22 Kasım 2013 Cuma

YAZILIKAYA KILIÇ TANRISI NEGRAL, İSKİT ve KRAL ARTHUR






Öncelikle bilmemiz gereken şey : 
Hititler, Anadolu'nun yerlisi olan Hattilerin Kültürünü almıştır.
Hititler siyasi bir birlik kurmuş olabilir ama asla kültür getirmemiş, Anadolu'nun yerli halklarına ait kültürü benimsemiştir.

Kulakları küpeli, başında boynuzlu kaskı, arslan dişli ve kılıç şeklinde bir insan olarak tasvir edilen Yeraltı Tanrısı, Nergal
Sumerce nir-gal









YAZILIKAYA KILIÇ TANRISI NEGRAL VE KRAL ARTHUR


Yazılıkaya , MÖ 13. yüzyılda yapılmış Hitit açık hava tapınağı. Kayalar arasındaki, galeri adı verilen iki girintiden oluşur. 
Büyük galeriyi duvar gibi çevreleyen kayaların yüzeyine kabartma olarak 63 figür işlenmiştir; bunlardan batı duvarındakiler tanrıları, doğu duvarındakiler ise tanrıçaları canlandırır.Yan yana dizili figürler profilden verildiği için, burada bir tören alayının canlandırıldığı akla gelir; oysa Hitit sanatında figürlerin önden gösterilmesi adet değildir. Bu iki sıranın ortada birleştiği noktada Hitit dininin baştanrıları Teşup ve Hepat gösterilmiştir. 


Hava Tanrısı Teşup, Hurri ve Şeri adlı iki kutsal boğasıyla birlikte dağ tanrıları Nanni ve Hazzi'nin, Tanrıça Hepat ise bir parsın üstünde canlandırılmıştır. Hepat'ın arkasında duran oğlu Tanrı Şarruma ile birlikte bu üçlü kutsal bir aile oluşturur. Büyük galerideki en büyük kabartma IV. Tuthaliya'ya aittir ve doğu duvarında yer almaktadır.



Ayrı bir girişi olan küçük galeride de kabartmalar vardır. Girişte kanatlı ve aslan kafalı bir yaratık figürü yer alır. Bu galerinin, ölümünden sonra tanrılaştırılması için IV. Tuthaliya'ya ayrıldığı sanılmaktadır. Galeride onun da iki kabartması vardır ve bunlardan birinde koruyucu tanrısı Şarruma tarafından kucaklanması gösterilmiştir.  
Küçük galerideki öbür kabartmalarda 12 tanrı ile taşa gömülü olarak algılanan Yeraltı Kılıç Tanrısı (Negral) canlandırılmıştır. Gömlek, kemer, kısa etek ve ucu yukarı dönük ayakkabılı, birbirinin aynısı, omuzlarında orak biçimli kılıç taşıyan 12 figür....


Kabartmalar Hitit tanrı, tanrıça ve kralların göstermekle birlikte, Hatti/Hurri etkisi taşımaktadır. Bu da Yazılıkaya'nın Hurri ülkesinden gelen Kraliçe Puduhepa döneminde yapıldığını düşündürmektedir. IV. Tuthaliya'nın annesi olan Puduhepa'dan Hurri dinini öğrendikten sonra Hitit devlet kültünü Hatti ve Hurri törelerine göre yeniden düzenlediği bilinmektedir. Ve NERGAL (Erra olarak da biliniyor) Sumerlilerin SAVAŞ ve YERALTI tanrısıdır. Bilgamış Destanı'nda da geçer. Yani NERGAL Mezopotamya'dan getirilmiştir.






Tarkan Türkçe'dir.
Tarkan is Turkish of etymology









KAŞKALAR VE HİTİTLER ile HATTUŞAŞ/BOĞAZKÖY 



Anadolu platosunun kuzeyindeki dağlarla çevrili geniş bir alanın, güney bitiminde iki vadi arasında yamaç bir arazide yer alan Hattuşaş ören yeri, Çorum ili, Boğazköy ilçesi sınırları içindedir. Bir Hitit başkenti olan bu yer, 1986 yılında Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır .



2001 yılı içinde ise sayıları otuz bin kadar olan, Hattuşaş çivi yazılı belgeleri nedeniyle UNESCO'nun ‘The Memory of the World) (Dünya Belleği) Listesi’ne alınmıştır. 



Boğazköy ilk kez 1834 yılında Fransız gezgin Charles Texier tarafından keşfedilmiştir. Uzun bir aradan sonra 1893-94 yıllarında Ernst Chantre, küçük çapta kazılar yapmış ve ilk çivi yazılı belgeleri yayınlamıştır. İlk sistematik kazılar, 1906’da İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden Makridi Bey ve Alman Asur uzmanı Hugo Winckler tarafından gerçekleştirilmiştir. Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün 1931- 39 yılları arasında yaptığı kazılara 2. Dünya Savaşı nedeniyle bir süre ara verilse de, 1952 yılından itiberen çalışmalar yeniden başlatılmıştır. 



Hattuşaş’daki ilk yerleşim izleri M.Ö. 6. bine kadar geri gitmektedir.  
İlk Tunç Çağı’ndan (M.Ö. 3000’ler) itibaren yoğun yerleşmenin görüldüğü kentin tarihsel dönemi, Anadolu’da M.Ö. 2. bin yılın başlarından itibaren yazılı buluntuların ortaya çıkmasıyla başlatılır. Kendilerini Hatti olarak adlandırılan Hattuşaşlılar, ilk yerleşmelerini bugün Büyükkale olarak bilinin yerde kurmuşlardır. Yazılı belgelere göre, M.Ö. 18. yüzyılın ortalarında Hattuşşaş, Hititlerin saldırısına uğramıştır. Anadolu’yu tümüyle ele geçirmek için askeri seferler başlatan Hitit kralı Anitta, stratejik olarak çok önemli olan Hatuşaş’ı feth ettikten sonra, bir daha yerleşilmemesi için kenti lanetliyerek yıkmıştır. 


Bu olaylardan sonra Anadolu’da bir yüzyıl boyunca yazının kullanılmadığı karanlık bir dönem hüküm sürmüştür. M. Ö. 17. yüzyılın ortalarından itibaren, Anitta ile aynı etnik kökene sahip başka bir Hitit kralı I. Hatuşşili buraya yerleşmiş ve burayı başkent yapmıştır. 
Hattuşaş bundan sonra dört yüzyılı aşkın bir süre boyunca Hitit Krallığı’nın başkenti olmuştur. Kent, Eski Hitit Dönemi’nde (M.Ö. 1650 -1400) Orta Anadolu’da gücünü ispatladıktan sonra, Batı ve Güneydoğu Anadolu’ya, ama aynı zamanda Kuzey Suriye’ye kadar askeri seferler düzenleyerek gücünü uzak bölgelere kadar yaymak istemiştir. Krallığın gücü büyürken, kent de kuzeybatıya doğru genişlemiştir. 


Hitit İmparatorluk Dönemi ise M.Ö. 14. yüzyılda başlamaktadır. M.Ö. 14. yüzyılın başlarına tarihlenen bir belgede kentin, kuzeyden geldiği belirtilen Kaşkalar tarafından tahrip edildiği yazılıdır.  
M.Ö. 13. yüzyıldaki II. Muwattali döneminde, Mısırla yapılan Kadeş Savaşı öncesinde, yerleşme bir süreliğine Tarhantaşşa isimli başka bir kente taşınmış, ancak kısa bir süre sonra, III. Murşili zamanında Hattuşaş yeniden başkent yapılmıştır. 


Hitit Büyük İmparatorluk Dönemi’nde kısmen zayıflayan ve küçülen imparatorluk, I. Şupiluliuma ile yeniden eski gücünü kazanmıştır. Günümüz Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’nin olduğu bölgedeki o dönemin en ciddi düşmanı Mitanni Krallığı’nın gücü azalır. Artık Suriye’ye kadar genişleyen Hitit İmparatorluğu’nun sınırı Mısır İmparatorluk sınırlarına kadar dayanır. Bu nedenle o dönemin iki süper devleti olan Hitit İmparatorluğu ve Mısır İmparatorluğu arasında güç savaşı yaşanır. 



M.Ö. 1272’de Asi Irmağı kıyısında yapılan Kadeş Savaşı’nda Büyük Kral II. Muwattali ile firavun II. Ramses komutasındaki ordular yenişemez ve birkaç yıl sonra bir barış antlaşması imzalarlar. Söz konusu barış antlaşması Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1180’lerdeki yıkılışına kadar geçerli olur (New York kentindeki Birleşmiş Milletler binasına, uluslararası ilk barış antlaşmasının metni olarak Hattuşaş’da bulunan bu anlaşma nüshasının büyütülmüş bir kopyası asılmıştır). 



M.Ö. 13. yüzyılda Hattuşşaş’ın en önemli tapınağının olduğu Yazılıkaya kutsal alanı inşa edilmiştir. M.Ö. 13. yüzyıl sonlarında Hitit İmparatorluğu zayıflamaya başlamıştır. M.Ö. 12. yüzyılın başında ise batıdan gelen Deniz Kavimleri istilası sonrasında pek çok kent gibi Hattuşaş da yıkılmıştır.  
Hitit Büyük İmparatorluğu’nun yıkılması sonrasında başkent Hattuşaş’da gücünü kaybetmiş ve böylece yüzyıllar boyunca elinde tuttuğu siyasi, ekonomik ve dini merkez olma özelliğini yitirmiştir. Bu nedenle olsa gerek, kent bilinçli bir şekilde yavaş yavaş terkedilmiştir. 


Hitit Büyük İmparatorluğu’nun son dönemlerine ait saray binaları, bazı tapınaklar ve kent surlarının bazı yerlerinde yangınla oluşmuş tahribat izleri görülebilmektedir. Düşman saldırısı öncesinde Hattuşaşlıların tüm değerli eşyalarını öncesinden alıp götürdükleri anlaşılmıştır. 



Uzun yıllar Hititleri ve Hattuşaş kentini yerle bir eden gücün, kuzeyden gelen Kaşka halkı olduğu düşünülmüştür, ancak 1996 yılında Büyükkaya’da yapılan kazılar bu görüşün doğru olmadığını ortaya koymuştur.  Söz konusu bu kazılarla açığa çıkarılan dönem, Demir Çağı olarak tanımlanmaktadır. Bu dönemde artık tunçun yerini demir buluntular almaktadır. Eldeki verilere göre, Hattuşaş terk edildikten sonra Anadolu’nun kuzeyinden gelen halklar (bir olasılıkla Kaşkalar) eski Hitit bölgesini ele geçirmişlerdir. Ancak, ele geçirme bir fetihden ziyade yıkıntı halindeki bir kenti işgal etmek biçiminde gerçekleşmiştir. 


Bir süre sonra, M.Ö. 9. yüzyılda Orta Demir Çağı’nın başlamasıyla Büyükkaya’da tepenin tümünü kaplayan büyük bir yerleşme keşfedilmiştir. Buna ek olarak M.Ö. 8. yüzyılda aşağı kent ve Büyükkale’ye de yerleşilmiştir. M.Ö. 7. yüzyılda Büyükkale’de bir kale inşa edilmesi, aşağı kentteki yerleşmenin oldukça zayıflamasına neden olmuştur. Bir süre sonra Büyükkaya da terkedilmiştir. 
Bu terk ediş, Avrasya bozkırlarından gelen Kimmer akınlarına bağlanmaktadır. Kimmerlerin M.Ö. 700/680 yıllarında İç Anadolu’ya girerek Kral Midas’ın Frig krallığını yıktıkları bilinmektedir. 


