlerinden alınmıştır. 

Kengercenin Sami veya Hint Avrupa kökenli olmadığı, cümle yapılarının, ses uyumunun, bitişken bir dil olarak Türkçe ile aynı özellikte olduğu tüm bilimsel platformlarca kabul edilmektedir. Şu ana kadar ,Kengerce -doğru veya yanlış -okunan kelimelerin yarısından fazlasının Türkçe olduğu görülmektedir. Ancak günümüzde bilim üzerindeki siyasal baskılar nedeniyle Batılı bilim adamları Kengerce’nin arkaik bir Türkçe olduğu gerçeğini yüksek sesle söyleyememektedir.


Roma İmparatorluğunun temellerini ve omurgasını oluşturan Etrüsk Uygarlığı, Türkçenin Avrupa coğrafyasındaki dillerin gelişmesini hızlandıran bir başka önemli unsurdur. Latincenin altyapısında Etrüskçe vardır. Latin Alfabesi diye bilinen şey aslında Etrüsk alfabesinden başka bir şey değildir. 


İtalyan Üniversitelerin birkaç yıl önce yaptığı DNA araştırmalarında Etrüsklerin DNA ları ile Türklerin DNA larının %97 oranında aynı olduğu belirtilmektedir. Etrüskçenin de Kengerce gibi Türkçe ile aynı özelliklere sahip bir dil olduğu tüm bilimsel platformlarca kabul edilmektedir.


Kesin olarak kanıtlanmamış olmakla birlikte Etrüsklerin, Anadolu’ya göçen Kengerlerin devamı olması güçlü bir olasılıktır. Avrupa’nın ilk uygar devleti olan Etrüskler, İtalya’da şaşırtıcı bir uygarlık yaratmış olup Roma, Vatikan, Alp Dağları, Adriyatik, Turhan Denizi, Dalmaçya gibi toponim ve sayısız kelimeleri Avrupa dillerine hediye etmiştir.


Bugün Hindistanda 250 milyon kişinin konuştuğu Dravida dili Sankritçe’nin atası konumundadır. Büyük olasılıkla başlangıçta Kengerce ile aynı olan bu dil, günümüze kadar epeyce başkalaşım geçirmiş olmakla birlikte bugün bile Türkçe ile olağan üstü bir yakınlık sergilemektedir.


16 000 yıl önceden başlayarak Amerika’ya göçtüğü söylenen Kızılderili’lerden kalan Amerika’daki -Amerika, Kanada, Niyagara, Utah, Dakota, Iwoa, Peru vs. gibi- birçok Türkçe toponim, Türkçenin yaşı konusunda fikir vermektedir.


Bugün piyasada görülen bazı Etimolojik sözlükler bu gerçeği göz ardı ettiği için, tarihin ilk yarısından geriye gitmediği için bilim ve mantık dışında kalmaktadırlar.


Batıdaki etimolojik sözlükler de aynı şekilde tarihin ilk yarısını silip atarlar. Her kelimeyi

Grek ve Roma’ya bağlamak, olmazsa Sankritçe veya İbranice’ye başvurmak gibi bilim ve etik dışı bir eğilim içindedirler. Bazı etimologlar, dilbilimciler matematik bilimini inkar ederek ayrı dillerde aynı anlam ve söylemde kelimeler olmasını doğal bir rastlantı olarak kabul ederler. Oysaki harf sayısına bağlı olarak böyle bir rastlantı olasılığı milyonda, trilyonda bir mertebesindedir.

Birkaç yıl önce Yeni Zellanda’da bir üniversitede yapılan genetik similasyon esasına dayalı bir etimolojik araştırma Avrupa dillerinin kökünün Türkiye olduğu sonucuna varmış ve bölgedeki basında ‘Turkish Origin of English’ başlıklı makaleler çıkmıştır.



Türkçe kökenli olduğu pek bilinmeyen yada saklanan aşağıdaki kelimeler Türkçenin dünya dillerinin hücrelerine işlemiş olduğunun somut kanıtlarıdır.


ANKARA, : ANGAR ..ENGUR…ANGARIN …ENGURRA (Kozmik Deniz Tanrısı)

İSTANBUL : İSTEN BOLU (Güneş Tanrısının Kenti, Şeytan’ın Şehri)-Hattice
KONYA : GİGUNA > İKONA (Mabed bezemesi,ikona)
JERUSALEM : URU-SİLLUM (Aydın Kent)
DEMOKRASİ kelimesi köken olarak Grekçe değil Kengercedir
ABD Başkanının adı ‘BARACK’ MÖ 2 700 lerde yaşamış bir Kenger Hanının adıdır, Türkçe kökenlidir.
MAJESTE VE MUSTAFA Türkçe kökenli kelimelerdir. (Maj+Usta)
ENTEL > AN +TAL (Yüksek + anlayış) > ÖN+TÜL Kengerce bir kelimedir.
VİYANA(VİEN) kelimesi şarap anlamındaki Tin(Sm)>Vin(Etr) kelimesinden türemiştir.
BÜTÇE kelimesinin aslı BOHÇAdır.
ORIENT kelimesi Türkçe ÖRÜNG (Şafak) kelimesinden türemiştir
KATOLİK kelimesi (Katıl-ik) Türkçedir.
VATİCAN kelimesi Etrüskçedir. ÖTÜKEN’in Etrüsk dilindeki söylemi VATİKANdır.
GOD> Boğa ,Güneşin Boğası , Merkür
TİCARET ve TRADE kelimeleri Kengerce TİBİRA kelimesinden türemiştir.
DARBE
ART ve SCIENCE Etrüsk Türkçesinden (ARS ,SİANS) çıkmış kelimelerdir
MAKKA> ÇAKKA> tekke
HİCAZ > AJAZ > Açık gökyüzü
HARAKA |> ARAKA (Halajca,Yükselmek)
MAGA-TUR ,BAGA-TUR
BARSAG (Sümerce)> MARSA (Hakasça) > MERCİ, MERSEDES


BÖRÜ kelimesi dünya dillerindeki benzerleri

BÖRÜ(Tr) : Mitolojik kurt, Türklerin totemi; (Güneşten kopup geldiği düşünülür) Varlık ve Aydınlık simgesi ( Türk dillerinde Bieri,Peri,Borı biçiminde geçer)

Piri (ng) (Sm) : 1-Işık 2- Aslan

Bara (Sm) : Kral
Pero (Es Mı) : Tanrı Kral,Firavun
Para (Sankrit) : En Yüce İlah
Paroh  (İbr) : Firavun
Pharao (Grek) : Firavun
Bari (Ar) : Tanrı
Barı (Başkır) : Zengin
Barı (Balkar) : Zengin
Pharoah (İng) : Firavun

Bravo,Bröve, Brave(İng),,Baro,Baron,Peron,Peru.Para,Peri,Barok,Faruk,



BATI DİLLERİNİN ALTYAPISINDA TÜRKÇE VARDIR


MÖ 4 000-2 500 de Avrupa'da egemen dil Türkçedir.



BONJOUR !  Türkçe kökenli mi?


ABO kelimesini TDK   ‘bir şaşkınlık ünlemi’ olarak tanımlar.

