15 Temmuz 2024 Pazartesi

Ejder


Yılan, bir Turan kültü; Ak/Kara yılanlar; Kamların ana hayvanlarından; Evin İyesi; Yılan>ejder; Kulaklı Yılan; Kurt-Ejder; Erlik'in kara yılan kamçısı; Hun başkenti Ejder şehir (Lung/Longcheng), bayrağı, sancağı, Ejder tapınağı; Kapıları süsleyen Ejder/Yılan; Lu yılı; Aygır Gölleri= At+Ejder; Asalet sembolü, cesur Alplerin adı; Hun komutanın unvanı, Ak Ejder; Özbek Ulug Arslan'ın oğlu Ejder-i Arslan; Tatar bayrağı; Astrahan=Ejderhan; Kumanca Sazayan; Macarca Sarkan/Sarkanu/Sarkany=Çok başlı ejder; Kıpçaklardan Ejderhaların Kralı Sarık/Sarığ Han=Şarukan; Yılan halkı Kimaklar; İskitlerin alt bedeni yılan olan Ana Ata; Hazinenin bekçisi ejder/grifon...vs. Bunları gören, duyan Hristiyanlık ve Batı, Ejder öldürerek (kötü/şeytan/pagan/düşman) Türk düşmanlığını metaforla gösterilmesi; "Aziz"ler, Kıpçakları temsil eden ejderi öldürür. Avrupa kabilelerin kendilerine uyarladıkları Niebelung(-lung=ejder,lu)'da hazineyi koruyan ejder, kızı kaçıran ejder, ejder donuna girmek; Beowulf'un öldürdüğü Ejder; Ejder Fafnir'in iyileştirici, güçlendirici kanı... vs...

SB

Evet, Ejder (Ajdar) Farsça, ama söylenişi güzel ;) 



Saka Türkleri, MÖ 3.-2.yy, KARGALI, ALMA ATA / KAZAKİSTAN (ekte)










Somuttan Soyuta




Evren - Ebren - Lu


EK:

KARGALI  (Каргалинский клад), ALMA-ATA

Saka krallarının son sığınağı Almatı bölgesi, Saka ve daha sonra Usun kabilelerinin yaşam alanı... Bu dönemden günümüze çok sayıda kurgan ulaşmıştır ve bunların en büyüğü soylulara, Saka krallarına aittir. Bu tür kurganlar kentin tek katlı evler arasında XIX - XX yüzyılın başlarına kadar geldi. Ancak şimdi neredeyse hepsi yıkıldı ve modern Almatı'nın çok katlı binalarının altında kaldı. Yine de, örneğin, Almatı'nın kuzeybatı kesiminde bulunan aynı adı taşıyan yüksek platonun bir bölümünü kaplayan büyük Boroldai mezarlığı gibi bazı şeyler korunmuştur. En büyüğü 20 m yüksekliğe ve 150 m çapa ulaşan düzinelerce kurganlar vardır. (Basın Kazakh.ru)


Hitit İmparatorluğunda Dil

 


Hitit İmparatorluğunda Dil

Konuşulup yazılan dillerin sayısı ve çeşitliliği söz konusu olduğunda, Boğazkale-Hattuşa Tevrat'taki ünlü Babil kulesinden de kötüdür, keza bu metropolde en azından 8 adet dil yazılmış ve konuşulmuştur. Bunlar arasında Hititçe, çivi yazısı Luvicesi, resim yazısı Luvicesi, Palaca, Hattice, Hurrice, Sümerce ve Akadca en başta gelmekteydi. Belki bir de eski Mısır resim yazısı ile Girit ve kısmen Kıta Yunanistan'ında kullanılan Linear A ve Linear B yazıları da kullanılmakta, daha doğrusu tanınmakta idi

Yazıya geçirilmeyen eski Anadolu dillerinin ise neler olduğunu tespit etmek, olanak dışıdır; bunlar arasında en azından Kaşkaca, Arzawaca, Iştanuwaca, Hayaşaca ve Hurrice-Luvice karışımı bir dil olan Kizzuwatnaca'yı saymak gerekir.

Yukarda saydığımız yazıya geçmiş dillerden bazılarının neler olduğunu açıklama ve bunlar arasında en başta Hititçeyi ele almak gerekir. Hititçe, Hind-Avrupa dil ailesine mensup bir dildir. Ancak, yazıyla birlikte en başta Sümerce, Akadca ve Hurriceden ve en belirgin şekliyle Hattice olmak üzere birlikte yaşadığı yerli Anadolu dillerinden alınan çok fazla yabancı kelime yüzünden dil tamamen yabancılaşmıştır ve Hint-Avrupa kökenli sözcük dağarcığının sayısı çok azalmıştır.

