10 Kasım 2013 Pazar

PROTOTÜRK VE ATAYURDU





Prototürk dilinin yarandığı ilkin Atayurd 

(Urmu teorisi) 


Prototürk dilinin hanki çağda dağılıb batı ve doğu kollara ayrıl­ması probleminin Türkolojide doğru yorumu yoktur. Bunun nedeni türk dili, glottogenezi, tarihi gramer ve tarihi dialektologiya sa­ha­sında ciddi araştırmanın olmaması, Türk dili ailesinin ve Prototürk dilinin hanki mekanda ve hanki çağda ya­ran­ması, özellikle hanki çağda dağılması hakkında söy­lenen fikir­lerin arkeoloji bel­ge­lere dayanma­masıdır. Bu nedenle Türklerin etno­ge­nezi haqqında Türkoloji ilminde çok farklı fikirler ortaya çıkmıştır. Türko­lojide derin kök salmış, lakin sübut olunmamış yanlış “Altay dil ailesi” teorisi ise türk etnogenezi ilmini çıkmaza sok­muştur.

Ayrı-ayrı dialektlerin kavuşması ile yaranan büyük dil aileleri, yani protodiller m.ö. IV binyılda iklim değişmeleri nedeni ile başlanan göçlerle çeşitşi kollara ayrılmış ve ayrı-ayrı çağlarda bu kollardan yeni dialekt­ler, diller türemiştir. Orta Avrupada yaranmış proto­hind­avrupa, Uralda yaranmış protofinuqor, Kuzey Kafkazda yaranmış protokafkaz, Arabistan yarımadasında yaranmış protosami ve başka dil ailelerinin geçtiği bu yol Türk dil ailesi için de geçerlidir. 


Böyle ki, Ön Asyada yaranmış prototürk dili m.ö. IV binyı­lın ortalarında batı ve doğu kollara ayrılmış, doğuya giden prototürk urugları Orta Asyadan İtil yakalarına ve Altaya kadar ayrı-ayrı bölgelerde ikinci Atayurdlar salmış­lar.



Milattan önce IV-II binyıllar arasında doğuya miqrasiya etmiş doğu türk kolunun Altayda saldığı ikinci Atayurd yanlış olarak Türk­le­rin ilkin Atayurdu gibi yorumlanmıştır. 


Bu problemi ayrı-ayrılıkta arkeoloji, kültür, etnografik ve dilçilik açısından çözmek isteyenler olmuştur. Lakin türk etnosunun tarihine kronoloji ardıcıllıkla değil, diakroniya dışında tarihin belli sinkron kesiğinde bakılmış, arkeoloji belgeleri göze almadan Ön Asya dışında nerede türk varsa, orası ikinci degil, ilkin Atayurd sayılmıştır:


Doğu Asya (Menges); Uzak Doğu, Mancurya, Khingan dağları (Ramstedt); Mancurya ile Mongolustanın güneyi (Parker); Amur çayı dolayları (Yavuz); Baykal gölünün doğusu (Tomaschek); Baykalın güney-batısı (Koppers); Baykaldan Gobu çölüne kadar (Gahz); Altay dağları (Klaprothe, Hammer, Schott, Castren, Vamberi); Altayın doğusu (Radlov, Ligeti); Altay-Kırgız bozkırları (Menghin); Kazakıstan (Eickstedt); Tanrı dağları (Tyan-Şan) - Asyanın kuzey-batı bölgeleri (Stızygowsky); Tanrı dağları bölgesi (Almasy); Tanrı dağının kuzey-batı yakaları ile Aral gölü arası (De Guignes, Togan); Altay ve Ural dağları arası ile Aral gölü bölgesi (Nemeth); Ural-Altay arası (Rasonyi); İrtış-Ural arası (Zichy); Orta Asya (Poppe, Günaltay) ve b.



Göründüğü gibi, türklerin ilkin Atayurdu Mancuryadan Ural dağlarına kadar muhtelif bölgelerde gösterilmiştir. Halbuki bu prob­lemin çözül­mesi tarihi göçlerin çağını ve yönünü bellemeğe çok bağlıdır. 


