22 Kasım 2013 Cuma

YAZILIKAYA KILIÇ TANRISI NEGRAL, İSKİT ve KRAL ARTHUR






Öncelikle bilmemiz gereken şey : 
Hititler, Anadolu'nun yerlisi olan Hattilerin Kültürünü almıştır.
Hititler siyasi bir birlik kurmuş olabilir ama asla kültür getirmemiş, Anadolu'nun yerli halklarına ait kültürü benimsemiştir.

Kulakları küpeli, başında boynuzlu kaskı, arslan dişli ve kılıç şeklinde bir insan olarak tasvir edilen Yeraltı Tanrısı, Nergal
Sumerce nir-gal









YAZILIKAYA KILIÇ TANRISI NEGRAL VE KRAL ARTHUR


Yazılıkaya , MÖ 13. yüzyılda yapılmış Hitit açık hava tapınağı. Kayalar arasındaki, galeri adı verilen iki girintiden oluşur. 
Büyük galeriyi duvar gibi çevreleyen kayaların yüzeyine kabartma olarak 63 figür işlenmiştir; bunlardan batı duvarındakiler tanrıları, doğu duvarındakiler ise tanrıçaları canlandırır.Yan yana dizili figürler profilden verildiği için, burada bir tören alayının canlandırıldığı akla gelir; oysa Hitit sanatında figürlerin önden gösterilmesi adet değildir. Bu iki sıranın ortada birleştiği noktada Hitit dininin baştanrıları Teşup ve Hepat gösterilmiştir. 


Hava Tanrısı Teşup, Hurri ve Şeri adlı iki kutsal boğasıyla birlikte dağ tanrıları Nanni ve Hazzi'nin, Tanrıça Hepat ise bir parsın üstünde canlandırılmıştır. Hepat'ın arkasında duran oğlu Tanrı Şarruma ile birlikte bu üçlü kutsal bir aile oluşturur. Büyük galerideki en büyük kabartma IV. Tuthaliya'ya aittir ve doğu duvarında yer almaktadır.



Ayrı bir girişi olan küçük galeride de kabartmalar vardır. Girişte kanatlı ve aslan kafalı bir yaratık figürü yer alır. Bu galerinin, ölümünden sonra tanrılaştırılması için IV. Tuthaliya'ya ayrıldığı sanılmaktadır. Galeride onun da iki kabartması vardır ve bunlardan birinde koruyucu tanrısı Şarruma tarafından kucaklanması gösterilmiştir.  
Küçük galerideki öbür kabartmalarda 12 tanrı ile taşa gömülü olarak algılanan Yeraltı Kılıç Tanrısı (Negral) canlandırılmıştır. Gömlek, kemer, kısa etek ve ucu yukarı dönük ayakkabılı, birbirinin aynısı, omuzlarında orak biçimli kılıç taşıyan 12 figür....


Kabartmalar Hitit tanrı, tanrıça ve kralların göstermekle birlikte, Hatti/Hurri etkisi taşımaktadır. Bu da Yazılıkaya'nın Hurri ülkesinden gelen Kraliçe Puduhepa döneminde yapıldığını düşündürmektedir. IV. Tuthaliya'nın annesi olan Puduhepa'dan Hurri dinini öğrendikten sonra Hitit devlet kültünü Hatti ve Hurri törelerine göre yeniden düzenlediği bilinmektedir. Ve NERGAL (Erra olarak da biliniyor) Sumerlilerin SAVAŞ ve YERALTI tanrısıdır. Bilgamış Destanı'nda da geçer. Yani NERGAL Mezopotamya'dan getirilmiştir.






Tarkan Türkçe'dir.
Tarkan is Turkish of etymology









KAŞKALAR VE HİTİTLER ile HATTUŞAŞ/BOĞAZKÖY 



Anadolu platosunun kuzeyindeki dağlarla çevrili geniş bir alanın, güney bitiminde iki vadi arasında yamaç bir arazide yer alan Hattuşaş ören yeri, Çorum ili, Boğazköy ilçesi sınırları içindedir. Bir Hitit başkenti olan bu yer, 1986 yılında Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır .



2001 yılı içinde ise sayıları otuz bin kadar olan, Hattuşaş çivi yazılı belgeleri nedeniyle UNESCO'nun ‘The Memory of the World) (Dünya Belleği) Listesi’ne alınmıştır. 



