Firudin Ağasıoğlu Celilov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Firudin Ağasıoğlu Celilov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2019 Cuma

Kadeş Savaşı'nda Türkler





II. Ramses - Kadeş Savaşı





Dünyanın ilk yazılı antlaşması. Hattuşa (Boğazköy)

Eşit şartlarla imzalanan ve tarihin bilinen ilk uluslararası olan Kadeş Antlaşması MÖ. 1269 yılında, Hitit Kralı III. Hattusilis ile Mısır Firavunu II. Ramses arasında yapılmış ve o devrin diplomatik dili olan Akadca ile yazılmıştır. Antlaşmanın Akad diliyle yazılmış üç kopyası bulunmaktadır. 1906 yılında Hugo Winckler ve Teodor Makridy tarafından birlikte yürütülen Türk-Alman kazılarında, başkent Boğazköy-Büyükkale’de bulunmuş olan kopyalardan bir tanesi Berlin’de bulunmakta, iki tanesi de İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde bulunmaktadır.


Antlaşmanın Mısırca’ya tercüme edilmiş kopyaları Karnak ve Ramesseum’daki Amon tapınaklarının duvarlarına kazınmıştır. Bunlar orjinalinden biraz farklı olarak antlaşmanın ehemmiyetini Mısır’a atfetmekte ve barışın bir lütuf olarak imzalandığını vurgulamaktadırlar. Antlaşmanın Hitit metni, resmen kabul edilmiş şartlara çok yakın bilgiler içermektedir.


2. Ramses’in saltanatı Hitit devletine düşmanca bir tavır takınmasıyla başlamasına rağmen, her iki süper güç de ilgi alanlarını başka hususlara çevirebilmek ve hepsinden önemlisi “Deniz Kavimlerinin” gizli saldırılarına karşı koyabilmek için birleşerek birlikte müdafaa ve saldırı şartlarında anlaşarak barış yapıyorlar. Antlaşmadan bazı bölümler: Mısır memleketinin kralı, büyük kral, kahraman Ramses’in Hatti memleketinin kralı Hattuşili ile iyi dostluklarının, kardeşliklerinin ve büyük krallıklarının devamı için yaptıkları antlaşmadır.”


Mısır kralı şu sözlerle devam etmekte: Aramızda daimi olarak iyi kardeşlik ve barış kurdum. Mısır memleketi ile Hatti memleketi arasındaki ilişkilerde iyi kardeşliğin ve iyi barışın kurulması için şunları söylüyorum: İşte, Mısır memleketi ile Hatti memleketi arasındaki ilişkiye gelince, öteden beri tanrı onlar arasında düşmanlığa izin vermediğinden antlaşma ebedidir... 
Eğer dış memleketlerden bir düşman Mısır kralı kardeşin Ramses ve Mısır memleketine saldırırsa ve onun kardeşi “bana yardıma gel” diye haber gönderirse, Hatti memleketi kralı, Büyük Kral Hattuşili piyadelerini, süvarilerini gönderecek ve benim düşmanımı öldürecek.” (arkeofili)




***

Kadeş Savaşı'na bir de aşağıdaki açıdan bakalım;


- Mısır, öncülü olmadan birden beliren yazıyı Sumerlilerden almıştır. Mısır'ın ilk sakinleri Türkler'dir.

- MÖ 1670 li yıllarda Kassitlerin de aralarında bulunduğu, karışık topluluklardan meydana gelen Hiksoslar (İkesus olarak da geçer, İke-Susa'dan gelenler; Mısırlılar 'Çoban Krallar' der) Mısır'ı işgal eder. Başkentleri Avaris'tir. Atı, arabayı, yayla birlikte birçok askeri malemeyi Hiksoslar öğretmiştir. Atlı kurganlar Hiksoslar dönemindendir.

- Hititler savaşa giderken barış döneminde oldukları Kaşkalardan savaşçı almıştır. Hititlerle MÖ 17.yy'dan beri sürekli savaşmıştır. Hitit kralı Arnuwanda-kraliçe Aşmunikal metninde geçen Nerikka (Nerik), Hurşamadan, Gaştama (Kastamonu), Kammama, Tumamana, İşhara, Dankuşna, Tapaşawa, Taggasta, Şerissa, Tastaressa, Tarugga ülkelerinin Kaşkalar tarafından ele geçirildiğinden bahseder. Kaşkalar Muşki ve Urartu ile de ittifak kurup Asurlulara karşı da savaşmıştır. Kaşkalar Turovalıların da müttefiklerindendir. Karadeniz bölgesinde yerleşik olan Kaşkalar/Gaşgalar demir/çelik eşya üretimi ile ünlüdür. Kaşkalar ile Muşkiler Saka/İskit boylarındandır, bu yüzden Türk tarihi açsından çok önemlidir!

- Firavun unvan değil özel addır. Mısırlılar tarafından Mısırlıları tarif etmek için asla kullanılmamıştı. Firavun (Pharaoh) Hiksoslardan Beduin Jabarin hanedanına mensup, 15.yy da Mısır'ı yöneten kralın adıdır. Yahudiler Fiavun'dan kaçtıktan sonra tüm kralları Firavun unvanıyla andı. (Mustafa Waziri, director-general of Luxor's Antiquities). Ashraf Ezzat ise "Mısır ne Firavun ne de İsraillieri bilirdi (Egypt knew no Pharaohs nor Israelites)" der. Yapılan kazılarda da köle değil işçi kentleri bulunmuştur. "Piramitlerde çalışan onca işçiyi niye beslesin ki ödeme yapabiliyorken" der Adel Okasha, " Piramit işçileri Mısırlıydı ve köle değildi" der Zahi Hawass. Ayrıca Piramitler inşa edilirken Mısır'da Yahudi yoktur (Prof.Amihai Mazar).

- Mısır'da rahiplerden sonra savaşçılar (ordu) sınıfı gelir. Savaş zamanı ne Sami ne de Hami kökenli Mısırlılar savaşçı olarak katılmaz, askerlikten kaçardı. Firavunlar bu yüzden ordusunu Anadolulu savaşçılardan oluştururdu.





SARİSSA (Şerissa) - Kuşaklı/Sivas

Kadeş antlaşmasının imzalandığı yer olduğu iddia edilir:

"Sarissa´da yapılan arkeolojik kazılarda büyük bir tapınak, birçok tablet, tarihteki ilk yazılı anlaşma, çömlekten yapılmış ikiz boğa (Rhyton) heykeli ve çok sayıda eser çıkartıldı. Kazılarda bulunan MÖ 1285 yılında tabletlere işlenmiş tarihteki ilk yazılı anlaşmanın Mısırlılarla Hititler arasında yapılan Kadeş Barış Anlaşması´nın metni olduğu tespit edildi. Metinde, ‘Sarissa´nın Fırtına Tanrısı´nın şahitlik etmiştir‘ ifadelerinin yer aldığı ortaya çıkartıldı. Ayrıca kentte kralların konakladığı, dini bayramların yapıldığı düşünülüyor. Kazı ekibinin ‘C Binası´ dediği 76 metre uzunluğundaki tapınak binası MÖ 1525 tarihlendiriliyor ve ‘Hitit kentlerinde bulunanların en büyüğü´ olarak tanımlanıyor.  Kazılarda bulunan tabletler arasında 18 fal, 3 bayram metni, 12 dinsel kült dokümanı bulundu ve birçoğu Sivas Arkeoloji Müzesi´nde sergilenmekte." (Basın; İHA, 31.07.2018)


Aslında birçok anlaşmada Sarissa'nın Fırtına Tanrısı üzerine yemin edildiği yazmaktadır. Kadeş antlaşmasının Sarissa'da bulunmuş olması, onun orada imzalanmış olduğunu kanıtlamaz. Hitit kralı ile eşit seviyede olan Mısır Firavunu antlaşmayı imzalamak için Anadolu topraklarına gelmez, bu diplomasiye aykırıdır.


Sarissa adı; -ss-li yer adları Anadolulu olsa da Hititçe değildir, yani Hint-Avrupa dilinden değildir! Ayrıca 'Pelasgca' dedikleri Larissa yer adına da çok benzemektedir. Bu sebeple de Sarissa yer adının Hattilerden kalmış olması gerekir


Kızıl (Güney), Gök (Mavi-Doğu), Kara (Kuzey), Ağ (Ak-Batı) ve Sarı (Merkez)... 

Türklerde renk ile bildirilen yer adları mevcuttur; Sarıkamış, Sarıca, Sarıcalı, Hazarların Saraşen (Sarışın) kenti, Sarı Göl, Sarısu, Sarıdolama Tepesi, Sarıbaba Dağı gibi...

Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu "Azərbaycanda coğrafi durumla bağlı güneyli boya qızıl, qızılanlı, orta və batılı boya sarı, sarıcalı, ağca, ağ xəzər, quzeyli boya qaralı, qara xəzər deyildiyi kimi, ağ qıpçaq-qara qıpçaq, ağ tatar-qara tatar, ağ hun-qara hun, ağ noqay-qara noqay, ağ mañğıt-qara mañğıt bölgüləri rəng-cəhət gələnəyinin türk toplumu içində davam etdiyini göstərir" demektedir. Hatta boy adları olarak da karşımıza çıkar: "Altay boyları daxilində belə bölgü önə çıxmışdır: qara almat-sarı almat, qara todoş-sarı todoş, qara d´ağıraq-sarı d´ağıraq, qara irkit-sarı irkit, qara sayoñ-sarı-sayoñ, qara toğus-sarı toğus" (Dokuz Bitik, cilt 2)

Semra Bayraktar







10 Ağustos 2018 Cuma

Kutsal Sungular



Kutsal Sungular; 
Buğday sapları; çubuğa dolanmış saçlar;
zamanla yerini Ok'lara mı bırakmış?..



