hint avrupa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hint avrupa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mayıs 2025 Pazar

Karlar - Karia

 

"Eğer Karialılar, Lelegler ve Pelasglar soydaşsa ve Lydialılar ile Mysialıların da atalarıysa, o zaman bunların kökeni Hint-Avrupa olamazdı."

SB - Turova ve Saka Türkleri 📕





KARLAR-LELEGLER

"Karlar Leleg adını taşıyordu... Eski Yunan yazarlarına göre Karialılar, Ege'nin yerli ulusudurlar. Karialılar kendilerine Anadolu'nun yerlileri sayarlar. Bazı bilginler Karlar'ı , Eski Tunç Çağı'nın ikinci yarısı içinde (İÖ 2300) Anadolu'ya gelmiş olan Luvi dil grubuna giren toplumun devamı olarak görürler. Ancak Karia yer adları ve dinleri bu halkın Luviler gibi Hint-Avrupa karakteri bir dil konuşmadıklarını belirtir."

Doç. Dr. Veli Sevin, "Anadolu'da Yunanlılar" , 1982

Anadolu Uygarlıkları. Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, Cilt 2.




"Gerek Karialılar, gerek Lelegler Anadolu kıyılarında yaşıyorlardı. Aralarında pek belirgin bir ayrım yoktur. Herodotos, Lelegleri, eski budunsal adı koruyan Karialıların bir kolu olarak görmektedir. Leleglerin, Karialılarca köleleştirilen ayrı bir halk olduğu ve ilk başlarda Samos ve Khios adalarında yaşadığı yolunda görüşler de vardı. Tarihsel dönemde, Lelegler artık bir anı olmaktan öteye geçemezken, Karialılar kendi adlarını taşıyan ülkenin Yunanlı olmayan sakinleri olarak herkesce bilinmekteydiler." (...) Karia'daki başlıca Yunan yerleşim merkezi, Herodotos'un doğum yeri olan Halikarnassos'du. Tarihçi Herodotos'un kendisinin de Karia'lıların soyundan gelmesi olasıydı, çünkü babasının adı Lykses, amcasının adıysa Panyasis'di; bunlar, Yunan adları değildir. Gerçi Yunan etkisine Lykia'lılardan daha açıktılar ama, Karia'lılar da kendi dillerini ve kültürlerini korudular.


George Thomson, Tarih Öncesi Ege / The Prehistoric Aegean


"The Carians and Leleges both belonged to the Anatolian seabord, and the distinction between them is somewhat indefinite. Herodotus regards the Leleges as a branch of the Carians that retained the old national name. Other views were that they were a distinct people reduced by the Carians to serfdorn, and that originally they had been confined to Samos and Chios. In historical times they were little more than a memory, whereas the Carians were universally familiar as the non-Greek inhabitans of the country that bore their name."


"Herodot bile bir Kar idi, Grek değil!"
"Karya'nın Yunanla hiçbir ilgisi yoktur."
Ark.Rh. Canan Küçükeren




Biri Selçuklu 11.-12.yy'dan, diğeri Karia kenti İasos'tan (Yasos, Yas-os, Yas/Yaz)
MÖ 6. yy "Avcı" betimlemesi.

* Antik dönem "Grek" eserlerinin kaçında tavşanlı-avcı betimlemesi görülmekte?
* Bu betimleme "Yunan" kültüründe devam etmiş midir?


TÜRKÇE OB/OBA/OVA = Kabile, bir aşirete mensup büyük bir aile, mahalle. Konak yeri ve burada konaklayan halk/aile. Beş-on evli köy.
Hangi Obadansın? = Hangi soydansın, kimlerdensin?

Sumer UB = Yaşam yeri, saha;
Asur UBADİNNU/UPATİNNU;
Hitit UBATİ = (anlamı) Arazi yardımı (olarak verilmiş);
Sözde Luvice UBADİD/UWA = UBA kökünden. (anlamı) Arazi ve kiracılar (olarak verilmiş);
Likya/Lukka, Karia UBA;
Sözde Frigce OWA/OİA/OUA = Köy;
Spartalılarda OBAİ/OBAE = Kabile, köy. Her boy on OBA'dan, her OBA otuz aileden oluşuyor.

Asurlarda, Hititlerde, sözdeLuvicede, Likyada, Kariada, sözdeFrigcede ve Spartalılarda geçen OBA Türkçe kökenlidir.

SB
kaynaklar 'Turova ve Saka Türkleri'nde




Place Names from Before Greek Period



Olcas Süleyman; 
"Hint-Avrupa dil ailesine dâhil edilmiş olan birçok dilin yapısı ve şekli tarihî olarak çok kısa süre içerisinde kökünden değişmiştir.
Hâlbuki Türk dilinde aynı zaman içerisinde hiç bir değişiklik olmamıştır."

2 Şubat 2025 Pazar

Yabancı Hastalığı


 "Yabancı Hastalığı";

Yunan'dan daha fazla "Yunan", Avrupalı'dan daha fazla "Avrupalı

_______________________________________________


Prof.Dr. Ahmet Ünal bir tespitte bulunuyor....


Ankara Üniversitesi'nde Güterbock'tan sonra Hititoloji'yi sürdüren hocam Hititolog Sedat Alp. Soldan sağa klasik arkeolog Ekrem Akurgal, Roma hukuku tarihçisi Kudret Ayiter ve Germenist Yaşar Önen'le birlikte Almanların boyunlarına taktıkları haçlı liyakat madalyalarını kutlarken. Ne kadar da mesut ve memnun görünüyorlar! Bu hocalar her nedense sanki marifetmiş gibi bu ucuz bronz nesnelerle aşırı derecede öğünürler, evlerine misafir ettikleri herkese gösterirler, öz geçmişlerine bile sokarlardı.

Öğündükleri konular ve hizmeteri neydi bilemiyorum ama madalyaların niçin verildiğini çok iyi biliyorum. Erol Manisalı'nın "içimizdeki Danimarkalılar" dediği insanlar bunlardı ve Atatürk Cumhuriyeti'nin sefasını olabildiğince sürdürdüler ve bizden sonra 'Nuh Tufanı'dır ilkesine göre davrandılar. Âdeta Türkiye bizden sorulur zihniyetiyle davrandılar, dostları yabancılara kazı ruhsatı verilmesine hep ön ayak oldular. Bu olayların Oryantalizm'in yöntemlerinden birisi olduğunu başka yerlerde fazlasıyla göreceğiz. Bu bir suçlama değil, tespittir; dileyeni tartışmaya çağırıyorum!

Prof.Dr. Ahmet Ünal / Hitit Dilbilgisi




15 Temmuz 2024 Pazartesi

Hitit İmparatorluğunda Dil

 


Hitit İmparatorluğunda Dil

Konuşulup yazılan dillerin sayısı ve çeşitliliği söz konusu olduğunda, Boğazkale-Hattuşa Tevrat'taki ünlü Babil kulesinden de kötüdür, keza bu metropolde en azından 8 adet dil yazılmış ve konuşulmuştur. Bunlar arasında Hititçe, çivi yazısı Luvicesi, resim yazısı Luvicesi, Palaca, Hattice, Hurrice, Sümerce ve Akadca en başta gelmekteydi. Belki bir de eski Mısır resim yazısı ile Girit ve kısmen Kıta Yunanistan'ında kullanılan Linear A ve Linear B yazıları da kullanılmakta, daha doğrusu tanınmakta idi

Yazıya geçirilmeyen eski Anadolu dillerinin ise neler olduğunu tespit etmek, olanak dışıdır; bunlar arasında en azından Kaşkaca, Arzawaca, Iştanuwaca, Hayaşaca ve Hurrice-Luvice karışımı bir dil olan Kizzuwatnaca'yı saymak gerekir.