Kısaca ifade etmek gerekirse, Hititçenin durumu, tıpkı Arapça ve Farsça kelimeler ile karmaşık terkiplerden oluşan Osmanlıca gibidir. Bundan dolayı nasıl ki iyi Arapça ve Türkçe bilen bir insan sathi de olsa Osmanlıcayı anlayabilirse, iyi Sümerce, Akadca ve Hind-Avrupa dillerden Grekçe ve Latince bilen bir insan, bir Hitit metninin içeriğini az çok anlayabilir. Zaten Hititçeyi çözmekle üne kavuşan B. Hrozny'nin yaptığı da bundan ibaretti. Kendisinden önceki araştırmacılar bunu başarmışlardı; örneğin Knudtson isimli bir bilgin, daha Boğazkale tabletleri bulunmadan önce Mısır'daki el Amarna' da bulunan iki adet Hititçe mektubu ana hatlarıyla tercüme edebilmişti.

Belirtmek gerekir ki, Osmanlıca tüm yabancılaşmalara rağmen nasıl özünde Türkçe kalabilmişse, aynı şekilde Hitit dilinin yapısı, yani grameri Hind-Avrupai kalmıştır. Diğer kültür dilleriyle kıyaslandığında, yüksek bir edebi seviyeye ulaştığı söylenemez. Askeri faaliyetlerin, dini ayinlerin anlatılmasında, birçok süslemeden, edebi ifadeden yoksun basit edebiyat türlerinin yazılmasında kullanılmış olmakla birlikte, hiçbir zaman Sümerce, Akadca ve Hurrice gibi yüksek bir edebiyat dili olamamış, hele Akadca gibi bir diplomasi dili hiç olamamıştır.

Dille ilgili yazılı belgeler, yani çivi yazılı tabletler en başta başkent Hattuşa olmak üzere, az miktarda Anadolu'nun diğer kentlerinde, Kuzey Suriye ve Mısır' da bulunmuş olup, en başta Ankara, İstanbul ve son zamanlarda Çorum olmak üzere yurtdışına kaçırılmış olanlar bugün dünyanın sayılı müzelerinde korunmaktadır. Tabletlerin toplam sayısı 30.000'i geçmekteyse de birçoğu kırık döküktür veya aynı tabletin kırılmış, kopmuş parçalarıdır, bunlar bir gün birbiriyle yapıştırıldığında (join) bu sayı tabiatıyla azalacaktır.


Prof.Dr. Ahmet Ünal / Hititler Devrinde Anadolu I 



Hint-Avrupalı Kavimlerin Anayurdu Tartışması - Hiç Bitmeyen Bir Senfoni

Prof.Dr.Ahmet Ünal

Hint-Avrupalı kavimler anavatanlarını terk etmeden önce yüksek bir kültür seviyesine ULAŞMAMIŞ olduklarından, anavatanları denilen ve nerede olduğu bir türlü anlaşılmayan topraklar üzerinde, mimari, seramik, sanat eserleri, mezar buluntuları ve yazılı kaynaklar vb. gibi elle tutulur maddi kalıntılar bırakmamışlardır. İşte bundan dolayı anavatanlarının lokalizasyonu bir türlü yapılamamaktadır. Tarihte her az bilinen konu gibi bu nokta da en başta milliyetçilik ve ırkçılık açısından spekülasyon ve suistimallere neden olmuştur ve hâlâ da olmaktadır.