Hattuşaş’daki Orta ve Demir Çağı yerleşmesi genel anlamda “Frig” olarak adlandırılır. Bunun nedeni ise bu yerleşim tabakasının İç Anadolu’nun batısındaki Frig çekirdek bölgesinin buluntu yerleriyle büyük benzerlik göstermesidir. Mimari ve çanak çömlek benzerliğinin yanı sıra, Friglerin ana tanrıçası Kybele kültü de burada görülmektedir. Büyükkaya’nın güney kapısında çok etkileyici bir Kybele heykeli bulunmaktadır. 
Ayrıca doğu Grek bölgesinden ithal edilmiş bazı çanak çömlek parçalarına rastlanmıştır. Buluntular Demir Çağı’nda Kappadokya ve İç Batı Anadolu arasında yoğun bir kültür ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır. 





Doç.Dr. Rüstem ASLAN
Editör Prof.Dr. Canan PARLA 
T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2597,TÜRKİYE’NİN KÜLTÜREL MİRASI-I




Oz Tamgası Türklere aittir.
Swastika is Turkish of origin.




"Daha önce ifade edildiği üzere Kaškalar, Hitit yerleşim alanları olan Orta Anadolu’ya doğru sürekli bir yönelim halinde olmuşlardır. Hitit Devleti’nin her güç durumundan bir istifade çıkarmış olan Kaškaların, Hitit sonrası bölgede ortaya çıkan otorite boşluğu ve istikrarsızlık neticesinde bölgeye girmiş oldukları ve hatta Hitit kentlerinde yerleşmiş olma ihtimalleri üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Ancak bu aşamada Hitit sonrası Hitit kentlerinde görülen Frig kalıntılarının en azından bir kısmının Kaškalara mal edilmesi gerekecektir. Kaška ve Frig kültürleri arasında bir ayrım yapmak için elde yeterince veri olmaması tespiti kuvvetlendirmeyi güçleştirmektedir."



Serkan Demirel

Öğretim Görevlisi, Karadeniz Teknik Üniversitesi
Akademik Bakış,cilt 6, sayı 12, 2013







* * * 





İSKİTLER ve EXCALİBUR

"İskitler her yıl Ares'e atlar ve her yüz savaş tutsağından birini kurban ediyorlardı;
tanrı yapay bir tepecik üzerine dikili demir bir kılıçla temsil ediliyordu."

Mircea Eliade
Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi-1
M.Eliade Hintavrupa görüşünü savunur,herkesi buna bağlar. Son araştırmalarla Hintavrupa diye bir ırkın / dilin olmadığı görüşü yaygınlaşıyor. Thomas Young 1813 yılında, Hint Avrupa terminolojisini "icad" etmiştir. Hint Avrupalılar İran'a MÖ.800 de gelmiştir, öncesi yoktur.  (Aryan-Turan tartışması)








Kral Arthur ve Excalibur mu?

Arthur adına ilk kez, ancak MS. 6. yüzyılda Kelt halk şiirlerinde rastlanılır, 
yani bu efsane İskitler, Hunlar, Sarmatlar (İskit ve Amazonlardan oluşan topluluk) ve Alanlar'a aittir...





Kral Arthur ile 12 Şovalyesi


Kral Arthur efsanevi Camelot kralı (5. yüzyıl sonları ya da 6. yüzyıl başlarında), Britanya mitolojisinde çok önemli bir figür olan Arthur, savaşta ve barışta ideal kralın simgesidir. Arthur, Sakson istilacılara karşı Kelt asıllı Britonların koruyucusu olmuştur. Arthur'un kökeni hala bir tartışma konusudur. Kimileri Latin aile ismi olan Artorius'tan türediğini söylemektedirler (Mesapik ya da Etrüsk kökenli)....



Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Britanya mitolojisinde geçen, Kral Arthur'un maiyetinde olan en yüksek şeref rütbesini almış kişilerdir. Toplantı yaptıkları masa, üyelerin arasındaki eşitliği temsilen başsız ve ayaksız yapılmıştı. Hikayelere göre üyelerin sayısı 12'den 150(ya da fazlası)'ye değişmektedir. Winchester Kalesi'nde bulunan 1270'lerden kalma Winchester masasının üzerinde 25 tane şövalye ismi yazılıdır.





....Diye geçiyorsa, Etrüsklerin Anadolu'dan göçtüğü kanıtlandıysa ve Excalibur'un da İskit kolu olan Xalub'tan geliyorsa, Ayrıca Hititler , Türk kavmi olan Hurrilerin ve Hattilerin etkisi altında kalıp, ayinlerini bile Hatti diliyle yapıyorsa ve Kaskalarla yani İskitlerin diğer kolu ile de içli dışlıysa.....


Ve ayrıca :
"Hititçe yazılı kaynakların susması sonrası bu halkın akıbetine ilişkin bilgi veren başka bir kaynak olmaması, konu hakkında farklı yorumlara sebebiyet vermiştir. Hitit Devleti’nin son dönemlerinde doğu sınırları yakınlarındaki bir Kaška kenti olan Pahhuwa’da, Mita isimli bir isyancının ortaya çıktığı görülmektedir. 


Bu kişi, Anadolu’yu istila etmeye çalışan Asurluların kaynaklarında Muškili Mita olarak geçmektedir. M uški isminde geçen šk etimolojik bağlantısı akla Kaška’yı getirmektedir. 


Bu neticede Kaškaların Hitit Devleti’nin son bulmasıyla birlikte Muški yerleşim alanları olan Orta Anadolu’ya kadar yayıldıkları düşünülebilir. Ayrıca Mita ismi Hitit Devleti’nin çökmesinin ardından birkaç yüzyıl sonra bölgede merkezi bir devlet kurmayı başarmış Friglerin mitolojik kralı Midas’ı da akla getirmektedir...."

Tartışma konusu ise....




Elşad Alili Bey'de:


"Muşkilər İskit kavmi idi. Yunanlar onlara Mosx, ya da Mossinyok derlərdi. İsmilərinin də ağac evlərdə və ormanlarda yaşadıqlarından dolayı aldıqlarını söylərlerdi. Akkad yazılarında bu Muşkiler Meşex, ya da Meşequkimi keçər. Akkadcada bol Türkcə kəlimələr vardır və ağac anlamında meşek, arman sözləri vardır.  Yəni anladığımız bu Muşki/Mosx/Mossinyok/Meşequ boylarının adı bizim meşe sözündəndir. Kəndiləri Türk və Ural kavimlərinin karışımı idi. Daha sonra onları kral İskitlər (Han Oğuzlar) Asurlarla bitməyən savaşlardan dolayı yanlarına alıb Anadolu-Trakya-Balkan və Kavkaz-Doğu Avropa yolları ilə köç etdilər. Şu an Rusiyada yaşayan Meşer Tatarları (ağaçerilər) və Ural boyu olan Mokşalar (Mordvinlərin önəmli kolu) kəndi adlarında o ismin hatırasını daşıyırlar. İlk əvvəllər Mosok şəklində olan Moskva toponimi də o ismin hatırasını yaşadır. EXCALİBUR sözü Anadolu'da yaşamış XALUB (diğer adları GARGAR, TİBAREN, ALAZAN) İskit boylarıyla alakalıdır. Bu Xalub'lar Samsun etrafında oturur, bakır üretir ve silah yapırdılar.  Hitit yazılarında geçen KASKA'lardır."  derse..... Elşad ALİLİ Dilbilimi-Türkolog/AZERBAYCAN




Zaur Heseniv "Char Skifler" kitabında ise:


"Evripid "Alkestid" de xalibler ölkesinde olan demirden bahs edir. Xaliblerin skif tayfalarından olmasını tasdiq eden melumata Xaliblerin skif tayfalarından olmasını tasdiq eden malumata Apolloninin "Arqonavtların yüşü"ne verdiyi sxoliyalarda rast gelirik. Burada skif xalqlarının siyahısı verilir, hemin siyahıda xalibler de vardır. Ksenofont yazır ki, "ellinlerin torpaqlarından keçdikleri xalqlar içerisinde en cesurları xalibler idi ve onlar ellinlerle albayaxa döyüşe girirdiler." yazıyorsa....





Yukarıdakilere ilaveten:



Alanlar hakkında daha detaylı ve tam bilgileri Ammianus Marcellinus'da (4.yy) bulabiliriz. Yazar, hacimli "tarih"inde Alanları şu şekilde anlatıyor:


"ALANLAR UZUN BOYLU, GÜZEL GÖRÜNÜMLÜ VE HAFİF SARI SAÇLIDIR. SİLAHLARININ HAFİFLİĞİ NEDENİYLE OLDUKÇA HAREKETLİDİRLER. DAHA SADE VE DAHA KÜLTÜRLÜ HAYAT TARZIYLA HUNLARLA TAMAMIYLA BENZEMEKTEDİRLER. ONLAR BARBAR GELENEKLERİNE GÖRE KILIÇLARINI YERE SAPLIYORLAR VE MARS'A OLDUĞU GİBİ KILICA TAPIYORLAR"


Ammianus Marcellinus'un verdiği Alan ve Hunların kültür ve yaşam tarzıyla ilgili karşılaştırmalı analiz, burada sözü edilen "barbaların" Hunlar olduğu konusunda şüpheye mahal bırakmıyor. Alanların kılıca saygı göstermeleri, onların Türk özelliği taşıdıkları hakkında açık bir delildir. Hunların ataları İskitlerin de kılıcı tazim etmeleri bu delili teyit etmektedir. Hunların Mars'ın kutsal kılıcını tazim ettiklerine, onları çok iyi tanıyan Romalı yazar Priscus da vurgu yapmaktadır. 


Türk ve Moğol destanlarının mukayeseli tetkiki, araştırmacıları "silah önünde eğilerek selamlama geleneği "Kılıç Tanrısı" - kelimesi kelimesine "Kılıç" - kültünün doğmasına yol açtığı" hükmüne götürmüştür. (Lipets, Sovyetskaya Etnografya, 1978)


5.yüzyılda yazılan "Ermenistan Tarihi" adlı eserde yer Alanca bir cümlenin çevirisi: (kitapta hanendelerin Ermeni hükümdarı Artaşes'le evlenen Alan kraliçesi Satenik (Satinik, Sartinik) şerefine yazılmış Alanca bir şarkı)


"Artahır havart tiz havartsi" 




Karaçay-Balkar dilinde ise : "Artahır haparını tiz haparçi (Hapartsı) ; eski Türkçeden çevirisi : "Hikayeci, hikayenin son bölümüne geç" ya da "Son hikayeyi anlat, hikayeci"


Alan Türkleri
Türk Halklarının Kökeni
Kazi T.Laypanov - İsmail M.Miziyev



"EXCALİBUR",  ARTHUR'UN DEĞİL, 
ATİLLA'NIN KILICI'DIR.



Attila tabiatı böyle olduğu için büyük şeyler yapacağına inanan insandı. Onun kendisine güveni kılıç sağlıyordu. Bu kılıç İskit krallarının nezdinde daima kutsal addedilmiştir. Bir çoban, inek yavrusunun topalladığını görünce bu yaranın sebebini de bulamayınca, endişeyle kan izlerini takip ediyor. Nihayet kılıca geliyor. Dana otlarken bu kılıcın üstüne basmış. Çoban işte bu kılıcı kazıp çıkararak hemen Attila'ya getiriyor (13). 