Boğazköy ilk kez 1834 yılında Fransız gezgin Charles Texier tarafından keşfedilmiştir. Uzun bir aradan sonra 1893-94 yıllarında Ernst Chantre, küçük çapta kazılar yapmış ve ilk çivi yazılı belgeleri yayınlamıştır. İlk sistematik kazılar, 1906’da İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden Makridi Bey ve Alman Asur uzmanı Hugo Winckler tarafından gerçekleştirilmiştir. Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün 1931- 39 yılları arasında yaptığı kazılara 2. Dünya Savaşı nedeniyle bir süre ara verilse de, 1952 yılından itiberen çalışmalar yeniden başlatılmıştır. 



Hattuşaş’daki ilk yerleşim izleri M.Ö. 6. bine kadar geri gitmektedir.  
İlk Tunç Çağı’ndan (M.Ö. 3000’ler) itibaren yoğun yerleşmenin görüldüğü kentin tarihsel dönemi, Anadolu’da M.Ö. 2. bin yılın başlarından itibaren yazılı buluntuların ortaya çıkmasıyla başlatılır. Kendilerini Hatti olarak adlandırılan Hattuşaşlılar, ilk yerleşmelerini bugün Büyükkale olarak bilinin yerde kurmuşlardır. Yazılı belgelere göre, M.Ö. 18. yüzyılın ortalarında Hattuşşaş, Hititlerin saldırısına uğramıştır. Anadolu’yu tümüyle ele geçirmek için askeri seferler başlatan Hitit kralı Anitta, stratejik olarak çok önemli olan Hatuşaş’ı feth ettikten sonra, bir daha yerleşilmemesi için kenti lanetliyerek yıkmıştır. 


Bu olaylardan sonra Anadolu’da bir yüzyıl boyunca yazının kullanılmadığı karanlık bir dönem hüküm sürmüştür. M. Ö. 17. yüzyılın ortalarından itibaren, Anitta ile aynı etnik kökene sahip başka bir Hitit kralı I. Hatuşşili buraya yerleşmiş ve burayı başkent yapmıştır. 
Hattuşaş bundan sonra dört yüzyılı aşkın bir süre boyunca Hitit Krallığı’nın başkenti olmuştur. Kent, Eski Hitit Dönemi’nde (M.Ö. 1650 -1400) Orta Anadolu’da gücünü ispatladıktan sonra, Batı ve Güneydoğu Anadolu’ya, ama aynı zamanda Kuzey Suriye’ye kadar askeri seferler düzenleyerek gücünü uzak bölgelere kadar yaymak istemiştir. Krallığın gücü büyürken, kent de kuzeybatıya doğru genişlemiştir. 


Hitit İmparatorluk Dönemi ise M.Ö. 14. yüzyılda başlamaktadır. M.Ö. 14. yüzyılın başlarına tarihlenen bir belgede kentin, kuzeyden geldiği belirtilen Kaşkalar tarafından tahrip edildiği yazılıdır.  
M.Ö. 13. yüzyıldaki II. Muwattali döneminde, Mısırla yapılan Kadeş Savaşı öncesinde, yerleşme bir süreliğine Tarhantaşşa isimli başka bir kente taşınmış, ancak kısa bir süre sonra, III. Murşili zamanında Hattuşaş yeniden başkent yapılmıştır. 


Hitit Büyük İmparatorluk Dönemi’nde kısmen zayıflayan ve küçülen imparatorluk, I. Şupiluliuma ile yeniden eski gücünü kazanmıştır. Günümüz Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’nin olduğu bölgedeki o dönemin en ciddi düşmanı Mitanni Krallığı’nın gücü azalır. Artık Suriye’ye kadar genişleyen Hitit İmparatorluğu’nun sınırı Mısır İmparatorluk sınırlarına kadar dayanır. Bu nedenle o dönemin iki süper devleti olan Hitit İmparatorluğu ve Mısır İmparatorluğu arasında güç savaşı yaşanır. 



M.Ö. 1272’de Asi Irmağı kıyısında yapılan Kadeş Savaşı’nda Büyük Kral II. Muwattali ile firavun II. Ramses komutasındaki ordular yenişemez ve birkaç yıl sonra bir barış antlaşması imzalarlar. Söz konusu barış antlaşması Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1180’lerdeki yıkılışına kadar geçerli olur (New York kentindeki Birleşmiş Milletler binasına, uluslararası ilk barış antlaşmasının metni olarak Hattuşaş’da bulunan bu anlaşma nüshasının büyütülmüş bir kopyası asılmıştır). 