Bilimsel etimolojik sözlüklere göre ABO eski Türkçede  ‘İYİ’ demektir.
ABO>EBE>EVET şeklinde değişerek günümüze gelir.
ABO Batı dillerine aynı anlamda geçerken BON biçimini alır.                                                        
Yine bu sözlüklerde Türkçe JAR  gün,şafak,ışık anlamındadır.
(Jarın/Yarın bu kökten türer).
JAR Batı dillerine  JOUR/JUR  olarak geçer.
ABO (Tr)>BON (Fr) =İYİ
JAR  (Tr)>  JUR (Fr)  =GÜN
BONJUR (Fr) = İYİ GÜNLER;Günaydın


EKOL ve KLİSE  Kelimelerinin Türkçe’de ki kökeni:EGAL

MÖ 3 000 lerde EGAL  Kengercede ‘ Tapınak,saray’ anlamındadır.
Kengerce’de  E= Ev   Gal= Al,Yüce,büyük  (Galın: Büyük-DLT)
EGAL MÖ 2 000 lerde Akadçaya  aynı anlamda EKALLU olarak girer.
EKALLU Grekçeye  EKALEO giderek EKKLESİA olarak girer.
Günümüz Türkçesinde ilk hece düşerek KLİSE ortaya çıkar.
Kengerce EGAL  binlerce yıl sonra EKOL/ ECOLE olarak Batı dillerinde yine  gündemdedir. Avrupa’da binlerce yıl okulların klisede olduğu düşünülür se    Tapınak=EGAL=EKOL=OKUL  denklemi normaldir.

French école, Spanish escuela, Italian scuola, Old High German scuola, German Schule, Swedish skola, Gaelic sgiol, Welsh ysgol, Russian shkola). 


Ecole des Beaux-Arts, Paris  ( Okunuşu: Ekol de Bozar,Pari  )

Paris Güzel Sanatlar Okulu….        Beaux: BO: ABO(Türkçe):İyi,güzel

French école, Spanish escuela, Italian scuola, Old High German scuola,

GermanSchule, Swedish skola, Gaelic sgiol, Welsh ysgol, Russian shkola). 

Ecole des Beaux-Arts, Paris  ( Okunuşu: Ekol de Bozar,Pari  )

Paris Güzel Sanatlar Okulu….        Beaux: BO: ABO(Türkçe):İyi,güzel



***


‘’CUMHURİYET’’  NEDİR


'Cumhuriyet'  köküyle, ekiyle  Türkçe bir kelime…Tıpkı  'Demokrasi' gibi


Kökü, Kenger Türkçesindeki DUMUGİR  kelimesi..

Anlamı : Yurttaş,halk

DUMUGİR aynı  anlamla CUMHUR olarak Arapçaya geçmiştir.

Eski Türkçedeki   İYİ (Mülk,ülke), İYE, İGE, ÖGE (koruyan,sahip,bey) kelimeleri  gerek Arapça , gerek Osmanlı Türkçesindeki  -İYE (T ) ekine dönüşmüş.

CUMHURİYET'in kök anlamı : Halkı koruyan, ona sahip çıkan 


DUMUGİR’İN açılımı  şöyle:

DUMU:  Kenger ve Asya Türkçesinde  ‘Çocuk, nesil, oğul, doğmuş’
GİR;GÜR:  Kenger Türkçesinde Özgür,yerli,soylu anlamındadır.

DUMU Grekçe’ye  halk anlamında ‘’DEMO’’ olarak geçmiş.DEMOKRASİ kelimesi de Kengerce ‘halkın gücü’ anlamındaki  DUMUGİRATUKU kelimesinden türemiştir.



***



ANKARA ‘NIN ANLAMI


Köken:       Kenger Türkçesi

Kök Kelime: Engur-ra.
Doğum:      MÖ 3000 den önce
Kök Anlamı:Tengri, Tanrı.

Kenger mitolojisinin tüm dünyayı etkilediğini artık bü­tün bilimsel platformlar kabul etmektedir. Ankara kelimesi­nin gerçek anlamı da Kenger mitolojisinde ve kozmonogisin­de saklıdır: Evren yaratılmadan önce sonsuz bir deniz vardı. Yer ve gök bu denizden yaratıldı. Bu denizle özdeşleşen ana tanrıçanın adı ENGUR idi.


ENGUR, MÖ 3000’lerden başlayarak en az 43 Kenger tabletinde binden fazla görülmüştür. Bir tablette engur şöyle anlatılır.


“Evreni ve tanrıları yaratan ANA, her şeyin İLKİ. Eşsiz, kocasız TANRIÇA. Kendiliğinden türeten Rahim, hiçbir şey yokken var olan öz, ABSU’nun bereket dağıtan dişi suları.” Hayat suda başlar…


Bu anlayış içinde, akarsulara ve akarsu kenarlarına ku­rulmuş kentlere antik uygarlıklarda ENGÜR, ENGÜRÜ, ANGORA gibi isimler verilmiştir. Bu isimler bugün bile tüm dünyada birçok kent ve akarsuların tanımı için kullanılmak­tadır. Tarihte birçok Türk kağanı ve devleti adlarını ENGUR kökünden almıştır.



ANKARA’nın adının Osmanlı’da ENGÜRÜ olduğu ve ENGÜR’den çıktığı da açıkça görülmektedir.. Ankara’nın topoğrafyası çanak biçiminde olduğu için çukur yerlerde bol yer altı suyu (ENGÜR) bulunur. 


Nitekim Ankara’nın Roma hamamları meşhurdur. Ankara’nın içinden akan -ve bugün kapatılmış olan- bir çay vardır: Ankara Çayı. Bay­kal Gölü’nden Yenisey’e akan nehrin adı da ANGARA’dır. 


Sakarya Nehri’nin Grekçesinin SANGARİUS olduğu göz önüne alınırsa özgün adının (S) ANGARA olduğu anlaşılır. Aynı kelime Doğu Türkistan’daki büyük bir su havzasında, SUNGURYA, Avrupa’da HUNGARY (Macaristan) olarak görülür.


ANKARA kelimesinin Farsça üzüm anlamındaki “en­gür” ya da Grekçe “çapa” anlamındaki “ankor”dan türediği söylentilerinin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. 


ANKARA’yı kuran Hattilerdir ve Ankara’nın anlamını Hattice ve Sümer­ce gibi antik dillerde aramak gerekir.



***



ADANA

Köken:       Kenger ve Hatti  Türkçesi
Kök Kelime: Eden-na, Adania.
Doğum:      MÖ 3000 den önce
Kök Anlamı: İki çay arası ova /Bitki ve tarım Tanrısı.

ADANA  adı ilk kez BİLGEMEŞ (Gılgamış) destanında geçer.


Anadolu’nun ilk  uygarlığı  Hatti/Hatay  devleti tarafından başkent olarak kurulmuş bir kent…

Hitit tabletlerinde adı URU Adaniya (Adana şehri)olarak geçiyor.

Antik uygarlıklarda şehirlere tanrı adları vermek çok yaygın. İstanbul, Ankara, Adana gibi..


Adania (Hat.):Tarım ve bitki tanrısı

Adonis (Fenike.):Tarım ve bitki tanrısı;
Adonay (İbr.):Adı anılmayan Rab, Tanrı.
Edinna (Sm.):İki çay arası ova.

Kengerler Fırat-Dicle arasına  EDEN derlerdi. Her türlü tarımın yapıldığı bu bölge adeta bir cennet bahçesi kadar güzel olmalıydı ki  bu kelime  binlerce yıl sonra  TEVRAT’ta  GANEDEN = Cennet   Bahçesi  olarak ,Batı dillerinde GARDEN olarak görülür.  GAN Kengerce ve Çuvaşçada ‘bağ,bahçe,tarla’ anlamındadır. 


Hatti inançlarında evrende ve dünyada görülen her göz alıcı  nesnenin  içinde doğaüstü bir güç-Tanrı- olduğuna inanılırdı. Kengerce EDEN-NA  kelimesi bu anlayış içinde Hatti dilinde  ADANİA olarak  tanrı adına dönüşmüş . Fenikeliler ve İbraniler de bundan etkilenerek –Tanrı anlamında-ADONİS ve ADONAY ortaya çıkmış giderek  ADANİA Grek mitolojisine de  ADANÜS olarak girmiş.


HATTİ’nin Fırtına Tanrısı  TURA (Boğa ile simgelenir)  adını  TARSUS’a , batı dillerine hem de, Adana’nın kuzeyinden geçen TOROS dağlarına verir. 