O bu hediyeden dolayı teşekkür ederek, kendisinin bütün dünyanın imparatoru tayin edildiğini düşünüyor ve Ares'in (14) kılıcı ile savaşlarda başarılı olmanın kendisine bahsedildiğine inanıyor.


Fragment 10 Bölüm 35: 
Grek Seyyahı Priskos (V.Asır)'a Göre AVRUPA HUNLARI
Ali Ahmetbeyoğlu
(13) Tam olarak yeri bilinmeyen Attila’nın sarayının yerini, K. Szabo bir ihtimal olarak, Macaristan'da bulunan bugünkü Jesz Bereny olarak tahmin etmiştir.bkz. K. Szabo, Priskosz Szonok es Böksesz eleteröl S Törtenetirata Töredekeiröl. s. 32 n. 1; Daha bkz. H.N. Orkun, Attila ve Oğulları, s. 56-57.
(14) Harb Tanrısı Mars (Martis)'in Grekçe adıdır.







* * *




"Günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen, silah üzerine ant içme ve kılıç-kemer kuşanma törenleri, Türklerin en eski erginlenme ve “er” olma ritüellerinin devamıdır. Ölen savaşçıların tanrı ya da tanrıça ile şarap içmeleri, yani bir anlamda hayat suyu içerek ebedi hayata intikal etmeleri ise İslamileşerek “Şehadet Şerbeti İçmek” şeklinde yaşamaya devam eder. Ant içme töreni Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hala sürdürülen bir ritüeldir. Erlik mertebesine yükselen askerler, silah ve bayrak üzerine “Ant İçerler”. Tıpkı erlik kemerlerindeki kılıçlarına dokunarak ant içen ataları gibi"...link


"Kızıl renginden dolayı kan, demir ve kılıç marsın sembolleridir. Mars tüm insanlığın ortak belleğinde savaş tanrısı olarak bedenlenmiştir. Türkler ona Kızagan Tengri adını verir. Türkler gökyüzündeki gezegen ve takımyıldız döngülerini, çeşitli ritüeller ile kutlardı. Özellikle mevsim döngülerinde ant içilirdi. Tüm bu kozmolojik ritüeller aslında Türklerin savaş ve savaş ile ilgili göksel inançlarını da yansıtır"....link

Nuray Bilgili.







Taşbaba özellikleri arasında kadehten sonra önemli nesneler silahlardır. Eski taşbaba bedizlerinde mızrak, balta, hançer görünüyorsa, üst yurt taşbaba bezilerinde hançer-kılıçla birlikte sol yanında ok-yay sadağı vardır, ancak buna başka bedizlerde rast gelinmiyor, silahlı taşbaba bedizlerinin çoğunda kemerine asılmış hançer veya kılıç görülür. 


Tarihi kaynaklarda Türkler kılıç kültü hakkında bir sıra belge vardır. Heredot Saka boylarında kılıç kültünden bahs ediyorsa, ondan bin yıl sonra Yunanlı Prisk bu kültün Hunlarda da olduğunu vurguluyor. "Saka (skit) elbeylerinin her zaman kutsal saydığı Mars'ın kılıcını bulması Atilla'ya olan inancı daha da arttırdı...Mağrurluk özelliği ile hareket etti ki, Mars kılıcı ona bütün savaşlarda galibiyete yardım edecek, bütün dünyaya hakim olacaktır."


Köroğlu'nun gökten düşen metaldan yapılmış Misri kılıcı kutsal sayıldığı gibi, Oğuzlar da and içtiklerinde "kılıncıma doğranayım" diyorlardı, kılıcın altından geçen suçlunun da hayatı bağışlanırdı. Taşbaba bedizlerinin daha eski variantlarında hayli silah çeşidi görülür, bu tür arkaik Kernosov ve Hakkari bedizleri tunç çağında istifade olunan nize-mızrak, bir ve iki ağızlı balta, çekiç, bıçak gibi nesnelerle süslenmiştir." 


Taşbaba (Türk`ün Taş Yaddaşı) 
Prof.Firudin Ağasıoğlu







Hurriler, Hattiler, Kimmerler, İskitler, Etrüskler, Hunlar, Sarmatlar, Alanlar....Türk Kavimleri....
Ayrıca;  ARTHUR , ARTAHIR dan mı türemiştir?...Ya da ATİLLA'dan....


Ne diyelim ?
İskit ve Hunlardaki Kılıç efsanesini bildiğimiz için...
İskit boyu olan Khalub/Xalub/Excalibur olmuştur diyerek...
"Arthur/Excalibur efsanesi de nereden çıkmış" sorusuna
Türklerden diyebiliriz.
:) 
SB.






* * * 



....The Hittite version of the Sword in the Stone story has several elements in common with the Arthurian variant. Both feature a sword in a graveyard. Both swords are associated with a king. The twelve runners in the Hittite variant parallel the Twelve Knights of the Round Table in Arthurian tradition. Also, the anvil of the Arthurian variant preserves the connection between the forging of iron and the story of the god who planted a sword in a stone. The tales are clearly part of the same tradition, yet, by placing the image of the sword god in conjunction with celestial deities at Yazilikaya, the Hittites retained an association that the Arthurian variant has lost: the tale of the Sword in the Stone had something to do with the stars.....by Linda A. Malcor / Independent Scholar


Yes, but Hittites didn't bring their culture, they accepted the culture of Hattians and Hurrians, which are not indo-europeans/iranians!.. SB.




Mystery of the Round Table of Arthur


In this respect, the Round Table of King arouses a prodigious hypothesis. As stated in the legends, King Arthur was a wise and democratic ruler. That is, he was making decisions not personally, but as a result of a Security Council or the Board of the Knights of the Round Table. These knights, including Arthur, numbered only eight people: Lancelot, Gawain, Galahad, Percival, Yvain, Pelles (the Fisher King) and Sir Geraint.


Is there any sacral meaning in this figure? As is known, the figure 8 is an ancient symbol of the Türkic people and Türkic tribes. 8 is octagon, eight-sided polygon (Türkic omens of guardian, stamp, ethnic symbol); 8 is a symbol of the Amazon women - love, interlaced rings, marriage between a man and a woman, sex (O. Suleimenov); 8 is two twin yurts; 8 is the number of spokes in the Türkic wheel; 8 is eight-sided yurt that creates an illusion of a circle; 8 is the meaning of the Kazakh (Türkic) idiom "segiz kyrly, bir syrly"; etc. All these symbol and meanings are innate to the King Arthur's Round Table.


First, the geometric shape of the table. Here can and should be suggested a striking and bold hypothesis: the Arthur's table was not round, but an equilateral octagon! Behind each facet was sited one knight, but visually the table looked round. It should be recalled how wrong was the Greek Priskus when he visited the royal horde (center, capital) of Attila. The octagonal timber yurt-tower he mistakenly took for a round structure. But a circle of logs can't be coupled in and form a ring! The table was exactly the same. 

At that time Europe did not know neither octagonal nor round tables, and the major surprise from the perception of this wonderful table remaine in the memory for ages. The octagonal symbols came to the Europe with the Celts, their descendants then took them across the ocean, to the far-away America. The octagonal shape symbolizes not  the equality of the facets, but the equality and lucidity of the rights of the facets (advisers, jurors, feasting). In modern language this figure means collegiality and democracy, with well-defined boundaries and areas of responsibility. The roundtable decisions, like it is now, were accepted by a vote of the Council of the seven knights, Arthur had only to take them for execution. That's what the Britons respect their king for. For his ability to listen to and respect the views of the security councilors, to accept their general decision, for not to violating it, and for putting it into practice.


Secondly, the corollary amazingly reveals the sense of the Kazakh idiom "segiz kyrly, bir syrly": "eight facets of a single secrecy". Of course, the eight facets are the facets of the table and the number of the Council members, and the single secrecy is the secretive and unanimous decisions acepted as a result of discussions, analysis, and balloting. The Kazakh djyrau (knights) and batyrs (heroes) always urged people and Khans to follow the "way of grandfathers", which refers to a democratic Constitution, the basic principles of which were popular administration of the state, the collegiality of decisions by the legislative power in embodied in the Council of Elders, and exact and strict adherence to them by the executive powers (khans, sultans, generals, etc.).


It turns out that the Celts were following the "way of grandfathers", used the steppe common law or constitution into the life and jurisprudence in Britain, and Arthur strictly adhered to these principles. The European creators of the legends were not paying much attention to this fact. The Arthur's Round Table is mostly described by them just as a banquet table. But it was not an everlasting peace to hold an endless feast. Moreover, the whole history of the Middle Ages is woven of wars and political compacts, which were resolved with swords and the minds of the councils sitting at the negotiation tables, which were not always round...


And finally, the "eight" participated in the creation of the chivalrous "philosophy of love". The Celtic druids of the Arthur's time were developing cannons of monogamous matrimony. Each knight was to have only one "lady of the heart", and only with her he could couple the rings. This marriage custom of "betrothal-ring coupling" then spread throughout the Europe.




Celtic and Türkic - King Arthur's Round Table
Beket Karashin
Informational and Analytic Center; Moscow State University, 
Faculty of Humanities, 2008 - link


Celts or Galatians...link










iT iS ATiLLA'S SWORD NOT ARTHUR'S,
"ARTHUR" WORD iS DERiVED FROM ALAN TURKS WORD "ARTAHIR"
AND EXCALiBUR iS A SCYTHiAN TRiBE, CALLED XALUB.




"and history is written not by scholars, but by partisans impersonating scholars.!"





* * * 







ek:

 

Kaska / Kaška / Kasku/ Kashku / Gasga / Kaskian / Kaskans  
non-Indo-European tribal people

The Kaska joined other invaders from afar, the Sea Peoples and the Phrygians, in the final collapse of the Hittie empire c. 1200 BCE. After that, and since Hittite records are our main source about the Kaska, we lose track of them; they fade away as the general political and ethnic landscape in Anatolia changed. They are, however, referenced in the neighbouring Assyrian empire somewhat later, who's king Tiglath-Pileser (c. 1112 BCE - 1072 BCE) fought against Kaskan forces. The last reference to the Kaska comes from the time of the Assyrian king Sargon II around 700 BCE, who also fought them.  
LİNK : 









Kaska Dena have lived in over 240,000 square kilometres of land in the southeast Yukon, southern Northwest Territories, and north-western British Columbia for tens of thousands of years; long before both recorded history and the existence of provincial land and territorial borders.

While we have always viewed ourselves as one Nation, provincial and territorial borders now separate Kaska families, and Kaska have been divided into Bands by the Indian Act. The five traditional Kaska groups are now referred to as First Nations.


The Kaska First Nations in British Columbia are: the Dease River First Nation at Good Hope Lake; the Daylu Dena Council at Daylu (Lower Post); and the Kwadacha First Nation at Fort Ware, north of Prince George, BC.


The Kaska First Nations in Yukon are: the Liard First Nation at Watson Lake, and the Ross River Dena Council at Ross River.