Herodot 4:33

"... Skythia'ya buğday saplarıyla bağlanmış kutsal sungular Hyperboreanlıların oralardan gelir derler;... ama ilk seferinde Hyperboreanlılar bunları iki kızoğlan kıza taşıttırmışlar, ki Deloslular bunlara Hyperrokhe ve Laodike adlarını verirler; kendi yurttaşlarından beş kişiyi de yanlarına katmışlar, ki bugün bunlar Delos'da büyük saygı görürler ve Taşıyıcılar diye anılırlar. Ama Hyperboreanlılar gönderdikleri adamların geri dönmediklerini görmüşler. Acaba sonradan gidecek olan elçilerimiz de dönmeyecekler mi diye telaş etmişler; bundan sonra buğday saplarına sarılıp bağlanmış olan sungularını getirip komşularına vermişler ve onların da öbür komşularına vermelerini istemişler. Böylece elden ele Delos'a kadar gelir derler. Ben kendi hesabıma, Thrak ve Paionia kadınlarında da bu sungular için yapılanlara benzer bir görenek olduğunu biliyorum: Kraliçe Artemis adına kurban kestikleri zaman töreni buğday sapı olmadan yapmazlar." 



Herodot 4:34

"... Hyperborean'dan gelen genç kızlar, Delos'ta ölmüşlerdir, bunlara saygı olmak üzere bu adada kızlar ve oğlanlar saçlarını dibinden keserler. Kızlar evlenmeden önce saçlarını keserler; bir çubuğa dolayıp, iki bakirenin mezarı üzerine koyarlar. Bu anıt, Artemis duvarları içerisindedir."



Halikarnas Balıkçısı - Düşün Yazıları

"Delos’a gelen kız ve erkekler Herodot’a göre «Perpherees»tir; buna göre Hyperferees de Hyperboreoi oluyor. Yani «taşıyıcılar» vb. oluyor. Abaris için de «ton oiston periephere» (çepeçevre taşıyordu) deniyor. Taşıdığı da «ton oiston» yani ok. Tuhaf değil mi, Kâbe’deki Kybele’ye de OK getirirlerdi, hattâ Hazreti Muhammed’in babası «oğlum doğmadan önce uğurlu olsun diye Hubele putuna (Kybele’ye) altı OK verdim» diyor."







Peki, başka kim "Ok" bırakıyordu?..


Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu - Taşbaba Türk'ün Taş Yaddaşı (Hafızası)

"Azerbaycan edebiyatında Nizami Gencevi 'İskendername' eserinde: Türk boylarının diktiği bu dikili taşlara secde edenler ona saygı duyar, yanından geçen her bir atlı Kıpçak buraya OK batırır, çobanlar ise sürüden ona bir kurbanlık koyun ayırırdı; der." 







- Hyperborean - Kuzeyli İskit boyu.
- Apollo rahibi Hyperboreanlı Abaris elindeki okla hiçbir şey yemeden içmeden atıyla dünyayı dolaşır, aynı zamanda otacıdır. Yani hem Kam, hem de Avar Türkleri'ndendir. (Apar/Abar/Avar).
- Artemis Grekçe değildir.

SB


17 Haziran 2018 Pazar

Pan-Helenizm ve Türk Tarih Tezi




Bir batılının, nalıncı keseri gibi habire kendine yontusuna, insan usunun doğal eleştiriciliğinden vazgeçip 
sömürge olmaya alışmış eski doğu kafasıyla "lebbeyk*" diyemeyiz.
Halikarnas Balıkçısı

* Lebbeyk = Emrine amadeyim, buyur!



Taşbaba/Balbal - Üç-Enmek/Altay.
Uch-Enmek / Karakol / Altay ; #Turkish of etymology
#Turks #Turkic #Altai
Turkish Culture & Art



...en anlamlı örnek Sümer Türkleri sorunudur. Sümerce ile Türkçe arasında çok sayıda eş anlamlı sözcüğün varlığı yıllardır iddia edilir (Hommel 1915). Sümerlilerin ünlü Ur mezarlarının kazıcısı Sir Leonard Woolley, kazılar tamamlandıktan çok sonra yayınladığı kitaplarının birinde, giriş bölümünde, Sümer dilinin eski Türkçe (Turanca)'ye benzediğini ifade eder: "...The Sumerians were a dark-haired people "black-heads" the text call them speaking an agglutinative language somewhat resembling ancient Turkish (Turanian) in its formation though not in its etymology; judging by their physical type they were of the İndo-European stock in appearance not unlike the modern Arab, and were certainly well developed intellectually.... "(Woolley 1965,6).


Türkçe ile Sümerceyi karşılaştırmak için Türk akademisyenin ne Sir Leonard Woolley'in ne de başka birinin desteğine ihtiyacı var. Onu yorum yapmaya gerek kalmadan anlarız: Sümerlilerin yerli Mezopotamyalı ya da Kuzey Afrika'dan olmadığını, bölgeye muhtemelen dağlık bir ülkeden geldiğini biliyoruz. Eklentili bir dil olan Sümer dilinin aynı kültür bölgesindeki Akadca'dan Asurca'dan, Babilce'den farklı olduğunu, hele hele Hint-Avrupalı denilenle hiç ilgisi olmadığını biliyoruz. Sümerce-Türkçe bağlantıları üzerinde bazı akademik çalışmaların varlığını da biliyoruz. Bunların, okuyucuyu ikna etmekte yetersiz olduğunu da ayrıca biliyoruz. Çoğu zaman, her ortamda "Sümer" sözcüğü ile "Türk" sözcüğünü aynı cümlede kullandığımız zaman "hafife" alındığımızı da. Bitirdiğim Türkiye'nin üç köklü üniversitesinde yaşadığım ve konudan çıkardığım sonuç budur.


Oysa, örneğin Göbeklitepe akeramik neolitik kültürünü Proto-Hint-Avrupalılara bağlayanları, hem kendi milleti hem de bizim milletimiz baş tacı etmiştir. Maddi manevi ödüllendirmiştir. Rahmetli meslektaşımız Klaus Schmidt bunların başında geliyordu. Ne yaman çelişkidir. İkna gücü zayıf bile olsa, zaman harcayarak Sümer-Türk bağlantıları üzerinde kafa patlatmış bir Türk akademisyenin iyi niyetli emeği ile dalga geçerken, MÖ 3.binin Stone Henge'i ile MÖ 10.binin akeramik neolitik tapınak kompleksini karşılaştırabilecek kadar şuurunu kaybetmiş bir yabancı akademisyenin ürettiği tuhaf ve ideolojik sonuçlara alkış tutan, ilk adıyla hitap ederek aynı kareye girmekten kendine övünç payı çıkartan şahsiyetsiz Türk arkeologlardan bahsediyoruz.


Ama bu sağlıksız düşünce biçimi Türkiye'de dünden bugüne oluşmadı. Yüksek öğretimde emperyalist dayatmalar yıllar yılı sadece tarih biliminde değil aynı zamanda akademisyenin her alanındadır. Türkiye üniversitelerinden mezun olan arkeologların her üçünden ikisi yıllar yılı Helen-Roma arkeolojisine kanalize edilmektedir. Bu kendiliğinden oluşan bir durum değil elbet. Klasik arkeoloji denilen bu dal, belli bir tarihten itibaren Türk yüksek öğretimine emperyal güçler tarafından dayatılmıştır. Klasik arkeoloji Pan-Helenizmin kendisidir. Ulusal hiçbir yanı yoktur. Ulusal tarihe karşıdır. Ama modern dünyada durum öyle değil.


Dünyanın her yerinde klasik arkeoloji eğitimi ve araştırmaları yapılır. Ama gelişmiş ülkelerin ulusal arkeolojisi önceliklidir. Bunu unutmayalım. Pan-Helenist yaklaşım, masum Anadoluculuğa bile karşıdır. Savunucularına göre Pan-Helenizm evrensel uygarlığın temelini teşkil eder. Diğer antik kültürler alt kültürlerdir. Pan-Helenist yetişen arkeolog haliyle "Sümer" ile "Türk" sözcüklerini yan yana getireni de adam yerine koymaz. Pan-Helenistliğinin farkında olmadan adamla alay bile eder. Dolayısıyla Türkiye arkeolojisinde yıllar öncesinden dayatılan Pan-Helenist eğitim sistemi ülkemize Pan-Helenist arkeologlar yetiştirmiştir. Bu sistemin başındaki kişi bugün hayatta değildir. Dünyanın en büyük Pan-Helenistlerinden biri olan rahmetli ve sevgili Ekrem Akurgal hocamızdan söz ediyorum. 


Cumhuriyet'in ilk yokluk yıllarında yurtdışında eğitim almak üzere gönderilen birkaç kişiden biridir. Atatürk Cumhuriyeti Ekrem Akurgal'ı, Türkiye'nin en zeki insanlarından biri olan Sedat Alp'i ve aynı niteliklerde bir diğeri Halil Demircioğlu'nu ve o kuşaktan şanslı ve esas anlamda zeki daha birkaç kişiyi Türkiye arkeolojisine, Anadolu tarihi araştırmalarına yön vermelerini umarak eğitim almaları için yurtdışına göndertmişti. Ancak onlar ülkelerine tamamen yabancılaşmış olarak döndüler. Örneğin Ekrem Akurgal, bir tarihte "Cevat Şakir Kabaağaç Ödülü"nüne layık görülmüş, ama Yunanlı dostları gücenir gerekçesiyle bu ödülü kabul edememişti. İşin kaynağındaki kişi bu zihniyette olunca, onun yetiştirdikleri de (bir kişi hariç) ondan daha farklı olmadı.


İlginç olan şudur: Örneğin Adıyaman Üniversitesi ya da Erzurum Atatürk Üniversitesi yoğun biçimde ülkeye Pan-Helenist arkeologlar yetiştirme çabasındadır. Nerede Adıyaman, nerede Pan-Helenizm. Henüz üniversite bile olamamış kurumlarda iddialı klasik arkeologlar ne olduğunun farkında bile olmadan Pan-Helenisttir. Onların içinden akademisyen olarak çıkanların da hemen tamamına yakını işin farkında değildir. Şimdi bu grubu oluşturan akademisyen takımı arasından birilerinin Avrasya Türk arkeoloji yapmalarını nasıl beklersiniz?


Doğal olarak bizim uğraştığımız bu konulara yönelmelerini sağlayabilmemiz mümkün değildir. Bırakın Dravid-Türk ilişkisini, "Sümer" ile "Türk" lafının bile bir araya gelmesine gıcık olan bir arkeolog yığını yetiştirmiş Türkiye yıllar yılı. Lafımı hikayemize değen bir şiirden iki dize naklederek bitiriyorum:



Herifçioğlu Sen Mişel'de koyuvermiş sakalı
Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal'ı


Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun bir şiiridir. Zamanında Fransa'da yaşayan ve çenesinde sakal bırakmış bir Türk aydınının, Türk Edebiyatı'nı küçümsemesini ve bu işlerim Mahmut Makal ile yürümeyeceğini söylemesi ile Eyüpoğlu'nun sinirlenip yazdığı bir şiirdir. Ne güzel de yazmıştır...


