11 Haziran 2018 Pazartesi

Yunanistan'da Saka Türkü Üç Filozof



Anaharsis - Anak - Anax - Anacharsis.
Toharis - Toksar - Togar - Toxaris.
Ammonius Saka. (*4)
Abaris - Abar - Avar




Yunanistan'da Saka Türkü Üç Filozof
Prof.Dr.Mehmet Bayrakdar


"Bazı batılı tarihçilerin de kabul ettiği gibi Yunanlılar en geç MÖ 1500-1200 yıllarından itibaren Türk soylu kabu ledilen Ege kıyı halkı Pelasges, Traklar ve Sakaları tanıyordu; hatta söz konusu yüzyıllarda Sakalar Yunan yarım adalarını hükümranlıkları altına almıştı. Daha sonra MÖ 6.yüzyıldan itibaren Yunanlıların, Sakaların zayıf düşmesi üzerine Marmara ve Batı Karadeniz bölgelerini ele geçirip oralarda koloniler kurmuşlardır. Bu tarihi olaylar Türk soylularla Yunanlıları karşı karşıya getirdiği kadar iç içe de getirmiştir.

Özellikle MÖ 8.ve 7.yüzyıllarda Sakalardan ve onların alt kolları Avarlar, Sarmatlar, Alanlar, Massagetlerden birçok Türk soylu Girit, Sparta ve Cerameicus (Atina) bölgelerinde yaşadıkları, uzun veya kısa sürelerde ikamet ettikleri tarihen bilinmektedir. Bunlardan bir kısmı diplomatik ilişkiler çerçevesinde gelmişlerse de, bir kısmı da bizzat Yunanlıların onları bilimsel amaçlı daveti üzerine gelmişlerdir. Med ülkesini işgal eden Sakaları, Med kralı Key Hüsrev'in 28 veya 22 yıl sonra sürgün etmesi sonucu birçok Sakalı, MÖ 6.yüzyılda İyonya krallığına sığınmıştır.

Bu ilişkiler, Sakaların Yunanlılara etkisini ifade eden bir "Yunan Şamanizmi" ve "İyon Şamanizmi"nden bahsedilir; örneğin bazı rivayetlere göre Aristo, meşhur filozof Fisagor (Pythagoras)(*1) Saka ve Şaman etkisi taşıyan anlamına "Kuzeyli Apollo" olarak nitelemiştir. Bilindiği gibi Yunanlılar Sakaların Kuzeyli (Hyperborean) (*2) diyorlardı. Aynı şekilde Parmenides de "Yunanlı Şaman" olarak nitelenenler arasındadır. Hiç kuşkusuz önemli Yunanlı düşünürlerin bu şekilde nitelenmiş olmaları bize, Yunan felsefesi ve biliminin doğuş döneminde Türk soylu düşünürlerin tarihsel bir etkisini göstermektedir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi başta Herodotus olmak üzere bazı Yunanlı yazarlar onların gelişini Yunan kültürüne duyulan hayranlık ve özenti olduğunu söylerler ise de, bunun birçok açıdan doğru olmadığı açıktır. Şöyle ki;

Birincisi, Herodotus'tan Diogene Laeritus'a kadar bazı Yunanlılar, örneğin Abaris (*2), Toharis ve Anaharsis'in Yunanistan'a gelişini öyle açıklarlar ise de, onlara ait olduğu söylenen ve tercümesini sunduğumuz metinler okunduğunda görüleceği gibi bu Sakalar, Saka kültürünün, Yunan kültüründen üstün olduğunu savunurlar. Metinlerden onların hiç de Yunan kültürüne hayran oldukları sonucu çıkmaz ve anlaşılmaz. Ancak Solon gibi dönemin bir veya iki düşünürünü takdir etmişlerdir; bunun nedeninin de, bir Saka adeti olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü Sakaların, Saka olsun veya yabancı olsun, başarılı ve kahraman kimseleri takdir etme gibi bir adetlerinin olduğuna vurgu yapmışlardır.

İkincisi, Abaris, Toharis ve Anaharsis'in Yunanistan'a geldiği 7.ve 6.yüzyıllarda Yunanistan'da henüz dikkate değer felsefi ve bilimsel düşünce henüz oluşmamıştı.

Üçüncüsü,- ki bu en önemli noktadır- Yunanlılar özellikle tıp ve teknik konularla dokumacılık gibi endüstri sahasındaki gelişmeler için Sakalara hayranlık beslemeleridir. Bunun için de örneğin Abaris ve Toharis gibi Sakalı tabibler, Yunanlılar veba salgınlarından kurtarmaları için Yunanistan'a davet edildikleri anlaşılıyor. Diğer taraftan, daha önce de belirttiğimiz gibi Yunanistan'da o zamanlar henüz oluşan sofistik, şüphecilik ve kiniklik gibi ilk felsefi düşüncelerin öncüleri olarak Toharis ve Anaharsis kabul edilmiştir.