Handbook of North American Indians: Subarctic ,
editör: William C. Sturtevant LİNK







Kaska for instance ,call curers nedete "dreamers" and believe they have similiar power to foresee the future and work with spirits. Traditionally, Kaska nedete did not travel to heaven, but recently one woman has experienced visions similar to those of the Dene Dhaa prophets....page 66




Wolverine Myths and Visions: 
Dene Traditions from Northern Alberta
editör: Patrick Moore,Angela Wheelock , LİNK





KASKA CULTURE - WOLF MASK



Kaska

Kaska is spoken in the southeastern Yukon in the communities of Ross River, Watson Lake and Upper Liard, and in northern British Columbia in the communities of Lower Post, Fireside, Good Hope Lake, Dease Lake and Muncho Lake. The Kaska language is closely related to Tagish, Tahltan and Sekani. There are some differences in the dialects of Kaska spoken in different regions. Fluent speakers can understand adjoining dialects but younger speakers often have more difficulty understanding more distant dialects. Although Tahltan, Tagish and Sekani are often identified as separate languages there is a high degree of mutual intelligibility between these languages and the adjoining dialects of Kaska.


The name Kaska is apparently derived from Kāskā, the native name of the Creek which joins the Dease River by the former settlement of McDames, British Columbia. The exact meaning of this place name is unclear. This name may have originally been applied to the people trading at McDames Post, and only later came to be identified with all the people who speak the Kaska language. 
LİNK:





KASKA TALES

Origin of the Earth

Once there was no earth. Water was where the earth is now. The world was as a great lake. The animals and birds wanted to have an earth, and proposed to dive for it. The earth was very deep under the water.

Beaver and Muskrat, and all the animals and birds, dived, but none of them reached the bottom. None of them staid under water longer than half a day.


At last diver (a bird) went down. After six days he came up quite exhausted and speechless. His friends examined his toe-nails, and found mud or earth under them. From this they formed on top of the water a new earth, which grew until it formed the present earth.


At first it was merely mud and very soft. Now the earth is old and dry.



Perhaps it is drying up....










KIZILDERİLİLERİN / AMERİKA YERLİLERİN
TÜRKLERLE SOY, DİL VE KÜLTÜR İLİŞKİSİ 
link









TÜRK KÜLTÜRÜ













BULGAR TÜRKLERİ - KUBRAT HAN - KAYI BOYU










Kök-Türklerin baskısıyla, 560 yıllarında batıya kaçan Avarlar, Kırım ve Kafkasya’daki Hun ve Bulgarları hakimiyet altına aldılar. Bulgarların bir kısmı, Avarların baskısına dayanamayarak Kafkasya dağlarına sığındılar. Bunlar daha sonraları Bizans ve Rus vakayinamelerinde “Kara Bulgar” adıyla anılacak olan ve bugünkü Karaçay-Balkar Türklerinin ataları olan Bulgarlardır. Kök-Türklerin batıya doğru daha da yayılmaya başlamasıyla, Avarlar da 567 yıllarında Balkanlara ve Avrupa içlerine doğru kaymaya başladılar. Avarlar gittikleri zaman beraberlerinde de Kutirgurların önemli bir kısmını götürdüler [57]. 

Kafkasya’daki diğer Bulgar kabileleri ise “Ermi” adlı bir Türk kabilesine [veya sülaleye] mensup “Gostun” [veya Organ] adlı bir prensin idaresinde 603 yılında toparlanarak yeniden birlik oluşturdular [58]. Tuna Bulgar Hanları Listesinde “Gostun” şeklinde geçen bu şahsın adı [veya unvanı] Bizans kaynaklarında “Organ” şeklinde geçmektedir. “Gostun” veya “Organ” adıyla anılan bu şahıs yakın bir gelecekte “Magna Bulgaria”yı [Büyük Bulgarya] kuracak olan “Kubrat Han”ın da dayısı [veya amcası]dır [59]. Kubrat, 605 yılında Bulgarların yönetimini, dayısı Organ’dan devralarak, Bulgarların “Elteber”i oldu. Fakat bu sırada Bulgarlar halen Avarların baskısı altındaydılar. Kubrat, hükümdar olduktan sonra, Bulgarların bağımsızlığı için Avarlara karşı mücadeleye başladı. Kubrat’ın bu mücadelesini Bizanslılar da destekliyordu.

Hatta, Bizans İmparatoru Herakleios’la ittifak anlaşması yapan Kubrat, kendisine “Patrikios” unvanı verilmesini de sağladı. Kubrat, 630 yılında, Avarlara karşı açıktan isyan başlatmış, beş yıl süren bir mücadeleden sonra, 635 yılında, bu mücadelesini başarıyla [s. 577] sonuçlandırarak, temelde Onogur ve Utirgur [Onogur+Sabir] kabileleri olmak üzere “Magna Bulgaria” [Büyük Bulgarya] devletini kurmuştur [60]. Kubrat bundan sonra “Han Kubrat” olmuş ve ölünceye kadar da Han olarak kalmıştır [61]. Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer.

Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir kısmı da Kafkasya’yı terk ederler. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise  yine kendine bağlı kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur, As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır. Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder. 


[57] Tekin, a.g.e., s. 2; Kurat, Akdes Nimet., Bulgar, İ.A., C.2, İstanbul, 1993, s. 782.
[58] Tekin, a.g.e., s. 3.
[59] Tekin, a.g.e., s. 3. L.N. Gumilev, Organ ile Kök-Türklerin batıdaki valisi veya ikinci derecedeki hükümdarı “Mohodu-heu”nun aynı kişiler olduğunu söylemektedir. Ona göre, Mohodu-heu Kök-Türklerin meşhur Aşina soyundan olup aynı zamanda da Kubrat Han’ın dayısıdır [Artamonov, a.g.e., s. 162]. [s. 588] [60] Tekin, a.g.e., s. 2-4; Kafesoğlu, a.g.e., 1993, s. 191-192; Ostrogorksky, a.g.e., s. 97.
[61] T. Tekin, “Kubrat” sözünün “derlemek, toplamak, bir araya getirmek” fiilinin emir şekli olduğunu söylemekte ve İkinci Kök-Türk Hakanı Kutluğ’un unvanının da aynı anlamda “İl-Teriş” [kabileleri toplayan] şeklinde olduğunu hatırlatmaktadır [Tekin, a.g.e.,s. 3]. T. Tekin’in Kubrat adıyla ilgili etimolojisi de şüpheli görünmektedir. Kubrat’ın kardeşinin ve büyük oğlunun adlarının “Şam-bat” ve “Bat-Bayan” şeklinde olması, Kubrat sözünün aslının “Kur-bat” veya “Kor-bat” şeklinde olabileceğini düşündürmektedir. F. Nuretinov’un söylediği, “Putivl” şehrinin asıl ve eski adının “Batavıl” [Prens Karargahı] şeklinde olduğu [Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren: Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. XVII] doğru ise, öyle anlaşılıyor ki, “bat” sözü, Bulgar Türklerinde herhalde önceleri “bey, prens, vali” şeklinde bir unvan adı olarak kullanılmakta idi. Kubrat adının aslının“Kur-bat” şeklinde olduğunu varsayarak bu sözün eski Türkçe’deki “kür” [cesur, yiğit] sözünden “Kür-bat” şeklinde oluştuğu düşünülebilir.

Adilhan Adiloğlu
Karaçay-Malkar Türkleri
KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİNİN ETNİK OLUŞUMUNDA BULGAR VE SABİR HUNLARININ ROLÜ






Bugünkü Bulgarların iddia ettiği gibi IYI tamgası Slav falan değildir.
Suvar-Hun-İskit-Bulgar-Oğuz/Ogur Türklerinden kalmadır.



Kubrat Kağan'ın hemen başının üzerindeki damga 
Türk Oğuz boylarından ''KAYI'' ''I Y I'' boyunun damgasıdır. 
video

 ''ON OĞUZ'' boylarında gelen Kubrat'ın ölümünden sonra oğlunun biri Hazar Türklerinin hakimiyetini diğeri Avar Türklerinin hakimiyetini kabul etmiştir. Üçüncüsü ise Doğu Roma komşusu olarak devleti devam ettirmiştir . 






Balkanlar'da  Kayı Boyu ve Türk Boy Damgaları
Bulgaristan 1961 yılında Pliska kazılarında bulunan Kayı boy damgalarını 16 yıl boyunca kamuoyundan gizleyecek ; bu buluntular ilk kez 1977'de Bulgar Arkeolog S.Vaklinov tarafından yayınlanacaktı......
Bunun Hıristiyanlığı benimsemeden önce gök/tanrı anlamına gelen bir simge olduğunu söyleyeceklerdi....
Cengiz Özakıncı  
pdf:





In the S. Caucasus, Huns appeared as companions of Masguts, about 2nd c. AD, undoubtedly passing by the Aral Basin, where they joined Masguts (Massagets). In the merry-go-around of the nomadic coalitions, the Kayi Huns supplanted Massagets (Masguts, Alans), or Massagets (Masguts, Alans) supplanted Kayi Huns at the head of the Northeast Caucasian Türkic tribes. Then Savirs supplanted  Kayi or Masguts, and became an umbrella term in the Byzantine-Persian confrontation, then Huns supplanted Savirs and became a dominating force in the Caucasus till in the 8th c. the Arabs decimated them, forcing them to ally with Khazars. From then on, the North Caucasian Türkic tribes appear under the umbrella term of Khazars, with Bulgar and Suvar magnates continuing running the Khazar Empire.  - N.Kisamov, From the article "Kemal Aliyev- Origin of Kumyks in Soviet ideology and historiography; Who are Kumuks?"


Dulo-Suvar/Bulgar-Kayı Tamgaları







Osmanlı Kayı boyundan değildir.....
Kayı damgasını sonradan kullanmaya başlamışlardır.

" Kayı teorisi Osmanlı hanedanını yüceltmek için ortaya atılmış bir teoriden ibarettir. Timur'un oğlu Şahruh, İkinci Murat zamanında kendisine bir hil'at (Hükümdarların takdir için bir kimseye verdikleri cübbe) gönderip bunu giymesini, kendi egemenliğini tanımasını istemiştir. Zira Timur ve oğulları kendilerini Oğuzhan neslinden sayarlar. Büyük hanlığın kendilerine ait olduğunu iddia ederler. İşte bu iddia karşısında II. Murad kendi bağımsızlığını göstermek üzere Oğuzname destanını kullanmış ve Osman Bey'in Oğuzhan'ın neslinden olduğu iddiasını benimsemiştir. Kayı menşei iddiası, Timuroğulları'nın Oğuzhan'dan geldikleri iddiasına karşı siyasi bir iddiadır. Bu bir kurgudur. Fatih zamanında şehzadelere Oğuz, Korkut adlarını vermişler ve topların üzerine Kayı damgasını koymaya başlamışlardır. Kayı teorisi Osmanlı hanedanını yüceltmek için ortaya atılmış bir teoriden ibarettir. Bunu 40 yıl önce de yazmıştım. " Halil İnalcık;


- Eski tarihçilerimiz birisinin naklettiği rivayeti aynen alır kitabına koyar. Bu sahte bir rivayet midir, yanlışlıklar var mı, sorgulamadan aynen kaynağının söylediği gibi alır. Bunun asıl bir sebebi "Müslüman yalan söylemez" inancı olabilir. Halbuki bir tarihi olay ve kişi hakkında söylenen rivâyeti tarihçi kullanırken, bunu süzgeçten geçirmek zorundadır. Buna "textkritik" metodu denir.

Bir misal vereyim. Sözde Osman'a rüyasında dünya hâkimiyeti müjdelenmiş. Bunu Şeyh Edebali yorumlamış. Bunu modern bir tarihçi kabul edebilir mi? 15. yüzyılda Aşıkpaşazâde'de, Neşri bunu gerçek gibi kayd ederler. Kaynaklarımız bunun gibi hurafeler içerir.

