2 Şubat 2025 Pazar

Yabancı Hastalığı


 "Yabancı Hastalığı";

Yunan'dan daha fazla "Yunan", Avrupalı'dan daha fazla "Avrupalı

_______________________________________________


Prof.Dr. Ahmet Ünal bir tespitte bulunuyor....


Ankara Üniversitesi'nde Güterbock'tan sonra Hititoloji'yi sürdüren hocam Hititolog Sedat Alp. Soldan sağa klasik arkeolog Ekrem Akurgal, Roma hukuku tarihçisi Kudret Ayiter ve Germenist Yaşar Önen'le birlikte Almanların boyunlarına taktıkları haçlı liyakat madalyalarını kutlarken. Ne kadar da mesut ve memnun görünüyorlar! Bu hocalar her nedense sanki marifetmiş gibi bu ucuz bronz nesnelerle aşırı derecede öğünürler, evlerine misafir ettikleri herkese gösterirler, öz geçmişlerine bile sokarlardı.

Öğündükleri konular ve hizmeteri neydi bilemiyorum ama madalyaların niçin verildiğini çok iyi biliyorum. Erol Manisalı'nın "içimizdeki Danimarkalılar" dediği insanlar bunlardı ve Atatürk Cumhuriyeti'nin sefasını olabildiğince sürdürdüler ve bizden sonra 'Nuh Tufanı'dır ilkesine göre davrandılar. Âdeta Türkiye bizden sorulur zihniyetiyle davrandılar, dostları yabancılara kazı ruhsatı verilmesine hep ön ayak oldular. Bu olayların Oryantalizm'in yöntemlerinden birisi olduğunu başka yerlerde fazlasıyla göreceğiz. Bu bir suçlama değil, tespittir; dileyeni tartışmaya çağırıyorum!

Prof.Dr. Ahmet Ünal / Hitit Dilbilgisi




1 Şubat 2025 Cumartesi

Bu adamları beni öldürsünler diye mi kurtardım?

 


Sezar'ın cenaze oyunlarında, ölümüne duyulan acı ve öfkeyi uyandırmak için Pacuvius'un (+) 'Silah Yarışması'ndan şu sözler söylendi:

“Bu adamları beni öldürsünler diye mi kurtardım?”


İHANET

Yerine oturduğunda, komplocular saygılarını sunmak istercesine etrafında toplandılar ve hemen ardından liderliği üstlenen Tillius Kimber (Cimber) bir şey soracakmış gibi yaklaştı; Kaysar (Sezar) bir hareketle onu itelediğinde, Kimber togasını iki omzundan yakaladı; Kaysar, “Bu vahşet!” diye bağırdığında, Kaskalar'dan (Casca) biri onu boğazının hemen altından bıçakladı.

“Sezar Kaska'nın kolunu yakalayıp kalemi (stylus*) ile deldi, ama ayağa fırlamaya çalışırken başka bir yara onu durdurdu. Her taraftan hançerlerle kuşatıldığını görünce, başını cübbesinin içine soktu ve aynı zamanda daha düzgün düşebilmek için sol eliyle ayaklarını kucağına çekti, vücudunun alt kısmı da örtüldü. Bu şekildeyken yirmi üç yerinden bıçaklandı.

İlk darbede tek kelime etmedi, sadece inledi. Ama bazıları Markus Brutus ona doğru koştuğunda Grekçe, “Sen de mi çocuğum?” dediğini yazmıştır.***

Tüm komplocular kaçtı ve bir süre orada cansız yattı. Daha sonra sıradan üç köle onu bir sedyeye koydu ve bir kolu aşağı sarkık bir şekilde eve taşıdı. Hekim Antistius'un görüşüne göre, göğsündeki ikinci yara dışında yaraların hiçbiri ölümcül değildi.

Komplocular onu öldürdükten sonra cesedini Tiber'e sürüklemeyi, mallarına el koymayı ve kararnamelerini iptal etmeyi planlamışlardı; ancak konsül Markus Antonius ve atların efendisi Lepidus'tan korktukları için bundan vazgeçtiler.


Suetonius Tranquillus

Yulius Kaysar'ın Hayatı (The Life of Julius Caesar)


* Kaska (Casca) Sezar'a karşı kurulan komploda önemli rol oynayan Romalı senatörler.

** Stylus antik yazı aleti. Kil, balmumu kaplı tabletler veya diğer yüzeyler üzerindeki harfleri kazımak için kullanılan sivri uçlu ve bunları silmek için de kör uçlu küçük bir çubuktur.

*** Shakespeare “Julius Caesar” adlı oyununda "Sen de mi çocuğum" yerine "Sen de mi Brutus" cümlesini kullanmış. Yani, "Sen de mi?" cümlesini ilk kuran Shakespeare (ölümü 1616) değil, Suetonius'tur (ölümü MS 140).


SB

(+) Marcus Pacuvius (MÖ y.220-130) Romalı trajik şairi.




30 Ocak 2025 Perşembe

İskit-Saka Türkleri

 




İSKİT-TÜRK

İskitler uzun süre tarih sahnesinde kalan ender toplumlardandır. Hem uzun süre hakimiyetlerini sürdüren, hem de geniş bir coğrafyada varlıklarını hissettiren İskitlerin bakiyelerinin olması ve yeni devletlerin teşekkülünde yer almaları gayet tabidir.

Yaklaşık olarak MÖ VIII. yüzyılda tarih sahnesine çıkan ve bu tarihten itibaren MS II. yüzyıla kadar hakimiyetlerini devam ettiren İskitler, doğuda Çin seddinden batıda Tuna Nehri'ne kadar uzanan geniş bir sahada varlıklarını yaklaşık olarak 1000 yıl gibi oldukça uzun bir zaman korumuşlardır. Onlar bu coğrafyada atlı kavimler medeniyetini oluşturan teşekküllerin ana grubunu meydana getirmişlerdir. Oldukça geniş coğrafyaya yayılmış olan İskitler değişik kavimler tarafından tanınarak onların kaynaklarına geçmiştir. Bundan dolayı İskitlerin adı Grek kaynaklarında Skythai, Pers kaynaklarında Saka ve Çin kaynaklarında Sai (Sak) şeklinde alınmıştır. Pers kaynaklarında üç Saka grubundan bahsedilmektedir: Saka-tiay-para-daray, Saka haumavarga ve Saka-tigrakhauda. Saka-tiay-para-daray, yani Hazar Denizi'nden Tuna Nehri'ne kadar uzanan coğrafyada yaşayan Sakalar, Grek kaynaklarında Skythai olarak adı geçen İskitlerle aynıdır.

Antik kaynaklar ve arkeolojik malzemelerle haklarında bilgi sahibi olduğumuz İskitlerin kökleri de bu çalışmalarla araştırılmaya başlamış ve konuya ilişkin çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlar, İranilik, Slavlık ve Ural-Altay ırkı nazariyeleridir. İskitlerin İranî bir kavim olduğu fikrini daha çok Almanlar, Slav olduğu fikrini ise, yalnız Ruslar savunmuştur. İranî bir kavim olduğu nazariyesinin savunucuları kazılar sonucunda ortaya çıkarılan az sayıda filolojik malzeme ve dinlerini dikkate alarak İskitlerin İranî bir kavim olduğunu, hatta bir kısmı Almanların ataları olduğunu ileri sürmüştür. Slav kavmi olduğunu savunanlar, arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan vazolar üzerindeki resimlerden hareketle, o vazolar üzerindeki insan figürlerinin Slavların ataları olduğunu iddia etmişlerdir.

Eskiden bu yana en kuvvetli nazariye olan Ural-Altay ırkı nazariyesi ve bunlar içerisinde de İskitlerin Türklüğü fikri gitgide daha fazla taraftar bulmuş ve bilim adamları çeşitli yönleriyle meseleyi değerlendirmiştir.

Bu tezin en meşhur taraftarı olarak B. G. Niebuhr bilinmektedir. ... Niebuhr, Herodotos'un eserini gayet tarafsız bir metotla inceledikten sonra, İskitlerin Tatar veya Moğol kavimlerinden oldukları fikrini ileri sürmüştür. Dayandığı esas, İskitlerle Tatarların örf ve adetlerindeki benzerliklerdir. Bu fikri meşhur Yunan tarihi mütehassıslarından George Grote de aynen kabul etmiştir. Niebuhr ve Grote'den sonra İskitlerin Moğolluğu tezini Neumann takviye etmiştir. Heinrich Kiepert ise, Orta Asya'dan Güney Rusya'ya gelen İskitlerin gelenek ve göreneklerinin atlı kavimlerin göçebe hayat tarzına uyduğunu belirterek, bunların Moğol ya da Türk-Tatar ırkından olduklarını ileri sürmüştür. G.Nagy de İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup bir kavim olduğunu belirtmiştir.

Niebuhr'un ileri sürmüş olduğu nazariye gitgide daha da çok taraftar bularak, mesele çok yönlü olarak incelenmiştir. Bu araştırmacılar arasında yer alan pek çok meşhur tarihçi, filolog ve arkeolog yaptığı çalışmalarda görüşlerini değişik şekillerde açıklamışlardır. Bunlar arasında meşhur çivi yazısı mütehassısı Mordtmann, Saka tigrakhauda ve Saka haumavarga'nın Türklüğünü çivi yazılı metinlere dayanarak ispatlamaya çalışmıştır. Filolojik malzemeleri Türkçe kelimelerle karşılaştıran Geza Kuun da, "Artık belgelerin bolluğu İskitlerin kolektif adının farklı Türk soylarını içerdiğini açıkça gösteriyor" demekle İskitlerin Türklüğünü kabul etmektedir.

İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup bir kavim olduğu nazariyesi doğrultusunda asrımızda da birçok çalışma yapılmıştır. Bunların başında Minns gelmektedir. Ellis Minns yazılı kaynakları ve çok sayıda arkeolojik malzemeyi değerlendirerek, onların Hint Avrupai bir kavim olmadıklarını, dolayısıyla Ural-Altay ırkına mensup olduklarını kabul etmiştir. Otto Franke de İskitlerin Türk olduğu fikrindedir. Eduard Meyer ise göçebeleri genelde İrani olarak görmesine rağmen; Oxus (1) ve Jaxartes (2) dolaylarında ve buraların biraz daha kuzeyinde oturan Sakaların vaktiyle bir Türk soyundan olabilecekleri fikrini beyan etmektedir. G.W.B. Huntingford da İskitlerin Asya kökenli, Tatar veya Moğol ırkına mensup olduklarını kabul etmektedir.

Walter Ruben ise İskitlerin lisanı İran lisanı olsa bile, onların Herodotos tarafından tasvir edilen adetlerinin İran adetleri olmadığını belirttikten sonra, Herodotos'un onların Dede Korkut'taki gibi Tepegöz'e benzeyen varlıklara itikatlarını tasvir ettiğini, gözleri kör olan köle hakkındaki hikâyelerin Köroğlu destanlarına geçtiğini vurgulayarak İskitlerin Türk olduklarına inanıyor. H.H.Von der Osten ise, İskitleri İranî saymasına rağmen, "Avrasya bozkır kuşağı içinde büyük hareketlerle daima başka ırka mensup grupların da bir göç dalgası oluşturdukları ortaya çıkıyor. Bu durumda Türk toplulukları da söz konusu olmalıydı", diyerek, İskitlerin içerisinde Türk topluluklarının varlığını da kabul ediyor.

İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup olduğunu kabul eden ve bu konuda görüşlerini belirten Türk bilim adamları da vardır. Bunlardan biri, Molla Mehmed El'abeşi'dir. Bu bilim adamı, "Türk uruğlarından ve dünyanın büyük eski kavimleri zümresinden biri İskit Türkleridir" diyerek, İskitlerin bir Türk kavmi olduğunu kabul ediyor. Sadri Maksudi Arsal ise antik kaynakları ilmi metotla inceleyerek, "İskitlerin (Sakalar) Türk olduklarını" beyan,ediyor. Şemseddin Günaltay da Sakaların Türklüğünü kabul ediyor.

İskitlerin Türklüğünü kabul eden Türk bilim adamları arasında Zeki Velidi Togan da bulunmaktadır. Togan, "Zamanımızda İskitlerin menşei ve kültürleri mesele ile uğraşan E. Minns, H. Triedler ve B.Laufer gibi, ben de bu kavmin hâkim tabakasının Türk olduğu kanaatindeyim" dedikten sonra, bunların hayat tarzı, kıyafet ve simaları, adet ve ahlakları hakkında Hippokrates tarafından verilen bilgilerin Hunlar ve Göktürkler hakkında yazılanlarla aynı olduğunu kabul etmektedir. Fahrettin Kırzıoğlu "İskitlerin bir Türk kavmi" olduğunu aynen kabul ediyor. İskitlerin Türk asıllı olduğunu kabul eden bilim adamlarından birisi de Mihail Guboğlu'dur. Bu bilim adamı, İskitlerin Orta Asya ya da Turan'dan Doğu Avrupa'ya göç ederek, tarihte "Scytsi" ya da 'İskit'' adıyla tanınan "Proto-Türkler" olduğunu belirtiyor.

Taner Tarhan ise İskit araştırmalarının, Kimmerlerinkine nazaran çok daha ileri bir safhada bulunduğunu, aradaki bir takım problemlere ve karşıt hipotezlere rağmen, kökenlerinin Orta Asya'ya bağlandığını ve bunların Türk asıllı olduklarının katiyetle kabul edildiğini belirtmektedir. Arkeolojik materyal ve kaynakların bu tezin ana dayanak noktasını teşkil ettiğini ve diğer görüşleri objektif bir şekilde bertaraf ettiğini de ileri sürmektedir.

Mireli Seyidof ise Sakaların esasını Türk dilli kabilelerin teşkil ettiğini belirtmekte ve  "Türk boyunun, bilhassa Yakutların, Kazakların ve Azerilerin soy kökünde-etnik oluşumunda rol oynayan Sakalar, yalnız ve yalnız Türk dilli olmuşlardır", demektedir. Y.Öztuna da Sakaların geniş ölçüde Arî unsurlarla karışmış "Türkler olduğunu, hanedanın ve hâkim unsurun Türklüğünü" kabul etmektedir.



Biz de İskit tarih ve kültürü üzerine yazılı kaynakları inceleyerek ve arkeolojik malzemeyi de değerlendirerek yaptığımız bu çalışmamızda, ilk yurtlarının Türk coğrafyası olduğunu belirterek, adlarının Türklükle olan bağlantısını ortaya koyduk. Gerek Sus ve çevresinden toplanılan çivi yazılı metinler ve gerekse antik kaynaklardaki bazı adlardan İskitlerin diliyle Türk dili arasında bağlantı kurarak, elde edilen kelimeleri Türkçe ile irtibatlandırabiliyoruz. Saka-tigrakhauda'ya ait olduğu kabul edilen Esik Kurganı'ndan çıkarılmış olan yazı ve onun dili de bizi Türkçe ve Türk yazısına götürmektedir. Bu kurgandan çıkartılmış olan yazının daha sonraki Türklerin, özellikle Göktürklerin kullandığı Orhun yazısının prototipi olduğu kabul edilmektedir.

İskitlerin hayat tarzları, kullandıkları arabalar, besledikleri hayvanlar, ata iyi binebilmeleri ve hayatlarının büyük bir kısmının at üzerinde geçmesi diğer eski Türk topluluklarını hatırlatmaktadır. Aynı hayat tarzının önceki yüzyıla kadar yaşamış olan bozkır Türk topluluklarında varlığını da biliyoruz.

İskitlerin gelenek ve göreneklerine bağlılıkları, genelde at kurban etmeleri ve onlarda domuz kültürünün olmaması, hatta ölü gömme adetleri eski Türk topluluklarınınkine aynen uymaktadır. İskit kurganlarından çıkarılan sanat eserleri de büyük önem taşımaktadır. "Göçebe Hayvan Üslubu" adı verilen ve stilize hayvan figürleriyle süslenmiş olan buluntular eski Türk sanat eserleriyle bağlantı kurabilmemize imkan vermekte ve özellikle Hun sanatının, İskit -sanatının bir devamı olduğunu söylememizi mümkün kılmaktadır.

İskitlerin dinlerinin, dillerinin, sanatlarının, gelenek ve göreneklerinin eski Türklerinkiyle bağlantıları ve bu kadar çok yönlü benzerliklerin olması, İskitlerin büyük çoğunluğunun, özellikle hakim tabakanın Türk olduğu kanaatini doğurmaktadır. Çünkü bu büyük benzerlik ve hatta ayniyet bizi bahis mevzu düşünceye sevk etmektedir. Fakat zaman içerisinde batı kolu olarak kabul ettiğimiz grup, diğer etnik gruplar içerisinde eriyerek kaybolmuştur.

İskitlerin boy ve boylar birliği esasına göre yapılandıkları görülmektedir. Askeri bakımdan süvari birliklerinin oluşturulduğu ve turan taktiği ya da kurt oyunu adı verilen savaş taktiğinin en iyi uygulayıcıları oldukları dikkati çekmektedir.

Türk kökenli kavimlerin kültürleri ile İskit kültürü arasındaki paralellik ve benzerlikler... ortaya çıkartılan buluntular her geçen gün bu bağlantıları daha da güçlendiriyor. Artık İskit/Saka adıyla anılan toplulukların Türk kültür dairesi içerisinde yer aldıkları sağlam temellere dayalı olarak ortaya konulmuştur.

Prof.Dr. İlhami DURMUŞ / İskitler (özet)

("Doğu Avrupa Türk Tarihi" içinde, Kronik 2021)

(1) Oxus = Oğuz / Ceyhun ile (2) Jaxartes = Seyhun; tarihi Maveraünnehir bölgesini oluştururlar.


Tıpkı Esik kurganından çıkanlar gibi, Giysilere dikilen altın süslemeler




28 Ocak 2025 Salı

Bu Türklerin alınlarında siyah dövmeli haç işareti vardı


Maurikius (20 yıl), 7.Yıl (MS 588/589)

Bu yıl; Pers (SB) hükümdarı Khosroes'i (1) oğlu olarak kabul eden kıvrak zekalı imparator Maurikius, Melitene (2) Piskoposu olan akrabası Dometianus'u, savaş komutasını teslim ettiği Narses'le birlikte ona [Hüsrev'e] gönderdi. Onlar, Khosroes'in ve Doğu Roma'ın (SB) askeri gücünün tümü ile birlikte Pers (SB) ülkesini istila ettiler. 

Baram [Behram] bunu öğrendiği zaman, emri altındaki kuvvetleri topladı ve Alexandrina (3) denilen bir yerde ordugahını kurdu; buraya yerleşmekle, Armenia'dan ilerleyen orduların Narses ile birleşmesini önlemeyi amaçlıyordu. Çünkü İmparator Maurikius, Baram'a karşı birlikte savaşsınlar diye, magister militum per Armeniam (4) İoannes Mysrakon'a, ordularını yanına alıp Narses'le birleşmesini emretmişti.