Prof.Dr.Semih Güneri
‘Türk-Altay Kuramı’ syf 223-224


Atıyla gömülen Türk savaşçısı (40 yaşında) - MS 7.yy
Altay , Doğu Kazakistan


Avrasya Göçebe Kültürler arkeolojisi uzmanı Prof. Dr. Semih Güneri’nin yazdığı “Türk Altay Kuramı: Arkeolojik Belgeler Işığında Kuzey Asya’da Erken Türk Kültür Tarihi” adlı kitap yeni keşifleri ortaya çıkaracak. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin kurumsal iletişim dergisi İmbat Dokuz Eylül (İDE)’e konuşan Güneri, “Kitap Türkiye’de ve yurtdışında bir ilk. Arkeolojik araştırma yöntemleri kullanılarak uzak Asya’daki Türk tarihini yazdık. Yakında Kaynak Yayınları’ndan çıkacak. Arkeolojik belgeler üzerine yazılmış bir “Türk Tarih Tezi”dir” dedi.


Prof. Dr. Güneri’nin kitabında, MS 6-8’nci yüzyıllar arasında başlatılan Türk tarihini, MÖ 13 binlere hatta hipotetik düzlemde 18 binlere kadar geriye götürülüyor. Güneri kuramını şöyle özetliyor: 

“Tarihçilere göre Türk tarihi neye göre yazılır? Orhun anıtları dediğimiz yazılı taşlardaki Runik yazıtların ışığında ya da Çin kaynaklarının belli bir tarihi aydınlatan yıllıklarına bakarak. Bunların zaman aralığı MS 6-8’inci Yüzyıllardır. Tanımlanmış arkeolojik belgeler varsa biz buradan hareketle, daha erken zaman dilimine doğru yürüyebiliriz. Arkeolojik stil gelişimi yöntemlerini kullanarak Türk dili konuşan halkların hangi erken zaman dilimlerine ulaştığını bilebiliriz. Burada başarının yolu, arazi deneyiminden ve malzemeyi çok iyi tanımadan, tanımlamadan geçiyor. Doktora öğrencilerimle birlikte ortaklaşa yürüttüğümüz çalışmalarımız boyunca bir yandan arkeolojik belgelerin analizlerini diğer yandan genetik çalışmaların sonuçlarını değerlendiriyoruz. Bu süreçte işlenmiş malzeme bize şunu gösterdi: Yer-Kuzey Asya. Yenisey ve Lena Irmakları arsasındaki mikro-klima alanlar. Bu alanlarda, çeşitli buzul dönemlerinden buzullardan muaf kalmış küçük alanları. Üst Paleolitik dönemlerden itibaren bu alanlarda kendilerine yaşam alanları yaratan popülasyon.


Bu noktadan tüm dünyaya yayılan Neolitik Çağ öncesi göçler. Doğu’da Priamurya Bölgesi. “Yeni Dünya”, yani Kuzey Amerika. Batı’da yakın Doğu’ya, Anadolu ve Mezopotamya göçleri. Güney’de Çin Merkezi Ovalarına, Moğalistan’ın bozkır kuşağına göçler. Güney’de ise bir yandan İndus Vadisi’ne diğer yandan da Transhimalayalar üzerinden Tibet’e göçler. Bütün bu hatlar, yıllarca arkeolojik belgeleri izleyerek belirlediğimiz göç yollarıdır.


TEK TİP ETNİK GRUP

Elimizde sadece arkeolojik stil yöntemleri ve onu uygulayacak malzememiz var. Bu bir. İkincisi, Kuzey Asya dediğimiz coğrafyadaki bugünün yer adları önemli verilerdir. İlginçtir, bölgedeki coğrafya adlarının neredeyse tamamına yakını Türkçe’dir. Üçüncüsü önemli bir diğer çıkış noktamızdır: Baskılama yöntemiyle üretilen taş aletler. Bu analizler, Altaylar kültür coğrafyasından çıkan küçük bir etnik grubun dört yöne dağılım haritasını veriyor. Bu harita bizim göç haritamızla yüzde 60-70 oranında örtüşüyor. Bir başka veri ise genetik araştırmaların sonuçlarıdır. Altaylar kültür coğrafyasından çıkan göçler bizim göç haritamızla tuhaf biçimde neredeyse tam olarak çakışıyor. Bu çok ilginç. Arkeolojik belgeler üzerinden Neolitik Çağ’a kadar sürdüğümüz bu tek tip etnik grubun tarihini Mezolitik Çağlara (MÖ 13 binler) kadar götürüyor. Türk tarihi, reyting avcısı TV programlarına son yıllarda çok konu oluyor ve tarihçi olan birkaç akademisyen o programların daimi konukları oluyor. (...) Türk tarihi konusunda bir şey bilmeden ahkâm kesen her akademisyen, bir gün mutlaka hak ettiği yanıtı Türk-Altay Kuramı’ndan alacaktır. Hedefimde Türk tarihçileri vs. yok. Hedefimizde Hint-Avrupacı Batılı spekülatif akademisyenler var. Kitapta onlarla kıyasıya hesaplaşıyoruz.”

Aydınlık,26 02 2018




"Anadolu ve Mezopotamya kültür bölgeleri erken Türk-Altay halklarının önemli bir toplanma alanıdır. Hatti, Hurri, Sümer, Elam, Luristan demircileri, Kassit, Hiksos ve onlara bağlı küçük grupların bu bölgelerde bulunuşları tesadüfi değildir."





NOT: Prof.Dr.Semih Güneri  Hint-Avrupacılığı eleştirir ve Türklerin anayurdunu Yenisey-Lena bölgesi olarak gösterir. Ayrıca "Tarım Havzası'ndaki mumyalar için Hint-Avrupalı derlerdi ama, bu teorileri kesinlikle çökmüştür." demesi de önemlidir.


Çünkü "Türk-Altay" teorisini Hint-Avrupacılar ortaya sürmüştü. Türkler, Güneydoğu Anadolu, Kuzey Mezopotamya ve Azerbaycan-Türkmenistan bölgesi içinde bir ulus olarak doğmuş, bazıları yerinde kalırken, bazıları da batıdan çok doğuya göçmüş, orada çoğalmış ve yine bazıları tekrar atalarının doğduğu bölgeye geri dönmüştür, der Azerbaycan bilginleri de.


Prof.Dr. Firudin Celilov : "Hakasiya 15-17 binyıl önce buzlar altında idi. (...) Neçe ki avropalıların üretdiği yapay Altay teorisi (Altaydan geldiğimizi öne sürerler) gündemde olacak, Türkün gerçek tarihi ortaya çıkmaz. URMU teorisini okuyun. (...) Göç Göbeklitepeden doğuya olabilir, aksi olamaz. Aksini söylemek için doğuda Göbeklitepe'den daha kadim bir tapınak bulmaları lazım, Var mı böyle bir tapınak?"


Prof.Dr.Gazanfer Kazimov : "...8000 yıl önce (yani, m.ö. 6. binyılda) Altay’da hiçbir insanoğlu yaşamamıştır. Bu çağda insanın yaşadığı yerler olarak Anadolu’nun güneyi, Mezopotomya toprakları, İran yaylası adlandırdığımız topraklar ve Türkmenistan bozkırlarının batısı gösterilmektedir. Bugün Türk yurdu gibi sunulan yerlerdeyse yerleşim çok sonralar- 5000 yıl önce başlamıştır. (...) Avrupa bilimadamlarının sözkonusu teorisinde Türklerin yerleşim yeri olarak Sayan-Altay’ın gösterilmesi kasıtlıdır ve eski Azerbaycan ve Anadolu topraklarına Türklerin sonradan gelme olduğunu kanıtlamak amacını taşımaktadır. Bu tarihi doğru bilmemekten doğan bir konu. Altay Türk’ün beşiği değil. Türk’ün beşiği Anadolu’nun güneyi, Azerbaycan ve özellikle, Mezopotomya topraklarıdır...."


Bu açıklamaya "ama Çin'deki piramitler..." öne sürülürse... Çin'deki Piramitlerin en eskisi MÖ 4700-2900 arasına yerleştirilir (Mısır'dakiler de MÖ 2600 den başlar, ki "Mısır'ın ilk sakinleri Türkler" i Afet İnan'dan biliyoruz :)). Avrupacılar Türklerin Anavatanını Altay olarak gösterir, lakin buz devrinin bitmesiyle Altay çevresindeki katastrofik seller MÖ 12000 - MÖ 9000 arasında meydana gelmiştir, yani yaşam zorlaşır. Anau Türkmenistan'dan Mezopotamya'ya inen ve asıl Sumerlilerin anlattığı (kutsal kitaplardaki Nuh Tufanı. Sumerlilerin bir kısmı da Anau'dan Harappa'ya, Çin'e gitmiştir. bknz. Begmyrat Gerey)) tufan da budur. Çin'deki piramitlerde bu bölgeye kaçmış olanlar tarafından yapılmış olabilir, ama bu bölge Türklerin anavatanı değildir. Türklerin anavatanını dil ve kültür göçüne göre de değerlendirmek gerekir. Kazimov Altay'ı Türklerin ikinci vatanı olarak görür, orada çoğalmış ve geri dönmüştür der. Bu da Ağasıoğlu'nun (Urmu Teorisi) haritasını haklı çıkarır; Türkler MÖ 20000 lerde bu bölgede yaşamış ve dağılmıştır, ki Sibirya coğrafi adının, Güneydoğu Anadolu'nun yerlisi olan Subar Türkleri'nin Sibirya'ya gitmesinden sonra verilmesi de düşündürücüdür. Aslında, Prof.Dr.Semih Güneri'nin "Türk-Altay Teorisi"ni Prof.Dr. Firudin Ağasıoğlu'nun "Urmu Teorisi"yle birleştirmek gerek. Sibirya-Lena'dan gerçekleşen MÖ 12.000 göçleriyle Urmu'ya ve Mezopotamya'ya inenlerden bazıları daha sonra tekrar Altay'a döner ve oradakilerle tekrar karışır. Mezopotamya, Orta Doğu ve Anadolu'da kalanlar ise yine milattan sonraki dönemlerde doğudan gelenlerle karışır.


