22 Haziran 2020 Pazartesi

Yaşar Çoruhlu ile Türkler


İşte Gerçek

Benim gibi erken devir Türk Sanatı, Kültürü, Tarihi üzerine çalışanlara Batı hayranlarının okumadan dinlemeden anlamadan en çok söyledikleri şey:” Her yeri ve her şeyi Türk yapmaya çalışıyorsunuz” şeklindeki ifadeler oluyor.

Biz Türk yapmaya çalışmıyor aksine sanat ve medeniyet tarihinde doğruları ortaya çıkararak Türklerin hakkının yenmesini engellemeye çalışıyoruz.

Bu sözlerimle bilimsel çalışmayan, konuyu sulandıran ve belirsizleştiren ve yaptıklarıyla bilerek veya bilmeyerek yanlış tarafa hizmet eden bir taifenin varlığını da inkar etmiyorum elbette. Bunlar berikilerin eline kullanacak kozlar, bahaneler veriyorlar.

Ancak Avrupalıların (ve diğer Batılıların) neredeyse tüm dünyayı Hind-Avrupalı yapmasına, asla olamayacak yerlerin de batılılarca kültürel değil ama fiili olarak işgal edilmesine ses çıkarmayan hatta buna sevinenlerin, bazı bilim insanlarından, gerçek bu yönde olmadığı halde “her yeri ve herkesi Türk yapıyor” diye şikayet etmesi, faşistlik ve ırkçılıkla suçlaması, hatta alay etmesi en hafifinden biraz fazla komik kaçıyor.

Kendi benliğini Avrupa veya Batı’ya satanlar kaybettiklerinin farkına varmalı.

Prof.Dr.Yaşar Çoruhlu
3 Haziran 2020 / FB sayfasından




Hakan Tunç (Ezber Bozan TV):
Batılılar Ön-Türk Teorisini Hint-Avrupa Teorisiyle red ediyorlar. Hint-Avrupalı Teorisini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?


Prof.Dr.Yaşar Çoruhlu:
Onlar Türk Teorisini nasıl değerlendiriyorlarsa ben de Hint-Avrupalı Teorisini öyle değerlendiriyorum. Bunu belki şu şekilde ifade edebilirim. Hint-Avrupalılık adı üzerinde bir teori, yani ıspatlanmış bir şey değil. Sürekli tabi batılı araştırmacılar bu konuda çalışıyorlar. Genellikle arkeoloji ve dil argümanlarını kullanarak bunu ifade etmeye çalışıyorlar. 

En son, gerçi onlar kendi içerisinde de çatışma halinde ama, en son belirttikleri şey Hint-Avrupalı toplulukların ilk olarak, yani Arilerin ilk olarak İç Asya'da ortaya çıktıkları ve oradan İran, Hindistan ve Doğu Avrupa'ya yayıldıkları yolundadır, Anadolu'yu da bunun içerisine katarak söylüyorlar. Oysa biz onların bahsetmiş oldukları bölgelerde Hint-Avrupalı diye gördükleri toplulukların önemli bir kısmının aslında Türklerin ataları tarafından oluşturulduğunu görüyoruz.

Ve dolayısıyla bizim teorimizde tam onların ileri sürmüş oldukları bölgeleri esasında içeriyor. Çünkü biz, yine Batılıların "Hint-Avrupalı unsurlar" demiş olduğu belirgin şeylerin zaten yüzyıllar boyunca Türk olduğu bilinen sonraki topluluklarda da yaşadığını zaten görüyoruz. Kalıntılarıyla da görüyoruz, sözlü gelenekleriyle de görüyoruz, dolayısıyla bu kültürel unsurlar Türklere ait ise onların "Hint-Avrupalı" dedikleri kavimler Hint-Avrupalı değil Türklerin atalarıdır.

Örneğin; Andronova, Okunev, Karasuk, Tagar ve Taştık Kültürleri, ben bunların Proto-Türk, yani Ön-Türk kültürleri olduğunu düşünüyorum. Ama onlar bunların çoğunluğunu, hepsini değil çünkü bir kısmında Mongoloid karakterler var, ama önemli bir kısmını Hint-Avrupalı olarak kabul ediyorlar.

Fiziki antropoloji açısından bakıldığında Ön-Türklerin başlangıçta Beyaz Irk'tan olduklarını, "Avrupai Tip"e benzediklerini, ama buna "Avrupai Tip" demek de yanlış, fakat öyle demek zorunda kalıyoruz, çünkü başka bir adlandırma yok, yani özel bir terim yok. Başlangıç itibariyle Beyaz Irk olduklarını kabul ediyoruz. Ama yine oldukça erken dönemlerde buna Mongoloid Irk'ın da belirli oranlarda karıştığını görüyoruz. Bu yüzden daha doğuda daha çekik gözlüler, daha batıda daha batı tipinde Türkler ortaya çıkıyor.


SORU:
Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda ve Atatürk'ün ölümüne kadar okul kitaplarında ve müfredatta Ön-Türkler vardı. Sonrasında, Atatürk'ün ölümünün ardından, apar topar Ön-Türklerle ilgili her türlü bilgi ve belge bizim ders kitaplarımızdan, müfredatımızdan çıkartıldı. Neden çıkartıldı? Niçin çıkartıldı? Ön-Türkleri bilmemizi kim istemiyor?


Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu:
Ön-Türkleri bilmemizi esasında Avrupalılar veya Batılılar diyeyim, çünkü Amerikalılar da Kanadalılar da buna dahil, hiç farketmiyor, istemiyor, temelde onlar ama yanlızca onlar değil, Türk olup da Batı eğitimiyle yetişmiş ve o kültürü benimsemiş olan insanlar da. Ayrıca bir takım ideolojik yapıda düşünen, ama Türkçü ideolojilerin dışında düşünen insanlar da bunu istemiyor. Yani bugünkü gibi, o dönemde de bir tarafta Rusya var, bir tarafta kapitalist dünya var, bunların her ikisi de bunu temelde istemiyorlar. 

Bunu istememelerinin sebebi şu; Ön-Türklük kavramı aynı zamanda topluma bir bilinç veriyor. Ve aynı zamanda Türklerin eskiden bulundukları yerlerin onların yurdu olduğunu dahil eden bir şey. Oysa Batılıların temelde amacı, tabi bütün Batılı toplumları kastetmiyorum, yönetimlerinin amacı diyelim belki daha doğru olur, temelde amacı Türkleri mümkünse, çok sert olacak belki, yok etmek, yok edemiyorsan asimile etmek, onu da yapamadın o zaman ikinci sınıf topluluk halinde sömürge toplulukları halinde kullanmak. O bölgenin bütün zenginliklerini kendileri için istemek. Tabi bunu sadece Türkler için yapmıyorlar, kendilerinden olmayan her ulus için de gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Hatta Oryantilizm dediğimiz bilim akımı bile bu amaçla doğdu, sonra tabi bazı olumlu neticeleri de, bilimsel neticelerde, oldu. Amacı bu sömürge yapılacak insanlar hakkında bilgi edinmekti. Net olarak söylemek istersek Türklerin dışında kimse bu Ön-Türk konusunun anlaşılmasını, öğrenilmesini, bilimsel olarak ispatlanmasını ve bu bilinçle Türk toplumunu bilinçlenmesini istemiyor. Buna içimizde bulunan "Batıcılar" da dahil.


SORU:
Ön-Türkler dünyada nerelere gittiler?


Prof.Dr.Yaşar Çoruhlu:
Ön-Türklerin dünyada gitmedikleri yer var mı bilmiyorum. Ama bu da biraz havada söylem olacak, çünkü söylenen şeylerin hiçbirisi bilimsel olarak incelenmiş ve ortaya konmuş değildir. Sadece söyleniyor, sözlü kültürün etkisi herhalde. Şimdi Türkiye'de bu şeyleri söyleyenler bir araştırma ensititüsü mü kurmuştur? Yok. Bir üniversite mi kurmuştur, bir bölüm mü oluşturmuştur veya ne bileyim herhangi bir araştırma kurumu mu oluşturmuştur? Hayır yok, bunların hiçbirisi yok. Bunlar olmadan farazi olarak, biraz da milli duygularla diyeyim, şöyledir böyledir diye söyleniyor, anlatılıyor. Ama hiçbir şey şöyledir, böyledir demekle olmuyor. Dolayısıyla önce bu bilimsel kurumların, devlet başta olmak üzere, çeşitli özel müesseselerin de kurması lazım, araştırmalar yapılması lazım, ondan sonra işte "Türkler şuradan geldi, şuralara gitti" diyebiliriz.

Bugün mesela Macaristan'a gittiğinizde kütüphanelerinde göçler bölümü vardır; Asya'dan bu bölgeye nasıl geldiler, detaylı olarak bilimsel olarak araştırılıyor. Ama Türkiye'de her şey sadece söyleniyor. Yani dilin kemiği yok, her şeyi söyleyebilirsiniz.


SORU:
Ama bir emek yok mu?


Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu:
Yani bilimsel olarak bunu ortaya koyması ve ispat etmesi lazım ki biz sadece kendi kendimize konuşmamalıyız, dünyaya da anlatmalıyız. Anlatabilmek için de bilimsel yolla gitmemiz lazım. Başka türlü bunu başkalarına kabul ettiremezsiniz. O zaman da derki, yani siz...


SORU:
Peki Hocam, bildiğimiz kadarıyla nerelere gittik?


Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu:
Bildiğimiz kadarıyla, bu yine kaynaklanma noktası önemli, ama bütün Avrasya'ya yayıldıkları kesin bir kere. Ve Avrasya'daki bütün topluluklarla da karışmış oldukları da kesin. Yani Çinlilerin önemli bir kısmı Türk ve Moğol kökenlidir zaten. Avrupa ulusları için de geçerli, özellikle Kuzey Avrupa, Doğu Avrupa... Finlandiya, Norveç, İsveç, Romanya, Bulgaristan, Macaristan hatta belirli oranda İngiltere bile, Almanlar... bunlar kökende Asyatik Türk topluluklarıyla ya akraba ya da kökende bir topluluklar.


SORU:
Hocam Türkler Anadolu'ya 1071 de girdi bilgisi ne kadar doğru?


Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu:
Şimdi oradaki Türkler sözünün doğru olabilmesi için Oğuzlar yapmak lazım. Yani Anadolu'ya 1071'lerde giren Oğuz Türkleriydi. Ve fakat o da çok doğru değil, yani Malazgirt'le girmediler Anadolu'ya Oğuz Türkleri de, Ani'nin fethiyle girdiler. İlk olarak Ani fethedildi, ondan sonra... ama şöyle de denilebilir, Türklerin orada kalacakları Malazgirt ile iyice tescillendi. Şimdi Türklerin şöyle bir özellikleri var, Türkler aslında iddia edildiği gibi bir "göçebe" bir millet değil. Farklı bir medeniyet tarzları var. Türkler gittikleri yerlere yerleşmek amacıyla gidiyorlar. Yani oradan alacağını aldıktan sonra başka bir yere gitmiyor. O yüzden Anadolu'ya da yerleşmek için geliyorlar ve belirli dönemlerde bunu yapmışlar.

Oğuz Türklerinden önce de net olarak takip edebildiğimiz, mesela Avrupa'ya giden, Hun devletinin yıkılışından sonra, Avrupa'ya giden Hunların bir kısmı Kafkasya ve civarında kalıyorlar. Bir müddet dediğime bakmayın yine epey bir süre, 100 sene gibi, kalıyorlar. Ve o esnada Doğu Anadolu'da, kuzeyinden Hatay-Antakya civarına kadar bir süre Hun baskısında kalıyor.

Onları bırakın daha erken dönemde, yani milattan önceki dönemde ise İskitler var. Tabi bu arada İskitlerin Türklüğü meselesini de tartışmak lazım.

İskitler, Avrupalılara göre, zoraki bir şekilde Hint-Avrupalı yapmaya çalışıyorlar. Ama olmuyor, çünkü Türk oldukları yönündeki bulgular, belgeler daha fazla. Ötekinin zorlama olduğu onun yanına konulunca hemen anlaşılıyor zaten. İskitlerin özellikle kurucu kabileleri Türk kökenli veya Türklerle çok yakından akraba. Ama ondan sonra İç Asya'nın batısından gelip Kuzey Karadeniz'e yayıldıklarında onların içine Türk olmayan başka unsurlar da karışıyor ve Kuzey Karadeniz'deki İskit topluluklarını oluşturuyorlar.

Bunların erken dönemlerden beri Anadolu'ya akınları var zaten. Arkeolojik buluntularla görüyoruz. Yani 1071 Oğuz Türklerinin Anadolu'ya girişleridir. Ondan çok çok önce, MÖ 9.yy'larda ki onlardan önce Kimmerler var ki onlar da büyük bir ihtimalle Türk topluluğu. Ve belki araştırılırsa Urartuların, Hititlerin bir bölümünün, Medlerin, Partların, Etrüskler... Sümerler ya Türklerle birlikte yaşadılar ya da kökende büyük bir oranda Türklerle akraba. Sümerlerle Türklerin birlikte yaşadıkları, aslında kesine yakın bir bilgi, bunu daha önce Osman Nedim Tuna ...


Prof.Dr. Umay Türkeş Günay - "Türklerin Tarihi" kitabından
SB




SORU:
Hocam ona geleceğim. Dünya üzerinde Türk adıyla billinen devletler Göktürkler değil, MÖ 4000 ile 2000 yılları arasında Mezopotamya'da kurulan Turuku Krallığı ve Anadolu'da kurulan Turki Krallığı varmış. Bu bilgi doğru mudur?


Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu:
Yani bunun bilimsel yöntemler ortaya konulmuş değildir. Daha çok hipotez olarak ifade ediliyor. O yüzden üzerinde çalışılması lazım. Çünkü bilimsel konular ele alınırken önce bir hipotez ileri sürülür, sonra bu hipotez üzerine çalışılarak bu bir teoriye dönüştürülür. Onun da üzerinde çalışmalar devam eder ve nihai kararlar verilir. Dolayısıyla bu konudaki iddialar başlangıç aşamasındadır, bu yüzden doğrudur ya da yanlıştır demek doğru değil. Ama demin söylediğim gibi Sümerlerin Türklerle yanyana yaşadıkları düşüncesinin doğru olduğuna inanıyorum, bu belki de Turuk Krallığındaki topluluklar da olabilir. Evet Turuk diye bir kavim ismi geçiyor. Ama söylenenler bunu tam olarak ispat etmeye yeterli değil. Dediğim gibi araştırılmaya devam edilmeli, hem de birçok yönden, sadece dil açısından değil, arkeolojik açısından da, başka bilim dallarıyla da bulguların desteklenmesi ve ortaya koyup dünyaya ilan edilmesi gerekir.


"Turukilerin Ülkesi" - Rimmon-Nirari I Yazıtı - MÖ 13.yy
ve diğer Türk toplulukları: Gut/Kut - Subar - Lulubi - Kaslar (Kassit)
SB




SORU:
Ön-Türk araştırmacısı Kazım Mirşan'ın birçok iddiaları var, Ön-Türklerle ilgili. Örneğin Ön-Türklerin 18bin yıldır var olduğu, yazıyı Türklerin bulduğu, 14bin yıldır Türklerin Anadolu'da var olduğu, Gök/Köktürk adıyla bir Türk devleti olmadığı, 12 Hayvanlı Takviminin Çin takviminden önce Türklerin kullandığı, Latin alfabesinin Ön-Türkçe olduğu, Çinlilere mal edilen kağıt, matbaa ve pusulayı Türklerin bulduğu yönünde iddialar var. Kazım Mirşan'ın bu iddiaları hakkında siz neler söyleyecek, nasıl yorumlayacaksınız?


Prof.Dr.Yaşar Çoruhlu:
Orada pek çok şey iddia etmiş zaten, her birine cevap vermeye kalkarsak uzun bir program olur. 18bin yıl demek aslında Taş Devrine kadar iniyor demek. Bu genel mantık itibariyle doğru kabul edilebilir. Çünkü hiçbir topluluk gökten inmediğine göre, onların ataları veya onları oluşturan küçük gruplar muhakkak çok erken dönemdeki insan toplulukları içerisinden doğup ortaya çıktılar.

Bu bakımdan örneğin İç Asya söz konusu olduğunda, biliyorsun bir meşhur Pekin Adamı var. Adına her ne kadar Pekin deniyorsa da oradaki kalıntılar Çinli falan değil, daha çok Mongoloid taraflı kalıntılar. Altay bölgelerinde Türklerin atası olduğu iddia edilen insan tipleri var, bunlar tabi taş devrinin insanları. Ama bu da genel olarak söylenebilecek bir şey. Onun iddia ettiği gibi söylenebilecek bir şey değil. Daha çok araştırmaların olması gerekiyor. tabi kendisi daha çok dil açısından bunun üzerinde duruyor. Ben dilci değilim. Dil açısından onun okumalarının doğru olup olmadığını denetleyemem. Ama gördüğüm kadarıyla bunu Türkiye'deki diğer Türkologlar da denetleyemiyor. Yani kendine özgü bir takım yöntemlerle gidiyor olmalı, oysa bilim dediğiniz şey nedir? Bilim başka araştırmacılar tarafından da denetlenebilen şeydir. Dolayısıyla biz onu denetleyemiyorsak eğer bu çok bilimsel durmuyor bana göre. Bütün iddiaları için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Yani evet, Anadolu'ya çok erken çağlarda Türklerin, hepsi değil de bazı kollarının geldiğini, veya eskiden beri orada oldukları söylenebilir. Ama bunu söylemek başka şeydir ve her açıdan ispatlamak ve gösterebilmek başka şeydir. Bence Kazım Mirşan'ın söylediği birçok şey iddia ve hipotezden ibaret.


SORU:
Sumerler ile Ön-Türklerin nasıl bir bağlantısı var?


Prof.Dr.Yaşar Çoruhlu:
Yani ben konunun uzmanı değilim, ama fikrimi söylemek gerekirse, genelde Sumerlerin zaten Asya'nın bir yerlerinden geldiği düşüncesi var. İç-Asya'dan geldikleri, yani muhtemelen Türklerin atalarının oturduğu bölgelerden geldikleri düşüncesi var. Ve ayrıca MÖ 2binler'de onlarla beraber bazı Türk toplulukların da Anadolu ve Mezopotamya'ya geldikleri düşüncesi de doğru olmalı. Fakat bunun ayrıntılarını bilmiyoruz. Bir takım tabletlerde Sumerlilerle ilgili bir şeyler var, ama o konuda genelleşmiş değil. Yalnız dil açısından Osman Nedim Tuna biraz durmuş ve onun modern dil inceleme yöntemlerine göre yapmış olduğu çalışmalar sonucunda net olarak bir kısım Türklerin Sumerlilerle birlikte olduğu anlaşılıyor. Yani Türkçenin MÖ 2binlerin Anadolu'sunda konuşulduğu ifade ediliyor.


SORU:
Göbeklitepe'yle Ön-Türklerin bir ilgisi var mı?


Prof.Dr.Yaşar Çoruhlu:
Göbeklitepe çok entresan ve gerçekten de önemli bir merkez. Ama ben bunu daha çok kendi alanım açısından değerlendiriyorum. Sanat-Tarihi ve Arkeoloji daha içiçe olduğundan dolayı.. İnançlar ve sembolizm açısından da değerlendirilebilir tabi..

Bence Göbeklitepe'yi yaratan halk Türklerle benzer bir kültürden gelen halktır. Daha doğrusu Türklerin atalarıyla.. Çünkü o kadar erken dönemde Ön-Türklerin kimler olduğu, nerede bulundukları henüz tam olarak ifade edilmiş değil. Ama kültürel açıdan Türklerle çok büyük benzerlikleri olduğunu düşünüyorum.