Gece boyunca Doğu Roma (SB) kuvvetlerin tümü birleştirildi ve Baram'a karşı savaşmak için hazırlık yapıldı. Korkuya kapılan Baram ise bir tepenin yanında ordugah kurmuştu. Yaşanan korkunç çatışmada cereyan ederken Hintli hayvanları, yani Baram'ın fillerini küçümseyen Narses, barbarların (Perslerin, SB) ordusunun merkezi phalanxını (5) bozguna uğrattı. Bu gerçekleşirken Baram'ın diğer phalanxları da karşı koyamadılar ve gaspçının kuvvetlerinin çoğu kaçtı. 

Narses Persleri (SB) takibe başladı ve öldürdü, 6.000 kadar esiri de Khosroes'e getirdi. Khosroes onların tamamını cezalandırarak mızrakla infaz ettirdi. Ancak içlerindeki Türklerin tümü Byzantium'daki [başkent] imparatora gönderildi.

Bu Türklerin alınlarında siyah dövmeli haç işareti vardı, imparator kendilerine bu haç işaretini nasıl elde ettiklerini sorduğunda, uzun yıllar önce Türkiye'de (6) bir salgın hastalığın ortaya çıktığını, aralarından bazı Hıristiyanlar'ın (7) kendilerine bunu yapmalarını önerdiğini ve o zamandan beri ülkelerinin emniyette olduğunu söylediler. (SB)

Roma (SB) askerleri, Baram'ın çadırını ve ordu yükünü filleriyle birlikte ele geçirip hepsini Khosroes' e [Hüsrev' e] getirdiler. Baram, Pers (SB) ülkesinin iç bölgelerine kaçtı ve böylelikle savaş onun aleyhine sona ermiş oldu. Büyük bir zafer elde eden Khosroes, tahtını yeniden ele geçirdi ve Romalılara (SB) bir galibiyet ziyafeti verdi. Fakat Narses, ülkesine dönmek üzere iken Khosroes' e, "Bugünü unutma, hatırla Khosroes! Hükümdarlığını sana dostça bağışlayan Romalılardır! (SB)', dedi.

Bir suikasta kurban gitme endişesine kapılan Khosroes, Maurikius'tan 1.000 Romalıdan meydana gelen bir muhafız alayı talep etti. Bu barbara karşı büyük bir sevgi besleyen Maurikius, onun isteğini yerine getirdi. Böylece Romalılar (SB)'ın Pers savaşı sona erdi.


Theophanes Confessor'ün Kroniğinde Türkler

Çev. Hatice Aydın, 2021

Dipnotlar:

(1) Chosroes: Sasani İranı'nda 590-628 yılları arasında hüküm sürmüş olan II.Hüsrev Perviz'dir. IV Hürmüz' ün oğlu ve Sasaniler'in büyük hükümdarlarının sonuncusudur. Meşhur İranlı kumandan Behram Çubin'in, babası IV Hürmüz'e karşı giriştiği isyanı bastırdıktan sonra tahta oturmuştur. Sasaniler bu dönemde Hazarlar, Müslüman Araplar ve Bizans ile yoğun ilişki ve mücadele halinde olmuşlar.

(2) Bugünkü Malatya

(3) Muhtemelen Arbela (Erbil).

(4) Magister militum per Armeniam: Anadolu'nun kuzeydoğusundaki Doğu Roma ordularının başkumandanı. İmparatorluğun bu bölgedeki askerleri ağırlıklı olarak Ermenilerden oluşmaktaydı.

(5) Phalanx. Falanks. Mızraklı ve kalkanlı birlikler. Geçmişi MÖ 25. yüzyıla kadar uzanan phalanx, MÖ 8. yüzyılda Homeros aracılığıyla ilk defa Grek kaynaklarında görülmüş, o tarihten itibaren Grek savaş stratejisiyle ilişkilendirilmiştir. Antik Çağ savaşlarının en etkili ve kalıcı askeri oluşumlarından biri olan phalanx, kelime olarak da Grekçe "parmak" anlamına gelmektedir. Phalanx birlikleri, uzun mızraklarla ve birbirine kenetlenen kalkanlarla donatılmış savaşçılardan oluşuyordu.

(6) Türkistan (Orta Asya), Türk Kağanlığı toprakları. Tarihte Türk toprakları için kullanılmış olan "Türkiye" kelimesi Theophanes'in kroniğinde iki yerde geçer. İlki 588-589 yıllarının anlatıldığı kısımda Türk Kağanlığı (Göktürk) toprakları olarak geçerken, ikincisi 730-731 yıllarının anlatıldığı kısımda, Hazar Kağanlığı topraklarını ifade etmek için kullanılmış. Dolayısyla "Türkiye" kelimesi tarihte ilk defa 6. yüzyıla ait Doğu Roma (Bizans) kaynaklarında görülmektedir. 9. ve 10. yüzyıllarda ise İdil Nehri'nden Orta Avrupa'ya kadar uzanan saha için kullanılmış olup bu kullanım Kafkasya bölgesinde bulunan Hazar Kağanlığı'nı ifade etmek için "Doğu Türkiye'si", Arpad Hanedanı'nın kurmuş olduğu Macar Devleti için de "Batı Türkiye'si" şeklinde kendini göstermiştir. Yine "Türkiye" adı, Bizans İmparatoru VII. Constantinus Porphyregenitus tarafından bizzat kaleme alınmış olan De Administrando İmperio adlı eserde, Arpad'ın Macaristanı'nı ifade etmek için defalarca anılmıştır.

(7) Burada bahsedilen Hristiyanlar, Orta Asya'daki Nasturilerdir.


SB NOTLAR

Parantez içine aldığım SB olan yerlerde İngilizce çevirisinin aksine Türkçe çevirisinde "Bizans" ve "İran" kelimeleri kullanılmış. Yanlıştır.



- İtirafçı Theophanes (8.-9.yy) Hazarlı IV.Leo'nun* döneminde sarayda görev aldı. 787'deki İkinci İznik Konseyi'ne katıldı. İkonoklazmaya** direndiği için V.Leo'nun*** döneminde hapse atıldı. 818'de öldü. Doğu Roma'nın 285-813 arası tarihi olaylarını yazdı.

* Hazarlı IV.Leo'nun (750-780) babası V.Konstantin, annesi Hazar Kağanı Bihar'ın kızı Çiçek (Tzitzak)'tir.

** İkona : Türkçe "ay-kön" kelimesinden gelir ve "gerçeği söyle" anlamındadır;

-Ay, ayğ, "söz, kelime, söylemek", (Tonyukuk yazıtı).

-Kön, "doğru olmak, itiraf etmek, doğruyu söylemek".

*** V.Leo (775-820) için her ne kadar "Ermeni" kökenli deseler de babası Bardas'ın Türk kökenli olma olasılığı var. Çünkü, Kaşgarlı'da Bargan, Kıpçaklar'da Barkan adı görülmekte ki Kıpçakların "Ermenileştiği" de bilinmekte. Ayrıca V.Leo bir Türk olan general "Bardanes Tourkos"un kızıyla evlenmişti.

Hatice Aydın'ın dipnot 7'de belirttiği Suriye'den gelen Nasturiler Orta Asya Türkleri arasına Hristiyanlığı yaymıştı. Ancak haç işareti Türklerin Tengri için kullandıkları bir damgaydı ki Kimmer-Türkleri bile Tengri'yi daire içinde haç ile temsil ederdi. Nasturi inancında olan Türkler ise yazıtlarında Asur abecesini kullanmış olsalar da Türk diliyle yazmıştı. Hristiyanlık 6.yy'da Hunların (Akhunlar) arasında da yayılır, hatta İncil Hun-Türkçesine çevrilir. Ve bırakın İsa'nın dönemini, İsa'dan 400 yıl sonra bile "haç" Hıristiyanlığın sembolü değildir.

"Haçlar ile ilgili olarak, onlara ibadet etmiyoruz - biz Hıristiyanların - onlara ihtiyacı yok; sen, putperestler, ahşap putları kutsal sayanlar, ahşap haçlara tapıyorsunuz."- Minucius Felix (MS 3.yy,kilise babası)

Nasturiler Nestorius'un takipçileri için kullanılan bir terimdir. Nestorius Meryemana'nın 'insan İsa'yı doğurmasından dolayı ona Theotokos değil Kristokos denilmesini önerir. Çünkü tanrının oğlu olamazdı. Ancak 431'deki III. Efes Konsili'nde bir sonuca varılamayınca imparator 433'te bu tartışmaya son verir. İskenderiye Piskoposu Kyril'in önerisi kabul edilir ve İstanbul patriği olan Nestorius görevinden alınarak Antakya'daki manastıra sürülür. Kyril ise ödüllendirilir. Ayrıca İskenderiye Kütüphanesi'nin bilim insanı Hypatia'nin ölümünü azmettiren kişi işte bu Kyril'dir (Cyril). Kyril daha sonra "aziz" (!) ilan edilmiştir.












Görseller: Çeşitli bölge ve zamanlardan Türklere ait "Tengri" damgaları; Orta Asya'dan Taşbaba, Saymalıtaş, Turova ağırşakları, Kimmer Taşbabaları, Hasankeyf, Spiti Vadisi, Gemikaya, Hatti, Özbekistan, Taşkent, Samsun, Çeçenistan ve Aydın Yörükleri.



4 Ocak 2025 Cumartesi

Kimmer Türkleri

 

Kimmerlerin esas işareti haç olup...

Ekber Necef / video

"Türklərin Qafqazdakı varlığını 11-ci əsrdən götürmək utopiyadır | QƏRBİ AZƏRBAYCAN XRONİKASI, Baku TV"

Kimmer Türkleri - Tengri tamgasıyla Taşbaba / Ukrayna


Mamikonyanlar "Kara Hunlar"dır ve Fergana bölgesinden buraya gelmişlerdir.