19.yüzyılın sonlarından itibaren Avrupalı bilim adamları arasında Hint-Avrupalı kavimlerin anavatanı neresiydi konusu tartılmaya açıldığından beri, her nedense hep Orta Avrupa üzerinde durulmuş, Batı ve Güney Avrupa bakış açısının dışında bırakılmıştır. Avrupa'da, ataları Hint-Avrupalıların anavatanlarına sahip olabilmek pahasına alabildiğine bir yarış başlamıştı. (...) Koyu bir Alman milliyetçisi olan Kossinna Gustav ... onun 1902 yılında yayımladığı ^Die Indogermanische Frage archaologisch beantwortet^ başlıklı makalesi, hiç kuşkusuz uzun bir araştırmanın ürünüdür, ama ortaya koyduğu sonuç, tamamen ideolojiktir ve bilim açısından hiçbir değeri yoktur. Çünkü Kossinna, o zamana kadar anavatan tartışmalarında hiç dikkate alınmayan Kuzey Almanya ve Hollanda ovalarının Hint-Avrupalıların anavatanı olduğunu savunacak kadar kuzeye ve ileriye gitmiştir. Tekrar vurgulayalım, burada arkeolojik verilerden çok onun şovenizmi ve kullandığı bilim dışı linguistik kriterlerden hareket ediliyordu. Hiçbir gerekçe göstermeden ^bundseramik^ adı verilen kaba seramik türünün bu ovalarda çiftçilikle uğraşan Neolitik Devir Hint-Avrupalıların ürünü olduğunu söylemiştir.

Anavatanı Anadolu olarak kabul eden veya Hititler Anadolu'ya çok erken tarihlerde getirmek isteyen görüş sahiplerine göre, şimdiye kadar yerli Anadolu halkı Hattilere atfedilen Alacahöyük kral mezarlarında bulunan sanat değeri yüksek, derin ve köklü bir öbür dünya görüşünü yansıtan altın, gümüş, demir, tunç eserler, işte bu "öncü" Hitit prenseslerinin eseridir. Hiç de sağlam temellere oturmayan bu ÜTOPİK tezin amacı, çok değerli ve eşsiz Alacahöyük kral mezarları eserleri ile KURGAN ve MAİKOP kültürlerinin benzer değerdeki buluntularını, Hint-Avrupalı kavimlere mal etmektir ve ne yazık ki, GİZLİ ve SİNSİ bir İDEOLOJİNİN ürünüdür!

Defalarca vurguladığımız gibi ileri sürülen tezler ve yapılan kıyaslamalar inandırıcı olmaktan çok uzaktır. Örnek olarak kısa bir süre önce Irene Gambaşidze'nin bir konferansında, Güney Gürcistan'ın Meşeti Bölgesi'ndeki Borzomi Vadisi'nde bulunan ve MÖ 18-16. yüzyıllara tarihlendirilen sahte kubbeli mezar anıtlarını, Hitit kralı Şuppiluliuma'ya ait yine kubbeli olan ve su veya yeraltı kültüyle ilgili olduğu sanılan Boğazköy Güneykale'deki yapılarla mukayese etmesi gösterilebilir. Bu kıyaslama yapılırken aradaki 300-400 senelik zaman farkı göz ardı ediliyordu.

Önemle vurgulamak isterim ki, duyarlı ve konuyu bilen araştırmacılar, Kafkasya ve Doğu Anadolu'da en geç MÖ IV.binyıldan beri oralarda Hint-Avrupalıların değil, bugün olduğu gibi Kafkas kavimlerinin oturduklarını, bu kavimlerin arasında en azından Hurriler ve belki de Hattiler'in olduklarını kabul etmektedirler. Unutmamak lazımdır ki, linguistik kriterler ve maddi kültür verileri de bu tezi bütünüyle desteklemektedir.

Böyle Pan-Indogermanist ideolojik görüşlere bilerek veya bilmeyerek bazı Türk araştırmacıların da katıldıklarını üzülerek gözlemlediğimizi zaten söylemiştik; şimdi kısaca bunlara değinelim. Bu insanların arasında bulunan bir araştırmacı popüler bir "boyalı" dergide yayımlanan yazısında kazmakta olduğu Bafra Ovası'ndaki İkiztepe'nin arkeolojideki rolünü büyütebilmek ve orada bulunan Alacahöyük eserleri kadar olmasa bile yine de çok değerli Eski Tunç çağı madeni silah ve takıları, Hint-Avrupalılara peşkeş çekebilmek için "Hint-Avrupalıların İkiztepe'deki Ataları" başlığı altında şöyle yazmaktadır: ... 

Bu araştırmacı, hocası Renfrew'ya destek veren, Anadolu'nun yerli halkını Proto-Hint-Avrupalıların oluşturduğu, Hattilerin ise sonradan Anadolu'ya geldikleri görüşünü başka yerlerde de defalarca tekrar edip durmuştur. Ama biz bu görüşü asla ciddiye alamadığımızdan dolayı, burada kesinlikle daha fazla üzerinde durmak istemiyoruz; ama yeri geldiğinde başka bir yerde ayrıntılarıyla bu tezleri de tıpkı yıllarca bilim dünyasını boş yere uğraştıran Zalpa = İkiztepe tezini sildiğimiz gibi temizleyeceğiz.