Yukarda saydığımız yazıya geçmiş dillerden bazılarının neler olduğunu açıklama ve bunlar arasında en başta Hititçeyi ele almak gerekir. Hititçe, Hind-Avrupa dil ailesine mensup bir dildir. Ancak, yazıyla birlikte en başta Sümerce, Akadca ve Hurriceden ve en belirgin şekliyle Hattice olmak üzere birlikte yaşadığı yerli Anadolu dillerinden alınan çok fazla yabancı kelime yüzünden dil tamamen yabancılaşmıştır ve Hint-Avrupa kökenli sözcük dağarcığının sayısı çok azalmıştır.

Kısaca ifade etmek gerekirse, Hititçenin durumu, tıpkı Arapça ve Farsça kelimeler ile karmaşık terkiplerden oluşan Osmanlıca gibidir. Bundan dolayı nasıl ki iyi Arapça ve Türkçe bilen bir insan sathi de olsa Osmanlıcayı anlayabilirse, iyi Sümerce, Akadca ve Hind-Avrupa dillerden Grekçe ve Latince bilen bir insan, bir Hitit metninin içeriğini az çok anlayabilir. Zaten Hititçeyi çözmekle üne kavuşan B. Hrozny'nin yaptığı da bundan ibaretti. Kendisinden önceki araştırmacılar bunu başarmışlardı; örneğin Knudtson isimli bir bilgin, daha Boğazkale tabletleri bulunmadan önce Mısır'daki el Amarna' da bulunan iki adet Hititçe mektubu ana hatlarıyla tercüme edebilmişti.

Belirtmek gerekir ki, Osmanlıca tüm yabancılaşmalara rağmen nasıl özünde Türkçe kalabilmişse, aynı şekilde Hitit dilinin yapısı, yani grameri Hind-Avrupai kalmıştır. Diğer kültür dilleriyle kıyaslandığında, yüksek bir edebi seviyeye ulaştığı söylenemez. Askeri faaliyetlerin, dini ayinlerin anlatılmasında, birçok süslemeden, edebi ifadeden yoksun basit edebiyat türlerinin yazılmasında kullanılmış olmakla birlikte, hiçbir zaman Sümerce, Akadca ve Hurrice gibi yüksek bir edebiyat dili olamamış, hele Akadca gibi bir diplomasi dili hiç olamamıştır.

Dille ilgili yazılı belgeler, yani çivi yazılı tabletler en başta başkent Hattuşa olmak üzere, az miktarda Anadolu'nun diğer kentlerinde, Kuzey Suriye ve Mısır' da bulunmuş olup, en başta Ankara, İstanbul ve son zamanlarda Çorum olmak üzere yurtdışına kaçırılmış olanlar bugün dünyanın sayılı müzelerinde korunmaktadır. Tabletlerin toplam sayısı 30.000'i geçmekteyse de birçoğu kırık döküktür veya aynı tabletin kırılmış, kopmuş parçalarıdır, bunlar bir gün birbiriyle yapıştırıldığında (join) bu sayı tabiatıyla azalacaktır.


Prof.Dr. Ahmet Ünal / Hititler Devrinde Anadolu I 



Hint-Avrupalı Kavimlerin Anayurdu Tartışması - Hiç Bitmeyen Bir Senfoni

Prof.Dr.Ahmet Ünal

Hint-Avrupalı kavimler anavatanlarını terk etmeden önce yüksek bir kültür seviyesine ULAŞMAMIŞ olduklarından, anavatanları denilen ve nerede olduğu bir türlü anlaşılmayan topraklar üzerinde, mimari, seramik, sanat eserleri, mezar buluntuları ve yazılı kaynaklar vb. gibi elle tutulur maddi kalıntılar bırakmamışlardır. İşte bundan dolayı anavatanlarının lokalizasyonu bir türlü yapılamamaktadır. Tarihte her az bilinen konu gibi bu nokta da en başta milliyetçilik ve ırkçılık açısından spekülasyon ve suistimallere neden olmuştur ve hâlâ da olmaktadır.

19.yüzyılın sonlarından itibaren Avrupalı bilim adamları arasında Hint-Avrupalı kavimlerin anavatanı neresiydi konusu tartılmaya açıldığından beri, her nedense hep Orta Avrupa üzerinde durulmuş, Batı ve Güney Avrupa bakış açısının dışında bırakılmıştır. Avrupa'da, ataları Hint-Avrupalıların anavatanlarına sahip olabilmek pahasına alabildiğine bir yarış başlamıştı. (...) Koyu bir Alman milliyetçisi olan Kossinna Gustav ... onun 1902 yılında yayımladığı ^Die Indogermanische Frage archaologisch beantwortet^ başlıklı makalesi, hiç kuşkusuz uzun bir araştırmanın ürünüdür, ama ortaya koyduğu sonuç, tamamen ideolojiktir ve bilim açısından hiçbir değeri yoktur. Çünkü Kossinna, o zamana kadar anavatan tartışmalarında hiç dikkate alınmayan Kuzey Almanya ve Hollanda ovalarının Hint-Avrupalıların anavatanı olduğunu savunacak kadar kuzeye ve ileriye gitmiştir. Tekrar vurgulayalım, burada arkeolojik verilerden çok onun şovenizmi ve kullandığı bilim dışı linguistik kriterlerden hareket ediliyordu. Hiçbir gerekçe göstermeden ^bundseramik^ adı verilen kaba seramik türünün bu ovalarda çiftçilikle uğraşan Neolitik Devir Hint-Avrupalıların ürünü olduğunu söylemiştir.

Anavatanı Anadolu olarak kabul eden veya Hititler Anadolu'ya çok erken tarihlerde getirmek isteyen görüş sahiplerine göre, şimdiye kadar yerli Anadolu halkı Hattilere atfedilen Alacahöyük kral mezarlarında bulunan sanat değeri yüksek, derin ve köklü bir öbür dünya görüşünü yansıtan altın, gümüş, demir, tunç eserler, işte bu "öncü" Hitit prenseslerinin eseridir. Hiç de sağlam temellere oturmayan bu ÜTOPİK tezin amacı, çok değerli ve eşsiz Alacahöyük kral mezarları eserleri ile KURGAN ve MAİKOP kültürlerinin benzer değerdeki buluntularını, Hint-Avrupalı kavimlere mal etmektir ve ne yazık ki, GİZLİ ve SİNSİ bir İDEOLOJİNİN ürünüdür!

Defalarca vurguladığımız gibi ileri sürülen tezler ve yapılan kıyaslamalar inandırıcı olmaktan çok uzaktır. Örnek olarak kısa bir süre önce Irene Gambaşidze'nin bir konferansında, Güney Gürcistan'ın Meşeti Bölgesi'ndeki Borzomi Vadisi'nde bulunan ve MÖ 18-16. yüzyıllara tarihlendirilen sahte kubbeli mezar anıtlarını, Hitit kralı Şuppiluliuma'ya ait yine kubbeli olan ve su veya yeraltı kültüyle ilgili olduğu sanılan Boğazköy Güneykale'deki yapılarla mukayese etmesi gösterilebilir. Bu kıyaslama yapılırken aradaki 300-400 senelik zaman farkı göz ardı ediliyordu.