Kafkas Hunları; Hristiyanlığın yayılması, Kayseri Piskoposluğuna bağlı kalması ve dilinin de Süryanice olması; Albanlar Massaget+İskitler'dir, Batı kaynakları onlara Alban demiştir; Oğuz ve Kıpçak birdir, sadece dilde "lehçe" olarak ayrılır. - Ekber Necef

______

Torbalı Gurgur Dağı Lahti; bir Kimmer Lahtidir.






Prof. Dr. M.Taner Tarhan. / İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi - Türkiye

Ön Asya Dünyasında İlk Türkler: Kimmerler ve İskitler

"Kimmerler ve İskitler Eskiçağ'daki "Türk Kültür Tarihi"nin, daha genel bir deyişle de "Milli Tarihimiz"in ilk temsilcileridir. Çünkü, Eskiçağ ve devamındaki çesitli yazılı kaynaklardan edindiğimiz bilgilerin ışığı altında ve bu bilgileri doğrulayan, zenginleştiren muhteşem arkeolojik bulgular yardımıyla, adları günümüze kadar ulaşmış olan ilk Türkler ve ilk Türk Devletleridir. Onların öyküsü "tarihî gerçekler" olarak, bir anlamda -çok uzun süreli- Eskiçağ'daki "Türk Dünyası"nın öyküsüdür. Her ne sebeple olursa olsun, inkârı mümkün olmayan gerçekleri vurgulamak için "İlk Türkler" başlığın özelliğini özellikle kullandığımızı, öncelikle ifade etmek isteriz."

"Kimmer ve İskitler'in -hâlâ- 'İndo-İranî" kökenli olduklarını savunanları, insafa davet ediyoruz."


Prof. Dr. Mir Fatih Zekiyev / Kazan Devlet Üniversitesi - Tataristan

Ön ve Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz'in Kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya'daki Eski Türkler

 "Karadeniz'in kuzeyinde milattan çok öncesinden itibaren Tavr, Trak, Onogur, Kimmer, Sıkıdı (Rusçası: Skif) vb. gibi isimleri taşıyan Türki dilli kavimler yaşamıştır."


Prof. Dr. Ekrem Memiş / Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi - Türkiye

Ortadoğu'da Türklerin Varlığı Tartışmaları

"Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu'ya giren Kimmer ve İskit kavimleri de Urartu'nun zayıf düşmesinde yardımcı faktor olarak rol oynamış olabilir. ...

Troyalıların İtalya kıyılarına ayak bastıkları bu ikinci göç (MÖ 8.yy) hareketinin cereyan ettiği sıralarda Avrasya steplerinden gelerek Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu'ya giren iki Türk kavmi ile karşılaşıyoruz. Bunlar, Kimmer ve İskit kavimleridir. Kimmerler, Anadolu'da Frig Devleti'ni yıkarak yaklaşık bir asır bu ülkede egemen olmuşlar, sonra da Lidyalılar tarafindan ortadan kaldırılmışlardır. İskitler ya da diğer adıyla Sakalar denilen Türk kavmi ise 28 yıl Doğu Anadolu'ya hükmettikten sonra, Kimmerlerin boşalttığı Güney Rusya'ya yerleşerek orada Büyük İskit İmparatorluğu'nu vücuda getirmişlerdir. Fakat bir kısım Sakalar, Güney Rusya'ya dönmek yerine batıya doğru yürümeye devam ederek, Anadolu'yu baştan başa geçtikten sonra deniz yoluyla İtalya'ya gelmişlerdir. İşte Sakaların bu grubu ile daha önceden İtalya'ya göç etmiş olan Batı Anadolulu Troyalılar İtalya'da karışıp kaynaşarak, bizim Etrüskler ya da Tursakalar dediğimiz kavmi meydana getirmişlerdir. Bir başka deyişle, Etrüskler adı verilen kavim, Troyalılar ile Sakaların birleşmesiyle oluşmuş yeni bir Türk topluluğudur."




Yoksa bazılarımız hâlâ "Batılıların" masallarına inanmayı mı tercih ediyor?..

SB

Beş Köşeli Yıldız


Beş Köşeli Yıldız

Saka Türkleri, MÖ 7.-6.yy, Şilikti Kurganı, Kazakistan,


Balbal, Altay Devlet Yerel Tarih Müzesi,


Pazırık MÖ 5.yy, Altay & Sumer MÖ 3500, Mezopotamya.


Hakasya Kaya Resimleri




Beş köşeli Kutup Yıldızı (Demir Kazık) veya Güneş ki o da bir yıldız; Sekiz köşeli ise Selçuklu yıldızı, tanrının yer ve gök güçleri (sekiz bucak) üzerindeki egemenliği, Pazırık dahil halı ve kilimlerimizde görürüz.





_____________

2 Ocak 2025 Perşembe

Mitolojide Üç Büyük Tanrılar Savaşı

 


Tanrılar ile Devlerin Savaşı: Gigantomachy - MS 2.yy.

Afrodisias çeşme (Nymphaeum) frizlerinden

İstanbul Arkeoloji Müzesi

______________________

Üç savaş olmuştur:


* Titanomachy / Titanlar Savaşı;

Uranüs öldürülür; yerine Kronos geçer; devleri Tartaros'a hapseder; Zeus doğar.

Titanlar İapetos, yani Yafes'in soyudur 😉


* Gigantomachy / Devler Savaşı;

Zeus Kronos'u devirir; Olympos'a yerleşir, tanrılar tanrısıdır.


* Theomachy / Olympos'taki tanrılar arasındaki  GÜÇ savaşıdır.

Yani TUROVA SAVAŞI’nda tanrılar arasındaki çekişmedir.

- Akha taraftarları: 

Athene, Here, Poseidon, Hermes, Hephaestus, Thetis (Ak-İl'in annesi).


- Turova taraftarları: 

Aphrodite, Ares (Mars), Apollo, Artemis, Skamander, Leto.


Zeus, Hades, Dionysus, Hestia ve Demeter güya tarafsızdır !..

Tanrıların arasındaki güç savaşının acısını insanoğlu çekmiştir!

Hep öyle değil midir zaten, filler tepişir çimenler ezilir...


SB

Not:

1- Zeus'un adı (ki o bile tartışmalıdır) hariç tanrı ve tanrıça adlarının hiçbiri Grek kökenli DEĞİLDİR. Hatta Hint-Avrupa bile değildir.

2- Gigantomachy, Berlin'e kaçırılan Bergama Zeus Sunağı'nda da işlenmiştir. 


Athena, Athene, Akene


 Athena/Athene 'Ak-Ene'nin Grekleştirilmiş şeklidir. Türkçedir.



Bergama Zeus Sunağı'ndan detay "Athena", MÖ 2. yy
Berlin Pergamon Müzesi.


___________






Ayaz, Ayas, Ajax

 



AIAS = AYAS / AYAZ ; Türkçedir.

(İngilizcede Ajax)

Kaşgarlı; "ayas kök, Berrak gök. Kölelere (Memluk), yüzlerinin parlaklığı buna benzetilerek ayas denir."


İlyada'da iki Ayas/z var;

* Kral Pirim'in ablasının oğlu 'Yeğen Türker'in babadan kardeşi ve Akil'in de amcaoğlu olan Büyük Ayaz.

* Pirim'in kızı Kassandra'ya Athene (Akene) tapınağında tecavüz eden Küçük Ayaz.

SB





26 Aralık 2024 Perşembe

George Nakratzas

Dr. GEORGE NAKRATZAS

Interview with the Anti-Nationalist

Interview by George Stamkos, March 16, 2011

source in GR


Dr. GEORGE NAKRATZAS; "In Greece, I believe that the number of psychiatrists should be doubled, because otherwise I don't see you doing well!"

Nationalists love to hate him. At the mere mention of his name, they act Pavlovian, like a bull in front of a “red flag.” The so-called “progressives” usually have a sour expression on their faces when forced to refute his arguments and positions. On the contrary, he is supported by the “dissident intellectuals” of Greece and all sorts of anti-nationalists, who have managed to escape the nationalist “brainwashing” of the Greek educational system.

Dr. George Nakratzas is considered by many to be a controversial figure, except of course for those who have read his “heretical” books, which refute our “national myths” and the various “self-evident truths” that they cultivate. Dr. George Nakratzas is a writer and publisher (Batavia Publications), who does not live permanently in Greece, although he visits it very often. Specifically, he lives in Rotterdam, the Netherlands, where he worked for many years as a pulmonologist, while for a number of years he was also the director of a clinic. He began writing his “heretical” books in the 1980s and the writings caused a “huge uproar”, especially among the intolerant nationalist circles of our country. Today, among other things, he is also a political advisor to the EFA (European Free Alliance), and a collaborator of EBLUL , the European Union's body for the less spoken languages ​​in the old continent. Last September, Batavia Publications republished the infamous ABECEDAR , an alphabet book that the Greek state published in 1925 for the education of the so-called "Macedonian minority" in northern Greece, but then decided to withdraw it. The republishing of this book is sure to cause many reactions, from "well-known circles" and not only. So, on the occasion of the republishing of the "heretical" ABECEDAR , we found Giorgos Nakratzas and "interrogated" him, so that he could publicly state his own opinion to the anxious readers of ZENITH...

First published in Greece as "I steni ethnoloyiki syngenia ton simerinon Ellinon, Voulgaron kai Tourkon, 1988"


Interview by George Stamkos, March 16, 2011

Stamkos: Mr. Nakratzas, what prompted you to study the "forbidden history" of the modern Greek state, and specifically to study the issue of the assimilation/disappearance of "disturbing" minorities from the territory of present-day Greece?

