polyxene etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
polyxene etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2025 Çarşamba

CASUS ARKEOLOGLAR 9 - SB

 


“Asker, diplomat, siyasetçi ve işadamı vatanseverlik bağlılıklarını sıradan günlük ahlakın üzerine çıkarırlarsa ve casus olarak hizmet ederlerse belki mazur görülürler. Sadece modern toplumun hâlâ uyduğu ahlak kurallarını kabul ederler. Ancak bilim insanı öyle değildir. Hayatının özü gerçeğe hizmettir.”, 1919 Boas

Franz Boas (1858-1942), Antropoloji, Dil Bilim, Etnolog  Almanya'da Yahudilere karşı kısıtlamalar başladığında Amerika'ya yerleşir (1887). Amerika Antropolojisi'nin babası olarak kabul edilir.


Amerika'daki akademik antropolojinin babası Franz Boas'ın "Casus Olan Bilim Adamları" başlığı altında 20 Aralık 1919'da "The Nation (Ulus)"da bir mektubunu yayınlar. Boas, dört Amerikalı antropoloğun Birinci Dünya Savaşı sırasında Orta Amerika'da casusluk yaparak profesyonel araştırma pozisyonlarını kötüye kullandıklarını iddia eder. Eylemlerini şiddetle kınar ve “casusluk faaliyetleri için bir örtü olarak kullandıkları bilim fuhuş-bilimi olmuştur”, der.

Batılıların bir projesi olan "Hellenizm" sadece arkeoloji ile ilgilenmiyordur. Amaçları hem kendilerine bir geçmiş hem de Greklere ulusal bir kimlik yaratmaktır. Ama görevleri aynı zamanda kendilerinden olmayanları da medeniyetsiz olduklarına ikna etmektir. Ötekilere ait ne varsa kendilerine mal olacaktır. Böylece Yanıltma Sanatı uygulanmıştır.

"Turova ve Saka Türkleri" adlı kitabımdan bir bölüm, Prof.Dr. Ümit Özdağ'dan: 

“Doğruların arasına yalanlar, yalanların arasına doğrular serpiştiriliyor. Bu en basitinden bir Ay’da Petrol Var projesine benziyor; Ay’da Petrol Var Projesi’ni Ümit Özdağ özetle şu şekilde açıklıyor; “Gerçek olmayan bir olguyu, bazı bilim insanlarından gerçekmiş gibi sunmaları istenir. Hatta basın ve dergilere makaleler yazdırılır. Televizyonda bir araya getirilen bu sözde bilim insanları tartıştırılır. Sokakta halkın nabzı tutulur, sorular yöneltilerek bir algı yaratılır. Broşür ve tişörtler bastırılır, seminerler, konferanslar düzenlenir. Karşıt olanlara söz verilmez, hatta küçümsenirler. Kendisini dışlanmış hisseden karşıt görüşteki bazı bilim insanları bu sebeple de zamanla ‘olabilirlilik’ten bahsetmeye başlar. İşte o zaman olan olur ve Ay’da Petrol Var teorisine inanmaya başlayanlar çoğalır. Çünkü en baştan beri kesinlikle olmaz diyen bilim insanları bile artık bu olasılığın olabilirliliğinden bahsetmeye başlamıştır. Oysa Ay’da petrol olamayacağını herkes bilmektedir... Bu örnek CIA tarafından hazırlanan ve internete konulan bir kurumsal ders kitabından alınmıştır."

Birkaç kuşak önce okullarda İskitlerin bir Türk imparatorluğu olduğu okutuluyordu. Bugün ne okutuyorlar? 1071 !

1932-38 arası Truva'da kazı başkanı olan Carl Blegen'in "The United States and Greece (1948 - Amerika ve Yunanistan)" adlı hiç yayınlanmamış raporu "Grek"lerin neden ABD için önemli olduğuyla ilgiliydi.  Bu rapora göre de ABD sessizce adımlarını hayata geçirdi. Yunanistan'da Fulbright Programı'nı 1948’de kuran Carl Blegen casus muydu, belki (bence öyleydi), ama onun öğrencileri kesinlikle casustu. Jerome Sperling İstanbul'da, John Caskey İzmir'de ABD adına casusluk yapmıştı. 1930'larda Sperling ve Caskey de dahil casus arkeologlardan Marion Rawson ile Dorothy Cox da Blegen'in başkanlığında Turova'da çalışmıştı. Blegen’in onuruna ASCSA'da (Atina Amerikan Klasik Araştırmalar Okulu) bir kütüphane bulunmaktadır. Onun için “bir Amerikalı'nın Yunan arkeolojisi üzerinde daha büyük bir etkisi olmamıştır”, yorumu yapılmaktadır.

Klasik Arkeoloji bölümünden olan John Franklin Daniel III mesela, 1940'da Pennsylvania Üniversitesi'nde çalışıyordu. 1942'de Stratejik Hizmetler Ofisi'nin (OSS) Yunan Masası'nda görev aldı. Yani casustu. 1948 de Gordion'un kazı başkanı Young ile birlikte Gordion kazılarında bulundu ve aynı yıl Gordion'da öldü (ölümünün şüpheli olma iddiası var). Tarsus kazılarında ise Hetty Goldman ile birlikte çalıştı. Hetty Goldman ise "Goldman" ailesindendi. Ayrıca eğitim sistemimizi allak bullak eden Fulbright Programı'nı casus-arkeolog John Franklin Daniel III kurmuştu. 

Gordion kazı başkanlığı yapmış olan Rodney Stuart Young'a gelelim. Stratejik Hizmetler Ofisi'nin (OSS) Mısır Masası başkanıydı. Bunların Türkiye'de İzmir, Aliağa ve Kuşadası'nda da ofisleri vardı. Aliağa için "Boston", Kuşadası için "Key West ve Miami" rumuzu kullanıldı. Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasında mekik dokudu (ki ne dokuduğu malum!). Young da 1974'te şüpheli bir trafik kazasında öldü.

* Türkiye ile Yunanistan 1950'lilere kadar barışçıl bir şekilde hem siyasi hem de sivil ilişkilerini yürütürken, hem Truman & Marshall Yardımları, hem de Fulbright Sistemi aynı anda iki ülkeye sokuldu. Hemen akabinde de Kıbrıs Türkleri'nin sorunları başladı ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nı yapmak zorunda kaldık. Sizce bunlar tesadüf müydü? 1945'ten sonra ne Amerika ne de İngiltere boş durmamış Türkiye üzerindeki oyunlarına yeni bir bakış açısıyla devam etmişti.... *

Bugün Gordion hâlâ Pennsylvanya Üniversitesince kazılıyor (her ne kadar Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2023'te Türk Koordinatör Kazı Başkanı atanmış olsa da!). Bu kazının sponsorları arasında Kaplan'lar da var ve Dünya Anıtlar Fonu (WMF) ile birlikte çalışırlar. 

* Merkezi Rockefeller NY Binasında olan WMF (Dünya Anıtlar Fonu) ile WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) Unesco'nun ortaklarındandır. WWF'in kurucuları :

1) Hollanda kralı Alexander'ın babası Prens Bernhard ki Bilderberg'in de kurucularından ve kendisi Nazi-SS subayıydı. (Bilderberg ayrıntıları için Erol Bilbilik'e bknz.).

2) İngiltere kralı Charles'in babası Prens Philip ki Yunanistan'ın da prensi idi. Kızkardeşi ve eşi de Nazi partisine üyeydi. Hatta eşi/kuzeni Kraliçe Elizabeth'in Nazi selamı verdiği de kayıtlıdır.

3) Julian Huxley Unesco'nun ilk müdürü!

4) Godfrey A.Rockefeller'in dedesi William Rockefeller, Chicago Üniversitesi ile Standard Oil'ı kuran meşhur John D. Rockefeller'in kardeşidir. John D.Rockefeller'in torunu David'in sadece 2008 yılında Harvard Üni'sine bağışı 100 milyon dolardır. Ayrıca David Rockefeller Fonu, Ford Vakfı, JM Kaplan Fonu ve Teagle Vakfı'nın ortaklaşa yürüttükleri Hapishane Programı da bu ailelerin içli dışlı olduklarını gösterir. [Ford, J.M.Kaplan, Teagle and David Rockefeller Fund All Working to Bring College Into Prison, October 30, 2017].

"Hiçbir şey güçten daha afrodizyak değildir" "Petrolü kontrol edersen ülkeleri, gıdayı kontrol edersen halkı kontrol edersin," diyen Kissinger (1974)'in ustası David Rockefeller iken, çırağı Dünya Ekonomik Forumu'n başkanı Klaus Schwab’tır. (WEF, Nisan 2025’te başkanlığı bıraktı). Örümcek Ağında Olmak, işte böyle bir şey! *

Dünya Anıtlar Fonu 1960 yılında ABD ordusundan emekli olduktan sonra Albay James Gray (1909–1994) tarafından kurulan bir örgüttür. Merkezi Rockefeller-New York binasındadır. UNESCO ile birlikte çalışır. Bu vakıflar ile dünya çapında tanınmış diğer kuruluşların kimler tarafından fonlandığını, yani parayı takip ettiğinizde arkalarında kimlerin olduğunu görürsünüz. UNESCO mesela, felsefesi "tek bir dünya kültürünün ortaya çıkmasına yardımcı olmak"tır. Bu 1947 de bastırdıkları kitaplarında yazar. Amaç Doğu ile Batıyı birleştirmek gibi görünse de gizli amaçları vardır.