M.Ö. 13. yüzyılda Hattuşşaş’ın en önemli tapınağının olduğu Yazılıkaya kutsal alanı inşa edilmiştir. M.Ö. 13. yüzyıl sonlarında Hitit İmparatorluğu zayıflamaya başlamıştır. M.Ö. 12. yüzyılın başında ise batıdan gelen Deniz Kavimleri istilası sonrasında pek çok kent gibi Hattuşaş da yıkılmıştır.  
Hitit Büyük İmparatorluğu’nun yıkılması sonrasında başkent Hattuşaş’da gücünü kaybetmiş ve böylece yüzyıllar boyunca elinde tuttuğu siyasi, ekonomik ve dini merkez olma özelliğini yitirmiştir. Bu nedenle olsa gerek, kent bilinçli bir şekilde yavaş yavaş terkedilmiştir. 


Hitit Büyük İmparatorluğu’nun son dönemlerine ait saray binaları, bazı tapınaklar ve kent surlarının bazı yerlerinde yangınla oluşmuş tahribat izleri görülebilmektedir. Düşman saldırısı öncesinde Hattuşaşlıların tüm değerli eşyalarını öncesinden alıp götürdükleri anlaşılmıştır. 



Uzun yıllar Hititleri ve Hattuşaş kentini yerle bir eden gücün, kuzeyden gelen Kaşka halkı olduğu düşünülmüştür, ancak 1996 yılında Büyükkaya’da yapılan kazılar bu görüşün doğru olmadığını ortaya koymuştur.  Söz konusu bu kazılarla açığa çıkarılan dönem, Demir Çağı olarak tanımlanmaktadır. Bu dönemde artık tunçun yerini demir buluntular almaktadır. Eldeki verilere göre, Hattuşaş terk edildikten sonra Anadolu’nun kuzeyinden gelen halklar (bir olasılıkla Kaşkalar) eski Hitit bölgesini ele geçirmişlerdir. Ancak, ele geçirme bir fetihden ziyade yıkıntı halindeki bir kenti işgal etmek biçiminde gerçekleşmiştir. 


Bir süre sonra, M.Ö. 9. yüzyılda Orta Demir Çağı’nın başlamasıyla Büyükkaya’da tepenin tümünü kaplayan büyük bir yerleşme keşfedilmiştir. Buna ek olarak M.Ö. 8. yüzyılda aşağı kent ve Büyükkale’ye de yerleşilmiştir. M.Ö. 7. yüzyılda Büyükkale’de bir kale inşa edilmesi, aşağı kentteki yerleşmenin oldukça zayıflamasına neden olmuştur. Bir süre sonra Büyükkaya da terkedilmiştir. 
Bu terk ediş, Avrasya bozkırlarından gelen Kimmer akınlarına bağlanmaktadır. Kimmerlerin M.Ö. 700/680 yıllarında İç Anadolu’ya girerek Kral Midas’ın Frig krallığını yıktıkları bilinmektedir. 


Hattuşaş’daki Orta ve Demir Çağı yerleşmesi genel anlamda “Frig” olarak adlandırılır. Bunun nedeni ise bu yerleşim tabakasının İç Anadolu’nun batısındaki Frig çekirdek bölgesinin buluntu yerleriyle büyük benzerlik göstermesidir. Mimari ve çanak çömlek benzerliğinin yanı sıra, Friglerin ana tanrıçası Kybele kültü de burada görülmektedir. Büyükkaya’nın güney kapısında çok etkileyici bir Kybele heykeli bulunmaktadır. 
Ayrıca doğu Grek bölgesinden ithal edilmiş bazı çanak çömlek parçalarına rastlanmıştır. Buluntular Demir Çağı’nda Kappadokya ve İç Batı Anadolu arasında yoğun bir kültür ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır. 





Doç.Dr. Rüstem ASLAN
Editör Prof.Dr. Canan PARLA 
T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2597,TÜRKİYE’NİN KÜLTÜREL MİRASI-I




Oz Tamgası Türklere aittir.
Swastika is Turkish of origin.




"Daha önce ifade edildiği üzere Kaškalar, Hitit yerleşim alanları olan Orta Anadolu’ya doğru sürekli bir yönelim halinde olmuşlardır. Hitit Devleti’nin her güç durumundan bir istifade çıkarmış olan Kaškaların, Hitit sonrası bölgede ortaya çıkan otorite boşluğu ve istikrarsızlık neticesinde bölgeye girmiş oldukları ve hatta Hitit kentlerinde yerleşmiş olma ihtimalleri üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Ancak bu aşamada Hitit sonrası Hitit kentlerinde görülen Frig kalıntılarının en azından bir kısmının Kaškalara mal edilmesi gerekecektir. Kaška ve Frig kültürleri arasında bir ayrım yapmak için elde yeterince veri olmaması tespiti kuvvetlendirmeyi güçleştirmektedir."