Bir kere Eski Türklerdeki, daha sonra Orta Çağlarda bile, işte Göktürklerde olduğu gibi, bir Atalar Kültü var, artı Gökle ilişkili kültler ve Yerle ilgili kültler var. Yani tabiat kültleri var. Bunlar aynen Göbeklitepe'de de geçerli. Aynı zamanda Göbeklitepe'deki tapınak sistemi de çeşitli dönemlerdeki Türk tapınaklarına uygun. Tabi burada Türkiye'de bilinmediği için denilecekki "Eski Türklerde tapınak mı vardı ki" falan diye bir şey söyleyecekler ancak bu doğru değil. Eski Türklerde hakikaten tapınak var. Hatta Hun ve Göktürkler döneminin Çin kayıtlarında Atalar Tapınağı'ndan söz ediyor, Gök Tapınağı'ndan söz ediyor.

Arkeolojik bir takım kalıntılara baktığımız vakit, mesela Kazakistan'ın Neolitik devrinden beri bir takım kalıntılara bakalım, veya o civardaki Kırgızistan veya yakın civardaki Türk ülkelerinin, Moğolistan falan, hatta İskitlere bakalım daha sonra, onlar da etrafı duvarlarla çevrili ve dikilitaşların bulunmuş olduğu açık hava tapınakları var. Ve Göbeklitepe'deki bu mevcut olan, kazılarla kısmen açığa çıkarılmış olan tapınaklar da bu tipte tapınaklar. Yani nesnel olarak da benzerlik görülüyor. İç Asya'da bu sistem yüzyıllarca devam etmiş. Göbeklitepe çok erken dönem tabi, Neolitik devir, MÖ 12bin diyorlar, dolasıyla Göbeklitepe'yi bir başlangıç olarak alabiliriz.

Onun yakınında Nevali Çori diye bir arkeolojik merkez var. Bu arkeoloijk merkezdeki bir takım tapınaklar da ona benziyor. Biraz işte Anadolu'daki Çatalhöyük ve Hacılar gibi merkezlerle de karşılaştırılıyor. Ama birebir ben bu bağlantılı olan yerlerin Göbeklitepe'nin bulunduğu yerden Anadolu'ya ve İç-Asya'ya doğru gittiğini düşünüyorum. Bunu düşünmemin sebebi de oradaki tapınak sisteminin veya uygulama şekline benzer çeşitli uygulamaların İç-Asya'da erken dönemlerde Orta Çağlara kadar, Neolitikten Orta Çağlara kadar Türk toplulukları arasında uygulana geldiğini görüyorum. Dolayısıyla kökende temel bir kültür, Türklerin atalarıyla ortak olan bir kültür olduğunu, ama bu kültürü Göbeklitepe insanlarının Anadolu'ya taşıdıklarını düşünüyorum. 


SORU:
Hocam sizin gibi düşünen biri daha var. Kaya resim uzmanı Rus Elena Okladnikova** da Türklere ait Kalbak-Taş kaya motifleriyle Göbeklitepe motiflerinin birbirine çok benzediğinden yola çıkarak iki kültüre arasında mutlaka bir kültür olabileceğinden bahsediyor.


Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu:
Evet, o daha dar kapsamlı bir yerden söz etmiş ama aslında genel olarak İç-Asya'daki bu yapıları inceleyip karşılaştırsaydı, onun birçok İç-Asya bölgesine yayılmış Türk topluluklarının kültürleriyle örtüştüğünü kendisi de büyük bir ihtimalle görecekti. Zaten inançlar açısından ve o inançların sembolizmi açısından da bağ var. Şimdi Şamanizm diye adlandırılan inançların erken arkaik şekillerinin orada da olduğu aslında görülüyor ve anlaşılıyor. Bunu bu şekilde ifade etmek gerekiyor. Tabi erken dönemlerde Türklerdeki o inançları Şamanizm olarak değil de Gök-Yer-Su ve Atalar dini inançları diye ifade etmek lazım.


SORU:
Hocam artık sona geldik, Türklere özgü motifler, kaya resimleri, tamgalar, kurganlar Anadolu'nun dört bir yanında, hatta yalnızca Anadolu'da değil, Avrasya'da... Peki Ön-Türk Uygarlığı neden araştırılmıyor?


Prof.Dr.Yaşar Çoruhlu:
Şimdi bu konuyla ilgili olarak önce bir uyarı yapmak lazım. Kaya resmi gördüğümüz vakit, her kaya resmini Türk zannetmek veya düşünmek yanlıştır. Dolayısıyla neredeyse taş devrinden beri Avrasya'nın bütün bölgelerinde kaya resimleri vardır. Bunlar Neolitik ve özellikle de Tunç Çağı'ndan sonra çoğalırlar. Ama bu kaya resimleri Türk bölgelerinde çok daha yaygın olarak görülüyor. Ve benim gördüğüm kadarıyla Anadolu'da da var. Ama şuanki bakış açımızla baktığımız vakit Anadolu'dakiler ile Türk bölgelerindeki, Türklerin yaşadığı bölgeler arasında, epey benzerlikler var. Hem teknik uygulama açısından, hem de içerdikleri anlamlar açısından. Tamgalar, işaretler, semboller, mitolojik konular, günlük yaşamla ilgili sahneler kaya resimleri üzerinde pek çok şey mevcut. Ama bu şunu göstermiyor, kaya resimlerinin bulunduğu her yer Türk'tür diye bir anlama gelmiyor.

Şimdi Anadolu için, buradaki resimleri Türk olarak nitelemek de başlangıç için yanlış, neden yanlış? Çünkü Anadolu kaya resimleri üzerinde pek fazla araştırma yapılmamıştır. Yeni yeni bunlar gündeme geliyor. Bir iki bölgede tespit edildi. Ama onlar dahi detaylı olarak, Asya ile karşılaştırmalı olarak incelenmedi. Fakat ben iyi-kötü kendi alanım gereği Orta Asya ve İç Asya'yı bildiğimden dolayı oradaki uygulama şekilleriyle Anadolu'dakileri karşılaştırdığım vakit, büyük benzerlikler görüyorum. Demek ki belli dönemlerde Anadolu'daki topluluklarla Asya'daki Türk toplulukları arasında ilişkiler mevcut. Ama yinede dediğim gibi bunun net olarak ortaya çıkarılması için üzerinde çok çalışması lazım. Anadolu'da binlerce kaya resmi var, ama bunların sadece iki üç bölgesi ortaya çıkarılmıştır. Onlar da yeterince çalışılmış değildir. Yani hepsini ortaya çıkarmadan böyle iddialı şeyler söylemek hatalıdır.

Şu da kesindir, o bölgeden Anadolu'ya gelen, erken devirde de gelen Türk toplulukların yaptıkları kaya resimleri belirlenebilir ve bunlarla  karşılaştırma yapılabilinir. Bir parça Güdül'de bunu yaptık. Servet Somuncuoğlu'nun yapmış olduğu programları için Güdül'e gitmiştik. Örneğin orada elinde davul olduğunu varsaydığımız bir şaman tasviri gibi bir şey var. Asya'daki Türk toplulukların yaptığı resimlerde de aynı şekilde bol bol görüyoruz, elinde bir davulla bir kişi, çok görülüyor kaya resimlerinde İç Asya'da.

Bunun gibi mesela, Türklerce kutsal sayılan hayvanların tasvirleri var. Örneğin Geyik, Dağ Keçisi, Anadolu'da bol bol var, Asya'da da bol bol var. Kurt tasviri de var tabi.. Fakat, işte bunu yine de çeşitli yönleriyle araştırıp ortaya koymak lazım. Örneğin, atıyorum, Dağ Keçisi Türklerde çok yaygın, ama Türk olmayan topluluklarda da var. Geyik, at aynı şekilde... Biz bunları diğerlerinde farklı farklı anlamlar yükleyebiliriz, biz kendimiz söyleyebiliriz ama, oradaki tasvirin onun ifade ettiğini baştan kabul edip bu Türk'tür diyemeyiz, benzer anlamları başka topluluklarda onlara yüklemiş olabilir.


Hakan Tunç : 
Çok teşekkür ederiz hocam.



Ön Türkler- Eski Uygarlık'ların Temelini Attılar
Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu
27 May 2020 / Ezber Bozan TV/LİNK





Tarihçi mi ? Sanat Tarihçisi’mi?

Sevgili dostlar en son yayınlanan “Ön Türkler” konulu röpörtajımda Youtube’daki kanal sahibi ve aynı zamanda da bir gazeteci olan arkadaşımız beni “Tarihçi” olarak takdim etmiş. Bu durumla daha önce de karşılaştığım için işbu satırları yanlışı düzeltmek amaçlı olarak yazıyorum.

Bendeniz İstanbul Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü’nde lisansımı tamamladım. Yüksek Lisans’ımı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi, Türk ve İslam Sanatları Yüksek Lisans programında bitirdim. Doktoramı da aynı üniversite ve bölümün Doktora programında tamamladım. Doçentliğim ve Profesörlüğüm de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’ndedir.

Uzmanlık alanlarım Türk Sanat Tarihi’nin bir alanı olan Orta ve İç Asya Türk Sanatlarıdır. Ayrıca Türk Sanatı eserleri ile bağlantılı olarak Türk Mitolojisi ve Türk Sanatında Sembolizm konularında da çalışırım. Dolayısıyla ben bir “Sanat Tarihçisi”yim “Tarihçi” değilim. Tarih lisansı yapmadım, Tarih Yüksek Lisansı veya Doktorası da yapmadım. Doçentliğim ve Profesörlüğüm de Tarih alanında değil. Bu yüzden beni olmadığım bir bilim ve meslek alanıyla nitelendirmeyiniz.

Sanat Tarihi, Tarih’in bir alanı veya ondan kopmuş bir bilim dalı değildir. Sanat Tarihi, insanların insanın var olduğu çağdan günümüze kadar geliştirdiği sanat olgusunun maddi-nesnel alandaki yansımalarını inceleyen ve kendine özgü bir anlayışı ve yöntemleri olan bir bilim alanıdır. İnsanlara sahip olmadıkları sıfatları vermeyiniz ama ayrıca sahip oldukları sıfat ve nitelikleri de doğru bir şekilde ifade ediniz.

Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu


***


SB NOT: 
* Göktürk Devleti'nin asıl adı Türk Kağanlığı'dır. (Prof.Dr.Ahmet Taşağıl)

** Elena Okladnikova, Paleoglobalization: The Symbolism of Prosperity and Decline in Rock Art of Ancient Eurasia (Prof., Herzen University, Sankt-Petersburg, Russia), International Journal of Humanities and Cultural Studies, Vol 3, Issue 1, June 2016, p. 1012-1019 / PDF

Contemporary globalization is not the only one episode of the historical process in which peoples of the world shared technologies, artifacts and symbols. There are two points of view on the sense of globalization. The first point of view suggests that globalization emerged only in the late nineteenth century and was the result of the industrial revolution (Ed. Giddens). Another view suggests that globalization first appeared in the era of Middle Assyrian Kingdom (12 thousand years ago) and has spread not only to all countries of the Near East but also far to the East of Eurasia (M. Waters, G. Therbom, D. Wilkinson). Metaphors of  such oppositions as Prosperity/Decline, Good leader/Bad leader in the form of symbolic images of animals spread from West to East Eurasia along with artifacts, technologies and waves of population migration. We found out two semantically opposite groups of zoomorphic symbolic subjects in the ancient art of Eurasia:1) the bulls with decorated bodies and 2) cat like predators. Bulls with decorated bodies were symbols of prosperity and welfare. Their images are preserved in the ancient art of the Near East and rock art of High Altai Mountains. Cat like predators were symbols of Evil, Violence and Destruction. These symbols of evil, aggression and violence were found on the columns of the Göbekli-Tepe temple (Turkey). Similar rock art zoomorphic symbols of the so-called Lords of the Universe we found among the petroglyphs of Khakassia and High Altai Mountain. We suppose that our archaeological finds and idea about cross-cultural symbolic of the peoples of Ancient Eurasia support the theory paleoglobalizaton. Data from our comparative semiotic analysis of two groups of zoomorphic monumental (Göbekli-Tepe) and rock art (High Altai Mountains)  images of the ancient art reveal new  aspects of cross-cultural contacts in the times of Ancient Europe paleoglibalization.

Conclusion 
Rock art paintings of Mount Kalbak-Tash are texts indicating Paleoglobalization processes as the evidences of a socio-cultural shift in all areas of Ancient Eurasia. Interpretation of these paintings allows to identify the following elements of the model of Paleoglobalization:
1) Bridges trade contacts linking the Middle East and South Siberia during the Bronze age.
2) The existence of a single socio-cultural consciousness, visual basic symbols of which are zoomorphic images of "Wellbeing/Prosperity" ─ bull "Aggression/Decline/Evil" ─ fantastic feline predator.
3) The complexity of the iconography of the image feline predator as a symbol of "Aggression/Evil" and the secular power, which resulted in the syncretism of the visual and the fantastic appearance.
4) The complexity of the iconography in the rock art of Altai and Mongolia the rock art image of the bulls, exposing his beneficent solar-astral entity.
5) Global institutionalization of the life-world (within the zone of distribution of nomad culture of Ancient Eurasian) of the Bronze age.
6) The existence of processes of social stratification and social hierarchy as a result of turning everyday life into an experience of “global shift”.






Türk Tarihi İçinde Avarlar ve Avar Meselesi




Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ
TÜRK TARİHİNDE AVARLAR VE AVAR MESELESİ
IV.Uluslararası Türkoloji Kongresi, 13-14 Mayıs 2011, Kazakistan /PDF


Avar-Ak Hun-Juan- juan konusu Türk tarihinde 200 yıldan fazla bir zamandır çözülememiş bir meseledir. Kök Türk Yazıtlarının Apar’ı, Çin kaynaklarının Ye-ta veya Hua’sı, Bizanslıların Ak Hun, Eftalit, Uar-Hun ve Avarları, Hintlilerin Huna’sı hep aynı halkı ifade eder. Bu adlandırmaların içinde Juan- juan’a benzeyen tek bir kelime yoktur. Bizans tarihlerinde kayıtlı olan Var, kabile ve idareci olarak Apar’ı, Hun da bildiğimiz gibi Hunsiyasi adını karşılar. Ayrıca Juan- juanlar hiçbir vakit gerçek manada Türkistan’ın batısında hâkim olamadıkları halde, Ak Hun-Eftalitler (Yüe-ban) Sır Derya’nın yukarılarına, hatta İran içlerine kadar yayılmışlar idi. İki devletin yıkıldıktan sonra kaçma yönleri buradan da anlaşılabilir. Yani Ak Hun-Aparlar batıya, Juan-juanlar gayet normal olarak doğuya gidebilirlerdi ki, zaten Çin yıllıklarında Juan- juanların göçtükleri coğrafya Çin ve Kore şeklinde gösterilir.




Türk tarihi incelenirken Kök Türklerin çağdaşı olan Avarlar üzerinde de durulması gerekir. Kök Türk kitabelerinde Apar, Bizans kaynaklarında Ak Hun veya Epthalanos, Çinlilerin Yeta, Hua, Hintlilerin Huna dedikleri halkın adını bazı araştırmacılar “abamak” fiilinden getirirler ve manasının “karşı koymak, baş kaldırmak” olduğunu söylerler ki, kelimenin anlamı bize göre Apa unvanıyla izah edilebilir. R’nin de çoğul eki olduğunu düşünüyoruz.

Bunun yanısıra Türk tarihinin en önemli meselelerinden birisi de menşeileri hala aydınlatılamayan Juan-juanlarla bizim Türk-Avar veya Ak Hunlarımızın ayırt edilememesidir ki, bu konuyu kısaca izahta fayda vardır. Dolayısıyla bugüne kadar yanlış anlaşıldığı üzere, Avar Türkleriyle, Juan-juanların da hiçbir ilgisi mevcut değildir.

İlim adamlarının iddialara göre Juan-juanların tek bir etnik kökeni yoktur. 4. yüzyılın ilk yarısına doğru, Hsien-pi ordusunda hizmetkâr olan Yulgu (Yu-kiu-lu) isimli bir kişiye başarılarından dolayı önce hürriyeti verilmiş, ancak bir savaşta kendi birliğine zamanında katılmadığı için cezaya çarptırılmış, o da isyan etmiş ve idama mahkum olunca dağlara kaçmıştı. Etrafında toplanan yüz kadar kişiyle yaşamaya başlayan bu şahıs, daha sonra Tabgaç hanlarıyla irtibat kurdu. Her sene onlara at, samur ve diğer derilerden oluşan vergiler ödedi. Onun ordusuna Juan-juan (Ju-ju) deniyordu. Juan-juanlarda yazı yoktu. Hesap yapmak için koyun tezeği veya ağaç parçalarından yararlanılıyordu. Ayrıca çok pistiler. Yasalar savaş ve yağmacılığa göre idi. Çin kaynaklarının bazıları onları Tunguzlara bağlarken, bir kısmı da Hunlarla akraba göstermektedir. Ayrıca Hsien-pi (veya Siyen-pi) lehçesinin bir diyalektini konuştukları söylenmektedir. 4. yüzyılın sonlarında Kuzey Cungarya’ya göç ederek, Selenge Irmağına kadar bütün Batı Mogolistan’a yayıldılar. Teşkilatsız Türk boyları olan Tölösler ise dağınık yaşadıklarından, Juan-juanlara karşı koyamıyorlar ve bu yüzden vergi ödemek zorunda kalıyorlardı. Etnik bir kökenleri ve anavatanları bile olmayan, komşu halklar tarafından parazit böcekler gibi kabul edilen Juan-juanların geriye de torun bırakmadıkları söylenmektedir .

Adlarının manasının ne olduğu konusunda bile kesinlik olmayan Juan-juanların, dili ve etnik yapısı da tam anlamıyla açığa kavuşmamıştır. Türk kitabelerinde de Juan-juan ismi hiç geçmez. İlim adamları sadece kendi kafalarına göre iki etnik adı birleştirmişlerdir . Bu nedenle zaman zaman Juan-juanların, Türk Avarlarla bir tutulmasının veya onları Türk soylu gibi göstermenin hiçbir ilmî delili olmadığını vurgulamak isteriz.

Bununla beraber bizim Avarlarla bir saydığımız Ak Hunların iki önemli unsuru olan Uar (bizce Avar) ve Hun varlığı söz konusudur. Ayrıca Menander ve Theophylactus’ta Avarların, Hunların soyundan oldukları zikredilmekle birlikte Ogurlar (Batı Tölösler) hakkında bilgi verilirken onların ataları olarak Avar ve Hunların gösterilmesi de ilginçtir. Yine Çin ve Bizans kaynaklarının bildirdiğine göre Kafkasya Tölös grupları arasında Uar-Hunların adı geçer ve esasında her şey çok açıktır. Ak Hun-Eftalitlerin (Yüe-ban) temelini teşkil eden Uar-Hun birlikteliği görüleceği üzere belgelere yansımış iken, hatta Çinlilerin “Hua” transkripsiyonun da Var’a (Apar) denk gelebileceği söylenirken, Avrupa Avarları hakkında başka menşe aramaya hiç gerek yoktur. Ak Hunların göçebe kesimini teşkil eden Uar-Hunlar 557’den önce kaçarak Avrupa’ya ulaşmış olabilirler ki, bu da gözden ırak tutulmamalıdır. Çünkü Türkistan’ın batısında, Sır Derya boylarına kadar hakim olan Ak Hunların, Kök Türklerin önünden Kafkasya civarlarına kaçmaları daha kolaydır. Halbuki, Juan-juanların doğuya, Çin ve Kore taraflarına gittiklerini zaten Çin ve dolaylı da olsa Bizans kaynakları söylemektedir .