Önemle vurgulamak isterim ki, duyarlı ve konuyu bilen araştırmacılar, Kafkasya ve Doğu Anadolu'da en geç MÖ IV.binyıldan beri oralarda Hint-Avrupalıların değil, bugün olduğu gibi Kafkas kavimlerinin oturduklarını, bu kavimlerin arasında en azından Hurriler ve belki de Hattiler'in olduklarını kabul etmektedirler. Unutmamak lazımdır ki, linguistik kriterler ve maddi kültür verileri de bu tezi bütünüyle desteklemektedir.

Böyle Pan-Indogermanist ideolojik görüşlere bilerek veya bilmeyerek bazı Türk araştırmacıların da katıldıklarını üzülerek gözlemlediğimizi zaten söylemiştik; şimdi kısaca bunlara değinelim. Bu insanların arasında bulunan bir araştırmacı popüler bir "boyalı" dergide yayımlanan yazısında kazmakta olduğu Bafra Ovası'ndaki İkiztepe'nin arkeolojideki rolünü büyütebilmek ve orada bulunan Alacahöyük eserleri kadar olmasa bile yine de çok değerli Eski Tunç çağı madeni silah ve takıları, Hint-Avrupalılara peşkeş çekebilmek için "Hint-Avrupalıların İkiztepe'deki Ataları" başlığı altında şöyle yazmaktadır: ... 

Bu araştırmacı, hocası Renfrew'ya destek veren, Anadolu'nun yerli halkını Proto-Hint-Avrupalıların oluşturduğu, Hattilerin ise sonradan Anadolu'ya geldikleri görüşünü başka yerlerde de defalarca tekrar edip durmuştur. Ama biz bu görüşü asla ciddiye alamadığımızdan dolayı, burada kesinlikle daha fazla üzerinde durmak istemiyoruz; ama yeri geldiğinde başka bir yerde ayrıntılarıyla bu tezleri de tıpkı yıllarca bilim dünyasını boş yere uğraştıran Zalpa = İkiztepe tezini sildiğimiz gibi temizleyeceğiz.

Bir başka Türk mitoloji uzmanı araştırmacı da genel modaya uyarak Maikop kültürünü ve Alacahöyük kral mezarlarını Hint-Avrupalılara, daha doğrusu Hititlere mal etmek istemektedir. Bu yazara göre Alacahöyük standartları ve güneş kursları Maikop buluntularına benziyormuş. Maikop kültürü ise zaten Hint-Avrupa asıllı olduğundan, onlar da aynı kökendenmiş...!

Prof.Dr. Ahmet Ünal, "Hititler Devrinde Anadolu"


*

NOT:

Ahmet Ünal kitabında ismini vermese de biz kim olduğunu bilelim !

Çünkü her sakallı "dede" değildir. Bir unvana sahip olması "ona saygı gösterilmeli" anlamına da gelmez! İkiztepe Höyüğü'nü kazan kişi Önder Bilgi'dir... ve "Hattilerin göçmen, Hititlerin ise Yerli" olduğunu iddia etmiştir. Oysa Ahmet Ünal'ın da dediği gibi Anadolu'yu Hint-Avrupacıcılara "peşkeş" çekmektedir!...(Önder Bilgi, link) Ayrıca Aktüel-Arkeoloji dergisinin 64.sayısında da Önder Bilgi'nin "Hint-Avrupalıları Anadolu'nun yerlisi" olarak gösteren bir makalesi yayınlanmıştır!

İkiztepe ile Kırım Kimmerlerini kıyaslayalım
Tengri Tamgalı Kimmer Türk Taşbabası





Bazılarının bize Pan-Turancı, Pan-Türkçü diyerek aşağıladığını sananlar, asıl karşı tarafın, yani Pan-İranist ve Pan-Hint-Avrupacıcıların neler yaptığını, neler yaptırdığını görsün!.. Kavgamız işte bu kendilerine "biliminsanı" diyenlere, Hint-Avrupacı-Renfrewcu sahtekarlara karşıdır. Bunu Prof. Dr. Semih Güneri de söyler ve "Türk-Altay Kuramı" kitabını Hint-Avrupacıcılara karşıt yazmıştır. Ayrıca, Çatalhöyük kazı başkanlığı oldu bitti ile Sayın Çiler Çilingiroğlu'ndan alınarak A.Türkcan'a verilmiştir ki Türkcan'ın da "Hint-Avrupacı-Renfrewcu"  (YT-dk 1.17.38) olduğunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız !..


SB

Anadolu Hint-Avrupalıların anavatanı değildir !

Hattiler Yerli , Hititler işgalcidir.

31 Ocak 2022 Pazartesi

Linear A Grekçe Değildir

 


Linear A Grekçe/Hellence olmadığı gibi Hint-Avrupa da değildir.


Linear-A (MÖ 18.yy) Hellence değil de, Anadolu dilleriyle aynı ise ki Hititler (siyasi hayatı MÖ 17.yy'da başlar) henüz yoktur, Pelasgların dili olabilir. Çünkü Ege'nin her iki tarafında yerli konumundadırlar. Demek ki Pelasgların yazısı vardı (Ayrıca bnz. Lemnos Yazıtı). Bu aynı zamanda Etrüsklerin de Pelasglar olması ve yazıyı da götürdüklerini gösterir. Yani Etrüskler abeceyi Greklerden almamış, kendi abecelerini geliştirmişlerdir.

Makedonyalı Kral Philip ve oğlu İskender olmasaydı "Hellen Uygarlığı"nı bırak "bir bütün Grek ulusu" olmayacaktı, onun krallığı altında birleştiler. 2000 yıl sonra da Osmanlı'yı parçalamak için "Hellen" aşıkları türedi ve tekrar başkaları tarafından "Hellenes" olma yolları döşendi... Oysa her iki dönemde de - İskender öncesi Persler (ordusunda Türk boyları var) dönemi ile Osmanlı döneminde - "Grekler"e hiçbir şekilde kültürel, dilsel, geleneksek baskı uygulanmamış ve serbest bırakılmışlardı. Yani "Hellen mucizesi" hiçbir zaman kendileri tarafından doğurulmamıştı.

SB

Soru: 
Firudin Ağasıoğlu'nun "Tanrı Elçisi İbrahim" kitabında geçen ve  İbrahim'in atalarından gösterilen PELEG ve ARGU adları, Grek kaynaklarına PELASG ve ARGOS olarak geçmiş olma ihtimali nedir?...



"Çift Ağızlı Balta" gerçekte "Yüce Tanrı"nın sembolüdür.
Nasıl mı?

(Bu karşılaştırma Hatti-Turan'a aittir)

Linear A (solda) , Girit hiyeroglif (ortada) ile Göktürk abecesi AG < Sumerlerde A : Yüce Tanrı 'AN'ın sembolü



Verilere göre, Zeus'a atfedilen "Çift Taraflı Balta" ne demek?..
Gerçekte, Yüce Tanrı anlamında olan tamga, çift taraflı balta betimlemesine dönüşmüş...