* UNESCO’nun sponsorlarına bakmak yeterlidir! Bill Gates, gibi! *

1951“TARİHTEKİ EN BÜYÜK YIKICI KOMPLO: AMERİKAN HALKINA UNESCO HAKKINDA RAPOR” 82. Kongre'nin 1951'deki İlk Oturumunun Kongre Tutanakları, Tutanaklar ve Tartışmaları, Sayın John T. Wood'un (Idaho) ABD Temsilciler Meclisi'nde, Perşembe, 18 Ekim'de yaptığı uzun açıklamaları içeriyordu. Alıntılar şöyledir:

Sayın Başkan, Amerikan Bayrağı Komitesi tarafından yayınlanan ve “Amerikan Halkına UNESCO Hakkında Bir Rapor” başlığını taşıyan bir makaleyi ekliyorum. Bu casus ve hain çetesinin hepimizin sevdiği bu topraklarda bir gün daha var olmasına izin verirken ne kadar dikkatsiz ve düşüncesiz olabiliriz? Ülkemizde kol gezen, küçük çocuklarımızın bile zihinlerini ve hayal güçlerini çarpıtan, bu korkunç zehirle onlara yedirdiğimiz yalan propaganda ve elle tutulur gerçek dışılıklara karşı duyarsızlığımızın ve ihmalkarlığımızın bir sınırı yok mu? ...

Julian Huxley'nin liderliğinde UNESCO, UNESCO Öğretmenler Rehberi adlı öğretmen eğitimi için dokuz ciltlik ayrıntılı broşürler hazırladı. Bu ciltlerden alınan alıntılar, UNESCO'nun çocuğun sadakat, vatanseverlik, dini inanç ve ulusal egemenliğe bağlılık duygusunu ortadan kaldırma amacını ve orijinalliğini göstermektedir.

Alıntılar şunları içerir:

"... bir çocuğun ülke sevgisini ve vatanseverliğini yok etmek, o çocuğu dünya vatandaşlığı için eğitmenin ilk adımıdır."

V. Cilt, "On Üç Yaş Altı Çocuklarla Sınıfta... Çocuk okula başlamadan önce zihni, daha önceki etkiler tarafından derinden ve çoğu zaman zararlı bir şekilde işaretlenmiştir... ilk olarak evde, belirsiz de olsa kazanılmıştır."

Sayfa 9: “Anaokulu veya bebek okulu, çocuğun eğitiminde önemli bir rol oynar. Sadece evde eğitimin birçok hatasını düzeltmekle kalmaz, aynı zamanda çocuğu, yaklaşık yedi yaşındayken, kendi yaşı ve alışkanlıklarından oluşan bir gruba üye olmaya hazırlayabilir — dünya toplumuna üye olma yolunda elde etmesi gereken birçok sosyal özdeşleşmenin ilki (vurgular eklenmiştir).”


Bir de Cengiz Özakıncı'dan okuyalım, UNESCO ve BM neymiş!
Yurttaşlığın Küresel Düşmanları ve Açılımın 50 Yıllık Küresel Tarihi
Cengiz Özakıncı
Bütün Dünya Dergisi, Kasım 2009





Kaplan Vakfı ABD'nin 2003 Irak işgali sonrasında ülkede araştırmalarına başlayıp Ürdün'le devam eder. 2005'te Suriye'ye (ABD ile çatışmalar başlar), 2007'de de Türkiye'ye gelir (2007 Türkiye Projesinin başına ABD Büyükelçisi getirilir, büyükelçiler CIA’dır. Seçim yılıdır!). Türkiye'de Göbeklitepe, Çatalhöyük, Gordion, Afrodisias, Kapadokya, Efes, Hierapolis, Kars/Anı, Bergama, Sardes, Karkamış gibi arkeolojik açıdan çok önemli olan bölgelere "para akıtır". Kaplan'lar Türkiye'de kurulmuş olan Ashoka'larla birlikte çalışır. Peki Ashoka'lar kimlerle işbirliği içinde?...




* teyit/org başkanı Mehmet Atakan Foça 2018 de "Ashoka ağına katılmış olmak bize güç ve gurur veriyor", demişti.  Soyadını hak etmeyen bu kişi hem terörist sempatizanı hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk düşmanıdır! “Teyit” etmek isteyenler X (eski Twitter) hesabından kontrol edebilir, @matakanfoca ki bu hesabını kapatmış, ama ekran görüntüleri bulunabilir.

Küreselcilerin(ve siyasetçilerin özellikle 2020-2021'de) dillerinden düşürmedikleri
"Build Back Better (BBB)" sloganı!



Prof.Dr. Semih Güneri bir programda Fransızların yürüttüğü Pazırık kazılarından bir anekdot aktarmıştı. Bulunan eserlerin Hint-Avrupa olmadığını söyleyen Güneri'ye Fransız'ın verdiği cevap: "Parayı ben veriyorum istediğimi söylerim!" idi.

1994'ten beri Luvi-Luvice araştırmaları yapan Luvi Araştırma Ensititüsü'nün kurucusu E.Zangger'ın doktora yaptığı Stanford Üniversitesi'nin Rockefeller Vakfı'yla yakından ilişkisi var! Propaganda Üniversitelerinden olan Cambridge'de araştırmacı olarak çalıştı. Zangger'ın çalıştığı ya da başkan veya üye olduğu dernek ve/veya sivil toplum örgütlerinin arkasına baktığımızda da Rockefeller'ın adını en önde görürüz.

Luwian Vakfı kurulundakiler de masum değil. Örneğin, Dr.Matthias Oertle, İsviçre hukuk firması Lenz & Staehelin'in ortaklarından. Bu hukuk firmasının müşterileri Rothschild, Sachs ve Thyssen'dır. Bu Thyssen'ler kim diye baktığımızda Nazilerin en önemli destekçilerinden olduğunu öğreniyoruz! 

* Thyssen'lar aynı zamanda "Kalaşma" çalışmalarını fonlayandır! Para ve Düdük! Oysa Kalaşma dili sadece bir lehçedir, başlı başına ayrı bir dil ya da etnisite değildir. *

Luwian Studies'in diğer kurucu üyeleri Oxford mezunlarıdır. İngiltere casuslarını nereden seçiyor? Oxford ve Cambridge'ten. Peki Cengiz Özakıncı bu konu hakkında ne demişti? “CAMBRIDGE'in doktora tezi adı altında PSİKOLOJİK SAVAŞ yalanları üretip bunları bilimsel etiketle yaydığı saptamamızın doğru olduğu ve ordunun Cambridge'e PSİKOLOJİK SAVAŞ "research"leri için milyonlarca sterling ödediği Mart 2019'da kanıtlandı. CAMBRIDGE, HARVARD vs. üniversitelerin doktora tezi adı altında Türklüğe, Atatürk'e, Kurtuluş Savaşımıza ve Türk Devrimine karşı gri propaganda ve Tarih Üzerinden PSİKOLOJİK SAVAŞ yürüttüğünü yıllarca söyledik ve 29 Ekim 2018'de onlara bir ATATÜRK DERSİ verdik.”





* Daha fazla bilgi için Cengiz Özakıncı’nın "Atatürk Dersi" adlı kitabı, ya da her cumartesi Kanal B’de yayımlanan ve tekrarını "Tarihin Bilinmeyen Yüzü" adıyla YouTube kanalından izleyebileceğiniz programlarına bakınız.  Bir örnek: "Son altı haftalardır Hans Lukas Kieser'in Cambridge Üniversitesince yayınlanan İngilizcesi "When Democracy Died" ve Türkçesi ("Demokrasi Öldüğünde / Kalıcı Lozan Barışı!") adıyla yayımlanan kitabını irdelemekteyiz. Çünkü: Cambridge Üniversitesinin bu yayınında, Milli Mücadelemize, Lozan'a ve Türk Devrimine yönelik pek çok suçlama ve iftira yer alıyor. Bu iddiaları, suçlamaları, yalanları, iftiraları tek tek ele alarak Akademik Dürüstlük ilkesine uygunluk açısından irdeleyen Cengiz Özakıncı: (1) 30 Aralık 2023 günlü öğrencemizde: bu yayınlarda Akademik dürüstlük ilkelerinin sistematik olarak çiğnendiğini saptadı. (2) 6 Ocak 2024 günlü öğrencemizde: Lozan Barış Antlaşmasına yönelik suçlama, iftira ve saldırıların, başta Cambridge ve Oxford olmak üzere Yale, Harvard gibi dünyaca ünlü üniversitelerden eş zamanlı akademik yayınlarla bir kampanya olarak yürütüldüğünü belgelerle kanıtladı.  (3) 13 Ocak 2024 günlü öğrencemizde: Avrupa'da Mussolini Faşizmi ve Hitler Nazizminin Kemalizmi rol model aldıkları yalanını çürüttü.  (4) 20 Ocak 2024 günlü öğrencemizde: Kurtuluş savaşımızda Ermeni-Rum soykımı yapıldığı, Maraş'ta Ermeni soykırımı, Karadenizde Pontus Rum soykırımı yapıldığı yalanlarını çürüttü. (5) 27 Ocak 2024 günlü öğrencemizde: Kurtuluş Savaşımızda ordumuzun İzmir'i yaktığı ve İzmir'de Ermeni Rum soykırımı yaptığı iftirasını belgelerle çürüttü." link *


Yani Luviciler de birer "Truva Atı”dır! Kısaca, Ay’da Petrol Var’a Hoş Geldiniz!


Mustafa Yıldırım'ın "Türkiye'yi oltadaki balık olarak gören ve 'Oltadaki balığın yeme ihtiyacı yoktur' diyen Rockefeller sülalesinin kurduğu sivil örgütler (...) 'Çevre' ve 'tarih mirası'nın anlamı; eylemlere parasal yardımda bulunanların çıkarına göre değişmektedir!" diyerek belirttiği gibidir ortam.