Doktor olarak Toharis

Toharis Yunanlılar arasında sadece hikmet sahibi bir filozof olarak meşhur olmamıştır; aynı zamanda bir doktor olarak da meşhur olmuştur. Lucian'a göre onun esas şöhreti, zamanında Atina'da çıkan vebayı yok etmesidir. Bunun için o, Yunanlılar arasında "Yabancı Doktor" ve Yunan şifa tanrısı olan Asclepius'un "Oğlu" ünvanıyla anılır olmuştur. Aynı zamanda "Kahraman" olarak görülmüştür. Yunanlıların ona olan sevgisinden dolayı, o ölünce Atina'daki mezarının üstüne bir heykelini dükmişlerdir, onu tanrı gibi kutsamışlardır. (Lucian; Saka 1-2)

Burada bir noktaya işaret etmemiz gerekiyor: Bu Lucian'ın doktor olarak tanıttığı Toharis, büyük ölçüde yine bir Sakalı Avar olan Abaris'e benzemesidir. Başta Yunanlı şair Pindar (MÖ 522-443) ve Sofist Himerius (MS 315-386) onu Sakalı kabul etmiştir. Bu yüzden de bazı çağdaş yazarlar Abaris ile Toharis'in aynı kişi olabileceğini söylemişlerdir. Ancak Abaris hakkındaki bilgilere bakıldığında, onun MÖ 7.yüzyılda yani Toharis'ten yaklaşık yüzyıl önce Atina'ya geldiği anlaşılıyor. Abaris de Toharis gibi o zaman Atina ve Sparta'daki salgın veba hastalığını yok etmiştir. Bunun için Yunanlılar ona büyük bir hayranlık beslemişlerdir. Şair Therion onun hakkında şöyle demiştir: "Güneşten ok; düşen taştır (meteor)".

Hatta onu Apollon mabedine rahip olarak atamışlardır. Onun mucizelerini içeren bir "Abaris Mucizeleri" (Oracles of Abaris) adlı bir eser de yazılmıştır. Abaris'in kendi yazdığı bir takım eserlerin var olduğu da söylenir; örneğin Pontuslu Heraclides (MÖ 388-310) onun bazı felsefi ve "Tanrıların Menşei" gibi teolojik eserlerinden bahseder.


Bize göre Toharis ve Abaris ayrı kişiler olmalıdır. Son bölümde de kısaca anlatacağımız gibi MÖ 7.yüzyıldan MÖ 4.yüzyıla kadar Yunanlılar arasında bir salgın hastalık baş gösterince Sakalı doktorları davet etmişlerdir. Bunun için Yunanlılar arasında sadece Abaris ve Toharis meşhur olmamıştır, daha başka doktorlar da vardır.


[Saka = İskit ile ilgili aynı kitaptan]


Eski Yunan, Latin (Roma), Bizans, Arap, Pers tarihçilerinin ve yazarlarının hiçbiri Sakaların kültürleri, inançları ve ahlaklarına ait en küçük ayrıntılara vurgu yapmalarına rağmen, onların Pers (İran) dilini konuştuklarını savunmamışlardır. Örneğin Pers ülkesinde bulunmuş olan Herodotus, hiçbir zaman Saka dilinin Pers dilli olduğunu ve ona benzediğini söylememiştir. Daha da önemlisi MÖ 2. veya 1.yüzyılda yaşadığı sanılan ünlü tarihçi Pompeius'un "Filip'in Tarihi" adlı eserinde "Sakaların dilinin, İran dili olması mümkün değildir" diyerek Sakaların İranlı olmadığını vurgulamıştır. ... Sakaların, Pers veya bazı batılıların söylediği şekilde "İranlı" olduğu iddiası bazı kimselerce hala gündemde ise de, görüşlerini destekleyen yeni kanıtları yoktur. İddiaları bu görüşü oluşturmuş daha önceki batılı tarihçilerin söylediklerinin bir tekrarıdır. ... Sakaların Türk veya Türk soylu olduğunu gösteren fakat önceki tarihçilerin ortaya koymadıkları daha birçok kanıttan bahsedilebilinir.




Prof.Dr.Mehmet Bayrakdar
Yunanistan'da Saka Türkü Üç Filozof





Üç silahşörler Atos, Portos, Aramis ve sonradan aralarına katılan Yüzbaşı D'artagnan
"Un pour tous, tous pour un" 
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için...

En erken kullanımı ise 1618 de Otuz Yıl Savaşlarında Prag'daki toplantıda Protestanların mektubunda geçer : 
"Bize karşı yürüttükleri kesin imha amaçlarıyla, bizler de aramızda oybirliği ile bir anlaşmaya vardık. Hayatlarımızı, uzuvlarımızı, onur ya da mülklerimizi kaybetmeye bakmaksızın 'Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için....', tüm zorluklara karşı en iyi şekilde birbirimize daha çok yardım eder ve koruruz."