Nakratzas: The first and most important reason for this study is the fact that ideologically I am against any form of forced assimilation and especially against any disappearance of Minorities. This political ideology is not only my own political philosophy, but it is the ideological foundation on which the European Union is based today.

But emotionally equally important is the fact that both my parents were refugees from eastern Thrace and Asia Minor, belonging to the most tragic Greek Minority. This Minority was destroyed by Eleftherios Venizelos, that most capable exponent of the paranoid Great Idea.

Both my parents' families lived in Turkey with a significant fortune, and were transferred to Greek Macedonia, destitute, due to the forced population exchange, which was due to Venizelos and not the Turks as is generally believed.

It is worth noting that the compensations that were generally given for refugees, both from abroad and from the then League of Nations, were robbed by the rodents of the Greek state...


Stamkos: One of your first books – which in fact made you particularly “unpleasant” among nationalists – was entitled The Close Ethnological Affinity of Modern Greeks, Bulgarians and Turks (Batavia Publishing, 1988). Why do you believe that these three neighboring peoples, who have historically been “implacable enemies” of each other, display such a close ethnological affinity?

Nakratzas: Here I must confess that the title of the first edition of my book contains a fundamental error. Specifically, it is not about an ethnological kinship between the peoples of the Balkans, it is simply about a close racial kinship. The national identity of each individual is a cultural concept, on the contrary, racial identity depends not on culture but on the chromosomes of each citizen, provided that these are recognizable.

Both the Greeks and the Turks, Bulgarians or ethnic Macedonians consist of a mosaic of peoples or tribes which of course, depending on the region, consists of very similar chromosomal traits. I analyze this issue in detail in my books, which contradicts the myths we are taught in schools…


Stamkos: What problems did you encounter when you first published a book that said things “forbidden” by Greek nationalist historiography? Has Greek society changed since the 1980s regarding the acceptance of diversity, different points of view, and minorities?

Nakratzas: The problems that were created were quite numerous, because modern Greek society has not yet entered the phase of ideological Renaissance, like Western Europe, but is more or less in a phase between theocracy and modernism. The consequence of this is that the average Modern Greek does not even tolerate discussion on so-called national issues , of course the obscurantist role of the Church being predominant.

So far, nothing has changed in the issues you mention, only the international conditions have changed because the "Cocoons" , i.e. the European Union, will not allow Europe to regress to theocracy. Do not forget that the revolution of 1821 had failed and thanks to the sacrifices of the Europeans, i.e. the English sailors in the naval battle of Navarino and the French soldiers of General Maison's army in the Peloponnese, Greece was liberated, which is almost hidden.


Stamkos: Certain nationalists, having negatively interpreted the books you write and publish as well as your positions regarding the “non-existent” Slavo-Macedonian minority in Greece, have attacked you from time to time and have accused you of serious characterizations, such as “anti-Hellenic”, “janissary”, “agent”, etc. Recently, you even had a legal adventure with a far-right leaflet, which you won. What do you have to answer to all those who accuse you of these accusations?

Nakratzas: The behavior of the nationalists is self-evident because these miserable Modern Greeks are nothing more than the victims of our so-called "noble blindness", as a Greek intellectual expressed it.

Nationalist propaganda, I would rather say "brainwashing", in school, in the army, in the church and elsewhere, has created that reflexive mindset according to which anyone who does not agree with us is a traitor, a sellout, an agent and does not get along...

In Greece, I believe that the number of psychiatrists should be doubled because otherwise I don't see you doing well!


Stamkos: You are, as is known, also a political advisor to EFA and a collaborator of EBLUL , the European Union body for the least spoken languages ​​in the old continent. Why should the EU intervene in issues of “national policy” and press for the rights of “non-existent” minorities in Greece?

Nakratzas: Your question is highly provocative. Mr. Stamkos, Modern Greeks must understand that the era when every state can do whatever it wants with its minorities, both linguistic and cultural, religious or national, is over. This is exactly what the former Minister of Foreign Affairs of the country of Albanian origin, Mr. Pangalos, said, who now claims to be a direct descendant of Alexander the Great.

Human rights are not issues of national politics, as you say, but are issues that concern the whole of Europe. Anyone who dares to violate them violently will be imprisoned in The Hague, where Milosevic was also "hosted"...


Stamkos: The official position of the Greek state is that in Greece "there are no national minorities", but only one religious one, the Muslim minority of Western Thrace, recognized by the Treaty of Lausanne (1923). Is this really the case? Why does Greece insist on denying the existence of minorities on its territory?

Nakratzas: For the simple reason that those in charge of the Ministry of Foreign Affairs suffer from a kind of autistic syndrome, that is, they live in their own world without being able to perceive what is happening in the outside world. The clock in the brain of these people stopped at the date 1903.


Stamkos: In our country, the dominant view is that in Greek Macedonia there are only Greeks. They say that the Slavic-Macedonian minority is non-existent, that it is a propaganda construct of Tito and the Skopjes, which lacks historical and ethnological basis. What is your view on this?

Nakratzas: This absurd view is very commonly heard, a fact which forms the basis of today's Greek nationalist propaganda. Documents are still preserved today in the archives of the Greek Ministry of Foreign Affairs which state that in the then Ottoman Macedonia there were Greeks, Turks and Macedonians (The Macedonians, according to the Greek Ministry of Foreign Affairs, had no relation to the Greek-speaking inhabitants and were known as Makedonski, later they were called Slavo-Macedonians by the KKE).

In 1870, the Bulgarian Exarchate was created, so Greek propaganda, in order to convince the Slavic-speaking Macedonians not to fall under the influence of Bulgarian propaganda, cultivated in them the idea that they were not Bulgarians but descendants of the ancient Macedonians! The worst thing is that both they and we believed the myth, with results that are visible to this day.

The officials of the Greek Ministry of Foreign Affairs either do not know or pretend not to know that the first congress of the then Macedonian intellectuals took place in 1897 in Thessaloniki, in the presence of Delchev. Unfortunately for them, however, these young Macedonians were socialists, and not pro-royalists, which was something of a red flag for the ruling class of Europe at the time. It should be noted that 20 years later the October Revolution broke out, with all the well-known consequences.

The national identity of the Macedonians is therefore not a creation of Tito but existed since that time, at least among that portion of Macedonians who were politically aware.

Now the funny argument that the Macedonians of the Republic of Macedonia lack a historical and ethnological basis should not even be mentioned as an anecdote, because all the peoples of the Balkans, including us Greeks, are made up of a mosaic of peoples and tribes.

Both the inhabitants of the Republic of Macedonia and the current inhabitants of the Republic of Greece have no or little relation to the ancient Macedonians, the medieval Slavs, or the ancient Greeks.

For example, about half of the inhabitants of today's Peloponnese and almost all of the inhabitants of today's Attica-Boeotia are descendants of Albanians who came there in the 14th century AD. A huge percentage of the Greeks of Epirus, central Greece and Pindos are descendants of Slavs, Latin-speaking Vlachs and Albanians who came to these parts after the 6th , 9th and 13th - 14th centuries AD.

This reality, of course, applies to all the peoples of the Balkans and Europe, and the funny anecdote that we are a brotherly people even goes beyond the limits of paranoia.


Stamkos: You, if I remember correctly, are of Asia Minor origin. But why are you so concerned about the rights of the so-called "Macedonian" minority in northern Greece? Why don't you deal, for example, with the rights of the Greeks of Constantinople or the Greeks of Northern Epirus?

Nakratzas: You are making a mistake, Mr. Stamko. My support for the rights of the ethnic Macedonians of our country has more to do with the issue of our democratization. The democratization of any country is measured by how much that country protects the rights of Minorities, whatever they may be. This is the meaning of my actions.

Regarding your second question, the answer is twofold, firstly, I do not deal with any minority unless I am asked by the Minority itself, and secondly, I believe that the issue of Minorities in each country is the exclusive obligation of the enlightened citizens of the countries in which the Minorities live.

In our country, one mainly sees people on the Left, and more specifically the leaders of the Coalition, tearing their clothes for the Kurds of Turkey or the Indians of Mexico. However, these same people act deaf or mute if you talk to them about ethnic Macedonians.

I observed this behavior years ago at a Synaspismos rally in Thessaloniki, specifically at the Aigli cinema, where their then president, Mr. Konstantopoulos, was also present. When I asked in an intervention whether we would give back to the Macedonians what we stole from them, namely their language, then of the approximately 5,000 gathered party supporters, approximately 25% applauded furiously and 75% swallowed their tongues!

Recently, the same theater of the absurd was played out at an open gathering in the square opposite the Acheiropoieto church, where the Secretary of the Coalition, Mr. Hountis, was present. When I publicly asked a question about the ethnic Macedonians, this very clever gentleman, in order to avoid answering, pretended to be an idiot, saying that he did not understand my question, and added that after the gathering he would speak to me personally to explain. Of course, I did not agree to wait and left the gathering…


Stamkos: What is the ABECEDAR reading book , which you just released from Batavia Publications? Why did you decide to publish a book that the Greek state published in 1925 for the Macedonian minority of northern Greece and then decided to withdraw it?

Nakratzas: I have already answered you, but I can add that I consider it the greatest sin to steal from a people their native language. I refer you to Thanasis Triaridis's amazing article "A severed tongue". Because of this article, after the newspaper Makedonia refused to publish it, this amazing young writer interrupted his collaboration with the newspaper.

Many Greeks fear that if, for example, the existence of a Slav-Macedonian minority in Greece is recognized and certain cultural rights are granted, then this will activate separatist and separatist tendencies that may even lead to the secession of Greek territories... Are the Greeks "paranoid" or do they have reason to believe such a thing?