Tutturmuşlar "Çift taraflı/ağızlı balta" da "balta" diye... ;)
SB






Prof.Dr. Halil Demircioğlu'nun makalesinden









Peki Linear B?
Yazıtlarda Grekçe olmayan sözcükler var...




ilgili:




20 Şubat 2021 Cumartesi

Minos - Hatti İlişkisi

 


Görsel 1- Knossos - MÖ 1450-1400 / MİNOS - GİRİT

Görsel 2- Hüseyindede Vazosu - MÖ 16.yy / HATTİ - ÇORUM


"MÖ 16. yüzyıl sanatının gelişmiş bir örneğini temsil eden Hüseyindede Vazosu’nda, Orta Anadolu HATTİ GELENEĞİNİ SÜRDÜREN, içerisinde birçok mahalli festivali barındıran ilkbahar ya da tarım yılının başlangıcındaki önemli bayramlardan birinde gerçekleştirilen törenler anlatılmış olmalıdır." (aktüelarkeoloji)


* MİNOS = Ne Hint-Avrupalı, ne de Grek, Linear A hala çözülemedi! (Türkçe içinde aramadıkları için, hatta H-A sınıfına dahil ettikleri Luvicede ararlar ! Oysa Minoslular H-A değildir!) 

[non-indoeuropean Minoans]




* HATTİ = Ne Hint-Avrupalı, ne de Semitik (tabii ki ne de 'Grek') 

[non-indoeuropean Hattians. Even the sun disc, which they named "Hittite sun disc", is not Hittite, but Hattian. Because Alacahöyük kurgans belongs to the Hattians, and at the time 2500 BC there was no Hittite in Asia Minor,i.e. Türkiye.)




Bu spor/eğlence betinlemenin aynısı Mısır'da, Hiksosların (İke-Sus) başkenti Avaris'teki Tell-el-Dab Tapınağı'nda da var. Bazılarına göre Hiksos, bazılarına göre ise Thutmose 18.Hanedanlık döneminde 'Giritli' sanatçılar tarafından yapılmış.


Semra Bayraktar




25 Temmuz 2020 Cumartesi

Kaşka ve Muşki


* Hitit Devleti ve komşuları - MÖ 16.yy
Kaşkalar Doğu Karadeniz bölgesinde

* Hititler ve komşuları - MÖ 13.yy
Kaşkalar Batı Karadeniz ve Orta Anadolu'ya kadar uzanmış
Bu arada Marmara'nın güneyinde Masalara dikkat

* Hitit sonrası Anadolu - MÖ 12.yy - 8/7.yy
Kaşkalar Orta Karadeniz'de iken Masaların bölgesinde Muska Phrygia, yani Muşkiler
Frig mi? O sadece Grek kaynaklarında ve ancak 8.yy sonrasında görülür ki Asur kaynaklarında Frig yoktur. Ayrıca Frig dedikleri birçok sanat eseri İskit-Türklerinin sanat eserleriyle birebir benzerlik gösterir.
Ayrıca Taballar, H.Zübeyr Koşay'a göre Baskların atası ve Türklerle akraba.

[Dr.Phil. Hâmit Zubeyr Koşay, "Dil Mukayeselerine Göre Basklarla Türklerin Temasları, Göç Yolları ve Zamanı Hakkında",
Belleten Cilt XXI, Sayı 84, Türk Tarih Kurumu, 1.Baskı Ekim 1957 (2.Baskı 1995)
Dr.Ph. Hâmit Zübeyr Koşay, "Bask Dili ile Türkçe Arasındaki Münasebetlere Dair Yeni Deliller",
Belleten Cilt XXIII Sayı 92, Türk Tarih Kurumu, Ekim 1959]

* Kaşkalarla Muşkiler çözümlenmeden ne (sözde) Frig'ten bahsedilir, ne de (sözde) Hint-Avrupa dilinden.
Anadolu'nun yerlisi (Hint-Avrupalı olmayan) Hattileri de unutmayalım!

Semra Bayraktar






* Hittites and its neighbors - 16th century BC
Kaskians (Gasga/Kaška) in the Eastern Black Sea region

* Hittites and their neighbors - 13th century BC
Kaskians extended to the Western Black Sea and Central Anatolia,
meanwhile, attention to the Masa in the south of Marmara

* Anatolia after the Hittite collaps - 12th century BC - 8 / 7th century
Moschian-Phrygia. Actually only Moschians
Phrygian? Only in Greek sources, and also after the 8th century, Assyrian sources never used the word Phrygia.
And also the art of the Phrygians are one-to-one resemblance with the Scythian-Turks.
According to H.Zübeyr Koşay, Tabals are the ancestor of the Basques (Euskara) and relative with the Turks.

* We can not talk about the (supposedly) Phrygians nor the (supposedly) Indo-European language in Asia Minor, before solving Kaşkians and Moschians, which are both non-Indo-European tribes.
Let's not forget also the non-Indo-European Hattians, the indigenous of Asia Minor (Türkiye), before Hittites.

SB








22 Ekim 2019 Salı

Alan Türkleri






ALAN TÜRKLERİ

- Alan Türkleri MS 1.yy'dan MS 4.yy'a kadar Kuzey Kafkaslar'da hüküm süren kabileler federasyonudur. Alan terimine antik dönem yazılarında ilk defa 1.yy'da rastlanır. MS 72-135 yıllarında Kafkasya Albanya'sında (Azerbaycan), İberya (Kafkas), Ermenistan, Mediya ve Küçük Asya (Türkiye)'ya yaptıkları tahrip edici akınları dönemin yazarları tarafından kaydedilmiştir.

- Bir kısmı 375'de Hunlarla birlikte batıya geçerken, bir kısmı da merkez ve batı Kafkasya'nın dağlık bölgelerine çekilir.

- Hunlarla Avrupa'ya gelenlerin bir kısmı Fransa, İspanya ve Cebelitarık Boğazı'ndan Fas, Cezayir ve Tunus'a gelirler.

- Katalonya adını Alanlar'dan alır.

- Ayrıca Roma ve Pers ordularında da hizmet etmişlerdir. Mısır piskoposu Synesius (MS 4.yy) " Bize göre yabancı bir tarzda eğitilmiş, kendi geleneklerine göre yaşayan, bize karşı düşmanca planlar tasarlayan genç savaşçı müfrezelerinden korkmamak mümkün değil. Bu beyaz tenli, saçları birbirine karışmış barbarların bir kısmının hizmetli olarak görev yapması, bir kısmının ise lider kadrosu olarak siyasi hayatta yer alması şaşırtıcıdır" der.

- Alanlar ve Asların Türk oldukları ve Türk dilli olduklarını mevcut veriler ortaya koymaktadır.

özetle:
Kazi T.Laypanov - İsmail M.Miziyev
Türk Halkların Kökeni
Selenge Yayınları

* Görsel: Alan komutanına ait bir anıt mezar. 11.yy
Alanlar Kafkaslardan Portekiz'e adı 'Alaunt' olan bir köpek türü götürmüştü. Bu köpek Alenquer kentinin, ki adını Alanlardan alır, sembolüdür. Alanların torunları Karaçay-Balkar Türkleri de tazı türü ile ünlüydü, görseldeki köpek de tazı olmalı. 
* Bazı 'Hint-Avrupa dil' yazarları Alan ve Asların Türk olmadığını öne sürer, bunu da İskit/Sakaların 'Hint-Avrupalı' 'İrani' olmasına bağlar. Ne acıdır ki  tamamiyle çökmüş olan 'Hint-Avrupa' ya da 'Aryan' terimini hala kullanmaktadırlar. Bu gibi 'yazar', 'tarihçi' ya da 'akademisyen'in kimin cebinde yaşadığını araştırmak gerek! Olcas Süleymanov buna güzel bir cevap vermektedir.