Bir başka Türk mitoloji uzmanı araştırmacı da genel modaya uyarak Maikop kültürünü ve Alacahöyük kral mezarlarını Hint-Avrupalılara, daha doğrusu Hititlere mal etmek istemektedir. Bu yazara göre Alacahöyük standartları ve güneş kursları Maikop buluntularına benziyormuş. Maikop kültürü ise zaten Hint-Avrupa asıllı olduğundan, onlar da aynı kökendenmiş...!

Prof.Dr. Ahmet Ünal, "Hititler Devrinde Anadolu"


*

NOT:

Ahmet Ünal kitabında ismini vermese de biz kim olduğunu bilelim !

Çünkü her sakallı "dede" değildir. Bir unvana sahip olması "ona saygı gösterilmeli" anlamına da gelmez! İkiztepe Höyüğü'nü kazan kişi Önder Bilgi'dir... ve "Hattilerin göçmen, Hititlerin ise Yerli" olduğunu iddia etmiştir. Oysa Ahmet Ünal'ın da dediği gibi Anadolu'yu Hint-Avrupacıcılara "peşkeş" çekmektedir!...(Önder Bilgi, link) Ayrıca Aktüel-Arkeoloji dergisinin 64.sayısında da Önder Bilgi'nin "Hint-Avrupalıları Anadolu'nun yerlisi" olarak gösteren bir makalesi yayınlanmıştır!

İkiztepe ile Kırım Kimmerlerini kıyaslayalım
Tengri Tamgalı Kimmer Türk Taşbabası





Bazılarının bize Pan-Turancı, Pan-Türkçü diyerek aşağıladığını sananlar, asıl karşı tarafın, yani Pan-İranist ve Pan-Hint-Avrupacıcıların neler yaptığını, neler yaptırdığını görsün!.. Kavgamız işte bu kendilerine "biliminsanı" diyenlere, Hint-Avrupacı-Renfrewcu sahtekarlara karşıdır. Bunu Prof. Dr. Semih Güneri de söyler ve "Türk-Altay Kuramı" kitabını Hint-Avrupacıcılara karşıt yazmıştır. Ayrıca, Çatalhöyük kazı başkanlığı oldu bitti ile Sayın Çiler Çilingiroğlu'ndan alınarak A.Türkcan'a verilmiştir ki Türkcan'ın da "Hint-Avrupacı-Renfrewcu"  (YT-dk 1.17.38) olduğunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız !..


SB

Anadolu Hint-Avrupalıların anavatanı değildir !

Hattiler Yerli , Hititler işgalcidir.

Farklı dönemlerden Taşbabalar

Parmakları belirgin Türk Taşbabaları

Batı Türkmenistan / 6.-10.yy arası
Kültür Merkezi Devlet Müzesi Türkmenistan
Metropolitan "Saray ve Kozmos: Selçukluların Büyük Çağı, 2016" sergisinden


 

İskit-Türk, Hermitage Müzesi


Bulanık-Muş


Irak'tan Türk Taşbaba


Kırgızistan






Kimmer Türkleri - Kırım




EK:

Yemen'de Türk Taşbabalar - Balballar



Okunev'den başlayıp Kıpçaklar'da biten sıralama / Kyzlasov çizimi


Suriye, Türk Tamgasıyla Kurganlar

 

Suriye - Humus Bölgesinde Kurganlar, Taşbabalar/Balballar ve Türk Tamgası

Hirbet Gazi (Khirbat Ghazi)

"Megalitik mezarlar, kuzeybatıdaki dağlık bölgeler ve Bouqia Havzası dışında, araştırma alanının tamamına yayılmıştır. Megalitler, anıtların yapımında kullanılan bazaltik kayaların araştırma alanında çok belirgin olduğu, deniz seviyesinden 500 ila 600 m yükseklikteki bazaltik düzlükte ve çevresindeki tepelerde bulunmaktadır...