Serkan Demirel

Öğretim Görevlisi, Karadeniz Teknik Üniversitesi
Akademik Bakış,cilt 6, sayı 12, 2013







* * * 





İSKİTLER ve EXCALİBUR

"İskitler her yıl Ares'e atlar ve her yüz savaş tutsağından birini kurban ediyorlardı;
tanrı yapay bir tepecik üzerine dikili demir bir kılıçla temsil ediliyordu."

Mircea Eliade
Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi-1
M.Eliade Hintavrupa görüşünü savunur,herkesi buna bağlar. Son araştırmalarla Hintavrupa diye bir ırkın / dilin olmadığı görüşü yaygınlaşıyor. Thomas Young 1813 yılında, Hint Avrupa terminolojisini "icad" etmiştir. Hint Avrupalılar İran'a MÖ.800 de gelmiştir, öncesi yoktur.  (Aryan-Turan tartışması)








Kral Arthur ve Excalibur mu?

Arthur adına ilk kez, ancak MS. 6. yüzyılda Kelt halk şiirlerinde rastlanılır, 
yani bu efsane İskitler, Hunlar, Sarmatlar (İskit ve Amazonlardan oluşan topluluk) ve Alanlar'a aittir...





Kral Arthur ile 12 Şovalyesi


Kral Arthur efsanevi Camelot kralı (5. yüzyıl sonları ya da 6. yüzyıl başlarında), Britanya mitolojisinde çok önemli bir figür olan Arthur, savaşta ve barışta ideal kralın simgesidir. Arthur, Sakson istilacılara karşı Kelt asıllı Britonların koruyucusu olmuştur. Arthur'un kökeni hala bir tartışma konusudur. Kimileri Latin aile ismi olan Artorius'tan türediğini söylemektedirler (Mesapik ya da Etrüsk kökenli)....



Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Britanya mitolojisinde geçen, Kral Arthur'un maiyetinde olan en yüksek şeref rütbesini almış kişilerdir. Toplantı yaptıkları masa, üyelerin arasındaki eşitliği temsilen başsız ve ayaksız yapılmıştı. Hikayelere göre üyelerin sayısı 12'den 150(ya da fazlası)'ye değişmektedir. Winchester Kalesi'nde bulunan 1270'lerden kalma Winchester masasının üzerinde 25 tane şövalye ismi yazılıdır.





....Diye geçiyorsa, Etrüsklerin Anadolu'dan göçtüğü kanıtlandıysa ve Excalibur'un da İskit kolu olan Xalub'tan geliyorsa, Ayrıca Hititler , Türk kavmi olan Hurrilerin ve Hattilerin etkisi altında kalıp, ayinlerini bile Hatti diliyle yapıyorsa ve Kaskalarla yani İskitlerin diğer kolu ile de içli dışlıysa.....


Ve ayrıca :
"Hititçe yazılı kaynakların susması sonrası bu halkın akıbetine ilişkin bilgi veren başka bir kaynak olmaması, konu hakkında farklı yorumlara sebebiyet vermiştir. Hitit Devleti’nin son dönemlerinde doğu sınırları yakınlarındaki bir Kaška kenti olan Pahhuwa’da, Mita isimli bir isyancının ortaya çıktığı görülmektedir. 


Bu kişi, Anadolu’yu istila etmeye çalışan Asurluların kaynaklarında Muškili Mita olarak geçmektedir. M uški isminde geçen šk etimolojik bağlantısı akla Kaška’yı getirmektedir. 


Bu neticede Kaškaların Hitit Devleti’nin son bulmasıyla birlikte Muški yerleşim alanları olan Orta Anadolu’ya kadar yayıldıkları düşünülebilir. Ayrıca Mita ismi Hitit Devleti’nin çökmesinin ardından birkaç yüzyıl sonra bölgede merkezi bir devlet kurmayı başarmış Friglerin mitolojik kralı Midas’ı da akla getirmektedir...."

Tartışma konusu ise....




Elşad Alili Bey'de:


"Muşkilər İskit kavmi idi. Yunanlar onlara Mosx, ya da Mossinyok derlərdi. İsmilərinin də ağac evlərdə və ormanlarda yaşadıqlarından dolayı aldıqlarını söylərlerdi. Akkad yazılarında bu Muşkiler Meşex, ya da Meşequkimi keçər. Akkadcada bol Türkcə kəlimələr vardır və ağac anlamında meşek, arman sözləri vardır.  Yəni anladığımız bu Muşki/Mosx/Mossinyok/Meşequ boylarının adı bizim meşe sözündəndir. Kəndiləri Türk və Ural kavimlərinin karışımı idi. Daha sonra onları kral İskitlər (Han Oğuzlar) Asurlarla bitməyən savaşlardan dolayı yanlarına alıb Anadolu-Trakya-Balkan və Kavkaz-Doğu Avropa yolları ilə köç etdilər. Şu an Rusiyada yaşayan Meşer Tatarları (ağaçerilər) və Ural boyu olan Mokşalar (Mordvinlərin önəmli kolu) kəndi adlarında o ismin hatırasını daşıyırlar. İlk əvvəllər Mosok şəklində olan Moskva toponimi də o ismin hatırasını yaşadır. EXCALİBUR sözü Anadolu'da yaşamış XALUB (diğer adları GARGAR, TİBAREN, ALAZAN) İskit boylarıyla alakalıdır. Bu Xalub'lar Samsun etrafında oturur, bakır üretir ve silah yapırdılar.  Hitit yazılarında geçen KASKA'lardır."  derse..... Elşad ALİLİ Dilbilimi-Türkolog/AZERBAYCAN




Zaur Heseniv "Char Skifler" kitabında ise:


"Evripid "Alkestid" de xalibler ölkesinde olan demirden bahs edir. Xaliblerin skif tayfalarından olmasını tasdiq eden melumata Xaliblerin skif tayfalarından olmasını tasdiq eden malumata Apolloninin "Arqonavtların yüşü"ne verdiyi sxoliyalarda rast gelirik. Burada skif xalqlarının siyahısı verilir, hemin siyahıda xalibler de vardır. Ksenofont yazır ki, "ellinlerin torpaqlarından keçdikleri xalqlar içerisinde en cesurları xalibler idi ve onlar ellinlerle albayaxa döyüşe girirdiler." yazıyorsa....





Yukarıdakilere ilaveten:



Alanlar hakkında daha detaylı ve tam bilgileri Ammianus Marcellinus'da (4.yy) bulabiliriz. Yazar, hacimli "tarih"inde Alanları şu şekilde anlatıyor:


"ALANLAR UZUN BOYLU, GÜZEL GÖRÜNÜMLÜ VE HAFİF SARI SAÇLIDIR. SİLAHLARININ HAFİFLİĞİ NEDENİYLE OLDUKÇA HAREKETLİDİRLER. DAHA SADE VE DAHA KÜLTÜRLÜ HAYAT TARZIYLA HUNLARLA TAMAMIYLA BENZEMEKTEDİRLER. ONLAR BARBAR GELENEKLERİNE GÖRE KILIÇLARINI YERE SAPLIYORLAR VE MARS'A OLDUĞU GİBİ KILICA TAPIYORLAR"


Ammianus Marcellinus'un verdiği Alan ve Hunların kültür ve yaşam tarzıyla ilgili karşılaştırmalı analiz, burada sözü edilen "barbaların" Hunlar olduğu konusunda şüpheye mahal bırakmıyor. Alanların kılıca saygı göstermeleri, onların Türk özelliği taşıdıkları hakkında açık bir delildir. Hunların ataları İskitlerin de kılıcı tazim etmeleri bu delili teyit etmektedir. Hunların Mars'ın kutsal kılıcını tazim ettiklerine, onları çok iyi tanıyan Romalı yazar Priscus da vurgu yapmaktadır. 


Türk ve Moğol destanlarının mukayeseli tetkiki, araştırmacıları "silah önünde eğilerek selamlama geleneği "Kılıç Tanrısı" - kelimesi kelimesine "Kılıç" - kültünün doğmasına yol açtığı" hükmüne götürmüştür. (Lipets, Sovyetskaya Etnografya, 1978)


5.yüzyılda yazılan "Ermenistan Tarihi" adlı eserde yer Alanca bir cümlenin çevirisi: (kitapta hanendelerin Ermeni hükümdarı Artaşes'le evlenen Alan kraliçesi Satenik (Satinik, Sartinik) şerefine yazılmış Alanca bir şarkı)


"Artahır havart tiz havartsi" 




Karaçay-Balkar dilinde ise : "Artahır haparını tiz haparçi (Hapartsı) ; eski Türkçeden çevirisi : "Hikayeci, hikayenin son bölümüne geç" ya da "Son hikayeyi anlat, hikayeci"


Alan Türkleri
Türk Halklarının Kökeni
Kazi T.Laypanov - İsmail M.Miziyev



"EXCALİBUR",  ARTHUR'UN DEĞİL, 
ATİLLA'NIN KILICI'DIR.