***


‘MELEK ‘

Gezegenimizdeki dillerin kökleri KENGER’de. Tevrat Kengerce’ye atıf yaparak ‘Tüm dünya tek dil konuşurdu’ der. Nitekim, Kengerce Hz. İsa’ya kadar Orta Doğu uygarlıklarında ibadet, müzik, eğitim ve protokol dili. Sankritçe, Grekçe ,Latince vs Kengerce’nin yanında dünkü çocuklar…..Anaları Kengerce. KENGER Sümer’in gerçek adı.

Melek 5 000 yıllık bir kelime. İlk görüldüğü yer doğal olarak KENGER. Kök anlamı :1- Tanrıça 2-Kız arkadaş/ Girlfriend


MALAG MÖ 3000 lerde Kenger dilinde ‘Kız arkadaş/Girlfriend ; Kadın komşu; Kuma, ‘ anlamındadır. MALA olarak ta geçer . Bugün şarkılarımızda hala , MALA> BALA ve MELEK sevgili anlamında kullanılır.

Kengerce’ den İbranice ve Arapçaya geçen MALAK/Melek kelimesi zamanla kutsallık içerir ki burada yine Kengerce AMALUG(Tanrıça) kelimesinin MALAG kelimesiyle - ses benzeşiminden dolayı -kaynaşması söz konusudur.
AMALUG Kengerce MÖ 2000 lerde Tanrıça; Rahibe anlamları taşır. Kelime anlamı ‘ Ulu Ana’ ( AMA +ULUG)...
AMA Kengerce ANA demektir. Arapçaya ‘ÜMMÜ’ olarak geçmiş.
İLU(G) Kengerce Ulu; Tanrı anlamındadır. İbranice ve Arapça’ya İLAH Olarak geçmiş.


***



KENGER’LERİN (Sümer’lerin) GÜNÜMÜZE ETKİLERİ


TÜRK VE DÜNYA TARİHİ KENGERDE BAŞLAR (MÖ 4000). GÜNÜMÜZ UYGARLIĞININ TEMELLERİ KENGER’DE ATILMIŞ, ÖZÜ KENGERLERCE OLUŞTURULMUŞTUR. 


 CHARLES FOSTER  1852 DE YAZDIĞI ‘ ONE PRİMEVAL LANGUAGE ADLI ESERİNDE  TÜM  DÜNYA DİLLERİNİN KÖKÜNÜN KENGERCE OLDUĞUNU BELİRTMİŞTİR.

TEVRAT’A GÖRE  BİR ZAMANLAR TÜM DÜNYA TEK DİL- KENGERCE- KONUŞURDU. 

MÖ 4000-MÖ 2500 ARASINDA KENGERCEDEN BAŞKA BİR YAZILI DİL GÖRÜLMEMİŞTİR. 


RAWLİNSON, HOMMEL GİBİ  SÜMEROLOJİNİN ATALARI  KENGERCENİN TÜRKÇE OLDUĞUNU BELİRTMİŞLERDİR. SÜMEROLOG MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ DA SON KİTABINDA KENGERLERİN (Sümerlilerin) BİR TÜRK BOYU OLDUĞUNU SÖYLEMEKTEDİR.


ABD’NİN SEMBOLÜ ‘ÖZGÜRLÜK HEYKELİ’ KENGER TANRIÇASI ‘ NİNANNA’YA ,AB BAYRAĞINDAKİ 12 YILDIZIN KÖKLERİ  KENGER PANTEONUNDAKİ 12 TANRIYA UZANIR. 12 HAVARİ,12 KABİLE,12 İMAM,12 BURÇ,12 AY, MERYEM’İN BAŞINDAKİ HALEDE 12 YILDIZ  VS NİN KÖKENİ  KENGERDEDİR.


BURÇLAR VE TAKVİM KENGER BULUŞUDUR.  KENGER PANTEONUNDAKİ 12 TANRI 12 BURCA YERLEŞTİRİLMİŞ, YIL 12 AYA, AY 30 GÜNE,GÜN 12+12 SAATE,SAAT 60 DAKİKAYA ,DAKİKA 60 SANİYEYE KENGERLER TARAFINDAN BÖLÜNMÜŞTÜR. DAİRE YİNE KENGERLER TARAFINDAN 360 DERECEYE BÜLÜNMÜŞTÜR.


KENGERDE ASTRONOMİ, AY VE GÜNEŞ TUTULMALARININ ZAMANINI SAPTAYACAK ÖLÇÜDE GELİŞMİŞTİR.


DEMOKRASİ VE PARLEMENTER SİSTEM  MÖ 3000 LERDE BİLGAMEŞ (Gılgamış) DÖNEMİNDE ORTAYA ÇIKAN BİR KENGER BULUŞUDUR. BİLGAMEŞ (Gılgamış)  ‘BİLGE BAŞ, BİLGE KRAL’ DEMEKTİR. ‘BİLGAMEŞ DESTANI ‘ GEZEGENİMİZİN İLK DESTANI OLUP NUH TUFANINI  AYRINTILI OLARAK ANLATAN İLK YAZILI ESERDİR.


‘ DUMUGİR-ATUKU’ KENGERCE ‘HALKIN GÜÇ SAHİBİ OLMASI’ DEMEKTİR. BATI DİLLERİNE ‘DEMOKRATİKA; DEMOKRASİ’ OLARAK GEÇMİŞTİR.


ARAPÇAYA ‘CUMHUR’ KELİMESİ OLARAK GEÇEN  KENGERCE  ‘DUMUGİR’ , ‘YURTTAŞ’ DEMEKTİR.


MÜHENDİSLİĞİN DOĞUM YERİ KENGERDİR. METAL ERGİTME FIRINLARINDA DIŞARIDAN İTHAL ETTİĞİ CEVHERLERİ ERİTEREK BRONZ PULLUK, METAL SİLAHLAR,  SOM ALTINDAN HEYKELLER, YAPMIŞLARDIR. PETROKİMYA TESİSLERİNDE PETROLÜ İŞLEYEREK ELDE ETTİKLERİ BİTÜMLE GEMİLERİNİN VE EVLERİNİN SU YALITIMINI YAPMIŞLARDIR.


PİTAGOR’A MAL EDİLEN TEOREMİN ONDAN 2 500 YIL ÖNCE KENGER OKULLARINDA  ÖĞRENCİLERE EV ÖDEVİ OLARAK VERİLDİĞİNİ GÖSTEREN TABLETLER BULUNMUŞTUR.


KUBBE VE KEMER MİMARİSİNİ GÜNÜMÜZE ARMAĞAN EDEN YİNE KENGERLERDİR.

SEMAVİ DİNLERİ KURUMSALLAŞTIRAN HZ. İBRAHİM  KENGER’İN UR ŞEHRİNDE DOĞUP BÜYÜMÜŞ, MÖ 2000 LERDE ÜLKESİNİN İŞGALİ ÜZERİNE EŞİNİ, BABASINI VE 200 CİVARINDA AKRABASINI ALARAK URFA’YA GÖÇMÜŞ,SONRA MISIR VE MEKKE’YE GİTMİŞTİR.  TEVRAT’TA ADI ‘ABRAM’, EŞİNİN ADI ‘SARI, SARA’ BABASININ ADI ‘TÖRE, TARA’ İKEN BU ADLAR GÖÇTEN SONRA ABRAHAM, SARAH, TARAH OLARAK YENİ YÖRELERİN DİLİNE GÖRE DEĞİŞMİŞTİR.

ARAPLARIN VE İBRANİLERİN ATASI OLARAK KABUL EDİLEN  HZ. İBRAHİM’İN ASLINDA BİR KENGER TÜRKÜ OLDUĞU ANLAŞILMAKTADIR.