Ön Asya ve Güney Kafkazda m.ö. IV binyılın ortalarında başlanan kuraklık sonuçunda buradan kuzey ve doğu yönlere ilk bü­yük göçler olmuştur. 


Orta Asyada yerleşen prototürk uruglarının bir kısmı kuraklığın artması nedeni ile m.ö. II binyılda daha ileri giderek Ural ve Kazakistan arası bozkırlarda yerleşmişler.[1] 

Türk boylarının toplum halda yerleştiği yeni bölgeler onların ikinci Atayurduna çev­rilmiştir.

Coğrafi durumuna göre m.ö. IV-II binyıllar arası dönemde artık türk yurduna çevril­miş Orta Asya sonralar türk boylarının muhtelif yönlere migrasiyası yolunda köprü rolunu oynamıştır. Doğu türk urug­­larının bir kısmı Orta Asya ve Kazakistan üzerinden geçerek bugün hakas, altay, tuva halklarının Atayurdu olan Altay bölgesine girmişler. 


Altayda m.ö. XXV-VIII asrlar arası bir-birinin ardıca orta­ya çıkan Afanasyevo, Andronovo, Karasuk ve Tagar arkeoloji kül­tü­rünün batıdan gelmesi bellidir. Bura gelenlerin içinde türk urugla­rı­nın olması ihtimali de vardır, lakin m.ö. VIII yüzyıldan görünen Aldıbel kültürü ile m.ö. V-III asrlara aid Saglı kültürünü taşıyanların türklüğü kuşkusuzdur. 


Arjan (m.ö. VIII-VII) ve Pazırık (m.ö. V) kurganları bunun aydın göstergesidir.


İkiçayarasına V binyılda gelen sumerlerden sonra III-I binyıllar boyu dalgalarla buraya sami urugları (akkad, asur, aramey, arab) gelmişler. II binyılın başında kuzey-batıdan Orta Anadoluya hindav­ru­padilli hettler, VIII-VII yüzyıllarda frig ve haylar, kuzeyden Güney-Doğu Anado­luya ise II binyılın başında kafkazdilli hurriler ve aynı binyılın sonunda urartular gelib yerleşmişler. 


Karadenizin kuzeyin­den kalkarak Orta Asya üzerinden Afganistanın kuzeyindeki Areya bölgesine gelen ari (hindiran) urugları orada m.ö. II binyılın sonla­rında iki kola ayrılmış, biri Hindistana, diğeri de m.ö. VIII yüzyılda İra­nın güneyinde adı türkce Bars (Fars) olan bölgeye gelib yerleşmişler.


Göründüğü gibi, Ön Asyada prototürk yurdları bura gelen başka dilli etnoslarla dolmuş, türk uruglarının çoğu ise doğu bölgelere geç­miş­­ler. Aynı durumu o çağlarda Ön Asyadan Hindistana köçen proto­dravidler de yaşamışlar. Böylece, sakaların m.ö. VII asrın başla­rında Ön Asyaya dönüşüne kadar buranın etnik demografyası önemli dere­ce­de değişmiştir. 


Türk halklarının sonrakı Atayurdlarından köklü şekil­de fark­la­nan prototürk etnosunun ilkin Atayurdu problemi, onun tarihi-coğrafi sınırları antropoloji, arkeoloji, tarihi, coğrafi belgelerle yanaşı, dil­çi­lik, folklor, etnografik ve mitoloji belgelerin tarihi-mukayiseli tahlili ve kompleks analizi ile öğrenilmelidir. Size sunulan bu bildiride ama­cı­mız problemin çözümü değil, onun gündeme getirilmesi ve mesele­nin koyuluşuna ışık tutan bazı belgeleri dikkatinize arz etmek­tir.[2]





1.Antropoloji belgeler. 

Avrupoid ırkın Aralıgdenizi tipine ait dolikokefal türk etnosunun doğuya migrasiya etmiş urugları orada binyıllar boyunca iç-içe yaşadıkları brakikefal ve mongoloid tiplerle karışmış, Ön Asyaya dönen türk boyları hafif da olsa, bu antropoloji cizgilerle geri dönmüşler. Atayurddan uzak düşme­yen türkmen-azer boy­la­rında ise ulutürk çağın­dan kalma klassik Ön As­ya antropoloji görkem daha kabarık kalmıştır. 