Slogan Alexander Duma'ya, çıkış noktası da 1618 Protestanları'na ait değil... ;)




Ganbat LKHUNDEV 
(Dr., Moğolistan Bilimler Akademisi Tarih ve Arkeoloji Enstitüsü)
“MOĞOLLARIN GİZLİ TARİHİ”NDE GEÇEN ANT İÇMEKLE İLGİLİ BAZI GELENEKLER

"Türk kavimlerindeki and ve and müesseseleriyle, bunlara bağlı geleneklerin milattan önceki V.-IV. yüzyıllarda Yunan tarihçileri tarafından anlatılan İskit and müessesesiyle aynı olduğu malûmdur. Konar-göçerlerdeki bu gelenek büyük devletler kurulmadan önceki zamana kadar dayanıyordu ve ant içme töreni sadece iki kişi arasında da yapılmıyordu. And veya andlaşmaların eskiden beri devletler arasında yapıldığı görülmüştür. 484’te Amu Derya kıyılarında Sasani hükümdarı Firuz’u yenen, yabgu unvanını da taşıyan Ak Hun kağanının adı, Bizanslı tarihçi Theophane’te “Ephthalanos” şeklinde geçmektedir ki, onlara bazen tarihi belgelerde Eftalitler denmesinin sebebi de bununla bağlantılıdır. Ama yine de Eftalit adının manası henüz açıklığa kavuşturulmamıştır ki, bizim bu konudaki düşüncemiz “Apa Tölös”ten gelebileceği yolundadır. Kaynaklardan anlaşıldığına göre; Türklerin kendisine yardımına karşılık, Firuz kız kardeşini ve bir miktar haracı Ak Hun hükümdarına ödemeye and içmişti. 

“Ant” kelimesi bütün Türk kabilelerinde müşterektir. Eski Türk dini inancını hala sürdüren Türklerden Saha (Yakut) ve Çuvaşlar “and içmek” yerine “antah”, Orta Asya kavimlerinden Kalmuklar, Sahalar (Yakut) gibi “andagar” derler. Büyük Türkolog Mahmut Kâşgarî ise “and” kelimesini Arapça half (حلف )ile izah ediyor.

Türklerin meşhur Oğuz Destan’ında Kurı Han’ın arkadaşı Antalık Sarıkulbaş’tır. Destan’da Kurı Han, “benimle dostluk andı içen arkadaş…” der ve Zeki Velidi Togan da; Antalık, anda yâni yeminli dost demektir ki, Cengiz tarihinde de görülür diye açıklar. 

Türk dilinde yemin etmek manasında kullanılan “ant içmek” sözünden de anlaşıldığı gibi, yemin bir şeyin içilişiyle olurdu. Taraflar, mesela parmaklarını keserek kımıza veya bir başka içeceğe katıp içtikten sonra bir tür sözleşme yapmış oluyorlardı. Bu aynı zamanda kan kardeşliğinin de bir göstergesiydi. Ayrıca “demir” eski Türklerce kutsal sayıldığından bundan yapılan kılıç üzerine yemin etmek de bütün Türklerde umumi bir gelenek haline gelmişti. Kök Türklerden bahseden kaynaklarda, ant merasimlerinde kılıç ve kımızın da yer aldığı anlaşılıyor. Tabi ki bu kımız bir hâkimiyet sembolü olan kadehle içiliyordu ki, Türk coğrafyasındaki bütün heykellerin elinde bir de kadeh vardır. Buna bağlı olarak taraflar kılıcı ellerine alıp, “sözümden dönersek, kök girsin, kızıl çıksın” diyorlardı.

Avar kağanı Bayan da, Bizans ile yaptığı anlaşma sırasında, bunu bozduğu takdirde, “gök üstüme yıkılsın, cennet ve cehennemin sahibi Tanrı’nın şimşekleri beni mahvetsin, Sava Nehri’nin sularında boğulayım” diye söz vermişti. Herhalde bu gelenek Türk İskitlerden beridir geliyordu.

Hunlar, Kök Türkler, Uygurlar ve Kıtanlarda devam eden “ant içme” geleneği, XIII. asırda özel bir tören haline gelmiş ve eskisi gibi arkadaşlar arasında veya devletlerarası ilişkilerde görülmüştür. Bütün Orta Asya halkları arasında rastlanan bu gelenek, Moğolların kültüründe de izini bırakmıştı. Moğolların en eski yazılı kaynaklarından biri “Moğolların Gizli Tarihi”-dir. XIII. asırda 1240 yılında yazıldığı tahmin edilen bu kaynak, Moğolların “ant içme ve yemin etme” geleneklerinin eskiden nasıl olduğunu öğrenebileceğimiz bir başvuru eseridir.

