mezopotamya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mezopotamya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2018 Cuma

İphigenia'nın Kurban Edilmesi




İphigenia'nın annesi Klytemnestra solda yas tutarken babası Agamemnon kurban etmek için götürüyor. 
İphigenia'yı taşıyan kıvırcık saçlı kişi ise Odysseus (Ulysses). 
Bu arada, Artemis İpginenia'nın yerine kurban edilmesi için bir geyik getiriyor... 
Fresk MS 1.yy – Pompei / Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi




"Akhalar zamanı gelince yelken açarlar. Ancak bir fırtına çıkar ve ilerlemelerini engeller. Bunun üzerine Kalchas kehaneti yorumlar ve Aulis'e geri dönmeleri gerektiğini iletir. Aulis'e vardıklarında Agamemnon tanrıça Diana'yı yatıştırır, sonra da takipçilerine Truva'ya doğru yola çıkmalarını emreder." - Truvalı Dares.


Homer’de de geçmeyen bu “yatıştırma” hikayesi Euripides’te (MÖ 5.yy) geçer: Filo rüzgar için Aulis’te* beklerken, Akhaların bilicisi Kalkhas kehanette bulunur; Agamemnon, bir gün avdayken Artemis’in kutsal geyiğini vurmuştur. Artemis kızmıştır, bu yüzden rüzgarları estirmemektedir. Eğer Agamemnon kızı İphegenia’yı Artemis’e kurban ederse rüzgarlar geri gelecektir.

Agamemnon öfkelenir kendi kızını nasıl kurban eder. Evet onlarda insan kurban etmek vardır, ama her zaman köle veya esirlerden seçilir. O asil sınıfına mensuptur, bir kraldır, yapamaz. Özellikle Odysseus** ve diğer liderlerin telkiniyle, gönülsüz de olsa, kızını Artemis’e kurban verecektir. Bunu duyan eşi Klytemnestra Agamemnon’u lanetler, zaten savaştan dönünce de eşi ile onun aşığı (Agamemnon'un amcaoğlu) tarafından öldürülür.

İphegenia tam kurban edilecekken Artemis onu alır ve Tauris (Kırım)'a götürür, tapınağının rahibesi yapar. Rüzgar geri gelmiştir ve Akha filosu beklenen savaş için Truva’ya doğru yelken açar.

Truvalılar'da 'insan kurbanı' yoktu. Onlar Skamandros (Sakamaner / Kara Menderes) nehir tanrısına At kurban ederlerdi.


SB
* Aulis: Eğriboz (Euboia) Adası yakınlarında Akha filosunun toplandığı yer.
** Odysseus "Hellence" değildir, Artemis de...



*


İphigenia Tauris'te
Goethe

ARKAS
Ah! Sen kutsal rahibe! Bu yere onur veren.
Sayılan, saygılarla ağırlanan erden!
Uğur sayardık bunu bil ki kendimiz için.
Daha aydın, sevinçli ışısaydı gözlerin.
Henüz kalbin acının gizemiyle örtülü,
Çözülmez gizle dolu, karanlığa gömülü,
Ve bizler kaç yıllardır bekleriz hiç durmadan
Bir söz söylesen diye içini bize açan.
Fakat ilk tanıdığım günden beri seni ben
Hep o gizemli bakış, titrediğim, ürküten.
Demirlerle bağlanmış sanki ruhun göğsüne.

IPHIGENIE
Yaraşan budur bize, yurttan atılanlara.

ARKAS
Kendini atılmış mı sanıyorsun burada?

IPHIGENIE
Yurdu sayılır mı hiç insanın gurbet eller?

ARKAS
Gurbet el oldu demek kendi yurdun, bu yerler.

IPHIGENIE
Bu nedenden umuyor burda kanayan kalbim.
Daha küçücükken ben, Hellas'ta, evimizde,
Yürek bağım pek zayıfken henüz sevdiklerimle,
Ana, baba, kardeşi bilir bilmezken henüz,
Ve biz çocuklar evde, körpe fidanlar gibi
Atalar yurdu denen bu yüzyıllık ağacın
Koeamış gövdesinden fışkıran dallar gibi,
Göklere boy atmaya çabalarken, ansızın
Bir yabanın ilenci tutup bileklerimden
Kopardı, aldı ben,i bütün sevdiklerimden,
Demir ellerle kırdı o kutsal, güzel bağı,
O zaman bitti hepsi, gençliğin çiçeklenen
Sevinci, şen günleri, o mevsim baştan başa.
Kurtulan benim yalnız, ben kaldım bir başıma,
Üzünçlü bir gölge gibi, ve artık açmayacak
Yaşamın taze sevinç çiçekleri içimde.

ARKAS
Karayazılıyım der, bu adı verirsen sen kendine
Hâk kazanırım sana iyilik bilmez demeye ben de.

IPHIGENIE
Şükrettim size her gün.

ARKAS
Fakat içten gelmeyen,
Bir şükür ki karşılık değil gördüklerine,
Mutlu bir yaşam değil gülen bakışlarında,
Yürekten yaklaşış değil seni ağırlayana,
Alıp getirdiği gün gizemli bir el, hani,
Bu tapınağın önüne yıllarca önce seni
Theas çıktı karşına, tanrı göndermiş gibi,
Sana karşı sevgiyle, saygıyla dolu kalbi,
Ve bu kıyılar dostça kucak açmıştı sana.
Bu kıyılar ki korku verirdi her yabana
Ve hiç kimse yoktu ki gelip de, senden önce,
Sunulmasın burada tanrıya kurban diye,
Bu kutsal mermerlere akıtmasın kanını.

IPHIGENIE
Özgürce soluk almak mıdır yaşamak yalnız!
Ne acıklı bir yazı, ki bu kutsal tapmakta
Görmeye gelmiş bir gölge gibi kendisinini
Yalnızca yas tutup dolaşmak düştü bana?
Ve ben nasıl bilinçli, mutlu bir ömür derim
Ona, ki her günü bir başka yasla dolmada
Ve bizi alıp sessiz sürüklemede burdan,
Lethe'nin kıyısında, bir ağıt gibi gamlı,
Sayısız ölülerin yaslı alaylarına?
Vakitsiz bir ölümdür boş geçen ömrün adı.
Ve bana düşen de bu acı kadın yazısı. (...)

IPHIGENIE
Atreus'un en büyük oğlu Agamemnon'du,
Babam o. Fakat size şunu söyleyeyim ki
Ben onda ömrümün ilk gününden beri, seçkin,
Yetişkin eri sezdim. Anam Klytemnestra
ilk aşk meyvesi diye beni doğurdu ona,
Sonra da Elektra'yi. O zamanlar böylece
Egemendi kral yurda yıllar boyu sessizce.
Kavuşmuştu Tantalus evi dinginliğine.
Fakat bir şey eksikti bu yuvanın yazısında,
Bir oğul yoktu evde, bu dirlikli yuvada.
Ve bu büyük istek de henüz gerçekleşmişken,
iki kız kardeşiyle Orestes daha büyürken
Bir yıkım daha geldi, bu eve kanat gerdi,
O savaş haberini siz de duydunuz elbet.
Bütün Elen beyleri, toplayıp güçlerini
Kaldırılan en güzel kadının öcü için
Toplanmıştı önünde Trova burçlarının.
İşitmedim henüz ben kent elde edildi mi,
Öc alınıp düşmandan amaca erildi mi.
Babamdı başlık eden Elenler ordusuna.
Boşuna bekliyordu ordu Tauris koyunda
Uygun bir yel essin de denize çıksın diye.
Çünki Diana kızgındı büyük başbuğa, orda
Tuttu bu atılışı ve Kalchas'ın diliyle
İstedi ilk kızını kraldan kurban diye.
Aldatıp getirdiler evden anamla beni,
Gelip attılar orda kurban taşına beni,
Sundular adak diye başımı tanrıçaya.
Fakat yatışmıştı o, istemedi kanımı,
Kurtardı, aldı beni, kırmadı kanadımı,
Bir buluta sararak ırak etti gözlerden;
Ancak bu tapmakta göz açtım bu ölümden.
Benim o, Iphigenie, torunu Atreus'un,
Agamemnon'un kızı bu seninle görüşen,
Ve malı tanrıçanın, o beni mal edinen.

THOAS
Ne bir ayrı üstünlük, ne de bir fazla inan
Deminki yabancıya, şimdiki han kızından.
Yineliyorum sana gene ilk önerimi:
Gel ardımdan ve paylaş benimle her şeyimi.

IPHIGENIE
Ben böyle bir adımı nasıl atarım, kral?
Yalnız, beni kurtaran o tanrıça değil mi
Bu adanmış yaşamın üstünde hakkı olan?
Sığındığım bu yeri o seçti burda bana.
Olası ki ömrünün son sevinci olarak
Saklayan da o beni babam için bu yerde,
Cezalandırıp onu yeter bir ceza ile.
Ve ben onun çizdiği yola değer vermeden
Nasıl kalırım burda, bağlanıp ona karşın?
Zaten el açıp göğe, yalvardım tanrıçaya,
Belirtsin bana diye, yazım burda kalmaksa.

THOAS
O tanrısal işaret, burda bulunman senin,
Kaygılanıp bu tür kaçamaklardan çekin.
Çok söz etmekten amaç hayır demektir yine,
Bu sonuç gizli kalmaz neylesen dinleyene.

IPHIGENIE
Sözler değildir elbet yalnız göz kamaştıran,
Bendim bütün gizini sana kalbimin açan.
Ve demin sendin yine, ana babama karşı,
Kardeşlerime karşı gönülden duygularla
Özlemlik gereğini belirten, sözlerinle.
Eski sofalar, odalar evimizde bugün de
Fısıldaşır adımı gizlice gamlı, yaslı.
Sevinç çelenkleriyle bezenecek, gülecek
O yuvada her sütun bir gün burdan dönünce.
Ah ne olur göndersen beni yurduma artık!
Bu en son sevinç bize ve en büyük mutluluk.

THOAS
Dön öyleyse! Ne diyorsa yüreğin, onu yap!
Sağgörünün sesini, öğüdünü dinleme!
Bırak tam kadın gibi kendini içgüdüne,
Ve tutup kollarından seni bağmsız, bağsız,
Bu güç dilediği yere sürüsün, atsın.
Tutuşunca yüreği bir istek aleviyle
Tutamaz bir kadını en tanrısal bağ bile,
Kandırır, alır, gider babasından, erinden
Onların deneyimli, vefalı ellerinden.
Ve söner o içinde birden tutuşan alev,
Sürükler yüreğini boşuna bağlı, yeter
Bitmeyen gücüyle inandırmanın altın dili.

IPHIGENIE
Bana verdiğin soylu sözü anımsa, kral.
Gösterdiğim inana bu mu yanıtın senin?
Her şeyi dinlemeye hazırdın daha demin. (...)

IPHIGENIE
Kimim öğreneceksin, şimdi sen kardeşinden
Az buçuk işittiğim şeyleri söyle bana,
Ne oldu evlerine dönünce Troya'dan
Daha eşikte bir uğursuz, umulmaz yazgının
Sessiz karşıladığı erlerin sonu?
Gerçi ben o kıyıya pek genç getirildimdi,
Anımsıyorum fakat, o soy kahramanlara
Korku, hayranlık dolu ürkek bakışlarımı.
Olympus dağıydı sanki, onlar çıktığı zaman,
içini döken size, yarılıp ortasından,
Ilion'a, o dünyanın eski, büyük çağından,
Gönderilen devlerdi ürkü vermeye inen,
Hepinizin önünde Agamemnon, en şanlı!
Ah, öldü, değil mi o, karısı ve Aegisth'in
Kurnaz aldatışıyla, eşiğinde evinin?... (...)


*


Akdeniz Mitolojisi

Şimdi sorarım size: Mitoloji diye bir kitap yazmaya girişince bu bin bir kaynak arasından hangisini seçip de anlatsın çağdaş bir yazar? Kaldı ki mitoloji deyince başta Yunan-Roma mitolojisi diye bir kavram akla gelir. Bu anlayış da hatalıdır. Aslında bir Akdeniz çevresi efsaneler topluluğu vardır, onu Yunanistan ve Roma'ya mal etmemiz bu efsanelerin Yunanistan ve Roma uyruklu yazarların kalemiyle Yunanca ve Latince olarak yazılmış olmasından ileri gelir. Oysa bu efsanelerin çıkış yeri ne Yunanistan'dır, ne de İtalya, Anadolu'dur, Girit'tir, Mezopotamya'dır, Fenike'dir, Mısır'dır, ya da bütün bu yerlerdeki sözlü geleneklerin karışımından ortaya çıkmış bir bütündür. Yunanlı ya da Romalı kaynak yazarlar anlattıkları efsanenin asıl kaynağını araştırmazlar, onu bilseler bile kimi zaman siyasal amaçlar güderek saklarlar, bile bile değiştirirler.

İkinci bir güçlük mitos anlayışında gün geçtikçe artan değişik görüşlerdir. Son yıllara dek "Yunan mucizesi" diye bir balon uçup dururdu. Batı dünyası insan değerlerinin dile geldiği ve büyük sanat yapıtlarıyla ölümsüzlük kazandığı tek kaynağın Yunan-Roma uygarlığı ve kültürü olduğuna inanırdı. Bu dar görüşlü açıdan bakılınca Yunan mucizesini yaratan asıl kaynak ve etkenlerin ne olduğu araştırılmaz, görmezlikten gelinir, bu inancı sarsacak bir bulut ortaya çıktı mı, bile bile ve bilimselliğe aykırı bir tek yönlülükle tartışmaya, giderek kavgaya girişilirdi. Troya'nın Çanakkale yöresinde olmadığını, Schliemann-Dörpfeld-Blegen üçlüsünün gün ışığına çıkardıkları koca uygarlık merkezinin Homeros'un İlyada'sıyla bir ilişkisi bulunmadığını ileri sürmekte direnen sözüm ona bilginler bugün bile ortalıkta dolaşır ve kör görüşlerini kitaplara aktarmak yolunu bulurlar. "

Azra Erhat - Mitoloji Sözlüğü (1972)






6 Haziran 2018 Çarşamba

Kut Eli - Ön Asya'da Kurulan Türk Devletleri - V




Kut Eli (Ülkesi)
Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu Celilov


Lulu eli dağılan çağlarda Azərbaycanın güney-batı və güney qonşuluğunda siyasi durum gərginləşmişdi. Bu gərginliyi artıran səbəblərdən biri də «dünyanın dörd yanının (səmtinin) hökmdarı» titulunu daşıyan Akad çarı Naram-suenin ətraf ölkələrə, özəlliklə Lulubi ərazilərinə vaxtaşırı yürüşləri idi. Bu çağlarda Akaddan asılı vəziyətə düşən Sumer ölkəsinin şəhər-dövlətləri arabir öz aralarında müharibə edirdilər. Elam ölkəsi də eyni vəziyətdə idi. Baxmayaraq ki, lulu-qut boyları üzərində qələbə çalması ilə öyünən Elam çarı ilə Naram-Suen arasında dünyada ilk yazılı müqavilə imzalanmışdı, ancaq bu qardaşlıq müqaviləsində Elam «kiçik qardaş» idi, çünki burada «Akadın dostu mənim dostum, düşməni mənim düşmənimdir» bəndi vardı. Akad çarının möhtəşəm titulu qarşısında elam çarı «Suz işşiakkumu (ensi) və Elam şakkanakkumu (şaqana)» ünvanı daşıyırdı. (186) Beləliklə, Sumer kimi, Elam da Akaddan asılı vəziyətə düşmüşdü. Azərbaycanın güneybatı əraziləri isə m.ö. III minilin son çağlarında akad-elam ordularının vaxtaşırı tapdağı altında qalırdı. Lulu elində mütəşəkkil dövlət qurumu yaranmadığı üçün lulu elbəyləri xalqı o çağın güclü Akad, Elam dövlətlərinin təcavüzündən xilas edə bilməyib, siyasi arenadan çəkilməli oldu. Onları daha təpərli qut bəyləri əvəz etdi.

Lulu elbəylərinin hansı boydan olduğunu bilmirik, lakin Lulu elindən sonra ortaya siyasi iradə qoyub, təşəbbüsü ələ alan bəylərin lulularla eyni etnik soydan olan qut boyundan çıxması bəllidir, hətta, bəzi yazarlar lulu elbəyi Anubaninin guya sonralar qut elbəyi kimi çıxış etdiyini vurğulayır. (187) Heyvandarlıqla yanaşı, əkinçilik və başqa sənətlərlə məşğul olan qut boyları yarımköçəri dağlı lululardan fərqli olaraq, oturaq və yarımoturaq həyat tərzinə malik idi. (188)

Birinci ad (lulu) etnoqrafik termin olub, tərəkəmə, kürd, yörük kimi yarımköçəri elatı bildirir, ikinci ad (qut) isə turuk, qaşqay və sair etnonimlər kimi konkret bir boyun adıdır. Əgər toponim kimi Aratta ölkəadı və etnoqrafik termindən yaranmış Lulubi ölkəadı bu ölkədə yaşayan konkret boyların adını görməyə mane olurdusa, artıq Qut elinin adı erkən dövlətlərdən birini quran qut boyunu bizlərə tanıdır. Qısa bir zamanda konfederasiyaya qoşulan müxtəlif boyların ümumi adına çevrilən qut adı Qut eli dağılandan sonra da hələ uzun müddət bu funksiyanı daşımışdır. (189) Qut eli qurulandan 20-25 il sonra artıq bütöv regionda stabillik təmin olunmuşdu.Yalnız Azərbaycanı yadelli orduların tapdağından xilas etməklə kifayətlənməyən qutlar sumer xalqının da köməyinə yetişib, onları Akad zülmündən qurtardı. Akad və Elam ordularını məğlub edən qut elbəyləri bu dövlətləri də özünə tabe etdi və Qut eli qurulandan az sonra ərazisinə və Ön Asiyada nüfuzu altında olan ölkələrə görə tarixdə ilk Türk İmperiyası oldu. (190)

Qədim Ön Asiya tarixində bir əsr ömrü olan bu imperiya çağında regionda iqtisadi və mədəni inkişaf üçün yaranan siyasi stabillik diqqəti çəkir. Bir əsr boyunca arası kəsilən müharibələr Qut eli dağılandan sonra yenidən başladı. Öncə sumerlər, sonra yeni yaranmaqda olan asur bəyləri ətraf bölgələrə, o cümlədən Azərbaycana yürüşlər etdi, elam xalqı da gah qonşularının hücumuna məruz qaldı, gah özü qüvvə toplayıb, yürüşə çıxdı.