Ayrıca Kylosov'a göre Kurgan kültürünün taşıyıcıları kesinlikle Türklerdir ve bu göç MÖ 4000 lerde Volga-Dnieper de başlayarak doğu yönünde dağılır, der. Paleolitik ile Neolitik dönemlerde millet kavramı yoktur, kabilelilik vardır. Peki, topluluklar ne zaman kabilelikten çıkıp milletleşmeye başlamıştır? Bunun cevabı da önemlidir. Hatırlamalıyız ki, biz bir çok boydan meydana geliriz ve her yöne de dağılmışız. Göbeklitepe, insan yapımı en eski 'tapınak'tır, ondan önce (ya da henüz bulunmadı) yapılmış ya da yaşıtı olan başka bir yapı yoktur. Saymalıtaş (3500 rakımlı) Kaya resimleri (10 binin üzerinde resim) mesela; bazıları 15.000 yıl öncesinden başlatıyor (Servet Somuncuoğlu:, video: ), bazıları 7000 yıl öncesine [(yani MÖ 5000) Sadi Somuncuoğlu:] dayandırıyor, bazıları da MÖ 3000'den başlatıyor (unesco:). MÖ 6000'den öncesine ait yapı diyebileceğimiz bir şey yok (ya da henüz bulunmadı). Alttaki kitaptan çizelgeyi de inceleyelim. (Çizelgenin devamı kitabın 308-309 sayfasında) ... SB.



The most important prehistoric and early historic cultures of Central Asia

Bu çizelgeye göre, Orta Asya'da Neolitik dönem geç başlıyor ve daha çok Kazakistan, Türkmenistan ve İran'da görülüyor.




"Anadolu bir kültür köprüsü, batılıların ilgisi ortada, kendileri ile ilgili Yunan, Roma dönemleri ile Hititler de daha çok çalıştılar. Türk arkeologlar da onlara öykünerek biraz o konulara daha fazla ağırlık vermişiz. Bu arada biz Türk milleti olarak, üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada, yani Türk Tarihi Arkeolojisi araştırması açısından maalesef çok fazla üzerine gidemedik. Bunu bir hata olarak görüyorum, şöyle bu iş Sanat Tarihine bırakılmış... Bir de şöyle bir durum var, Türklerin Anadolu'ya girişi 1071, gibi kilişe bir rakam verilmiştir. Sanki 1071 öncesinde hiç Türk yokmuş gibi! Biz de şartlanmış gibi hep sonrasına bakıyoruz. Tamam 1071 bizim için  önemli ama, Türkler de 'aa burada da bir ülke varmış gelip burayı da fethedelim' diyerek gelmediler. Binlerce yıldır Anadolu bir köprü vazifesi gördü, Türkler nerede yaşıyorsa, Anadolu'nun varlığından haberdardı. 1071 öncesine giden bir Türk Tarihi de var Anadolu'da. Mesela, Mesudiye-Esatlı'daki kaya resimleri, Ankara-Güdül'deki kaya resimleri, Kars ve Antalya'daki kaya resimleri, bunların hepsi araştırılmayı bekliyor, uzman bile yok yani. Çok önemli bir konu, Eski Türklerin ölü gömme adetlerini yansıtan Kurgan mezarları.. bundan o kadar uzağız ki, belki de İslam öncesi Anadolu'ya gelmiş Türklerin mezarları tarlalarımızda, bahçelerimizde, yanından geçiyoruz haberimiz yok. Ama elin adamı Hint-Avrupalı diyerek, Romas'ını, Grek'ini de, Hitit'in de, burada bir sürü para harcayıp gelip inceliyorlar.. Asya'ya hakim bir milletsiniz ama Anadolu'dan haberiniz yok. Dolayısıyla, bizim İslamiyet öncesi Türk Tarihinin Anadolu'daki geçmişine yönelik arkeolojik çalışmalar da yapmamız gerekiyor. Bu vesileyle biz, hem Türkiye'deki çalışmalara, hem Orta Asya'daki çalışmalara hasbel kader, zaman zaman katılarak, hatta bu alanda uzmanlar yetiştirerek destek olmaya çalışıyoruz."

Prof.Dr.Yücel Şenyurt
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Ordu Kurul Kalesi Kazı Başkanı









"Günümüzde modern Türkiye'nin güneydoğusunda yer alan bir yerde, Proto-Altaylılar ünlü bir megalitik tapınak kompleksi inşa ettiler: Göbekli Tepe"


Seidakhmet Kuttykadam, Kazakhstan

"In the territory of modern South-East Turkey the Proto-Altains created the famous megalithic temple-complex, known as Göbekli Tepe, or "Potbelly Hill", which sounds like "the Earth's Navel". This, of course, is a more recent name, but in some mysterious way it reflects the subject-matter. Göbekli Tepe is the oldest known temple complex, the construction of which began around 12.000 years ago and lasted several millennia. Recently, in Guinea, near the border with Mali in West Africa, a 140m high statue was discovered of a woman with "the features of the indigenous inhabitants of Asia and the Americas", hewn into a granite rock face, which is around 11.000 years old. And so we see that the sudden and mysterious "Palaeolithic Revolution" that began around 10.000 years ago, and the emergene from non-existence of ancient cultures (with their rich languages), which can be given no logical explanation by modern scholars, are the result of the enlightened activities of the Proto-Altaic peoples."



***


Göbeklitepe’nin tarihinin çözülmesi bize bu konuda çok şeyler anlatmaktadır. Göbeklitepe M.Ö 12.000 yılında kurulmuştur. Göbeklitepe dikilitaşlarının üzerine resmedilmiş çok sayıdaki hayvan figürlerinin damgaların, Türk Dikilitaşlarındaki hayvan figürleriyle, insan figürleriyle, damgalarıyla birebir aynı olması Ön Türklerin Anadolu’ya geliş tarihini doğrulamaktadır.

Bu gerçekler, dünya tarihini alt-üst edecek, asırlardır çarpıtılan tarihi yerli yerine oturtacak bir gelişme olacaktır. Dikkat edilirse, dünya basını ve tarihçiler mümkün olduğu kadar sessiz kalmayı tercih ettiler. Bir an için M.Ö 13000 yılına ait bulgular Ermenileri, Yunanlıları işaret etmiş olsaydı, tüm dünyada koparılacak yaygarayı ve bu olayın nasıl Türk düşmanlığına dönüştürüleceğini takdirlerinize bırakıyorum…"

Rıfat Serdaroğlu
Anadolu Öz Be Öz Türk Vatanıdır, 2017.


Prof.Dr. Semih Güneri de Altaylar'dan inenlerin Zagros-Göbeklitepe çevresine yerleştiğinden bahseder.

Bu durumda, büyük resmi görmemiz için bizim de biraz çaba sarf etmemiz gerekir...


ilgili:








10 Haziran 2018 Pazar

Etrüsk Türk Bağı



Türk və etrusk runik əlifbalarının bir qaynaqdan olması eyni səsin hər iki əlifbada eyni işarə ilə verilməsində daha aydın görünür.




Əvəllər ellinlərin yazı gələnəyi olmadığını vurğulayan və Elladada əlifbanın ortaya çıxmasını finiklərə bağlayan, yunanların dəri üzərində yazılan kitabələrə dephtera (dep-deri) deməsini, istifadə edilən əlifbaya finik yazısı deyiminin isə uzum müddət yunan dilində davam etməsini yazan Herodot kadmelərin yunanlara gətirdiyi əlifbada yaranan fərqləri belə izah edir: “Öncə başqa finikiyalılar kimi kadmelərin yazısı finik əlifbasında idi. Sonralar dillərində baş verən dəyişmələr əlifbaya sirayət etmiş və bəzi hərflərin fərqli formaları yaranmışdır.” (Herodot, V. 58)

Siciliyalı Diodora görə, Homerdən öncəki yunan şairləri pelask əlifbasından istifadə etmişlər, bu əlifbaya dayanan yazı türləri Avropaya da yayılmışdır. Belə əlifbanı İtaliyaya pelasklar gətirmişlər. Diodorun fikrinə Böyük Pliniy də tərəfdar çıxmışdır. Bu yorumlar etruskların pelask sayılması ilə bağlıdır. Latın əlifbası da etrusk əlifbasından yaranmışdır.


Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu
Etrüsk-Türk Bağı







Ek: 
Etrüskler İtalya'ya göçtüğünde zaten alfabeleri vardı, ki "Grek" dedikleri Akhalar (Homer'de öyle geçer) Anadolu'ya göçtüğünde Etrüskler zaten gitmişti.


Virgil Aeneid VIII:600 : "Latium kıyılarında oturan Pelasglar..."

Aynı şey bugünkü Yunanistan içinde geçerlidir. "Hellenler" gelmeden önceki sakinleri Pelasglardı ve bölgenin adı da Pelasg idi. "Hellenler" Pelasglardan sadece duvar inşa etmesini, metali işlemesini değil, dini (Hephaestus ve Poseidon Pelasglı idi) ve yazıyı da öğrenmişti.