Ant içmenin nedeni, İskit soyundan gelen Togaris’in (Toxaris) ağzından şu sözlerle verilmektedir: “Bizim memleketimizde savaş hiç eksik olmaz, ya biz bir ülkeye saldırırız, ya bizim yurdumuza bir saldıran olur. Otlak ve talan için silaha sarılırız. İnsana dost da işte öyle zamanlarda lâzım olur. Bunun içindir ki, biz dostluklarımızı sağlamca perçinleriz. Onun karşı konulmaz, yenilmez bir silah olduğuna inanırız”.

Buradan da anlaşılacağı üzere gerçek dostluk bilhassa harp zamanlarında daha da fazla aranmaktadır. "


Türk Dünyası Araştırmaları Sayı: 198 Haziran 2012/detaylı PDF:







NOTLARIM:


(*1) "...Meuli, Homer ve proto-Hint-Avrupa'da bile şamanizmin izlerini buldu, ama bu fikirler klasikçiler tarafından ele alınmadı." der aşağıdaki kaynakta ve dikkate alınmadığından bahseder. Neden dikkate alınmadığı, ya da Burkert'in "Greek Religion (Yunan Dini) kitabında başlarda bahsederken, sonraki baskılarda bahsetmemesi (*1), hep Hellen-Roma kültürünün yüceltilmesi ile ilgilidir. Sonuçta, Avrupalılar kendilerini onların torunları olarak görüyor, medeniyetin atası sayıyorlardı. Halbuki en basitinden Ateş/Ocak Kültü (yani Hestia-Vesta) İskitlerden (As Türkleri) geçmedir. Bugün dahi bu kült, Yunanlılar, İtalyanlar ya da Hint-Avrupalılar arasında değil, Türk toplulukları içinde devam etmektedir. Hatta, Hestia-Vesta için yapılan dairesel tapınağın mimarisi Yunanlılar için yabancıdır ve Romalılar Etrüsklerden almıştır. Hestia rahibeleri ayinlerde tapınaktaki ocağı/ateşi beslerken, çatısının tam ortası açıktır. Tıpkı Orta Asya'daki Türklerin Ateşin ruhunu besledikleri gibi, tıpkı çadırları (yurt) gibi... Aile, Ocak, Ateş... 

"...Meuli found traces of shamanism even in Homer and among the proto-İndo-Europeans, but these ideas were not taken up by classicists." [(*1)Pythagoras and the Early Pythagoreans, by Leonid Zhmud]



(*2) Apollo'nun rahibi Hyperboreanlı Abaris 
Hyperborean = İskit/Saka boyu
Abar = Avar Türkleri
Kam (Şaman) Avar (Abar)


 Prof.Dr. Ahmet Taşağıl :  "Hunlar’dan sonra Avrupa’yı sarsan ikinci Türk kavmi olan Avarlar’ın menşei konusunda çok uzun tartışmalar yapılmış. Fakat artık onların Türk olduğu ilim alemine kabul edilmeye başlanmıştır. Bunların menşeinin Türk olduğunun ortaya çıkması arkeolojik kazı ve araştırmalar sayesinde olmuştur. (..) Grek coğrafyacısı “Strabon” M. 1. yy.’daki eserlerinde “Abar-Noi” lardan bahsetmekte ve eski Grek efsanelerinde karışık olarak “Abaris” adının geçtiği bilinmektedir." 


Prof.Dr. İlhami Durmuş :  "Rodoslu Simmias (MÖ.3.yy) da Hyperboreanları Massagetaelerle ilişkilendirir. Massagetaeler İskit/Saka boylarındandır. Kraliçe Tomris'in halkıdır."  


Dr. Kılıç Osmanov (Kırgız Devlet Pedegoji Üniversitesi, pdf ] :  Hyperboreanlı Abaris : İskit Efsanesi

Seuthes'ın oğlu olan Hyperborealı Abaris bir şifacı (şaman!) ve Apollo rahiplerindendir. Eğitimini Kafkas yakınındaki Hyperborea'da aldığı, bir salgın yüzünden ülkesini terkettiği anlatılır. Bir aziz, peygamber, filozof gibi konuşması, şifacılığı, İskitli giyimi ve dürüstlüğü ile Yunanlılar arasında saygınlık kazanır. İskit'in oğlu Seuthes'in oğlu Abaris'in İskit Efsanelerini yazdığı söylenir. Dünyayı efsaneleşmiş oku ile yemeden içmeden dolaşabilir, ok ona Apollo tarafından, ülkesi Hyperboreans'tan Yunaninstan'a giderken verilmiştir (Heredot 4.kitap). Bazı kaynaklarda "Scythian Abaris" ya da "Abaris le Scythe ou l'Abaris Hyperboréen" olarak geçer. Bunun yanında bir de tek gözlü altın muhafızları "Hyperborean Arimaspi"ler var, onlar da Dağlı İskitler olarak geçer. 