Qut boylarının qurduğu Qut Eli qədim Dünya tarixində bənzəri olmayan bir dövlətdir. Qut eli dünyada ilk demokratik (!) qurumlu dövlət idi; Sumer, Akad, Elam kimi böyük dövlətləri özünə tabe edə bilən bu dövlətin vaxtında yüzil boyunca bütöv regionda stabillik hökm sürdü; vaxtilə ümumiləşdirici mahiyət daşıyan subar və sonrakı saqa, hun, türk, oğuz, qıpçaq etnonimi kimi, 1500 il ərzində qut adı bəzi hallarda Dəclə-Urmu hövzəsində türklərin ümumi adına çevrilə bildi, yalnız Qut eli dağılandan sonra subar, lulu, kuman, turuk və başqa adlar qut ilə yanaşı işləndi.

Qut elinin əsas yaranma səbəbi ölkəni çapıb-talayan elam-akad ordularına qarşı dura bilən qüvvənin bir araya gətirilməsi ehtiyacı idi. Belə ki, aqressiv xarakteri və mütəşəkkil əsgəri gücü olan Naram-Suen luluların qüvvəsini sındırmışdı. Onun «zəfər» abidələri bunu açıq göstərir. Kərkük bölgəsində toparlanan müxtəlif boyların başçıları birləşib, qut boyundan olan Enridavaziri başbuğ seçdilər. Bu, uğurlu seçim idi. Başbuğ birləşmiş qüvvələrlə akadların üzərinə yeridi və bu döyüşdə 36 il hakimiyətdə olan «dünyanın dörd yanının hökmdarı» Naram-Suen öldürüldü. Enridavazir bu qələbəni akadların əlində olan sumer şəhəri Nippurda daşa həkk etdirib, zəfər yazısında özünün tituluna Naram-Suenin illərlə daşıdığı ünvanını əlavə etdi: «Qut çarı, dünyanın dörd yanının hökmdarı». Akad ordusu ilə «umman-manda» (qut) arasında m.ö. 2202 və ya 2201-də olan bu tarixi savaşda qutların qələbəsinin psixoloji təsiri daha böyük idi. (191)

Uruk şəhərini Aratta çağında sami mühasirəsindən qurtarmağa gələn arattalıların qut ölkəsindən gəlməsi sumer eposunda əks olunduğu kimi, qan yaddaşında da qalmışdı. Sumerlər Güney İkiçayarasına girən qut əsgərlərinə Akad despotundan onları xilas edəcək qüvvə kimi baxırdılar. Bir neçə il vuruşub, akadları tam yenəndən sonra qutlar bütöv Sumerə sahiblik etdilər.

Naram-Suenin oğlu Şarkalişarri (2201-2177) atasının yerini tutsa da, artıq «dünyanın dörd yanının çarı» titulundan məhrum olmuşdu. Bacardığı qədər qutlara dirəniş göstərən, hətta savaşların birində Sarlaq adlı qut bəyini əsir alan bu Akad çarı atasının ona verdiyi Şarkalişarri «çarlar çarı» adının mənasını doğrulda bilmədi. Bir müddət Babil ətrafında mövqeyini möhkəmlətsə də, sonra İkiçayarasının quzey-batı istiqamətinə çəkilib, burada subar boylarından qalmış Basar bölgəsini (indiki Gəbəl-Bişri) tutdu. (192) Əvvəlki hegemonluğunu itirmiş Akad artıq Qut elinə tabe olan kiçik bir dövlətə çevrilmişdi. Dudu adlı çardan ta 2137-də ölən son çar Şu-Turula qədər hamısı qut elbəylərinin Akadda canişini idi.





Elamı əlində saxlayan Naram-Suen öləndən sonra buradakı Avan bölgəsinin çarı I Kutik-İnşuşinak «dünyanın dörd yanının çarı» tituluna iddia edirdi. Lakin qutlar onu da yerində oturdub, Elamı Qut elindən asılı ölkəyə çevirdi. (193) Beləliklə, öncə Urmu gölü ilə Kərkük arasında yaranıb, Azərbaycanın güney-batı bölgələrini əhatə edən Qut eli bir müddət sonra Sumer, Akad, Elamı da bu dövlətin sınırları içinə aldı. Qut elinin batı və güney siyasi-coğrafi sınırları bu sadalanan dövlətləri əhatə etdiyindən bəlli təsəvvür yaranır, ancaq onun quzey və doğu sınırları haqqında yazılı bəlgə yoxdur. Lakin IV-III minilliklərə aid arxeoloji kultur uyğunluğu bu sınırların da quzeydə Van gölü ilə Araz çayı yaxalarına, doğuda Xəzər yaxalarına, güney-doğuda Tehran-İsfahan xəttinə uzandığını göstərir. Bu xətt üzərində yerləşən Kaşan bölgəsi (Sialktəpə abidələri) Elamı da içinə alan dairənin guney-doğu sınırını təşkil edirdi. Xəritədə verilən dairə Qut elinin, qırıq xətli dairə isə ona tabe olan dövlətlərin ərazisini bildirir. (194)

Qutların geniş ərazisi və sayca çox olmasını qaynaqlar daima yad edir. Bunun səbəbi qut adının başqa boyları da bildirməsi idi. (195) Bu ad altında qohum boyların olması o çağın arxeoloji kulturunda aydın görünür. Arxeoloji kultur baxımından, Qut eli Tunc dövründə İkiçayarası mədəniyəti ilə ayaqlaşa bilmədi. Baxmayaraq ki, Qut eli ərazilərində arxeoloji abidələrin, əkinçi-maldar kulturunun tarixi daha qədim və təsərrüfatın inkişafı daha öndə idi, ancaq III minilboyu Elam və İkiçayarası, özəlliklə, Sumer əkin üçün süni kanal şəbəkələrinə görə və şəhərləşmə sahəsində çox irəli getmiş, Qut dağlarını arxada qoymuşdu. (196)

III minillikdə İkiçayarası və Azərbaycanda fərqli sosial-siyasi durumun formalaşması, əslində, fərqli yollarla iqtisadi inkişafa yön verən coğrafi mühitin tələbinə uyğun təsərrüfat növünün önə çıxması idi. İkiçayarasında əkinçiliyin, Azərbaycanda isə heyvandarlığın önə çıxması birincidə şəhərləşməni, çoxtanrı, məbəd tikmə, yazı kulturunu və quldarlıq qurumunu, o birində isə yaylaq-qışlaq yaşamını, keramika, metalişləmə sənətini, kosmik kultlar, təktanrı və iyələr, damğa kulturunu, fərdin azadlığını inkişaf etdirdi. İkiçayarası mədəniyət tipinin təsir dairəsinə düşən türk boylarının Dəcləyaxası bölgələrində isə hər iki kultur dəyərlərin sinkretizmi vardı.

Qut elinin yarandığı ərazinin etnik durumu haqqında arxeoloji qaynaqlar müəyyən imformasiya verir. Belə ki, azər türkləri kimi aralıqdənizi antropoloji tipinin kaspi çaları ilə qonşu elam, sumer və akadlardan seçilən qut-lulu boyları dəfnetmə adətinə görə də qonşulardan fərqlənirdi. (197) Sumer, Elam və Akad basırıqlarında görünən uzanıq ölübasdırma adətindən fərqli olaraq, onların bükülü basdırma gələnəyi III minildə də davam etmişdir. (198)

Qutlar eneolit çağındakı «boyalı-naxışlı keramik qablar» kulturuna sahib idilər. (199) Qut elinin sınırları içinə daxil olan bölgələrdə eyni arxeoloji kultur kiçik lokal fərqlərlə yayılmışdı və bölgələr arasında sıx əlaqə vardı. Qut elinin yaranma dövrü Kür-Araz kulturunun son çağlarına düşür və Urmu yaxasında III minilin möhtəşəm Göytəpə abidəsi qutların mərkəz bölgəsini, Sialk abidələrinin yarandığı Qəzvin-Tehran-Kaşan üçbucağı isə güney-doğu sınırlarını təşkil edirdi. (200)





Lulu-Qut elləri qurulandan hələ minil öncə, IV minillikdə Urmu gölü hövzəsi metallurgiya və dulusçuluq sahələrinin inkişafı ilə seçilir. (201) Belə bir inkişaf sənət əsərlərində də qabarıq görünür. Belə ki, uzmanların qut bəylərinə aid etdiyi heyləllər (tunc büstlər) Güney-Azərbaycanın Həmədan bölgəsində və Urmu hövzəsində tapılmışdır. (202) Bu qədim türk sənət əsərləri sayılan bədizlər indi Nyu-Yorkda Bremmer qalereyasında saxlanır.





IV minilliyin ikinci yarısına aid Qavratəpə abidəsinin damğa - möhürləri çox aydın göstərir ki, Mosul bölgəsində hələ minil öncə lulu-qut boylarının ulu babaları şəxsi mülkiyət formasına keçmişdi. Hər bir heyvandar ailənin, soy və boyun damğası vardı. Sonrakı minillərdə türk elatları ilə geniş ərazilərə yayılıb, son vaxtlara qədər davam edən soy və boy damğa bəlgələri, özəlliklə, qayaüstü rəsmlərdə sərgilənən və Qavratəpə çağından bəlli olan bu «təkə» damğaları Ön Asiyadan tutmuş Baykalacan hər yerdə türklərin «pasportu» kimi görünür. (203) 





Lulu-Qut eli çağında təsərrüfatda elə bir sistem formalaşmışdı ki, bugün də onların yaşadığı ərazilərdə yarımköçəri türk boyları yaylaq-qışlaq yaşamı ilə heyvandarlıq təsərrüfatında həmin sistemi davam etdirir. Güney-Azərbaycanda qaşqay, bəxtiyar və sair türk boyları bu gələnəyi minillər boyu saxlaya bilmişdir. Lulu-qut çağından heyvandarlıqla qul əməyinin bir araya sığmaması türk toplumunda quldarlıq qurumunun yaranmasına zərurət doğurmamışdır.

İkiçayarası dövlətlərdə çar, məbəd və varlı ailələr üçün işləyən qulların hüququ ilə Qut elində hər bir yoxsul fərdin özəl mülkiyət hüququ arasında köklü fərqlər vardı. Hər iki bölgədə müxtəlif mifoloji, etnoqrafik, əxlaqi, kultur və müxtəlif milli-etnik dəyərlər üzrə gedən inkişaf müxtəlif sosial qurumların və siyasi-iqtisadi münasibətlərin formalaşması ilə nəticələnmişdi. (204)

Beləliklə, bəzi sahələrdə İkiçayarası mədəniyətindən geri qalan Qut eli müəyyən sahələrdə ondan irəlidə idi. Bu baxımdan, «qut» qanunları ilə Elam, Akad, Sumer ölkələrini yüzil idarə etmək asan deyildi. Qut elinin ilk və son çağlarında güclü qarşıdurma olaylarının səbəbi fərqli mədəniyət idi. Qut eli haqqında əsas qaynaq mixi yazı ilə bir neçə nüsxədə qalmış «Çarlar siyahısı» (King list) adlanan yazıdır. Qut dövləti dağılandan az sonra sumer dilində yazılan bu siyahıda İkiçayarasında hakimiyətdə olmuş «sülalələr» sıralanıb sadalanır. (205) Lakin bu sıradakı «Qut sülaləsi» o çağın mirzələrini çaşdırdığı kimi, sonrakı tədqiqatçılar üçün də problem yaratmışdır. Belə ki, digər sülalələrin müxtəlif illərlə davam edən irsi hakimiyətindən fərqlənən qut elbəylərinin seçimlə hakimiyətə gəlib, onlara ayrılan hakimiyət ili tamam olanda hakimiyətdən getməsi, ya yeni müddətə seçilməsi tarixşünaslıqda yanlış yozumlara yol açmışdır. Siyahıda Akad sülaləsi ilə II Laqaş sülaləsi arasında verilən «Qutların hakimiyəti» müxtəlif nüsxələrdə «kim çar idi, kim çar deyildi», «bir çarın adı siyahıdan düşüb», «qutların çarı yox idi, özü (İmta?) beş il çarlıq etdi» deyimlərilə başlanır, 21 elbəydən 20-sinin adı və neçə il hakimiyətdə olması göstərilir. Bu illərin cəmi isə «91 il 40 gün» edir. (206)





Qut elinin Sumer, Elam, Akad dövlətlərindən fərqini görmək üçün siyahıda elbəylərin hakimiyət ili sisteminə baxmaq lazım gəlir. Çünki bu sistemin verdiyi informasiyanı nəzərə almadan, qədim türk dövlətlərinin türk törələri ilə qurulmasını anlamaq çətin olur. Əsas qaynaq kimi burada «Qut çarlarının siyahısı» götürülmüş (2 və 3-cü sütun), onun əsasında 1, 4 və 5-ci sütun tərtib olunmuşdur.

Bu cədvəldə ilk diqqəti çəkən son sütundakı dörd müxtəlif seçim ilidir. Bugünkü terminologiya ilə desək, burada dövlət başçısı seçkisinin neçə ildən bir keçirilməsi əks olunmuşdur. Qut elinin bir əsrlik dövründə bu seçim müddəti üç dəfə dəyişmişdir: 6 illik elbəylik 2150-ci ildə yarıbarı (3 il) azaldılmış, 2137-ci ildə bu müddət 2 ilə salınmış, 2130-da seçkilərin vaxtı yenidən artırılıb, 7 il müəyyən edilmişdir. (207) Cədvəldə diqqəti çəkən ikinci məsələ 21 elbəydən dördünün verilən hakimiyət müddətini tez başa vurmasıdır ki, bunlardan yalnız sonuncu elbəy Tirikanın devrilməsi bəllidir, digər üç elbəyin hakimiyət dövrünün 1-2 il yarımçıq qalmasının səbəbi isə aydın deyil. İ.M. Dyakonov həmin elbəylərin savaşda və ya öz əcəli ilə öldüyünü mümkün sayır. (208) Bizcə, bunun ayrı yozumu da vardır, çünki savaşlar əsasən Qut elinin ilk və son çağında olmuşdur, orta çağlarda isə müharibələrin olması bəlli deyil, əksinə, bu dövrdə bütöv regionda stabillik vardı və bu duruma nəzarət də qutların əlində idi. Olsun ki, yüzil boyu 21 elbəy sırasında iki-üç yarıtmaz və ya törəni pozan elbəyi bu vəzifəyə, müasir terminologiya ilə desək, neçə seçmişdilərsə, eləcə də «impiçment» yolu ilə vəzifədən salmışlar.

İlkin qaynağın (kinq list) nüsxələrində və onlara əsasən qurulmuş cədvəldə mübahisə doğuran məsələlərdən biri Qut elinin ilk çağı ilə bağlıdır. (209) Bəzi nüsxədə «kim çar idi, kim çar deyildi» ifadəsi qutların yox, Akaddakı duruma və orada çarlığa iddia edən adları bəlli Akad bəylərinə aiddir. Qut elbəyi Elulumeşin vaxtında Dudu «Akad çarı» titulu ilə Qut elinin canişini olandan sonra Akadda vəziyət stabilləşir. Siyahıda «qut elinin çarı yox idi» deyimi isə təbiidir, çünki Lulu elindən sonra qut boyları Urmu hövzəsində dövlət qursa da, bunun İkiçayarasına dəxli yox idi, yalnız Sumeri özünə tabe edəndən sonra bu el «dövlət» kimi tanındı. Görünür, siyahıda birinci elbəy kimi verilən İmta adını başqa tədqiqatçılardan fərqli olaraq, nita («özü») kimi oxuyan A. Poebel haqlıdır, çünki akadları məğlub edəndən sonra yazısında özünü «Qut çarı, dünyanın dörd yanının çarı» adlandıran Enridavazirin statusu siyahıdakı «özü 3 (ya 5) il çar oldu» deyimin məntiqinə uyğun gəlir. Bu halda, qaynaqdakı qut sülaləsinə aid bənddə «bir çarın adı itib (düşüb)» deyimi də aydınlaşır, çünki orada məhz Enridavazirin adı yox, «özü» əvəzliyi yazılıb. Əgər verdiyimiz bu yozum doğrudursa, onda Qut elinin başlanğıc tarixini belə bərpa etmək doğru olar: Lulu-qut boyları m.ö. 2203-cü ildə toplanıb, qut bəylərindən Enridavaziri orduya başçı (başbuğ) seçir, 2201-dəki uğurlu qələbədən bir il sonra (2000) qurultay faktiki olaraq, üç il başbuğ olmuş bu bahadırı elbəy seçir. Beləliklə, bu olaydan bir əsr sonra siyahını yazan sumer mirzələri öncə çarları olmayan qutların ilk çarı Enridavaziri nəzərdə tutub, «özü 3 ya 5 il çar oldu» ifadəsini işlətmiş, onun adı yazılmadığı üçün siyahını köçürən mirzə elbəylərin bəlli 21 sayı düz alınsın deyə, «bir elbəyin adı itib» deyimini əlavə etmişdir. (210)

Siyahının verdiyi əsas informasiya isə budur ki, ətrafdakı oturuşmuş dövlətlərdən fərqli olaraq, Qut dövlətində hakimiyətə gəlmə irsi deyil, seçki yolu ilə gerçəkləşmişdir. Akadda despotik monarxiya və bu rejimdən o qədər də fərqlənməyən, qulların sayına görə isə Elamı, Akadı arxada qoyan teokratik Sumer dövləti olan bir regionda Qut elinin tolerant siyasəti ətraf xalqlar üçün cəlbedici idi. Sonralar belə bir durum subar boylarının İkiçayarasının quzeyində qurduğu kiçik Subar bəyliyində görünür. Ətraf bölgələrdən qaçıb, canını Asur-Urartu despotizmindən qurtaran əhalinin bu bəyliyə sığınması haqqında yuxarıda danışmışdıq.