Asi Nehri yakınlarındaki geniş mezarlık alanında anıtların yoğunluğu oldukça yüksektir. Örneğin, Humus Gölü kıyısındaki Hirbet-Gazi köyü yakınlarındaki 1 km2'lik küçük bir alanda, %16'sında mezar odası bulunan 721 tümülüs belgeledik. Bu alanın bir bölümünün (0,5 km2) ayrıntılı topografyasını çıkardık ve burada 378 anıt bulduk. benzer yoğunluklar Humus (Kattina) Gölü yakınındaki diğer alanlarda da gözlemlenebilir. Humus şehrinin kuzeybatısında yer alan ve çok iyi korunmamış bir bölgenin 6 km2'lik bir alanında 972 tümülüs tespit ettik. Megalitlerin envanteri halen devam etmekle birlikte, Asi Nehri'nin batısındaki mezarlık alanında halen yaklaşık 5000 anıtın mevcut olduğunu tahmin edebiliriz. Bunların büyük bir kısmının modern gelişimin bir sonucu olarak ortadan kaybolduğunu varsayıyoruz...

Kazıda ortaya çıkarılan arkeolojik malzemeler ve kazı notları daha sonra T.Steimer-Herbet tarafından yeniden incelenmiş ve arkeolojik malzemenin analizinden sonra mezarların Kalkolitik Çağ'ın sonunda ve Erken Tunç Çağı'nda inşa edildiğini, daha sonra özellikle Geç Tunç Çağı döneminde yeniden kullanıldığını öne sürmüştür. Bu kronolojiler, megalitleri tarihlendirmemizi sağlayacak mezarlarla ilişkili herhangi bir arkeolojik malzeme bulamadığımız Humus bölgesi için iyi birer referans olabilir. Günümüzde, Levant'taki megalitik fenomeni Erken Tunç Çağı'na (M.Ö. 3500-2000) tarihleyen genel bir fikir birliği var gibi görünmektedir; mezarlar daha sonra Tunç Çağı'nın geri kalanında ve Demir Çağı'nda yeniden kullanılmıştır. Bir başka ilginç konu da, genellikle göçebe veya yarı göçebe pastoral toplumlarla ilişkilendirilen mezarları inşa eden insan grubunun sosyo-ekonomik özellikleriyle ilgilidir. Levant'taki megalitik mezarların teknik ve mimari çeşitliliğinin, kültürel geleneklerin ve sosyo-ekonomik bağlamların eşit çeşitliliğini yansıtabileceğini düşünüyoruz."

Humus'un (Suriye) Batısındaki Megalitik Nekropoller

Angel Armendariz, Juan Jose İbanez, Michel Al-Maqdissi, Maya Haidar Boustani, Luis Teira, Jesus Gonzalez Urquijo

Suriye Tamga için görsel kaynak

Çev. SB








Türk Damgası, Gobustan/Azerbaycan


Khirbat Ghazi ve Mentar al-Aali
"The megalithic tombs are spread out all along the survey area, with the exception of the mountainous zones in the northwest, and within the Bouqia Basin. The megaliths are present on the basaltic plain and on the surrounding hills, between 500 and 600 m above sea level, where basaltic boulders used for the constructions of the monuments are very distinguished in the survey area...

In the large funerary area near the Orontes River, the density of monuments is quite high. For example, in a small area of 1km2 near the village of Khirbat-Ghazi by the Qattina Lake, we have documented 721 tumuli, among which 16% exhibit a funerary chamber. We made a detailed topography of one part of this area (0,5km2) where we found 378 monuments. similar densities can be observed in the other areas near Qattina Lake. In al-Houwek, an area northwest of the city of Homs that is not very well preserved, we inventoried 972 tumuli in a 6km2 zone. Although the inventory of megaliths is still in progress, we can estimate that around 5000 monuments are still present in the funerary area to the west of the Orontes River. We assume that a large number of them have disappeared as a result of modern development...

"The archaeological materials recovered in the excavation and the excavation notes were later re-studied by T.Steimer-Herbet, who, after the analysis of the archaeological material, proposed that the tombs were built at the end of the Chalcolithic and during the Early Bronze age, with later reuse of the tombs especially during the Late Bronze Age period. These chronologies can be good references for the Homs area, where we have not found any archaeological material associate with the tombs that could allow us to date the megaliths. Nowadays, there seems to be a general consensus dating the megalithic phenomenon in the Levant to the Early Bronze Age ( c.3500-2000 BC), with later reuse of the tombs during the rest of the Bronze Age and during the Iron Age. Another interesting matter concerns the socio-economic characteristics of the human group that built the tombs, which are usually associated with nomadic or seminomadic pastoral societies. We think that the technical and architectural diversity of the megalithic tombs in the Levant could reflect a paralled diversity of cultural traditions and socio-economic contexts."