Altayda gerçekle­şen türk-mongol karış­ma­sı Hun çağında inten­siv­leşmiştir. Minusin çuku­runda hala m.ö. VII-IV yüzyıllarda ahalinin çoğu av­ru­poid idi, yalnız Taştık kültürü (m.ö. III – m.s. V) çağında burada mongoloid ve karışık tipler görünür. Tuva-hakas bölgesi avrupoid brokikefal tipin formalaştığı arazidir. Çağdaş hakaslarda mongoloid cizgiler kabarık olsa da, Taştıklı protohakaslarda mongo­loid cizgiler hala zaif idi, hatta m.s. VII-X yüzyıllara kadar Tibet ve Çin kaynakları onları mongol-tibet boylarından farklı “sarısaç ve gökgöz” insanlar gibi veriyorlar.[3]


Hakas-sagay toplumundan ayrılıb doğuya giden saha (yakut) boyları Baykal yakasında mongoloidlerle daha davamlı kaynayıb-karışmış ve burası sahaların ikinci Atayurduna çevrilmiştir. Sonralar kuzey-doğu bölgelere geçen ve fiziksel görkemi mongol-tunguslara yakın olan sahaların dilinde de türk dilleri ile olan fark artmıştır.


Antropoloji belgelerle yanaşı kanın terkibi ve bazı hastalıklar da türklerin Atayur­dunu doğuda değil, Ön Asyada olduğunu gösteren bioloji belgedir. 


Azer türklerinde yalnız genle nesilden-nesile geçen talassemiya ve ona benzer hastalık Aralıkdenizi bölgelerinde 4-5 bin­yıl önce yayılmıştı.





2. Arkeoloji kültür belgeleri. 

Etnoar­keoloji metodun gereklili­ğini, etnik tarihin aşamalar üzre öğrenil­me­sinde tarihi-mukayiseli dilçilik, paleografiya ile yanısıra etnik arkeolo­ji­nin geniş imkan açtığını vurgulayan A.Barta yazıyor: “Ne yazık ki, arkeoloji kültürde etnik iden­tifikasiya için hala vahid metod yoktur”.[4]

İslam öncesi yazılı kaynaklarda tasbit olunan türk bölgele­ri­nin arkeoloji kültürüne dayanarak daha eski çağlara aid analoji kül­türün etnoarkeoloji özellikleri arasında paralellik arayıb mukayiseler apar­mak ilmi metoda aykırı değildir. Bu yönde aparılan araştırmalar gös­teriyor ki, türk etnoarkeoloji kültürünün kaynağı Dicle çayının, Van ve Urmu göllerinin havzasıdır. 


Prototürk etnosuna aid arkeoloji kültürde etnik özellik kendisini bükülü basırık (sonralar atlı ba­sırık, bal­bal, daşba­ba ilave edilmiştir) ve kurgan kültüründe gösteriyor. 


Prototük çağında Ön Asyada bir-birinin devamı gibi yaranmış arkeoloji kültürlerin (Carmo, Halaf, Hasun, Kür-Araz) dışarıdan gelmesi faktı yoktur, dışarı ta­şın­ması faktı vardır. 

Lakin türklerin eski migrasiyasını doğudan batıya olduğunu yazanlar arkeoloji kültürün kronolojisini ve yerdeğişme yönüne önem vermeden göçün yönlerini tersine veriyorlar. 
İkiçayara­sın­da Halaf kültürü üzerinde yaranmış kuzey Ubeyd kültürü sonralar Tükmenistanın güne­yinde (Göksur 1) ortaya çıkıyorsa, Anau kül­türünün batı kolu Tah­ran çevresi kültürün devamı, doğu kolu ise (Moncuklu-depe) İrandakı Sialk, hatta İkiçayarasındakı Hasun kültürünün devamı­dırsa, onda göçün yönün doğudan batıya nasıl oluyor? 