"Örtülü operasyondan açık operasyona geçişin ilk ciddi adımları 1967’de atılmıştı. CIA'in dış ülkelerde çok-kültürlülüğü pekiştirmek için Amerikan üniversitelerinde yoğun bir çalışma başlatmasıyla birlikte kurulan CCF (Congress for Cultural Freedom / Kültürel Özgürlük Kongresi) örgütü, CIA’in oluşturduğu yayın ve konferans örtüsünü kullanarak dış ülkelerde bağlantılar ağı kurmaktaydı. Sözkonusu örtünün ana yapısı, CIA tarafından yönlendirilen, Amerikan akademik dünyasında para karşılığı yarı-gizli araştırmalar ve raporlarla kurulmaktaydı. Bu durum, ABD üniversitelerinde rahatsızlığa yol açınca, 1967’de soruşturma başlatıldı. Soruşturmanın sonunda, bu gibi politik amaçlı operasyonlarda CIA bağlantısının işleri zorlaştırdığı düşünüldü. Tüm dünyada yürütülecek operasyonun finansmanı için özel kuruluşların devreye sokulması programlandı. Aslında bu sözde özel kuruluşlar, 1947’lerden başlayarak Harvard, MIT ve Columbia üniversitelerinde çok özel projelerin para kaynağını oluşturmaktaydılar. Ortalıkta görünenler, CIA elemanları ya da devletin memurları değil Ford Vakfı, Carnegie Vakfı ve Rockefeller Vakfı gibi, çok uluslu şirket örgütleriydi. Yeni tür operasyona duyulan gereksinimin nedenleri şöyle özetlenebilir:

Gizli kapaklı yöntemle, ülkelerin iç dünyasını denetleme ve yönlendirme işlerinin, yarı gizli ve belirli kuruluşlarla ilişkili olarak, yürütülmesi, operasyonun etkisini sınırlandırır; işin içine kitlelerin katılması olanaksızlaşır. Yarı gizli ilişkilerin açığa çıkması, bağımsızlığına ve onuruna düşkün ilgili ülke halkının ABD aleyhine dönmesine yol açabilir. Eski yöntemlerle, gizli ilişkilerle bilgi toplamak, medyaya ve öteki kurumlara, partilere, sağcı-solcu örgütlere gizli yönlendiriciler, kışkırtıcılar yerleştirmek, hem riskli hem de pahalıdır.

ABD çıkarlarına, ikircimsiz hizmet edecek yabancı hükümetlerin iktidarda tutulmaları hem büyük bir parasal harcama gerektirmekte hem de halk kitlesinin desteğini alamayan bu yönetimleri siyaseten ayakta tutmak olanaksızlaşmaktadır. Ayrıca, ABD çıkarlarına ne denli bağlı olursa olsun, bir yabancı hükümete sonsuz güven duymak sakıncalıdır. Önünde sonunda bu yabancı hükümet, bir başka dünya gücünün kendisini destekleyeceği kanısına kapılabilir; ya da denge içinde çok yönlü bir siyaset güderek bağımsız davranma düşüncesine kapılabilir ve ABD’ye olan sadakatini unutabilirdi.

Bu nedenlerle, devlet merkezlerinin egemenlik araçları ellerinden alınıp, halk kitlelerinin merkeze olan güven ve bağlılıkları zayıflatılmalıydı. Ulusal yönetimler, kısa devre edilerek, dünya egemenlerinin NGO Vakıf-Enstitü gibi örgütleri aracılığıyla, kitlelerle doğrudan ilişkiye geçmek, daha ekonomik ve daha kalıcı bir yöntemdir. Bu egemenler adına bir tür uzaktan yönetimdir. İlgili ülkenin örgütleri ve kurumları, bu ilişkileri yerinden ve yerel yönetime destek olarak kabullenip, demokrasi oyununa katılabilirlerdi, İşin ABD iç siyasetinde önemli bir boyutu da, harcanacak paranın yasal, en azından kitabına uygun olmasıydı. (...)

Hemen belirtmeliyiz ki, söz konusu örümcek ağının ilmiklerinde, şu ya da bu niyetle yer almış olanlar bu ağı örenlerin kimliğinden de amaçlarının tümünden de bilgili olmayabilirler. “Sivil” etiketi takınan, “saydamlığı” olmazsa olmaz ilke olarak savunan örgütler, yabancı ilişkilerini, özellikle “hibe” adı altında aldıkları parasal desteği çevrelerine topladıkları kişilerden ve toplumdan saklamaktadırlar. Bu tür destekler almak için uğraşanların, özellikle Türkiye-Kafkasya-Ortadoğu ve Türkiye-Kafkasya-Orta Asya’da “güvenlik” oluşturma ve “demokrasi” kurma örtüsü altında yeni koloniler elde etmek isteyen Batılı devletlerin ve kartellerin aracısı olan örgütlerle ve şirketlerle kurdukları ilişkilere dikkat çekmek gerekiyordu. Dahası, gençleri bu ilişkiler üstüne bilgilendirmenin önemli bir görev olduğu düşüncesiyle hareket edilmiş ve günümüzde moda olan Amerikan usulü sözde akademik bir dille “sistematik” yazma yerine okurun kendi yorumunu yapmasına ve gerekli sonuçları çıkarmasına yardımcı olmak amaçlanmış ve medyatik eksik bilgilendirmenin yarattığı boşluğu doldurmak için olayların sergilenmesine özen gösterilmiştir.

Kesinlikle düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanması gibi bir yöntemden yana değiliz. Ancak toplumsal yaşamımızın yabancının hesabına düzenlenmesine ve toplumun gözünün boyanmasına karşı bir uyanış sağlamanın insanlık görevi olduğu da bir gerçektir." - Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında.


Bilimsel faaliyetlerin arkasında siyaset varsa, o bilimsel faaliyetler bilim olmaktan çıkar. Bu örümcek ağlarına takılanlara da bilim insanı denilemez. Franz Boas'ın da dediği gibidir; "Müşteri her zaman haklıdır!" Kısaca "Grekçi" Rodney Young’un, Caskey'in, Sperling'in ve "Luvici" Zangger’in ya da Pazırık’taki Fransızların (ve diğer bazı yabancı akademisyenlerin) tarafsız olabileceği düşünülemez. Bugün bile parayı verenin düdüğü çalınmakta!



Mustafa Kemal Atatürk ne demişti?  "... mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün isleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir... Türkiye'de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki 'Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.' Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar bizi idare etsin' diyorlardı.'  ...Bilelim ki, ulusal benliğini bilmeyen uluslar, başka uluslara yem olurlar."

Herkesi dürüstlüğe davet ediyor ve gerçeğin peşinde olan ama dışlanan gerçek bilim insanlarına saygılarımı sunuyorum. Çünkü çok zor bir iş yapıyorlar. Einstein’ın da dediği gibi: “Önyargıları değiştirmek atomu parçalamaktan daha zordur.” Türkiye'nin milattan önceki döneminde de atalarımız "yerli" konumundadır ve bu gerçekleri araştırıp aktarmak Türkolog Dr. Annemarie von Gabain'ın da dediği gibi "Milli Görevimiz"dir.


Semra Bayraktar, Haziran 2025


Turgay Tüfekçioğlu ile birlikte 16 Ocak 2025’te yaptığımız "Turgay Tüfekçioğlu ile Türk Dili ve Tarihi" YouTube kanalından "ÖLÜG ENE, 2.800 YILLIK TÜRKÇE/link" programında özet olarak bu Casus-Arkeologlara değinmiştim. O programda anlattıklarımın fazlasını eklerle 9 bölüm halinde bloğumda paylaştım ve herkesi "akademi dünyasını" sorgulamaya davet ediyorum....



İlgili

Milli Eğitim”imizi ve daha pek çok bakanlığımızı Amerikalı uzmanlar yönlendiriyor.




17 Haziran 2024 Pazartesi

Kız Öldün Tepesi

 

Kız Öldün Tepesi = Ölüg Ene Tepesi

2800 yıldır Türkçe olarak anılan yer

Lahit Troya Müzesi/Çanakkale'de sergileniyor


Güzelliği ile Akil’in gönlünü çalan Pölüksene, Kral Pirim ile Ece Aba’nın en küçük kızıdır. Ancak ne İlyada ne de Odisey destanlarında Pölüksene’nin adı geçmez. Gerçek şu ki, aslında bu prensesin adı Pölüksene bile değildir. Hatta belki de Kral Pirim ile Ece Aba’yla da ilgisi yoktur.

Pölüksene’deki –sena/sene hecesi Sumercedeki defin ağıdı anlamındaki Ersemma sözünün ikinci hecesiyle sesteş. Ancak Polyxena’nın okunuşu Polüksene, yani Polük-ene olarak geçmekte. Bu da bize Poluk/Pölük sözünün Türkçede ‘ağıt yakılan, dua edilen yer’ ya da ‘ölmüş, cenaze’ anlamında olan ölüg/ölük sözünden oluşturulduğunu gösterir ki Sumercedeki anlamı da aynıdır. Hatta Pölüksene’nin adı ölümüyle ilgili anlatılan söylenceyle de uyuşmaktadır. Türkçe konuşan yöre halkı ölen bir gençkızın arkasından ağıt yaktıkları yere Ölüg Ene demiş. Ancak Yunanca konuşanlar bu sözcüğün anlamını bilmeden özel bir ad sanarak eserlerinde Polyxena’yı kullanmış.

Pölüksene’nin öldürülmesini ilk kez MÖ.8.yy’da ‘Homer’in öğrencisi’ dedikleri Miletoslu Arktinos’un “İliou’nun Yıkımı” adlı eserinden okuruz. Arktinos’a göre Akhalar şehri ateşe verirken Neoptolemos Pölüksene’yi Akil’in mezarı başında kurban eder. Sebebi ise evlilik vaadiyle Akil’in tuzağa düşürülüp Pars tarafından Apollon tapınağında öldürülmesidir ki bunu Dares’in eserinden de okuruz. Pölüksene’nin söylencesini daha sonra ilavelerle zenginleştirip anlatanlar sırasıyla, MÖ 6.yy’ın şairi İbukus ile MÖ 5.yy’ın şairleri Sophokles ve Euripides’tir. Yani kurban hikâyesinin anlatımı genellikle MÖ 6.yy’dan sonra görülür. Dönemin sanatçıları da bu sahneyi sanat eserlerinde işlemişlerdir.