Diodorus kitabında, Greklere Fenike'den getirildiği için "harflerin" grup halindekine Fenike, tekil halinde ise ilk getirip kullananların Pelasglar olduğunu bu sebeple de harflere Pelasg denildiğini yazar. Tek harf dedikleri aslında Tamgalardır... :

"Yunanlılar" arasında farklı ritim ve şarkıyı keşfeden ilk kişi Linus'tu, ve Cadmus Fenike'den harfleri getirdiğinde, Linus onları Yunan diline aktaran ilk kişi oldu, her karaktere bir isim vererek, şeklini düzenledi. Şimdi harfler bir grup içinde "Fenike" olarak anıldı, çünkü Yunanlılara Fenikelerden getirilmişti, ama tek harf olduklarında karakterleri ilk kullananlar Pelasglar'dı, ve böylece Pelasgic olarak adlandırıldılar." [çv:SB]


"This, then, is the account of Dionysius: Among the Greeks Linus was the first to discover the different rhythms and song, and when Cadmus brought from Phoenicia the letters, as they are called, Linus was again the first to transfer them into the Greek language, to give a name to each character, and to fix its shape. Now the letters, as a group, are called "Phoenician" because they were brought to the Greeks from the Phoenicians, but as single letters the Pelasgians were the first to make use of the transferred characters and so they were called "Pelasgic." Linus also, who was admired because of his poetry and singing, had many pupils and three of greatest renown, Heracles, Thamyras, and Orpheus. Of these three Heracles, who was learning to play the lyre, was unable to appreciate what was taught him because of his sluggishness of soul, and once when he had been punished with rods by Linus he became violently angry and killed his teacher with a blow of the lyre. Thamyras (*), however, who possessed unusual natural ability, perfected the art of music and claimed that in the excellence of song his voice was more beautiful than the voices of the Muses. Whereupon the goddesses, angered at him, took from him his gift of music and maimed the man, even as Homer also bears witness when he writes:

There met the Muses Thamyris of Thrace (*)
And made an end of his song; ... "

Diodorus Siculus (Book III:67)


(*) Trakyalı Thamyris adını Prof.Dr.Çingiz Garaşarlı Tamris olarak verir ve Demir olduğunu yazar: 

"Trak öykülerinde (mitolojisinde) türkücü diye bilinen Tamir sözcüğü Türk uluslarında yaygınca görülen bir kişi adıdır. Bu adın Türkçe karşılıklarında olan Kazakça Damir, Azerice Demir, Tatarca ve Başkırtça Timer kişi adları, insanın kişiliğini belirtmek için kullanılan demir niteleme sözcüğünden oluşmuştur. Eski Türk dilinde "demir" anlamına gelen temür sözcüğü, Temir Boğa, Esen Temmür, Kutluğ Temür örneklerinde olduğu gibi birtakım bileşik kişi adlarında görülmektedir." [Truvalılar ve Etrüskler Türk İdiler] - [ayrıca bknz. İngiltere Tamar Nehri]



* Truvalıların müttefiki Pelasglar bereketli Larissa'da otururlar: Homer İlyada II: 840
* Girit'teki tanrısal Pelasglar: Odysseia XIX: 177



"Hektor adı aslında Ektor'dur." Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu

Arkadaşım M.Saygılı'dan bir teori: "...ilginç yanı Hektor adının Ektor olarak yazılması. Eke bildiğiniz gibi yaşlı, olgun, bilgili anlamındadır Türkçe. Eke-Tor ?"

EKE sözü Türkçedir ve sözlük anlamı da: Bilgili, deneyli, olgun, yetişkin, kurnaz, açıkgöz kimse, bilmiş çocuk, dâhi, demektir. Tor ise Thor, Tur/Tar gibi Türk kelimesinin ilk halidir, Bu yüzden (h)Ektor'un adı EKE TOR/TUR'dur.




"Sea People (Deniz İnsanları) dedikleri Turshalar (Etrüskler) Mısır'a saldırdıktan sonra Fenike kıyılarına gelip yerleşir. Hani derler ya, Hellenler alfabeyi Fenikelilerden aldı diye... Kim gelmiş Fenike kıyılarına? Ne zaman gelmiş?.. Bugünkü Yunanistan'ın ilk sakinleri kimlermiş? Peki "Grek" diye tanımlayıp, aslında Hellenler gibi birçok kavim ve aşiretlerden meydana gelen "Grekleri" [tek bir isim altında toplamakta hiç bir mahsur görmeyip hepsine Hellen diyenler, Türkleri ayrı ayrı boy adlarıyla anmaktan çekinmez, hatta Türk olarak görmez!] bu topluluk ne zaman yazıya geçmişti?... Bu soruların cevabı Pelasgların zaten bir alfabeye sahip olduğunu göstermez mi?...  SB














"İlion kentinin kurucusu, ilk kralı 'Hellenlere' göre, 
Atlas kızı Electra'nın oğlu Dardanos gelmiş 'Teucerler' ülkesine."
Virgil, VIII:135

Teucerler = Türkler

6 Haziran 2018 Çarşamba

Kuman Beyliği - Ön Asya'da Kurulan Türk Devletleri - VII




Kuman Bəyliyi
Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu Celilov


Sami və hurri tayfalarının m.ö. III-II minillərdə təzyiqilə dağılan Subar boybirliklərindən qalmış bəzi boyların İkiçayarasının quzey bölgələrində və Fərat çayının batı yaxalarında yerləşdiyini görmək olur. Belə boylardan biri də kumanlardır. Fəratın batı yaxasına keçən kumuq və kuman boyları bir müddətdən sonra yerli tayfaların içində əriyib getdi, lakin onların yerləşdiyi ərazilər uzun müddət Kumuq və Kuman ölkəsi kimi tanındı. Asur yazılarında Kammanu, Boğazköy kitabələrində Kummaneşmax, Kummanni, Urartu yazılarında Qamana şəklində verilən ölkə indiki Malatiya bölgəsini əhatə edirdi.

Burada haqqında danışacağımız digər Kuman ölkəsi isə Dəclə çayının doğusunda qədim Azərbaycan sınırında idi. Görünür, Ptolemey bu iki kuman ölkəsini fərqləndirmək üçün əvvəlkini Kόμανα Kαππαδο κία ς (Kappadokiya Kumanı) adlandırmışdır. (266) Urartu qaynaqları həmin çağlarda daha bir kamaniu (kuman) boyunun Göycə gölü yaxasında yaşadığını göstərir. (267) Bu kumanlar indiki Basarkeçər bölgəsinin qədim sakinləri idi. Dəryal (Daryol) keçidində gürcü arxeoloqlarının axtarışı ilə üzə çıxan Kuman qalası da m.ö.VII-VI əsrlərdə salınmışdır. Hazırda təkcə Lənkəran bölgəsində üç Kumanlı kəndi vardır.

Tarixi qaynaqlar qədim türk boylarından biri olan kuman boyunun m.ö II minildə Qədim Azərbaycanın batı qonşuluğunda yaşadığını, miladdan sonrakı minildə isə zaman-zaman bir ucu Sibir, digər ucu Avropanın ortalarına çatan ərazilərdə göründüyünü əks etdirir. Bu boyların belə uzaq regionlara miqrasiya etmə səbəbi ayrıca bir boyun tarixi-coğrafi bəlgələri ilə deyil, ümumtürk tarixi fonunda aydınlaşır. Çünki Qıpçaq Bozqırından (Dəşti-Qıpçaq) keçən digər soydaşlarının tarixi taleyini kuman boyları da yaşamışdır.

Göründüyü kimi, tarixi qaynaqlar kuman boylarının miladdan öncəki minillikdə üç müxtəlif regiona (Kiçik Asiya, Dəclə yaxası, Qafqaz) dağıldığını əks etdirir. Burada onların hamısından deyil, yalnız Dəclə yaxasındakı kumanlar haqqında bəzi tarixi sənədləri şərh edib, subar, qut, turuk, kumuq və sair qədim türk boyları kimi, kumanların da Ön Asiyadan doğu və quzey yönlərə miqrasiya etdiyini görmək üçün Azərbaycan üzərindən Quzey-Qafqaza və Qıpçaq çölünə gedən kumanların tarixi durumuna, ötəri də olsa toxunacağıq. Öncə onu deyək ki, türk dillərində kürən, sarışın anlamı verən kuman adı altında tanınan boylarla kontaktda olmuş xalqlar onları əsasən kumanu, kumenu (asur, urartu), kumanos, kumanoi (yunan, latın) adlandırsa da, bəzi yazılarda bu boy adının kuman//kuban, koman// koban, kaman//kaban, kumanlı//kumandı şəklində yayıldığını da görmək olur. Əgər kuman adındakı «sarışın» anlamını nəzərə alsaq, türk boyları içində onların həm də sarı, ər-sarı, sarı-uqur, sarı-tirgiş, sarıcalı adı daşıyan soylarla ilgisi olduğunu düşünmək olar. Rus abidələrində sarışın (polovets) kimi tanınan kumanlar alman yazılarında da eyni anlamda (Falben) xatırlanır. Məşhur kuman bəyi Şarukan (Sarıxan) adında həmin anlam vardır.

Dəclənin sol yaxasında kuman boyları m.ö. XIII-VII əsrlərdə vaxtaşırı Asur-Urartu yazılarında yad olunur. Bu yazılara görə, Kuman ölkəsi Dəclə çayının doğu qolu Xabur ilə Cudi dağı arasında yerləşir. E. Forrer bu yazılarda kumanların başkəndi kimi verilən Kipşu toponimini Xabur kənarındakı Zaxodan 14 km aralı olan müasir Qefşe ilə eyniləşdirmiş və sonrakı tədqiqatçıların hamısı bu fikri qəbul etmişlər.





Zaxo ilə Hakkari arasında dağlıq bölgədə yerləşən Kuman ölkəsi batıdan Dəclə çayı və çayın arxasındakı Musru, Kutmux ölkəsi, quzey və doğudan Xabxi, Elxuniya, Şarnida, Mexri, Kume və Musasir ölkələri ilə əhatə olunmuşdu, güney-doğu tərəfdə isə kumanlar qut boyları ilə qonşu idilər.

Asur çarı Tukulti-Ninurta öz yazısında (XIII əsrin sonu) qeyd edir ki, «…mənim qolum yauri dağlarında qutiləri, (u)qumanları, Mexriyə qədər Elxuniya və Şarnida ölkələrini müti etdi». (268) Başqa bir asur çarının bəzi hissələri pozulmuş kitabəsində isə (bunu şərti olaraq I Tiqlatpalasara aid edirlər) ona qədər heç bir asur çarının ayağı dəyməyən və heç kimdən asılı olmayan Kuman ölkəsinə getməsi və burada müxtəlif kəndləri zəbt etməsi təsvir olunur, hətta həmin kəndlərin sırasında Saka (Saqa) adlı iki kəndin olması da göstərilir və I Tiqlatpalasar (1115-1077) özünün VI yürüşündə Musru üzərinə gedərkən qarşısına kuman boylarının çıxdığını yazır. (269) Bəzi müəlliflər Kuman ilə Kume şəhərini qarışıq saldıqları kimi, Musru ilə Musasir ölkəsini də qarışdırırlar, halbuki bunların hamısı ayrıayrı bölgələrdir və hətta bəzən eyni mətndə bunların adı ayrı-ayrılıqda qeyd olunur. Musru ölkəsinin nə Misirə, nə də Musasirə dəxli yoxdur, folklorumuzda «Misri qılınc» ifadəsi ilə adı bizə tanış olan Musru ölkəsi kumanların batı qonşuluğunda Cudi dağının qənşərində yerləşirdi. Bu yaxın qonşuluq səbəbindən, kuman boyları musru boylarına köməyə gəlir.