Qut elinin yarada bildiyi stabilliyin səbəblərindən biri, elbəylərin seçim yolu ilə hakimiyətə gəlməsi idi. Saray çevrilişlərinə imkan verməyən seçki üsulu həm də daxili hakimiyət davasının qarşısını alır, hakimiyətə iddialı şahzadələrin gücə, hiyləyə əl atıb çar ola bilməsi bu sistemdə yoxdur. Ona görə də, 2200-ci ildə seçilmiş ilk elbəydən tutmuş son elbəyə qədər hamısının seçki ilə dövlətin başına keçdiyini görürük. Qonşu ölkələrin çarlarına aid siyahıda bu nizam-intizam yoxdur. Müqayisə üçün deyək ki, məşhur Hammurapinin soyu I Babil sülaləsində (1894-1595) üç əsr boyunca atadan oğula keçən irsi hakimiyətin cəmi 11 çarı olmuşdur, bir əsrlik Qut elində isə 21 çar seçilmişdir. (211)

Siyahıdan da göründüyü kimi, xalqın məhəbbətini qazanan bacarıqlı bəylər dalbadal və ya müəyən fasilə ilə elbəyi məqamına təkrar seçilə bilmişlər. Əgər İngeşuş adında iki elbəy olmamışsa, onda bu adı daşıyan elbəy 24 ildən sonra təkrar seçilmiş, 18 il hakimiyətdə olan Yarlaqab isə üç dəfə dalbadal (6+6+3=15) və üç illik fasilədən sonra təkrar elbəyi məqamına yüksəlmişdir. (212) Demokratik seçkinin gücü onda idi ki, seçim ilinin dəyişməsindən asılı olmayaraq, seçilən elbəyi ona ayrılan vaxtı başa vurmalı idi. Yalnız müstəsna hallarda istefa məsələsi gündəmə gətirilirdi. Gün kimi aydındır ki, Qut elində ciddi qayda-qanun olmuş, toyda alınan qərarlara şərtsiz əməl edilmişdir. Hökmdar yox, törə şah olmuşdur. Dünya dövlətçilik tarixində ilk demokratik seçkiləri gerçəkləşdirən türk boyu qədim Azərbaycanda protoazər boylarından olan qutlar idi.

Ulu soydaşlarımızın qurduğu Qut elinin tarixi həm də demokratiya tarixi kimi qiymətlidir. Seçki ilə formalaşan əsl xalq hakimiyəti demokratik dövlət qurumu olduğundan onun El adlanması, dövlət başçılarının elçi, elbəy, elçibəy, elxan titulu daşıması, dövləti (eli) olan xalqa və ölkəyə də El deyilməsi, eli quran, onun sınırlarını genişlədən elbəylərə Elalmış, Eltutmuş, Elolmuş ləqəblərinin verilməsi gələnəyi bəlkə də qut çağından qalmadır. Çünki Qut elini imperiyaya çevirən məhz qut elbəyi Elulumeş adlanır.

Xalq və dövlət anlamlarının qədim dilimizdə eyni sözlə verilməsi türk etnosunun demokratik ruhunu əks etdirir, qonşu despot dövlətlərdən fərqlənən Qut eli bunun ilk örnəyidir. Azərbaycan Demokratik Cümhuriyəti (1918-1920) Ön Asiya və digər müsəlman ölkələri içində ilk demokratik dövlət sayılır, lakin qaynaqlar və özəlliklə, yuxarıda verilən cədvəl isə Azərbaycanda hələ 4200 il əvvəl demokratik dövlət qurumu olduğunu ortaya çıxarır.

Qut eli daxilində olan stabillik ona tabe olan ölkə və dövlətlərə də öz təsirini göstərirdi. Akad zülmündən bezən sumerlər Qut əsgərlərinə xilaskar kimi baxır, ölkəni Akad təcavüzündən qurtaran qutlara tabe olub, Qut elinə vergi ödəməyi normal qəbul edirdilər. Lakin idarəçilik gələnəyi baxımından akad, elam və sumerlərdən fərqlənən, monumental məbədləri, yazı ənənəsi və məmurlar ordusu olmayan Qutlar üçün İkiçayarasını 100 il savaşsız idarə etmək asan başa gəlmirdi. Qut elinin paytaxtı indiki Kərkük (Arapha) şəhəri idi. (213) Çoxlu dövlət məmurları ilə seçilən Akad, Elam və Sumer ölkələrini idarə etmək üçün Qut eli nəzarəti altında saxladığı geniş ərazilərdə yerli başçıları və onların idarə aparatını saxlamağa məcbur idi. Yerli şəhər-dövlət ensiləri (başçıları) Qut elbəyinin canişini sayılsa da, atadan oğula keçən hakimiyət gələnəyi yerlərdə davam edirdi. Belə vəziyət hər iki tərəfi qane edirdi: Qutlar lazım olan vergini yerli başçıların vasitəsi ilə rahat toplaya bilir, sumerlər yaranmış əmin-amanlıq şəraitində öz şəhər-dövlət gələnəklərini rahatca davam etdirirdilər.

Qut çağına aid bir sumer yazısında deyilir ki, «(artıq) qulluqçu öz xanımına tay olmuşdu, qullar öz sahibi ilə yanaşı gedirdi; varlılar yetimə, güclülər dul qadına xətər toxundurmurdu». (214) Sumerlərin qut elbəyinə hər il bac-xərac göndərməsi, İkiçayarasındakı qərargahda oturan nümayəndəsinin xanımı və uşaqlarına qiymətli hədiyələr aparması haqqında qaynaqlarda məlumat vardır. (215) «Sumer dili qrameri» (1981) kitabında yer alan mətndə əvvəlki irtica rejimi əvəzinə insani münasibətlərə önəm verilən qut çağının öygüsü, əmin-amanlıq durumu ilə bağlı deyimlər diqqəti çəkir: (216)


(1) ki-mah uru-ka al-nu-gar (1) Şəhər məzarlığında qəbir qazılmadı,
(2) lú-úş ki-ni-túm (2) ölü (cəsəd) bastırılmadı,
(3) qala-e balaq-nu-túm ér nu-ta-é (3) qala rahibi musiqi alətini daşımadı,
ondan (yas) nəğməsi çıxmadı.
(4) ama-era-ke4 ér nu-bi-u/11 (4) ağıçı qadın ağı demədi.


Bu sözlərin müəllifi Laqaş şəhərinin ensisi Qudea (2133-2117) Qut canişini idi, ona verilən geniş səlahiyətdən istifadə edərək, yeni kanallar çəkdirib, məbədlər tikdirmiş, elm və ədəbiyatın inkişafı üçün böyük işlər görmüşdür. Qudea həmin yazıda qeyd edir ki, onu 216 min kişinin içindən tanrı Ningirsu seçmişdir. «Ölkənin gerçək çobanı» (ölkə başçısı) olandan sonra, kimsə qayışla, qamçıyla döyülmədi, ana oğlunu vurmadı; vali, çavuş, məmur və işçibaşının işləyənləri vura biləcəyi şey daranmış yun idi. Bu ifadələrdən göründüyü kimi, yaranmış stabilliyi Qudea öz adına çıxır və hətta Sumerdə onun Qut canişini olmasını qutlara yox, sumer gələnəyinə uyğun olaraq, Tanrı seçiminə bağlayır. (217) Bu durum bir daha göstərir ki, qutlar yerli başçıların seçiminə qarışmırdı və yerli hakimlərə kifayət qədər sərbəstlik verilmişdi. Ensi titulu daşıyan Qudeanın dövründə 5 Qut elbəyi dəyişmişdir, çünki əyalət hakimlərindən fərqli olaraq, mərkəzi hakimiyətin başçısı yalnız requlyar seçki ilə «çar» (elbəy) ola bilirdi. Doğrudur, Qudea çar titulu daşımırdı, lakin Akaddakı qut canişini formal olaraq, bu adı saxlamışdı.




Çağdaş tarixçilərin bilgi meyarına uyğun gəlməyən Qut dövlətinin el quruluşu qəbul olunmuş ölçülərə sığmır, ona görə də, məntiqsiz yozumlar irəli sürülür. Belə ki, başqa dövlət başçılarının uzunmüddətli hakimiyətindən fərqlənən qut elbəylərinin qısa hakimiyət illərinin səbəbini qutların öz aralarında hakimiyət savaşında və bu savaşlarda elbəylərin ölməsində axtaran Avropa alimlərinə etirazını «bu durumda olan bir xalq 91 il o çağlarda öz dövrünə görə ən inkişaf etmiş təsərrüfatı olan Sumer-Akad kimi dövlətlərin üzərində necə hökmranlıq edə bilərdi?» ritorik sualı ilə bildirən tanınmış qədim tarix uzmanı İ. M. Dyakonov bütöv regionda stabillik yaradan qut hakimiyətinin kövrək deyil, möhkəm olduğunu yazır, lakin özünün qoyduğu məntiqli suala cavabı gümanla verir və qut elbəylərinin seçim illərindəki düzəni ibtidai icma quruluşunda axtarır, onların bu qurumda yaşadığını ehtimal edir. (218) Ehtimal şəklində söylənmiş bu fikir sonralar başqa rus tarixçilərinin yazısında artıq az qala gerçəklik kimi verilir: qut çağındakı stabilliyin səbəbini siyahıdakı «qutların çarı yox idi» deyimlə bağlayırlar, guya çar yox imiş, amma «tayfa rəisləri» stabillik yaradıb, Ön Asiyanın qüdrətli dövlətlərini idarə edirmiş. (219) Burada Sovet ideologiyasına xidmət edən komunist tarixçi alimlərə öz liderləri F. Engelsin bir deyimini xatırlatmaq lazım gəlir. Bu baş komunist belə deyir: «Biz bilirik ki, icma qurumu ilə işğal olunanlar üzərində hökmranlıq bir araya sığmır». (220) Azərbaycan tarixçiləri də qut çarlarını icma şurasının seçdiyi tayfa birliyi başçıları adlandırıb, qutların guya yalnız dövlət qurmaq astanasına gəldiyini və İkiçayarasında idarə etmə işlərinə qoşulub alışmadıqları üçün böyük dövlətçilik təcrübəsi qazana bilmədiklərini yazırlar. (221)

Öncə bunu yada salaq ki, Carmo, Xasun, Xalaf, Quzey-Ubeyd kulturu yayılan bir ərazidə yaşayan toplumun yazıyaqədərki tarixi həmin ardıcıl arxeoloji kulturların bəlgələrində vardır. Qut ərazisində ibtidai icma qurumunun dağılması Qut eli çağından ən azı min il öncə başlamışdı. Qutların ibtidai icma qurumuna aid fikirlərin elmi əsasa dayanmadığını subut etmək üçün təkcə Urmu yaxasında olan Göytəpə abidəsinin verdiyi bəlgələr kifayətdir. O ki qaldı «qutların çarı yox idi» ifadəsinə, bunu da yuxarıda «özü çar oldu» deyiminin izahında verdik. Hər halda, Babil mirzəsinin ifadəsini səhv hesab edən çağdaş tarixçilər unudurlar ki, hadisələrin içində yaşayan savadlı katib çar ilə sərkərdəni, hökmdar ilə qəbilə başçısını indiki tarixçilərdən daha yaxşı fərqləndirə bilirdilər. Qədim qaynaqlar qut elbəylərini məhz «çar» adlandırır, hələ Qut dövləti yenicə yaranmağa başladığı çağda qutların zəfər yazısında «Qutum ölkəsinin çarı, dünyanın dörd səmtinin hökmdarı» titulu yazılmışdı. (222) Xilafət dövründə sultana xütbə oxunduğu kimi, Qut imperiyası qurulandan sonra neçə yerli Sumer hökmdarının Qut çarının şərəfinə həsr etdiyi yazılar durur. İbtidai icma quruluşunda yaşayan uruq belə nəhəng dövlət (imperiya) qura bilərdimi? Yaxud, bir əsr boyu dövlət başında olarkən üç ardıcıl nəsil dəyişən bir boy və ya budun (tayfa birliyi) necə olur ki, dövlətçilik təcrübəsi qazanmır?

Əlbəttə, Qutlara belə münasibət bir tərəfdən, arxeoloji bəlgələrin və qədim yazıların tekstoloji informasiyasını, digər tərəfdən, qədim türk dövlət gələnəklərini nəzərə almamaqdan irəli gəlir.  (223) Qut eli birdən-birə «göydən» düşməmişdi, əhalinin bir az öncə Lulu eli və hələ Subar eli, Aratta eli çağında toplanmış dövlətçilik gələnəyi vardı.

Qut dövlətinin dağılma səbəbləri bəlli olmasa da, sonluğu tipoloji baxımdan sonrakı türk ellərinin qurulub-dağılma olaylarına çox bənzəyir. Elbəy adlarının təhlili göstərir ki, artıq üçüncü nəsil akadlaşmış və akad adları daşıyır. (224) Görünür, qut elbəylərinin sonrakı nəsli idarə etdiyi İkiçayarasındakı şəhərləşmə mədəniyətinin təsiri altına düşmüş, sumer-akad gələnəklərinə meyl edən qut elitası get-gedə qut (türk) etnik dəyərlərindən uzaqlaşmışlar. Bu duruma düşən sonrakı türk imperiya və dövlətlərinin taleyini, çox güman ki, Qut eli də yaşamışdır. Qut dövlətinin qurulduğu illərdə Enridavazir və Qut imperiyasını quran Elulumeşdə olan təpər artıq son elbəylərdə sönməkdə idi. 

Qut törəsinə görə, 7 il hakimiyətdə olan elbəy Siumun vaxtı bitəndən sonra, həmin müddətə onun yerinə seçilən qut elbəyi Tirikan hakimiyətdə cəmi 40 gün qala bildi, çünki qutları Sumer ölkəsindən qovan üsyançılar onu arvad-uşağı ilə birlikdə sığındığı Dubrum şəhərində əsir aldı. Utuhenqalın başçılığı ilə gerçəkləşən bu olayın təsviri qaynaqlarda müxtəlif versiyalarla əks olunub. Bir yerdə yazılır ki, Tirikanın məğlubiyətinə Ay tutulması səbəb olmuşdur. (225) Əlbəttə, Ayın tutulması səbəb deyil, bəhanədir. İkinci versiyada isə qutların qovulma səbəbini belə verilir: «Zəhərli dağ ilanı, tanrıtanımaz qutlar Sumer əhalisi arasında düşmənçilik yaratdı, oğulu anadan ayırdı, Sumer hakimiyətini dağlara apardı». Kiçik poema, nəğmə formasında yazılmış, lakin orijinalı deyil, sonradan köçürülmüş nüsxəsi qalan (eynən hay qaynaqları kimi) bu qaynağın müəllifi Sumerdə anti-qut ovqatını qızışdıran dəstənin başçısı Utuhenqaldır. 

Qut elinin dağılma səbəbi açılmayan bu qərəzli yazıda da qondarma fikirlər olması haqqında bəlgələr vardır, ona saxta və qeyri-ciddi qaynaq kimi baxılır. (226) Çünki Sumer ölkəsi, sumer mədəniyəti əsl çiçəklənmə dövrünü bir əsr boyu bütöv regionda sülhü təmin edən Qut elinin tabeliyində yaşadı. Başqa bir variantda Ur şəhərini elamların dağıtması və bu olayda dolayısı ilə qutların günahkar olması söylənir. (227) Beləliklə, yüzilə yaxın davam edən Qut elinin dağılma səbəbi bizim üçün açıq qalsa da, bu dövlətin və qut boyunun əks-sədası uzun illər davam edib yaşadı.

Qut eli dağılandan sonra qut boylarının adı Mada çağına qədər 15 əsr Asur mənbələrində görünür: XIV əsrdə I Adadnerarinin yazısında «qutların geniş sınırları» ifadəsi işlənir; XIII əsrdə I Salmanasarın yazısında «uzaqlara taxıl kimi səpələnmiş qut orduları», «göydəki ulduzların sayı qədər çox olan qutlar» deyimləri vardır; VIII əsrdə II Sarqon Mada ölkəsinin bəzi bölgələrini «Qutum» adlandırır; VII əsrdə Assarxaddon «mannalar ölkəsinin adamlarını, ram olmayan qutları dağıtdım» deyir; asur yazıları son dəfə «qut çarları» (bəyləri) ifadəsini 636-cı ildə işlətmişdir. (228) Bu yazılarda qutlar Urmu hövzəsində, Dəclənin yuxarı axarlarında kumanlarla qonşuluqda, Kudmux ölkəsi yaxınlığında göstərilirdi. İ. M. Dyakonov II minilboyu bu qaynaqlarda keçən qut boyadının real etnik termin olduğunu yazır. (229)

Lakin bu real etnonim əvvəllər Qut eli çağında boybirlikləri olan budun (xalq) adı kimi işlənirdi və o çağın qaynaqları Qut ölkəsində 70 boy yaşadığını qeyd edirdi, Qut eli dağılandan sonrakı çağların qaynaqları artıq konkret qut boyu ilə bərabər, həmin boyları öz adı ilə, subar, turuk (türk), kuman, bars, börü, qarqar, zəngi, polad, qorus, xınıs, qızıl, azər və sair etnonimlərlə verir. 

Qut ölkəsinin (GU.Tİ.UM Kİ) qədim əhalisinin adı, qut etnonimi türk onomastikasında dərin iz qoymuşdur. Belə ki, çağdaş başqord boyları içində kudi, kuday deyimləri ilə işlənən qudi boyu vardır. (230) Çox vaxt qaynaqlarda utiqurlar ilə adı yanaşı çəkilən kutriqur boylarının və onların Avropada at oynatdığı çağlarda Avar dövlətinin Kuti-xan (553) adlı 17-ci hökmdarının adlarında görünən qut/kuti sözü türk toponimləri sırasında da geniş yer tutur. (231)

Van gölünün güney-batı yaxasında müasir Kotum toponimi Urartu çağında URUQutume (qutu-me) şəklində yad olunur, bura gəlib yerləşən haylar isə ona Kotom demişlər. (232) Osmanlı dönəmində Anadoluda Kutvan (kut-van), Kutuculu (kutu-cu-lu) şəklində qeyd olunan yeradlarında və daha əski çağlarda Anadolunun güney-doğu və güney bölgələrində, İkiçayarasının quzeyində yerləşən və asur-urartu qaynaqlarında Quta/Kuta, Kuda, Qutta, Qut//Kutu//Gutium, Kudmux/Kutmux, Kudmar//Kutmar şəklində adı keçən bölgə, şəhər və yaşayış məskənlərində qut boyunun adı görünür. (233) Babil bölgəsində də Kutu adlı şəhər və kanal olmuşdur. İkiçayarasından subar boylarının quzey və doğu yönlərə miqrasiyasından yuxarıda söhbət açmışdıq. Qut eli dağılandan sonra qut boylarından bir qisminin də Güney Qafqaza, Xəzər yaxalarına və Orta Asiyaya keçdiyini əks etdirən toponimlər vardır: Qudula (Oğuz), Kotuz (Vedi), Kale-Kuti (Qəzvin), Kuta (Səmərqənd). Qut etnoniminin əsasında duran «qut» sözünün iştirak etdiyi toponimlər də eyni istiqamətdə yayılmışdır: Qutqaşen (Qəbələ), Qodman (Masallı), Ata-Qut (Tuğ, Qarabağ).