KENGER MİTOLOJİSİ ORTA DOĞU, GREK ROMA, HİNT MİTOLOJİLERİNİN KAYNAĞI OLMUŞ. MUSEVİLİK VE HRİSTİYANLIĞI  BİLE ETKİLEMİŞTİR. LEYLA VE MECNUN, ROMEO VE JULİET GİBİ ÖYKÜLERİN KAYNAĞI PROF. GÖNÜL TEKİN’E GÖRE İNANNA İLE DUMUZİ’NİN AŞKIDIR. BİNBİRGECE MASALLARI KENGERDEN HİNDİSTANA GİTMİŞ ORADAN TEKRAR BATIYA GELMİŞTİR.


DUMUZİ’NİN YERALTINDAN ÇIKIP NİNANNA İLE GERDEĞE GİRİŞİ  İLE BAHAR GELİR, DOĞA CANLANIR ; KENGERDE BÜYÜK ŞENLİKLER YAPILIR. BU ŞENLİKLER DOĞUDA NEVRUZ, BATIDA PASKALYA BAYRAMI OLARAK GÜNÜMÜZE KADAR KUTLANMAKTADIR



***



GÜNÜMÜZ ve KENGERLER(SÜMERLER)


KENGER adı AVRASYA coğrafyasında en yaygın adlardan biridir. Ayrıca Kenger adında sayısız Türk boyları vardır. En önemlisi KENGER Sümerler’in gerçek adıdır.Basra Körfezinin eski adı KENGER körfezidir. Harezm bölgesinin eski adı KANGAR/KENGER’dir. Kangal köpeği göçlerle KANGAR’dan gelmiş ve geldiği yerin adını alarak KANGAR>KANGAL olmuştur.


Kenger/Sümer coğrafyası düz bir çöl ve bataklıktır. Doğal sınırlar yoktur . Bunun iki büyük mahzuru vardır. 1-Ani sel taşkınlarına karşı korumasızdır. 2- Sınır belirsizliği Kentler ve kişiler arasında sürekli savaş nedenidir.


Ayrıca Kenger’de ahşap ve taş yoktur. İnşaat malzemesi olarak nebati elyaf , asfalt ve bol bol kilden başka bir şey yoktur. En büyük geçim kaynağı tarımdır. Tarımın verimli olması için barajlar, sulama kanalları, sulama aygıtları, drenaj kanalları yapmak zorunludur. Ulaşımın sağlanması için iki yönlü  nehir taşımacılığı ve karayolu yapımı gereklidir. 


Bunun gerçekleşmesi için büyük bir iş gücü , derin bir Mühendislik bilgisi ve başta kral olmak üzere uzman bir kadro gereklidir. Kısaca güçlü bir İNŞAAT YÖNETİMİ olmadan Kenger’de hayatın devamı sözkonusu değildir. Kral otoritesini sürdürmek için hem mühendis, hem Tanrı’dan güç aldığını halka inandıran bir rahip, hem de iyi bir asker/yönetici olmak zorundadır.


Tarihte bilinen ilk mühendis MÖ 2 700 lerde URUK surlarını ve E-Anna tapınağını yapan Gılgamış adıyla bilinen Bilgameş, bugünkü Türkçeyle Bilge Baş/Bilge Kral dır.


O dönemde (MÖ 3 000) gittikçe artan göçebe yağma ve akınlarına karşı köylerin korunması zorlaştığı için köylüler URUK kentine getirilmiş ve nüfusu 50 000 i aşan bu kentin etrafı surlarla çevrilmiştir. (Mekke ve Medine nüfusu Hz Muhammed döneminde 3-4 000 mertebesinde idi) Bir anlamda modern Köy-kent projesi….


Uruk kenti çağının en büyük kentidir. (MÖ III Binyıl) Şehir içi ulaşım -Venedik gibi- büyük ölçüde kanallarda yüzen gemi ve kayıklarla sağlanır. Kentin etrafı 9 Km uzunluğunda savunma amaçlı  surlarla çevrilidir. Her 10 metrede bir kule vardır.


Aslında Kengerlerde demokratik sistem vardır. Yaşlılar meclisi(Senato), Gençler meclisi (Parlemento) mevcuttur. Savaş kararları referandumla alınır. Demokrasi kelimesi de Kengerce DUMUGİR ATUKU (Halkın gücü) kelimesinden çıkmıştır. Ne var ki eğemenlerin yazdığı tarih bu kelimeyi 2 500 yıl sonra ortaya çıkan Grek Uygarlığına mal edecek ve tüm dünyayı kandıracaktır. Günümüzdeki CUMHUR kelimesi de DUMUGİR (Seçmen,yerli halk) kelimesinin Arapçalaşmış şeklinden başka bir şey değildir.


Yazı, kütüphane, sistematik eğitim, parlamenter sistem, demokrasi, hukuk, yazılı yasalar eczacılık, ilaç, hastane, tıp, muhasebe, astronomi, takvim, astroloji, aritmetik, geometri, yol inşaatı, tekerlek, kubbe ve tonoz yapımı, sistemli tarım, baraj, sulama ve drenaj, su yalıtımı, şehircilik, imar planı, park alanları, petrokimya tesisleri, bira ve şarap yapımı, metallurji, tekstil, mitoloji, destanlar vs. ilk kez günümüzden 5000 yıl önce KENGER’de görülür.. Yılı 12 aya, daireyi 360 dereceye, günü 12 saate, yılı 12 aya bölenler ve bugün kullandığımız takvimi yapanlar ve matematik sistemini kuranlar yine Kengerlerdir.


Siyasal varlığı 2 000 yıl süren Kenger Uygarlığının dili Orta Doğu’da İsa’ya kadar ibadet, eğitim ve protokol dili olarak varlığını sürdürmüştür.


Bilinçli ve kasıtlı bir biçimde , Kengerlerden 1500-2000 yıl sonra görülen, Grek ve Roma uygarlıklarına atfedilen hemen hemen her şey gerçekte Kenger buluşudur. Yalnız antik uygarlıkların değil, bugünkü uygarlığımızın altyapısında da KENGER uygarlığı yatar. Öyle ki ABD’nin simgesi Özgürlük heykeli bir Kenger Tanrıçasının heykelidir. AB nin bayrağındaki 12 yıldızın kökeni Kenger’dedir.


Semavi dinleri kurumsallaştıran HZ. İbrahim (Kengerce adı ABRAM) de Tevrat’a göre Kenger’in UR kentinde doğup büyümüştür. İbrani ve Arapların yanısıra kendinden sonra gelen tüm peygamberlerin atası sayılır.


DİLLERİN ve DİNLERİN KÖKLERİ KENGER’DEDİR.


İşte bu yüzden KENGERLERİ ANLAMADAN GÜNÜMÜZÜ ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.


Kenger dili, tıpkı Türkçe gibi bitişken, kelimelerinde ses uyumu olan, cümle yapısı Özne+ Tümleç+ Fiil şeklinde kurulu arkaik bir dildir. Erkek ve dişi kelimeler yoktur. 


Fiiller ve organ isimleri binlerce yıllık zaman ve mekan farkına rağmen Türkiye Türkçesi ile bile örtüşür. Bilinen Kengerce kelimelerin hemen hemen hepsni Asya Türkçesi, Macarca ve Fince’de bulmak mümkündür.


İlk Sümerologlar Kenger dilinin eski bir Türkçe olduğunu söylerken bu gerçekler siyasal nedenlerle bugün hasıraltı edilmektedir. Egemen güçler saçma sapan bilimsel(!) teorileri ile uzun süre gerçekleri saptıramayacak ,güneşi balçıkla sıvayamayacaklardır.


TÜRKÇE GEZEGENİMİZİN EN ESKİ DİLİDİR. KÖK DİLDİR:




***


ERGENEKON

ERGENEKON KELİMESİNİN KENGER  YARATILIŞ DESTANINDAKİ (MÖ 3500) ANLAMI  ‘ EVRENİ DOĞURAN KOZMİK RAHİM’ DEMEKTİR.