" Antik Yunan kaynaklarındaki Arimaspiler ilmi araştırmalara göre, Tarbagatay dağlarına bitişik olan topraklarda, İrtiş nehrinin kaynak cihetinde, Zaysan gölünde ve onun doğu tarafındaki bölgede meskundurlar. Arimaspi ıstılahında eski Türkçe’deki “arima”s kelimesinin eski yapısını ya da devingenli şeklini görebiliriz. Arimas eski Türkçe “arim” (ayrım, ayırma) kelimesi ve “az (as)” etnik isminden oluşabilir, yani arim-az (as), arimas-“diğer, öbür, farklı ayrı olan Azlar” manasındadır. Bu göçebelerin etnik isimlerinin arimas olabileceği tarihi haberler ile ispatlanabilir. Antik yazar Strabon’un haberlerine göre Büyük İskender, Maveraünnehir’de bir dağı ele geçirmiştir. Onun adı “Oks (Okus)(*3) veya Arimaz” kayası diye zikredilir (Strabon, 1940:81). Kvint Kurtsiy Ruf’un verdiği habere göre: Bu dağ Arimaz’ın elindedir. Arimaz, orada 30.000 asker ile oturmuştur (Strabon, 1940:81). Bize göre, Arimaz bu komutanın ismi değil, o kabilenin adıdır. Eski Türk adetine göre, her boyun üyesi o boyun ya da oymağın etnik ismiyle adlandırılırdı bunun içinde “Arimaz” etnik isim şeklinde kullanılmış olabilir. Eski zamanlarda Dağlı Altay'da altın çok miktarlarda çıkarılmıştır. Arimaspiler, hem arkeolojik hem de antropolojik açıdan Pazırık kültürüne sahip göçebelerdir ve Dağlı Altay İskitleri ile aynı köktendir." 



Laszlo Rasonyi “Tarihte Türklük” "Türkçe izahı mümkün en eski has isimlerden biri Abaris'tir, eski Yunan kaynaklarında geçer. Efsaneye göre Apollo'nun rahibi idi. İsa'nın doğumundan önce 8.yy başlarında, Altay dağlarının kuzeyine düşen bozkırlardan Apollo'nun kutsal kuşları, şarkı söyleyen kuğuların ülkesinden uçan bir oka binerek Yunanistan'a geldi. Şarkı söyleyen kuğular ve ok üstüne binerek uçka tabirleri Türk Şamanlığında geçer. Yunan efsanesinde Altay Dağlarına delalet ettiğini sandığımız "Riphaei Dağları" tabiri de ilgi çekicidir. Abaris adının sonundaki -is Yunanca ek olduğu için iştikak bakımından güçlük arzetmez. Bu özel isim üzerinde inceleme yapan Moravcsik, Abaris'i isabetli bir görüşle 2600 yıl önceki Avar kavim adı ile birleştirmektedir.

Abaris, Avarların tarihte büyük rol oynamalarından 1200 yıl önceye aittir. Avar kavminin eski adı ; Abar idi, karşı koyan anlamına gelen bu isim tipik Türkçedir. Bu tarz kavim adları Türkçede çoktur. Titiz bir tenkidçi, Abaris ile Avar'ların tarih sahnesine çıkışları arasında bin yıllık bir farkın olduğunu söyleyebilir. Türkologun buna cevabı şu olacaktır: Türk kabile adları arasında 1200, hatta 1500 yıldan beri kalan ve bugün de kullanılan kelimeler de vardır. Mesela Sabar, Töliş, Türgiş gibi. (…)" 



(*3) Heredot ve Strabon'da da geçen Okus, Oxus, Ochus nehrinin asıl adı Oğuz'dur. Bugün Ceyhun (Amuderya) diyoruz! Burada en az 2500 yıllık bir Oğuz adı var.



(*4) Ammonius Saka =  Soyu Hindistan'daki Saka Türklerinden gelme. Budizm'in yayılması da Kuşhan Türkleri vasıtasıyla olmuştur. Budha'nın kendisi bile Saka Türkleri soyundan gelmektedir. [ek: Budist Türk Sanatı, Dr.Emel Esin]



ve Samsatlı Lucian (MS.120-192)'ın ingilizce kitabı: TOXARIS: A DIALOGUE OF FRIENDSHIP





Dr.Güven Beker'in bir itirazı vardır (ve haklıdır da) : "Mehmet Bayraktar Hoca, antikçağdaki Greklere Yunan demekle pek de doğru bir tabir kullanmıyor. O çağda bilindiği üzere, Yunan tabiri henüz ortada yoktu; zaten o yüzden de sonradan gelişen Yunan kavramıyla, bir de Yunanlı kelimesini geliştirmişiz; hiç bir zaman Bulgarlı demiyoruz ama Yunan’a Yunanlı diyoruz. Yurdumuza gelen Yunan gruplar da, en çok bizim onlara Yunan dememize itiraz ediyorlar. Biz Ellas’ız diyorlar ve adamlara hak vermemek mümkün değil. Bence Yunan ve Yunanistan terimlerini ancak 19.yy’dan bu yana olan olaylarda kullanmalıyız."