Qut etnoniminin etimologiyası, məncə, Kut Tənri xatunı, Kutluğ, Kutan, Qutqan, Kutadmış, Kutrulmuş, Qutalmış, Kutlu//Qutlu kimi türk şəxs adlarında işlənib, «ruh, can, uğur, müqəddəs» anlamları ilə bugün davam edən qut sözü ilə bağlıdır. Bu fikri vaxtilə prof. Beno Landsberger irəli sürmüşdür. O yızır ki, bu Gutium, yaxud Kutium etnonimində akadca nisbət şəkilçisni (-ium) çıxsaq, yerdə kut adı qalır. Kut xalqını nəzərdə tutan alim əlavə edir: «Türklərlə ən yaxın münasibətdə olan, hətta bəlkə də, eyniyət göstərən boy budur». (234) Azər dilində «Bu ad bu yigidə qutlu olsun» (KDQ), «Ye, ürəyində qutun olsun», Manas eposunda «Kuyruğuna kut düşmüş, Kutlu kula at kiminki» ifadəsi, deyimləri qut sözünün qutsal anlamını yaşadır. Qut eli çağında Orta Anadoluda yaşayan hatların dilində eyni anlamda işlənən qut sözü qədim qaynaqda qalmışdır. (235) Bu söz türk etnonimikası üçün doğmadır. (236) İndiki Bolqarıstana gedib, Bulqar dövlətini quran Asparuk xan bulqarların qutriqur (qutir-qur) boyuna başçılıq edirdi. Qutların Güney-Azərbaycanda birbaşa davamçısı olan qaşqaylar içində qutlu boyu vardır. (237) Qut etnonimi haqqında elmi ədəbiyatda başqa fikirlər də irəli sürülmüşdür. (238)

Qut boyunun adı türk onomastikasında geniş yayıldığı kimi, qut elbəylərindən də bəzisinin adı türk antroponimika sistemində davam etmişdir. Üç illik elbəy seçilsə də, hansı qələtinə görəsə bu vəzifədə cəmi bir il qalan Kurum (2141-2140) elbəylik titulundan məhrum edildi. Bu adı m.s. IX əsrdə Bulqar dövlətinin başçısı Kurum xan, XIV əsrdə isə Altun Ordu dövlətində Kurum xan daşımışdır. Qut elbəyi Kurumdan fərqli olaraq, Batı-Bulqar dövlətinin (681-1018) başçıları sırasında oğlu məşhur Omurtaq kimi, özü də bir bahadır olan Kurum xan (803-814) Avarların ərazisinə yerləşməkdə və Sofiya (Sredets) şəhərini almaqda igidlik göstərmişdir. (239) Elbəy adları sırasındakı Enridavazirin dövlətin qurulmasında, Elulumeşin isə imperiyanın qurulmasında igidliyindən, elbəy vəzifəsinə təkrar seçilən İngeşuş və özəlliklə, Yarlaqabın müdrikliyindən söhbət açmaq olar. Bəzi elbəylərin adı anlam baxımından titul və ya ləqəb bildirir. (240) Elulumeş adındakı gələnək sonrakı türk dövlətlərində də davam etmişdir.

Elulumeş adı bu elbəyə sonradan verilib. Elbəyin öz adını bilməsək də, Qut elinin Akad üzərində tam qələbə çalıb, imperiyaya çevrilməsi onun vaxtında gerçəkləşmişdir. Dövlət quran, onun sınırlarını genişlədən xaqanlara, dövlət başçılarına İlteriş, Elkutadmış, Elolmuş ləqəblərinin verilməsi türk dövlətçtlik gələnəyində təkrar olunan haldır. Dədə Qorqud bahadırlarından biri Yağrıncı oğlu İlalmış adını daşıyır. (241) Mixi yazıda «o» səsini bildirən işarə olmadığından Elolmuş adı yanlış olaraq, Elulumeş şəklində oxunmuşdur. Yarlaqab, Yarlaqaş və Yarlaqanda adları yarlaq və ab/aş/anda hissələrindən ibarətdir. Birinci yarlaq sözü də iki hissəyə ayrılır və türk şəxs adlarında geniş işlənən bu söz (yar) və şəkilçi (-laq) adın Yarlaq hissəsini yozmağa imkan verir. Belə ki, Yarkın, Yaruk Tikin, İnançu Apa Yarğan tarkan kimi qədim türk adarında işlənən yar sözü və Yağlakar (yağ-laq ər) adındakı -laq şəkilçisi yozumu asanlaşdırır. Nəzərə alaq ki, Yağlakar adını Yağlakar Bilgə kağandan sonra bir neçə uyqur kağanı daşımışdır. (242) Dilimizdə yar sözünün 5-6 mənası var, bunlardan yalnız «işıq» anlamı sadalanan adlarda özünü doğruldur və həmin sözə -laq şəkilçisi qoşulub, «parlaq», «işıqlı» anlamında yarlaq sözünü yaradır. Bu şəkilçi elbəy Sarlaqab adında da vardır, lakin akadlara əsir düşən başqa bir qut bəyinin Sarlaq adı bəzi qaynaqlarda Asarlaq şəklində yazılması və Asər kultu (iyəsi) ilə bağlı olması elbəyin adında da Asarlaqab variantının ola bilməsi ehtimalını ortaya qoyur. Hər iki halda -laq şəkilçisinin qramatik yükü eynidir: birinci halda Sarlaq «sarışın, kürən» anlamını, ikinci halda Asarlaq «Azər kultunu qudsal sayan» və ya «Azər soyundan olan» anlamını yaradır.

Elbəy adlarının (Yarlaq-aş, Yarlaq-an) sonluğundakı -aş, -an şəkilçisi Qaraş, Balaş, Qazan, Türkan kimi türk adlarında geniş işlənir. (243) Yarlaqab və Sarlaqab adlarının sonluğunda «ab» elementini alp/alb sözünün qalığı saymaq olardı (Yarlaq alp, Sarlaq alp), lakin o çağda sumer-akad və türk (qut) dilində ortaq olan «baba», «ata» anlamındakı aba sözünü bu sonluqda bərpa etmək daha uyğundur, çünki Sarlaqab adının yazılışında Sarlaq-aba (zár-la-qa-ba) variantı da vardır. (244) İnim-aba-keş adında ilk söz Göytürk yazısında «inim Kültigin» deyimindəki inim («kiçik qardaşım»), və sumer dilindəki inim («söz») ilə uyğunluq təşkil edir. Əgər İnimabakeş adı qut sözüdürsə, «Qardaşım Abakeş», əgər sumer sözüdirsə «Abakeş(in) sözü» anlamını verir. (245) İngeşuş elbəy adında sonluq -süz şəkilçisi kimi diqqəti çəkir, adın ilk hissəsi döngə modelində olub, «yenmə», «düşmə» məzmunlu engə/inge sözüdür və bütövlükdə İngesüs adı «yenilməz», «məğlub olmaz» anlamı daşıyır. (246) Bu söz Əmir Teymurla vurşan İngatürü xanın adında da var. Görünür, iki dəfə elbəy seçilən İngesüs aldığı bu ləqəbə tam layiq imiş.

İbranum elbəyin adında sonluq (-um) akad şəkilçisidir, ibran sözü isə Dədə Qorqud boylarında adı keçən Əmran, əl-Məqdisiyə görə, ərəb xilafətinə qarşı vuruşmuş xürrəmi başçılarından olan İmran adında əks olunmuşdur. İmran adını ərəb, ümumiyətlə, sami sözü kimi verirlər, lakin qut çağında onlara ən yaxın sami tayfaları akadlar idi və bu ad akadca deyil, sadəcə akad şəkilçisi ilə yazılıb və ola bilər ki, qut çağından çox sonra sami dillərinə keçib. Oğuz boyu imre, türkmən boyu imreli və qədim türk sözləri imre «sev», imren «sevin», «imrəm» (toplum, xalq) sözləri Yunis İmrə adında olduğu kimi, Əmran, İmran, İbran adlarının türkmənşəli olduğunu göstərir. (247) Qut elinin son elbəyi Tirikan adı Küni Tirik adında olduğu kimi, tirik//türük//turuq («türk») etnonimindən yaranmış və sonralar türk onomastikasında Türkan şəklində geniş yayılmışdır. Tirikan sözü ilə bağlı üç yaşayış məskəni olması faktını izah etmək istəyən İ. M. Dyakonov güman edir ki, bunun səbəbi Tirikanın sonralar «İskəndər» kimi əfsanələşməsi ola bilər. Əlbəttə, bu yanlış yozumdur, çünki cəmi 40 gün hakimiyətdə qala bilən, əsir alınıb, sonra Sumerdən biabırcasına qovulan bu son qut elbəyi əfsanələşə bilməzdi. Toponimlər onun adını yox, turuk boyunun adını əks etdirir. İ. M. Dyakonov qaynaqların Bad-Tirikan qalasını «qutlar ölkəsinin qənşəri»ndə verdiyini, Ştrekin bu qalanı sonrakı Karxar (Qarqar) qalası ilə eyniləşdirdiyini, özünün isə bunu Kanxar (Kəngər) kimi oxuyub, qalanın Urmu hövzəsindəki Qarqar bölgəsində deyil, Dəcləyə yaxın olduğunu yazır. (248) Tirikan adının etnonim bildirməsi dilimizdə işlənən «uruq-turuq» sözü ilə də aydın olur.

Beləliklə, qut etnoniminin özü kimi, qut elbəy adlarının da çoxu türkcədir: İngesüz (İngeşuş); Sarlaqaba (Sarlaqab), başqa variant - Azar-laqaba (Asarlaqab); Azarlaq (Asarlaq) adı elbəy yox, qut bəyinin adıdır; Yarlaqaş (Yarlaqaş); Elolmuş (Elulumeş); İnim Abakeş (İnimabakeş); Yarlaqaba (Yarlaqab); Yarlaqata (Yarlaqanda); başqa variant - Yarlaqan (Yarlaqand); İbad (İbate); Kurum (Kurum); Luəraba (Laerabum); İrər (İrarum); İbran (İbranum); başqa variant - İmran; Türükan (Tirikan). Göründüyü kimi, bərpa olunmuş variantlar mixi yazılış formasından o qədər də fərqlənmir, belə ki, adların bugünkü yazılışını belə vermək olar: İngesüz, Sarlaqab (Asarlaqab), Yarlaqaş, Elolmuş, İnim Abakeş, Yarlaqab, Yarlaq Ata, İbat, Kurum, İrar, Luərab, İbran, Türkan.

Beləliklə, m.ö. 2200-ci ildə Urmu gölü ilə Kərkük arasında qurulan Qut eli az sonra Elolmuş elbəyin vaxtında imperiyaya çevrildi və Ön Asiyada qurulan bu türk dövləti bir əsrə yaxın yaşadı. Qut elinin qonşu dövlətlərdən fərqi onda idi ki, burada despotik rejim deyil, requlyar seçki ilə dövlət başına keçən elbəylər tərəfindən demokratik türk törələri ilə idarə olunurdu. Qut elinə tabe olan Elam, Akad və Sumer kimi ölkələrdə yerli hakim sülalələrin, bürokrat idarəçilik üsulunun saxlanması, yerli «çarlara» sərbəstlik verilməsi, daha doğrusu, əyalətlərdə yerli özünüidarə üsulunun tətbiqi, uzun illər boyu regionda stabilliyn təmin edilməsi, Sumer mədəniyətində «renesans» çağının məhz bu dövrə düşməsi aydın göstərir ki, qut elbəylərinin üsul-idarəsi demokratik dəyərlər üzərində qurulmuşdu. Belə ki, Urmu teoriyası ilə gerçək dəyərini tapan Qut Eli ümumtürk dövlətçilik tarixinin ilk qaranquşu olmaqla türk tarixinin başucalığı sayıla bilər, həm də dünya tarixində analoqu olmayan bu dövlətin daxili qurumu, idarəçilik sistemi daha dərindən öyrənilərsə, tarix elminə yeni bilgilər vermiş olar.

Qut imperiyası dağılandan sonra, Qut elini quran boyların birliyi (budun qurumu) pozuldu, İkiçayarasının quzeyi, Dəclənin sol yaxaları və Urmu hövzəsində Qut elinin yerində çoxlu bəyliklər və dərəbəyliklər ortaya çıxdı. Azərbaycanda Mana eli yaranana qədər bu bölgələr vaxtaşırı yadlelli orduların hücumlarına məruz qaldı. Zəif bölgələr bu və ya digər dövlətdən asılı vəziyətə düşdü, dirəniş göstərən bölgələrin isə adı hücum edən çarların yazılarına düşdü. Həmin yazılara əsasən, növbəti mövzumuz Urmu yaxasındakı Turuk (Türk) bəyliyi və Mosuldan yuxarıda olan Kuman bəyliyi haqqındadır. Vaxtilə Qut elinin tərkibində olan bu bölgələr və hər iki bəyliyin turuk, kuman adlı boyları qutların başçılıq etdiyi konfederasiyaya daxil olduğundan ümumi ada çevrilən qut adı altında «görünməz» qalmışdılar.