These Greeks are not born paranoid, they are completely normal people, but they have become so due to the constant nationalistic "brainwashing" by the school, the army and the church.


Stamkos: What is your opinion on Greek nationalism in general? What is its qualitative difference compared to other European nationalisms, e.g. French, Italian, etc.?

Nakratzas: We should not associate nationalism with patriotism. Patriotism teaches one to defend one's homeland from dangers, just as one has a duty to defend one's home and family if criminals invade one's home. Nationalism in general is a criminal theory, which teaches intolerance and the destruction of what is different.


Stamkos: What is your opinion about the Greek Church and especially Archbishop Christodoulos?

Nakratzas: What can I say, it would take an entire interview to answer this question about the man who said that to solve the Cyprus problem we need cannons (it is mentioned in detail in Mr. Vasilakis' book The Scourge of God ). For this priest I feel the greatest contempt that any normal person can possibly feel.


Stamkos: You have recently stated that Greece has been experiencing a kind of “spiritual renaissance” in recent years, with groups of dissident democratic intellectuals boldly moving towards the emergence of historical truth away from “national myths” and nationalist ideological blindness. Is this really happening or is it just wishful thinking?

Nakratzas: Of course, this is the case, and I could with great pleasure mention the following Greek authors: Messrs. Nikos Dimou, Thanasis Triaridis, Dionysis Gousetis, Dimitris Lithoxosou, Giorgos Tsiakalos and others whom I do not know personally.


Stamkos: What is the Greece you envision?

Nakratzas: A truly democratic Greece and not semi-fascist, at least when it comes to human rights...


source in GR : Zenith, New İdealistic Cultural Current


***


Δρ. ΓΙΩΡΓΟΣ ΝΑΚΡΑΤΖΑΣ

Συνέντευξη με τον Αντι-Εθνικιστή

Δρ. ΓΙΩΡΓΟ ΝΑΚΡΑΤΖΑ

«Στην Ελλάδα πιστεύω ότι θα πρέπει να διπλασιαστεί ο αριθμός των ψυχιάτρων, διότι αλλιώς δεν σας βλέπω να την βγάζετε καλά!» Δρ. Γ. Νακρατζάς

Οι εθνικιστές λατρεύουν να τον μισούν. Στο άκουσμα και μόνο του ονόματός του λειτουργούν παβλοφιανά, όπως ένας ταύρος μπροστά σε «κόκκινο πανί». Οι δήθεν «προοδευτικοί» έχουν συνήθως ξινισμένη έκφραση στα πρόσωπα τους, όταν αναγκάζονται να αντικρούσουν τα επιχειρήματα και τις θέσεις του. Αντίθετα τον υποστηρίζουν οι «αντιφρονούντες διανοούμενοι» της Ελλάδας και οι κάθε λογής αντι-εθνικιστές, που έχουν κατορθώσει να ξεφύγουν από την εθνικιστική «πλύση εγκεφάλου» του ελληνικού εκπαιδευτικού συστήματος.

Ο Δρ. Γιώργος Νακρατζάς θεωρείται από πολλούς ένα αμφιλεγόμενο πρόσωπο, εκτός βέβαια από εκείνους που έχουν διαβάσει τα «αιρετικά» βιβλία του, τα οποία καταρρίπτουν τους «εθνικούς μύθους» μας και τις διάφορες «αυταπόδεικτες αλήθειες» που αυτοί καλλιεργούν. Ο Δρ. Γιώργος Νακρατζάς, είναι συγγραφέας και εκδότης (εκδόσεις Μπατάβια), που δεν ζει μόνιμα στην Ελλάδα, αν και την επισκέπτεται πολύ συχνά. Συγκεκριμένα ζει στο Ρότερνταμ της Ολλανδίας, όπου εργάστηκε για πολλά χρόνια ως ιατρός-πνευμονολόγος, ενώ επί σειρά ετών υπήρξε και διευθυντής κλινικής. Ξεκίνησε τη συγγραφή των «αιρετικών» του βιβλίων τη δεκαετία του 1980 και τα συγγράμματα προκάλεσαν «σάλο», ιδιαίτερα ανάμεσα στους μισαλλόδοξους εθνικιστικούς κύκλους της χώρας μας. Σήμερα, ανάμεσα στ’ άλλα, είναι και πολιτικός σύμβουλος της EFA (European Free Alliance), και συνεργάτης της EBLUL, δηλαδή του οργάνου της Ευρωπαϊκής Ένωσης για τις λιγότερο ομιλούμενες γλώσσες στη γηραιά ήπειρο. Τον περασμένο Σεπτέμβριο οι εκδόσεις Μπατάβια επανεκδώσανε το περιβόητο ABECEDAR, ένα αλφαβητάρι που εξέδωσε το 1925 το ελληνικό κράτος για την εκπαίδευση της λεγόμενης «μακεδονικής μειονότητας» στη βόρεια Ελλάδα, αλλά κατόπιν αποφάσισε να το αποσύρει. Η επανέκδοση αυτού του βιβλίου είναι σίγουρο ότι θα προκαλέσει πολλές αντιδράσεις, από «γνωστούς κύκλους» και όχι μόνον. Με αφορμή λοιπόν την επανέκδοση του «αιρετικού» ABECEDAR, βρήκαμε τον Γιώργο Νακρατζά και τον «ανακρίναμε», ώστε να καταθέσει δημοσίως τη δική του άποψη στους ανήσυχους αναγνώστες του ΖΕΝΙΘ …

Συνέντευξη στον Γιώργο Στάμκο

Κύριε Νακρατζά τι ήταν αυτό που σας ώθησε στη μελέτη της «απαγορευμένης ιστορίας» του σύγχρονου ελληνικού κράτους, και συγκεκριμένα στη μελέτη του ζητήματος της αφομοίωσης / εξαφάνισης των «ενοχλητικών» μειονοτήτων από το έδαφος της σημερινής Ελλάδας;

Πρώτη και σημαντική αιτία αυτής της μελέτης αποτελεί το γεγονός ότι ιδεολογικά είμαι εναντίον κάθε μορφής βιαίας αφομοίωσης και ιδιαίτερα εναντίον οποιασδήποτε εξαφάνισης Μειονοτήτων. Η πολιτική αυτή ιδεολογία δεν αποτελεί μόνο δική μου πολιτική φιλοσοφία, αλλά είναι το ιδεολογικό βάθρο πάνω στο οποίο στηρίζεται σήμερα η Ευρωπαϊκή Ένωση.

Συναισθηματικά όμως εξίσου σημαντικό είναι το γεγονός ότι και οι δύο γονείς μου ήταν πρόσφυγες προερχόμενοι από την ανατολική Θράκη και τη Μικρά Ασία, ανήκοντες στην πιο τραγική ελληνική Μειονότητα. Τη Μειονότητα αυτήν την κατέστρεψε ο Ελευθέριος Βενιζέλος, ο ικανότατος αυτός εκφραστής της παρανοϊκής Μεγάλης Ιδέας.

Οι οικογένειες και των δύο γονιών μου ζούσαν στην Τουρκία έχοντας μια σημαντική περιουσία, μεταφέρθηκαν δε πάμφτωχοι στην ελληνική Μακεδονία λόγω της υποχρεωτικής ανταλλαγής των πληθυσμών, η οποία οφείλεται στον Βενιζέλο και όχι στους Τούρκους όπως γενικά πιστεύεται.

Αξίζει δε να σημειωθεί ότι τις αποζημιώσεις που δόθηκαν γενικά για τους πρόσφυγες τόσο από το εξωτερικό όσο και από την τότε Κοινωνία των Εθνών τις λήστεψαν τα τρωκτικά του ελλαδικού κράτους…

Ένα από τα πρώτα βιβλία σας –το οποίο μάλιστα σας έκανε ιδιαίτερα «δυσάρεστο» στους κόλπους των εθνικιστών– είχε τον τίτλο Η Στενή Εθνολογική Συγγένεια των Σημερινών Ελλήνων, Βουλγάρων και Τούρκων (εκδ. Μπατάβια, 1988). Γιατί θεωρείτε πως αυτοί οι τρεις γειτονικοί λαοί, που υπήρξαν ιστορικά και «άσπονδοι εχθροί» μεταξύ τους, παρουσιάζουν τόσο στενή εθνολογική συγγένεια;

Εδώ θα πρέπει να ομολογήσω ότι ο τίτλος της πρώτης έκδοσης του βιβλίου μου αυτού περιέχει ένα βασικό λάθος. Συγκεκριμένα δεν πρόκειται για εθνολογική συγγένεια ανάμεσα στους λαούς των Βαλκανίων, απλώς πρόκειται για μια στενή φυλετική συγγένεια. Η εθνική ταυτότητα κάθε ατόμου αποτελεί μια πολιτιστική έννοια, αντιθέτως η φυλετική ταυτότητα εξαρτάται όχι από τον πολιτισμό αλλά από τα χρωματοσώματα κάθε πολίτη, εφόσον βέβαια αυτά είναι αναγνωρίσιμα.