“Oğuz Kağan Destanı’nda ‘Gök Tengrige men ötedüm’ cümlesinden de Tanrı’ya borcu ödemek anlamında” ve “Ötüklük kişi > hakandan dileği olan kimse”, anlamına da geliyorsa, (Akil/Ağil'in oğlu) Neoptelomos hakanı olarak gördüğü Aka Memnon’dan Akil’in ölümüne karşın Pölüksene’nin canını istemesi onu Ötüklük kişi yapar. Böylece tanrıya olan borcunu Pölüksene’nin canıyla öder. Her iki şekilde de Pölüksene sözünde ölüg-ene ve ölüg sema’yı hem sesteş, hem de anlamdaş olarak ölüm ile yakarılan yeri görürüz.

1994 yılında Biga’nın Gümüşçay beldesinin Kızöldün Tepesi’nde MÖ 520-500 arasına tarihlendirilen çok iyi korunmuş bir lahit çıkarıldı. Üzerindeki betimlemelerden dolayı da Pölüksene Lahti olarak adlandırıldı. Lahitin tarihi ise Miletoslu Arktinos ile İbukus’tan sonraya denk geliyordu. Demek ki bu söylence daha çok Batı Anadolu’da anlatılmaktaydı ki anakara Yunanistan’da yapılan hiçbir sanat eserinde görülmüyordu. Kurban sahnesinin betimlendiği bu lahit en eski örnek olarak kabul ediliyor ve doğu etkisiyle yapılmış 'Bir Anadolu Eseri' adını alıyordu.

İşin ilginç yanı ise lahit bulunmadan önce de yöre halkının atalarından duydukları şekilde bu alana 'Kızöldün Tepesi' demesiydi. İşte bu tesadüflerden de öte bir şeydi. Çünkü orası gerçekten de bir 'Ölüg Ene Tepesi’ydi ve Miletoslu Arktinos’la başlarsak 2800 yıldır aynı şekilde, yani Türkçe olarak anılıyordu.


SB

Kaynaklar "Turova ve Saka Türkleri"nde 📕

NOT: Ölüg-Ene/Pölüksene ile ilgili alıntı yaparken kitabımın adını lütfen belirtiniz.


Başka bir "Pölüksene" Lahti


Akil/Ağil (Akhilleus) ile Ölügene (Polyxene)'nin hikayesini anlatan lahit, MS 250. Ünlü Afyon-Dokimeion (İsçehisar) mermerinden yapılmış.

17. yüzyılın sonlarında veya 18. yüzyılın başlarında Napoli Körfezi'nde bir yerde bulunmuş ve daha sonra satışıyla taşınmasını kolaylaştırmak için parçalara ayrılmış. Alba Hanedanı'ndan V. Philip tarafından satın alınan mevcut bölümleri Prado Müzesi'ndeyken (Madrid), küçük bir parçası da Louvre Müzesi'nde (Paris) korunmakta.

Prado müzesindeki lahit sahneleri:

- Akhalar ve Turovalılar arasındaki barış mühürlenir. Akil ile Kral Pirim'in kızı Pölüksene'nin evlenmesine izin verilir. Parçanın solunda birkaç Akha savaşçısı konik başlıklı Odysseus'u kurban edilecek buzağı ile takip eder. Elinde kılıcıyla (kral-rahip) Aka Memnon onları karşılar. Parçanın sağında Saka başlıkları ve pantalonlarıyla "atı ehlileştiren" lakaplarıyla Turovalılar  bir at ile beklemekte.


- Düğün trajediye dönüşür, elinde yayıyla betimlenen Pars anlaşmaları hiçe sayarak Akil'i topuğundan okuyla vurur.

Kahramanlarının ölümüne öfkelenen Akhalar intikam ister ve iki ordu savaş pozisyonuna geçer.


- Akil'in oğlu Neoptolemos, talihsiz Pölüksene'yi ölenin onuruna kurban etmek üzere götürür.


Louvre'daki parça, Saka/İskit-Türk başlığı ile bir Turovalı


📕

ENG.

Dead Girl Hill = Olug Ene Hill

For 2800 years, the place has been called in Turkish


Pölüksene, who stole Achilles (Akil)'s heart with her beauty, is the youngest daughter of King Pirim (Priamos) and Ece Aba (Hecuba). However, Pölüksene is not mentioned in either the Iliad or Odyssey epics. In fact, the name of this princess is not even Polyxena (Pölüksene). Perhaps she was not even related to King Pirim (Priamos) and Ece Aba (Hecuba).

The syllable -sena/sene in Polyxena (Pölüksene) is homophonous with the second syllable of the Sumerian word Ersemma, meaning "burial lament". However, the pronunciation of Polyxena is Polüksene, i.e. Polük-ene. This shows us that the word Poluk/Pölük was formed from the Turkish word ölüg/ölük, which means 'place of lamentation and prayer' or 'dead, funeral', which is also the same meaning in Sumerian. In fact, the name of Polyxena (Pölüksene) is also in line with the legend about her death. Turkish-speaking locals called the place where they lamented the death of a young girl as "Olug Ene". However, Greek speakers did not know the meaning of this word and used "Polyxena" in their works, thinking that it was a special name (onomastics). [in Turkish b/p can change and olsa used at the begining; for example - er-bolmak = er-olmak (man/soldier-to be (to be soldier)]

The first time we read about the murder of Polyxena (Pölüksene) is in the 8th century BC in the work titled "The Destruction of Iliou" by Arktinos of Miletus, who is called 'Homer's student'. According to Arktinos, while the Achaeans set the city on fire, Neoptolemos sacrifices Polyxena (Pölüksene) at the grave of Achilles. The reason is that Achilles (Akil) was trapped with the promise of marriage and killed by Paris (Pars) in the temple of Apollo, which we also read in Dares' work. Polyxena (Pölüksene)'s myth was later enriched with additions and told by the 6th century BC poet Ibukus and the 5th century BC poets Sophocles and Euripides, respectively. In other words, the narration of the sacrifice story is generally seen after the 6th century BC. The artists of the period also depicted this scene in their works of art.

"If the phrase 'Gök Tengrige men ötedüm' in the Oghuz Kagan Epic also means "to pay a debt to God" and "Ötüklük person > one who has a wish from the sovereign", then Neoptelomos (son of Achilles = Akil/Ağil) asking for the life of Polyxena (Pölüksene) from Agamemnon (Aka Memnon), whom he sees as the sovereign of Aka Memnon, despite Achilles (Akil)'s death, makes him an Ötüklük person. Thus, he pays his debt to the god with Polyxena (Pölüksene)'s life. Either way, in the word "Pölüksene" we see ölüg-ene and "ölüg sema" as both homophones and synonyms for "death" and the "place of supplication".

In 1994, a very well preserved sarcophagus dating between 520-500 BC was unearthed on "Kızöldün Hill" in Gümüşçay, town of Biga. It was named "Polyxena (Pölüksene) Sarcophagus" because of the depictions on it. The date of the sarcophagus was after Arktinos of Miletus and Ibukus. This means that this myth was mostly told in western Anatolia, which is not seen in any artwork made in mainland Greece. This sarcophagus depicting the sacrificial scene is considered to be the oldest example and was labelled as 'An Anatolian Work' with an eastern influence. (It is in Troy Museum-Çanakkale/Türkiye)

The interesting thing was that before the sarcophagus was found, the local people called this area 'Kızöldün Hill' as they had heard from their ancestors. This was more than coincidence. Because it was indeed an 'Ölüg Ene Tepesi(Hill)' and had been called in the same way, in Turkish, for 2800 years, starting with Arktinos of Miletus.

öl = die ; öltür/öldür = kill ; ölmüş = he/she is dead ; ölüg = funeral, corpse



SB

PS. Pirim (Priamos), Ece Aba (H'ecuba), Pars (Paris), Akil/Ağil (Achilles) and Aka in Agamemnon are also Turkish of etymology/origin. With the sources in my book (in Turkish).


Turks and Turkish in Türkiye (ancient Asia Minor) in BC times...

It's a fact !



1 Ocak 2024 Pazartesi

Kitap



"Medeniyet dediğin tek dişi kalmış bir canavar var karşımızda ve korkmaya başladılar.
Ama sen Korkma, çünkü çok derin ve çok zengin bir tarihin parçasısın ve
sana ait olanı da geri alıyorsun."


Sözlü destan geleneğinden gelen İlyada ile Odysseia baz alınarak "milâttan önce Türkiye'de Türk ve Türkçe yoktu" yalanına cevap arayan elinizdeki bu eser bilim dünyası da dahil bazılarını rahatsız edecektir. Ancak "dayatılan" öğretilerden ve önyargılardan kurtulmalı ve sorgulamalıyız. Çünkü dikkatli bir araştırmayla bu iki söylence/destanda Saka Türklerinin birebir etkisi görüldüğü gibi Türkçe sözcüklerle de karşılaşırız. Örneğin, Eke Tur (Ektur / Hektor), Eke Aba (Ekuba / Hekuba), Pirim (Priamos), Ölüg Ene (Polyksene), Korkut (Gorgütyon / Gorgythion), Doruk (Dorüklos / Doryklos) ve Oğuz (Ogyges / Ochus) gibi özel adlarla uğur (augur) ve bediz (beuvdos) gibi sözcükler öz Türkçedir. Öyle ki Kabar (Kabeiri / Kabeiroi) gibi Türk boylarının varlığından da bahsedebiliriz. Antik dünyanın edebiyat tarihine öncülük eden İlyada ile Odysseia sadece Grek dünyasını değil Türk dünyasını da anlatır. Acaba bu iki destan Türklere mi aittir, yoksa birebir ödünçlenmeyle birlikte Grek söylencelerinin derlenip yazıya geçirilmiş hali midir? Asıl açıklağa kavuşması gereken de budur. Ne de olsa İlyada Saka Türkleri Anadolu'da yaşarken sözlü olarak anlatılmış ve ancak MÖ 6.yy'da yazıya geçirilmiştir.