dipnotlar:
186) ИДВ, 1983, 258.
187) Cameron, 1936, 41; Дьяконов, 1956, 102 (5-ci qeyd); АЗА, 111-112.
188) A. Leo Oppenheym yazır ki, qut dili haqqında bildiyimiz yalnız bir neçə söz və yüzil boyu Akad üzərində hökmranlıq edən qut elbəylərinin adıdır (Oppenxeym 1990, 301); Lakin E. A. Speyser və V.V. Hallo kimi yazarlar yanlış olaraq, qutların kürd olduğunu güman etmişlər (Speiser, 1930, 96-119; Hallo, 708-720); Doğrudur, etnoqrafik «köçəri» anlamında kürd termini türk, macar və sonradan fars dili təsirinə uğrayan bəzi boylara verilmişdir, lakin qut adının etnik anlamda bugünki farskökənli kürdlərə şamil edilməsi isə mümkün deyil, çünki iran (ari) boyları qədim fars dilini qut ərazisinə qut tarixindən 1500 il sonra gətirmişlər və elmdə çoxdan bəlli olan bu gerçəkliyə qarşı heç bir alim çıxış etməmişdir.
189) Дьяконов, 1956, 104.
190) Nə yazıq ki, ucsuz-bucaqsız məkanda arası kəsilmədən TARIX yaratmış türk etnosunun öz içindən bir neçə tarixçi yetişmədi, yalnız saz-qopuz çalıb, bu tarixi gerçəkləşdirən igidlərə dastanlar qoşdular, türkülər oxudular. Bir əlində qılıc, bir əlində qələm tutan elbəylər də qurduğu elin tarixini yox, məhəbbət şeirləri yazdılar. Uca türk milləti dövlətlər qurub, tarix yaratdı, bu tarixi onun əlindən yabançı ordular deyil, əli qələm tutan ağıllı rahiblər aldı. Babalarımızın qurduğu dövlətlərin çoxundan xəbərsiz qalmışıq. Deyəndə ki, filan əsrdə filan dövlətimiz oldub, nəinki savadlı aydınlar, hətta bəzi «tarixçilərimiz» də gözünü döyüb, adama şübhəli baxır.
Nə yaxşı ki, yabançı alimlər, «qeyri-türk» adı altında olsa da, bu dövlətlərin tarixini arayıb-araşdırır. Belə dövlətlərdən biri də Qut elidir. Bu dövlət haqqında «Azərbaycan tanrixi» kitablarında, hətta orta və ali məktəb dərsliklərində ötəri də olsa, məlumat verilir, çünki Qut Eli Azərbaycanda yaranmışdır. Qədim Dünya tarixində analoqu olmayan Qut elinin qurulma tarixinin yubiley ili idi: «Qut elinin 4200 illiyi» XX əsrin son 2000-ci ilinə düşür. Bu yubileyi qeyd etmək haqqında dəfələrlə mətbuatda məsələ qaldırdım, lakin nə yüxarıdakılardan, nə də siyasi partiya və ictimai təşkilatlardan bir səs çıxmadı. Mənim də gücüm yalnız buna çatdı ki, bu il çap olunan «Azər xalqı» kitabıma bu dövlət haqqında ayrıca yazı əlavə edib, kitabı «Qut Elinin 4200 illiyinə» ərməğan etdim.
191) Дьяконов, 1956, 110.
192) ИДВ, 1983, 253.
193) ИДВ, 1983, 253
194) Qutların Luristana yaxın ərazidə olması; Anubani anıt yazısı olan Padir dağını güney lulu sınırı sayıb, qutların onlardan doğuda yerləşməsi; Tirikan-qalasının (Bad-Tirikan) aynaqda «qut ölkəsinin önü (qənşəri)» deyiminə görə, Dəcləyə yaxın olması söylənmişdir (Дьяконов ,1956, 104, 117; АЗА, 112; Оппенхейм, 1990, 301; Balkan, 1992, 37).
195) Əgər Qut eli çağında bir çox boyların adı qut etnonimi altında «örtülü» qalırdısa, bu el dağılandan sonra o biri boyadları görünməyə başlayır. XIV əsr asur yazılarında qut, lulu, subar, kutmux, turuk adları yanaşı çəkilir, XIII əsrdə kuman (ukuman) adı bu sıraya əlavə olunur (Дьяконов, 1956, 135).
196) ИИ, 1977, 20.
197) Mada tarixini yazan İ. M. Dyakonov Sialk, Göytəpə və sair abidələrə əsasən, yerli əhalinin avropoid irqin aralıqdənizi tipinə aid olduğunu və hələ yüzil öncə fransız antropoloqu E. T. Haminin lulu və qutları azər türkləri, özəlliklə, qarabağlı (Şuşalı) azərlərlə eyni tip saymasını qeyd edir (Дьяконов, 1956, 97, 116).
198) Bükülü basdırma gələnəyi bu çağda əksər bölgələrdə (Qiyantəpə IV, Sialk III və s.) davam etmişdir (АЗА, 98, 110).
199) ИДВ, 1983, 255.
200) Quzey Ubeyd kulturunun lokal variantları Urmu hövzəsi üçün xarakterikdir. Mosul bölgəsində Qavratəpə abidəsi ilə Püşdəlitəpə abidəsi arasında genetik əlaqə keramik qabların geometrik naxışlarındakı paralellikdə aydın görünür (Массон, 1989,125); Hələ V minilin sonunda boyalı keramikası ilə seçilən Sulduz düzündəki Dəlmətəpə abidəsi İkiçayarası quzeyindəki Yarımtəpə ilə eyni xarakter daşıyır (Энеолит СССР, 121-122).
201) АЗА, 90.
202) Дьяконов, 1956, 115-117.
203) Belə rəsmlərin tipologiyası «I Bitik»də geniş verilmişdir. Qutların mifoloji, astraloji görüşləri İkiçayarasındakı əhalinin inanclarından fərqlənirdi. Keramika üzərindəki geometrik naxışlar, təkə, bars və ilan şəkilləri, həyat ağacı, su və bərəkət simvolları, özəlliklə, qut ərazilərində geniş yayılmış «taleh» anlamlı göy-tanrı və ulduz simvolu dönərgə (svastika) damğası diqqəti çəkir. Dönərgə simvolu bugün də «ulduzu söndü» deyimilə azər türklərinin mifoloji yaddaşında qalmışdır.
204) Qutların hakimiyəti çağında sumercə qúruş erén-a du deyimi gənclərin tikinti, kanal, tarla işlərinə cəlb olunması kimi başa düşülür və «gənclərin işçi dəstəyə qoşulması» kimi verilir (ИДВ, 1983, 253-254); Lakin qut çağında bu deyim daha çox «ərənlərə qoşulan gənclər» anlamına uyğun gəlir, çünki burada sumercənin ere(d) «qul» yox, eren sözü işlənib, Qut çağında sumer gənclərinin qut ərənlərinə qoşulması vurğulanır.
205) İDV, 1983, 488; Kiçik fərqlərlə Qut bəylərinin adı və hakimiyət ili sıra ilə siyahıda belə verilir (Дьяконов, 1956, 107; Алиев, 1960, 155; Zöhtabi,٢٣٠): İmta (3 ya 5), İngeşuş (6), Sarlaqab (6), Yarlaqaş (6), Elulumeş (6), İnimabakeş (5), İngeşuş (6), Yarlaqab (15), İbate (3), Yarlaqab (3), Kurum (1), Habilkin (3), Laerabum (2), İrarum (2), İbranum (1), Hablum (2), Puzur-Suen (7), Yarlaqanda (7), Sium (7), Tirikan (40 gün). Elbəylərin burada göstərilən hakimiyət illərini toplayanda 91 il 40 gün rəqəmi alınır. Lakin bəzi yazarlar qut dövrünə aid müxtəlif illər verir: Nippur nüsxəsinə görə, «124 il 40 gün» (Алиев, 1960, 177, 2-ci qeyd); «8-100 il arası» (AT, 1994,70); Bəzi yazarlar isə Qut tarixini üç-dörd əsr qədimə çəkir. Belə ki, Luis Halpenin redaktorluğu ilə çap olunan «Peule et civilisations» (I t. Les promi. civilis, s.93) adlı əsərdə başlanğıc tarix 2622-dən sayılır. E Meyer isə qut tarixini 2550-2374 arası verir ki, Ş.Günaltay da bu tarixi qəbul edib, qutların hakimiyət tarixini 132 ilə qaldırır (Günaltay, 1987, 342); Lakin İkiçayarasındakı başqa sülalələrin tarixi ilə müqayisədə dəqiqləşən xronologiyaya görə, 2109-cu il Qut hakimiyətinin son ilidir (Дьяконов, 1956, 114).
206) Hər elbəyin neçə il hakimiyətdə olması «siyahıda» verilmişdir, lakin hansı illərdə olmasını, yuxarıda deyildiyi kimi, tarixçilər ayrı-ayrı illərlə göstərmişlər. Elbəylərin hakimiyət illərinin sistemi (1-ci sütun) ilk dəfə «Azər xalqı» (2000) kitabında verilib.
207) Дьяконов, 1956, 108; Sual olunur, böyük bir imperiyanı idarə edən hakimiyətdə baş verən bu önəmli dəyişikliyin səbəbi nə idi və icra mexanizmi necə idi? Təəssüf ki, sualın birinci hissəsinə dəqiq cavab tapmaq mümkün deyil, lakin bir əsr boyu seçki müddətinin üç dəfə dəyişmə səbəbini yalnız gümanla «idarəçilikdə ortaya çıxan hansısa problemin yüngülləşdirilməsi» kimi yozmaq olar, ancaq ikinci sualın məntiqi cavabı budur ki, belə mühüm məsələlər «qurultay» statuslu toyda həll olunurdu.
208) Eyni qaynaq.
209) Jakobsen, 1939; ИДВ, 1983, 486-491; Крамер, 2002, 367.
210) Belə ki, birinci və ikinci sətirdə sual doğuran məsələnin kökü ilk qaynaqla bağlıdır. III Ur sülaləsinin hakimiyətini əbədiləşdirmək məqsədi ilə Daşqından (Nuh tufanı) çar Ur-Nammu (2111-2094) çağına qədərki dövrü əhatə edən bu siyahı Qut eli dağılandan az sonra yazılıb, sonralar üzü köçürülərək ona yeni əlavələr edilmişdir. Ortaya çıxan bəzi nüsxələr «kim çar idi, kim çar deyildi» deyimini bir yerdə akad, başqa bir yerdə qut sülaləsinə aid edir. Əslində, birinci variant daha düzgündür, çünki burada söhbət Akad çarı Şarkalişarri öləndən sonra hakimiyət üzərində bir-birilə 3 il mübarizə aparan İkiki, İmi, Nanum adlı akad bəylərindən gedir və onlarla savaşan qut elbəyi Elulumeşin adından sonra Qut elinin Akadda canişini Dudu və oğlu Şu-Turulun adları sıra ilə verilir (ИДВ, 1983, 486; Алиев, 1960, 154).
211) ИДВ, 1983, 489.
212) Seçki ili silsiləsinə görə, dörd ya beş dəfə də (6+3+3+3=15; 3 x 5=15) seçilə bilərdi.
213) Günaltay, 1987, 316.
214) ИДВ, 1983, 262.
215) Шилейко, 1916, XXI-XXX.
216) SDG, I, 1981, 29.
217) Qudeadan öncə Laqaş ensisi Ur-Baba onun qaynatası idi. Görünür, oğlu olmadığı üçün hakimiyət kürəkənə keçmişdir, təbii ki, bu olayda fal açımının yozumu uğurlu xəbər, «tanrının razılığı» olmuşdur. «Tanrı seçimi» qədim türk dövlətçilik gələnəyində də vardı: elbəy, xaqan olan adama tanrının «qut» verməsi, onların qutlu sayılması inamı Göytürk elində və İslamaqədər davam etmişdir.
218) Дьяконов, 1956, 107-109.
219) ИДВ, 1983, 256; İ. M. Dyakonovdan sonra «Mada tarixi» kitabını yazan İ. Əliyev onun bu yanlış fikrini, haqlı olaraq, tənqid edb, qutların icma quruluşu məsələsini «şişirtmə» adlandırır, Qut çağında Göytəpə kimi abidələrin belə fikirləri rədd etdiyini vurğulayır. Lakin o da qutlarda icma qurumunun dağılmasını İkiçayarasının təsiri sayır və bu prosesin hakimiyətə gəlmə illərinə yaxın başlandığını yazır (Алиев, 1960, 155-156, 6-cı qeyd).
220) Энгельс, 175.
221) AT, 1996, 36-37.
222) da-núm šàr gu-ti-im ù ki-ib-ra-tim ar-ba-im «qüdrətli kişi, Qutum və dünyanın dörd bucağının çarı» (Balkan, 1992, 27).
223) Qudea çağındakı siyasi stabilliyi, mədəni inkişafı, qutlara vergi kimi verilən qızılı, qiymətli silahları, süslü mebelləri nəzərdə tutan tarixçilər ortaya bu sualı qoyur: «Bütövlükdə bu durum, Qudea və onun vərəsələri hakim olduğu bir dövrdə qutların Akad və Sumer üzərində hakimiyəti necə ola bilər?». Qoyulmuş suala özləri bu cavabı verir: «Bütün bunlar (bəlgələr) göstərir ki, Qudea qutlara vergi verirdi; qutlar da ona bütöv Sumerdə və bütün mühüm ticarət yollarında sərbəst fəaliət imkanı vermişdi.Belə düşünmək olar ki, Qudea sadəcə qutların Sumerdə canişini idi» (ИДВ, 1983, 263).
224) Дьяконов, 1956, 108.
225) SSRİ EA Nəzəri astrologiya institutu Selevki çağına aid qaynaqda verilən Ayın m.ö. 2109-ci ildə tutulmasını təsdiq etmişdir (ИДВ, 1983, 266).
226) ИДВ, 1983, 265; АТ, 1994, 72.
227) Заблоцка, 1989, 185.
228) АВИИУ, №1, №2, №4, №28; ХПИДВ, 1963, 235; Дьяконов, 1956; ТУ, 124; ИДВ, 1988, 101; Bir asur yazısında (VIII əsr) asurlara qarşı vuruşan Urartu çarı Arqiştiyə qutların yardımı vurğulanır (Меликишвили, 1954, 233).
229) Дьяконов, 1956, 135.
230) Кузеев, 1974, 50.
231) Türk dillərində qam//kam, qut/kut, qız//kız, qadın//kadın şəklində yazılan sözlərdə ilk samitin azər əlifbasındakı «q» hərfi ilə verilməsi düzgündür.
232) ТУ, 125.
233) OAC, 557; ТУ, 114, 123-125.
234) Azər xalqı, 2000, 245-246; Landsberger, 1937, 8; Balkan, 1992, 25.
235) ДА, 1985, 44.
236) Elazığın Baskil, Maden ilçelərində Kut-uşağı oymağı, Osmanlı dönəmi arxivlərində adı qalmış Kutlu, Kutlubəy(li), Kutluca(lı), Kutludoğmuş, Kutluxan, Kutlulu Kutluluca, Kutluoba, Kutluş, Kutluyurd (OAC, 556-557) etnonim və toponimləri aydın göstərir ki, qut sözü boyadı kimi geniş işlənmişdir. Ola bilsin ki, məmlük sultanı Kutuz, rus marşalı Kutuzov, Qafqazda görünən Kutiyev ad və soyadları da həmin sözlə bağlıdır.
238) Qədim qaynaqda qutlara «namruti» (ağbəniz) deyilməsini və yaxınlıqda kuman boyunun yaşamasını diqqətə alan Y.Yusifov bu etnonimlərin (qut, kuman) «sarışın», «ağ» anlamlı ku sözündən yarandığını (ku-ti, ku-man) güman etmişdir (AT, 1994,82).
Qut etnonimini Qafqazda bəlli olan uti, daha doğrusu, indiki qafqazdilli udi xalqı ilə bağlamaq üçün bəzi alimlər (Z.Yampolski, İ.M.Dyakonov, İ.Əliyev) kuti/uti paralelliyi ortaya atmışlar. Doğrudur, türk dillərində k~ ø paralelliyi vardır və xəzər /azər paralelliyi kimi, kuti / uti paralelləri mümkündür. Lakin bunun udi etnoniminə dəxli yoxdur və tarixi faktlara zidd olduğu üçün yanlışdır. Çünki qut və uti ayrı-ayrı etnonim kimi hələ qədim mixi yazılı mətndə yanaşı verilib (АВИИУ, ¹38). Çox vaxt adı yanaşı çəkilən və bəzən Bizansın təhriki ilə bir-birilə savaşan kutriqur (kutir-qur) və utiqur (uti-qur) türk boyları kimi (ИНСК, 96-97), eyni soydan olan qut və uti adlı qədim boyların sonradan dönüb qafqazdilli udin (udi) olmasını təsdiq edə bilən bəlgələr yoxdur. O ki, qaldı kuti və uti boylarının Urmu hövzəsindən Güney-Qafqaza keçməsi məsələsinə, bu doğrudur və nəinki Azərbaycan və Dağıstan, hətta Orta Avropaya qədər getmişlər. Bu türk boylarının bir qismi də Urmu hövzəsindən sonralar Altaya qədər miqrasiya edib: Altay türklərində Kotı adı və Doğu-Türküstan ilə Güney-Sibir arasında uti/udi boyları bunu aydın göstərir. Çin alimləri qeyd edir ki, çin dilində işlənən türkizmlərdən biri də hun məmur titulu olan kūti terminidir (HWC, 1984, 122; Bu arayışı türkcəyə Dr.A.İnayet çevirdi). Hunların içində lulu sülaləsi kimi, kuti termini də göstərir ki, bu boylar doğuya da köç etmişlər. Çin qaynaqları lolo (lulu?) boylarından da bəhs edir (ВДИ, №2, 1952, 173).
Qut sözünü Keşqutan, Kutanaul tipli toponilərin tərkibində işlənən «ağıl, binə» anlamlı kutan (qutan) ilə; Kotanlı, Xotan tipli toponimlərlə; doğu-german qot boyadı ilə; türk-german teonim paralellləri Qud/Qut, Kuday/Xudu və Qud/Qod/Qot ilə; qohumluq termini quda və yağış çağırmaq üçün oxunan Qodu-Qodu nəğməsi ilə də müqayisə edib, müəyən yozum vermək olar.
239) İA, IV. 713; Şəhərin alınmasını əks etdirən şəkil qədim bir əlyazmada əks olunmuşdur (Чебоксаров-Чебоксарова,1985, 66).
240) Elbəylərin sonrakı nəslinin siyahıdakı adlardan Habilkin, Hablum, Puzur-Suen akad, yaxud akadlaşmış antroponimlərdir, Laerabum, İrarum, Sium isə akad şəkilçisi ilə işlənsələr də, sami sözləri deyildir. Bugün azərlər içində İbat (İbad) kimi işlənən İbate adında «cəsur» (ibətey//ebetey) mənası olması mümkündür. İbate kimi İrarum sözünün də qədim mənşəyi tam aydın deyil. İlk qut çarının adı Enridavazir, Enridupizir, Erridupizir variantları ilə yazıldığından etimoloji yozum vermək çətindir. Adın tərkib hissələri bulqar Enrabota ( ́Ενραβωτάς) şəxs adında, xəzər xaqanı İbuzir Qlyavan adında, qədim türk Bozər, Basar, Pozar adlarında görünür, adın daşıya biləcəyi məna və deyim fonotaktikası «Koroğlu»dakı Halay-pozan adına oxşayır, çünki qədim eñrədi-pozur deyimi «bağırdı(sa)-pozur» anlamındadır. Lakin bu bir ehtimaldır.
241) M. Zöhtabi siyahıda adları ardıcıl gələn Yarlaqaş, Elulumeş ilə KDQ-dakı «Yağrıncı oğlu İlalmış» arasında oxşarlıq axtarmışdır (Zöhtabi,٢٤٠). Lakin qut elbəylərin sıralanmasında ata-oğul ardıcıllığı yoxdur. Müqayisə olunan adlar arasında bir qanunauyğunluq var ki, o da dördünün də türk adı olmasıdır. Elulumeş adı «məmləkətini böyütmüş» anlamı ilə yozulmuş (Bayram, 1988, 80), Yağrıncı oğlu İlalmış adında il-al-mış tərkibinin isə «igidlik» anlamında işlənməsi qeyd olunmuşdur (Tanrıverdi, 1999, 133-134).
242) Малявкин, 1983, 99; Qırğız-qazax bakşılarının duasında «Tanrım, hər yerdə bizi yarlıqa!» deyimi vardır (İnan, 1972, 141); Burada yarlıqa «yardım et» anlamındadır.
243) Qaynaqlarda 18-ci elbəy adının Yarlaqanda və Yarlaqand formasında yazılması iki morfonoloji variant ortaya qoyur (Дьяконов, 1956, 107); Azər dialektlərində Qızılbud // Qızılbund variantlarında olduğu kimi, -and morfemində səsartımı mümkündür; -anda variantında isə Yağlakar Kan Ata adında olduğu kimi, ata (ada) sözü bərpa oluna bilər.
244) PBS,13, №1; Balkan, 1992, 30; Saxa dilində sarlıq (yak), monqol dilində sarlaq (dağ buğası//öküzü) sözləri Sarlaq adında «Buğac» anlamını da mümkün edir. Çin dilinə məmur titulu ābō sözünün türk dilindən alındığını yazan çin alimləri bunu apa sözü ilə bağlayırlar (HWC,1); Görünür sumer dilindəki aba (ata, qoca, ağsaqqal) və akad dilində ‘b, ab şəklində yazılıb, abi/abu (ata, baba), abê (atalar, babalar) şəklində oxunan (Липин, 1957, 14) sözlər də qədim türkcənin aba/apa sözü ilə bağlıdır (ДТС, 47). İnim-aba-keş adı qədim türk abidələrindəki İnançu Apa, Boz Aba, Kulapa Urunu, Ay Aba Çavuş beq, Konurapa adlarında olduğu kimi, aba sözünü ortaya çıxarır. Yarlaqab(a), Sarlaqab(a) kimi bərpa olunan adların sonluğu tələffüz baxımından M. Xorenatsinin qeyd etdiyi xəzər bəyləri Venaseb, Surxab adlarından fərqlənmir. Görünür, aba sözünün bəzi adların sonunda -ab morfeminə çevrilməsi qut çağından daha öncə başlanmışdır.
245) İnel-kağan, İnanc-beg//yabqu və İnak adında isə *in- «inam, güvənc» anlamındadır.
246) Adın əvvəlində olan «ingə» sözü feilə qoşulan -gə şəkilçisi ilə düzəlmişdir və buradakı in- (enmək) feilinin qədim türk dillərində işlənən Ög baş İn Alp, İn Öz İnançu, İnel kağan, Ögdəm ınal, İnançu Külük Cikin adlarındakı «in» sözü ilə əlaqəsi yoxdur.
247) Təbəri yəhudicə Amr adının ərəblərdə İmran olduğunu yazır (Taberi, II, 634); Qafqazda yayğın olan Amiran (gürcü), Əmrən//İmrən (türk) adını M. Seyidov və Ə.Tanrıverdi türk mənşəli sayır və geniş araşdırmışlar (Tanrıverdi, 1999, 88-89).
248) Дьяконов, 1956, 104, 2-ci qeyd; 108-109, 4-cü qeyd; 117, 2-ci qeyd; Burada diqqəti çəkən məsələdən biri də qut boylarının konfederasiyası daxilində türk adlı boyun olmasıdır. Laerabum, İbranum, Asarlaqab adlarında da imre, lu-ər (lulu), azər etnonimi ola bilər.





2 Şubat 2017 Perşembe

"Yunan (Hellen) Mucizesi"; Bilimin Çürüttüğü Bir Yalan...