Osmanlı beyliğinin kesin biçimde Yalak-Ova savaşı sonucu kuruluşu meselesine gelince... 1302'de Osman Gazi'nin kazandığı Yalakova-koyunhisarı (Bapheus) Zaferi, Anonim Tevarih-Âli Osman'da uzun uzadıya anlatılıyor. Aşıkpaşazâde'de sadece iki cümle var, ayrıntısı yok. Bu önemli zaferin ayrıntılarını Osman Gazi'nın çağdaşı Bizanslı Georgios Pachymeres'in eserinde buluyoruz. 

Yalakova'da Osman Gazi'nin 5 bin kişilik bir kuvvetle Bizans kuvvetlerini denize döktüğünü yazıyor...

Bizans tarihçisi bu savaşı büyük bir zafer olarak tespit etmiş ve bundan sonra Osman'ın bayrağı altına Anadolu'dan gazilerin gelip katıldığını işaret etmiştir. Bu karşılaştırmalı olayı Girit'te bir sempozyumda bildirdim ve bu bildirim Yunanistan'da basıldı.

Türkiye'de İznik üzerinde bir kitap çıkarıldı, orada da neşredildi; bu makalede tüm kaynaklar gösterildi. Bırakın sıradan kimseleri tarihçiler bile bunu okumamış görünüyor. Osman Gazi'nin 1302'de tarih sahnesine çıkmış olduğunu, Bizanslı tarihcinin ifadesini esas olarak yazdım.

Osmanlılarda hanedanın menşei hakkında başka bir teori vardır. Oğuznâme'de Türkler'in dip-atası Oğuz Han olarak kaydedilir. Sözde onun 6 oğlu olmuş. Gün, Ay, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz...Gün en büyük oğluymuş... Onun oğlu da Kayı...

Oğuz Destanı diyor ki, Hanlık Oğuz Han'dan sonra Gün Han'ın hakkıdır ve ondan sonra da bütün Türk kabileleri üzerinde egemenlik Gün Han'ın oğlu Kayı'ya aittir. Osmanlı hanedanı da işte bu Kayı Han'dan geliyor. Bu şecereyi, ikinci Murad zamanında 1440'lara doğru Yazıcızade ortaya atmıştır.

Yazıcızade diyor ki, Osman Gazi zamanında kabileler toplandı ve Oğuzhan'ın vasiyeti gereğince Kayı Han neslinden gelen Osman'ı han ilan ettiler... Osmanlı hanedanı Kayı Han neslindendir. Bu hikâye, 1440'larda ileri sürülmüştür. Yazıcızade neden bunu yazdı, açıklanması kolay. Timur, Osmanlılar'ı yendikten sonra Yıldırım Bayezid oğulları üzerinde egemenliğini kabul ettirmiştir. 

Timur'un oğlu Şahruh, İkinci Murat zamanında kendisine bir hil'at (Hükümdarların takdir için bir kimseye verdikleri cübbe) gönderip bunu giymesini, kendi egemenliğini tanımasını istemiştir. Zira Timur ve oğulları kendilerini Oğuzhan neslinden sayarlar.

Büyük hanlığın kendilerine ait olduğunu iddia ederler. İşte bu iddia karşısında II. Murad kendi bağımsızlığını göstermek üzere Oğuzname destanını kullanmış ve Osman Bey'in Oğuzhan'ın neslinden olduğu iddiasını benimsemiştir.

Kayı menşei iddiası, Timuroğulları'nın Oğuzhan'dan geldikleri iddiasına karşı siyasi bir iddiadır. Bu bir kurgudur. Fatih zamanında şehzadelere Oğuz, Korkut adlarını vermişler ve topların üzerine Kayı damgasını koymaya başlamışlardır. Kayı teorisi Osmanlı hanedanını yüceltmek için ortaya atılmış bir teoriden ibarettir. Bunu 40 yıl önce de yazmıştım.

Gelelim bana yapılan itirazlara: 
Deniyor ki Osmanlı devleti Bilecik'in Söğüt kazasında kurulmuştur... Osman Gazi'nin kariyerinde, beylik yani bir devlet kuruluncaya kadar bir takım aşamalar vardır. Babası Ertuğrul gelip Söğüt'te yerleşiyor...

Bir aşiret olabilir ama bu beylik, bir devlet kurulması şeklinde yorumlanamaz. Osman 1288'de Eskişehir yakınında tepede Bizans tekfuru elindeki Karacahisar kalesini fethetti. Bazıları bunu Osmanlı beyliğinin kuruluş tarihi olarak yorumlayabilir. Ondan sonra Osman 1299'a doğru Eskişehir'den Bilecik'e kadar geniş bölgeyi fethetti.

Yenişehir sınırında Bizans'a karşı yerleşti ve akınlara başladı. Bunun tarihi 1299'dur. Bu söylediğim tarihlerin herhangi birini beyliğin, devletin kuruluşu olarak alabilirsiniz. Ama bu aşamalardan hiçbiri Bapheus zaferi gibi çağdaş bir kaynak tarafından tam tarihiyle teyit edilmemiştir. Ancak Osman'ın 27 Temmuz 1302'de Bizans ordusuna karşı kazandığı zafer çağdaş Pachymeres tarafından zikredilmiştir. Bu nedenle bir tarihçi olarak 27 Temmuz 1302 tarihini alıyorum.


Prof.Dr.Halil İNALCIK




İnalcık hoca bile Osman Gazi'nin döneminde yaşamış olan Pachymeres'i kaynak olarak gösteriyorsa, o zaman Osman değil ATMAN'dır Osman Gazi'nin adı.









Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lügati't-Türk kitabında adı geçen 24 Oğuz boyunun damgaları.
Kaşgarlı bu damgaların davarlara, at sürüsü vurulduğunu söyler.
Bu damgalar/tamgalar aynı zamanda yazıtlarda ve petrogliflerde de görülür.


"Rum diyarındaki Beçenek (Peçenek)lere kadar, 
Suvar ve ''Bulgar'' Dilleri Türkçedir. "
Kaşgarlı Mahmud









Makedon parası - KAYI BOYU TAMGASI






İskit/Saka'ların da IYI tamgasını kullanması Zaur Hasanov'un Çar İskitlerinde belirttiği gibi "Oğuz"lardan olduğunu ortaya koyar. Ki, İskit ve Hun boylarında Ağaçeri Türklerinin olması, diğer boylarının da mevcudiyetini gösterir: KAYI gibi.

yeni yazı
Kayı Tamgası Nasıl Oluşmuş Olabilir?








"Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında 
asimile edilen hiç bir millet yoktur. 
Osmanlı idaresi altına girip de Osmanlı devletinden dolayı 
etnik kökenini kaybeden millet yoktur...."
"Bizim tarihimizdeki tüm gerçekler Türk olduğumuzu gösteriyor. Diğerleri hepsi birer teoridir."
"Bizi yok olmaktan Osmanlı kurtardı."


Bulgar Gazeteci Dimitr Nikolov'un Stoyan Dinkov ile yaptığı röportajı :


Dimitr Nikolov: 

Sayın Dinkov kitabınızda Bulgaristan'ın Osmanlı idaresi altına girmesinin Bulgar milletini kurtardığını öne sürüyorsunuz. Neden bu şekilde düşünüyorsunuz?

Stoyan Dinkov: 

Şunu bilmemiz gerek, Bulgaristan büyük bir devletin parçasıydı. Dahası günümüzde var olan 52 devlet Osmanlı İmparatorluğunun idaresi altındaydı. Tüm bu devletler günümüzde bağımsız çağdaş birer devlettir. Bu devletler 400 ilâ 600 yıl arasında Osmanlının birer parçasıydılar ve aynı zamanda kendi inancını, yaşayış tarzını ve geleneklerini koruyabildiler. Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında asimile edilen hiç bir millet yoktur. Osmanlı idaresi altına girip de Osmanlı devletinden dolayı etnik kökenini kaybeden millet yoktur.

Bulgaristan'ın Osmanlı idaresi altına girmesi milletimizi korumuştur, çünkü bu sırada memleketimiz çok ağır bir haldeydi. 14. asırda çok küçük topraklara sahip, güçsüz ve üçe bölünmüş bir haldeydi. Vidin Bulgaristan'ı dediğimiz parçaya Macaristan göz dikmişti. Sırbistan ve Romanya'nın da Bulgaristan'da gözleri vardı. Eğer Osmanlılar gelmeseydi tüm zayıfların başına gelen Bulgaristan'ın da başına gelecekti. Yunanistan Trakya topraklarını alacaktı. Sırbistan da bir pay alacaktı, çünkü o zamanlar onların dili bizim dilimize çok yakındı. Vidin Çarlığı da Macaristan'ın bir parçası olacaktı. Dobruca da Venediklerin idaresi altına girecekti, çünkü oranın yöneticisinin Venediklilerle çok iyi ilişkileri vardı. 


Bizden geriye ne kalacaktı? 


Hiçbir şey. Osmanlıların gelmesiyle etnik kimliğimiz tekrar sınırsız birliğine kavuştu, bu büyük Osmanlı topluluğundan  bir parça olsa da. Dobruca, Tırnova ve Vidin tekrar bir bütün oldu. Bulgarların sayısı bir buçuk milyondu. 19. asrın 60lı yılarında Bulgarlar  7 milyon civarındaydı, bu sayıya Kuzey Yunanistan'daki ve Üsküp civarındaki Bulgarlar da dahildir.


Osmanlı hakkında olumsuz algı olan kölelik tanımı nereden geliyor?


Bu Rusya'nın emelleri sonucunda gerçekleşiyor. Ulu Ekaterina zamanında Panslavizm görüşü ortaya çıkıyor. Rusya dile dayalı, etnik kökene dayalı olmayan bir temelle Slav milletlerini birleştirmeye çalışıyor. Ruslar bizi Slav sayarak bir kültürel hücum başlatıyorlar. Ana gayeleri bu toprakları ele geçirip İstanbul'a kadar varmak. Kitlesel bir propaganda başlatılıyor, güya Bulgarlar Slav ve çok çile çekiyorlar. Fakat Bulgaristan'a Rusya'dan çok akıllı adamlar gelmiş, -onlardan biri de Dostoyevskidir– o kölelerin ne şekilde yaşadığını çok farklı bir şekilde anlatmış. Ve ben ona güveniyorum.


Bulgar uyanışı bu propagandanın meyvesi mi?


Evet, Bulgar uyanışı bu propagandanın ve Matsin ideolojisinin meyvesidir. Aslında bunda kötü bir şey yok, lakin bu ideolojilerin İtalya'da özel konumu vardı. Bu ideoloji bizde aynı işlevi görmedi. Matsin'in devrimci görüşleri Rusların Panslavizm görüşüyle birleşince küçük bir kaos meydana getirdi.


Çoğu milliyetçi kişilerin Türkiye'ye karşı olan olumsuz tavrı hakkında ne düşünüyorsunuz?


Siz bunun sadece bizde olmadığını biliyorsunuz. Dünya tarihine baktığımızda görüyoruz ki, her zaman karanlık güçler belirli amaçlar doğrultusunda milletleri en yakın dostlarından ayırmışlardır. Biz en yakın dostumuz Türkiye'den ayrı olunca onlar her isteklerini kolayca yerine getireceklerdir.


Siz Bulgarların kökeni hakkında hangi teoriyi destekliyorsunuz?  Bulgarların Türk kökünden geldiğini mi, yoksa yeni ortaya atılan Fars kökenli olduklarını mı düşünüyorsunuz?