Türkçe konuşan Avar ve Sabarların ismi Batı kaynaklarında ilk defa 461 ve 465 senelerinde gözükürler. Dolayısıyla Juan-juanların ortadan kalkmasından çok daha önce Apar-Ak Hunlar mevcuttur. Eğer Bizans kaynaklarında üzerine vurgulanarak Avar ismi söyleniyor ve başka bir adlarına temas edilmiyorsa, o vakit Juan-juanlarla Avarların bir olduğunu sonucuna nasıl varabiliriz? Bundan yaklaşık yüz yıl sonra 558’lerde, birdenbire Doğu Avrupa’da izlerine rastladığımız bu Türk boyuna bir yanlış anlaşılmadan ötürü “Sahte Avarlar” dendiğini de bilmekteyiz. Bunun da sebebi 6. asrın ikinci yarısında (557’ler), Doğuda Kök Türk Devleti ortaya çıkınca Apar-Ak Hunların yaşama alanları daralmıştı. İran ve Kök Türkler arasında sıkışan bu Türk kabilesinin bir kısmı batıya geldiler . Ama bu ana kitle değildi, ondan ayrılan küçük bir parçaydı. Dolayısıyla Romalı yazarlar, onların halkın esasını temsil etmemeleri yüzünden sahte demişlerdir. Bize göre Theophylactus Simocatta işte bu yüzden yanılmış, Avarlar ile Juan-juanları karıştırmıştır. O, bundan başka Avrupa’ya hem bütün Avarların, hem de küçük bir grubun geldiğini ve Eftalitleri fetheden Türk hakanının Avarlara da hâkim olduğunu söyler ki , bir siyasi adlandırma olan Hun ile kabile ismi durumundaki Avar’ı da ayıramamıştır.

Yukarıda da söylediğimiz üzere bu Avarların ikiyüz bin kişilik bir grubu ana topluluktan ayrılıp, batıya yürümüşler, önlerindeki akraba Ogur boylarını da iterek, ki bunların arasında Sarı Ogur ve On Ogurlar da mevcuttur, Kafkasya’ya gelmişler idi. Bu suretle ileride daha da belirginleşecek olan boy birlikteliklerinin de temeli atlıyordu.

Buna bağlı olarak Avarlar, 557 senesinden önce Alanlarla münasebet kurdular, arkasından Bizans’ın Laziya valisi Justin aracılığıyla Bizans imparatoru Justinianus (527-565) ile irtibata geçtiler. Zaten Roma uzun süredir Sasanilerle mücadele halindeydi. Kafkasya çevresindeki Ogurlar da onları mütemadiyen zorlamaktaydı. Bu Bizans için de yeni bir müttefik kazanma açısından fırsattı. Sonra Avar elçisi Kan (Kandık), Doğu Roma’nın başkentine vasıl oldu (558). Heyet burada büyük bir ilgi ve tören ile karşılandı. Her şeyleriyle Hunlara benziyorlardı. Çok güçlü olduklarını, karşılarında kimsenin duramayacağını söyleyen Avarlar, Roma’ya dostluk teklifinde bulundular ve yaşayabilecekleri iyi bir arazi istediler. İmparator buna müspet cevap verdi. Sonra sefirin yanına pek çok değerli hediye katarak geri yolladı . Arkasından da kendi elçisini Avar hakanının yanına göndererek, Bizanslıların doğudaki düşmanlarıyla yaptıkları savaşlarında yardımlarını talep etti. Buna binaen Avarlar hiç yoktan Kafkasya ve Hazar çevresindeki kendi soydaşları olan Sabar, Tokuz Ogur (Kutırgur) ve Otuz Ogur (Utırgur) gibi kabilelerle de anlamsız bir kavgaya tutuştular.

Karadeniz’in kuzeyinde belki de Ak Hazarlarla da üç-beş yıl süren savaşların peşinden onlar 562 tarihlerinde Tuna boylarına indiler. Bizans’ın kendileri için seçtikleri toprakları beğenmemişlerdi. İşte tam bu sıralarda doğudaki ana kitle ile Kök Türkler arasında kıyasıya çarpışmalar oluyordu ve Börülülerin önünden kaçan kalabalık Avar-Ak Hun kabileleri de kafile kafile Bizans hudutlarına yürümekteydiler . Bizans bu konar-göçerleri, Balkanlarda Bulgaristan’ın bir bölümüyle, Trakya’nın bir kısmından meydana gelen Moesia’nın Singidinum (bugünkü Belgrad civarları) havalisinde, Polonya’nın en uzun akarsuyu Vistül etrafında yaşayan Germen kavmi Gepid ve Tuna’nın batısında, Pannonia’da oturan Longobardların arasında yerleştirdi.

Balkanlar civarına gelen Avarlar isyan halindeki Ant (bugünkü Ukrayna sınırları içinde), Sloven (Güney-doğu Avrupa) ve Vendler (Almanya’nın doğusundaki Slav ahali) üstüne yürüyerek, Roma adına bunları halletmişlerdi. Avarlarla, Slavların münasebetlerinin bu yıllarda çok sıkı olduğu anlaşılıyor. Tabi ki hâkimler Avarlardı ve anlatılan hikayelere göre; bir Avar beyinin bindiği arabayı güzel Slav kadınları çekiyordu. Dolayısıyla bu dönem Türk-Slav münasebetleri ve Slav halkının teşekkülünde çok önemlidir. Sonra da onlar Almanya’ya kadar yürüyüp, Thüring Dağlarına yaklaşmışlar, burada Frank kralı Siegbert ile yaptıkları bir harbi yitirmelerine rağmen, barış imzalamışlardı .

Bu sırada Bizans ile Kök Türk delegeleri görüşüyorlar, Sasanilere karşı ittifak yapıyorlardı. Birbirlerinin düşmanlarıyla anlaşmayacaklarına söz vermelerine rağmen, Doğu Roma Avar-Ak Hunlarla işbirliği halindeydi. Bu durum Kök Türk Kağanlığını rahatsız etti. İşte bu yüzden 576 senesinde, Aral Gölü civarında Bizans elçilik heyetini karşılayan İstemi’nin oğlu Türk Şad, Romalılara çok ağır hakaretler savurdu. O, 

“Siz etrafa korku vermek için on dille konuşan Romalılar değil misiniz? Benim şu parmaklarımı ağzıma sokup-çıkarmam gibi (on parmağını ağzına sokarak). Romalılar siz, bizi aldatmak için aynı kolaylıkla on türlü dille konuşursunuz. Hilelerinizle bütün milletleri aldatmak istiyorsunuz. Onları uçurumun kenarına sürükleyip, orada bırakıyorsunuz! Ellerindeki mallarını alıyorsunuz. Onların yıkıntısından siz faydalanıyorsunuz. Sizin ve gönderdiğiniz adamların bizim gözlerimizi korkutmaktan başka bir düşünceleri yok. Bunu saklamıyorum. Çünkü yalan söylemek Türklerin âdeti değildir. Sizin imparatorunuzdan öç alacağım. Bir taraftan bana barıştan söz ederken, diğer yandan benim düşmanım olan Avarlarla ilişki kuruyor. Fakat bilmiş olunuz ki, bunlara karşı atlılarımı gönderdiğim zaman yalnız kamçı sesleri onları dağıtmaya yeterli olacaktır. Biraz karşı koymaya kalkışacak olurlarsa yok edilecekler, karınca gibi atlarımın altında ezileceklerdir. Kafkas’tan başka yol olmadığını bana söylemeniz boşunadır. Gidip, sizin ülkenizde savaşmak düşüncesinden beni çevirmek istiyorsunuz. Fakat ben Dneper, Dnestr, Tuna, Meriç nehirlerini bilmez değilim. Kölelerim Avarların Roma imparatorluğuna girmek için izledikleri yolu tanırım. Sizin güçleriniz hakkında da bilgim var. Bütün dünya, doğudan batıya kadar bana tabidir. Alan ve Otuz Ogur halkları o kadar cesaretleriyle beraber Türklerin yenilmez ordularına karşı koyamamışlardır” , diyordu.

Bizans tahtına II. Justin’in (565-578) geçtiği sırada Avarların başında Bayan Kağan bulunuyordu. Onun zamanı Avarların altın çağıdır. Bayan eski Türk-Hun yurtlarını ele geçirmiş, belki de Ata illig’in (Attila) gerçek manada varisi olmuştu. Bunun yanısıra hakan Bayan, Doğu Roma imparatoru Justin’e gönderdiği elçi vasıtasıyla evvelce yapılan andlaşmayı yenileme ve hediyeler almayı düşünmüştü. Fakat imparator hediye veya diğer bir adıyla haraçı ancak bir hizmet karşılığında öderim, demişti . Hakan buna çok kızdıysa da, bu esnada Gepidlerle, Longobardlar arasındaki ebedi düşmanlıktan yararlanmak istedi. Zaten Longobardlar gözlerini İtalya’ya dikmişler, fırsat kolluyorlardı. İşte bu durum yüzünden Bizans, Avarlardan yardım talebinde bulundu ve onlar da Longobardların hayvanlarının onda biri verilir ve Gepid arazisi de kendilerine terkedilirse destek göndereceklerini söylediler. Neticede Gepidlerle savaş başladı. Onlar mahvoldular ve Longobardlar müthiş bir katliam yaptılar. Gepid kralı da bu sırada, Longobard lideri tarafından kılıçlandı .

Bu hadisenin peşinden Avar kaganı Pannonia’nın aşağısında, Tuna’nın kolu Sava Nehrinin sol kıyısındaki Sirmium (Sırbistan’da Mitrovica) şehrinin üzerine aniden saldırdı, ama kent ele geçirilemedi. Bir müddet sonra Tokuz ve Otuz Ogur kabileleri Bayan’dan habersizce Sava Irmağını atlayıp, Dalmacia’da pek çok yeri yağmaladılar. İstanbul’a gelen Avar sefiri de yeni haraç taleplerinde bulunmuştu. İmparator bunlara çok kızdı. Avarların üstüne yollanan Bizans ordusu yenilgiye uğradı. Bu yüzden imparator onlarla uzlaşmanın yerinde olacağına karar verdi.

578’lerde Avar-Ak Hunların Avrupa’ya gelen bu kolları Slavlardan da haraç istemişler, ancak onlar yanlarına giden Türk elçilerini öldürmüşlerdi. Bu sırada Doğu Roma da kötü bir vaziyetteydi. Anuşirvan Doğu Anadolu ve Suriye’deki Bizans topraklarına girmiş, Longobardlar isyan etmiş, Bizans imparatoru aklını yitirmişti. Dolayısıyla iktidara sahip olan General Tiberius (578-582) aralarında Türklerin de olduğu çeşitli halklardan kurduğu ordu ile İran’a yürüdü ve Anuşirvan’ı yendi .