Halbuki bu arkeo­lo­ji abideleri araştıran uzmanlar göçün yönünü doğudan batıya oldu­ğunu defalarca vurgulamışlar.[5] 

Bunu da unutmamak gerekir ki, Güney Sibirde neolit çağı Ön Asyadan 4 binyıl sonra başlanmıştır.








3. Etnografik belgeler. 
Tarım, koyunçuluk, atçılık, demirçi­lik, halça­çı­lık sanatının, teker ve arabanın Ön As­ya­da yaranıb buradan etraf bölgelere ya­yıl­ması bellidir. 

Doğu türklerde özünü gös­teren atlı ve bükülü basırık (ölü gömme) kültürü, mitoloji ve folklor motifleri, eski inanc ve kultlar, kozmonim ve teonimler, hatta “tanrı” (tenger) sözünün kendisi de Ön Asya kökenlidir.[6] Türk bası­rık geleneğinde yay­gın olan balbal, daş­baba örneklerinin en eskisi son yıllarda Hakkaride bulunmuştur.[7] 


Daşbaba gele­ne­ğinin türk göçlerile buradan Avrasya bozkırlarına taşınması kuşku doğurmuyor.




4. Tarihi demografya. 

Prototük boylarının zaman-zaman Ön Asyadan gitmesi burada türk etnosunun sıklığını azaltsa da, 2700 yıl önce başlanıb XI-XII yüzyıllara kadar dalga-dalga devam eden geri dönmeler eski Atayurdda türklerın sayını artırmıştır. Önce doğuya, sonra batıya olan türk göçlerinin benzer ve farklı nedenleri vardır. 

İlk doğu göçleri uzmanların “büyük migrasiyalar çağı” adlandırdığı m.ö. IV ve II binlerin ortalarında gerçekleşmiştir.[8] 


O çağda yük ve koşku hayvanlarının yardımı ile Ön Asyadan dışarı göçleri Urmu-Van gölleri arasında yaranmış ilk teker-araba da kolaylaştırmış, m.ö. II binyılın ortalarında ise atçılık, ata binme atlı-arabalı bozkır türklerine kısa zamanda daha uzaklara gitmek imkanı vermiştir. Altay eposla­rında yerli faunaya yad olan batı bölgelere aid hayvanlar vardır.[9]


Tarihi göçlerin bir kısmı iklim, landşaft değişmeleri, kuraklık, yiyecek kıtlığı, epidemiya, savaş, deportasiya nedeni ile, bir kısmı da ahalinin artımı ve yeni barınacak bölgelerin aranması ile gerçekleşiyor. Miladın ilk yüzyıllarında Mongol-Altay bölgelerinde başlanan kuraklık hunların batıya göçleri ile sonuçlanmıştır. Çinin kuzeyindese III yüzyılda devam eden kuraklık, aclık ve savaş dağıntıları ile ahalinin sayı %80 azalmıştır.[10]


Bazen biosferde yaranan uygun şerait bölge halkına teper ve­rip passionerliğini artırıyor. Göktürkler çağında kırgızların 80 bin askeri vardı, XI yüzyılın başında ise onlar savaşa 400 bin asker çıkara biliyorlardı.[11] Orta Asyadan oğuz-türkmen boylarının Azer­baycan, Irak ve Ana­do­luya göçmesi nedenini o çağın arab yazarları “ai­le­lerin çoğalması” ile izah ediyorlardı.[12]


Tarihi köçlerin nedenini, türünü, yönünü gösteren antropoloji, arkeoloji, demografik, onomastik belgeler, kaya resmleri, tamgalar ve yazılı kaynaklar öğrenildikce eski türklerin etnik çoğrafyası da kendi gerçek yüzünü gösteriyor. 