Attila tabiatı böyle olduğu için büyük şeyler yapacağına inanan insandı. Onun kendisine güveni kılıç sağlıyordu. Bu kılıç İskit krallarının nezdinde daima kutsal addedilmiştir. Bir çoban, inek yavrusunun topalladığını görünce bu yaranın sebebini de bulamayınca, endişeyle kan izlerini takip ediyor. Nihayet kılıca geliyor. Dana otlarken bu kılıcın üstüne basmış. Çoban işte bu kılıcı kazıp çıkararak hemen Attila'ya getiriyor (13). 


O bu hediyeden dolayı teşekkür ederek, kendisinin bütün dünyanın imparatoru tayin edildiğini düşünüyor ve Ares'in (14) kılıcı ile savaşlarda başarılı olmanın kendisine bahsedildiğine inanıyor.


Fragment 10 Bölüm 35: 
Grek Seyyahı Priskos (V.Asır)'a Göre AVRUPA HUNLARI
Ali Ahmetbeyoğlu
(13) Tam olarak yeri bilinmeyen Attila’nın sarayının yerini, K. Szabo bir ihtimal olarak, Macaristan'da bulunan bugünkü Jesz Bereny olarak tahmin etmiştir.bkz. K. Szabo, Priskosz Szonok es Böksesz eleteröl S Törtenetirata Töredekeiröl. s. 32 n. 1; Daha bkz. H.N. Orkun, Attila ve Oğulları, s. 56-57.
(14) Harb Tanrısı Mars (Martis)'in Grekçe adıdır.







* * *




"Günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen, silah üzerine ant içme ve kılıç-kemer kuşanma törenleri, Türklerin en eski erginlenme ve “er” olma ritüellerinin devamıdır. Ölen savaşçıların tanrı ya da tanrıça ile şarap içmeleri, yani bir anlamda hayat suyu içerek ebedi hayata intikal etmeleri ise İslamileşerek “Şehadet Şerbeti İçmek” şeklinde yaşamaya devam eder. Ant içme töreni Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hala sürdürülen bir ritüeldir. Erlik mertebesine yükselen askerler, silah ve bayrak üzerine “Ant İçerler”. Tıpkı erlik kemerlerindeki kılıçlarına dokunarak ant içen ataları gibi"...link


"Kızıl renginden dolayı kan, demir ve kılıç marsın sembolleridir. Mars tüm insanlığın ortak belleğinde savaş tanrısı olarak bedenlenmiştir. Türkler ona Kızagan Tengri adını verir. Türkler gökyüzündeki gezegen ve takımyıldız döngülerini, çeşitli ritüeller ile kutlardı. Özellikle mevsim döngülerinde ant içilirdi. Tüm bu kozmolojik ritüeller aslında Türklerin savaş ve savaş ile ilgili göksel inançlarını da yansıtır"....link

Nuray Bilgili.







Taşbaba özellikleri arasında kadehten sonra önemli nesneler silahlardır. Eski taşbaba bedizlerinde mızrak, balta, hançer görünüyorsa, üst yurt taşbaba bezilerinde hançer-kılıçla birlikte sol yanında ok-yay sadağı vardır, ancak buna başka bedizlerde rast gelinmiyor, silahlı taşbaba bedizlerinin çoğunda kemerine asılmış hançer veya kılıç görülür. 


Tarihi kaynaklarda Türkler kılıç kültü hakkında bir sıra belge vardır. Heredot Saka boylarında kılıç kültünden bahs ediyorsa, ondan bin yıl sonra Yunanlı Prisk bu kültün Hunlarda da olduğunu vurguluyor. "Saka (skit) elbeylerinin her zaman kutsal saydığı Mars'ın kılıcını bulması Atilla'ya olan inancı daha da arttırdı...Mağrurluk özelliği ile hareket etti ki, Mars kılıcı ona bütün savaşlarda galibiyete yardım edecek, bütün dünyaya hakim olacaktır."


Köroğlu'nun gökten düşen metaldan yapılmış Misri kılıcı kutsal sayıldığı gibi, Oğuzlar da and içtiklerinde "kılıncıma doğranayım" diyorlardı, kılıcın altından geçen suçlunun da hayatı bağışlanırdı. Taşbaba bedizlerinin daha eski variantlarında hayli silah çeşidi görülür, bu tür arkaik Kernosov ve Hakkari bedizleri tunç çağında istifade olunan nize-mızrak, bir ve iki ağızlı balta, çekiç, bıçak gibi nesnelerle süslenmiştir." 


Taşbaba (Türk`ün Taş Yaddaşı) 
Prof.Firudin Ağasıoğlu







Hurriler, Hattiler, Kimmerler, İskitler, Etrüskler, Hunlar, Sarmatlar, Alanlar....Türk Kavimleri....
Ayrıca;  ARTHUR , ARTAHIR dan mı türemiştir?...Ya da ATİLLA'dan....