Homer'in kitabında bile geçmez "Grek" kelimesi. Hellenler de küçük bir kavim olarak geçer. Yabancı akademisyenler (bizimkilerden de bazıları), Akhalar, Aitolialılar, Arkadialılar, Boiotialılar, Ephyreliler ya da Hellenler gibi tüm bu kavimleri tek bir ad altında toplamakta hiçbir mahsur görmeyip, Türkleri ayrı ayrı boy adlarıyla anmaktan da çekinmezler, hatta Türk olarak yazmamıza bile karşı çıkarlar; İskit Türkleri, Massaget Türkleri, Hun Türkleri v.s. gibi....










Bu paylaşımıma Arkeolog A.A. şu yorumu yapar:  "Lukianos'un Anacharsisle Diyaloğunu okumuştum. Başka eserlerinde de sıklıkla yaptığı gibi hayali bi karakter yaratmış Lukianos, Yani Anacharsis (benim bildiğim kadarıyla) hayal ürünü bi kişiliktir. Aynı Truvalı Helen, Akhilleus, (Hz.) Musa vb gibi.."


Cevabım : Evet öyle bir teori vardı, ama son çalışmalarla onun tarihi bir kişilik olduğu ortaya konulmuştur. Anacharsis'ten bahseden ilk kişi Heredot'tur(şimdilik). Kırım ve Ukrayna Sakalarından'dır. Annesi Hellenlidir. Mehmet Bayrakdar kitabında, en kapsamlı çalışmanın Kindstrand tarafından yapıldığını, hakkında efsanevi bilgilerin varlığını kabul ettiğini, ama tarihi bir kişilik olarak kabul ettiğini, yazar. Plutarch'ın Solon kitabının 5.bölümünde Anacharsis geçer. 

[cevap olarak vermediğim bir başka kaynak ta Sicilyalı Diodorus'tan (MÖ 1.yy) : "Bize söylenmişti, İskit Anacharsis, bilgeliği ile büyük gurur duyan, Pytho'ya geldiğinde...("We are told that the Scythian Anacharsis, who took great pride in his wisdom, once came to Pytho..")]

Başka bir kaynak da Firudin Ağasıoğlu'ndan: "Anakhars saka soylu idi. Türk alfabesinin qüsuru X (Kh) harfının olmaması etimolojide sorunlar yaratır. Adamın adı Anak // Anax ile başlayır. Sonluğu da ar-s veya arıs ile biter. Babası saka kralı Konur bey, kardeşi Savlı bey de türk adları taşıyor. Savlı türk kadınından olması nedeni ile babasından sonra elbey (kral) olur, Anakars ise yunan kadınından doğmuştu ve Athinaya gedip bilge olmuştu.

Qədim Azərbaycan türk boylarından, birinin adı da Saqadır (Saka). Sakalar bir çox adlarla məhşur olmuşlar, Iskit, Saqa, Skif, Saka və,s. Azərbaycanda Sakalarla bağlı bir çox yer adları mövcuddur. Şəki (Saqa), Zakatala (Saqa-tala), Pirsahat (Pir-saqat), Pirşağa (Pir-saqa), Saatlı (Saqat-lı), Sakantala (Saqan-tala), Sakandərə (Saqan-dərə). Miladdan öncə birinci minillik boyunca Avrasiyanın müxtəlif guşələrində görünən saqa elatı tarixin ayrı-ayrı çağlarında bu və ya digər regionda qüdrətli dövlət qurmuşdur. Tarixin yaddaşında qalan bu dövlətlərdən biri Azərbaycanda, əvvəlcə Sakasen (Şəki), sonra Muğan-Urmu bölgələrini əhatə edən geniş ərazidə qurulmuş, digəri Qara dənizin quzey bölgələrini nəzarətdə saxlayan və bir neçə əsr davam edən "Saqat (Skitiya) çarlığı" şəklində ortaya çıxmışdır.