Eserde mitoloji, söylence, coğrafya, filoloji ve tarih üzerine birçok veriyle karşılaşacaksınız. Öyle ki eser sadece Turovalıları değil, çok daha fazlasını sunmakta ve sorgulamaya teşvik etmektedir. Kral Çıplak'tır.



Yazmaya teşvik eden, uzak ve yakın diyarlardan kaynak sağlayan ve yol gösteren, annem ile babama, eşime, oğullarıma, arkadaşlarıma ve büyüklerime, Teşekkür Ederim, Sağolun.

Yayın sürecinde emeği olanlar da dahil, Altınordu Yayınlarından Murat bey ile Turgay Tüfekçioğlu'na da yardımları için Teşekkür Ederim.

Tarihimize birazcık da olsa katkımız olduysa ne mutlu bana.

Sevgiler, Saygılar.

SB


Turovalı prensesimize Polyksena/Polyxene dedik hep...
Ama, bu onun adı değildi...







Yeni Yıl Hediyem
Sağlık, başarı ve mutlu bir yıl dilerim.


30 Ağustos 2018 Perşembe

TRUVA: HOMER ile DARES - II



2018 Truva Yılı İçin Özel
TRUVA ; HOMER ile DARES, BİR ANADOLU DESTANI
Semra BAYRAKTAR
Profesyonel Turist Rehberi
Temmuz 2018





Ektor'un cenazesinin ilk yıldönümünde Priam, Ekuba, Polyksena ve diğer Truvalılar Ektor'un mezarına giderler. Orada Aşil'le karşılaşırlar. Aşil anında Polyksena'nın güzelliğine vurulur ve gönlünü kaptırır. Aşk ateşiyle yanmaya başlayan Aşil'in tüm yaşama sevinci uçup gider. (Onun ruhu zaten yaralıdır, Akhalar Agamemnon'u görevden aldıktan sonra, onun yerine Palamedes'i başkomutan olarak seçmiştir). Hissettiği bu sevginin acizliğiyle, çok güvendiği bir Frigyalı [Truvalı] kölesini evlilik teklifi mesajıyla Ekuba'ya gönderir. Eğer Polyksena ile evlenmesine müsaade ederlerse, ordusu Myrmidonlarla evine dönecektir. Böylece diğer liderlere örnek olacak, onlar da onu takip edecektir. Esir haberci Ekuba'ya bu mesajı iletince, kendisinin bunu Priam onaylarsa istekli olduğunu, ama önce Priam'a sorması gerektiğini söyleyerek köleye dönmesi için emir verir. O da Ekuba'nın cevabını Aşil’e iletir. Bu arada Agamemnon büyük bir takipçi grubuyla kampa gelmiştir.


Troil ve Polyksena çeşme başında, Aşil ise pusuda.
Karıştırma kabından detay, MÖ 560–540


Ekuba Priam'a Aşil'in teklifini anlatır. Priam kabul etmez. Gerçi Akhilles çok iyi bir akraba olacaktır, ama Aşil evine dönse bile kızını bir düşmana vermesi doğru değildir, Çünkü diğerleri, yani Akhalar onu takip etmeyecektir. Eğer Aşil bu evliliği istiyorsa, kalıcı bir barış vaat etmeli, tüm Akhaların ayrılacağına dair söz vermelidir. Hem de kutsal yeminli olarak, ancak o zaman kızını verebilecektir. Aşil'in kölesi geri gelir, Ekuba ile Priam'ın arasında geçen bu konuşmayı, efendisine dönerek iletir. Bunun üzerine Aşil herkese şikayetini dile getirir; tüm Avrupa [?] ve Argoslular bir kadın uğruna uzun bir savaşa girmiştir. Binlerce insan ölmektedir. Geri kalanların hürriyetleri ise tehlikededir, bu sebeple barış yemini yapmaları elzemdir. Ordularını da eve geri götürmelidirler.

Yıl sona erdiğinde, ateşkes biter ve Palamedes orduyu meydana çıkarır. Komuta değişimi ile Polyksena için red cevabı alan Aşil öfkelidir ve savaşa katılmayı red etmiştir. Truvalılar'ın ordusu Deiphob'un liderliğinde savaşa başlar. Palamedes bir fırsat yakalar ve Deiphob'a saldırarak katleder. Her iki tarafta sert bir şekilde savaşır, sayısızca kayıp verirler. En önde savaşan Palamedes ordusunun ilerlemesi ve askerlerinin cesurca savaşmaları için teşvik eder. Bu övünmeyle ilerlerken karşısına çıkan Likyalı Sarpedon'u öldürür. Ama uzun sürmez bu övgüsü, saldırılara devam ederken bir süprizle karşılaşır. Bir fırsat yakalayan Aleksander mızrağını fırlatır ve Palamedes'i boğazından vurarak deler. Bunu gören Truvalılar bu şansı yakalar ve mızraklarını fırlatarak işini bitirirler. Kral Palamedes ölmüştür. Truvalıların hepsi tüm güçleriyle saldırırlar. Akhaları geri püskürtürler, onlar da kampa doğru kaçmaya başlarlar. Truvalılar da onları kıyıya kadar kovalar, kampı kuşatır ve gemilerini de yakarlar.

Aşil'e olan biten anlatılır, ama o her şey yolundaymış gibi hareket eder. Telamon'un oğlu Ayaks ise gecenin sonuna kadar cesurca kampı savunmak için liderlik eder. Akhalar, bilgeli, merhametli, adaletli, iyilik misali Palamedes'in kaybıyla yastadır. [31] Truvalılar ise, Sarpedon ile Deiphob'un ölümleri yüzünden perişan haldedir. 


Sağda Patroklos, Lukkia (Likya) liderlerinden Prens Sarpedon'u öldürüyor. Sarpedon'un kuzeni ve Lukkia komutanı Glaukos ise onun bedenini koruma altına alıyor. Sarpedon'un kıyafetinde ise Türk kültür & sanatında sıkça karşılaştığımız "ant" olarak okunan “çintemani” motifi var. Vazo'dan detay MÖ 400 - Policoro Ulusal Arkeoloji Müzesi/İtalya



Bu arada en yaşlıları olan Nestor, gece boyunca Akhaları konsey toplantısına çağırmıştır. Palamedes öldüğüne göre bir general seçmeleri gerekmektedir. En iyi seçim yine Agamemnon'dur, onun liderliğinde ordu gelişmiştir, ama eğer itiraz eden varsa şimdi konuşmalıdır. Herkes hem fikirdir, anlaşmazlık azalacaktır. Agamemnon tekrar ordunun başkomutanı seçilir. Ertesi gün Truvalılar meydana çıkar. Agamemnon'da Akhaları karşılarına çıkarmıştır. İki güç karışır ve çarpışmaya başlar. Troil cephede ilerler, katliam ve tahribat ile Akhaları püskürtürler ve yine kampa kaçmalarını sağlarlar. Ertesi gün yine meydana inerler. Korkunç bir katliam olur, her iki ordu da şiddetli bir biçimde çarpışmaktadır. Troil, Akha ordusunun birçok liderini katletmiştir. Savaş yedi gün sürmüştür. Agamemnon'un isteği üzerine iki ay süren ateşkes de Palamedes’in onuruna muhteşem bir cenaze töreni düzenlenir. Her iki tarafta hem ölen liderlerini, hem de askerlerini gömer.

Ateşkes sırasında Agamemnon, Aşil'in savaşa katılmasını istemek için Ulusses [Odysseus], Nestor ile Diomedes'i gönderir. Ancak Aşil'in ruh hali hala bozuktur ve savaştan uzak durma kararında ısrarlıdır. Ekuba ile arasında geçen konuşmayı anlatır, Polyksena'ya aşıktır, bu yüzden aklı başında değildir, savaşta zayıflık gösterebilir. Agamemnon'un gönderdiği kişiler de hoş gelmemiştir. Kalıcı bir barışa ihtiyaçları vardır. Bir kadın uğruna nice Argoslular hayatlarını tehlikeye atıyor, özgürlüklerinden vazgeçiyorlardır, boşa zaman harcıyorlardır. Aşil barış talep ederek savaşa yeniden girmeyi red eder. Aşil'in söyledikleri Agamemnon'a iletilir, konseyi toplar ve ne yapması gerektiğini sorar. Menelaus Aşil'in geri durmasından endişe duymamaları gerektiğini, bizzat kendisinin gidip konuşacağını, red cevabı alsa dahi keyfinin bozulmayacağını söyler. Ayrıca, Truvalılar’ın Ektor kadar deneyimli, güçlü ve de cesur olabilecek hiç kimseyi komutan olarak yerine koyamayacaklarını ekler. Diomedes ile Ulusses ise Troil'un Ektor kadar cesur ve eşit olduğunu belirtir. Menelaus bunu red eder ve konseyin savaşın devam etmesi yönünde karar almasını ister. Kalkhas sözü ele alarak, Truvalılar’ın bu son başarılarından korkmamak gerektiğini ve savaşmak zorunda olduklarını dile getirir.

Savaş zamanı geldiğinde Agamemnon, Menelaus ve Ayaks orduyu meydana çıkarır. Truvalılar da karşılarında saf tutar. Savaş şiddetli bir şekilde başlar ve her iki tarafta çok kayıp verir. Troil Menelaus'u yaralamış, birçok düşman öldürmüş ve ısrarla saldırmayı sürdürmüştür. Karanlık çöktüğünde savaşa son verirler. Ertesi gün savaş devam eder, Truvalıları Troil ile Aleksander komuta etmektedir. Troil, Diomedes'i yaraladıktan sonra katleder. Sonra Agamemnon'a saldırır ve yaralar. Savaş birkaç gün sürer, her iki taraftan da sayısızca asker ölür. Agamemnon güçlerini her geçen gün daha fazla kaybettiğini görür, dayanamıyacaklarını anlar ve altı ay ateşkes ister. Priam konseyi toplar ve isteklerini iletir, ama Troil karşı çıkmaktadır, çok uzun bir süredir bu, savaş devam etmeli ve gemiler ateşe verilmelidir. Priam konsey üyelerine düşüncelerini söylemelerini emreder, oybirliği ile Akhaların lehine ateşkes kararı çıkar. Agamemnon ölülerini gömer, Diomedes ve Menelaus gibi yaralılara yardım eder. Truvalılar da ölülerini gömmektedir. Ateşkes sırasında Agamemnon konseyin tavsiyesi üzerine Aşil'e gider ve savaşa dönmesini ister. Ancak Aşil hala karamsardır, red eder. Bir kralın barış arayışında olması gerektiğini belirtir. Şikayetleri bitince, yine de Agamemnon'u reddetmenin imkansız olduğunu ve zamanı geldiğinde kuvvetlerini göndereceğini, ama kendisinin geride kalacağını söyler. Agamemnon bunun için teşekkür eder.