Həmin yazıdan bəzi hissələri gözdən keçirək: (270)

(V, 73) Kumanların ordusu gerçəkdən Musru ölkəsinin köməyinə çıxdı; mən onlarla həqiqətən dağlarda vuruşdum, onları məğlub etdim, onları Aisa dağının ətəyindəki Arina şəhərinə saldım (qapadım). Onlar mənim ayağımı qucaqladı, onlara girovlar, vergi və bac-xərac təyin etdim.

(V, 82) Bu zaman Musru ölkəsinə köməyə çıxmağı qət etmiş kumanların hamısı savaşın baş tutması və mənə qarşı durmaq üçün özlərinin bütün bölgələrini səfərbər etdilər, ancaq bundan sonra qəzəbli silahımın kəsəri ilə mən onların 20 000-lik böyük qoşunu ilə Tala dağında vuruşdum, onları məğlub etdim, onların çoxsaylı dəstələrini pərən-pərən saldım (səpələdim) və əzilənləri Musru ölkəsinin qənşərindəki Xarusa dağına qədər izlədim…

(V, 99) Onların güvənc yeri Xunusu şəhərinin üstünü təpələri basan tufan kimi örtdüm, onların çoxsaylı ordusu ilə şəhərdə və dağlarda qəzəblə vuruşdum, onları məğlubiyətə uğratdım… Bu şəhəri zəbt edib onların tanrısını (məbudunu) apardım, var-dövlətini (yığıb) apardım, şəhəri yandırdım, söküb dağıtdım; bişmiş kərpiclə hörülmüş 3 böyük divarını sökdüm…

(VI, 22) Mənim sahibim (tanrı) Aşşura güvənərək mən özümlə hərb arabalarımı və döyüşçülərimi götürüb, onların çar şəhəri Kipşunu (Kibşa) mühasirəyə aldım. Mənim təpərli döyüşümün təsirindən qorxuya düşən kumanların çarı ayaqlarımı qucaqladı. Mən onun canını qurtardım, lakin ona əmr etdim ki, bişmiş kərpicli böyük divarını və qala bürclərini söksün, o da özülündən başına (dişinə) qədər bunları söküb, xaraba təpəliyə çevirdi. Həmçinin mənim himayədarım Aşşura tabe olmayanları, burada sığınan 300 günahkar yuvanı (ailəni) o çıxartdı, mən ondan təhvil aldım; ondan girovlar götürdüm, həm də əvvəlki ödənc və bac-xəracı artırıb, onun üzərinə qoydum.

Asur çarları, adətən, zəbt edib, ərazisini Asur əyalətinə çevirdiyi ölkələri öz yazılarında mütləq qeyd edirlər. Bu yazıdan göründüyü kimi, asur çarı Kuman ölkəsini tutmaqdan deyil, yalnız kult şəhəri Xunusa və başkənd Kipşuna hücum edib, bu şəhərləri yağmaladığından bəhs edir. Asur çarı II Adadnerari (911-890) də hakimiyətə gələn kimi, ilk yürüşünü Kuman ölkəsinədən başlayır və bu yürüş barədə sözlərini həm Aşşurdakı (Asur) sarayın divarına, həm də başqa bir yazısında titullarını sadaladığı hissədə həkk etdirir: (271)

1)…Çarlığımın əvvəlində, hakimiyətimin birinci ilində, nə vaxt ki, çarlıq taxtına qüdrətlə oturdum, uca sahib, mənim rəbbim Aşşurun hökmü ilə hərb arabalarımı və əskərlərimi toplayıb, kumanların üzərinə getdim, kumanların geniş ölkəsini məğlub etdim. Kumanların çarı İluya öz sarayında mənim əlimi tutdu. Onun qardaşlarını toplu (halda) əzdim, onlara böyük cəza görkü sərgilədim, onların var-dövlətini, onların iri və xırda mal-qarasını öz şəhərim Aşşura apardım. Onların tanrısını (məbudunu) rəbbim Aşşurun qarşısında hədiyə verdim. Mənim silahımın qarşısından qaçan onların ordusunun qalıqları qayıtdı və mən onlara sakit yaşayış məskənlərində (evlərdə) yaşam verdim.

2) [Titulatura hissəsindən] Güclü qəhrəman, rəbbi Aşşurun köməyilə Namru ölkəsi aşırımına qədər Zamua (ölkəsini) və lulumelər ölkəsinin sınırındakı Aşağı Zab çayının o biri tərəfindən Xabxu (ölkəsini) keçən, o kəs ki, Mexri, Salua və (Kutmuxu alıb öz sınırlarına qatmış) Urartu ölkələrinə qədər kumanların geniş ölkəsini öz ayağına düşürmüşdü.

Hələlik kuman boyları haqqında asur mənbələrində son yazı olan bu bəlgə asurların geniş Kuman ölkəsinə verdiyi böyük önəmi ortaya qoyur. Ola bilər ki, hələ oxunmamış çoxsaylı asur kitabələri içində kuman boyları ilə bağlı əlavə məlumatlar vardır, çünki sonralar bu ölkə Asur vilayətinə çevrilmişdi. Bunu Cudi dağında asur çarı Sinaxxeribin (705-681) qoyduğu yazıda görmək olur: (272)

O zamanlar ki, Kutmux əyalətinin sərhəddindəki Cudi dağının yüksəkliklərində qartal yuvası kimi yerləşən Tumurra, Şarim, Xalbuda, Kipşa, Ezama, Kua və Kana kəndləri, hansı ki qədimdən, mənim sələflərim çarların vaxtında güclü və qürurlu idilər, hakimiyət qorxusunu bilmirdilər, mənim hakimiyətim dövründə tanrılar onları tərk etdi və onları əliboş qoydu...

Bu yazıda kuman boyunun adı çəkilməsə də, Cudi ətəyində yaşayan bu boyların artıq dağıdılandan sonra əhəmiyətini itirmiş əvvəlki başkəndi Kipşa ilə birlikdə digər yaşayış məskənlərinin də uzun müddət Asura tabe olmadığı aydınlaşır. Görünür, əvvəllər bac-xərac verməklə müstəqilliyini saxlaya bilən Kuman ölkəsi yalnız VIII əsrin sonunda və ya VII əsrin əvvəllərində Asur əyalətinə çevrilmişdir. Bu isə o dövrə təsadüf edir ki, artıq Kuman ölkəsinin doğu sınırındakı Azərbaycanda Mana və ardınca qüdrətli Mada dövləti ortaya çıxmışdı.

«Mxer-qapısı» adlanan urartu yazısında və Tuşpa (Van) şəhərində tapılmış IX əsrin sonunda çar Menua dövrünə aid bir yazıda Kuman şəhəri (ölkəsi) haqqında məlumat vardır. Bu ikinci yazıda göstərilir ki, növbəti yürüş vaxtı urartu əskərləri «…Kumenu şəhərinin (ölkəsinin) o biri tərəfində Asur ölkəsinə qədər gedib, …(pozuq)…çatdı». (273)

Yazıdakı pozuq yer, çox güman ki, qut boylarının əraziləri ilə bağlıdır, çünki quzeydən gələn urartu qoşunu Kuman ölkəsindən sonra Asur ərazisinə girmək üçün qutların məskənindən keçməli idi. Belə ki, asurlar da quzeyə gedəndə Kuman öləksinə girmək üçün qutların Ərbil bölgəsindən keçirdilər. Hər halqa, quzey tərəfində Urartu, güney-batı tərəfində Asur kimi qudrətli dövlətlərin olmasına baxmayaraq, Kuman ölkəsi 4-5 əsr ərzində bu dövlətlərin heç birinə tabe olmamışdır. Görünür, qonşuluğundakı hər iki təcavüzkar dövlətin vaxtaşırı hücumları qarşısında kuman boylarının xeyli hissəsi Urmu gölünə tərəf çəkilmiş, sonralar buradan Türküstan və Sibir tərəfə keçmişlər. Kuman boylarının bir qismi də zamanzaman Quzey Azərbaycana, Göyçə gölü yaxalarına çəkilmiş və buradan Quzey Qafqaza keçmişlər.





Tədqiqatçılar doğudakı kumanları İrtış hövzəsində formalaşan Kimek xanlığı tərkibindəki boylardan sayırlar. Qardizinin qeyd etdiyinə görə, Kimek yolu üzərindəki bir bozqır sahəsi Ulu Kuman adlanırdı. (274) Nəzərə almaq lazımdır ki, kuman boyları getdikləri yerlərə öz etnonimlərilə yanaşı bəzi toponimlərini də aparmışlar. Özlərini indi kumandı-kiji (kumanlı-kişi) adlandıran boyun bir hissəsi Altayda Solton və Staraya Barda (Əski Bərdə) bölgəsində, Lebed və Viya çayı hövzəsində Aşağı-Kumanlı, Yuxarı-Kumanlı adlı kəndlərdə yaşayırlar.

Burada Yeti-Kuman toponimi vardır. Kuman boyları içində şəxs adı kimi də işlənən Koban etnoniminə Quzey Qafqazda Kuban çayı, Kuban düzü şəklində rast gəlmək olursa, onlar vaxtilə ətəyində yaşadıqları Xarusa dağının adına da Azərbaycan və Doğu-Anadolunun müxtəlif bölgələrində ikinci həyat vermişlər: Xoruz-dağ, Qorus, Qars, Xoruzlu və sairə. Sonralar qədim rus salnaməsində kuman bəylərindən birinin Xoruz adlanması da ola bilər ki, burada özəl şəxsadı kimi yox, həmin bəyin mənsub olduğu boyu bildirən soyadı kimi işlənib.