"Geçmişin hangi bölümünün korunacağını, hangi bölümünün çarpıtalacağını, hangi bölümün tümden silinip ortadan kaldırılacağını belirleyen politikaları saptayan kimliği belirsiz beyinler vardır... Geçmiş silinmekle kalmıyor, silindiği de unutuluyor, sonunda yalan gerçek olup çıkıyordu... Şimdi gerçek olan sonsuza dek gerçekti.... "
George Orwell,1984





Türkiye'de "Yeni Zaharof"lar Kimlerdir? 
Türkiye'de "Hellen Propagandası"nın Sütun Santimi Kaç Para



Sayın Orhan Bursalı,

10 Ekim 1996 günlü Cumhuriyet'ten yayımlanan "Tartışmama" başlıklı yazınızı okudum. Bu yazınızda şunları söylüyorsunuz:

"Tartışma girişimleri... hep sert kayalara çarpıyor" "tartışır gibi yapıyoruz ama aslında tartışmama yapıyoruz", "Cumhuriyet'in ikinci sayfasında Yunan Mucizesi üzerine bir tartışma başladı", "Metin Erksan, bilim ve felsefede sanıldığı gibi 'Yunan mucizesi' diye bir olgunun olmadığını, bunun batının bir uydurması olduğunu yazdı. Yazı Türk milliyetçiliği siyasal zemininde geziniyordu. Ama yazıda önemli olan sayın Erksan'ın ortaya attığı teze karşı tez/iddia idi... Derken, bu konunun uzmanı ve muhatabı sayın Ekrem Akurgal'ın Erksan'a kısa ve öz yanıtı yayımlandı. Kendi adıma, Akurgal'dan kapsamlı bir yanıt bekliyordum. 

Arkasından, Erksan'ın Akurgal'a, tezini tartışma dışı tutan, tartışma sevmeyen ve biraz kızgınlık kokan yanıtını okuduk. Bu defa sahnede Celal Şengör boy gösterdi. 2. sayfamızın editörü sayın Sami Karaören tartışmayı biraz kızıştırarak Şengör'ün yazısını "Yunan mucizesi vardır" başlığı ile yayımladı. Şengör, Yunan Mucizesi'ni, ilk kez bir toplumda eleştirel aklın benimsenmesi ve yaygınlaşması olarak olarak açıklıyordu. Olgulara, kanıtlara, yorumlara dayalı; düşünce ve bilgi zenginliğiyle yoğrulmuş bir tartışmayı sürdürmek için her şey var. Tartışan taraflar buna muktedir. Biz okurlar da ilginç bir konuda keyifli bir tartışmanın pususuna yatmış her gün ikinci sayfayı gözlüyoruz... Yanıtı olan var mı?"

Bu sözlerinizden çıkan sonuç şudur:

1- Cumhuriyet'in ikinci sayfasında "Yunan Mucizesi" konulu bir tartışma başlamıştır.

2- İkinci sayfanın yöneticisi Sami Karaören bu tartışmayı kızıştırmak için elinden geleni yapmış ve C. Şengör' ün yazısını salt karşı görüştekileri kızdırmak için "Yunan Mucizesi Vardır" başlığıyla yayımlamıştır.

3. Gelgelelim size göre karşıt görüşü savunan Metin Erksan tartışmayı siyasal zemine çekerek konunun bilimsel zeminde tartışılmasından kaçınmaktadır.

4. Size göre "Yunan Mucizesi"ni savunanların yazıları sizin beklediğiniz ölçüde kapsamlı olmamıştır.

5. Siz, ikinci sayfada "Yunan Mucizesi"ni savunan daha kapsamlı yazılar çıkmasını pusuda yatmış olarak beklemekte ve "Yanıtı olan var mı?" diyerek, Yunan Mucizesini savunanların daha kapsamlı yazılar göndermesini istemektesiniz...

Sayın Orhan Bursalı, sizin tartışmayı kızıştırmak istiyor dediğiniz ikinci sayfa yönetmeni Sami Karaören'in elinde, benim iki ay önce gönderdiğim bir yazım vardır. Celal Şengör'ün 'Yunan Mucizesi Vardır' başlığıyla yayımlanan yazısından bir ay önce kendisine ilettiğim bu yazımın başlığı "Yunan (Hellen) mucizesi; bilimin çürüttüğü bir yalan"dır. 

Sami Karaören'in elinde benim Yunan Mucizesi'nin yalan olduğunu kanıtlayan bir yazım varken, siz sanki Karaören'in elinde bu konuda gönderilmiş yazı yokmuş gibi "yanıtı olan var mı?" diye soruyorsunuz; yoksa siz karşıt yazıları hasır altı edip, Yunan Mucizesi'ni savunan kapsamlı yazılara çağrı çıkartarak, Cumhuriyet'teki tartışmayı bir Hellen propagandasına mı dönüştürmek istiyorsunuz? 

Cumhuriyet'in ikinci sayfasında, konusu Yunan Mucizesi olan bir tartışma çıkınca, bunu Yunanistan elçilerinin, ataşelerinin, konsoloslarının, kültür ajanlarının dikkatini çekmediği savlanamaz. Yunanlıların kimileri, Cumhuriyet'teki bu tartışmada, Yunan Mucizesi'ni savunanların çok olmasını ve bu tartışmanın "Yunan Mucizesi Vardır" diye sonuçlanmasını elbette ister. Sizin yazınızı okuyunca, kendi kendime şöyle sordum:

Acaba Sevr günlerinde İngiliz ve Fransız gazetecilerini paraya boğarak, onlara para karşılığı Hellen propagandası yaptıran Yunanlı silah tüccarı ünlü Zaharof gibi, şimdi de bir Türk fikir gazetesine paralar saçarak Türklere Yunan propagandası yaptıran yeni Zaharof'lar mı türedi ki, Cumhuriyet gazetesi, Orhan Bursalı'nın köşesinden "Yunan Mucizesini savunacak kapsamlı yazılar aranıyor!" diye duyurular yapmaya başladı?!!!

Sayın Orhan Bursalı, Herkül Millas, Türk Yunan İlişkilerine Bir Önsöz adlı kitabında Yunan Mucizesi konusunda özetle şunları söylüyor: 

"(Yunan ders kitaplarında) 'Yunan ulusu yaklaşık olarak 4000 yıldır tarih sahnesindedir. Atina merkez olmak üzere yaratılan uygarlık tüm dünya tarafından hayranlıkla karşılanmaktadır, bu uygarlığı daha sonra Büyük İskender Asya derinliklerine götürmüştür. Sonra bu uygarlık Avrupa'ya geçmiş ve bugünkü dünya uygarlığının temelini oluşturmuştur. Yunanlı bilginler Yunanlı uygarlığını Batı'ya götürmüşler ve Rönesans'a yardım etmişlerdir' deniyor (sf.36). 

"Yunanlılar-Yunanlı kitaplara göre- saldırgan veya sömürgeci bir politika izlememişlerdir. Bakın nasıl ikiyüzlü, kaypak bir dille anlatırlar genişleme politikasını: "Büyük İskender İran'ı, Mısır'ı ele geçiren büyük bir fatih değil, aynı zamanda uygarlık getiren büyük bir kimseydi." (sf. 38). 

"Bütün halkların ortak geliştirdiği insanlık uygarlığı Yunanlılara maledilmek istenmektedir...Bunlar yanlıştır... Bunları okuyan (Yunanlı) çocukların (Türklere) karşı sevgi ve saygı beslemesi beklenemez." (sf.37). 

"Bu tarih anlayışı ve bu okul kitapları bir ideolojinin sonuçlarıdır (sf.110). 

"(Eleştiriler sonucu) Yunan okul kitaplarında, artık, '4000 yıllık Yunan ulusu' yerine 'Yunanlı boylar'dan sözedilmekte, 'Yunan'a duyulan dünya hayranlığı' ve 'Avrupa uygarlığını oluşturan Yunan uygarlığı' gibi aşırılıklar ve övünmeler yoktur." (sf.43) 

"(Ancak) kuşaklar boyu çocuklar zehirlenmişler, beyinleri yıkanmıştır. Bu yeni okul kitaplarını okuyarak büyüyen çocuklar ancak 15-20 yıl sonra etkili bir konuma gelecektir" (sf.47)

Sayın Orhan Bursalı,

Herkül Millas'ın sözkonusu kitabından aktardığım bu alıntılar, bize "Yunan Mucizesi" denilen bilimdışı ırkçı savların olduğunu göstermekle kalmıyor, Cumhuriyet gazetesinin tartışma bölümünde yazıları yayımlanan Ekrem Akurgal ve Celal Şengör gibi "bilimsel, "akademik ünvanlı" birtakım "Türk"lerin, günümüzde artık Yunanistan'da dahi ırkçılık sayılarak okul kitaplarından kovulan "Yunan mucizesi" yalanını sanki bilimsel gerçek imiş gibi Türklere yutturmaya kalkıştıklarını ve Türk Irkçılığına kökten karşıt görünen Cumhuriyet gazetesinin, Yunan ırkçı propagandasına alabildiğine açık olduğunu gösteriyor.

Sayın Orhan Bursalı,

Siz, "Yunan Mucizesi" konulu tartışmaların sürmesini istediğiniz yazınızda; "Metin Erksan Yunan Mucizesi diye bir olgunun olmadığını, bunun Batı'nın bir uydurması olduğunu yazdı, yazdıkları Türk milliyetçiliğinin siyasal zemininde geziniyordu", "Ekrem Akurgal'dan daha kapsamlı bir yanıt beklerdim" diyerek, bu konuda nasıl yazılar beklentisinde olduğunuzu gösterdiniz. Oysa, Metin Erksan'ın görüşleri Yunanistan'daki ve dünyadaki gerçek bilginlerin benimsediği doğru görüşler olup, Türk milliyetçiliğinin değil, bilimsel gerçeklerin zemininde gezinmektedir. Ekrem Akurgal ile Celal Şengör'ün, "Yunan Mucizesi'ni yadsımayalım", "Yunan Mucizesi Vardır!" gibi yazıları ise, Yunan ırkçı faşizminin siyasal dayanağı olan 'Yunan Mucizesi' zemininde gezinen yazılardır. 

Ekrem Akurgal ve Celal Şengör, ırkçı faşist nitelikte olduğu için Yunan ders kitaplarından bile kovulan "Yunan Mucizesi"ni, Cumhuriyet gazetesinin sayfalarına taşımış, Yunanistan'dan kovulan bu ırkçı faşist görüşleri, Türkiye'de, hem de Cumhuriyet gazetesinde yaşatmaktadırlar. Siz, kendi köşenizden bu Yunan faşist ırkçı görüşlerini daha kapsamlı olarak savunup Türklere benimsetecek yazılar beklediğinizi duyuruyorsunuz. Ben de: Türkiye'deki Yeni Zaharof'lar kimlerdir, Türkiye'de Hellen Propagandasının sütun santimi kaç para? diye soruyorum.


YANITI OLAN VAR MI? diyorsunuz. YANITI OLAN VAR... YAKLAŞIK İKİ AY ÖNCE 2. SAYFAYA GÖNDERDİĞİM BASILMAYAN YANITIM (birkaç yeni ekle) ŞÖYLEDİR:

Merkezi Londra'da bulunan "Hellenik Çalışmaları Tanıtma Derneği" onur üyesi ve Türk-Yunan Dostluk Derneği başkanı Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, 8.8.1996 günlü Cumhuriyette yayımlanan yazısında, Metin Erksan'ın daha önce yine Cumhuriyet'te yayımlanmış olan ve "Yunan Mucizesi"nin bilime aykırı olduğunu savunan yazısına karşı çıkarak, özetle şöyle demişti:

* "Yunan Mucizesini yadsımayalım", 
* "Biz Türklere Yunan (Hellen) Mucizesini yadsımak hiç yakışmaz", 
* "Miletoslu Thales, tarihte ilk kez, güneş tutulmasını önceden hesaplamış, böylece astronomi bilimini Hellenler kurmuşlardır. Matematik ve geometri bilimlerini de Hellenler kurmuşlardır"; 
* "Atomu Hellenler Bulmuştur", 
* "bugünkü tıp bilimini Hippokrates ile Hellenler kurmuşlardır", 
* "İnsan Haklarına tam anlamıyla önem vermek, 'insan herşeyin ölçüsüdür" diyen Protagoras ile ilk kez Hellenlerde başlamıştır", 
* "Hellen resim ve heykel sanatında bir insana, hatta bir düşmana kötü davranışta bulunulduğunu gösteren tek tasvir dahi yoktur", 
* "Hellenler demokrasinin de yaratıcısıdırlar", 
* "Batı uygarlığı, latin alfabesini Hellenlere borçludur", 
* "Okuma-yazmayı halk topluluğuna en geniş ölçüde yayan ilk millet Hellenler olmuştur", 
* "Tarihbilimini, Heredot ve Thukydides ile Hellenler kurmuşlardır", 
* "halkın spor zevkini artırmak için Olimpiyat oyunlarını kuran, Hellenlerdir", 
* "bu başarılarla, Hellenler, büyük ve eşşiz bir tansık (mucize) yaratmışlardır. Bu -Hellen Mucizesini- bütün dünya kabul ediyor; onu yadsımamız bizi dünya kamuoyunda küçük düşürür", 
* "Hellenlere, Hellen Mucizesine haksızlık etmeyelim"...

Kazıbilimci Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, sanki yeryüzündeki bilginlerin tümü "Yunan (Hellen) Mucizesi" yalanını gerçek sayıyorlarmış da, bu "bilimsel gerçeklik" (!!!), yeryüzünde yalnızca Türkiye'de, kimi Yunan düşmanı Türklerce, bağnazlıkla yadsınıyormuş gibi bir yargı uyandırıyor. 

Akurgal'ın; "Hellenler büyük ve eşşiz bir mucize yaratmışlardır. Bunu bütün dünya kabul ediyor. Hellen mucizesini yadsımamız, bizi dünya kamuoyunda küçük düşürür" tümcesini başka türlü anlamanın olanağı yoktur. Oysa, gerçek, Akurgal'ın dediğinin tümüyle tersidir. 

Bugün, yeryüzünde, "Yunan (hellen) Mucizesi Yalanı"nı gerçek saymakta direnen pek az sayıda Prof.'a karşılık, "Yunan (Hellen) Mucizesi"nin 1800'lerde uydurulmuş ırkçı faşist bir yalan olduğunu herbiri kendi bilim dalında kanıtlamış binlerce namuslu bilgin vardır. 

Bunlardan biri olan Kazıbilimci Sir Leonard Wolley, şöyle der: "BİZ BÜTÜN YARATILARIN KÖKÜNÜ YUNANİS-TAN'A (YUNAN MUCİZESİNE) BAĞLADIKLARI BİR DÖNEMDE (1880-1900) YETİŞTİK. SANILIRDI Kİ YUNANİSTAN, TIPKI PALLASA GİBİ, OLYMPOSLU ZEUS'UN BAŞINDAN DOĞMUŞTUR. AMA SONRADAN BU KÜLTÜR ÇİÇEKLERİNİN YAŞAM GÜÇLERİNİ NASIL LİDYALILARDAN, HİTİTLERDEN, FENİKEDEN, GİRİT'TEN, BABİL'DEN VE MISIR'DAN ALMIŞ OLDUKLARINI GÖRDÜK. KÖKLER DAHA DA GERİLERE GİDER: BÜTÜN BU ULUSLARIN ARDINDA SÜMERLER VARDIR" (1) 

Kazıbilimci Sir Leonard Wolley (doğ:1880, öl:1960), "Yunan Mucizesi" yalanıyla yetiştirilmiş, ancak bunun bir yalan olduğunu, yürüttüğü kazılarda doğrudan kendi gözleriyle görmüş ve göstermiştir. Wolley'den önce yine "Yunan Mucizesi" yalanıyla yetiştirilen, ancak bunun yalan olduğunu Wolley'den önce yürüttüğü kazılarda görüp göstermiş olan diğer bir kazıbilimci de, Girit'i kazıp Minos Uygarlığını ortaya çıkararak bu uygarlığın Mısır, Babil, Hitit uygarlıklarının bir uzantısı olduğunu bulgularla gözler önüne seren, Sir Arthur Evans'tır (doğ: 1851, öl:1941) (2). 

Dünyada adları kazıbilimin babaları olarak geçen Wolley ve Evans, Yunan Mucizesi'nin yalan olduğunu savunurken, kazıbilimci Ekrem Akurgal'ın, "Yunan Mucizesini bütün dünya kabul ediyor, onu yadsımak bizi dünya kamuoyunda küçük düşürür" demesi, bilim erdemiyle bağdaşmaz. 

"Yunan (Hellen) Mucizesi Yalanı"nı belge ve bulgularla çürüten çok sayıda namuslu bilgine göre, Akurgal'ın bize bir Hellen olarak tanıttığı Thales, bir Hellen değil, bir Fenike'lidir. (3) 

Güneş tutulmasını önceden saptamayı ilk becerenler, Hellenler değil, Fenikeli Thales değil, Babillilerdir. Fenikeli Thales, güneş tutulmasının 18 yılda bir gerçekleştiğini Babillilerden öğrenip Hellenlere öğretmiştir. (4) 

Eğer, Akurgal'ın dediği üzere, astronomi bilimi, güneş tutulmasının önceden saptanmasıyla başlamışsa, astronomi bilimini kuranlar, Hellenler değil, Babilliler olmuştur. 

Geometri ve matematik de birer Hellen buluşu olmayıp, Mısır, Babil üzerinden Fenikelilerce Hellenlere ulaştırılmış bilimlerdir. (5) 

Pisagor Denklemi diye adlandırılarak Hellen buluşu sayılan ünlü denklemin, Pisagor doğmadan 1300 yıl (45 kuşak) önce Babillilerce bilinip kullanıldığı, kazıbilim bulgularıyla saptanmış bilimsel bir gerçektir. (6) Babillilerin Pisagor doğmadan 1300 yıl önce bilip kullandıkları o ünlü denklem, Pisagor'un ölümünden yaklaşık bin yıl sonra Proklos (İS 412- İS 485) tarafından Pisagor'a maledilmesi (7) İÖ 1800'lerde Babillilerce bulunmuş bir denklemin İS 450'lerde (Babillilerce bulunuşundan 2250 yıl sonra), bir Yunanlı (Proklos) tarafından (8) bir başka Yunanlıya (Pisagor'a) maledilmesi, namuslu bilginlerce bir haksızlık, bir patent soygunculuğu olarak kınanması gerekirken, tepeden tırnağa bu gibi haksızlıklara ve uluslararası patent soygunculuğuna dayalı olan "Yunan Mucizesi" yalaınını savunmayı sürdürmek, bilim erdemiyle bağdaşmaz. 

Bugünkü anlamda tıp bilimi, sayrılıkları üfürükçülük yerine, nedenlerini araştırıp uygun araçlar kullanarak gidermekle başlamışsa, bunu ilk başlatan Hippokratos adlı bir Hellen olmayıp, ondan 1400 yıl (45 kuşak) önceki Babillilerdir. 