Bu konuda teori olamaz. Gerçekler söz konusu. Bizim tarihimizdeki tüm gerçekler Türk olduğumuzu gösteriyor. Diğerleri hepsi birer teoridir. Diğer teorileri destekleyen hiçbir gerçek delil yok. 


Neden Nagi Sent Mikloş hazinesi hakkında konuşulmuyor? 


Bu kesinlikle Bulgarlara ait ve onda Türk izleri var. Üzerinde Türk ve göçebe atları figürleri yer almaktadır. Bir spekülasyon var, güya üzerindeki güneş ve ay Farsları simgelermiş. Lakin onun üzerinde güneş ve ay değil yıldız ve hilal var. Bu ikisi Türklerde İslam'dan önce de vardı. Bu simgeler Han Omurtag döneminde de vardı. Bu simgeler aynı zamanda Osmanlıların da simgeleridir. Osmanlılar İslam topraklarını fethedince bu simgeler İslam'ın simgeleri haline geldi.


Türk topluluklarla yakınlaşma Bulgaristan'a yarar sağlar mı?


İlk yararı halkımız için olacak, kendimizi tanıyacağız. Kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bileceğiz. Çok zamandır aldatıldık, ilk önce Slav diye, şimdiyse Fars kökenli diye. Bu topluma çok kötü yansıyor, çünkü bizde sivil anlayışlı bir toplum yok. Biz kim olduğumuzu bilmiyoruz. Bizler en büyük Türk devletinin mirasçılarıyız yani Atilla'nın. 


Biz Fransa'dan Moğolistan'a kadar uzanan bir cihan imparatorluğunun varisiyiz, büyük bir cihan devletinin. Atilla'nın oğlu İrnik Batı Rusyayı, Baltık bölgesini, Kiyev ve Kırım'ı yönetiyordu. Onun yönettiği devlete Bulgaristan diyorlardı hatta Kubrat'ın yönettiği Bulgaristan'dan bile eski. 


Bu, tüm dünyada biliniyor, bir tek biz bilmiyoruz. 


Bu Panslavizm'in bir gereğiydi. ani kendi tarihimizi bilmememiz Panslavizm'in bir sonucudur.


Aynı sorun Rusya'daki Bulgarlarda da vardı, Volga Bulgaristan'ın mirasçılarıyla. Onların durumu ne?


Şuan orada güzel şeyler oluyor. Onların partisi – Bulgar Ulusal Kongresi – en güçlü partidir. Gerçek bir özgür seçimde iktidar olabilirler.


Bulgaristan'ın Türki devletlerle ilişki kurması sizce ileride Avrasya Birliğinin kurulmasına yarar sağlar mı?


İlk önce Asya Birliği olması lazım, sonra Avrupa Birliği ile Asya Birliği birleşecek. Bu, dünyanın geleceği... Bizim tarih yazarlarımız yalan yerine gerçekleri yazmaya başlarsa Bulgaristan'ın çok önemli bir yeri olacak. Biz sadece AB üyesi değiliz, aynı zamanda Slavca konuşuyoruz, velev ki zorla kabul ettirilmiş olsun. Ve dahası Hıristiyanız, yani bir çoğumuz. Geriye sadece gerçek tarihimizi yazmak kalıyor.


Dediniz ki Slavca zorla kabul ettirildi. Bu nasıl olur ki?


Hıristiyanlık kabul edilirken 100 bini aşkın Bulgar katledildi. Bu din, Bizans tarafından zorla kabul ettirildi. Zorla alfabe kabul ettirildi, öyle bir alfabe ki 4. asırdaki bir alfabe baz alınarak hazırlanmıştı. Proto –bulgarlar başka alfabe kullanıyordu– Türklerin kullandığı bir çeşit alfabedir. Bu alfabeden bazı harfler alınıp yeni alfabeye konulmuştu. 


Birinci Boris iktidarında Bulgaristan'a Bulgar hanları tarafından kovulan anti denen Slav kabileleri geri dönüş yaptı. Onlar Slav dilini empoze etmişlerdir. Ve böylece herkes Slavca konuşmaya başlamıştır. Bu dönemde insanlar okuryazar değillerdi. Biz alfabeden bahsediyoruz, muhtemelen o zaman sadece  1000 kişi okuma yazma biliyordu. Bir şeyler öğrenmek istediğinde Slavcayı öğrenmek mecburiyetinde kalıyorsun. Bu Doğu Roma İmparatorluğunun Bulgaristan'ı yok etmek için yaptığı en önemli harekettir.


Peki, Bulgarlar etnik kimliğini nasıl koruyabildiler?


Gerçekçi bakarsak biz yokuz. İkinci Bulgar Çarlığı Kumanlara ait...


Genellikle burada yaşamak isteyen Proto Bulgarlar ağır koşullara mahkum edilmiştir,  hiçbir yere gitme hakkı olmayan kırsal köylüydüler. Ağır vergiler ödüyor, köle gibi çalışıyorlardı. Geri kalanları Kuman ve geri dönüş yapan Antilerdi. İkinci Bulgar Çarlığı hanedanı Kumanlardandı.


basın






Stoyan Dinkov Dimitr Nikolov 26 june 2011 novinar/link

"Когато се приема християнството, са избити над 100 хиляди българи. Тази религия е наложена насила от Византия. Налага се една азбука, която е на базата на стара писменост, създадена през 4-и век. Прабългарите са използвали друга писменост – тюркските руни. От тях са взети няколко знака и са внесени в азбуката. По времето на Борис I в България се завръщат антите – славянски племена, изгонени от нашите ханове. Те налагат славянския език. И така всички започват да говорят на славянски. По това време хората не са могли да пишат. Ние говорим за азбука, но тогава сигурно 1000 души са могли да пишат. И ако искаш да научиш нещо, ти се налага да говориш на славянски. Това е добър ход на Източната римска империя, за да унищожи България.... Ами реално ни няма. Второто българско царство си е куманско. Масово прабългарите, които остават да живеят тук, са поставени в много тежки условия – като крепостни селяни, които нямат право да ходят никъде. Плащат данъци, работят като роби. Останалото са кумани, които са заселват тук, както и антите, които се завръщат. Всички династии от Второто българско царство са кумански."

(google translate) - "When converted to Christianity, were killed over 100 000 Bulgarians. This religion was imposed by force of Byzantium. It needs a script that is based on the old script, established in 4th century. Proto used another script - Turkic runes. Of them have taken several characters and have been made to the alphabet. At the time of Boris I in Bulgaria return Anti - Slavic tribes expelled from our inns. They impose Slavic language. So all begin to speak in Slavic. At that time people could not write. We talk about the script, but then probably 1000 people were able to write. And if you want to learn something, you have to speak in Slavic. This is a good move of the Eastern Roman Empire to destroy Bulgaria .... Well actually our will. Second Bulgarian Kingdom is Kumanski. Mass Proto who remained to live here, are placed in very difficult conditions - like serfs are not allowed to go anywhere. Pay taxes, work as slaves. The rest are Koumanians who have settled here, as well as anti returning. All dynasties of the Second Bulgarian Kingdom are Cuman."








Bulgarların Kökeni Türk'tür. 

"Bulgar Tarihçi Stoyan Dinkov "Turan - İskitler ve Hunlar'dan Türkler ve Bulgarlara" isimli kitabıyla bir anda dikkatleri üzerine çekmişti. Bulgarların kökeninin Türk olduğunu söylemesi, üstelik bunu destekleyen verileri gündeme getirmesi eleştiri oklarını çekmesinin ilk nedenidir. Aslında gerek Türkiye'den gerekse dünyadan bağımsız tarihçilerin önemli bir kısmı zaten Bulgarların kökenini Kumanlara dayandırmaktadır. Dinkov'a göre Panslavizm, Bulgarların kendi tarihini öğrenmesini engellemiştir."










At Europe's Borders: Medieval Towns in the Romanian Principalities 
By Laurențiu Rădvan
Lawrence Rădvan, historian, specialist in medieval and pre-modern history, Professor at the Faculty of History of Alexandru Ioan Cuza University, 
member of the "Commission for the history of cities in Romania".








The roots of Balkanization - Hungarian Cuman king
author, historian, educator, and philosopher/Romania



He compared their habits to those of wolves - "bold and greedy, the wolf knows well how to flee whenever something terrifying appears". The bishop concluded tat the Scyths/Cumans were "wild beasts among mankind" or "men among wild beasts". However, the Scyths and Cumans were considered different people: Anna Comnena clearly stated that "the emperor's (her father Alexius I) policy was to make use of the Scyths against the Cumans, if the latter again approached the Ister [Danube] and tried to seize territory beyond it. In her view the Scyths were the Turkish Patzinaks, much likely Pechenegs, not the Cumans, whom Cishop Eustathius confused with each other, he was most probably describing Turkish invaders. There is nı relation between those whom the Byzantines called "Scyths" and ancient Scythians who melted into the Dacian population long before the Roman invasion.

The Cumans were most certainly predatory barbarians, but in Dacia they managed to co-exist peacefully with the local population. Their solid partnership with the Vlachs, who were dispersed throughout the Balkan Peninsula, points to the common language of these two people. Moreover, the arrival of additional Cumans defeated by the Kievan Rus increased their presence in what is today Romania and gave them a certain pre-eminence. Their unusual peaceful co-existence with the Daco-Romans, especially in Moldavia and Wallachia, şends credence to the speculation that the Cumans were related to them. It is possible that, based on the physical description we are given of them, the cumans were in fact a group leftover from the Scythian tribes who were close to the Dacians in ancient times. This would explain why they settled in the Romanian principalities for almost three centuries and kept migrant tribes of Pechenegs, Bulgar, Magyar, and Slavs at bay.





According to Strabo (64 BC-CE 21), the Dacians were named after Daoi, meaning “wolf,” and were nicknamed “wolf-people” because they worshipped that animal. Their battle flag showed a wolf-headed serpent with a long hollow body that collected the wind and made a howling noise. The Romanian language has kept the word lupta, meaning “fight,” from the Dacic lup, meaning “wolf.” Similarly, Celtic art crafts use wolf-serpent” motifs sculpted, painted or woven, as the seal of wisdom, an attribute of the animal that the Dacians admired. It is likely that the Celtic and Dacian tribes bonded under the principle of the “wolves’ brotherhood” and conducted their fights using “gang of wolves” tactics. Many Celtic tribes were named after “wolf,” and most likely the Welsh of Britannia was one of them.

Ion Grumeza




___



Cuman: This name is commonly found in Greek and Latin sources for the Turkish people, or peoples, who are referred to, in Oriental and Russian sources, as Qipchaqs (Kipchaks) or as the Polovtsi. They formed the most westerly grouping of Turkic peoples and their borders extended from the Danube to the middle of Kazakhstan, as we know it today. The cuman steppe is to be identified with the Dast-i Qipchaq and part of the Crimea, although the precise relationship between Cuman and Qipchaq has yet be clearly understood. The Cumans dominated the Crimean Peninsula from around AD 1030. The Cumans also played a major role in Russian and Hungarian medieval history. A Cuman warrior is portrayed in a Slovak church mural which was painted in AD 1370. For a general description of their identity and historical role, see "The Cmabridge History of Early inner Asia" edited by Dennis Sinor, Cambridge University Press, 1990,pp.277-84 and also Istvan Vasary, Cumans and Tatars, Oriental Military in the Pre-Ottoman Balkans, 1185-1365, Cambridge, 2005

Qipchaq (Kipchak) : A Turkish speaking people who occupy an important position in Eastern European and İslamic history. The Qipchaq (or Cuman) steppe (Dast-i Qipcaq) is frequently mentioned in Arabic, Persian and Turkish geographical and historical literature. In the Muslim and in the Transcaucasian sources, Qipcaq appears to correspond to the Cumans, in the Greek and Latin sources.