Tanınmış türkolog A. N. Samoyloviç kırk yıl sovyet dilçilik mektebinin lideri olmuş akademik N.Y. Marrın bu söz­le­rine yüksek değer vermiştir: 


“Aralık denizi kıyılarında(sahillerinde) türklerin tarihi varlığı yunan ve latın dillerinin yaranmasından, yunan-rum dünyasının ortaya çıkmasından evveldir”.[13]




5. Onomastik belgeler. 

Türk onomastikasının Ön Asya yazılı kaynaklarında yer alması ve aynı adların sonralar Güney Avrupadan Güney Sibir ve Türküstana kadar geniş bölgelerde ortaya çıkması kronoloji ardıcıllık bakımından migrasyanın yönü ve çağı hakkında bilgi veriyor. Ön Asyada işlenen türkce çay, dağ ve yer-yurd adları, şahs ve boy adları buradan giden boyların etnik yaddaşında yaşamış, yeni Atayurdda yeniden işlenmiştir. 

Yazılı kaynaklar m.ö. III-I binyıllar boyu Ön Asyada Subar, Aratta, Kut, Turuk (Türk), Kumuk, Kuman, Alban, Aran, Saka, Kaspi, Ermen, Bars, Padar, Azar (Azer), Gamer, Göger, Gar­gar, Sangi-but (Zengi boyu), Kaşkay, Urmu, Kızıl-bud Kızıl boyu), Polad ve b. siyasi kurumla­rın (bölge, ülke, şehir, devlet, beylik) adını çekiyor ki, bunların ekseri türk etnotoponimleridir.




6. Dilçilik belgeleri. 

Monsillabik dönemi ilkin Atayurdda geçen Proto­türk dili dağılanda artık stabil gramatik kuruluşa, zengin leksik bazaya malikdi. İkiçayarasına gelip türklerle komşulukda yaşayan sumerle­rin diline geçen sözler sırasında bu fiiller vardır: 

dur-, düş-, de-, tök-, get-, it-, kaç-, kal-, koru-, çap-, tak-, deg-, eş-. 

Türkizmler başka komşu halkların (hat, elam, kassi) ve bura gelen akkad-asur, hurri-urartu, hettlerin diline de geçmiştir. 

Ön Asya izoglosları sıra­sında kut, tengri, dağ, tepe, su (sub), kab, bars, börü gibi yüzlerle söz, türk adları (Alpan, Turan, Tarkan, Ugur, Kamata ve b.) vardır. 


Saka­ların Ön Asyaya dönüşünden önce türklerin buraya gelmesi hakkında ar­ke­oloji ve yazılı belge yoktur. 


Bu halde m.ö. III-I binlere aid bu kadar türk sözü nereden çıktı? Tabii ki, Altay teorisi başka soruları cevapsız bıraktığı gibi bu soruya da cevap veremiyor.



Doğuya giden türklerin dil ve kültür teperi Orta Asya, Altay ve Türkistan bölgelerindeki geosiyasi ve etno­lingvistik alanda hege­mon duruma çıkmış, bölge halkları ile bilingvizm şeraitinde yaşamış­lar. Mongol ve tunguslarla iç-içe yaşam ise “türk-mongol-tungus dil birliği” yaratmıştır. Böyle birlik genetik akrabalık değil, sonraki kon­takt ile yaranmıştır, burada söz konusu “dil ailesi” değil, “dil birliği” olma­lı­dır.[14]


Türk dillerinde ileri sözünün “doğu” anlamı doğuya giderken yaranmıştır. Reng bildiren türk sözleri ise ilkin Atayurdun çevresinde denizlerin hanki tarafda bulunduğunu gösteriyor:


Kara (kuzey), Kızıl (güney), Ak (batı), Gök (doğu). 


Türk Atayurdundan güneyde Herodot Fars kör­­fezinin de Kızıl//Kırmızı adlandığını yazıyor. Doğuda ise iki Gökgöl vardı ve Kaspinin bir adı da Gökdeniz idi. 


Göründüğü gibi, Ön Asyanın denizleri de türk Atayurdunun koordinatlarını sergiliyor.






Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu Celilov (1947-)
Dilbilimci ve Türkolog
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin eski Başbakan Yardımcılığını yapmıştır. Bakü Devlet Üniversitesi'nde çalışmaktadır.

Türk Tarihi açısından yazılarını takip etmenizi, 
kitaplarını okumanızı öneririm.

Kendi web sayfasından kitapları indirebilirsiniz.