ERGENEKON ,  GÖKTÜRKLER’DE (MS 550) ‘TÜRKLÜĞÜN YENİDEN DOĞUŞ DESTANI’ DIR. DESTANDA TÜRKLER  ERGENEKON DENİLEN ETRAFI DAĞLARLA ÇEVRİLİ  DAR VE SARP BİR VADİDEN , DEMİRDEN KAYALARI ERİTEREK ÇIKAR VE  ‘YENİDEN DOĞUŞU’ GERÇEKLEŞTİRİRLER.


TÜRKLÜĞÜN  5500 YILLIK BU KUTSAL KAVRAMI , BUGÜN TÜRKLÜĞÜ YOK ETMEK İÇİN  HAZIRLANMIŞ  BİR ENTEGRE PROJEDE HAİNCE VE SİNSİCE KULLANILMAKTADIR



***



ARINAK


Dünya dillerinin doğum tarihlerini bilmeden yapılan etimolojik sözlükler, gerçekleri saptırmaktan öte bir anlam ve amaç taşımazlar. 


Ne yazık ki, içeride ve dışarıda bu husus bilinçli ya da kasıtlı olarak göz ardı edilir. İşte bu yüzden, siyasallaşmış ya da bağnazlaşmış kimi tarihçi(!) ve dilbilimciler(!) dil ve tarihin dalları ve budakları ile uğraşırken ormanı göremeyecek kadar körleşir; tarihin ilk yarısını yok sayacak kadar bağnazlaşırlar. 


Yerli veya yabancı bir etimolojik sözlüğe bakıldığında "Tarihin ilk yarısında dünyada dil yokmuş." kanısı doğar ki bu dünyada ve ülkemizde çarpık bir dil ve tarih anlayışına yol açar.


Oysa ki, tarihin ilk çeyreğinde (MÖ.4000 - MÖ.2500) Kenger Türkçesi dışında başka dil bulunamamıştır. 


Bu gerçekten yola çıkarak etimolojik sözlük niteliğindeki bu kitap gezegenimizin ana dilinin Türkçe olduğunu vurgulayan kanıtlar sunmaktadır.


(Tanıtım Bülteninden) ARINAK


"Gezegenimizin Ana Dili: Türkçe'dir"

Mehmet Ünal Mutlu.


***


Sunan: M.Ünal Mutlu

YAĞMALANAN TÜRK KÜLTÜRÜ

Değerli dostlarımızın katılımından onur ve kıvanç duyacağız.


Konu : Tarih boyunca Türk uygarlıklarında doğup diğer kültürlere mal edilen

Demokrasi, Cumhuriyet/Republic
ABD Simgesi Özgürlük heykeli , AB Bayrağı
Sümer, Etrüsk, Hurri, Urartu,İ skit uygarlıkları, (Ant kadehi, atın kuyruğunun bağlanması)
Bilimsel bulgular (Pitagor teoremi, takvim, çiçek aşısı, vs.)
Vaadedilmiş topraklar, Kenan/Süleyman Mührü/, ağlama duvarı/Gamalı Haç, Noel Baba
Vatikan, Mekke, Avrupa, Amerika, Ankara, İstanbul, Mersi, Bonjur, faşizm, komunizm, Ekol, Klise, köprü, kubbe ….13  Kasım 2014 tarihinde yapılan konferansın konusuydu















DAHA ÖĞRENECEĞİMİZ ÇOK ŞEY VARDI....
IŞIKLAR İÇİNDE UYU ÜNAL BABA....











Türk Dili ve Sümer Uygarlığı


Türk dili ve Kenger (Sumer) Uygarlığı hakkında


Pek çok mühendis veya mimar kubbe yapmış veya onarmıştır. Ama hangisinin aklına gelmiştir: ilk kubbenin kimler veya hangi millet tarafından yapıldığını merak edip araştırarak büyük bir çalışma ile bu konuda bir kitap yazmak? Ben, son yıllara kadar ne ülkemizde, ne de yurt dışında böyle bir kimsenin varlığını duydum. Üç yıl önce Sayın Mehmet Ünal Mutlu evime gelip yaptığı çalışmalarla ilgili yazılarını önüme serince, böyle bir kimsenin aramızdan çıktığını görerek son derece mutlu oldum.


Gerçekten de o bir kubbe onarımı yaparken bunun ilk yapanları kimlerdi, diyerek araştırmaya başlıyor ve Sümerlilere [1] dayanıyor. Bu kez Sümerlileri araştırıyor, bir de bakıyor ki, bütün uygarlığın başı onlarda. 


Bu uygarlıkta insan hakları güvence altına alınmış, senato, meclis gibi demokratik kurumlar işliyor. Hindistan’dan Akdeniz’e kadar ticaret yapılıyor. Dicle ve Fırat nehirlerinde çeşitli tekneler dolaşıyor. Okulları var ve bu okullarda disiplinli ve sistemli bir öğretim uygulanıyor. Müzik, heykel, dans gibi sanatlar yapılıyor. Gökyüzü izleniyor. Gezegenler, burçlar saptanıyor. Öyle olunca bunlara ait bütün sözcükler de Sümerlilerde başlamış olmalı, diyerek bu kez dil araştırmasına giriyor. 


Fakat bütün Sümer dilini kapsayan henüz yayımlanmış bir sözlük yok. Ona karşın internette 2511 kelimeyi kapsayan Sümerce İngilizce bir sözlük ile onunla ilgili bazı bilgiler buluyor. Orada konu ile ilgili kelimeleri arıyor. Bu kez onların Türkçe ile bir ilişkileri var mı, diye Eski Türkçe’ye ait sözlük bulup karşılaştırma yapınca kelimelerin bir kısmının Türkçe ile bağdaştığını görüyor.


Çalışmalar bu durumda iken Ünal Beyle karşılaştık. Ben sonuçları görünce çok heyecanlandım. Bu çalışmanın şimdiye kadar bu konuda yapılan çalışmalardan çok daha kapsamlı olacağına inandım ve bu işe devam etmesini, daha çok değişik ve etimolojik Türkçe sözlüklerden yararlanmasını önerdim.


Üç yıldan beri çalışmalar çok ilerledi ve son derece önemli sonuçlar çıktı. Bu çalışmanın en önemli yanı, yalnız kelimelerin sözlüklere bakıp ses ve anlamları bir olanların ayrılması olamayıp, ayni konular içindeki uyan kelimelerin bulunmasıdır. 


1925 yıllarında Friz Hommel, daha sonra Rus Sümeroloğu Diyakonof sözlüklerde ses ve anlamları bir olan yüz kadar Sümerce Türkçe kelime buldukları halde, bilim insanları bunun, Sümerce ile Türkçenin ayni kökten olduğunu kanıtlamayacağını, ancak belirli konulardaki kelimelerin uyması gerektiğini öne sürmüşler. Bazıları iki dil arasında benzer kelimeler için, her yerde insan zekası bir olduğundan ayni kelimeleri bulabileceğini, benzeyenlerin bir rastlantı olduğunu söylüyor. 


Buna karşı ünlü dilci M. Swadesha bilgisayar kullanarak yaptığı araştırmada “eğer iki dilde fonetik ve anlam bakımından benzeyen kelimeler yüzden fazla ise bunların birbirinden bağımsız olarak icat edilmiş olması ihtimali birkaç milyonda birdir, ayni şekilde çift kelime uygunluğu yediden fazla olursa bu iki dil arasında tarihi bir ilişki vardır.” Diyor. 


Başka araştırmacılardan, ünsüz+ünlü+ ünsüz olmak üzere her iki dilde fonetik ve anlam bakımından birine göre 3 çift, bir başkasına göre 3-4, bir diğerine göre 2-7 çift kelimenin tarihsel bağlantı için yeterli imiş. 