The Megalithic Necropolises to the West of Homs (Syria)
Angel Armendariz, Juan Jose İbanez, Michel Al-Maqdissi, Maya Haidar Boustani, Luis Teira, Jesus Gonzalez Urquijo

ÜRDÜN'de TÜRK TAŞBABASI


EK:
Knossos-Girit'te Türk Taşbabası ile Elmalı Müzesinde bir Türk Taşbabası



Kırgızistan



#Kurganlar
#Taşbabalar
#Türk




28 Haziran 2024 Cuma

Artuklu Davud

 


Artuk torunu, Sökmen oğlu Rükneddîn Davud (yönetim 1108-1144) Tabağı, 12. yüzyılın ilk yarısı.

Plate of Rukn al-Dawla Dawud, first half of the 12th century


"Artuklu hükümdarı Sökman oğlu Davud’un, lüzum gördüğü zaman Türkmen kabilelerinin reislerine ok göndermek suretiyle onları emrettiği yerde topladığı bilinmektedir. Nitekim İbnü’l- Esîr’in kaydına göre “Artuklu Emîri Rüknü’d-devle Davud’un Türkmenler arasında öyle bir nüfuz ve şöhreti vardı ki onun bir oku onların obalarına gittiği zaman kadın-erkek herkes bu işaretin gelişini ilâhî bir takdis sayar; bütün Oğuz boyları yardımına koşar ve derhal birden 20.000 savaşçı toplanırdı." [Erkan Göksu, "Türkiye Selçuklularında Ordu", doktora tezi, 2008. Tez danışmanı Prof.Dr. Reşat Genç]


NOT:

Metropolitan müzesinin açıklamasına göre tabağın ortasındaki madalyonda güya Makedonyalı İskender betimlenmiş-miş ! Akıl alır gibi değil! Sözde-sanat tarihçileri ! - SB




ENG.

Sökmen's son Rukn al-Dawla Da'ud (ruled 1108–1144) was a Turkish lord of the Artuqid-Turkish dynasty in the early 12th century. His grandfather was Artuk, a commander in the Seljuk Empire. 


"It is known that the Artuqid ruler Davud, son of Sökman, used to send arrows to the chieftains of Turkmen tribes and gather them at the place he ordered. As a matter of fact, according to Ibn al-Asīr, ‘Artuqid Emir Rüknü'd-devla Davud had such influence and fame among the Turkmens that when an arrow of his went to their tribes, everyone, men and women, recognised the arrival of this signal. He would consider it a divine blessing; all Oghuz tribes would rush to his aid and 20,000 warriors would be gathered at once." [Erkan Göksu, ‘Army in the Türkiye Seljuqs’]


PS: According to the Metropolitan Museum, the medallion in the centre of the plate supposedly depicts Alexander of Macedonia! Unbelievable! Pseudo-art historians ! - SB





Artuqid 1220/21, mint. Diyarbakır/Türkiye


Silk & Gold Textile Fragment with Double-headed Eagle and Flanking Dragons' Heads
Symbol of the Seljuk-Turks Dynasty, 13th century
Staatliche Museen zu Berlin


#ArtofTurks

#Turkish Art & Culture

#Artuqid Turks

17 Haziran 2024 Pazartesi

Homer'de Türkçe

 

Şaşırtıcı değil Adem, gerçek 😉

Arkadaşımız Adem'in çalışmasıyla benim kitabımdaki Polyxena (Ölüg Ene) çalışmam Türk dil bilimciler için altın değerindedir. Çünkü Homer'in döneminde Türkiye'de Türkçe konuşuluyordu. Bu gerçek artık dünya bilimcileri tarafından kabul edilmelidir.


Çalışması aşağıdadır.

_________________________________

Homerik şiirlerde çok ilginç bir kelime vardır: ὄλλυμι (óllūmi), kaybetmek, yok etmek, kaybolmak, yok olmak anlamına gelir.


Şimdi şu Türkçe sözcüğe bakın: 

"ölüm" 

öl- 'den türetilmiş 

-üm yapım eki ile.


Paralelligi görüyor musunuz?


Benzer bir kelime daha var Homerce'de:

ὀλετήρ (oletir), yok edici anlamına geliyor!

Türkçe öldür/öltür ile benzerdir.


Bence şaşırtıcıdır. 

Uzunbacak Adem / 30 Mayıs 2024 / kaynaklarıyla link




Ne Mutlu Türk'üm Diyene

Ne Mutlu Türkçe Konuşanlara