.................
N o t l a r:
[1] Doğu Aralıgdenizi antropoloji tipinin m.ö. IV-III binyıllarda Güney Türkmenis­tanda görünmesi (Etnografiya i arkheologiya Sredney Azii. Moskova, 1979, 10-14);
III binyılın başlarında Güney Azerbeycandan Orta Asyaya arkeoloji kültür sızmala­rını gösteren boyalı-nakışlı keramik kabların ortaya çıkması (Avdusin D. A. Arkhe­ologiya SSSR. Moskova, 1977, 72-76); II binyılın ortalarında Türkmenistanda Altın­tepe meskeninin dağılması ve ahalinin Kuzey Afkanistan - Güney Özbekistan ta­rafa (Sappalı, Gonur, Daşlı) geçmesi (İstoriya Drevnego Vostoka. Moskova, 1979, 319); ve Urmu havzasından doğuya olan köçler m.ö. IV-II binlerde migrasyanın batıdan doğuya olduğunu gösterir.
[2] Prototürk Atayurdu, dili, dialektleri, arkeologiyası, boyları, etnografyası hakkında tarihi belgeler bu kitablarda verilmiştir: Ağasıoğlu F. (Celilov). Azerbeycan dili morfonologiyasından oçerkler (1985); Azerbeycan dilinin morfonologiyası (1988); Azer halkı (2000; 3-cü baskı 2005); Kadim türk eli. Saka-Gamer boyları (2006); Tanrı elçisi İbrahim (2007) ve 9 cildde yazılıb hala basılmamış “Dokuz Bitik” (İslamakadar türklerin tarihi). 
[3] Po sledam drevnix kultur. Ot Volgi do Tixogo okeana. Moskova, 1954, 199. 
[4] Barta A. Problemı etniçeskoy arxeologii v Uralistike i Altaistike. “Uralo-Alta­is­tika”, Novosibirsk, 1985, 11-13.
[5] Eneolit SSSR, Moskova, 1982, 34; Sarianidi V. İ. Drevnie svyazi Yujnogo Turk­me­nistana i Severnogo İrana. “Sovetskaya Arxeologiya”, №4, 1970, 24.
[6] Etnografik gelenekler daha konservativ olur. Özellikle, ölü bastırma adeti binyıllar boyu degişmeden devam edir. Bu bakımdan, m.ö. IV-III binlerde İkiçayarasında yaşayan subar boylarının bükülü basırık geleneyi önemli belgedur. Rus tarihçileri yazır: “Subarlar tabiat olaylarını ilahileştirib o biri dünyanın varlığına inanırdılar. Açılan mezarlarda kab-kacak, daş ve kemik aletlerle birlikde bükülü bastırma adeti görünür” (Avdiyev V. İ. İstoriya Drevnego Vostoka. Leningrad, 1948, 358). Ölünün bükülmüş halda mezara koyulması türklerde İslamakadar devam etmiştir.
[7] Севин В. Щаккари ташлары. Чыплак савашчыларын эиземи. Истанбул, 2005
[8] Zablotska Y. İstoriya Blijnego Vostoka v drevnosti. Moskova, 1989, 43.
[9] Sagalayev A. M. Mifologiya i verovaniya altaytsev. Tsentralno-aziatskie vliyaniya. Novosibirsk, 1984, 69.
[10] Gumilyev L. N. Geografiya etnosa v istoriçeskiy period. Leningrad, 1990, 74.
[11] Togan A.Z.V. Umumi Türk Tarihine giriş. I c. (III baskı), İstanbul, 1981, 143.
[12] Aynı kaynak, 146.
[13] Samoyloviç A. N. Turkologiya i novoe uçenie o yazıke. “AN SSSR, XLV, Akad. N.Y. Marru”, Moskova-Leningrad, 1935, 119.
[14] “Altay dil ailesi” teorisinin yanlış olduğunu yazan komparativist ve türkolog alimlerin (G. Clauson, V. Kotviç, B. A. Serebrennikov, G. D. Sanjeyev, G. Dörfer, F. Zeynalov, B. Ögel, A. M. Şerbak ve b.) sayı artmagdadır.




_______________TÜRKOLOJİ_____________