Van gölünün güney-batısındakı Xoruz toponimi indiyəcən qalmışdır. Kumanların Xunus toponimi Anadoluda və Şamaxı, Gədəbəy, Kürdəmir bölgələrində Xınıs, Xunus, Xınıslı kəndlərinin adında yaşayır. Bu baxımdan, Tala, Saka, Tumurru, Kua, Koban, Şarim və başqa qədim kuman toponimlərinin də sonralar bu və ya digər türk bölgəsində yenidən üzə çıxması kuman boylarının doğu və quzey yönlərə miqrasiyasını göstərir. Şarim toponimi isə sarı sözünü və yuxarıda dediyimiz «sarışın» epitetini xatırladır. Kuman bəyliyindən güneydə (Zaxo-Mosul yolu) indi də Sarukani köyü vardır. Yazılı qaynaqlarda kuman və qıpçaq etnonimləri sinonim kimi işlənir. Ola bilsin ki, qıpçaq adı kuman boylarının bir bölüyü olmuşdur. Bu baxımdan, Kuman bəyliyinin paytaxt şəhərinin Kibşa (Kipşu) adı ilə kıpça(k) sözünün yaxınlığı diqqəti çəkir, çünki mixi yazıda «ş» səsini bildirən işarə «ç» kimi oxuna bilir.

Kuman etnoniminin kimek, yemek, imek boyadları ilə müqayisəsi üzərində çox dayanılsa da, hələlik bu adların eyni boya aid olması isbat olunmamışdır. Vaxtilə, M. Kaşqari də yemek boyadını izah edərkən bu fikri söyləmişdir: «Biz bunları bir qıpçaq boyu saydıq, lakin qıpçaqlar özünü ayrı bir bölük sayır». (275)

Qaynaqlar Kuman bəyliyinin dövlət quruluşu haqqında məlumat vermir, lakin bu ölkənin elbəyi («çarı»), 20 minlik qoşunu, Kibşa (Qıbça) adlı başkəndi vardır. Qaynaqlar Kuman ölkəsinin böyük qala və şəhərləri, bunların bişmiş kərpiçdən tikilmiş hündür divarları və bürcləri olduğunu qeyd edir, elbəyin sarayından söz açır. Kuman boylarının tapınağı Xunus şəhərində yerləşir. Buradakı məbudun adı verilməsə də, onun qənimət kimi Asura aparılması qeyd olunur. Kuman elbəylərindən yalnız birinin adı bəllidir. O da İluy və ya İluya adını daşıyan X əsrdə asurlara məğlub olmuş elbəydir. Kuman ölkəsində yarımoturaq əhalinin çoxlu mal-heyvan saxlaması da bəllidir.

Sinaxxeribin yazısından bəlli olur ki, Kuman bəyliyi VII əsrə qədər müstəqilliyini saxlaya bilmişdir. Asur hücumlarına beş əsr dirəniş göstərə bilən kumanlar asur ekspansiyasına qarşı qonşu bölgələrə də kömək edir. Lakin VII əsrin əvvəlində artıq Kuman bəyliyi dağılır. Görünür, Subar bəyliyindən öncə asurlar Kuman bəyliyini tutub, Asur vilayətinə çevirmişdir. Bu da maraqlıdır ki, qıbçaq (kuman) boylarından biri Atabəylər çağında yenidən bu dağlıq bölgədə müstəqil bir bəylik qurdu. Buradakı türkmənlərə güvənən Arslantaş oğlu qədim Kuman bəyliyinə yaxın olan Mosul bögəsində Şəhrizur qalasını siyasi hakimiyət mərkəzinə çevirdi, lakin az sonra Mosul atabəyi İmadəddin Zəngi (1127-1146) həmin qıpçaq bəyliyini özünə tabe edə bildi.

Yeri gəlmişkən, bunu da diqqətə alaq ki, basırıqlar yanında daşbaba heykəli və balbal qoymaq gələnəyi bir çox türk boylarında vardır, lakin bu heykəllərin sağ əlində kasa, sol əli kəmərdə olan özəl növü kuman-qıpçaq boylarına aid olub onların məskunlaşdığı yerlərdə görünür. Kuman-qıpçaq boyları qədim türk daşbaba gələnəyini türklərin Atayurdundan quzeyə, Qafqaz üzərindən Doğu Avropaya, doğuda Altayacan aparmış, bu gələnək Qıpçaq çölü boyunca yayılmışdır. Bu daşbabaların ən qədim örnəkləri isə hələlik haqqında danışdığımız Kuman bəyliyində (Hakkari), Savalan dağı ətəklərində və Astara, Abşeronda tapılmışdır. (276)






Kuman boylarının güclü olduğu çağlarda onların oturduğu bütöv bölgə Kuman ölkəsi adlanmışdır; Marko Polo (1254-1324) Quzey-Qafqazı və Xəzərin quzey-batı yaxalarını Komaniya adlandırmış, əl-İdrisi (XII əsr) Avropanın güney-doğu hissəsindəki bozqırı Qara-Kuman, Ağ-Kuman şəklində iki yerə ayrıldığını qeyd etmişdir. Miladdan öncə Kiçik Asiya və Dəclə yaxasında olduğu kimi, Miladdan sonra da II minilliyin müəyən çağlarında bütöv Qıpçaq Bozqırı, Rumıniya, Macar çölləri Kumaniya, Komaniya kimi tanınmışdır. Kuman, Koman, Kumanova (Kuman-oba) toponimlərinə isə kuman boyunun ayağı dəydiyi Avrasiyanın müxtəlif guşələrində rast gəlmək olur.

Kuman bəyliyi dağılandan sonra buradakı kuman boylarının bir bölümü Güney-Anadoluya, xeyli hissəsi isə Azərbaycana köçdü. Sonralar Azərbaycan üzərindən quzey və doğu yönlərə keçmiş, özəlliklə, Doğuya getmiş kuman boyları Göy-Türk, ardınca Uyqur dövlətinin süqutundan sonra başqa boylarla birlikdə batıya üz tutdu. Bu böyük köçün səbəbini XI əsrin tarixçiləri əl-Marvazi və Efesli Matvey belə izah edirlər ki, kai boyu tərəfindən sıxışdırılan sarı boyları türkmən, quz və peçeneq yurdlarına doğru getdilər. Onlar Aralüstü bölgələrdəki qıpçaqlara birləşib İtil çayını keçdilər. Sanki, minillər boyu suvar, saqa, qamər, hun, avar, xəzər, quz, peçeneq atlılarının tapdağına çevrilmiş İtil-Don-Dnepr ovalarında əvvəlki soydaşlarının taleyini yaşamaq qisməti yeni yaranmış sarı (kuman)- qıpçaq boy birliyinin də alın yazısında varmış.

Yerlərindən qopub sarı boylarına qoşulan qıpçaqlar böyük qüvvəyə çevrilmiş bu yeni köç dalğasının sanbalını daha da artırdı və bu dalğa artıq XI əsrin ortalarından rus knyazlıqlarına və Avropanın digər güneydoğu ölkələrinə etdiyi akınlarla tarixə düşdü. Səkkiz boy birləşməsindən yaranıb, 150 il buralarda at oynadan peçeneq hegemonluğu da kumanların gəlişilə bitdi. Əlbəttə, bu həmişə olduğu kimi, kumanların türksayağı sadəliyindən bacarıqla istifadə edən Bizansın hiyləsilə gerçəkləşə bildi.

Savaşa 20 minlik ordu çıxara bilən Kuman bəyliyinin təpərli döyüşçüləri vardı. İslamaqədər kuman-qıpçaq əskərləri subarlar kimi döyüşkən xalq kimi tanınmışdı. İbn əl-Əsir yazır ki, 722-ci ildə Mərc əl-Hicarə adlı yerdə ərəb ordusunu məğlub edib, Şam tərəfə qovan xəzərlərə qıpçaq (kuman) döyüşçüləri yardım etmişdi.  İslamdan sonrakı çağlarda daha çox muzdlu əskər kimi bu və ya digər ölkənin ordusuna yardım edən kuman boyları hərb sənətində irəli getmişdilər.

Peçeneqlərin Bizansın mərkəzinə soxulmağından qorxuya düşən imperator A. Komnin bütün «xristian dünyasına» müraciət edib kömək dilədi. Lakin onun çağırışına xristianlar deyil, müttəfiqlik və böyük ödənc təklifi almış 40 min kuman atlısı gəldi, peçeneqləri geri oturdub, Bizansı xilas etdi. Ancaq kumanlar öz səhvini döyüş gününün sabahısı başa düşdülər; səhər açılanda gördülər ki, Bizans əskərləri gecə ikən xəlvətcə 30 min peçeneq əsirini qadın və uşaqlarla birlikdə qılıncla doğrayıb. Bu faciəli mənzərəni görən kuman əskərləri nifrətlə oranı tərk etdilər.

Kuman-qıpçaq boyları ilk monqol dalğasına qədər İtil və Dnepr ovalıqlarına, güney Rusiyadan Qafqaz dağlarına qədər Kuban çöllərinə, bütöv Qıpçaq Bozqırına nəzarət edirdilər. Ona görə də, Bizans-kuman, rus-kuman, macar-kuman, hətta gürcü-kuman əlaqələrinə dair həmin çağlarda xeyli tarixi bəlgələr yaranmışdı. Bu dövrdə kuman dilini öyrənmək üçün yazılan məşhur «Kodeks Kumanikus» adlı əsərin ortaya çıxması regionda kuman hegemonluğunu görən missionerlərin mövcud duruma gerçək baxışının nəticəsi idi. Kuman döyüşçüləri ilə rus knyazları arasında vaxtaşırı savaşlar olur, bəzən də bir rus knyazı yeni əraziyə yiyələnmək üçün kumanlarla ittifaqa girib, başqa bir knyaza hücum edirdi. Hər iki halda kumanlar (polovets) ruslarla qarşı-qarşıya gəlirdi. O dövrün rus salnamələri kuman boyları ilə bağlı qiymətli bilgilər verir. Məşhur kuman xanları Tuqorxan, Bonyak (Bənək), Şarukanın simasında rus folklorunda dəhşətli düşmən kimi Bunyak Şeludivıy-xişnıy, Tuqorin Zmeyeviç, Şarkvelikan obrazları yaranmışdır. Bu adları Bizans imperatorunun qızı Anna Komnin yazısında Tuqortaq (Tuqorkan) və Manyak (Bunyak) şəklində verir.