Ne diyelim ?
İskit ve Hunlardaki Kılıç efsanesini bildiğimiz için...
İskit boyu olan Khalub/Xalub/Excalibur olmuştur diyerek...
"Arthur/Excalibur efsanesi de nereden çıkmış" sorusuna
Türklerden diyebiliriz.
:) 
SB.






* * * 



....The Hittite version of the Sword in the Stone story has several elements in common with the Arthurian variant. Both feature a sword in a graveyard. Both swords are associated with a king. The twelve runners in the Hittite variant parallel the Twelve Knights of the Round Table in Arthurian tradition. Also, the anvil of the Arthurian variant preserves the connection between the forging of iron and the story of the god who planted a sword in a stone. The tales are clearly part of the same tradition, yet, by placing the image of the sword god in conjunction with celestial deities at Yazilikaya, the Hittites retained an association that the Arthurian variant has lost: the tale of the Sword in the Stone had something to do with the stars.....by Linda A. Malcor / Independent Scholar


Yes, but Hittites didn't bring their culture, they accepted the culture of Hattians and Hurrians, which are not indo-europeans/iranians!.. SB.




Mystery of the Round Table of Arthur


In this respect, the Round Table of King arouses a prodigious hypothesis. As stated in the legends, King Arthur was a wise and democratic ruler. That is, he was making decisions not personally, but as a result of a Security Council or the Board of the Knights of the Round Table. These knights, including Arthur, numbered only eight people: Lancelot, Gawain, Galahad, Percival, Yvain, Pelles (the Fisher King) and Sir Geraint.


Is there any sacral meaning in this figure? As is known, the figure 8 is an ancient symbol of the Türkic people and Türkic tribes. 8 is octagon, eight-sided polygon (Türkic omens of guardian, stamp, ethnic symbol); 8 is a symbol of the Amazon women - love, interlaced rings, marriage between a man and a woman, sex (O. Suleimenov); 8 is two twin yurts; 8 is the number of spokes in the Türkic wheel; 8 is eight-sided yurt that creates an illusion of a circle; 8 is the meaning of the Kazakh (Türkic) idiom "segiz kyrly, bir syrly"; etc. All these symbol and meanings are innate to the King Arthur's Round Table.


First, the geometric shape of the table. Here can and should be suggested a striking and bold hypothesis: the Arthur's table was not round, but an equilateral octagon! Behind each facet was sited one knight, but visually the table looked round. It should be recalled how wrong was the Greek Priskus when he visited the royal horde (center, capital) of Attila. The octagonal timber yurt-tower he mistakenly took for a round structure. But a circle of logs can't be coupled in and form a ring! The table was exactly the same. 

At that time Europe did not know neither octagonal nor round tables, and the major surprise from the perception of this wonderful table remaine in the memory for ages. The octagonal symbols came to the Europe with the Celts, their descendants then took them across the ocean, to the far-away America. The octagonal shape symbolizes not  the equality of the facets, but the equality and lucidity of the rights of the facets (advisers, jurors, feasting). In modern language this figure means collegiality and democracy, with well-defined boundaries and areas of responsibility. The roundtable decisions, like it is now, were accepted by a vote of the Council of the seven knights, Arthur had only to take them for execution. That's what the Britons respect their king for. For his ability to listen to and respect the views of the security councilors, to accept their general decision, for not to violating it, and for putting it into practice.


Secondly, the corollary amazingly reveals the sense of the Kazakh idiom "segiz kyrly, bir syrly": "eight facets of a single secrecy". Of course, the eight facets are the facets of the table and the number of the Council members, and the single secrecy is the secretive and unanimous decisions acepted as a result of discussions, analysis, and balloting. The Kazakh djyrau (knights) and batyrs (heroes) always urged people and Khans to follow the "way of grandfathers", which refers to a democratic Constitution, the basic principles of which were popular administration of the state, the collegiality of decisions by the legislative power in embodied in the Council of Elders, and exact and strict adherence to them by the executive powers (khans, sultans, generals, etc.).


It turns out that the Celts were following the "way of grandfathers", used the steppe common law or constitution into the life and jurisprudence in Britain, and Arthur strictly adhered to these principles. The European creators of the legends were not paying much attention to this fact. The Arthur's Round Table is mostly described by them just as a banquet table. But it was not an everlasting peace to hold an endless feast. Moreover, the whole history of the Middle Ages is woven of wars and political compacts, which were resolved with swords and the minds of the councils sitting at the negotiation tables, which were not always round...