Savaş zamanı geldiğinde Truvalılar sahaya çıkarken, Akha güçleri de karşılarına dizilir. Aşil, Myrmidonları Agamemnon'un komutası altında savaşa gönderir. Sert ve şiddetli bir meydan savaşı başlar. Troil ön saflarda savaşıyordur, birçok Akhalı ve Myrmidonlu öldürür. Kampa bile girer ve Telamon'un oğlu Ayaks onu durduruncaya kadar da birçok kişiyi öldürmüş veya yaralamıştır. Böylece Truvalılar zaferle şehirlerine döner. Ertesi gün Agamemnon Myrmidonlarla birlikte tüm ordusunu meydana sürer. Truvalılar da savaşmak için heveslidir ve karşılarına dizilir. Savaş bir kaç gün boyunca şiddetli bir şekilde devam eder. Her iki taraftan da sayısız kayıplar verilir. Troil, Myrmidonlar’a saldırır, düzenlerini bozar ve katleder. Adamlarının birçoğunun öldüğünü gören Agamemnon, ölülerinin gömülmesi için otuz günlük ateşkes ister. Priam onaylar ve her iki taraf da ölülerini gömer.

Savaş zamanı tekrar gelip çattığında Truvalılar ordularını ileri sürer. Agamemnon ise tüm lideriyle karşılarında duruyordur. Büyük bir katliam olur, savaş şiddetli, acımasız ve sert bir şekilde sürüyordur. Sabahın ilk saatleri bitince, Troil ön cepheye ilerler, Akhaları öldürmeye başlar. Akhalar genel bir şaşkınlıkla yüksek sesle ağlaşarak geri çekilir. Aşil, Akhaların ezildiğini, Myrmidonların da acımasızca katledildiğini görür. Bu çılgın ve vahşi ilerleyişi durdurmak zorunda olduğunu hisseder ve işte o saat savaş meydanına iner. Ama anında geri çekilmek zorunda kalır, çünkü Troil onu yaralanmıştır. Diğerleri altı gün boyunca savaşmaya devam eder. 

Yedinci günde savaş hala devam etmekte, Aşil ise o zamana dek yarasını iyileştirmektedir. Myrmidonları tekrar savaşa sürer ve Troil'e karşı cesurca bir hamle yapmalarını ister. Günün sonunda Troil atının üstündedir ve saldırısıyla Akhaların ağlayarak kaçmalarına sebep olur. [32] Bu arada Myrmidonlar gelir ve Akhaları kurtarır, Troil'e saldırırlar. Troil birçoklarını öldürür, ama bu korkunç savaşın ortasında atı yaralanır ve düşer. Troil atının üstünden atlar, Aşil ise hızlı bir şekilde onu öldürmek için yanında biter. Troil'in ölü bedenini sürüklemeye çalışır, ancak Memnon başarılı bir savunma yapar ve Aşil'i yaralayarak vazgeçmesini sağlar. Memnon ve askerleri Aşil’in peşinden giderken, Aşil birden geri döner ve onları durdurur. 

Aşil'in yarasına bakıldıktan sonra tekrar savaş meydanına geri döner ve bir süre daha savaşır. Memnon'a birçok darbe indirir ve öldürür. Kendisi yine yaralanmıştır ve geri çekilir. Kalan Truva kuvvetleri Etiyopyalı krallarının öldüğünü duyunca şehre kaçarlar ve kapıların arkasını kalasla destekleyip kapatırlar. [33] Karanlığın çökmesiyle savaşa son verilir. Ertesi gün Priam Agamemnon'a elçi gönderir ve 20 gün ateşkes ister, kabul edilir. Troil ve Memnon onuruna muhteşem bir cenaze töreni düzenlenir. Her iki taraf da ölülerini gömer. 



Truva Kralı Laomedon’un torunu Memnon için annesi Şafak Tanrıçası Eos yas tutmakta. Türk kültüründeki gibi, Eos yas ifadesi olarak ya saçını yoluyor, ya da kesiyor, üstündeki dalda bir kuş, yani ruhunun uçup gittiğinin ifadesi.
Amphora - MÖ 530 - Vatikan müzesi



Ekuba, karakterine uygun olarak, Aşil tarafından katledilen en cesur iki oğlu, Ektor ve Troil'in kaybı için, haince bir intikam istemektedir. Oğlu Aleksander'ı çağırtır ve acil olarak Aşil'i öldürmesi için adeta yalvarır. Böylece hem kendi, hem de kardeşlerinin onurunu koruyacaktır. Onu bir pusuda gafil yakalayabilir. Priam adına, Polyksena ile evlenmesini sağlayacak bir anlaşmaya varmak için Aşil’i Thumbraean Apollo tapınağının kapısına çağırtabilir. Akhilles de bu toplantıya geldiğinde Aleksander onu haince öldürebilir. Aşil'in ölümü onun için yeterli bir zafer olacaktır. 

Aleksander annesinin isteğini yapmaya söz verir. O gece Truvalıların en yüreklilerini seçer, talimatlarını iletir, tapınağa yerleştirir ve sinyalini beklemelerini söyler. Ekuba söz verdiği gibi Aşil'e mesaj yollamıştır. Aşil'de Polyksena'ya olan aşkından dolayı sabah tapınağa gelmeyi kabul eder. 

Ertesi gün Aşil Nestor'un oğlu Antilokhus ile buluşma yerine gelir. Tapınağa girerlerken haince saldırıya uğrarlar. Aleksander’ın işareti ile her bir taraftan mızraklar fırlatılmıştır. Akhilles ile Antilokhus karşı atağa geçer, sol kollarındaki pelerinle kendilerini korumaya çalışırlarken, sağ elleriyle kılıçlarına doğru hamle yaparlar ve Aşil birçoğunu öldürür. Ama dövüşün sonunda Aleksander önce Antilokhus keser, sonra da birçok darbeyle Aşil’i katleder. Bir kahramanın ölümü de bu şekilde gerçekleşmiştir, onun cesaretine yakışmayan haince bir ölümdür bu. [34] Aleksander cesetleri köpeklere, kuşlara atmalarını emreder, ama kardeşi Elen karşı çıkar ve onları tapınağın dışına çıkarıp Akhalara teslim etmelerini söyler. Böylece Akhalar ölülerini teslim alırlar ve kampa kadar taşırlar. Agamemnon Aşil'i gömmek için Priam ile ateşkes yapar. [35] Onlara muhteşem bir cenaze töreni düzenler. Aşil’in onuruna da cenaze oyunları yapılır. Ardından Akhalar konseyi toplar ve Aşil'in ordusunun kuzeni Ayaks'a verilmesini ister, oybirliği ile karara varılır. Ama Ayaks buna itiraz eder. Aşil'in oğlu Neoptolemus hala yaşamaktadır, bu yüzden ilk hak sahibi de odur, der. Bu sebeple Neoptolemus Truva'ya getirmeli, Myrmidonların komutası ile babasının yetkileri ona verilmelidir. Agamemnon ile konseyin geri kalanı kabul eder ve bu göreve gönderilmesi için Menelaus seçilir. Menelaus, Scyros adasına gelince Kral Lycomedes’e [Neoptolemus'un anne tarafından dedesi], Neoptolemus'u savaş meydanına göndermesini ister. Kral Lycomedes Akhaların bu talebini memnuniyetle kabul eder. [36]

Ateşkes sona ermiştir. Agamemnon güçlerini toplayarak, askerlerini savaşmak için teşvik eder. Truvalılar şehir dışında karşılarında saf tutar. Ayaks ön saflarda yerini almıştır, ama zırhını giymemiştir. Büyük bir gürültü kopar, her iki taraftan da çok kişi ölür. Aleksander başarılı bir şekilde sürekli yayını kullanır ve Ayaks'ın zırhsız bedenine isabet ettirerek yaralar. Ayaks yaralarına rağmen saldırganını takip eder ve en nihayetinde öldürür. Sonra yaralı ve gücü tükenmiş bir şekilde kampa taşınır. Okları çıkarıp yaralarını tedavi etseler de yaşama tutunamaz. 

Truvalılar Aleksander'ın cesedini kurtarır ve Diomedes’in şiddetli saldırıları önünde, yorgun bir şekilde şehre kaçarlar. Diomedes onları duvarlara kadar takip etmiştir. Sonra da Agamemnon, kuvvetlerine şehri kuşatmalarını emreder. Bütün geceyi mücadele için hazır bekletir, muhafızlar sürekli tetiktedir. Ertesi gün, Priam Aleksander'ı gömer. Helena yüksek sesle ağıtlar yakararak cenaze törenine katılır. Aleksander ona her zaman nazik davranmıştır, Truva’da hoş karşılanmış, Priam ile Ekuba'nın bir kızı gibi olmuştur. Anavatanını hatırlamasına bile fırsat vermemişlerdir.