Olcas Süleymanov "Aziya" (s.202--211)

Süleymanov: 
"Hint-Avrupa dil ailesine dahil edilmiş olan birçok dilin yapısı ve şekli tarihi olarak çok kısa süre içerisinde kökünden değişmiştir. Halbuki Türk dilinde aynı zaman içerisinde hiç bir değişiklik olmamıştır.

Süleymanov:
" 20.yüzyılda sahte bir ailede toplanmış Avrupa dillerinin birbirinden kesin olarak ayrıldığını gören alimler kelimelerin zamanla değişerek yok olacağı hakkındaki teoriyi bütün dil grupları için geçerli saydılar, bir grup kelime bütün dillerde aynıydı. Bunu kök Hint-Avrupa dilinin kalıntısı olarak ilan ederek, değişmeye nisbeten daha az maruz kalan esas dil tabakası hakkında sonuç çıkardılar. Uygun düşmeyen kelimeler ise dilin bünyesinde kesinlik ölüme mahkum olan kelimeleri sırasına konuldu. Pekiyi Hint-Avrupa dillerinde ortak olan, yani akrabalığı ispatlayan yapılar nelerdir?

1. Üçten beşe kadar (beşli sistem mevcut olduğunda) veya dokuza kadar (onlu sistem uygulandığı devirlerde) olan sayılar 'bir' sayısı nisbeten az dayanıklıdır, çünkü Hint-Avrupa dillerinde bir sayısının adları çeşitlidir.
2. 1. ve 2. şahıs zamirleri. Niçin sadece 1. ve 2. şahıs zamirleri? Çünkü Hint-Avrupa dillerinde 3.şahıs zamirleri birbirine uygun gelmiyor.
3. Bazı akrabalık terimleri.
4. Bazı beden uzuvlarının adları (Hint-Avrupa dillerinde sadece 'ayak'ın adı umumidir).

Çıkan sonuç şu: Görünüşte birbirine benzemeyen dillerin mukayesesi yapıldığında bu leksik grupların yakınlığını ortaya koymak, bu dillerin genetik akrabalığını ispatlamak için yeterlidir. Hint-Avrupa dil ailesi için ilk devirlerde böyle basit bir şema ortaya çıkarıldı; bu öyle bir devirdi ki Sanskritçe ve Yunanca sayı isimleri, şahıs zamirleri ve terimlerin akrabalığı Avrupalı alimlerin gözlerini kamaştırarak akıllarını başlarından almıştı. O zamanlar sadece bir seçenek vardı: Ya genetik akrabalık ya da hiç! Oysa canlı dil tarihinde akrabalığın bir çok çeşidi vardı. Ne var ki dilciler bunları ne gördüler ne de anlattılar. Çünkü bu durumda Hint-Avrupa dil ailesi birkaç gruba bölünürdü. 

Şu şekilde bir soru akla gelebilir: Belki sayı isimleri, şahıs zamirleri ve akrabalık terimleri hiç de Eski Hint-Avrupa dillerinin kalıntısı değildir; herhangi bir dilin, diyelim Farsça'nın en geniş olarak yayıldığı bir devirde (diyelim ki MÖ 1.binde Ahamenişler zamanında Fars hakimiyetinin batıda Yunanistan ve Mısır'a, doğuda Hindistan ve Çin'e kadar yayıldığı bir devirde) yayılıp benimsenmiştir.

Bu soru Hint-Avrupa dilcilerin de daha önce akıllarına geldiği için bir hüküm yürüttüler: Esas lugat terkibinin kelimeleri dışında alınmaz; bütün dillerde akraba olan sayılari bir çift şahıs zamiri ve terimler bu dillerle birlikte doğmuşlardır, sadece o dile mensupturlar. Bunlar başka hiç bir dile verilmez ve hiçbir dilden de alınmazlar. Eğer bu hükmün sahipleri zahmet edip hiç olmazsa Türkçe ve Hint-Avrupa dillerini karşılatırsalardı, bu hüküm kolayca çürütülürdü. Bu karşılaştırma, dilcilerin bu katı kuralından haberi olmayan dili oluşturan halkların kelimeleri her zaman birbirlerine verip aldıklarını gösterirdi.

Bu durum gramer için de böyledir. Mesela Türk dilinde birinci onluktaki sayılar Hint-Avrupa dillerinin sayı adlarına uygun gelir. Hint-Avrupa dillerindeki bazı birleşik sayılar Türkçeden alınmıştır. Latince çekim sistemi sadece Türkçe çekim sistemi ile izah olunabilir. Hint-Avrupa dillerinin akrabalığına esas delil olarak gösterilen 1.şahıs zamirinin yalın ve diğer hallerindeki değişik çekimleri Türk ve Fin-Ogur dilleri ile karşılaştırılarak açığa çıkarılabilir (ben-menya, mne ve men- meni, menge).

Türk materyalini dikkate almadan, bu cümleden olarak 'ter' -Türk çokluk sayı sisteminin menşeini araştırmadan (bu şekil söze saygı, ihtiram manası veren ek olarak kullanılırdı) mother, father, sister, brother gibi akrabalık terimlerinin menşei hakkında kesin fikir söylemek mümkün değildir.

'Hint-Avrupa dilleri' tezi hiç tartışılmadan teori haline getirilmiştir. Bu teori Johns'un ilk iddiası olarak doğmuş ve sonraki yüzyılda hiç bir zaman kendi kılıfından çıkamamıştır. Bu teorinin gelişip değişmemesi onun yeterinde olgun bir teori olmadığını isbat eder. 'Hint-Avrupa dilleri' terimi dilcilik kitaplarında nazari olarak değil de, muhteva bakımından enine büyümektedir."

Süleymanov N.Marr'dan aktarıyor: 
"Hint-Avrupa dilcileri kendi sahalarında çok derine indiler, şimdi bu yoldan dönmek isteseler bile şimdiye kadarki iddialarını yerle bir etmeden bunu başaramazlar. Kendi dil sistemlerinin derinliğine nüfuz etmeyi başaramamış olan Türkologlar ise bu sistemin karşısında sfenks önünde durur gibi dikilip kalmışlardır."

Süleymanov: 

"Çılgın Marr'ın söylediklerinden yıllar sonra da durum değişmemiştir. Eğer Türk diline gerekli dikkat gösterilseydi, o zaman dilcilik ve tarihin bir çok gerçek dışı efsanesi yerini hakikate bırakırdı. Belki de o zaman beşeri bilimler müsbet bilimlere yaklamış olurdu. Ne var ki, Hint-Avrupacılar Türk şivelerini, Hint-Avrupa imparatorluğunun ücrada duran şiveleri olarak kabul ettikçe, Türkologlar da dayı yardımı almadan şalvarlarını bellerine tutmayı beceremedikçe ve muhterem üstatların tahkir edici 'hakikatlerini' papağan gibi tekrarladıkça, biz kendi evimizde gözü bağlı dolaşmaya ve başımızı oraya buraya çarpmaya devam edeceğiz."