The distinction between the two peoples in unclear. In Russian sources, the name of Polovtsi (the pale-yellow ones) is the most commonly found. The Qipcaqs appear in the eight-century Moyun Cher inscription and they may possibly appear in Chinese sources as the Chueh-Yueh Shih. The Qipcaqs who remained behind in Siberia are probably the ancestors of the Siberian Tatars who were converted to Islam at a later date. Other Qipcaqs were driven westwards and formed a major group in the area of the south Russian steppes and in the Volga-Rural regions. The Qipcaq were absorbed within the golden Horde , but were to shape the horde and give it a predominantly Turkic, or Turkish character, overwhelmingly İslamic in faith, though retaining many pre-islamic features. The Lithuanian Tatars were once Qipcaq speaking; only the Karaims speak a variant of this language in Lithuania, Poland and the Ukraine today.



Islam in the Baltic: Europe's Early Muslim Community by Harry Norris

Harry Norris is professor emeritus of Arabic and Islamic studies at the university of London. Before this he was professor of Middle Eastern studies at SOAS and an associate fellow at the school of Slavonic and East European Studies, university of London. 




KiPCHAK(Polovtsi-Cuman)  iS NOT ONLY SPEAKiNG TURKiSH, 
BUT iT İS ALSO A TURKiSH TRiBE - SB


___




"All dynasties of the Second Bulgarian Kingdom are Cuman."






István Vásáry

Istvan Vasary Budapeşte'de, Lorand Eötvös Üniversitesi'nde Türk ve Orta Asya Araştırmaları profesörüdür. Daha önceki (Macarca) yayınları arasında Altın Orda (Kossuth, 1986) ve Moğol Dönemi Öncesi İç Asya Tarihi (1993; 2. Basım, Balassi, 2003) adlı kitapları vardır. Vasary 1991 - 1995 arasında Ankara, 1999 - 2003 döneminde de Tahran Büyükelçiliği yapmıştır.










In the years of Byzantine rule Bulgarian lands were subject to devastation and settlements from the so-called later nomads (Pechenegs, Uzi and Cumans), mostly in Paristrion (Podunavlje) and partly in Thrace, Hungarian attempts to conquer the northwestern Bulgarian lands, as well as attacks on Italian rules in today's Albania and Macedonia. Byzantine rule caused negative in some areas even catastrophic changes in the scope and status of the Bulgarian ethnic territory. With the destruction of the Bulgarian kingdom disappeared powerful barrier to new waves of "barbarians" from the steppes of northern Black Sea coast to the Carpathian-Danubian lands (the so-called. "Trans-Danubian Bulgaria" in VII-X c.) And south of the great river. Byzantine Empire was unable to establish its authority in the north of the Danube. She was forced to limit its natural and traditional in its view Danube frontier, which created extremely favorable conditions for the preservation of Bulgarian ethnic character of the lands between the Danube, Dniester and the Carpathians (sparsely populated at that), and in Transylvania. Similar was the situation in other border areas - eg. in today. Albania and Kosovo, where in the early Middle Ages attended significant Bulgarian population. So separate peripheral areas started to lose their Bulgarian ethno-cultural aspect at the expense of nomads (Pechenegs and Cumans), Magyars, Albanians, Serbs, Vlachs. There is no dispute that if the first Bulgarian kingdom was preserved, then such processes would not have this range, and somewhere in general and its development.

The most significant scale and undoubtedly had a devastating effect invasions of Pechenegs. This nomadic people was a neighbor of the First Bulgarian Empire from the end of the IX century. And in most cases its ally. After ustanovyavyaneto of Byzantine rule, however Pechenegs got much easier access to the lands south of the Danube, which was favored by the weak rulers inherited Basil II (976-1025). Even when his brother and successor Constantine VIII (1025-1028) began Pechenegian massive invasions. The first was in 1026-1027, when the "barbarians" invaded primarily in the western Bulgarian lands (subject Bulgaria), kidnapping many prisoners and booty. And Romanos III Argyros (1028-1034) could not organize serious opposition to the steppe invaders - in 1032 they ravaged Paristrion, and in 1034 their hordes reached the outskirts of Thessaloniki. The next year incursions, facilitated by freezing Danube continued towards "Macedonia" (Eastern Thrace).

(google translate from russia)






___






TUNA BULGAR DEVLETİNİN İLK ASRI: 


BALKANLARDA TUTUNMA VE PEKİŞME 
(681- EKİŞME (681---803) 

Bir Türk topluluğu olan Bulgarlar, Karadeniz ve Kafkasların kuzeyindeki büyük devletleri yıkıldıktan sonra etrafa dağılmışlar, bunlardan bir kol da Aşağı Tuna boylarına gelerek Bizans’tan aldığı Dobruca-Deliorman bölgesine yerleşmiştir. 


Bizans tarihinde ilk kez bu kadar yakın bir yerde yabancı bir devletin kuruluşu İstanbul’da kabullenilememiş, iki devlet arasında kesintisiz bir mücadele başlamıştır. 680’lerden itibaren Bizans’ın çok güçlü hükümdarlar çıkaramayışı, buna karşılık Tuna Bulgar’ın ilk iki hükümdarının güçlü kişilikler oluşu sayesinde bu Türk devleti Balkanların doğusunda tutunmuştur.


8. yy ortalarından itibaren 20 yıllık bir dönem Bulgar devleti açısından bir fetret ve sarsıntı dönemi olarak niteleniyor, ancak Bizans karşısında hiç geri adım atmayışları hem sandığımız kadar kötü durumda olmadıklarını, hem de devletin temellerinin sağlam kurulduğunu göstermektedir. Aynı yüzyılın sonunda Bulgarlar yeniden yükseldiklerinde Bizans karşısında mutlak güç sahibiydiler.


Doç.Dr.Osman Karatay (devamı pdf:)







____



Bulgarlar

Bulgar boy birliği Hazarların batısından Kuban boylarında ve Karadeniz bozkırlarının doğusunda Köktürk ilerleyişinden önce teşekkül etmiştir. Burada tarım ve zanaatla yarı yerleşik hale geldiler. Aynı zamanda kürk ticareti de yapıyorlardı. Bazı Ogur boyları Avar hakimiyeti ile Panonya'ya göçtüler. 7.yüzyıl başlarında Ogur-Bulgar boylarından bazıları Avar hakimiyeti altında ayrıştı. Bulgar önderi Kubrat, Bizans ile Avar-Sasani ittifakına karşı anlaştı. 635 civarında Avar hakimiyetine karşı ayaklanıp büyük Bulgar Devleti'ni kurdu. Kubrat 660 da ölünce çocukları birbirinden ayrıldılar. Bir kısmı Hazar egemenliğine girdi. Bir kısmı ise, Panonya'ya gelip yerleşti. Burada 8.yüzyıl sonuna kadar varlıklarını korudular. Hazarların saldırıları karşısında Tuna nehrini aşarak bugünkü Bulgaristan'a yerleştiler. Karadeniz bozkırında kalan Bulgarlar (Kara Bulgarlar) Hazar hakimiyetine girdiler.

Tuna Bulgar Devleti

Asparux'un (679-702) önderliğinde Tuna'yı aşıp gelen Bulgarlar, kuzeydoğu Balkanlardan Bizans topraklarına girdiler. Ogur Türkleri tarafından kurulan en uzun ömürlü devlet olan Tuna Bulgar Devleti, Bizans ve Avar imparatorlukları arasında hakimiyetini sürdürmüştür. Bizans'ın Araplarla mücadelesinden de yararlanarak bir Bizans ordusunu yenerek Bizans'la anlaştılar. Bizans, 681'de yapılan bu antlaşmayla bugünkü Bulgaristan olacak yerin sahiplerini tanımış oldular. Asparaux'un 701 civarında ölmesi ile işbaşına geçen Tervel, Bizans'a yardımlar yaptı. Bulgarlar 717-718'de İstanbul'u kuşatan Arapların yenilmesinde rol oynadılar. Bulgar nüfusunun Slav nüfusuna göre çok az olması Bulgarların Slavlaşmasına yol açtı.  Bulgarlar burada Slavlarla karışarak Slav-Bulgar'lar haline geldiler.

İdil Bulgarları

Hazar hakimiyetine girmek istemeyerek kuzeye yönelen bir kısım Bulgarlar, İtil boylarında yerleşmişler ve burada Moğol istilasına kadar devam edecek bir devlet kurmuşlardır. İtil Bulgarlarının yerleştiği bölge, İslam ülkeleri ile Hazarlar ve İskandinav kavimleri arasında ticaret yolları üzerinde idi. Bulgar boylarının orta İdil'e varış tarihleri 7.yy ortası ile 9.yy başlarına kadarki süre olarak tahmin ediliyor. Karadeniz Bulgarları geliş tarihleri ne olursa olsun bölgedeki askeri ve siyasi olarak en ileri topluluktu. Ticaret ve tarım ile uğraştıklarını bildiğimiz Bulgarlar, uzun bir süre Hazarlara bağlı kalmışlardır. Bulgar Şehri diye bilinen başkentleri, zamanın önemli ticaret merkezlerinden biri idi.

Bulgar hanı Almuş, Müslüman olup halifeden yardım istedi ve Oğuzlarla akrabalık kurdu. Böylece üstündeki Hazar nüfusunu kırdı. İslam dünyası da doğdu, batı kuzey ve güney ticareti, İdil Bulgarlarının elinde olduğu için, onlara yoğun ilgi gösterdi. İdil Bulgarları bu bölgedeki ticareti ellerinde tuttular. 13.yy başlarında Ruslarla mücadele kızıştı. Ruslar ve Bulgarlar, kürk ticareti için rekabet ediyorlardı. Bulgarlar 1218 de Yuğra'ya ilerlediler. Ruslar ise 1220 de Kama ötesini işgal ettiler. Ruslar 1221 de Novgrad'ı inşa ederek Mordva topraklarında nüfus mücadelesine girdilerse de bu mücadele sonuçlanamadı. Kısa bir süre sonra da bölge tamamen Moğol hakimiyetine girdi.

Avar Kağanlığı

Çin kaynakları bu kavim için Juan-Juan adını kullanırken, Arap ve Bizans kaynakları onları Avar diye kaydeder. Bazı Macar tarihçileri ise, Avarların, Hunların bir boyu olduğu ve var-hun adını taşıdığını belirtir. Bu kavim Uygur bölgesinden Avrupa'ya gelmiştir.

Avar tarihi, Asya ve Avrupa olarak ikiye ayrılır. Asya dönemi 3.yy ve 5.yy arası , Avrupa dönemi ise 6.yy ve 9.yy arasını kapsar. Bunlar 200 yılından 552 yılına kadar İrtiş Irmağından Kora yarımadasına kadar uzanan bölgede hakimdiler. Çinliler ile mücadeleye girdilerse de, Çinlilere yenildiler. Avarlar, Batı Asya'da egemenliklerini sürdürürken Köktürkler bu devleti yıktılar. Avarlar, batıya doğru göç ederek Volga Irmağı bölgesi ile Kafkaslar arasındaki bölgeye yerlşetiler. Avarlar buradan Avrupa içlerine doğru akınlar yaptılar. Avarlar Avrupa topraklarında yeniden toparlanarak 563 yılında Bayan Kağanın önderliğinde devlet kurdular. Macaristan'dan Elbe vadisi, Alp dağları, Sava vadisinden Don ırmağına kadar olan bölgede egemen oldular. Avarlar, Bizansla yaptıkları savaşlarda İstanbul'u bile kuşattılarsa da başarısız oldular. Avarlar, Franklara yenildiler ve 803 yılında devlet dağıldı. Avar kalıntıları bugünkü Macaristan'da ve Bulgaristan'da varlıklarını sürdürür. Bugün Kafkaslarda Avarların bakiyeleri mevcuttur.