Τόσο οι Έλληνες όσο και οι Τούρκοι, Βούλγαροι ή εθνικά Μακεδόνες αποτελούνται από ένα μωσαϊκό λαών ή φυλών το οποίο βέβαια, ανάλογα με την περιοχή, αποτελείται από συγγενέστατα χρωματοσωμικά γνωρίσματα. Το θέμα αυτό το αναλύω λεπτομερειακά στα βιβλία μου, πράγμα που έρχεται σε αντίθεση με τους μύθους που μας μαθαίνουν στα σχολεία…

Τι προβλήματα συναντήσατε όταν εκδώσατε για πρώτη φορά ένα βιβλίο, που έλεγε πράγματα «απαγορευμένα» από την ελληνική εθνικιστική ιστοριογραφία; Άλλαξε η ελληνική κοινωνία σε σχέση με τη δεκαετία του 1980 σχετικά με την αποδοχή της διαφορετικότητας, της διαφορετικής άποψης και των μειονοτήτων;

Τα προβλήματα που δημιουργήθηκαν ήταν αρκετά, αυτό διότι η νεοελληνική κοινωνία δεν έχει υπεισέλθει ακόμα στην φάση της ιδεολογικής Αναγέννησης, όπως η Δυτική Ευρώπη, αλλά βρίσκεται περίπου σε μια φάση μεταξύ θεοκρατίας και μοντερνισμού. Συνέπεια αυτού είναι το ότι ο μέσος Νεοέλληνας δεν ανέχεται καν συζήτηση πάνω στα λεγόμενα εθνικά θέματα, προεξάρχοντος βέβαια του σκοταδιστικού ρόλου της Εκκλησίας.

Μέχρι στιγμής δεν άλλαξε τίποτε στα θέματα που αναφέρεσθε, απλώς άλλαξαν οι διεθνείς συνθήκες διότι οι «Κουτόφραγκοι», δηλαδή η Ευρωπαϊκή Ένωση δεν θα επιτρέψουν την οπισθοδρόμηση της Ευρώπης στη θεοκρατία. Μην ξεχνάτε ότι η επανάσταση του 1821 είχε αποτύχει και χάρη στις θυσίες των Ευρωπαίων, δηλαδή των Άγγλων ναυτών στη ναυμαχία του Ναυαρίνου και των Γάλλων στρατιωτών του στρατού του στρατηγού Μαιζόν στην Πελοπόννησο, η Ελλάδα απελευθερώθηκε, πράγμα το οποίο σχεδόν αποκρύπτεται.

Ορισμένοι εθνικιστές, έχοντας ερμηνεύσει αρνητικά τα βιβλία που γράφετε κι εκδίδετε καθώς και τις θέσεις σας σχετικά με την «ανύπαρκτη» σλαβομακεδονική μειονότητα στην Ελλάδα, σας έχουν επιτεθεί κατά καιρούς και σας έχουν προσάψει βαρείς χαρακτηρισμούς, όπως π.χ. «ανθέλληνας», «γενίτσαρος», «πράκτορας» κλπ. Τελευταία μάλιστα είχατε και μια δικαστική περιπέτεια με μια ακροδεξιά φυλλάδα, την οποία και κερδίσατε. Τι έχετε να απαντήσετε σε όλους αυτούς που σας προσάπτουν αυτές τις κατηγορίες;

Η συμπεριφορά των εθνικιστών είναι αυτονόητη διότι οι ταλαίπωροι αυτοί Νεοέλληνες δεν είναι παρά τα θύματα της λεγόμενης «ευγενούςμας τύφλωσης», όπως ακριβώς εξέφρασε κάποιος Έλληνας διανοούμενος.

Η εθνικιστική προπαγάνδα, μάλλον θα έλεγα η «πλύση εγκεφάλου», στο σχολείο, στο στρατό, στην εκκλησία και αλλαχού, δημιούργησε εκείνο το σκεπτικό αντανακλαστικό σύμφωνα με το οποίο όποιος δεν συμφωνεί μαζί μας είναι προδότης, πουλημένος, πράκτορας και δεν συμμαζεύεται…

Στην Ελλάδα πιστεύω ότι θα πρέπει να διπλασιαστεί ο αριθμός των ψυχιάτρων διότι αλλιώς δεν σας βλέπω να την βγάζετε καλά!

Είστε, ως γνωστόν, και πολιτικός σύμβουλος της EFA και συνεργάτης της EBLUL, δηλαδή του οργάνου της Ευρωπαϊκής Ένωσης για τις λιγότερο ομιλούμενες γλώσσες στη γηραιά ήπειρο. Γιατί η Ε.Ε. πρέπει να παρεμβαίνει σε ζητήματα «εθνικής πολιτικής» και να πιέζει για τα δικαιώματα των «ανύπαρκτων» μειονοτήτων στην Ελλάδα;

Η ερώτησή σας είναι έντονα προβοκατόρικη. Κύριε Στάμκο, πρέπει να καταλάβουν οι Νεοέλληνες ότι πέρασε πια η εποχή που μπορεί κάθε κράτος να κάνει ότι θέλει με τις μειονότητες του, τόσο τις γλωσσικές όσο και τις πολιτιστικές, θρησκευτικές ή εθνικές. Αυτά ακριβώς είπε και ο αρβανίτικης καταγωγής τέως Υπουργός Εξωτερικών της χώρας κύριος Πάγκαλος, ο οποίος τώρα μάλιστα δεν αποκλείεται να ισχυρίζεται ότι είναι και κατευθείαν απόγονος του μεγάλου Αλεξάνδρου.

Τα ανθρώπινα δικαιώματα δεν είναι θέματα εθνικής πολιτικής, όπως λέτε, αλλά είναι θέματα που αφορούν σε ολόκληρη την Ευρώπη. Όποιος δε τολμήσει να τα καταπατήσει βιαίως τον περιμένουν οι φυλακές της Χάγης, εκεί δηλαδή που «φιλοξενήθηκε» και ο Μιλόσεβιτς…

Η επίσημη θέση του ελληνικού κράτους είναι ότι στην Ελλάδα «δεν υπάρχουν εθνικές μειονότητες», αλλά μόνο μία θρησκευτική, η μουσουλμανική μειονότητα της Δυτικής Θράκης, αναγνωρισμένη από τη Συνθήκη της Λοζάννης (1923). Είναι έτσι τα πράγματα; Γιατί η Ελλάδα επιμένει να αρνείται την ύπαρξη μειονοτήτων στο έδαφός της;

Για τον απλούστατο λόγο ότι οι υπεύθυνοι του Υπουργείου Εξωτερικών πάσχουν από ένα είδος αυτιστικού συνδρόμου, δηλαδή ζουν στον δικό τους κόσμο χωρίς να μπορούν να αντιληφθούν τι γίνεται στον έξω κόσμο. Το ρολόι του εγκεφάλου των ανθρώπων αυτών σταμάτησε στην ημερομηνία 1903.

Στη χώρα μας η κυρίαρχη άποψη είναι ότι στην ελληνική Μακεδονία υπάρχουν μόνον Έλληνες. Λένε ότι η σλαβομακεδονική μειονότητα είναι ανύπαρκτη, ότι πρόκειται για ένα προπαγανδιστικό κατασκεύασμα του Τίτο και των Σκοπίων, που στερείται ιστορικής και εθνολογικής βάσης. Ποια είναι η άποψη σας πάνω σ’ αυτό;

Αυτή η ανόητη άποψη ακούεται συνηθέστατα, γεγονός το οποίο αποτελεί την βάση της σημερινής ελληνικής εθνικιστικής προπαγάνδας. Διασώζονται και σήμερα ακόμη έγγραφα στα αρχεία του ελληνικού Υπουργείου των Εξωτερικών τα οποία αναφέρουν ότι στην τότε οθωμανική Μακεδονία κατοικούσαν Έλληνες, Τούρκοι και Μακεδόνες (Οι Μακεδόνες κατά το ελληνικό Υπουργείο των Εξωτερικών δεν είχαν σχέση με τους Ελληνόφωνους κατοίκους και ήταν γνωστοί σαν Μακεδόνσκι, αργότερα δε ονομάσθηκαν από το ΚΚΕ Σλαβομακεδόνες).

Το 1870 δημιουργήθηκε η βουλγαρική Εξαρχία, οπότε η ελληνική προπαγάνδα προκειμένου να πείσει τους σλαβόφωνους Μακεδόνες να μην περιέλθουν κάτω από την επιρροή της βουλγαρικής προπαγάνδας τους καλλιέργησε την ιδέα ότι δεν ήταν Βούλγαροι αλλά απόγονοι των αρχαίων Μακεδόνων! Το χειρότερο είναι ότι τον μύθο τον πιστέψαμε τόσο αυτοί όσο και εμείς, με αποτελέσματα που είναι ορατά μέχρι και σήμερα.

Οι αρμόδιοι του ελληνικού Υπουργείου των Εξωτερικών είτε δεν γνωρίζουν είτε κάνουν ότι δεν γνωρίζουν πως το πρώτο συνέδριο των τότε διανοούμενων Μακεδόνων έλαβε χώρα το 1897 στην Θεσσαλονίκη, παρουσία και του Ντέλτσεφ. Προς ατυχία τους όμως οι νεαροί αυτοί Μακεδόνες ήταν σοσιαλιστές, και όχι φιλοβασιλικοί, πράγμα το οποίο αποτελούσε για την άρχουσα τάξη της τότε Ευρώπης κάτι σαν κόκκινο πανί. Σημειωτέον ότι 20 χρόνια αργότερα ξέσπασε και η Οκτωβριανή Επανάσταση, με όλες τις γνωστές συνέπειες.

Η εθνική λοιπόν ταυτότητα των Μακεδόνων δεν είναι δημιούργημα του Τίτο αλλά υπήρχε από την εποχή ακόμα εκείνη, τουλάχιστον σε εκείνη την μερίδα των Μακεδόνων που ήταν συνειδητοποιημένοι πολιτικά.

Τώρα το αστείο επιχείρημα ότι οι Μακεδόνες της Δημοκρατίας της Μακεδονίας στερούνται ιστορικής και εθνολογικής βάσης δεν θα έπρεπε ούτε καν σαν ανέκδοτο να αναφέρεται, διότι όλοι οι λαοί των Βαλκανίων, συμπεριλαμβανομένων και ημών των Ελλήνων, αποτελούνται από ένα μωσαϊκό λαών και φυλών.