 SB




PROBLEMS of the HISTORY and LANGUAGE
Collection of articles on problems of lingohistory, revival and development of the Tatar nation
Kazan, 1995
Önceki paylaşım: Alanlar


16 Şubat 2018 Cuma

Turkish is the first language on Earth




Katip Çelebi'ye göre, "Tarih, ilimlerin zirvelerinde en yüksek bir tepeye benzer." Fakat, hakiki araştırmacı tarihçilerin dışında, tarihi bir kütüphane araştırması olarak görenler onu gayri-ilmi sayabilirler ve diğer aynı tip tarihçilerin yaptığı gibi derlemeler yaparak kitaplarını yazarlar. Eserlerine tamamen hayali bazı yorumlarla ve ön yargılarla başlayan bu derlemeciler için tarih, kendi şahsi veya milli egolarını tatmin etmek için kullanılan bir vasıta ve de bir propaganda malzemesidir.

Antik Türk tarihi ile ilgili çalışmalar, yakın zamanlarda dünya Türkologlarının sayısındaki bariz enflasyona rağmen, hemen hemen mutlak bir hareketsizliğe gömülmüştür. Ben bu uyuyan devi harekete geçirmeye karar verdiğimde, mantık ve ispat unsurlarının geçerli olduğu müspet ilimlerdeki eğitimime güveniyordum. Diğer bir avantajım da, Allaha şükür, profesyonel bir tarihçi olmamamdı. böylece de tarih mevzuunda meslektaşlarımın profesyonel alanlarına tecavüz etmekte herhangi bir korku veya çekingenlik duymadım.

Türkçe-konuşan milletler veya halklarla ilgili tarihi eserler az, çok sathi ve bariz şekilde münazaalı, bilim ve mantık süzgeçlerinden geçmemiş ve de ekseriya tamamıyla tarafgirdir. Mesela, Hun kralı Attila'nın idaresinde aniden büyük bir politik güç ve faaliyetle ortaya çıkıp Avrupa'ya hakim olması ve zamanın en büyük gücü olan Roma'ya meydan okumasının, tarihin normal akışına ve devamlılık ülkesine tamamen aykırı bir manzara arzetmekte olduğu gözden kaçmıştır. bu olay gerekli tarihi destek ve hazırlıktan tamamen yoksundu. Mantığım, Hunların ta Moğolistan'dan çıkıp, birçok dağ silsilerini ve büyük ırmakları aşıp, bu arada Orta Asya'nın İndo-İrani hatta Hint-Avrupalı kabul edilen bir sürü yabancı kavimlerini bertaraf ederek üç bin millik bir yolu katedip, geldikleri ve yendikleri bu Saka ve İskit kavimlerini ikame ettiklerine dair ortaya atılan tezi kabul edemiyordu.

Yine mantık şunu emrediyordu ki bütün bu Hun olayının, bizzat yerinde, Rus bozkırlarının kendi içinde, ve bu bozkırların kendi yerli halkları tarafından yaratılmış olması gerekiyordu. Yani, Hunlar İskitlerin yerine geçmediler, onların kendileri bizzat İskitler'di.

Keza son 1600 yıl içinde diğer Türk devletlerinin Avrasya'da, Orta Asya'da, Hindistan'da, İran'da ve Anadolu'da büyük güçler halinde, önceden hazırlıksız olarak çıkışlarında da tarihi bir anormallik göze çarpar. Tarihçilerin 'göçebe' (nomad) teorisine göre bütün Türk devletleri ve imparatolukları daima 'geçici' kuruluşlardı. 

Türkler memleketlerinde daima 'yabancı' idiler. Orta Asya'ya ancak 8.yüzyıldan sonra, Anadolu'ya da 900 yıl önce, 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra gelmişlerdir. Diğer bütün milletler antik çağlarda, Avrupa'da almanlar, Anglo-Saksonlar, Vikingler, Galyalılar, Latinler, İspnayollar, Slavlar, Yunanlılar ; Asya'da Hintliler ve Çinliler; Orta Doğu'da Farslar, Gürcüler, Araplar, İbraniler, Mısırlılar hep kendi coğrafyaları içinde veya yakınında yaşamışlardır. Sadece Türkler bu kuralın dışında kalmışlar, yalnız onlar bu hususta bir 'anomali' göstermemişlerdir.

Birinciye bağlı zannettiğim ikinci bir tarihi 'anomali' de 'kayıp diller' olgusudur ki bu 'tarihte devamlılık' açısından kabul edilemez. Sanskritçe, Grekçe, Latince, Anglo-Cermen dilleri, Farsça, Arapça, İbranice, Türkçe gibi büyük diller, ve hatta Arnavutça, Gürcüce ve Ermenice gibi küçük diller, makul bir devamlılık gösterirler. Hepsi eski dil karakterlerini ve ana yapılarını korumuşlar, ancak kelime hazineleri değişikliğe uğramış, dost veya düşman birçok milletlerden aldıkları kelimelerle dillerinde bazı değişiklikler olmuştur.

Eski çağın kayıp dillerinin sahiplerinden olan Sumerliler, Elamlılar, Medler, İskitler, Hititler (Hattiler), Frigler, Lydialılar, Truvalılar, Etrüskler, Partlar ve Aramiler dünya uygarlığının keşfi ve yaradılışında rol oynamışlar, sanat ve kültürde yaptıkları atılımlarla eski yunan rönesansının temellerini atmışlar ve dolayısıyla da bugünkü modern uygarlıklarımızın oluşumunu sağlamışlardır.

Bu eski milletlerin dilleri coğrafyacı Strabon zamanında hala yaşıyorlardı. Öyleyse niçin bu büyük milletlerin dilleri kayboluyor da bugün yaşayan küçük milletlerin bile dilleri kaybolmuyor, ki bu küçük milletler daima o eski büyük milletlerin idareleri altında yaşamışlar, her türlü esarete ve imhaya maruz kalmışlardır.

Öte yandan, mesela koca bir Sumer devleti ve milleti ve dili yok oluyordu ki bu dil, İbrani Tevrat yazarının ifadesi ide 'bütün dünyanın konuştuğu dil idi'. Böylece, mantık yine gösteriyor ki, eğer normal tarihi gelişme ve devamlılık korunacaksa bu eski ve antik dillerin asla kaybolmamaları gerekiyordu.

Eğer bizzat tarihin kendisini düzeltmek istiyorsak, yukarıda birbirine bağlı olduğunu söylediğimiz iki anaomali'nin yok edilmesi, tarih kitaplarından silinmesi gerekiyordu. Burada çalışma alanımız olan 'kayıp diller' genellikle Sami veya Hint-Avrupa dilleri dışında kalan aglutinatif (bitişgen) bir dil grubunu oluşturuyorlardı. Bu şartlara uyan birçok kayıp diller arasında olan ve muhtelif yazarlarca - sanki Asya kıtasında tek bir dil grubu varmış gibi - 'Asyanil' tabiriyle anılan, Sumerce, Elamca, Etrüskçe, Urartuca ve Hurrice gibi denilen Ural-Altay dilleri grubuna bağlanması gerekmekteydi, ki bu grubun Avrasya'daki büyük yegane temsilcisi Türkçe'dir. Böylece iki anomalinin tarih kitaplarından çıkarılması için, bu kayıp dillerin herhangi bir şekilde veya diyalekte Türkçe ile akrabalılıklarının ispatı gerekmekteydi. (...)