İlk kez Olzhas Suleimenov Aziya adlı kitabında kelimeleri insan, tabiat ve tanrısal olarak sınıflandırarak ses ve anlam bakımından uyan 60 Sumer ve Türkçe kelimeyi karşılaştırıyor. Ne yazık ki Ruslar tarafından bu kitap 1975 yılında yasaklanmış . Ancak rejim değiştiğinde yeniden yayımlanmış [2].


Sayın Mehmet Ünal Mutlu da çalışmasında Evrensel Uygarlığın Etimolojisi başlığı altında Kültür ve Sanat, Bilim, Din, Siyaset, Mühendislik, Ticaret, Tıp gibi uygarlığın temelini oluşturan 21 konuya ait kelimeleri ele alarak etimolojik bir bakış açısı ile Türk dilleri , hatta daha ileri giderek Etrüsk, Hatti ve daha başka dillerdeki kelimelerle karşılaştırıyor. Şimdiye kadar böyle kapsamlı bir çalışma yapılmadı. 


O yalnız kelimelerle de kalmıyor, konuların başında Sümerlilerle ilgili bilgileri de veriyor. Kubbe ve kemer kelimesi üzerinde dururken Selimiye , Süleymaniye camilerinin kubbelerini , onarım dolayısıyla Süleymaniye camiinde yapılan zararları, Drina köprüsünü, onunla ilgili ve Türkleri son derece aşağılayan, Türkçe’ye de çevrilen Nobel almış bir kitabı da gözler önüne getiriyor. Kitabın son kısmında Çuvaşca ,Uygurca, Etrüskçe, Kazakca, Asya Türkçesi, gibi çeşitli dillerle Sümerce benzer kelimeler sıralanmış. 300’ e yakın mühendislikle ilgili terimler ayrı bir bölüm olarak toplanmış.


Bu çalışmada yalnız Sümerce Türkçe karşılaştırmasını görmüyoruz. Türkçe’nin ne kadar eski bir dil olduğunu , başka dillere olan etkilerini de gözlüyoruz. Dünyadaki bir çok yer adlarının, hatta şahıs adlarının Türkçe’ye dayandığını görmek insanı şaşırtıyor. İleride bunlara ek olarak gramer bakımından da karşılaştırmalar yapılabilir. Yalnız şunu göz önüne almak gerek. Sümerce henüz tam yerine oturmuş bir dil değil. O, kendisinden tamamıyla başka Sami olan Akad dili yoluyla çözüldü. Çözenler de onlara tamamıyla yabancı Batı dilcileri idi. Bu bakımda ileride bazı hatalar, bazı yanlışlıklar bulunabilir. Bunlar esas çalışmanın ruhunu ve amacını bozmayacaktır. 


Bu alanda çok büyük bir adım atılıyor. İleride bu adımın daha düzenli olarak sürmesi umuduyla Sayın M.Ünal Mutlu’yu, hiç alanı olmayan bu konuyu büyük bir merak ve titizlikle çalışarak ortaya koyduğu için candan kutluyor, bilim adına, Türklük adına teşekkürlerimi sunuyorum.


Muazzez İlmiye Çığ

24 Mart 2007

[1] Sumerliler kendilerine Kiengi, Kenger diyorlar. Sumer onların oturdukları yere verilen ad. O yüzden Sumerler değil, Sumerliler denmesi gerek

[2] Rusca olan bu kitaptan Sumerlilerle ilgili sayfaları çevirip gönderen sayın Zhandoss Alpassov’a burada teşekkürlerimi bildiriyorum.


























25 Aralık 2014 Perşembe

BİZANS/DOĞU ROMA - GREK/YUNAN - BİZANS'TA TÜRKLER



Batı ısrarla dillerinde Grek kelimesini kullanırken, Yunanlılar Hellas kavramını kullanır.

MS.800'lerde Şarlman Kutsal Roman-German Devletini kurunca İmparium Romanium sıfatını kullanıyor, yani Roma İmparatoru. İstanbul'daki imparatorda diyorki "Bu ünvanın sahibi var, benim" diyor. 

Bu sefer Şarlman, MÖ.200 yıllarında Romalılar Yunanistan bölgesini alınca bu insanlara "Köle" ve "Hizmetkar" manasına gelen "Grek" kelimesini kullanıyor. Bu yüzden Greks, Grecorium yani "Greklerin Kralı" sıfatını kullanıyorlar. 

Ve böylece Romanın yasal varisinin Batı'da kendisi olduğunu iddia ediyor. Bundan dolayı Batı dillerinde hala Yunanistan için Grek ve Greece kullanılır. Kitapların eski baskılarında bu vardır, lakin yeni baskılarından bu "Köle" "Hizmetkar" manaları, Yunanistan'ın mahkemeye vermesiyle çıkarılmıştır.




ve evet, Bizans'ta Türkler vardır.

Prof. Dr. LEVENT KAYAPINAR






Karl der Große-Carolus Magnus-Karolus Magnus-Charlemagne-Şarlman (747-814)




Doğu Roma devletinin 1453 yılında fiilen sona ermesinden yaklaşık bir yüz sene sonra Avrupa'da Doğu Roma'nın tarihi hakkında kitaplar yayınlanmaya başlamıştır. Bu dönemde Alman tarihçi Hieronymus Wolf'un 1557 yılında "Corpus Historiae Byzantinae" adlı kitabını yayınlamasıyla birlikte Bizans tabiri de ortaya çıkmıştır. Bu ismi de yörenin eski tarihi isminden almıştır, coğrafiktir, ırksal değildir. (aynı Ermenistan ve Kürdistan gibi coğrafik isimdir.)

MÖ.4.yy'a kadar Anadolu'da yerel dil hakimdi, Büyük İskender döneminde Yunanca'ya geçildi ve MÖ.1.yy'da Romalıların gelmesine dek kullanıldı. Sonra Latince dili yerleşti ama yerel halk kendi dilini hala kullanıyordu. Romanın ikiye ayrılmasından sonra bile dilleri Latince idi. Konstantine ve Justinian bile tek kelime Yunanca konuşmuyordu. MS.7.yüzyılda Doğu Roma imparatoru Heraclius imparatorluğun resmi dilini Latince'den Yunanca'ya çevirdi.





The West use Greek and the Greeks use Hellene

In 800 AD Holy Roman-German was built, Charlemagne was crowned as Roman Emperor, officially rejecting the Eastern Roman Empire as true Romans. But the emperor in Constantinople says " the owner of this title is me". 

At this point Charlemagne use the word Greek, in 200 BC. when the Romans take over the land Greece, they called them "Greek", meaning "Slaves" " Servants" ... So they began to use "Greek" for the East Romans.

So the West claims that as his legal heir and the emperor was known as "Imperium Romanum" and the East as "Emperor of the Greeks" and their land as "Greek Empire" "Imperium Grecorum."

This "Slave" meaning was in the old edition of the books, but Greece went to court, and new editions doesn't have this meaning anymore.












THE EAST ROMAN EMPIRE AND THE TURKS



*Theodora of Khazaria was the second Empress consort of Justinian II (669-711) of the Byzantine Empire. She was a sister of Busir, Khagan of Khazars .

Theodora and Justinian II had only one known child:
Tiberios (c. 705 – 711, co-emperor from 706 to 711 - Birthplace Khazaria). Executed by orders of Philippikos. He was murdered by the patrikios Mauros and John Strouthos, and buried in the Church of the Holy Unmercenaries.

* Leo III obtained the hand of a Khazar princess for Constantine V in 732...

Khazar Khagan Bihar (730) father of TZİTZAK (Çiçek/meaning:Flower- died 750- baptismal name "Irene" (meaning:Peace) of Khazaria) married with Byzantine Emperor Constantine V.

Constantine V (718 –775) married with Irene of Khazaria ; children Leo IV
Khazar Bihar grandfather of Emperor Leo IV The Khazar.

Leo IV the Khazar was Byzantine Emperor from 775 to 780 AD.
Leo was the son of Emperor Constantine V by his first wife, Irene of Khazaria (Tzitzak - Çiçek), the daughter of a Khagan of the Khazars. 