Avar Devleti genelde kavimler ve kabilelerden meydan gelen bir federasyon yapısında kurulmuştu. Ülkede bir çok kavim vardı. Bulgar-Türk kavimleri, Ogur, Oturgur, Kuturgur ve Onurgur kavimlerini de gittikleri yere sürüklediler. Germen ve Slav kavimleri de Avar egemenliğine girdi.



Osman KABADAYI




____

Organa (Orhan) oğlu Kubrat Han (Han Kurt) 584-638



Büyük Bulgar devletinin Kurcusu olarak kabul edilen 765-776 yıllarında yazıldığı düşünülen,Bulgar Türklerine ait eldeki en eski belge ‘’Hakanlar Listesi’’ Grekçe kronolojik kitabede,60 yıl yönetimde kaldığı ve Dulo sülalesine mensup olduğu, Şegur Veçem (Sığır Yılının üçüncü Ayı) da tahta geçtiği belirtilen ve Bulgar Türklerince Ata kabul edilen Kubrat Han Hakkında kaynaklarda belirli olarak fazla bilgi yoktur.

devamı türkbilimi'nde









ETRÜSK URN - PROF.DR.FİRUDİN AĞASIOĞLU'NUN ARAŞTIRMALARINA GÖRE BU
BİR KAYI BOYU TAMGASIDIR
AYRICA SVASTIKALAR DA BULUNMAKTADIR.
TÜRKOLOGLARIN ARAŞTIRMALARINA GÖRE DE SVASTİKA'NIN ORİGİNİ TÜRK'TÜR





Gayus Julius Caesar


"Vergilinin qədim Roma tarixindən bəhs etdiyi «Eneida» əsərində bu şəhərin əsasını qoyan etrusk soyköklü Romul və Remin troyalı Eneyin törəmələri olduğu bildirilir. 
Romanın məşhur Qay sülaləsi də özünü troyalı Eneyin soyuna bağlayırdı. Məşhur Roma imperatoru Qay Yuli Sezar senatda ilk çıxışında «Mən əsilzadəyəm, troyalı Eneyin nəslindənəm» deyərək özünü təqdim etmişdir."


Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu
Etrüsk-Türk Bağı


ve 



Roman kings with pride remembered their Trojan ancestry . Julius Caesar bore the name Yul, the son of Eney, a Trojan commander, who led the Trojan immigrants to Italy . Numerous Roman names of Trojan origin appear to be old Turkic. 


Yul, for instance, is the same Turkic Yul, used by the Tatars and Bashkirs as a personal name . Yul and other Trojan personal names are usually interpreted on the basis of Latin or Greek appellatives, which is not logical at all. For instance, Julius (Yul) is referred to the Greek word ioulos «curly-headed» . 


It is not logical, because the Trojans, known to have been neither Roman nor Greek by origin, could not have had Roman or Greek names during that period. They had settled these lands before the Greeks. What is more, the Romans and Greeks did not themselves have analogical names. 
Caesar (kesar), applied as a cognomen to Roman emperors, could have been related to the old Turkic kezer («leader», «hero»), used to denote a high title]. It may be a cognate of the Kirghizian kaysar («brave», «strong», «courageous» whose semantics permits its transformation into a higher title. 

The first component (Gay) of the name of Gayus Julius Caesar, the Roman dictator, is comparable with the old Turkic Gay - a tribal name belonging to the Turkic tribe Oghuz and with Kay, a Kipchak tribal name. 
Transformation of a tribal or dynastical name into the names of persons is common for the anthroponomy of all peoples.....


Chingiz Garasharly

The Turkic Civilization lost in the Mediterranean basin
BAKÜ 2011 - Professor, Doctor of Philological sciences




* * *




II.Binyılın birinci yarımına ait yazılı kaynakların tümünde, Sır-Derya'nın orta akımı ile, Karatav'ın kuzeybatı, batı ve güneybatı eteklerinde bazı yerlerin adlarının "yılan" kelimesiyle bağlantılı olduğuna dair bilgiler vardır....


Si (Kay) kabilerlerinin tamgası yılandır; "kay" da zaten yılan demektir. Kumosiler, Kidanlar ve diğer halkların topraklarından akıp giden Amur Nehrine Çinliler Heylungiyan (Kara Ejderha Nehri) derler. 
"Kimakların tanrısı nehrin sahibi Ejderhadır...

Don Kıpçaklarını yöneten Şarukan hanedanı yılan kabilelerinden (Kimak-Uran-Kay-Urankay) inme idi...


"Zmiyev bölgesinde 12.yüzyıla ait bir harabenin bulunması, Zmiev'in de adına nazaran bir Poloves (Kıpçak) yerleşim birimi olması hasebiyle, oldukça dikkat çekicidir. Zmey (yılan,ejderha) kelimesinden gelen şehir adı onu Poloves-Kıpçaklara bağlamaktadır." ... Sanırım Poloveslere ait Şarukan şehri Harkov bölgesindeki Zmiev şehriyle özdeşleştirilebilir ve kaldı ki Rus tarihi coğrafyası konusunda uzman olan kişiler sözü edilen Poloves şehrini bu bölgeye yerleştirmektedirler.


Şarukan şehrinin Zmiev oykonimi ile karşılaştırılmasının, Türkçede Ejderha anlamına gelen Kıpçak şahıs adı Şarukan'ın etimolojisiyle ilgisi vardır. K.G.Menges bu konuda şöyle diyor: "Şarukan, Macarca sarkan (sarkanu) veya 'ejderha' anlamına gelen eski Macarca şeklinden gelmektedir." Sözcüğe ilk defa 1193 yılında rastlanmaktadır. Poppe, Macarca sarkan'ı Türkçe Kırım Tatarcası ve Kumancadaki 'sazayan' yani 'ejderha' sözcüğü ile karşılaştırarak, "bu sözcük ilk başlarda 'büyük ruh' veya totem hayvanı olarak kabul edilen 'ejderha' anlamındaydı." demektedir. Bilindiği gibi özellikle ejderha ve onun baş hipostası yılan, Kimakların 9.yy-10.yy'da Kazakistan bozkırlarında siyasi hakimiyet kurdukları dönemde totem hayvanlarıydı. Aynı kelime Türkçede 'Uran', Moğolcada 'Kay' ile karşılanmaktadır.


Yılan halkı dediğimiz Kimaklar, Merkezi Asya bozkırlarından getirdikleri zati adlarıyla hem Rus yazılı kaynaklarında, hem de yer adlarında yer almışlardır. Örneğin eski Rus vakayinamelerinde 'Kayepiçi' adında bir kabileden söz edilmektedir. Kelimenin yapısı son derece açık. K.G.Menges şöyle diyor:"bu kelime -'iç' yalın halinin çoğul şeklidir ve iki sözcükten oluşmaktadır. Sözcüğün ikinci kısmı opa/apo 'baba'dır. Birinci kısmı kabile adı Kay (Kaşgarlı'da) veya Marquart'ın okuyuşuna göre Qayı'dır."  Kimak kabilelerinin Don Kıpçaklarının topraklarına gelmiş olduklarının bir diğer izi, Şarukan şehriyle özdeşleştirilen Gaydarı yer adıdır. Şarukan-han'ın anısına Şarukan adı verilen şehrin bazı vakayinatme kayıtlarında, örneğin Triytskaya vakayinamesinde, Pletnieva'nın haklı uyarısına binaen yine yılanla bağlantılı olarak görebileceğimiz Çeşuyev olarak geçmesi dikkat çekicidir.


Gördüğümüz gibi kesinlikle Poloves-Kıpçaklara ait olan Şarukan'ın Çeşuyev, Gaydarı ve Zmiev gibi varyantları, dilbilimsel açıdan Yılan teriminin farklı ifade şekilleridir. 
Başında en az 150 yıl Şarukan ailesinin veya bizim görüşümüze göre Ejderha Hanedanının (ki adını hanedan kurucusu şahsın adından almıştır) yahut II.Binyıl başlarında Avrasya bozkırlarındaki olayların etnik yönden yalnızca Kimak kabileleriyle bağlantılı olduğunu bilen vakayiname yazarlarına göre Yılan Kabilelerinin bulunduğu şehrin Don Kıpçaklarına ait olduğu gerçeğinden hareketle, Don Kıpçaklarını hanlarının "Ejderha" - Kimak (Uran-Kay) halkından inme olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kimakların başlangıçta Moğol dilli halklara mensup olduklarını, bilhare hızlı bir şekilde Türkleştiklerini, bunun da yaklaşık olarak 300 yıllık bir süreç dahilinde Kazakistan topraklarında Türkçe konuşan Kıpçak-Yemek ortamında gerçekleştiğini belirtmek gerek.




Kıpçaklar- Sercan M.Ahincanov // Selenge Yayınları 




* * *





Şimdi ; Çuvaşlar kendilerinin Subar/Suvar'dan geldiklerini söylüyor, Sabirlerin ve Ogurların karışımıyla da Bulgarlar çıkmış... MÖ.1000 civarında Oğuz ve Ogur ayrılmışsa.....Ogur Çuvaşların atası....Subar Türkleri de Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşıyordu....O bölgede aynı zamanda Kay/Qay'lar da var. O zaman,  Kayı damgasının hem Oğuz Kayı'larının, hem Ogur/Sabir'den Bulgarların, hem de Truva ve Azerbaycan topraklarından gitme Etrüsklerin kullanması tesadüf değildir.....SB




MİĞFER/TULGA - KAYI BOYU
"Tula Nehri, Çince tarihi eser Suishu'da da "Duluo Nehri" olarak geçmektedir. Kubrat'ta, Onogur boyunun Dulo ailesindendir. Bir bağlantı var mıdır acaba?"
Kapagan Kağan Mezar Anıtı





"Belirtmek gerekir ki, "erkek" anlamında kullanılan "er/ar" Türk etnonimlerine özgü alamettir, örneğin, Bulgar (bu etnonimin balık (7*) + er yani "şehir sakini" gibi izahı daha uygun), azar,  "Sabir/Suvar/Subar" (T- çoğul eki). "











Bulgaristan'ın vatandaşlarına:
Kim olduğunuzu ve nereden geldiğinizi bileceksiniz. Sürekli aldatıldınız, önce Slav sonra Fars kökenli dediler. Kim olduğunuzu bilmiyorsunuz, unutturulmuş. Türk devletlerinin, Türk kökenli yöneticilerin ve Türk halkının içinden geldiğinizi bilmiyorsunuz. Atilla bir Türk. Atilla'nın oğlu İrnik Batı Rusya'yı, Baltık Bölgesini, Kiev ve Kırım'ı yönetiyordu. Onun yönettiği devlete Bulgaristan diyorlardı, hatta Kubrat'ın yönettiği Bulgaristan'dan bile eski. Bunu dünya biliyor bir siz bilmiyorsunuz. Panslavizm'in sonucu olarak tarihinizden bi habersiniz.

SB

_______________________