'Kayıp dillerin' çözümü ile Türkçe-konuşan eski halkların tarihini ortaya döken ilerideki bölümler gösterecektir ki, hiç değilse kayıtlı 5000 yıllık tarih dönemi başlangıcında Proto-Türkler'in ana vatan'ı Anadolu-Transkafkasya-Mezopotamya üçgeni içinde kalan bölgeydi. Kültürel ipuçları ise bu ana vatanın MÖ 7000 yılında bizzat Anadolu olduğunu göstermektedir. Bu deliller, tabidir ki, aynı zamanlarda Avrupa ve Asya'nın diğer bölgelerinde de Türkçe konuşan halkların bulunmadığını göstermez. Fakat, şunu da biliyoruz ki, eski uygarlık batıdan doğuya doğru hareket etmiş ve mesela Sumer uygarlığının emareleri Çin'e (Şang uygarlığı) bin küsür yıl sonra ulaşmıştır. (...)

Türkler bundan 8300 yıl öncesinde Anadolu'da yaşadığına göre ve de o çağda Orta Asya'nın durumunu bilmediğimize göre, bilimsel olarak bütün Türklerin Orta Anadolu kökenli olduklarını söyleyebiliriz. Akdeniz kültürü de sadece Greklerin, Romalıların değil, geniş çapta bu eski Anadolu Türklerinin yarattığını düşünürsek artık ırkçılık ve aşağılık komplekslerine takılmadan kendimizi saf ve yerli Anadolu sayabiliriz.

Diğer tarafta, Balkanlar'da, Kafkaslar'da, Rusya'da, Asya'da, Moğolistan'da ne zaman yerleştikleri bilinmeyen sayısız soydaş milletler Becenler, Gagauzlar, Azeriler, Kırımlılar, Türkmenler, Uygurlar, Kırgızlar, Özbekler, Kazaklar, Yakutlar da kendi coğrafyaları içinde kökleşmişlerdir. Doğu'ya doğru gidildiği oranda da , Asya'nın en kalabalık milleti olan ve uzun zamanlar Türk hakimiyeti altında yaşamış olan Çin ırkının tesiriyle hafif Mongoloid tiplerinin Türk ırkına karışmasını, yani Tatarlaşmamızı, doğal karşılamak gerekir. Yoksa, bazı tarihçilerin Kırgızlar için "Siz Kırgızlar eskiden Avrupalı (yani beyaz, Kafkas tipi) bir ırktınız, Doğu'da Türklerle karışarak Asyalı (Mongoloid) bir ırk oldunuz! kabilinde söylediği yalanlar bilimsellik sayılamaz. Gerçek şu ki, Türkler, Avrasya coğrafyasında yerleşmiş olmakla ve de biraz Tatarlaşma bahasına, bizzat Avrupalıların Tatarlaşmasını önlemişlerdir. Ona rağmen, bugün Kuzey Slavlar'da, Ruslar ve Polonyalılar arasında rastlanan Mongoloid simalar Anadolu Türk halkında olanlardan daha fazladır. Ne yazık ki Batılılar uzun zamandır Türklere bu Mongoloid damgasını vurmakta birbirleriyle yarışmışlardır.

Burada, Anadolu Türklerinin dışında kalan Türklere yanlış olarak verilen 'Türki' tabiri üzerinde durmak gerekir. 11.yüzyıl büyük dil bilgini Mahmut Kaşgari bizzat kendi Orta Asya dilini ve milletini 'Türkçe' ve 'Türk' adıyla belirtmiş, bizimkini ise 'Oğuz' ve 'Oğuzca' olarak tasvir etmiştir. Fakat, Kaşgari bütün Türk ulusları söz konusu olduğu zaman genel anlamda 'Türk' tabirini kullanmıştır.


Selahi Diker
(scribd veya pdf)




TEN THOUSAND YEARS OF THE TURKS AND THE WHOLE EARTH WAS OF ONE LANGUAGE


Decipherment of Lost Languages Including Etruscan, Scythian, Phrygian, Lycian, Hittite, Hurrian, Urartian, Sumerian, Archaemenid Aramaic & Elamite, Parthian...

Against the observation of Prof. W. F. Albright, “Archaeology proves the correctness of the old philosophical adage, ‘natura non facit saltum’; there is a continuity in all the apparent discontinuity of history,” an obvious artificial anomaly stands apart in history books created by the so-called ‘lost languages.’ There is a reasonable continuity in major languages such as Sanskrit, Greek, Latin, Germanic languages, Persian, Arabic, Turkish, as well in such minor languages as Albanian, Georgian and Armenian. Lost languages of significance were those of the Sumerians, Elamites, Medes, Scythians, Hittites ( Hattians), Phrygians, Lydians, Trojans, Etruscans and Arameans, great nations of their times, some creating the civilization itself and some making contributions to the arts and cultures that established the foundations of the Greek Renaissance, and through it, made possible our present civilizations. Languages of many of these nations still lived in Strabo’s age. Why then, their languages should be lost while those of the minor nations lived. How could a great nation such as the Sumerians be lost who, in the words of the chronicler, spoke ‘the language of the whole earth?’ ( Gen 11.1-2: “AND THE WHOLE EARTH WAS OF ONE LANGUAGE”). Sir Henry Creswicke Rawlinson who became known as “The first successful decipherer of the cuneiform writings”, at first had considered the Sumerian a Turanian language. In any case, logic will rule that these ancient languages could not possibly die out if normal historical process and continuity had to be preserved.

According to scholars, ‘lost languages’ in question were generally non-Semitic, non-Indo-European, and also agglutinative. Languages meeting these conditions, such as Sumerian, Elamite, Etruscan, Urartian (the language of Urartu), and Hurrian, branded vaguely ‘Asian’ must be related to the Ural Altaic group of which Turkish is the only major language spoken today in Eurasia. Thus, the elimination of this anomaly from the history books depended on the proof that these languages were akin to Turkish in some form or dialect. Based on this logical point, the book solves the secrets of the lost languages, and a global distribution and development of the Turkish languages during the last five thousand years has been established.

It may be shown that the culture of 6300 B.C. Anatolia discovered at Çatalhöyük by Archaeologist James Mellaart is Turkish. The Anatolian Mother Goddess represented by two leopards (back cover of the book – above picture on the left; photo by Mrs. Mellaart) found by Prof. Mellaart was also known 6000 years later to the Etruscans (front cover – picture on the right; photo by Editions d’art Albert Skira) who have been shown in this book to have spoken a Turkish dialect.

Other lost languages including Sumerian, Scythian, Phrygian, Trojan, Lycian, Hittite (Hattian), Hurrian, Urartian, Pelasgian (Oghur Turkish, the ancestor of the Hungarian – Finnish, Chuvash and perhaps the ancient Cimmerian language), Achaemenid Aramaic (official language of the Achaemenid Persians, translated partly by R. A. Bowman), Elamite (also an official language of the Persians, phonology and morphology of which is well investigated by Herbert H. Paper), Median, Parthian (the language of the super power of the East that challenged the Roman Empire), and several languages of Central Asia including that of Sakas (Yueh-Chih), Sogdians (considered by Richard N. Frye and others as Iranian), White Huns (Hephtalites) have been deciphered in this book through translations of existing texts, using normally accepted phonetics of the Aramaic-Phoenician alphabet or applying a modified ‘filtered’ cuneiform reading in which according to Hincks (transmitted by Sumerologist Samuel Noah Kramer) ‘one and the same cuneiform sign could stand for more than one sound or value’, and / or through translation of local geographical names and of personal names of kings and nobles. All these languages are thus proved to be basically Turkish. It has also been established that Turkish-speaking peoples had important roles in the founding of the ancient Chinese civilization as well as Egyptian civilization.