JUST THE FACTS: 

That's only 2 of them , The Turks sitting on the East Roman Empire throne.... (Byzantium was not the Empire name till the 17th century!)


"The Khazars were a Turkic people who originated in Central Asia. The early Turkic tribes were quite diverse, although it is believed that reddish hair was predominant among them prior to the Mongol conquests. In the beginning, the Khazars believed in Tengri shamanism, spoke a Turkic language, and were nomadic. Later, the Khazars adopted Judaism, Islam, and Christianity, learned Hebrew and Slavic, and became settled in cities and towns thruout the north Caucasus and Ukraine. The Khazars had a great history of ethnic independence extending approximately 800 years from the 5th to the 13th century."



In East Roman eyes the gift of Christiantity which they brought offered at the same time an introduction to a more highly developed way of life. Thus their converts integrated into the civilized oecumene and Byzantine statecraft and culture were introduced to young and vigorous societies who were able to combine what they had learnt from East Rome with their own native originality.

From the seventh century onwards the loss of Egypt and Syria to the Muslims and the failure to convert them and to bring them within the Byzantine orbit made it all the more vital to have some measure of understanding first with the Turkic peoples already established to the north-east of the Black Sea in the northern Caucasus and then with the Bulgars and Slavs settling in the Balkans. Already before the seventh century there were long-established links with the Crimea.

As early as 325 there was a bishop of Bosphorus in the peninsula where the Goths were living. From this base contacts were made with the Hunnic-Turkic migrants in the area between the Danube and the Caucasus.

Justinian I had won over the Lazi in the eastern Black Sea region. Likewise by the seventh century Abasgia was an ecclesiastical province. Thus Byzantium had established a foothold in the Caucasus.

The Alans in the north-eastern Caucasus appear to have known Christianity early on, but evidence is scanty as to how they fared. By the late ninth century they were known to have renewed contacts under Patriarch Nicholas Mysticus and by the early tenth century a bishop travelled thence, though with some reluctance. Episcopal lists and archaeological finds suggest that missionary work was also active north of the Black Sea among the Turkic Bulgars, some of whom were to migrate to the Balkans when the Khazar expansion took place in the late seventh century. 

This work appeared to be done by non-resident missionary bishops as befitted those toiling among semi-nomadic peoples.

Thus both the Bulgars settling in Bulgaria and the Magyars in Hungary would already have met Christianity and some of them would have been converted.

This work included the powerful Khazar kingdom which by the eight century was established to the north-east of the Black Sea, Khazaria was particularly important to Byzantium both for economic reasons (trade routes into Asia) and as a barrier to any Arab advance through the Caucasus to the north. Justinian II who took refuge in Khazaria during his exile, and Constantine V, son of the Emperor Leo III, both married Khazar princess.

Byzantium may at the time have had hopes of cenverting Khazaria and the Crimea had already proved itself an obvious base for work in this area. But any permanent development of this kind was halted by successful Jewish activities from the eigth century onwards and by the Khazar adoption of full Judaism in the course of the ninth century.

The Orthodox Church in the Byzantine Empire by J. M. Hussey



"He dispatched Sarbaros and the remainder of his army against Constantinople so that, with the Huns of the west (whom they call Avars), Bulgars, Sklavinians and Gepids....."

"In that country he parleyed with the Turks of the east (whom they call Khazars) and called on them for an alliance."

page 316
The Chronicle of Theophanes



AVARS,   HUNS, BULGARIANS , KHAZARS AND
 SCYTHIANS and CRIMEA 
THE TURKS.


THE FACTS


Antik Roma Hamamlarında Ağaç Katliamı





"Tanrısal Odysseus da onlara şöyle dedi: 
Kızlar, hele şöyle uzak durun benden, 
omuzlarımı yıkarım ben kendim, 
deniz kirini atarım üstümden, 
sonra oğunurum verdiğiniz şu yağla. 
Çoktan yağ görmedi, oğulmadı derim. 
Ama utanırım, sizin önünüzde yıkanamam, 
görünemem güzel örgülü kızlara çırılçıplak.
Odysseus böyle dedi, onlar da uzaklaştılar, 
gelip söylediler bunu kral kızına, 
tanrısal Odysseus da yıkadı bedenini suyun köpüğünde, 
temizledi sırtına, geniş omuzlarına yapışan yosunları, 
ekin vermez denizin kirini sildi başından, 
bir güzel yıkanıp yağlar süründü. "

HOMEROS, "Odysseia", 
6. Basım: 1992 Can, 6. Bölüm/S.123 







Antik Roma Hamamlarında Ağaç Katliamı 


Roma dönemindeki görkemli hamam yapılarının temeli, bronz çağlarda, yıkanma kültürünün oluşmasıyla atılmıştır ve bu oluşum dinsel kökenlidir. Yıkanmanın, dinsellikten öte günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmesi ise Greklerin sayesinde olmuştur; evlerinin bir bölümünü yıkanmaya ayırmışlar, spor amaçlı kullanılan gymnasionlara, yıkanma odaları yapmışlardır. 

Fakat yine de, Roma'da olduğu gibi, Greklerde, bağımsız hamam tesislerine raslanmıyor. Sonrasında, Romalılarda, gerek Greklerin etkisiyle gerekse de teknikteki ilerlemeyle birlikte, büyük boyutlu bağımsız hamam yapıları inşa edilmiş ve bunlar giderek Roma sosyokültürel yaşantısının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bunun sonucunda, hamamlar da, insanların değişik ihtiyaçlarına cevap verebilecek çok çeşitli mekânlardan oluşturulmuştur. 

Antik Roma hamamlarında, spor amaçlı kullanılan palaestralar, bütün içerisinde oldukça büyük yer kaplamaktaydı. 

Apodyteriumda, insanların soyunup giyinebilmeleri için birçok bölme ayrılmıştı. Soğukluk kısmı; frigidariumda, piscina adı verilen yüzme havuzu da bulunmaktaydı. Çoğu kez yağlama ve masaj için tepidarium (ılıklık) kullanılırdı ve genellikle bu mekân da, hamamın en önemlı salonu olan caldarium (sıcaklık) gibi, alttan sıcak gazlar ile ısıtılmaktaydı. 

Şarkta, terlemeye verilen önem doğrultusunda, laconicum adı verilen salonun daha bir önem kazandığını; daha büyük inşa edildiğini görmekteyiz. Bu mekânların dışında, bazı hamamlarda rastlayabileceğimiz genel tuvalet olarak kullanılan latrinayı, heykellerle süslü musalar salonunu sayabiliriz. 

Hamam yapılarının en can alıcı noktası, ısıtmanın sağlandığı hypokaust sistemidir. Ocak (praefurnium)'da odun veya kömürün yakılmasıyla oluşan sıcak gazlar, hypokaust sisteminde ilerleyerek, tubuli adı verilen, duvardan ısıtmayı sağlayan elemanların içinden geçerek, hamamın sıcak salonunu (caldarium) ve havuzu da ısıtır. 

Sıcak gazlar, enerjilerinin bir kısmını burada bıraktıktan sonra, çoğunlukla, ılıklık (tepidarium) kısmına geçerek buradan da bacalar vasıtasıyla dışarıya atılırlar. Su ihtiyacı ise havuzlardan karşılanır.

Türk hamamlarında külhan olarak isimlendirilen praefurniumda çoğunlukla yakılan odun için, yakınlarda bulunan ağaçlar kesilmiştir şüphesiz. 

Tony Rook [1], sıcak ve ılık mekânların sadece 6'şar m2 olduğu, benzerlerinin yanında oldukça küçük kalan Welwyn Villa Hamamı'ndakı çalışmasında; sıcak, ılık ve soğuk odaların, sırasıyla, 70, 55 ve 25'C'da olduğunu kabul ederek, bir yıl için 114 ton odun tüketildiğini hesaplamış. 