Saqa elatı təkcə özünün möcüzəli köçəbə gələnəyi ilə deyil, həm də antik dünyanın "Yeddi müdrik" sırasına verdiyi şahzadə Anaxars (Anaxarsis) ilə də öyünməyə haqqı vardır. Lakin bu filosofun soydaşları o çağda onunla nəinki öyündü,hətta "dönük adlandırıb onu öldürdülər, adıını çəkməyi qadağan etdilər. Onun həyat və yaradıcılığ barədə Herodot, Platon, Strabon, Plutarx, Laertli Dioqen kimi onlarla dahi öz əsərində məlumat verir. Anaxarsı müdrik adlandıran Efor deyir ki, o bu boya (Saqa) aid idi və ağlına, saf əxlaqına görə Yeddi Müdrikdən biri sayılırdı. Müxtəlif siyahılarda adları təkrar olunan həmin müdriklər (Fales, Biant, Solon, Anaxars, Pitta­k) miladdan öncəki VII-VI yüzillərdə yaşayan görkəmli filosof və dövlət xadimləridir.

Anaxars Qunurun (Qonur-Gonur) oğludur, saqat çarı Kaduidin qardaşıdır. Anası yunan qızı olduğundan hər iki dili (saqa və yunan) bilirdi. O, 594-cü ildə Afinaya gəlib,o çağın məşhur filosofu Solon (635-560) ilə görüşmüşdür. Anaxars uzun səyahətdən sonra Skitiyaya (Saqat torpağına) döndü və soydaşlarını elin adəti ilə yaşamağa çağırdı,lakin hələ sözünü qurtarmamış lələkli ox onu ölümsüzlüyə apardı. Anaxarsdan öncə Abar (Abaris) və Toksar (Toharis) adlı saqat (Saka Türk) aydınları da Yunan ölkəsində olmuşlar." [Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu Celilov - Azər Xalqı]


Arkeolog A.A yine yorum yapar: "Lukianos tarihte ilk bilim kurgu öyküyü yazan insan olarak ünlenmiştir...biçok öyküsünde inanılmaz bir espri anlayışıyla fantastik ve kimi zaman komik öyküler anlatmıştır.Türkçeye çevrilmiş nesi varsa okudum.Anacharsisi de ingilizcesinden okudum...Anadolu antik çağ tarihçileri bakımından çok zengin olsa da Lukianos hiçbir zaman tarihçi olarak kabul edilmemiştir...Dolayısıyla söz konusu filozoflar hayal ürünüdür.Ama şunu da kabul etmeliyiz ki Asya'daki olmasa da mezopotamyada olağan üstü bir bilgi birikiminin olduğu şüphesiz bir biçimde bilinir.Ancak iskit/saka bilgi birikimi hele hele o kadar eski dönemlerde nerededir? Kanıt varmı?Bu şekil okumalarını bizi ne kadar yanlış yönlendirebileceğine en çarpıcı örneği vererek bitireyim:Julius Caesar hiçbir romanı tarihçiye göre "et tu Brutus" dememiştir. (Sen demi Brutus) bunu yazan ilk ve tek yazar Shakespeare dir.....selamlar"


Cevabım : "Lukianos (MS 2.yy) dediğiniz gibi olabilir, ama ondan önce Anacharsis'ten bahsedenler vardır, yukarıda da yazdım, Herodot, Strabo... İskit/Sakalar ile ilgili diğer toplulukların kaydetmiş olduğu bir çok farklı kaynak var. Asıl biz İskit/Sakalar hakkında hiçbir şey bilmiyoruz, çünkü öğretilmiyor. Acaba neden?..."


Arkeolog A.A. buna cevap verir: "Çok bi bilgi yok ta ondan... kayıt tutan , bilgi birikimi üreten bi halk değilde ondan... bu nedenle iddia edildiği derecede önemli filozof yetiştirmiş olmaları ihtimali oldukça düşük..."


Cevabım : Kamlar da birer fiozoftur, çünkü Türklerde "kam" kelimesi "kahin, tabip, filozof ve alim" anlamına gelir. Bazen de "sihirbaz ve rahip" anlamına geldiği belirtilir. Bu sebeple de İskit/Sakalardaki Kamların birer "filozof" olmaları şaşırtıcı olmamalıdır. Anacharsis bir kam değildir, bilgiye açtır, araştırmacıdır, meraklıdır, gözlemcidir. Solon veya diğerleri ile İskit-Hellen düşünce tarzlarındaki ayrılıkları ortaya koyar. Anacharsis üzümü üç başlıkta toplamıştır; ilk içilen şarap susuzluğunu giderirken, ikincisi sarhoşluğu, üçüncüsü de tartışmayı tetikler, der. Yazılanlara göre de, bundan dolayı heykelin kaidesine "dilinizi, ihtiyaçlarınızı, tutkularınızı dizginleyin" yazılmıştır. Bu bile Hacı Bektaş-ı Veli'nin "eline, diline, beline hakim ol" deyimi ile paraleldir. Türkler de felsefe yoktur demek yanlıştır. Çok zengin bir kozmogonisi, dini ve mitolojisi vardır. Müslüman olmadan önce de ruhun varlığından haberdardır ve ölüm geldiğinde kişi için "uçmağa vardı" denilir. Uçmağa burada "cennet" karşılığı olarak algılanıyor, ama o kişi kelimenin tam anlamıyla "ruhu göğe uçup gitmiştir" yani tanrıya gitmiştir. Bilinenin aksine de Türkler tek tanrıya inanmıştır o da gök tanrıdır, şamanlık bir yaşam biçimidir, dini değil. Kamlar, ruhlar ile insanlar arasındaki ilişkiyi sağlayan kişilerdir. 