Τόσο οι κάτοικοι της Δημοκρατίας της Μακεδονίας όσο και οι σημερινοί κάτοικοι της Δημοκρατίας της Ελλάδας δεν έχουν καμία ή ελάχιστη σχέση με τους αρχαίους Μακεδόνες, τους μεσαιωνικούς Σλάβους ή τους αρχαίους Έλληνες.

Για παράδειγμα το ήμισυ περίπου των κατοίκων της σημερινής Πελοποννήσου και σχεδόν το σύνολο των κατοίκων της σημερινής Αττικοβοιωτίας είναι απόγονοι Αλβανών που ήρθαν εκεί τον 14ο αιώνα μ.Χ. Ένα τεράστιο ποσοστό των Ελλήνων της Ηπείρου, της κεντρικής Ελλάδας και της Πίνδου είναι απόγονοι Σλάβων, λατινόφωνων Βλάχων και Αλβανών που ήρθαν στα μέρη αυτά μετά τον 6ο τον 9ο και τον 13ο-14ο αιώνα μ.Χ .

Η πραγματικότητα αυτή ισχύει βέβαια για όλους τους λαούς των Βαλκανίων και της Ευρώπης, το δε αστείο ανέκδοτο ότι είμαστε ανάδελφος λαός ξεπερνάει ακόμα και τα όρια της παράνοιας.

Εσείς, αν θυμάμαι καλά, είστε Μικρασιατικής καταγωγής. Γιατί όμως κόπτεστε τόσο πολύ για τα δικαιώματα της λεγόμενης «μακεδονικής» μειονότητας στη βόρεια Ελλάδα; Γιατί δεν ασχολείστε π.χ. με τα δικαιώματα των Ρωμιών της Πόλης ή των Ελλήνων της Βορείου Ηπείρου;

Κάποιο λάθος κάνετε κύριε Στάμκο. Η υποστήριξή εκ μέρους μου των δικαιωμάτων των εθνικά Μακεδόνων της χώρας μας έχει να κάνει περισσότερο με το θέμα του εκδημοκρατισμού μας. Ο εκδημοκρατισμός κάθε χώρας μετριέται από το κατά πόσο η χώρα αυτή προστατεύει τα δικαιώματα των Μειονοτήτων, όποιες και να είναι αυτές. Αυτό είναι και το νόημα των πράξεων μου.

Όσον αφορά την δεύτερη ερώτησή σας η απάντηση είναι διττή, πρώτον δεν ασχολούμαι με οποιαδήποτε μειονότητα εάν δεν ερωτηθώ από την ίδια την Μειονότητα, και δεύτερον πιστεύω ότι το θέμα των Μειονοτήτων κάθε χώρας είναι αποκλειστική υποχρέωση των πεφωτισμένων πολιτών των χωρών στις οποίες οι Μειονότητες ζουν.

Στην χώρα μας βλέπει κανείς κυρίως τους ανθρώπους της Αριστεράς, και πιο συγκεκριμένα τους ιθύνοντες του Συνασπισμού, να σχίζουν τα ενδύματά τους για τους Κούρδους της Τουρκίας ή για τους Ινδιάνους του Μεξικού. Οι ίδιοι όμως αυτοί άνθρωποι παριστάνουν τους κουφούς ή τους βουβούς εάν τους μιλήσεις για τους εθνικά Μακεδόνες.

Την συμπεριφορά αυτή την διαπίστωσα πριν από χρόνια σε μια συγκέντρωση του Συνασπισμού στη Θεσσαλονίκη, συγκεκριμένα στον κινηματόγραφο Αίγλη, όπου ήταν παρόν και ο τότε πρόεδρός τους κύριος Κωνσταντόπουλος. Όταν σε μια παρέμβαση μου ερώτησα εάν θα δώσουμε πίσω στους Μακεδόνες αυτό που τους κλέψαμε, δηλαδή τη γλώσσα τους, τότε από τους 5.000 περίπου συγκεντρωμένους οπαδούς του κόμματος το 25% περίπου χειροκρότησε μανιωδώς και το 75% κατάπιε την γλώσσα του!

Πρόσφατα το ίδιο θέατρο του παραλόγου παίχθηκε σε μια ανοικτή συγκέντρωση στην πλατεία που είναι απέναντι από την εκκλησία Αχειροποίητο, όπου ήταν παρόν ο Γραμματέας του Συνασπισμού κύριος Χουντής. Όταν υπέβαλα δημοσίως μια ερώτηση για τους εθνικά Μακεδόνες ο πανέξυπνος αυτός κύριος για να αποφύγει την απάντηση προσποιήθηκε τον ηλίθιο, λέγοντας ότι δεν κατάλαβε την ερώτησή μου, πρόσθεσε δε ότι μετά την συγκέντρωση θα μου μιλούσε προσωπικά για να μου εξηγήσει. Φυσικά δεν καταδέχθηκα να περιμένω και εγκατέλειψα την συγκέντρωση…

Τι είναι το αναγνωστικό ABECEDAR, που μόλις βγάλατε από τις εκδόσεις Μπατάβια; Γιατί αποφασίσατε να εκδώσετε ένα βιβλίο που έβγαλε το ελληνικό κράτος το 1925 για τη σλαβομακεδονική μειονότητα της βόρειας Ελλάδας και κατόπιν αποφάσισε να το αποσύρει;

Σας έχω ήδη απαντήσει, μπορώ όμως να προσθέσω ότι θεωρώ μέγιστο αμάρτημα το να κλέψεις από ένα λαό την μητρική του γλώσσα. Σας παραπέμπω στο καταπληκτικό άρθρο του Θανάση Τριαρίδη «Μια κομμένη γλώσσα». Λόγω του άρθρου αυτού, μετά την άρνηση της εφημερίδας Μακεδονία να το δημοσιεύσει, διέκοψε ο καταπληκτικός αυτός νεαρός συγγραφέας την συνεργασία του με την εφημερίδα.

Πολλοί Έλληνες φοβούνται ότι αν π.χ. αναγνωριστεί η ύπαρξη σλαβομακεδονικής μειονότητας στην Ελλάδα και δοθούν κάποια πολιτιστικά δικαιώματα, τότε αυτό θα ενεργοποιήσει αυτονομιστικές και αποσχιστικές τάσεις που ίσως οδηγήσουν και στην απόσπαση ελληνικών εδαφών… Είναι οι Έλληνες «παρανοϊκοί» ή έχουν λόγους να πιστεύουν κάτι τέτοιοι;

Αυτοί οι Έλληνες δεν εκ γενετής παρανοϊκοί, είναι εντελώς φυσιολογικοί άνθρωποι αλλά έτσι τους κατάντησε η συνεχής εθνικιστική «πλύση εγκεφάλου» από το σχολείο, τον στρατό και την εκκλησία.

Ποια είναι η άποψη σας για τον ελληνικό εθνικισμό γενικότερα; Ποια είναι η ποιοτική του διαφορά σε σχέση με τους άλλους ευρωπαϊκούς εθνικισμούς π.χ. τον γαλλικό, τον ιταλικό κ.α.;

Δεν πρέπει να συνδέουμε τον εθνικισμό με τον πατριωτισμό. Ο πατριωτισμός διδάσκει να υπερασπίζεται κανείς την πατρίδα του από κινδύνους, όπως και έχει χρέος να υπερασπισθεί κανείς το σπίτι του και την οικογένεια του εάν εισβάλουν στο σπίτι του εγκληματίες. Ο εθνικισμός γενικά είναι μια εγκληματική θεωρία, η οποία διδάσκει την μη ανοχή και την καταστροφή του διαφορετικού.

Ποια είναι η άποψη σας για την Ελλαδική Εκκλησία και ιδιαίτερα για τον αρχιεπίσκοπο Χριστόδουλο;

Τι να απαντήσω, εδώ θα χρειασθεί ολόκληρη συνέντευξη για να απαντήσω σχετικά με τον άνθρωπο αυτό που είπε ότι για την επίλυση του προβλήματος της Κύπρου μας χρειάζονται κανόνια (αναφέρεται λεπτομερειακώς στο βιβλίο του κυρίου Βασιλάκη Η Μάστιγα του Θεού). Για τον παπά αυτόν αισθάνομαι την μεγαλύτερη περιφρόνηση που είναι δυνατόν να αισθάνεται κάθε φυσιολογικός άνθρωπος.

Έχετε πρόσφατα δηλώσει πως η Ελλάδα γνωρίζει τα τελευταία χρόνια ένα είδος «πνευματικής αναγέννησης», με ομάδες αντιφρονούντων δημοκρατών διανοούμενων που προχωρούν τολμηρά προς την κατεύθυνση της ανάδειξης της ιστορικής αλήθειας μακριά από «εθνικούς μύθους», και εθνικιστική ιδεολογική τύφλωση. Συμβαίνει όντως κάτι τέτοιο ή πρόκειται απλώς για ευσεβείς πόθους;

Βεβαίως και συμβαίνει αυτό, θα μπορούσα δε με μεγάλη χαρά να αναφέρω τους εξής Έλληνες συγγραφείς: τους κυρίους Νίκο Δήμου, Θανάση Τριαρίδη, Διονύση Γουσέτη, Δημήτρη Λιθοξόου, Γιώργο Τσιάκαλο και άλλους που δεν τους γνωρίζω προσωπικά.

Ποια είναι η Ελλάδα που οραματίζεστε;

Μία Ελλάδα πραγματικά δημοκρατική και όχι ημιφασιστική, όσον αφορά τουλάχιστον τα ανθρώπινα δικαιώματα…

-//-