Slavlar 581 tarihinde Yunanistan’a saldırınca, Roma imparatoru tekrar Avarları yardım çağırdı. Bayan Kağan da zaten öldürülen elçisinin intikamını almak istiyordu ve buna binaen Slavlara bir darbe indirdi. Onlar ormanlara ve mağaralara kaçarak kurtuldular, ama birkaç yıl sonra Avarlarla, Slavlar bölgede bazı yağma faaliyetlerinde de bulundular. Bununla beraber Bayan daha sonra Roma’dan getirttiği ustalar vasıtasıyla Tuna üstünde bir köprü inşasına başlayınca Singidinum (Belgrat) şehri komutanı bunu neden yaptırdığını sordu. O da, bu köprünün hem Romalıların, hem de Avarların menfaatine olduğunu söyledi. Ayrıca eğer çalışanlara bir ok atılacak olursa, bunu savaş sebebi sayacağını bildirmişti. Bu arada İstanbul’a giden bir heyet de Slovenlere karşı bir nehir filosuna ihtiyaç duyulduğunu bildirince, doğuda Acemlerle meşgul olan imparator bunu da kabul etmişti . Bu mesele daha sonra iki devletin arasının açılmasına neden oldu. Bunun üzerine Sava Irmağının kenarında Türk hükümdarıyla Bizans elçileri buluştu. Hakan değerli taşlar ve altından işlemeli bir sandalyede oturuyor, her ihtimale karşı kalkanlı bir muhafız tarafından, Romalı askerlerin ok atabilecekleri düşünülerek korunuyordu. Müzakereler uzayıp, iş kızışınca Romalı sefir komutan oradan uzaklaşmalarını, yoksa savaşacaklarını söylemişti. Ancak birkaç hafta sonra Slovenler Tuna’yı geçerek Moesia ve Trakya’ya girince, Sirmium bölgesini Avarlara bırakmak zorunda kaldı .

Elbette Ak Hun-Avarların hepsi Avrupa’ya gelmemişlerdi. Anayurt topraklarında kalan Avarların büyük bir çoğunluğu Kök Türk Devletinin hakimiyeti altına girerken, bir kısmı da Hazar-Kafkas çevresine göçmüşler, diğer Türk boylarıyla yaşamaya başlamışlardı. Onların Türkistan’da kalan önemli bir bölümü sonradan Karluk-Kalaç federasyonunu meydana getirdiler. Avrupa’daki Avarların burada yıllardır süren harpler yüzünden sayıları azalınca, Bayan Kağan nüfus takviyesi yapmak amacıyla doğuya adamlar göndererek, buradaki akrabalarından Tarnıklar, Kotuzerler ve Çapanerlerden insanlar istedi ve onlar da bu davete icabet ettiler.

Bunun ardından Hakan Bayan Austrasia Franklarının sahasına girdi ve onların kralını esir aldı. Yüklüce bir fidye karşılığında hürriyetini verdi. 582’de Bizans imparatoru Tiberius da ölünce yerine üvey oğlu Maurice (582-602) geçti. Avarlar bu yeni imparatora elçi yollayarak senelik vergiyi 80 bin altından 100 bine çıkardıklarını bildirdiler. Ama red cevabı gelince savaş patladı. Bayan’ın ordusu Sırbistan’daki Viminacium şehrini zaptedip, hamamlarıyla meşhur Augusta adlı bir kasabaya ulaştı. Beraberindeki hanımların ricası üzerine buraya dokunmadı, çünkü kadınlar buradaki hamamları sevmiş ve onlardan yararlanmışlardı. Sonra Moesia’dan geçerek, Karadeniz sahillerine kadar gelip, Anchial şehrini de aldı. Bu sırada yanına vasıl olup, ne istediğini soran Bizans sefirlerine, “taş duvarların arkasına sığındığınız şehri” demiştir . Elçi Roma’yla yaptığı anlaşmayı bozduğunu ve nankörce davrandığını söyleyince de, onun çadırını yıktırıp, hapsettirdi. Ama hakan bakanlarının da araya girmesiyle bu sefiri bırakıp, ülkesine dönmesine izin verdi. Zaten artık kış da gelmişti ve Bizans doğuda İran’la meşgul olduğundan, Avarlara 20 bin altın daha ödeyerek, barış andlaşmasını yenilemişti.

İki ordu 586’da bir kez daha karşı karşıya geldi. Türkler Balkanlarda pek çok yere sahip oldular, ancak Roma daha kuvvetli bir orduyla atağa geçince, Avarlar 587 tarihinde sulh istemek zorunda kaldı. Herhalde onların yanında mühim miktarda Slav da vardı.

Roma imparatorluğu Avarları zayıflatmanın yollarından birisinin onların müttefiki Slavlara zarar vermek olduğunu biliyordu ve 594-595 yıllarında bunlara ağır darbeler vurdu. Bizanslılar epeyce esir aldılar ve onlara çok kötü davranıyorlardı. Bayan Kağan onları duyunca son derece üzüldü. Ancak bu sırada İstanbul’da entrikalar başlamış, Avarları ve Slavları epey uğraştıran komutan Priscus azledilerek, yerine imparatorun kardeşi atanmıştı , ama Romalıların Avar hudutları içerisindeki bir Bulgar müfrezesine saldırmasını Bayan Kağan Roma sarayına şikayette bulununca, işin ciddiyetini anlayan imparator eski kumandanı görevinin başına getirdi. Arkasından Bizans, Singidinum şehrini zaptetti ve Romalılar ile Türkler Tuna kıyısında karşı karşıya geldiler. Fakat bazı Romalı birlikler, erkeklerin savaşta olmasını fırsat bilerek savunmasız Avar köylerine yürüdü ve pek çok ganimet ile esir topladı. Bu vaziyet de Bayan Hakan’ı hiddetlendirdi ve Dalmacia’daki Salona şehri yakınında Roma kıtaları ile çarpıştı. Türkler Bizanslıları mağlubiyete uğrattı. Bu kent de ele geçirildi ve onlar Dalmacia bölgesinde de hakim olarak, bir kısmı buralara yerleşti. Sonra hakanın orduları Trakya içlerinde de faaliyetlerde bulundu, ancak orduda veba baş gösterince Roma ile barış imzalamıştır ki, bu esnada Bayan’ın da yedi oğlu ölmüştür.

Bir müddet sonra, 600 senesinde Romalılarla yeniden harp başladı. Dört oğlunun idaresindeki bir kuvveti Roma birliklerine karşı yolladı, kendisi de arkadan kuşatmak için harekete geçmişti. Üst üste beş çarpışmanın peşinden Romalılar yenildi , ama Bayan’ın bir bataklığa sıkıştırılan dört oğlu da öldürüldü. Bunun intikamını almak isteyen Bayan Kağan, tekrar ordu toplayıp Roma askerlerine hücum ettiyse de, başarılı olamadı. Çok genç yaşta Avar-Ak Hun kabilelerinin önderliğine yükselen bu Türk beyinin ismini bundan sonra kaynaklarda görmüyoruz.

Doğu Roma’da bu esnada iç savaşlar vukua gelmiş Phocas (602-610) adlı bir komutan, imparator Maurice öldürerek tahta çıkmıştı. Bu şahıs Avarlarla sulh imzaladı ise de saltanatının ikinci yılında yeniden onlarla harbe tutuştu. Nihayet Avar suvarilerinin 610 senesinde ganimet amacıyla İtalya’ya yürüdüklerini , Firaul kentini kuşattıklarını ve burayı Longobard prensi Ghisulf’un müdafaa ettiğini bilmekteyiz. Bu arada Ghisulf ölmüş, dul kalan eşi Romhilda ve çocukları ile bazı komutanlar prensliğin merkezi Forum July’e kaçmışlardı. Burası da muhasara edildi, fakat Türkler tam çekilirken, bir gün dul prenses şehrin surları üzerinden Avar hakanını görmüş ve ona aşık olmuştu. Prenses bu genç ve yakışıklı hana gizli bir elçi yollayarak, eğer kendisini eş olarak alırsa kentin kapılarını açtıracağını söyledi. Buna evet cevabı verilince de, Romhilda geceleyin şehrin kapısını açık bıraktırmış ve böylece Türkler buraya girmişti. O gece sabırsızlıkla bekleyen dul prensesi Avar kağanı otağına götürdü ve anlaştıkları gibi karısı yaptı. Ancak ertesi günü ihtirası için vatanını satan bu kadını boşadı.

Türkler bundan sonra Pannonia’ya doğru yola çıktılar. Bu sırada Longobard prensesin oğulları kaçma teşebbüsünde bulundular. Bunların firarıyla, Longobardların yeniden toparlanmaları ve Türklere saldırmaları ihtimali doğdu. Bu işte de Romhilda’nın parmağının olduğu düşünülmüş ve Avar kağanının emriyle bu kadın, herkesin gözü önünde layık olduğu ölüm cezasına çarptırılmıştır.


610’da Bizans’ın başına imparator Heraclius (610-641) geçti . Türk hakanı bu yeni imparatorla yüzyüze konuşmak amacıyla, en seçme adamlarıyla yola çıktı. İmparator da onu karşılamaya hazırlanıyordu, ancak Avar kağanının arkasından gelen korumalarından çekinildiği için imparator kuşkuya kapılmış, tacını ve elbisesini bırakıp, bir köylü elbisesi giyerek İstanbul’a gitmiş, şehrin kapılarını kapattırmıştı. Bunun üzerine han da geri döndü, ama yolu üzerindeki yerleri de yağmaladı. İkiyüzbinden fazla Bizans tebasını kendi ülkesine götürdüğü de söylenir. Türkler sonradan gönderdikleri elçiler vasıtasıyla bir yanlış anlaşılma olduğunu bildirdiler ve yeniden sulh imzalandı.

Bununla birlikte Romalılarla, Farslar arasında patlak veren harpte, Bizans başlangıçta çok büyük kayıplar verse de, 622 tarihinde kazanmasını bilmişti. Daha sonra bu savaşlar sebebiyle İranlılar, Avarlara elçiler yolladılar (625) ve bunlar Bizans’a karşı ittifak yaptılar. Buna göre, Türkler, İranlılarla birlikte İstanbul’a hücum edecekler ve ele geçirilen malların hepsi onların olacaktı.