And finally, the "eight" participated in the creation of the chivalrous "philosophy of love". The Celtic druids of the Arthur's time were developing cannons of monogamous matrimony. Each knight was to have only one "lady of the heart", and only with her he could couple the rings. This marriage custom of "betrothal-ring coupling" then spread throughout the Europe.




Celtic and Türkic - King Arthur's Round Table
Beket Karashin
Informational and Analytic Center; Moscow State University, 
Faculty of Humanities, 2008 - link


Celts or Galatians...link










iT iS ATiLLA'S SWORD NOT ARTHUR'S,
"ARTHUR" WORD iS DERiVED FROM ALAN TURKS WORD "ARTAHIR"
AND EXCALiBUR iS A SCYTHiAN TRiBE, CALLED XALUB.




"and history is written not by scholars, but by partisans impersonating scholars.!"





* * * 







ek:

 

Kaska / Kaška / Kasku/ Kashku / Gasga / Kaskian / Kaskans  
non-Indo-European tribal people

The Kaska joined other invaders from afar, the Sea Peoples and the Phrygians, in the final collapse of the Hittie empire c. 1200 BCE. After that, and since Hittite records are our main source about the Kaska, we lose track of them; they fade away as the general political and ethnic landscape in Anatolia changed. They are, however, referenced in the neighbouring Assyrian empire somewhat later, who's king Tiglath-Pileser (c. 1112 BCE - 1072 BCE) fought against Kaskan forces. The last reference to the Kaska comes from the time of the Assyrian king Sargon II around 700 BCE, who also fought them.  
LİNK : 









Kaska Dena have lived in over 240,000 square kilometres of land in the southeast Yukon, southern Northwest Territories, and north-western British Columbia for tens of thousands of years; long before both recorded history and the existence of provincial land and territorial borders.

While we have always viewed ourselves as one Nation, provincial and territorial borders now separate Kaska families, and Kaska have been divided into Bands by the Indian Act. The five traditional Kaska groups are now referred to as First Nations.


The Kaska First Nations in British Columbia are: the Dease River First Nation at Good Hope Lake; the Daylu Dena Council at Daylu (Lower Post); and the Kwadacha First Nation at Fort Ware, north of Prince George, BC.


The Kaska First Nations in Yukon are: the Liard First Nation at Watson Lake, and the Ross River Dena Council at Ross River.



Handbook of North American Indians: Subarctic ,
editör: William C. Sturtevant LİNK







Kaska for instance ,call curers nedete "dreamers" and believe they have similiar power to foresee the future and work with spirits. Traditionally, Kaska nedete did not travel to heaven, but recently one woman has experienced visions similar to those of the Dene Dhaa prophets....page 66




Wolverine Myths and Visions: 
Dene Traditions from Northern Alberta
editör: Patrick Moore,Angela Wheelock , LİNK





KASKA CULTURE - WOLF MASK



Kaska

Kaska is spoken in the southeastern Yukon in the communities of Ross River, Watson Lake and Upper Liard, and in northern British Columbia in the communities of Lower Post, Fireside, Good Hope Lake, Dease Lake and Muncho Lake. The Kaska language is closely related to Tagish, Tahltan and Sekani. There are some differences in the dialects of Kaska spoken in different regions. Fluent speakers can understand adjoining dialects but younger speakers often have more difficulty understanding more distant dialects. Although Tahltan, Tagish and Sekani are often identified as separate languages there is a high degree of mutual intelligibility between these languages and the adjoining dialects of Kaska.


The name Kaska is apparently derived from Kāskā, the native name of the Creek which joins the Dease River by the former settlement of McDames, British Columbia. The exact meaning of this place name is unclear. This name may have originally been applied to the people trading at McDames Post, and only later came to be identified with all the people who speak the Kaska language. 
LİNK:





KASKA TALES

Origin of the Earth

Once there was no earth. Water was where the earth is now. The world was as a great lake. The animals and birds wanted to have an earth, and proposed to dive for it. The earth was very deep under the water.

Beaver and Muskrat, and all the animals and birds, dived, but none of them reached the bottom. None of them staid under water longer than half a day.


At last diver (a bird) went down. After six days he came up quite exhausted and speechless. His friends examined his toe-nails, and found mud or earth under them. From this they formed on top of the water a new earth, which grew until it formed the present earth.


At first it was merely mud and very soft. Now the earth is old and dry.



Perhaps it is drying up....










KIZILDERİLİLERİN / AMERİKA YERLİLERİN
TÜRKLERLE SOY, DİL VE KÜLTÜR İLİŞKİSİ 
link









TÜRK KÜLTÜRÜ