Again, in this long period, Turkish languages have not changed very much in their basic structures. Even the border-line languages such as the Hungarian language and the Finnish language which have apparently borrowed large amounts of foreign words from neighbouring nations to swell their vocabulary, have preserved the character, the structure and the grammar, all undoubtedly Turkish, of their basic languages.

Through re-translation of part of 8th century Gokturk (Göktürk) inscriptions a contemporary Turkish Buddhist Kingdom on the Silk Road has been discovered, a kingdom that may go back at least to the beginning of the first century.

It has been further shown that 13th century Mongol language and present Chuvash language are not independent Ural Altaic languages but are essentially Turkish in their structure and vocabulary. Along with this, a Turkish-speaking world of Marco Polo is also discovered and some of Polo’s Turkish words and expressions are explained in this work for the first time.

The Issyk inscription found recently in a fifth-century B.C. royal tomb in Central Asia near Lake Issyk (ıssik Gol) belonging to a royal person dressed in a magnificent gold attire, have been re-translated correctly and it is discovered that the man and relatives accompanying the dead royal persons in Turkish tombs were doing so ‘voluntarily’.

It has been shown in Chapter 6 that the smallpox inoculation, the first important break-through in the medical history, was invented in the Ottoman Empire.

The book is divided into four parts. First part (Chapter 1 thru 6) discusses and re – discovers Turkish languages and civilizations of the last fourteen hundred years. Part II (Chapters 7 thru 29) covers the main subject, deciphering of lost languages. Part III (Chapters 30 thru 32) discovers the effect of ancient Turkish dialects on the other language groups. Here, it is shown that ancient Greek language was most likely first built on the language of the Pelasgians who inhabited Greece before the Greeks, and that the majority of the names of the Greek gods and goddesses can be explained in Turkish dialects. Finally Part IV (Chapter 33) is devoted to analysis end decipherment of ancient and modern geographical names. The work ends with an epilogue.


BIOGRAPHY
Dr.Selahi Diker, born in Trabzon, Turkey, finished Istanbul Erkek Lisesi, attended Istanbul Technical University for two years, graduated from King’s College, University of Durham as a mining engineer. He completed his graduate work in Colorado School of Mines, Golden, Colorado, and received a Doctor of Science degree majoring in geophysical engineering.

In 1952, he joined the Institute of Mineral Research and Exploration in Ankara, he held from 1955 to 1958 the position of chief geophysicist. From 1958 to 1962 he was employed by the Empire Geophysical in U.S.A., where he was made Assistant Chief Geophysicist. In 1962, he joined Pure Oil Company where he helped set up Pure’s Dallas (Exploration) Center in Texas and was instrumental in the discovery of some of Pure’s oil and gas fields in West Texas and Southern New Mexico. After Pure’s merger into Union Oil Company of California, he spent three years in the Middle East in the company’s exploration efforts in the Persian Gulf and the Arabian Peninsula. After spending a year in Union’s Los Angeles office, he returned to Turkey in 1968 to work for Turkish Petroleum Company as exploration advisor. In 1969 he set up a consulting office and helped several oil companies including; Hamilton Brothers and Turkish Petroleum Company, in their petroleum exploration activities in Turkey. He also held, for a few years, a part – time teaching position in Middle East Technical University’s Graduate School in Ankara.

His main hobby; history and languages, had started back in his school years in Istanbul Turkey, and continued in England and U.S.A. His new findings and original discoveries reached such a stage that he retired from his professional work in late nineteen eightees to spent his full time to put them into a scientific form. Result was the book; AND THE WHOLE EARTH WAS OF ONE LANGUAGE, with a second title, Ten Thousand Years of the Turks. 





*





KISAMOV, Norm
Born and educated in Moldova, Mr. Kisamov spent a 40-year carrier as an industrial automation engineer. He emigrated from Russia to the USA in 1978, when the USA patronized immigration of educated people from Russia. For the last 15 years, he was the webmaster of the site "turkicworld.org", which serves as a non-commercial, educational publishing outlet for the Turkologists who could not propagate their studies in Russia and whose works were unknown to the Western world. He has translated a number of Turkological books to English, most of them were posted at that site, a few were published in Russia, in post-Soviet countries, and one was supposed to be published in Germany. Mr. Kisamov was assisting the writers as a volunteer. In his 15 years of working with various aspects of Turkology, he has amassed a significant collection of Turkisms cited by various authors, who were pointing out Turkisms in English and/or Germanic languages. Tracing and verifying etymologies of the cited lexemes, he encountered numerous other cognates, which led him to assemble a draft of the article that is published abridged in this issue, and unabridged as Supplement. By that time, the volume of the lexicon far exceeded accepted criteria formulated to discern random borrowings from genetic kinship. Mr. Kisamov is not a linguist, nor does he pretend to be a scholar. However, with some kind help from the sites contributors, he was able to systemize and organize his collection, and prepare etymological comments. His interest in Turkic history arose quite accidentally, but it quickly riveted him, he was growing into it for the last 25 years, and still, after a quarter century of reading and translating, he has only scratched the surface. Previously, he has authored a couple of articles on Turkological subjects related to the Scythian history.


Bikkinin Irek: Türkic borrowings in English
Türkic Substrate in English - Appendix to Türkic borrowings in English
Yusipova R.: Türkic suffixes in English (Turkish angle)
Stetsyuk V.: Germanic-Chuvash Türkic Parallels 
Toth A.: German Lexicon
Ekholm G.: German Ethnology
Mc Callister R.: Non-IE substrate vocabulary in Germanic languages
Toth A. :Turkic and English
Adji Murad: English Kipchaks
Stevens C.: Germanic-Türkic traits
Rassokha I.N.: Ukrainian pra-motherland of Indo-Europeans

R.Harding: Genetic distances of European language families
G.Shuke: Türkic substrate of Slavic and Baltic
Drozdov Yu.: Turkic European History
R.Mc Callister: Non-IE Germanic
V.Stetsuk: Türkic, Slavic and Iranian
P. Tzvetkov: Origin Of Bulgarians
E.N.Shipova :2,000 Türkic words in Russian
S.Pletneva: Kipchaks (Sect. Badjanaks/On Slavic migration)
P.Tzvetkov: Origin Of Bulgarians
F.Fattahov: Prosthetic V in Slavic-Türkic words
E.R.Schena :Russian Monetary system
I.Nigmatullin: Bulgarian Toponymy
Z.Miftakhov: Pre-Russian E. European Toponymy
Turkic/E.Iranian (Ossetic, Pamir) Phonological Correspondences
Red book of endangered Türkic languages in Russia

M.J.Hashimoto: Altaicization of Northern Chinese  
Hadji Murad: Yiliuf Türkic-Chinese lexical parrallels
N.A.Baskakov: Chinese loanwords in Türkic languages   (PDF in Russian)
A Lubotsky: Turkic and Chinese loanwords in Tocharian (i.e. Kucha)  


Ancient Turkic words, in non-Türkic languages
Gahraman Gumbatov (link in Russian L.)


Dr.Phil Herman Kvergic, had sent to Atatürk a copy of his work "La Psychologie de Quelques Éléments des Langues Turques", and this was presented at the Third Language Congress in 1936.