İran ordusu Kadıköy yakınlarına kadar geldi. Romalılar hemen müdafaa tedbirleri almaya başladılar. Denizde de savaşacaklarından, Avar ordusu küçük sandalvari kayıklar da getirmişti. Avar hakanına Romalılar bir sefir yolladılar ve hakan da; daha ileri gitmemek için ne teklifinde bulunduklarını sordu. Cevap olarak daha fazla ilerlememelerini işitince, çok hiddetlendi ve elçiyi kovdu. Türkler Boğaziçi’ne kadar sokuldular ve karşıdaki İranlılara işaret verdiler . Avar kağanı soluna Slavları, sağına da Bulgar Türklerini almış, kendisi de merkeze geçmişti. Bu arada oniki tane büyük kule yaptırarak, bunların üzerini de yanmamaları için deri ile kaplatmıştı. Duvarları delmek için hazırlattığı aletler işe başlayınca, askerler de oklarıyla onları destekliyordu.

Romalılar daha fazla kan dökülmemesi için senelik vergiyi ödeyeceklerini söylemişlerse de, Türk hanı şehri teslimlerini bildirdi. Bu görüşmeler esnasında Türk ordugahına Sasanilerden üç elçi geldi. Hakan bunlara itibar ettiği halde, Romalılara yüz vermiyordu. Fakat Fars elçiler dönüş yolunda Romalılarca tutuklandılar. Bunlardan birinin başını, bir tanesinin ellerini kestiler. Bu kopmuş başı elleri kesilenin boynuna asarak hakanın yanına gönderdiler. Üçüncüsünü de İranlıların gözü önünde öldürüp, mancınık vasıtasıyla beraberinde bir mektupla, karşıya fırlattılar. Burada; “Avar hakanıyla anlaştık, sefirlerinizi han bize teslim etti. Birisini size yolluyoruz, öbürlerini de düşünmeyin” yazıyordu.

Bizanslılar gerçekten çok kurnazca davranmışlardı. Bu sırada Avar kayıkları destek için Farsları karşıya geçirmek amacıyla denize indiğinde, Roma gemilerince birçoğu batırılmıştı. Bu kez işi gece yapmak istemişler, ancak farkedildiklerinde müthiş bir ok yağmuru altında kalmışlardı. Neticede Türkler çok fazla kayıp verdiler. Bu arada karşıda, Bizans Sasanileri yenince de, Türkler geri çekilme kararı aldılar (626).

Ama Roma’nın başı bir türlü beladan kurtulmuyordu. Doğu’da Araplar pek çok yeri fethetmişlerdi. Roma ordularının önemli bir kısmı da bu çarpışmalarda telef oldu. Bu yüzden Bizans, bir de Türklerle uğraşmamak ve Avar gailesinden kurtulmak amacıyla onların başına diğer küçük halkları sardılar ve böylece Slavlar başkaldırdı.

Avar hakanı 630’da ölünce, akrabaları Bulgar beyi bütün Türklerin idaresini üstlenmek istediyse de, Avarlar buna razı olmadılar ve aralarında bir harp çıktı. Muharebeyi yitiren onbin kadar Bulgar, Bavyera Franklarının arazisine kaçıp, orada yerleştiler. Fakat bir gece kral Dagobert’in emriyle hepsi katledildi. Bu vahşetten sadece yediyüz kişinin kurtulduğu söylenir. Bulgar beyi Kubrat buna sebebiyet verdikleri için Avarlardan intikam alma kaygısına düştü ve Bizans imparatoruyla anlaştı . Ancak o ölünce, oğullarından Işbara kendi kabilesiyle birlikte Hazar baskısından da kurtulmak gayesiyle Tuna’yı aşıp, Varna’yı ele geçirdi ve böylece Bulgaristan’ın temellerini attı.


Bu arada Avar yurdunda da çok şeyler değişmişti. Bayan’dan sonra küçük oğlu tahta oturmuş, Eski Türkler gelenek ve göreneklerini bırakarak, sefahata meyletmişlerdi. 7. asrın sonlarına doğru Avarlar arasında hrıstiyan propaganda da yaygınlaştı. Bu vakitlerde Bavyeralılarla, Avarlar arasında hudut problemleri de ortaya çıktı. Charlemagne yönetimindeki Franklar da en parlak zamanlarını yaşıyorlardı. Charlemagne’na bağlı bazı halklar isyan ettiyse de, başarılı olamadılar. Bu sırada Avarlar, Bavyera prenslerinden Thassilon ile anlaştılar. Onlar İtalya’yı ele geçirmeyi düşünüyorlardı, ama Charlemagne bunu işitti ve Thassilon ile bütün yakınlarını hapsetti. Yine de 788 senesinin ortalarında Türkler İtalya’ya girdiler. Bir ordularını da Bavyera’ya gönderdiler, fakat bu birlikler mağlup oldu.

Charlemagne Avarlardan intikam almak için büyük bir ordu hazırladı. Bu kuvvetleri birkaç parçaya ayırdı. Bunlardan biri Türklere cepheden, diğeri de Drava ve Sava nehirlerinden geçerek, yani iki koldan saldıracaktı. Charlemagne’nın böyle bir düşüncesi olduğunu duyan Avarlar da tedbir almaya çalıştılar. Ancak Türkler 791’de üst üste yenilgiye uğradı. Onbinlerce Avar öldü, şehirleri ve köyleri yağmalandı. Avarlar bütün bu felaketlerin baştaki han ve yardımcısı Yugruş’un yüzünden olduğuna kanaat getirip, ikisini de öldürdükten sonra, bir Tudun’u başa geçirdiler. Arkasından Charlemagne’den barış istedilerse de, buna müspet cevap verilmedi.

796’da Noricum (Avusturya ve Slovenya arasında) ve Pannonia’da işgale uğradı ve Türkler hrıstiyan olmaya zorlandılar. Birkaç tane kilise inşa edildi, baştaki Tudun’a bir hrıstiyan ismi olan, Todor dendi. Charlemagne aynı zamanda Tuna boyuna Slavları ve Bavyeralıları da yerleştirdi.

Elbette ki, kendilerine reva görülen kötü muamelelere Avarlar başkaldırdı ve Tudun, Kök Tengri dinine dönerek Bavyera’ya girdi. 799 senesinde patlak veren bu harpler, 883 tarihine kadar sürdü. Neticede Avar ülkesi Frankların hakimiyetine sokuldu. Bu sırada çok müşkül vaziyetteki Avar topraklarına Bulgar ve Slavlarda devamlı saldırmaktaydılar. Onların köylerini ve sürülerini yağmaladılar. Kaynakların bildirdiğine göre, Bulgar beyi Kurum kendisine esir düşen bir Avar Türkü’ne başlarına bu felaketlerin neden geldiğini sorduğunda; iç mücadeleler, kıskançlıklar ve ahlakın bozulması cevabını almıştır ki, bu üzerinde durulması gereken bir konudur.

Bununla beraber 950 yılına ait bazı Bizans tarihlerinde Sava Nehrinin ötesindeki Hırvat topraklarında bile Avarların yaşadığını görmekteyiz. Yine bugünkü Transilvanya’da oturan Sekellerin de Avarların bir parçası olduğu söyleniyorsa da, onlar ta Orta Asya’dan kopup gelen Çik İllilerle alâkalıdırlar. Ama Avar Türkleri ekseriyetle daha sonra bu bölgeye yerleşen Macar birliğine dahil olarak tarihten çekildiler.


Sonuç olarak Avar-Ak Hun-Juan-juan meselesinde şunları söylememiz mümkündür: 

Kök Türk Yazıtlarının Apar’ı, Çin kaynaklarının Ye-ta veya Hua’sı, Bizanslıların Ak Hun, Eftalit, Uar-Hun ve Avarları, Hintlilerin Huna’sı hep aynı halkı ifade eder. Bu adlandırmaların içinde Juan-juan’a benzeyen tek bir kelime olmadığı gibi, Çin harfleriyle yazılan Avar ve Juan-juan transkripsiyonları da birbiriyle örtüşmez. Bizans tarihlerinde kayıtlı olan Var, kabile ve idareci olarak Apar’ı, Hun da bildiğimiz gibi Hun siyasi adını karşılar. Ayrıca Juan-juanlar hiçbir vakit gerçek manada Türkistan’ın batısında hâkim olamadıkları halde, Ak Hun-Eftalitler (Yüe-ban) Sır Derya’nın yukarılarına, hatta İran içlerine kadar yayılmışlar idi. İki devletin yıkıldıktan sonra kaçma yönleri buradan da anlaşılabilir. Yani Ak Hun-Aparlar batıya, Juan-juanlar gayet normal olarak doğuya gidebilirlerdi ki, zaten Çin yıllıklarında Juan-juanların göçtükleri coğrafya Çin ve Kore şeklinde gösterilir. Bunun yanısıra Doğu Avrupa’daki Avar varlığı, sonraki Türk fütûhatına zemin hazırladığı gibi, bölgenin Türkleşme ve yüksek Türk kültüründen faydalanması açısından mühimdir. Ayrıca Avar hakimiyeti yılları Doğu Avrupa ve Balkanlardaki Slav etnik yapısının teşekkülünde inkâr edilemeyecek bir faktördür.



Avar - Kemer Tokası
Avrupalıların "Fleur de Lys" dedikleri Zambak motifi
Bu betimleme Türklerden "ödünçlenerek" sonradan Fransız hanedanlığının arması olur. Oysa özünde Türk'tür, 
Çünkü Sakalar döneminde bile kullanılmıştır.
(Pazırık ve Ak-Burun Kurganı'ndan çıkarılan buluntular bugün St.Petersburg Hermitage Müzesinde)
Ve o dönemde Franklar, yani Fransızlar diye bir millet yoktur.
SB

Avar Turks.
I would like to to draw your attention to "Fleur de Lys/Lis". This symbol was "borrowed" by the Europeans, especially the French dynasty, and used as "French coat of arms" from the Turkish tribes (like, Avars, Huns, etc.), who was in Europe. The statement "Although the origin of the fleur-de-lis is unclear, it has retained an association with French nobility" is completely wrong and incomplete. Because, it was essentially a Turkish symbol, and was used even in the period of Scythian Turks (Pazyryk and Ak-Burun Kurgans/finding is now in St.Petersburg, Ermitage). In the middle ages Fleur de Lis was widespread among all European heraldry.