Ertesi gün Agamemnon ordusunu Truva’nın kapıları önüne dizer ve Truvalıları dışarı çıkmaları ve savaşmaları için meydan okur. Fakat Priam şehirde kalır, surlarını güçlendirir ve Amazonlarla gelecek olan Penthesilea'yı bekler. Penthesilea geldiğinde ordusunu Agamemnon'un üstüne sürer. Büyük bir savaş olur ve birkaç gün sürer. Akhalar bunalmış bir şekilde kamplarına kaçarlar. Diomedes Penthesilea'yı gemilerini ateşe vermekten alıkoyamamıştır. Bütün Akha filosu yok ediliyordur. 

Bu savaştan sonra Agamemnon güçlerini kampta tutar. Penthesilea emin olmak için her gün kampa gelir ve Akhaları katleder, onları gelip savaşmaları için kışkırtmaktadır. [37] Ancak Agamemnon konseyin tavsiyesi üzerine, muhafızları ile kampı güçlendirir ve Menelaus gelene dek savaşa girmeyi red eder. Menelaus Scyros'tayken Neoptolemus'a babası Aşil'in silahlarını verir. Akhalara katılması için onu Truva'ya getirir. Neoptolemus babasının mezarı üzerinde ağıt yakar.

Penthesilea geleneklerine göre ordusunu hazırlar ve Akhaların kampına kadar getirir. Neoptolemus komutasındaki Myrmidon güçlerini yollar. Agamemnon da ordusunu hazırlamıştır. Akhalar ile Truvalılar birbirine girmiştir. Neoptolemus büyük katliamlara sebep olmuştur. Penthesilea ise kavgada tekrar tekrar cesaretini kanıtlamıştır. Şiddetli çarpışmalar birkaç gün sürmüş ve birçok kişi öldürülmüştür. Sonunda Penthesilea Neoptolemus'u yaralar, fakat yarasına rağmen Neoptolemus onu keser. Amazonların kraliçesi Penthesilea ölmüştür. Bu tüm Truvalıların geri çekilmesine neden olur ve yenilgi ile şehirlerine kaçarlar. Akhalar ise tüm güçleri ile duvarları kuşatır. Hiç kimse girip çıkamamaktadır.

Truvalılar çıkmazda olduklarını görünce, Antenor, Poludamas ve Aeneas Priam'ın huzuruna çıkar ve Truva ile Truvalıların geleceğini tartışmak için konseyi toplamasını isterler. Priam hem fikirdir, konsey toplanır. İlk konuşan Antenor olur ve diğerlerine tavsiyelerini sunmak için izin ister, izin verilir ve der ki; Truvalılar önde gelen savaşçılarını kaybetmiştir. Ektor ve kralın diğer oğulları ile diğer ülkelerden gelen önderler de ölmüştür. Ama Akhaların hala cesur komutanları vardır; Agamemnon, Menelaus ve babasından aşağı kalmayan Neoptolemus. Diomedes, Locrianlı Ayaks ve Nestor ile Ulusses gibi birçokları hala hayattadır. Ayrıca, Truvalıların etrafı sarılıdır ve korkuyorlardır. Bu sebepler, Aleksander ve adamlarının, Helena ve beraberinde getirdiği malların iadesini gerektirmektedir. Barış yapmak zorundadırlar. 



Antenor ile Aeneas Priam'ın huzurunda - 14.yy, Guido'nun eserine yapılan minyatür.
Dares'le Diktys, Antenor'la Aeneas'ın Truva'ya ihanet ettiklerinde hemfikirdirler. Ayrıca tıpkı Dares gibi Guido da eserini Jason ve Argonotlar ile başlatır. Truva'nın eski kazı başkanı Manfred Korfmann "Dares ile Dictys" için "Truva savaşını bizzat yaşamış iki Truva Gazisi" derken Antenor ile Aeneas için "Hain (Verräter)" kelimesini kullanır (Traum und Wirklichkeit: Troia). 


Bir süre barışı tartıştıktan sonra, Priam'ın çok cesur genç oğlu Amphimak doğrulur ve Antenor ile yardımcılarına, davranışları için lanetler ve küfürler yağdırır. Truvalılar ordularını toplamalı ve kamplarına saldırmalıdır. Ve onlar yenilinceye kadar pes etmemeli, hatta ülkeleri adına savaşarak ölmelidirler. Amphimak konuştuktan sonra, Aeneas söz alır ve onun söylemlerini çürütmeyi dener. Sakin ve nazikçe konuşmaktadır, Truvalıların Akhalar ile barış antlaşması yapmasında ısrar eder. Poludamas de Aeneas’le aynı fikirdedir. Bu konuşmalardan sonra Priam büyük bir kızgınlıkla doğrulur ve Antenor ile Aeneas'a birçok lanet okur. Savaşı engellemek için Argos'a onu göndermiştir, dönünce de nasıl iğrenç davranışlara maaruz kaldığını anlatarak savaş çığırtkanlığı yapan da kendisidir. Şimdi acele olarak barış mı arıyordur? Peki ya Aeneas? O da Aleksander'a yardım etmiştir, Helena ile ganimeti getirmiştir. "Bu gerçekler ışığında", der Priam, "kararımı verdim". Barış olmayacaktır. Herkese hazırlıklı olmalarını emreder. Sinyal verildiğinde kapılar açılacak, ya zaferle dönecekler ya da öleceklerdir. Kararı kesindir.


[yani kısaca; YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM; demiştir- SB]

Priam daha birçok şey ekledikten sonra toplantıyı sona erdirir. Oğlu Amphimak'ı çağırır ve sarayın içlerine doğru götürür. Kimselerin duymadığından emin olunca da, bu barış görüşmelerini isteyenlerin şehre ihanet edeceklerinden korkmaktadır, bu yüzden de öldürülmeleri gerektiğini söyler. Ayrıca, toplantıda onların görüşleri çok destek görmüştür. Onlar öldürüldükten sonra da Priam ülkesinin savunulması ve Akhaların yenilgisi için çalışacaktır. Sadık ve dürüst olması için Amphimak'a yalvarır ve bir grup silahlı adam toplamasını ister. Priam ertesi gün onları dua için ibadethaneye çağıracaktır. İşte o zaman Amphimak ile adamları acele etmeli ve onları öldürmelidir. Amphimak bu planı kabul eder ve babasına söz vererek Priam'ın huzurundan ayrılır.



Priam Antenor Aeneas oturuyor, Priam'ın oğulları ile Truvalı liderler Antenor ile Aeneas'a karşı çıkıyorlar. Antenor 
(ya da Poludamas) Agamemnon'un huzuruna çıkıyor ve planlarından bahsederken Aeneas ve diğer hainler 
Truva surlarından mesaj yolluyor. 14.yy minyatür



Aynı gün içinde Antenor, Poludamas, Ukalegon ve Dolon da gizlice buluşur. Düşman tarafından kuşatıldıkları halde, krallarının gösterdiği inatçı tutuma şaşkın kalmışlardır. Barıştan ziyade ölmeyi yeğlemiştir, böylece ülkesinin ve halkının yok olmasına sebep olacaktır. Antenor bu problemi çözmek için bir plan yapmıştır. Eğer ötekiler de sadakat yemini ederse, anlatacaktır. Herkes yemin etmiştir. İlk mesajı Aeneas'a gönderir ve planlarını anlatır. Kendilerini ve ailelerini koruyacak şekilde ülkelerine ihanet etmelidirler. Çabuk davranmalı ve Agamemnon'a hiç kimsenin şüphelenmeyeceği birini yollamalıdırlar. Çünkü konseyi terk ederken, ısrarlı barış istemesine karşın Priam'ın öfkeli tutumunu fark etmiş ve bazı ihanetler tasarladığından korkmaktadır. Herkes yardım edeceğini söyler. Agamemnon'u gizlice görmek için en az şüpheyi uyandıracak kişi olan Poludamas seçilir. Poludamas Akhaları görmek için kampa gider ve Agamemnon'a planlarından bahseder.

Agamemnon aynı gece gizli bir toplantı için tüm liderlerini konseye çağırır ve haberi iletir, tavsiyelerini sorar. Konsey oy birliği ile hainlere güvenilmesine karar verir. Plana gelince, Ulusses ile Nestor bu planı uygulamaktan çekindiklerini söylerken, Neoptolemus kendi adına konuşur, böylece bir anlaşmazlık ortaya çıkar. Sonra da, Poludamas'tan aldıkları şifreyle Aeneas, Ankhises ve Antenor’u Sinon’la test etmek üzere karara bağlarlar. Böylelikle Sinon Truva'ya gider şifreyi test eder (bu arada, Amphimak henüz kapıya muhafız konuşlandırmamıştır), geri döner ve Agamemnon'a Aeneas, Ankhises ve Antenor’un anlatılanları doğruladığını iletir. O zaman konsey üyeleri yemin eder, eğer Truva ertesi gece ihanete uğrayacaksa, Antenor'a, Ukalegon'a, Poludamas'a, Aeneas'a ve Dolon'a zarar verilmeyecektir ve de ebeveynlerine, çocuklarına, eşlerine, akrabalarına, arkadaşlarına, ortaklarına ya da mülklerinden herhangi birine. 

Bu sözlere yemin edildikten sonra Poludamas talimatları anlatır. Gece olunca ordularını, dış tarafı bir at başı gibi oyulmuş olan Sakaean [38] kapısına yönlendireceklerdir. Antenor ile Aeneas bu noktada muhafızlıktan sorumlu olacak, kalası kaldırıp kapıyı açacak ve saldırı işareti için meşale yakacaklardır. 

Anlaşmaları eksiksiz olarak detayları tamamlanır, Poludamas görevinin başarısını bildirmek için şehre geri döner. Antenor, Aeneas ve tüm ortakları gece Sakaean kapısına gidecek, kalası kaldırıp kapıyı açacak, bir meşale yakacak ve Akhaları hoş karşılayacaklardır.

O gece Antenor ile Aeneas kapıda hazır bekler, kalası kaldırıp kapıyı açarak meşaleyi yakarlar ve Neoptolemus'u içeri alırlar. Şimdi ise kendileri ve insanları için kaçış yolu aramalıydılar. Neoptolemus'un koruması eşliğinde Antenor, Truvalıların muhafız diktiği noktaya kadar sarayın yolunu gösterir. 