Kumanların daha çox batı qanadında görünən, Bizans və Rusiya ilə savaşdan çox diplomatik əlaqələrə üstünlük verən Bonyak xan 1167-də 90-95 yaşında ölənə qədər çoxlu savaşlarda olmuşdu. Belə savaşların birində Bonyak döyüşdən qabaq gecə çadırından çıxıb bir az uzaqlaşır və üzünü göyə tutub qurd kimi ulayır, bozqırdan səsinə hay verən bozqurdun cavabını eşidəndən sonra çadıra qayıdır və sabahkı döyüşdə qələbə çalacağını deyir. Qədim rus dilindəki qaynaq 1097-də baş vermiş həmin olayı belə verir: «…i yako bist polunoşi i vstav Bonyak i otyexa ot rati i poça volçski vıti». (278) Bonyakın başqa bir yürüşündə başına toplanan bəylərin adında kuman soy-boy qurumu ilə də tanış oluruq: (279)


Ulaşeviç - Ulaş boyu
Burçeviç - Börüce boyu
Terterebiç - Tərtər boyu
Toksobiç - Doqquz-oba
Yetebiç - Yeddi-oba



Kuman antroponimləri içərisində müxtəlif heyvan adlarından düzəlmiş adlara rast gəlmək olur, lakin bunların sırasında itlə bağlı adlar daha çoxdur. Kuman dövrünün sonlarında ruslarla evlənmə, Avropada macar, slavyan, rumın xalqları ilə qaynayıb-qarışma, bəzi hallarda isə xristianlığı qəbul etmə ilə əlaqədar kumanların xristian adı daşıdığını görmək olur, lakin əksər hallarda kuman antroponimiyası türk şəklini saxlamışdır:


Zooantroponimlər:
Koryaz Kolotanoviç ( Xoruz)
Burçe (Börücə)
Beq-Bars (Bars-bəy)
Koçi (Qoç)
Yaroslanopa (Arslan-aba)
Başkord (Baş-qurd )
İtoqliy (İt-oğlu)
İtlar (İtlər)
Bonyak (Bənək)
Kobyak (Köpək)
Konçak (Kancıq)
Barak

Türkcə adlar:
Aklan, Atrak, Asaduk, Azqulu,
Beqlük, Belduz, Koban, Kitan,
Kopti, Kosus, Kunyaçuk, Kurtik,
Çuqay, Çilbuk, Sırçan, Surbar,
Seluk, Totura, Tarsuk və s.

Xristian adları:
İzay Bilyukoviç
Sıdvak Kulobiçskiy
Samoqur Sutoyeviç
Yaropolk Tomzakoviç
Roman Koziç , Danila
Yuriy Konçakoviç


Bonyak kimi Sarıxan (Şarukan) da kuman boylarının bir qanadının başında duran şöhrətli xandır. Babası kimi böyük nüfuz sahibi olan və döyüşlərdə göstərdiyi igidliyə görə adı dastanlara düşən Konçak XIII əsrin əvvəlində ölür, oğlu Yuriy isə xristian adı daşıyır. Konçakın babası Sarıxan, atası Atrak və əmisi Sırçan haqqında çoxlu bəlgələr vardır, hətta bu bəlgələrə əsasən onun soyundan olan başçıların Osendən Yuriyə qədər beş nəsil şəcərəsini müəyyən etmək olur. Xristianlığı qəbul etmiş kuman-qıpçaq boylarının çoxu zaman-zaman yaşadığı yad toplum içində dilini itirib asimliyasiyaya uğramışlar.

Sarıxan öləndən sonra onu əvəz edən oğlu Sırçan ulusun başında durur, digər oğlu Atrak isə güney bölgələrə nəzarət edir. Vaxtilə Sarıxanın adı gələndə qorxuya düşən qonşu ölkələrin başçıları Sırçan və Atrakdan da çəkinirdilər. Başçılıq etdiyi boylarla Kuban çöllərində oturan Atrak bəy gürcü çarı II Davidin (1088-1125) dəvəti ilə Gürcüstana gəlir və 40 min ailəni bu ölkənin güney bölgələrinə yerləşdirir, özü isə çarın sarayındakı elitaya qoşulur. Bir müddət sonra Sırçan bəy qardaşının Kuman ölkəsinə qayıtması üçün elçi göndərir. Sarıxanın bir-birindən aralı düşmüş oğulları haqqında o çağın rus salnaməsi bənzərsiz bir melodramatik mövzunu qələmə almışdır. Belə ki, dəbdəbəli saray mühitindən Atrakı ayrıla bilməsi üçün Sırçan bəy Orev adlı sevimli ozanını çağırıb tapşırır ki, gedib qardaşını bozqıra qaytarmaq üçün ona kuman nəğmələri oxusun, əgər təsir etməsə, apardığı yovşanı ona iylətsin:


Poy je yemu pesni polovetskiye… dai yemu pouxati zelya imenem yevşan.
«Ona kuman Türküleri oxu, yovşan ver qoxulasın» (Плетнева, 1990, 97).


Və təbii ki, Atrak bəyin bozqıra qayıtmasına əsas səbəb kuman türküsündən daha çox, körpəlikdən qoxusuna alışdığı Qıpçaq Çölünün yovşanı oldu. Sonralar Tamaranın hakimiyəti dövründə də Gürcüstana xeyli kuman ailəsi gəlib yerləşdi. Bu cür məskunlaşma batı ölkələrdə də özünü göstərirdi. Artıq kuman boylarının başqa xalqlar içində ərimə mərhələsi yetişmişdi, çünki Qıpçaq Bozqırına doğudan daha qüdrətli yeni bir axın girmişdi və onun dalğası az müddətdə Karpat dağlarına çatdı. Yeni monqol təzyiqindən qaçan 40 min kuman ailəsi XIII əsrdə Böyük Macar ovalığına sığındı. Kuman soyundan seçilən macar kralları isə XIV əsrdə Macarıstanı Avropanın ən qüdrətli dövlətinə çevirə bildi.

İndiki Rumınya da o çağlarda Kumaniya adlanırdı, 1330-da Rumın dövlətinin qurucusu kuman bəyi Basar-Abanın adı isə bu ölkənin quzey bölgəsi Basarabianın adına çevrildi. Kuman soyundan olan bəylər orta əsrlərdə Macar, Rumın, Bolqar dövlətlərində, Anadolu, Suriya və Misirdə qurulan bəzi dövlətlərin başına keçə bilmişlər. Bunların sırasında Misir məmlük sultanı qüdrətli Bəy Bars xüsuslə fərqlənir. Onun vaxtında Misir dövləti ən qüdrətli çağını yaşamış, monqol-tatar axınının qarşısı burada alınmışdır.

Sonrakı kumanlardan söhbət açmağın nədəni onların qüdrətli türk boylarından olmasını göstərməkdir. Belə ki, vaxtilə Asur-Urartu kimi böyük dövlətlərin arasında müstəqilliyini saxlaya bilməsinin bir səbəbi Kuman ölkəsinin dağlıq ərazisi idisə, ikinci səbəb də onların döyüşkən bir boy olması idi. Subar bəyliyində olduğu kimi, ətrafdakı despotik rejimli ölkələrdən qaçıb Kuman bəyliyinə sığınanlar vardı. Asur çarının Kipşu şəhərində sığıncaq tapan 300 qaçqın ailəsini geri qaytarması haqqındakı bəlgə yuxarıda verilmişdi.

Beləliklə, İkiçayarasında Subar eli dağılandan sonrakı minillərdə zaman-zaman islamaqədər subar, az, qaşqay, lulu-qut, bulqar, turuk, saqa, qamər, kumuq və sair türk boyları kimi, kumanlar da müxtəlif yönlərə köçmüş, getdiyi yerlərə İkiçayarasındakı türk onomastikasını və türk gələnəklərini daşımışlar. Avropada üzə çıxan rəsm və qabartmalarda kuman atlılarının arxaya ox atma başarısı qədim türk savaş taktikasını əks etdirdiyi kimi, qədim Kuman bəyliyində (Hakkaridə) tapılan daş heykəllər də Dəclə yaxasından qədim türk daşbaba-daşnənə gələnəyini quzey və doğu ölkələrə aparan boyların əsasən kuman-qıpçaqlar olduğunu göstərir. Belə bəlgələr həm də Urmu teoriyasının gerçək duruma dayandığını sərgiləyir.



Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu Celilov
Doqquz Bitik: Bitik 3
AZƏRBAYCAN TÜRKLƏRININ İSLAMA QƏDƏR TARIXI




dipnotlar:
266) ТУ, 101.
267) Мещанинов, 1978, 358, 375.
268) АВИИУ, no.7.
269) Eyni qaynaq, no.14.
270) Eyni qaynaq, no.10.
271) АВИИУ, no.20, no.21.
272) АВИИУ, no.58.
273) УКН, no.28.
274) Плетнева, 1990, 205.
275) MK, III. 29
276 Bax.I Bitik, «Daş adam heykelelri (daşbaba)» bölmesi; Kuman bəyliyi haqqında etdiyim məruzələrdən, yazdığım məqalədən (Ağasıoğlu, 2000, 45) bir neçə il sonra bu bəyliyin ərazisində olan Hakkaridə 13 daşbaba və daşnənə tapıldı (Sevin, 2005).
278) Плетнева, 1990, 102.
279) Bu adlardakı «b» elementi də qədim boy adlarına qoşulan (eb, oba, bi) morfemi kimi diqqəti çəkir. Qut elbəylərinin adındakı «aba» sözü isə gələnəksəl olaraq, kuman şəxs adlarında davam edir: Arslan-aba, Basar-aba və s.





Pomponius Mela ( MS 1.yy) Romalı coğrafyacı'nın kitabında geçen Türk boylarından biri de
COAMANİ, yani KUMANLAR'dır.

 İSKİTLER
COAMANİ (KUMAN)
İSKİT, AMAZON, HYPERBOREAN (AVAR), CHOMARİA, MASSAGETA (TOMRİS), CADUSİA, HYRCANA
CİMMER, ASHAEİ (AĞAÇERİ), MOSCHİ (MUŞKİ), RİPHAEES (GOMER'İN OĞULLARINDAN)