Pompei'deki Stabian Hamamı üzerinde çalışan lorio'nun [2] bulduğu değerler daha insaflı; daha büyük bir alanı (114 m2) 35°C'da tutmak için yaklaşık, Rook'un bulduğu odun miktarının yarısının yeterli olabileceğini hesaplamış. 

Hüser [3] ise 23 m2'lık alanı 18°C'da (!) tutmak için, yaklaşık 14 ton/yıl yakıt tüketiminin gerektiğini bulmuş.

Hüser'in çalışma yaptığı bu mekân, Almanya'da, Roma dönemindeki hamamlar baz alınarak inşa ediliyor ve 1902'de, dönemin imparatorunun da katılımıyla açılıyor. 1910'da bir firma, günde bir küfe -boyutları belli değil- kömür ile, kısa bir süre hamamı çalıştırıyor. Uzun bir süre atıl kaldıktan sonra, aynı mekânda Kretzschmer [4] bir deneysel çalışma yapıyor. 

Burada sözü geçen mekânlar oldukça küçük. Halbuki, Roma hamam yapılarının önemli bir kısmı, güç ve para sahiplerinin kudretlerini gösterdikleri, insanda şaşkınlık ve hayranlık yaratan devasa boyutlardadır. 


Örneğin; 

Roma'daki Caracalla Hamamı 11 hektardan fazla alanı kaplamaktadır, Diokletian Hamamı ise daha da büyüktür; 16 hektar [5]. 

Bunun yanı sıra, Ankara Caracalla Hamamının kapalı kısmının ortalama yüzey ölçüsü 7500 m2 iken, bunun yaklaşık 500 m2'si sıcaklık kısmıdır. Tamamı ısıtılan ılıklık kısmı ise; 300 m2'lik orta hol, 225 m2'lik çok banyolu salon, 286, 225, 150 ve 100 m2'lik salon ve ara hollerden oluşmaktadır ve tüm bu mekânlar 14 adet ocak aracılığıyla ısıtılmaktaydı. 

Sonuç Welwyn Villa Hamamı'nı, bir yıl süresince ısıtmak için, 114 ton oduna ihtiyaç olduğunu, Rook'un hesaplandığını belirtmiştik. Bu ihtiyacı karşılamak için ortalama 500 kg gelen, yetişmiş, 228 adet çam ağacı kesilmiş olmalı. 

Buradan hareketle, 2000 m2'den daha fazla ısıtılan mekânı bulunan Ankara Hamamı için, bir yılda, yaklaşık, 38000 (otuz sekiz bin!) ağacın kesilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

Günümüzde, Ankara çevresinden her yöne kilometrelerce uzayan çorak alanlar, büyük olasılıkla o dönemlerin eseri! 



Tahsin Başaran
Dokuz Eylül Üniversitesi 

[1] T. Rook, "The development and operatıon ot Roman hypocausted baths", JAS 5, 1978, 269282. 
[2] A. lorıo, "Sıstema di riscaldamento nelle antiche terme pompeıane", BullCom 86. 1981, 167 189. 
[3] H. Huser, "VVarmetechnısche Messungen an eıner Hypokaustenheızung ın der Saalburg", Saalbjb 36. 1979, 1230. 
[4| F. Kretzschmer, "Hypokausten", Saalbjb 12. 1953, 741. F. Kretzschmer, »Bilddokumanto Römischer Technik", 1964, 34.
[5] G. Gromort. "Grece and Rome", 1948, 196200. 




Ek:

"...Ölüyü gömdükten sonra Skyth'ler kendilerini temizlerler ; Başlarını iyice ovarak yıkarlar, gövdelerini temizlemek için bir tören yaparlar, yere üst uçları birbirine eğik üç kazık çakarlar, üzerine çepeçevre keçe sararlar, keçelerin içerisinde ve kazıların ortasında bir tekne vardır, iyice kızdırılmış birçok taş getirip bu teknenin içine koyarlar..... Skyth'ler kenevir tohumunu alırlar, anlattığımız keçe örtülerin içerisine girerler ve bu tohumları kızgın taşın üzerine atarlar; tohum taşa değince tütmeye başlar ve öyle bir buğu çıkarır ki, bizim Yunanistan'daki hamamlarda bile bu kadar boğucu bir buğu olmaz. Skyth'ler bayılırlar buna ve keyiften haykırırlar; bu onlara yıkanma yerine geçer, çünkü gövdelerine hiç su değdirmezler.

Kadınlarına gelince, onlar da servi, sedir, günlük yongalarını pürtüklü bir taş üzerinde; iyice dövüp su katarlar; bu hamuru yüzlerine ve bütün gövdelerine sürerler; koklamaya doyulmaz bir koku kazanmış olurlar ve ertesi günü bu lapayı kaldırdıkları zaman derileri pırıl pırıl ve taze bir renk almış olur...."

Herodot,I:V ; 73-75







Karşı çıktığım ülke çapında her yerde örneklerini gördüğümüz budamaya tipik bir örnek resimde açıkça görülüyor.

Ağaçların Budanması konusunda değerli dostum Orman Mühendisi Mehmet Tokcan'ın, konunun uzmanı olarak yazıp gönderdiği değerlendirme :

"Ormanda yaşayan ağaçlar genellikle budamaya ihtiyaç duymazlar. Kendi aralarında oluşan ışık, gölge ilişkilerinden kaynaklanan doğal bir dal budanması zaman içinde kendiliğinden gerçekleşir. Kentlerde ve parklarda yaşayan ağaçlar, bu doğal orman ağacı sıkışıklığı, ışık ve gölge ilişkilerinden uzak olduğu için ve bir çok olumsuz etmenin etkisi altında kaldığı için budamaya ihtiyaç duyarlar.

Budama da esas olan sağlıksız, cılız, hastalıklı dalların uzaklaştırılarak ağaç daha sağlıklı olması yanında ağaca bir şekil ve form verilmesidir. Bunu için kent ağaçlarında küçük yaşlardan itibaren düzenli ve küçük müdahalelerle bakım ve budama yapılması esastır. Budama geciktirilince ve bu konuda deneyimli olmayanlar tarafından yapılınca maalesef bir çok kentimizde görülen bu olumsuz görüntüleri görüyoruz. Sepetli bir kamyon ve motorlu bir testere bu iş için yeterli zannediyor. Esasen bu iş zamanında ve düzenli yapılsa ne motorlu testere ne de sepetli kamyonlara ihtiyaç duyulur. 

Budama yıldan yıla azar azar ve düzenli yapılan ağaçlara emniyet kemeri ile çıkmak da kolay olur, budanacak dallar çok kalın olmayacağı için makas ve el testereleri bu iş için yeterli gelir. Tabi yara yerlerini yara kapatma macunları ile kapatmayı unutmamak lazım. Bu doğada yaşayan bir canlı küçücük de olsa saygının gereğidir. 

Fotoğraflarda görülen ağaçlara yapılan uygulamanın adı asla budama değildir. Eğer bir ağacın bu kadar güçlü ve sert budanması gerekiyorsa çoğunlukla tamamen çıkarılması daha doğru olabilir. Çünkü yukarıda olan dallardan hiç birisi bizim önemli değilse o ağaçta bütyük sorun vardır. Budamayı biz böyle öğrenmedik ve hiç bir zaman böyle uygulamadık."

Ağaçlarımızın (ülkemizin neresinde ne gerekçeyle olursa olsun ) resimdeki tarzda, belediyelerimiz eliyle gövdelerinden sıradan "biçilmesine" karşı çıkıyor, tepkimi de her boyutta veriyorum. Ağaçlarımıza gereken ilgi ve saygıyı "fenni budamalarda ve gerekli bakımlarında" yerine ve zamanına uygun uygulamalarla gösteren Belediyelerimize ise teşekkür ediyorum.

Nezih Başgelen