Abaris of "Abaris the Hyperborean" is the word "Avar"
(b/v change to be seen in Tr.)
SB


AVARS 300 BC-922 AD / LİNK
Abars, Abdals, Abdally, Abdaly, Aores, Aorses, Asi, Asii, Avars, Assuns, Awars, Beçen, Budini, Ephtalites, Gushans, Gushanas, Güsans, Hantals, Juan-juan, Jujuan, Kasans, Kashans, Kushanas, Kushans, Koshans, Kusans, Kusüns, Küsans, Kyusüns, Obres, Oghondors, Olhontor-Blkars, Onogurs, Pasiani, Peçenek, Sacarauli, Sacarauli, Sakauraka, Tochari, Tochars, Tocharians, Turgesh, Uars, Wars, Usuns, Ussuns, White Huns, White Süns, Yazig, Yu-chi, Yüeh-chih, and other variations









Abstract: The topic of Avar-White Hun-Juan-juan is an unresolved issue on Turks for more than 200 years. Apar of Kök Turk inscriptions, Ye-ta or Huna of China sources, White Hun, Hephthalites, Var-Hun and Avars of Byzantine, Huna of India always describe the same people. There isn’t a single word resembling to Juan-juan in naming. Registered Var in the history of Byzantine is tantamount to Apar as clan or headship, as we also know Hun is tantamount to the political name of Hun. In addition, even though Juan-juans never actually have a command of the west of Turkistan, White Hun- Hepthalites (Yüe-Ban) expanded into the upper part of Sır Derya even into the interior of Iran. After the fall of these two states, their aspects of the escape can be understood in here. That is to say, White Hun- Apars could go west, Juan-juans could normally go east that already in China annuals the Juan-juans’ migration geography is shown as China and Korea.

KAYNAKÇA
Ahmetbeyoğlu, A., “Kubrat Han ve Büyük Bulgar Devletinin Kuruluşu”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı 13, Çorum 2007
Bailey, H.W., “North Iranian Problems”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, Vol. 11, London 1979
Bang, W., “Über die Türkischen Namen einiger Gross-Katzen”, Keleti Szemle, Tome XVII, Budapest 1916/1917
Barthold, V.V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Haz. H.Dağ, Ankara 2004
Blockley, R.C., The History of Menander the Guardsman, Liverpool 1985
Charanis, P., “The Chronicle of Monemvasia and the Question of the Slavonic Settlement in Grecee”, Dumbarton Oaks, Vol. 5, London 1950
Chavannes, E., Documents sur les Tou-Kiue [Turcs] Occidentaux, Petersburg 1903
Cheynet, J.C., Bizans Tarihi, Çev. İ.Yerguz, Ankara 2008
Codrington, B., “The Geographical Introduction to the History of Central Asia”, The Geographical Journal, Vol. CIV, No 1-4, London 1944
Czegledy, K., “Zur Geschichte der Hephthaliten”, Acta Antiqua, Tom. 28, Budapest 1980
Czegledy, K., Bozkır Kavimlerinin Doğu’dan Batı’ya Göçleri, Çev. E.Çoban, İstanbul 1998
Davidson, G.R-Horvath, T., “The Avar Invasion of Corinth”, American School of Classical Studies at Athens, 6/2, 1937
Deguignes, J.M., Hunların, Türklerin, Moğolların ve daha sair Tatarların Tarih-î Umumisi, C. II, İstanbul 1924
Diehl, C., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. T.Bıyıklıoğlu, İstanbul 1937
Frye, R.N., “Selçuklulardan Evvel Ortaşarkta Türkler”, Belleten, C. 10, Ankara 1946
Golden, P.B., Türk Halkları Tarihine Giriş, Çev. O.Karatay, Ankara 2002, 3
MC Govern, W.M., The Early Empires of Central Asia, New York 1939
Gömeç, S., Kök Türk Tarihi, 3. baskı, Ankara 2009
Grignaschi, M., “Sabirler, Hazarlar ve Göktürkler”, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, C. I, Ankara 1972
Grignaschi, M., “La Chute de L’Empire Hephthalite dans les Sources Byzantines et Perses et le Probleme des Avar”, Acta Antiqua, Tom. 28, Budapest 1980
Grousset, R., Bozkır İmparatorluğu, Çev. R.Uzmen, İstanbul 1980, 4
Gumilev, L.N., Drevniye Tyurki, Moskva 1967
Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çev. A.Batur, İstanbul 2001
Harting, H.M., “Charlemagne, the Saxon, and the Imperial Coronation of 800”, The English Historical Review, 111/444, London 1996
Haussig, H.W., “Awaren, Shuan-shuan und Hephthaliten”, Handbuch der Orientalistik, V/V, Leiden/Köln 1966
Haussig, H.W., “Über die Bedeutung der Namen Hunnen und Awaren”, Ural Altaische Jahrbücher, Band 47, Wiesbaden 1975
Haussig, H.W., İpek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi, Çev. M.Kayayerli, Kayseri 1997
Howorth, H.H., “On the Westerly Drifting of Nomades, from the Fifth to the Nineteenth Century, Part IV. Circassians and White Khazars”, The Journal of the Ethnological Society of London, 2/2, London 1870
Howorth, H.H., “The Avares, or Eastern Hun”, The Journal of the Antropological Institute of Great Britain and Ireland, Vol. 2, London 1874
Howorth, H.H., “The Avars”, Journal of Royal Asiatic Studies, Vol. 1, London 1889
Kafesoğlu, İ., Türk Milli Kültürü, 2. baskı, İstanbul 1983, 3
Kafesoğlu, İ., Bulgarların Kökeni, Ankara 1985
Kardoss, S.S., “Avarlar”, Erken İç Asya Tarihi, Der. D.Sinor, İstanbul 2000
Klyaştornıy, S.G.–Sultanov, T.İ., Türkün Üçbin Yılı, Çev. A.Batur, İstanbul 2003
Kurat, A.N., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972
Macartney, C.A., “On the Greek Sources for the History of the Turks in the Sixth Century”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 11/2 London 1944
Mangaltepe, İ., “Avar Tarihinin En Önemli Savaşı: 626 İstanbul Muhasarası”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı 10, Çorum 2006
Mangaltepe, İ., Bizans Kaynaklarında Türkler, İstanbul 2009
Martin, J., “Trade on the Volga the Commercial Relations of Bulgar with Central Asia and Iran in the 11th-12th Centuries”, International Journal of Turkish Studies, 1/2, 1980
Mc Govern, W.M., The Early Empires of Central Asia, New York 1939
Miklos, K., “Yurd Kurma Hakkında”, Çev. T.Gökbilgin, Türkiyat Mecmuası, C. 17, İstanbul 1972
Olbricht, P., “Uchida’s Prolegomena zu einer Geschichte der Jou-jan”, Ural Altaische Jahrbücher, Band 26, Wiesbaden 1954
Orkun, H.N., Avarlar, Peçenekler, Kumanlar, Ankara (tarihsiz)
Orkun, H.N., Attila ve Oğulları, İstanbul 1933
Ögel, B., “Türk Kılıcının Menşei ve Tekamülü Hakkında”, DTCF. Dergisi, 6/5, Ankara 1948
Ögel, B., “Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Bazı Yeni Araştırmaların Tenkidi”, DTCF. Dergisi, 17/1-2, Ankara 1959
Ögel, B., Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3. baskı, İstanbul 1988
Parker, E.H., “The Origin of the Turks”, The English Historical Review, 11/43, Oxford 1896
Rasonyi, L., Tarihte Türklük, 2. baskı, Ankara 1988
Ross, J.B., “Two Neglected Paladins of Charlemagne: Erich of Friuli and Gerold of Bavaria”, Medieval of America, 20/2, 1945
Runciman, S., “Ortaçağ Başlarında Avrupa ve Türkler”, Belleten, 7/25-27, Ankara 1943
Saffet, R., Avrupa’da Eski Türkler, Ankara (tarihsiz)
Samolin, W., “Hsiung-nu, Hun, Türk”, Central Asiatic Journal, 3/2, Wiesbaden 1957
Samolin, W., “Some Notes on the Apar Problem”, Central Asiatic Journal, Vol. 3, Wiesbaden 1957
Setton, K.M., “The Bulgars in the Balkans and the Occupation of Corinth in the Seventh Century”, Medieval Academy of America, 25/4, 1950
Skrine, F.H.,-Ross, E.D., The Heart of Asia, London 1899
Somogyi, P., “New Remarks on the Flow of Byzantine Coins in Avaria and Walachia During the Second Half of the Seventh Century”, The Other Europe in the Middle Ages, Vol. II, Edit. F.Curta, Leiden-Boston 2008
Togan, Z.V., “Eftalit Devletini Teşkil Eden Kabilelere Dair”, Atatürk Ü. Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, Ord. Prof. Dr. A.Z.V.Togan Özel Sayısı, Sayı 13, Erzurum 1985
Vachkova, V., “Danube Bulgaria and Khazaria as Part of the Byzantine”, The Other Europe in the Middle Ages, Vol. II, Edit. F.Curta, Leiden-Boston 2008
Vida, T., “Conflict and Coexistence: The Local Population of the Carpathian Basin Under Avar Rule (Sixth to Seventh Century)”, The Other Europe in the Middle Ages, Vol. II, Edit. F.Curta, Leiden-Boston 2008
Vryonis Jr, S., “Evolution of Slavic and the Slavic Invasions in Greece: The First Major Slavic Attack on Thessaloniki, A.D. 597”, American School of Classical Studies at Athens, 50/4, 1981
Woo, D.C., Juan-Juan’lar, Doktora Tezi, Ankara 1995
Yıldırım, K., Türk Tarihi İçin Çince-Türkçe Sözlük, İstanbul 2010
Zimonyi, I., “The Nomadic Factor in Mediaeval European History”, Acta Orientalia, Vol. 58, Budapest 2005