Truva'nın Düşüşü: Elinde kutusuyla bir hizmetli; Palladion'da olan Kassandra Ayaks tarafından tecavüze uğruyor; Neoptolemos, Ektor'un oğlu Astuanax'ı Truva duvarlarından atıyor; Priam sunakta Neoptolemus tarafından öldürülüyor; İki savaşçı; Priam’ın kızı Kreusa arkadan takip ederken eşi Aeneas yaşlı babası Ankhises'i sırtında taşıyor. Bir asker yol gösteriyor. Kalyx Krater (su ile şarabın karıştırıldığı büyük kap, çanak)'den detay. MÖ 470-460 / Museum of Fine Arts-Boston



Neoptolemus saraya girerek tüm Truvalıları katletmeye başlamıştır. Priam'ı Jüpiter'in sunağına kadar takip eder ve onu orada öldürür. Priam'ın eşi Ekuba kızı Polyksena ile kaçarken Aeneas’la karşılaşır, kızını ona emanet eder. Aeneas ise Polyksena'yı babası Ankhises'in evinde gizler. Andromakhe ile Kassandra ise Minerva tapınağında saklanmıştır. Akhaların acımasız katliamları hiç durmamış, bütün gece devam etmiştir. Akabinde şehrin yağmalanması başlamıştır.



Truva Akhalar tarafından yağmalanıp yakılıyor. 14.yy minyatür


Gün ağardığında Agamemnon tüm liderlerini toplanmaları için kaleye çağırır. Tanrılara teşekkür ettikten sonra, ordusuna övgüler düzer. Tüm ganimetin adil paylaştırılması için, bir araya getirilmesini emreder. Truva'ya ihanet edip, almalarına yardımcı olan Antenor, Aeneas ve yardımcıları ile ne yapmaları gerektiğini sorar. Hepsi birden yüksek sesle cevap verir: "Onlara verdiğimiz sözü onurlandırmak gerekir". 

Böylece Agamemnon tüm hainleri çağırtır ve onlarla yaptıkları antlaşmanın geçerli olduğunu bildirir. Agamemnon’dan izin alan Antenor konuşmasına Akhalara teşekkür ederek başlar. Ardından yalvararak, Elen’le Kassandra'nın Priam’dan barış istediklerini; Elen’in Aşil'in gömülmesi için cesedinin iade edilmesindeki başarısını, hatırlamalarını ister.

Agamemnon'da konseyin tavsiyesiyle Elen’le Kassandra'ya özgürlüklerini verir. Bu sefer de Elen, annesi Ekuba ile kardeşi Andromakhe’nin [aslında yengesi] kendisini her zaman sevdiğini hatırlar ve onların adına Agammenon ile görüşür. Yine konseyin tavsiyesi üzerine, Agamemnon onlara da özgürlüklerini verir. Sonra da, ganimetin adil bir şekilde bölünmesini düzenler, tanrılara teşekkürlerini sunmak için de bir insan kurban eder. Konsey de beşinci günde memleketlerine dönülmesini oybirliği ile karara bağlar. 

Yelkenleri açma vakti geldiğinde büyük bir fırtına kopar ve birkaç gün sürer. Kalkhas onlara ölülerin ruhları hoşnut değildir, der. İşte o zaman Neoptolemus, babasının ölümünden sorumlu olan Polyksena'yı hatırlar. Polyksena sarayda bulunamamıştır şikayetçidir, orduyu suçlayarak Agamemnon'dan onun bulunmasını talep eder. Agamemnon da Antenor'u çağırır, Polyksena'yı bulup getirmesini emreder. Bunun üzerine Antenor Aeneas'a gider ve Polyksena'yı teslim etmesi için yalvarır. Böylece Akhalar yelken açarak gideceklerdir. Polyksena’yı saklandığı yerden çıkarmış ve Agamemnon'a getirmiştir. Agamemnon Polyksena’yı Neoptolemus'a verir, o da babasının mezarı başında Polyksena'nın boğazını keser. 




Truva Prensesi Polyksena'nın Neoptolemus tarafından babası Aşil'in mezarı üzerinde kurban edilmesi. Bu tasvirde Polyksena yere bakmaktadır, yani kurban "yer"e, ya da "öteki dünya"ya kurban edilmektedir.
Tyrrhen [Etrüsk] amphora, MÖ 570-550 - British Müzesi
(Adile Ayda “Tyrrhen” kelimesinin “Turhen-Turhan-Turan” olarak okunduğunu yazar. Çünkü ‘y’ Hellencede ‘u’ harfini temsil eder. 
Ayrıca Pelasg ile Etrüsklerin bir diğer adıdır.)



Biga'nın Gümüşçay Beldesi "Kızöldün Tepesi" (Kurganı)'den 1994'te çıkarılan "Polyksena Lahti" MÖ 520-500 (detay). Burada ise Neoptolemus Polyksena yukarı bakarken kurban eder, yani “göğe” kurban edilmiştir. 

Truvalı kadınlar yas ifadesi olarak saçını yoluyor. Bu yas ifadesi Grek kültüründe olmayıp, eski dönem Türk kültüründe görülür. "Kızöldün Lahti" Çanakkale Arkeoloji Müzesi'ndedir.  (Foto:Cambridge University)



Agamemnon ise Polyksena'yı sakladığı için Aeneas'a kızgındır. Takipçileriyle beraber hemen ülkeden ayrılmasını emreder. Böylece Aeneas ve tüm takipçileri ülkeden ayrılmak zorunda kalır. 

Agamemnon yelken açtıktan birkaç gün sonra, Helena ile kocası Menelaus evine dönmüştür, ama daha derin üzüntüler içindedir. Elen, kızkardeşi Kassandra, abisi Ektor'un eşi Andromakhe ve annesi Ekuba ile birlikte Khersonese'ye [39] gitmiştir.

Ne az ne de daha fazlasını yazıya dökmüştür Frigyalı Dares. Antenor'un takipçisi olarak da Truva'da kalmıştır. Truva savaşı 10 yıl, 6 ay ve 12 gün sürmüştür. Dares'in yazdığına göre, düşen Akhaların sayısı 866.000 [bu sayılar abartıdır, 86bin ise mümkündür]; Truvalıların sayısı ise 676.000 dir [aynı abartı burada da var, 67bin mümkündür]. Aeneas çeşitli yaşlardan oluşan yaklaşık 3400 takipçisiyle, Aleksander'in Sparta'ya giderken kullandığı yirmi-iki gemiyle yola çıkmıştır. Antenor'un yaklaşık 2500, Elen ile Andromakhe’n ise yaklaşık 1200 takipçisi vardır...  SON [40-41]



Truvalı Aeneas omzunda babası Ankhises, oğlu Askanius'ın elinden tutarak Truva'dan kaçıyor. Aeneas Priam'ın kızı Kreusa ile evliydi. 200 kabartmalı Sebastion Tapınağı'ndan detay, MS.14-68, Afrodisias/Karacasu-Aydın



14.yy minyatürde ise Antenor'un bir Akha ("Grek"in G'si ile gösterilmiş) gemisiyle kaçtığı görülüyor.




Truvalı Dares’in eseri de burada biter, ama hikaye devam etmektedir…

Tüm dünyaya dayatılan İlyada destanını, ama okuyarak, ama medyadan hepimiz az çok biliyoruz. Yukarıda anlatılanlardan çok çok farklıdır. Dares’in anlatıklarında; Paris’in Menelaus ile teke tek düellosu, korkak gibi kaçması yoktur; Aşil sürekli yaralanmaktadır ve aslında Aşil'in topuğu dedikleri yerden değil, aldığı birçok kılıç darbeleriyle ölmüştür; Ektor’un cenazesi için Priam yalvarmamaktadır; Patroklos savaşın en başında öldürülür. İlyada'da Aşil’in Agamemnon’a kaptırdığı rahip kızı Briseis yüzünden küstüğü anlatılır, ama Dares’in anlatılarında Briseis yoktur. Ayrıca Aşil, Polyksena’ya kara sevdayla tutulmuş hem aşk yarasından, hem de onu başkomutan seçmediklerinden dolayı savaş meydanından çekilmiştir. Bir kadın yüzünden çıkan savaşı da tiksintiyle karşılamakta ve barış istemektedir. 


Peki ya Akhaların hazırladıkları TRUVA ATI? O da yoktur, ne de içindeki Agamemnon askerleri [42] ...

Ne diyordu Dares : “Hainler Agamemnon'un adamlarını SAKA KAPISINDAN sokacaklardır.Saka kapısı tarif edilirken de "DIŞ TARAFI BİR AT BAŞI GİBİ OYULMUŞ OLAN KAPI " denilmektedir.



Şimdiye dek bulunmuş en eski Truva Atı tasviridir. Vazo’dan detay, MÖ 670 – Mikonos


Kapının at başı gibi oyulmuş olmasının sebebi ise Skamander nehrine at kurban edilmesinden kaynaklanmaktadır. Truvalılar at insanları olarak ün yapmıştır, zaten Ektor da bir at terbiyecisidir. Savaş at-arabalarıyla yapılırken, birçok Truvalı ata binmekte hünerlidir, hatta Prens Troil atlı olarak tasvir edilir. At başı gibi oyulmuş olan Saka kapısı da içeriden açılmıştır. İhanet içeriden, Truvalıların arasından çıkmıştır. Hainler kendileri ile takipçilerin canlarına karşılık, düşmanı saraya yönlendirmiş, şehrin ele geçirilip, yağmalanması ile birçok Truvalıların ölmesine göz yummuşlardır. Kralları Laomedon’un öldürülmesi, Truva’nın yağmalanması, Truvalıların öldürülmesi ve tabii ki Esione’nin kaçırılmasıyla, aslında ilk kanın Akhalar tarafından döküldüğünü de unutmuşlardır....





devamı...