Bir kazıbilim bulgusu olan Hammurabi Yasalarının, İÖ 1700 yıllarında taşa kazınan 215. maddesi: "Eğer, bir hekim, ağır yaralı bir adamı bronz neşterle ameliyat edip, adamın hayatını kurtarırsa veya adamın alnını ya da şakağını bronz neşterle açıp, adamı kurtarırsa, 10 şekel gümüş alacaktır".. 

221. maddesi: "Eğer bir hekim, bir adamın kırık kemiğini iyileştirir ve tıkalı bir damarı, hasta bir kası iyi ederse, yaralı hekime 5 şekel gümüş ödeyecektir"... 

224. maddesi: "Eğer bir öküzün ya da eşeğin hekimi, ağır yaralı bir öküz ya da eşeğin üzerinde neşterle çalışır ve onu kurtarırsa, 1/6 gümüş şekel ödenecektir" der.(9) 

Heredot da, "Mısır'da bir hekim yalnızca bir hastalığa bakar, bundan ötürü hekim sayısı çoktur, göz, baş, diş, karın ağrılarına, iç hastalıklarına ayrı ayrı hekimler bakar" demektedir. (10)

Bütün belge ve bulgular, tıp biliminin bir Hellen icadı olmadığını gösterirken ve gerçekte Hellenler tıp bilimini Mısır'a, Babil'e borçluyken; tutup, 'insanlık tıp bilimini Hellenlere borçludur' demek, bilim erdemiyle bağdaşmaz. 

Hellenlere yazıyı öğreten Fenikelilerdir. Herodot bu konuda "Fenikeli (Thales'in dedesi) Kadmos, Yunanistan'a pek çok bilgi getirmiş ve yazıyı sokmuştur. Yunanlılar Fenike yazısını almış, biraz değiştirerek kullanmış ve bu yazıyı 'Fenike Yazısı' diye adlandırmakta hiçbir sakınca görmemişlerdir, ki doğrusu da budur"der (11) Kazıbilim bulguları da bunu kanıtlamıştır. (12) 

Gerçekte Hellenler yazıyı Fenikelilere borçlu iken, tutup Batı uygarlığı yazısını Helenlere borçludur demek, bilim erdemiyle bağdaşmaz. 

Demokrasi de bir Helen icadı değildir. 

Heredot bu konuda: "Damarlarında Fenike kanı dolaşan Thales, İyonya yıkılmadan önce, merkez (Teos'ta) kurulacak bir tek yüksek meclisin tanınmasını ve böylece halkın kendi kendini yönetmesini önermişti" der. (13) 

Kazıbilim bulguları, Fenikeli Thales'in önerdiği bu demokratik yönetim biçiminin önce Fenikede ve Akdeniz'deki Fenike kolonilerinde görüldüğünü ortaya koymuştur. (14) 

Atina'da demokrasinin kuruluşu, iki Fenikelinin Hellen tiranını öldürmesiyle başlamış, Hellenler tiranlarını öldüren bu iki Fenikelinin anıtını dikip altına: "Tiranı öldürüp eşitliği (isonomi'yi, demokrasiyi) kuranlar" diye yazmış ve adlarına marş bestelemişlerdir.(15) 

Gerçekte Hellenler demokrasiyi Fenikelilere borçlu iken, tutup tüm dünya demokrasiyi Hellenlere borçludur demek, bilim erdemine sığmaz. İÖ 320'lerde, yani Atina'da "demokrasi" kurulduktan 188 yıl sonra, hala Aristotales'in, bir Fenike kolonisi olan Kartaca'daki yönetim biçimini Hellenlere örnek göstermesi, demokrasinin bir Hellen Mucizesi olmadığını kanıtlamaktadır. (16) 

Hellen düşünsel mucizesi diye diye adlandırılan İyonya Okulu, bir Hellen Okulu değil, Fenikelilerin kurduğu bir okuldur. Kurucusu Thales, bir Fenikeli olduğu gibi, ardılı Anaksimandros da Thales'in kabilesinden, Thales'in soydaşı olan bir Fenikelidir. (17) 

Günümüz Yunan (Hellen) dilindeki sözcüklerin yüzde elliden çoğu, Sami dillerinden Mısır, Fenike kaynaklı sözcüklerdir.(18) Tarih içinde geriye doğru gidildikçe, Yunan (Hellen) dilindeki Sami kökenli sözcüklerin oranı yüzde yetmiş, seksenleri bulmaktadır. Bu da, Hellen dil ve düşüncesinin çok yoğun Mısır, Fenike etkisi altında biçimlediğini kanıtlamaktadır. (19) 

"Yunan (Hellen) Mucizesi ", "Yunan (Hellen) Dehası" diye sunulan hiç bir buluş yoktur ki, o daha önce Helenlerden başkaları tarafından yaratılıp Hellenlere öğretilmiş olmasın. Öyle ki, "Yunan (Hellen) Mucizesi Yalanı"nı icad edenler dahi Hellenler değil, başkaları olmuştur.(20) Hellenler ta 1800'lere dek kendi kendilerini mucize yaratmış bir soy olarak görmez, ne biliyorlarsa hepsini Mısır'dan, Fenike'den, Babil'den, Perslerden, Anadolu'dan öğrenmiş olduklarını açık yüreklilikle belirtirlerdi.

Gelgelelim, Avrupa emperyalistleri, Doğuya karşı giriştikleri yayılmacı, sömürgen, soyguncu eylemlerini haklı gösterebilmek için, kendilerini ırklarının üstün olmasından kaynaklanan üstün bir uygarlığın sürdürücüleri ve yayıcıları olarak sunmayı gereksinmiş ve Doğudan hiçbirşey almaksızın Batıda gerçekleşen üstün bir Batı Uygarlığı söylencesi uydurarak, bunu "Yunan (Hellen) Mucizesi"adıyla kutsayıp, böylelikle bütün doğuyu Hellen karşıtı = Barbarlar olarak göstermiş ve bu yolla kendilerine bütün Doğuyu barbar diye kılıçtan geçirme hakkı vermişlerdir. 

Türkler, Kurtuluş Savaşı'nı, saldırganlıklarını "Yunan Mucizesi" yalanıyla haklı gösteren emperyalistlere karşı vermişlerdir. Bu yüzden Ekrem Akurgal'ın: "Yunan Mucizesi'ni yadsımak Türklere yakışmaz, Türkleri dünya kamuoyunda küçük düşürür" demesi, onurlu bir davranış değildir. 

"Yunan (Hellen) Mucizesi" bilimsel bir gerçeklik değil, tersine savunusu ancak bilimsel gerçekleri çiğnemekle yapılabilen, bilimdışı, ırkçı bir yalandır. "Yunan (Hellen) Mucizesi" yalanı, kazıbilimsel belge ve bulgulara ve bilimsel gerçeklere bir hakaret olduğu denli, Batının Doğuya yönelttiği en tiksinç, en utanmaz, en haksız aşağılamadır. "Yunan (Hellen) Mucizesi Yalanı"nın nasıl emperyalist saldırganlığın bir aracı olduğu, nasıl Nietzsche'nin Üstinsan düşüngüsünü ve Hitler Faşizmini doğurduğu, yakında yayımlanacak olan Hellen Mucizesi'nden Hitler Faşizmi'ne (*) adlı kitabımda tüm ayrıntılarıyla görülecektir...


Cengiz Özakıncı
Yeni Hayat, 54. Sayı, Nisan 1999





(*) Bu adla bir kitabı yayımlanmamıştır, ama İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü adlı kitapta bu konuları işlemiştir. Kitaptan:

"Eski Yunan" Adlandırması Doğru Değil.
Eski Yunanistan-Yakındoğu düşünürleri, düşüncelerini kişisoyunun o ana dek ürettiği tüm bilgi birikimine arkalarını dönerek, başka toplumların birikim ve deneyimlerini bilmeksizin, kendi kendilerine oluşturmuş değillerdir. Eski Yunanistan-Yakındoğu düşünürlerinin, Aristoteles'in, Platon'un, Pisagor'un, Arşimed'in ve diğerlerinin yazdıkları irdelendiğinde, yapıtlarında yer alan bilgilerin ezici çoğunluğunu Mısır bilginlerinden, Akdeniz'de bir alış-veriş, değiş-tokuş, alım-satım ağı kurmuş olan denizci Fenikelilerden, Hititlilerden ve daha başka toplumların bilgilerinden derleyip toplamış olduklarını, böylelikle Eski Yunanistan-Yakındoğu düşünürlerinin yapıtlarının, kişisoyunun o güne dek kuşaktan kuşağa aktarıla aktarıla büyüyen bilgi birikiminin Yunanca'ya çevrilip üzerinde us yürütülmesinden oluştuğunu, ne denli "Eski Yunan Düşüncesi" denilerek sanki "salt Yunanlılarca yaratılmış bir düşünce" gibi adlandırılıyorsa da , içerik olarak tüm kişisoyunun düşünsel ve bilimsel birikimlerinden oluştuğunu unutmamalıyız.

Yine unutmamalıyız ki, Eski Yunanistan ve Yakındoğu düşünürleri eğer yaşadıkları dönemin Yunanlı olmayan toplumlarında biriken bilimsel bilgi ve deneyimlere: "Mısırlılar, Fenikeliler, Hititliler bizim dinimizden değildir, onlar kafirdir, dinsizdir; biz onların bilgisini alırsak kafir oluruz, dinsizlik ederiz" diye sırt çevirmiş olsalardı, Eski Yunan Düşünürleri dedikleri bir olgu hiç varolmayacaktı.

EK: Fenikelilerden alfabeyi alan Yunanlılar ile ilgili: Fenikeliler kim?

Sea People dedikleri "Deniz İnsanları"nın MÖ 13.yy'da Fenike sahillerine gelip yerleştiği söylenir. Şehirlerinden birinin adı TYR'dır, tıpkı Tursha - Tyrsha kelimesinde olduğu gibi. Hellenler yazıyı Fenikelilerden almıştı değil mi :) Hellenlerde MÖ.1200-MÖ.800 arasında yazı yoktu! Yazıya MÖ.800'den sonra geçer ki, ancak MÖ.650 lerde oturur... Fenike alfabeyi Türklerden almıştır, kendileri bulmamıştır. Daha da mantıklı olan İskit-Türklerinden aldıklarıdır. Arkaik Greklerde kelime ayracı olan iki nokta veya daha fazla nokta üstsüte vardır ama klasik Grekte bu yoktur. Göktürk alfabesinde Etrüsk yazıtlarında (Lemnos dahil) bu vardır./LİNK




EK:
SB.






________devam yazısı__________



Prof. Dr. A. M. Celal ŞENGÖR'e "Eleştirel Akılcı Bilimsel Düşünce" Çağrısı / Cengiz ÖZAKINCI

AVRUPA AKADEMİSİ VE TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ ÜYESİ "PHİLHELLENİST"
PROF. DR. A. M. CELAL ŞENGÖR'E 
"ELEŞTİREL AKILCI BİLİMSEL DÜŞÜNCE" ÇAĞIRISI


Bay A.M.C. Şengör... Metin Erksan, 16 Temmuz 1996 günlü Cumhuriyet'te "Yunan mucizesi"nin bilimdışı bir kavram olduğunu yazmıştı. Siz 21.09.1996 günlü Cumhuriyet'te "Yunan mucizesi vardır!" başlıklı yazınızda, buna karşı çıkarak, "Yunan mucizesi"nin bilimsel bir gerçek olduğunu savundunuz. Yazınız özetle şöyleydi:

YUNAN MUCİZESİ VARDIR

"Hellen (Yunan) kültürü= hem, Hint-Avrupalı göçmenlerden, hem Anadolu'dan, hem de Mısır ve Mezopotamya'dan etkilenerek gelmiştir... Mezopotamya ve Hellen (Yunan) teknik metinlerinin bazılarında Hellenlerin (Yunanlıların) Mezopotamya metinlerini neredeyse aynen kopya ettikleri,... Pitagor'un diye bilinen teoremin aslında eski Babil döneminde bile bilindiği, Tales'e atfedilen, kuramın ta Sümerlerden beri gelen tarkullu kavramıyla neredeyse aynı olduğu, eski Mısırlıların geometrik bilgilerinin yanında iki bilinmeyenli ikinci dereceden denklemlere kadar cebirle de uğraştıkları artık yaygın olarak bilinmektedir. Bunlar ve daha nice benzerleri, "Hellen (Yunan) kültürü"nün kaynakları arasında Mısır ve Mezopotamya kültürlerinin olduğunu göstermektedir.

2. Yunan Mucizesi (ise) = Daha önce hiçbir yerde hiçbir zaman olmamış bir şeyin, akılcı eleştirel bilimsel düşüncenin keşfi ve bunun toplum içinde yaygın bir gelenek haline getirilmesidir. Bu ani olgunun Hellen (Yunan) toplumu dışında herhangi bir kökü henüz bulunmadığı gibi, nedenleri de daha doyurucu bir şekilde incelenememiştir. Bugünkü tarihsel gözlemlere göre de Hellenlerden (Yunanlılardan) başka hiçbir toplum bu keşfi bağımsız olarak yineleyememiştir... 

Yunan Mucizesi, Tales ile Anaksimandros'un ortak keşifleri olan eleştirel akılcı düşünce ile başlar. (Yunan toplumunda, eleştirel akılcı düşünce yazıları) herkesin okuyabileceği kitaplara dökülmüştür... Akılcı, yapıcı eleştirinin bir toplum adeti olması ve çarşıda herkesin satın alabileceği kitaplarla halkın her kesimine ulaşması, eleştirinin olmadığı yerlere barbar gözüyle bakılması, Yunan mucizesinin temelidir. (Hellen-Yunan-Kültürü, Yakındoğu toplumlarından edinilmiştir, ancak) Yunan mucizesi (başka uluslardan) bağımsız (olarak yalnızca Yunanlılar tarafından gerçekleştirilmiş)tir."

Bay A.M.C. Şengör,

Bu yalan - savları uyduran siz değilsiniz, biliyorum. Siz yalnızca Batılı Hellenseverlerce uydurulmuş olan bu yalan-savların Türkiye'deki "ikinci-el" savunucularındansınız. Bu yalan-savların batılı yaratıcılarından biri olan J. Burnet: "Bilim, yeryüzünde Yunan biçiminde düşünmektir, bilim Yunan etkisi altına girmemiş halklarda hiçbir yerde hiçbir zaman varolmamıştır" demiştir. (bkz. J. Burnet, 'Early Greek Philosopy', aktaran: George Thomson- İlk Filozoflar, Payel Yay. 1. bs., s. 201). Siz de 1920'lerde J. Burnet gibi Helensever Batılı "bilgin"lerce ortaya atılan bu "bayat" yalan-savı yineleyip duruyorsunuz.

İşte Bay A.M.C. Şengör, yukarıda özetini aktardığımız yazınız, "Yunan mucizesi" Yalanı'nın batılılarca üzerine oturdulduğu tüm eski dayanakların kazıbilim bulguları tarafından yıkılması sonucu, bu ırkçı yalan-savı ayakta tutmak, yaşatmak isteyen Batılı Yunanofillerce uydurulmuş, çok gülünç, çok cılız, çok iğreti, bir fiskeyle yıkılacak iki ırkçı yalan-sav'a dayalıdır:

(1) Evet, bilimler Yakındoğu'dan çıkmış ve Yunanlılar da bilimleri Yakındoğululardan almış olabilirler, gelgelelim "Eleştirel akılcı bilimsel düşünce"yi yalnız ve yalnız Yunanlılar icad etmiş ve başkalarından almamışlardır.

Eleştirel akılcı bilimsel düşünce'nin Yunanlılarca icadı!.. İşte "Yunan mucizesi" budur...

(2) Yunan toplumu yeryüzünde "Eleştirel akılcı bilimsel düşünce"nin tepeden tırnağa tüm halka yayıldığı ilk toplum olmuştur. Tüm Yunanlılar, eleştirel akılcı bir toplum"a dönüşmüş ve "Eleştirel akılcı düşünce"nin bulunmadığı toplumlara Barbar demişlerdir.

Eleştirel akılcı düşünce'nin ilk kez Yunanlılarda tüm halka yayılması!.. İşte 'Yunan mucizesi' budur!..

Bay A.M.C. Şengör, ancak usyürütme yetisi dumura uğramış kimselerin inanabilecekleri türden bu iki ırkçı yalan-sav'ı, gelin "Eleştirel akılcı bilimsel düşünce" süzgecinden geçirelim:

I. Siz diyorsunuz ki: Mısırlıların eleştirel akılcı bilimsel düşünceden haberleri yoktu. Çünkü bunu İÖ 600'lerde Yunanlılar icat edene dek yeryüzünde hiç kimse bilmiyordu. Ve yine siz diyorsunuz ki: Mısırlılar ikinci dereceden iki bilinmeyenli denklemlere dek cebirle uğraşıyorlardı.

Bay A.M.C. Şengör, bir an için dediklerinizin doğru olduğunu varsayalım, bu durumda ortaya bir Yunan mucizesi değil, tersine bir "Mısır mucizesi" çıkıyor; çünkü, Mısırlıların eleştirel akılcı bilimsel düşünce'den hiç haberleri olmaksızın (!) iki bilinmeyenli denklemler kurup, çatır çatır cebir yapmaları, mucizenin daniskası olur.

II. Siz diyorsunuz ki: Babillilerin eleştirel akılcı düşünceden hiç haberleri yoktu. Çünkü bunu İÖ 600'lerde Yunanlılar icad edene dek yeryüzünde hiç kimse bilmiyordu. Ve yine siz diyorsunuz ki: Pisagor'un diye bilinen teorem Pisagor'dan binlerce yıl önce Babillilerce biliniyordu.

Dedikleriniz doğruysa, Bay A.M.C. Şengör, ortada bir Yunan mucizesi yoktur, tersine Babil mucizesi vardır. Çünkü Babillilerin Pisagor teoremini Pisagor'dan binlerce yıl önce ve üstelik eleştirel akılcı bilimsel düşünceden haberleri dahi yok iken (!!!) bulabilmiş olmaları, olsa olsa mucizedir!...

Bay A.M.C. Şengör, siz ki, 1976'da "Geological Society of Amerika President's Award ödülü"nü, 1984'te "Geological Society of Houston President's Award ödülü"nü, 1986'da " TÜBİTAK Bilim Ödülü"nü kazanmış, İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji bölümünde, "Avrupa Akademisi üyesi" ve "Türkiye Bilimler Akademisi asli üyesi" olan, (dolayısıyla adı Türkiye'nin önde gelen 93 bilgini arasında bulunan) bir jeolog, bir profesör, bir doçent, bir doktor, özcesi bir bilginsiniz; bilgiliklere (ansiklopedilere) böyle geçmişsiniz. Yakındoğuluların bilimsel akılcı düşünceye sahip olmaksızın pek çok bilimsel buluşlar yaptıklarını, Yakındoğu'da yapılan bu bilimsel buluşların bilimsel usyürütme ürünü olmadığını (!!!) savlamak, sizin gibi Türkiye'nin önde gelen 93 bilgininden biri olan bir profesöre, bir doktora, bir bilgine yakışır mı?..

Bay A.M.C. Şengör, siz: "Eleştirel akılcı bilimsel düşünce yöntemi"nin ilk kez İÖ 600'lerde yaşayan Tales ve Anaksimandros adlı iki Yunanlı düşünür tarafından icad edildiğini, bu iki Yunanlı icad etmeden önce yer yüzünün hiçbir yerinde eleştirel akılcı bilimsel düşünce yönteminin bilinmediğini ve Yunanlıların icadından sonra da başka hiçbir ulusun bu icadı Yunanlılardan öğrenmeksizin süreç içerisinde kendi başına yineleyemediğini yazıyorsunuz. 

Oysa gerek Tales gerekse Anaksimandros, İKİ YUNANLI filan değil, aynı kabilenin üyesi olan İKİ FENİKELİ'ydiler. Yani eğer "eleştirel akılcı bilimsel düşünce" sizin dediğiniz gibi gerçekten Tales ve Anaksimandros tarafından icad edilmiş olsaydı bile, bu bir YUNAN İCADI sayılamayıp, "FENİKELİLERİN İCADI" sayılmak gerekirdi.

Bay A.M.C. Şengör,

Gelin size Eski Yunanistan'da düşünürlerin Yunan halkına karşı ve Yunan halkının düşünürlere karşı nasıl tutum takındıklarını, İÖ 600'lerden başlayarak belgelerle göstereyim:

***

İÖ 625-548'lerde:

BELGE: Fenikeli Tales'in Pheresid'e gönderdiği mektup:

"Solon ile birlikte ben (Tales), Girit'in ve Mısır'ın bilgelerinden, astronomlarından bilim öğrenmek için, iki kez, denizleri aşmayı (boğulup ölmeyi) göze alarak, Mısır'a, Girit'e gittik. Solon ve ben (Tales), siz Pheresid gibi bir bilgeyi görmek için denizleri bir kez daha aşmaktan (boğulup ölmeyi bir kez daha göze almaktan) çekinmeyiz, öğretileri yazmayan bizler seve seve size koşabiliriz." (Cemil Sena, Filozoflar Ansiklopedisi, c.4, s.385).

Burada (Yunanlı değil Fenikeli olan) Tales, hem kendisinin hem Solon'un akılcı eleştirel düşünceyi nerelerden aldıklarını açık seçik bildirmektedir: Girit'ten, Mısır'dan!.. Heredot da Solon'un ünlü yasalarını nereden aldığını şöyle belirtir: "Solon bu yasayı Mısır'dan alıp Atina'da uygulamıştır, çok akıllıca bir kuraldır." (bkz. Heredot, II, 177).

(Yunanlı değil Fenikeli olan) Tales, Pheresid'e yazdığı mektupta birşey daha bildirmektedir: Gerek kendisi gerekse Solon, DÜŞÜNSEL ÖĞRETİLERİNİ YAZIYA GEÇİRMEYEN KİMSELERDİR... Eşdeyişiyle bunlar KİTAPSIZ DÜŞÜNÜRLER'dir. Bunların çarşılarda satılan yayımlanmış yazıları yoktur ki Yunan halkı bunların kitaplarını çarşılardan alıp okuyarak bir anda ve toptan akılcı eleştirel düşünceye kavuşmuş (!) olsun?!!!..

***

İÖ 580-497'lerde

Pisagor, tümünü Yakındoğu'dan aldığı öğretileri yalnızca öğrendiklerini Yunan halkına sızdırmayacaklarına and içirdiği kimselere öğretmiş ve kapıları halka kapalı olan okulunda öğrendiklerini Yunan halkına sızdırmaya yeltenen öğrencilerin öldürüleceği yasasını koymuştu. Pisagor'un öğrencilerinden Hippias, geometriye ilişkin bir bilgiyi Yunan halkına sızdırmaya yeltendiği için, doğrudan doğruya Pisagor'un buyruğuyla, Pisagor'un öğrencileri tarafından, çatır çatır öldürülüp, okulun bahçesine gömülmüştür. Pisagor'un ölümünden sonra Pisagor'un öğrencileri de düşünsel öğretileri Yunan halkından gizleme kuralını sürdürmüşlerdir.

***

İÖ 470-347'lerde:

Platon, hocası Sokrates'in düşüncelerinden dolayı Yunan halkı tarafından öldürülmesi üzerine Yunan halkından kaçıp Yakındoğu'da, Mısır'da 12 yıl öğrenim görmüş ve dönüşünde Yakındoğu'dan aldığı bilgileri yalnızca seçkinlere öğretmek amacıyla kurduğu Akademia'da eleştirel akılcı düşüncenin Yunan halkından gizlenmesi ilkesini sürdürmüştür. Platon, 'Devlet' adlı yapıtında, Yunan halkının eleştirel akılcı düşünceye ve eleştirel akılcı düşünürlere karşı düşmanca tutumunu şöyle açıklamaktadır:

"Yunan halkı eleştirel akılcı düşünür olamaz. Yunan halkı eleştirel akılcı düşünürleri beğenmez, Yunanistan'da eleştirel düşünürler canlarını Yunan halkının elinden nasıl kurtaracaklarını düşünürler (s.181). Yunanistan'da eleştirel akılcı düşünürler küçük bir azınlıktırlar, sürgünlere gitmiş gelmiş, seçkin birkaç aydındırlar... (s.183). 

İşte yalnızca bu küçük azınlık eleştirel akılcı düşüncenin tadına varır, Yunan halkı ise çok çılgındır, bu nedenle hiç kimse ölümü göze almadan eleştirel akılcı düşünürlerle düşüp kalkmaz ve hiç kimse tek başına bu azgın sürüye (Yunan halkına) kafa tutamaz (s.183). 

Yunan halkı bugüne dek doğru dürüst tek eleştirel akılcı düşünür dahi tanımamıştır (s.185). Eleştirel akılcı düşünürler bir avuçturlar, Yunan halkı eleştirel akılcı düşünceye karşı düşmanca önyargılar besler. Yunan halkı eleştirel akılcı düşüncenin düşmanıdır (s.186). Yunan halkı eleştirel akılcı düşünürlerin üzerine çullanır (s.188). Yunan halkının gözünde eleştirel akılcı düşünce aşağılık bir uğraştır (s.219). Yunan halkınca eleştirel akılcı düşünür, gülünçtür, kepazedir (s.220) 

Yunanistan'da Dialektikacılar (eleştirel akılcı düşünürler) aşağılanır (s.222). Öyle bir devlet kuracaksın ki, insanların gençken dialektikaya (eleştirel akılcı düşünceye) bulaşmalarını önleyeceksin (s.223). 

Dialektikacı (eleştirel akılcı düşünür) olarak yetiştireceklerini 20 yaşına gelmiş gençler arasından sınavla seçeceksin, seçtiklerinin dialektikaya (eleştirel akılcı düşünmeye) elverişli olup olmadığını on yıl gözlemleyeceksin, on yıl sonra 30 yaşına geldiklerinde, bir sınav daha yapıp, dialektikaya (eleştirel akılcı düşünceye) girmesini önleyeceksin, otuz yaşına gelmişlerden sınavı kazananları dahi alıp beş yıl daha sınayacaksın, 35 yaşına geldiklerinde bunlar arasında yine bir eleme yapacaksın, bu elemeyi de kazananları 15 yıl bir mağaraya sokup mağarada sınayacaksın, 15 yıl sürecek bu mağara sınavından sonra, 50 yaşına gelip de hala ölmemiş olanlar olursa, işte ancak bunlar dialektikacı (eleştirel akılcı düşünür) olmaya hak kazanacaklar (s.224). 

Bunları da on yıl devlet hizmetinde çalıştırdıktan sonra 60 yaşında emekli edip kırlara göndereceksin (s.225)."

Bay A.M.C.Şengör, siz İÖ 600'lerde Yunan halkının bir anda, şıppadak ve topluca eleştirel akılcı bilimsel düşünen bir toplum olup çıktığını, Yunan halkının insanlık tarihinde eleştirel akılcı düşünmeyi bir toplumsal gelenek haline getiren ilk halk olduğunu söylüyorsunuz. 

Ben sizin bu sözlerinizi Tales'in, Anaksimandros'un, Pisagor'un, Sokrates'in, Platon'un, Aristoteles'in ruhlarına ilettim; alayı gömütlerinde takla atıp; "Hastirsin ordan!" diye bağırdılar; "Bizim dönemimizde Yunan halkının eleştirel akılcı düşünmmek diye bir geleneği yoktu; tersine, biz düşünürler, eleştirel akılcı öğretiyi Yunan halkından köşe bucak gizlerdik ki, düşündüklerimizi duyup da bizi öldürmesinler diye!.. Bizim dönemimizde eleştirel akılcı düşüncenin Yunan halkına yayılması değil, tersine azgın Yunan halkından saklanması, gizlenmesi diye bir gelenek vardı."

Bay A.M.C. Şengör, düşünsel öğretilerin bilgelerce azgın Yunan halkından gizlenmesi geleneği, Platon'un ölümünden sonra da sürmüştür.

***

İÖ 384-322'lerde:

Aristoteles (Platon'un öğrencilerinden) iki tür yapıt veriyordu: . Akromatik (Halka kesinlikle yayılmayacak olan, eleştirel, akılcı, düşünsel) yazılar, 2. Kromatik (Halka yayılmasında sakınca olmayan öykü, şiir, oyun vb. gibi) yazılar... 
Aristoteles'in Metafizik adlı yapıtı, Akromatik, yani Yunan halkına yayılması doğrudan doğruya Aristoteles'in kendi buyruğuyla yasaklanmış olan bir kitaptır. J. Tricot, Aristoteles'in Metafizik çevirisine yazdığı girişte şöyle der: 
"Aristoteles'in Metafizik adlı kitabı, 'akromatik' (akromatika) 'özel, gizli' (Esoterika) kitaplar sınıfına girer. Aristoteles'in Metafizik adlı kitabı, 'akromatik' (Aristoteles, kanıtlayıcı bir öğretimin konusunu teşkil eden derslerine "akroaseis" (=gizli, halka açıklanmayacak öğretiler) adını verir." 

"Gerçek anlamda felsefi (gerçek eleştirel akılcı düşünsel) eserler, ilke olarak okulun dar çevresi dışına çıkmazlar ve bu anlamda onlara "özel, gizli" denebilir." Akromatik (halktan gizli eleştirel akılcı düşünsel) kitaplar, (yalnızca) öğrencilere yönelik çalışmalardır... halk tarafından bilinmeyen şeyler olarak kalmışlardır." 

'Metafizik'in Aristoteles'in sağlığında yayımlanmadığını biliyoruz. Aristoteles, onu en sadık öğrencisi Eudemos'a emanet etmiştir. Eser, hemen hemen öğrencilerin dar çevresinden çıkmamış ve (Aristoteles'in ölümünden 300 yıl sonra) Andronikos zamanına (İÖ 60'lara) kadar ondan hemen hemen habersiz kalınmıştır. Aristotelesçilerin kendileri onu ihmal etmiş görünmektedir. Teophrastos'un zamanından itibaren (İÖ 350) yazarlarda adının zikredilmemesinin nedeni budur." (Aristoteles, Metafizik, c.I, A-Z, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Nu:36, İzmir 1985, s.1,2,37).

Bay A.M.C. Şengör,

Siz: "Eleştirel akılcı düşünceyi İÖ 600'lerde iki Yunanlı icad etti ve Yunan halkı bir anda ve topluca eleştirel akılcı düşünen bir toplum olup çıktı, işte Yunan Mucizesi budur!" diyorsunuz. Gelgelelim Tales, Anaksimandros, Pisagor, Sokrates, Platon, Aristoteles, vb. düşünürler sizin bu sözlerinizi yalanlıyorlar. Tales, Pisagor, Sokrates, Platon, Aristoteles, vs. öğretilerini ancak binbir sınavdan geçirip, Yunan halkına yaymayacaklarına dair and içen pek az sayıda kimseye açan düşünürlerdi. Bunların, öğretilerini çarşılarda pazarlarda satılacak kitaplar biçiminde çoğaltıp Yunan halkına yaymak gibi bir dertleri hiç olmadığı gibi, böyle bir eyleme kalkışmaktan ödleri patlardı.

Çünkü: Yunan halkı tüm öteki halklar gibi elifi görse mertek sanacak türden, eleştirel akılcı bilimsel düşüncenin kıyıcığına bile sokulmamış bir halktı.

Çünkü: Bu düşünürler öğretilerini Yunan halkına yaydıkları an Yunan halkı tarafından dinsizlikle suçlanıp linç edileceklerini çok iyi biliyorlardı.

Çünkü: Yunan halkının o dönemde en iyi bildiği şey, eleştirel akılcı düşünürleri boğazlayarak ortadan kaldırmaktı.

Örneğin: Sokrates, eleştirel akılcı düşünme yordamını halka yaymaya kalkıştığı için halk tarafından öldürülmüştür.

Örneğin: Platon, düşüncelerinden dolayı köleleştirilmiş, köle çarşısında, köle olarak satılmıştır.

Göreceğiniz üzere İÖ 700'lerde, Yunan çarşılarında eleştirel akılcı düşünce kitapları değil, eleştirel akılcı düşüncelerinden dolayı köle edilen düşünürler, köle olarak alınıp satılıyordu. Parayı bastıran Yunanlı, çarşıdan bir Platon satın alıp onu ayak işlerinde kullanıyordu.

İÖ 700'den sonra, tarihe eleştirel akılcı Yunanlı düşünür olarak geçenlerin çoğu yazılı yapıt vermedikleri gibi, yazılı yapıt verenlerin yazıları da yüzyıllarca Yunan halkından özellikle gizlenmiş, çok sonraları ortaya çıkan bu yapıtlar da Yunan halkı arasında yayılmamış, yalnızca seçkinler arasında okunmuştur.

"Sofistlerin eski Yunanistan'da tüm halka açık felsefe dersleri verdikleri" savı da sofistçe uydurulmuş bir yalan-savdır. Eski Yunanistan'da, Sofist düşünürler ile sofist olmayan düşünürler arasında biricik ayrılık şudur: Sofist olmayan düşünürler, zenginlerin hepsine ders vermeyip, kendilerinden ders almak isteyen zenginler içerisinden sınavla öğrenci alır ve yalnızca birtakım erdem sınavlarından geçebilen zenginlere ders verirken; sofistler, ders vermek için zenginleri birtakım erdem sınavlarından geçirmeyi gerekli bulmuyor, istedikleri parayı bastıran her zengine (onları erdem sınavından geçirmeksizin) ders veriyorlardı. Sofistlerin de Sofist olmayanların da öğrencileri halk değil yalnızca bir avuç zengin kişi olmuştur. Sofistlerin öğrencileri de halk değil hep zenginlerdi... Eski Yunanda, Sofist olsun olmasın hiçbir düşünür, öğretilerini tüm Yunan halkına açmamış, açıklamamış, öğretmemiştir.

Sofist Zenon, kendi yazdıklarının çalındığını görünce, yazdıkları halka okunacak ve halk da yazdıklarından dolayı kendisini linç edecek diye büyük kaygı duymuştur (Platon). Kimi sofistler de halk tarafından dinsiz diye öldürülmüştür. Bütün bunlar, Eski Yunanistan'da felsefenin Sofistlerce halka yayıldığı savının bir yalan-sav olduğunu belgelemektedir.

Gerçek buyken, Bay A.M.C. Şengör, siz; "İki Yunanlı bir olup İÖ 700'lerde eleştirel akılcı düşünceyi icad ettiler ve Yunan halkı da bunların kitaplarını çarşılardan alıp okuyarak şıppadak ve topluca eleştirel akılcı bir topluma dönüştüler ve eleştirel akılcı düşüncenin bulunmadığı toplumlara da barbar dediler, işte Yunan mucizesi budur!" diye söylevler çekiyorsunuz. Bay A.M.C. Şengör, kuzum siz niçin Batılı Yunanofillerin en gülünç yalanlarını alıp, Türkiye'de gerçek diye yutturmaya çabalıyorsunuz?..

Yunan toplumu, Tales'in, Anaksimandros'un, Pisagor'un, Sokrates'in, Platon'un, Aristoteles'in düşünsel yazılarını çarşılardan alıp okurmuş ve Yunan halkı böylece İÖ 600'lerde, bir anda ve topluca akılcı eleştirel bilimsel düşünen bir toplum olup çıkıvermiş, ha!!!??? 

Atatürk'ün böylesi savlarla karşılaştığında verdiği yanıt şudur: Şaşarım akl-ı perüşanına!..

"Eleştirel akılcı düşünmeyi Yunanlılar icad etmese başkalarının kendiliklerinden bulamayacakları, yeryüzündeki hiçbir ulusun eleştirel akılcı düşünceyi Yunanlılardan öğrenmedikçe kendi başlarına keşfedemediği" savı bilimsel midir? 

Yunan mucizesi yalanı, yeryüzünde yaşayan insanların Yunan olmayanlarına karşı yöneltilmiş iğrenç bir ırkçı aşağılamadır.  İsrailoğullarının "Bizler Tanrı'nın seçip yeryüzündeki diğer ırklara üstün kıldığı bir ırkız!" inancı nasıl kişi soyunun geri kalanına yönelik utanmazca bir aşağılamaysa, batı kapitalist emperyalizminin uydurduğu "Mucizeler yaratan üstün ırk , Ari Helenler" yalanı da, insanlığın Ari ırkından Hellen soyundan olmayanlara karşı yöneltilmiş o denli utanmazca, ırkçı bir aşağılamadır. 

Bay A.M. Celal Şengör, Ari ırk Hellen soyu dışında kalan tüm insanlığa yönelttiğiniz bu tiksinç ırkçı aşağılamalardan dolayı sizi kınıyorum. Umarım, bundan böyle "Yunan mucizesi vardır!" diye bağırmadan önce, birazcık "eleştirel, akılcı, bilimsel" düşünürsünüz.



Cengiz ÖZAKINCI
Yeni Hayat, 56. Sayı, Haziran 1999



_______________