Acaba neden diye sorduğumda aslında cevabını biliyordum. İskitler Türk'tür, bu yüzden sümen altı edilmiştir, etnik kökenleri çarpıtılmıştır. Kimmer ve İskitler için bugünkü anlamıyla barbar demek, sadece savaşmayı bilirlerdi göçebelerdi (göçebe değil göçen ve yerleşik olanları da vardı) demek nasıl yanlışsa, Türkler de "bilim, felsefe" yoktu demek de yanlıştır. Türklerde ata kültü, doğa kültü varken, evreni sorgularken, gizemini çözmek için fikirler üretirken, felsefenin sadece "batılılara" özgü olduğunu söylemek de yanlıştır. Bu iki topluluk birbirlerini her yönden etkilemiştir, ki Hellenler kültür ve geleneklerini Anadolu halklarından öğrenmiştir. Fahri Işık hocanın da dediği gibi "Hellenler kültür göçü yapmamıştır". Tıpkı devlet adamı, politikacı, hatip Demosthenes'in yarı İskit yarı Hellenli olması gibi (MÖ 384-322). Felsefe Anadolu doğdu derler ama sadece Hellen (sandıkları) kökenlileri ön plana çıkarırlar (ki Thales Fenike-Karia kökenlidir). Doğuluların da felsefesi vardır ve Anadolu gerçekten de bir köprüdür. Yoksa ne Thales, ne Heraklitos ya da Sokrates, ne de Aristo hiç bir etki altında kalmadan, doğulularla iletişmde olmadan, kitaplarını okumadan bu başarıları elde edemezdi. Miletoslu Aspasia MÖ.5.yy'da Atina'ya gitmeseydi, düşünürler, flozoflar, hatipler ve siyasetçiler fikir değiş tokuşu için bir araya zor gelirdi. Aynı şey ilim ile uğraşanlar için de geçerlidir. Ve evet haklısınız, herşey Mezopotamya'da başlamıştır. Thales güneş tutulmasını hesaplayacak durumda değildir, Mısırlılardan öğrenmiştir. Pisagor'un teorisi de Mezoptamya kökenlidir. Sumerlilerin Türkmenistan Anau'dan inmesinin, MÖ 4-2 binlerde Subar Türklerinin Mezopotamya'nın kuzeyinde Türkiye'nin Güneydoğusunda olmasının bir gerçek olması gibi...

Darius I, İskit topraklarına sefer düzenler. İskit kralı İdanthyrsus bir savaş taktiği olarak sürekli önünden kaçarak tuzağa çekmektedir. Darius bir mesaj gönderir : "Neden durmadan kaçıyorsunuz? Eğer güçlüysen gel benimle savaş, yok zayıfsan, o zaman bana bağlan ve egemenliğimi kabul ettiğine dair bana toprak ve su gönderin." 

İdanthyrsus cevap verir : "Ben hiç kimseden korkup kaçmam, ordumla gezmekteyim. Neden savaşmadığımızı soruyorsun. Şehirlerimiz ve ekili alanlarımız yok, bu sebeple de savaşmak için sebebim yok. Sana toprak ve su yerine hak ettiğin hediyeleri göndereceğim ki kendini benim efendim olarak görmenin cezasını ödeyeceksin" der ve bir fare, bir kurbağa ve bir kuş ile 5 adet ok gönderir.

Darius bir anlam çıkaramaz ve yanlış yorumlar: güya, fare toprakta yaşadığı için topraklarını, kurbağa suda yaşadığı için sularını, kuş özgürlüğün sembolü olduğu için İskitler özgürlüklerini veriyordur. Oklar da teslimiyet anlamındaymış. Gerçekte işin aslı o değildir. Hediyeleri getiren elçi açıklar: "Siz Persler fareler gibi toprağın içine girip saklanmadıkça, kurbağalar gibi suyun içinde gizlenmedikçe, ya da kuş gibi uçup kaçmadıkça oklarımızın altında can vereceksiniz." [Heredot 4:132]

Darius'a derinlik içeren bu cevabı gönderen İskit kralı İdanthyrsus'un babası Anacharsis ile kardeştir. İskit/Sakalar ve Kamlık hakkında birçok kaynak var, ilgilenenlere...

Mitoloji de olsa; insanı yaratan, aydınlanmaları (düşüncede de aydınlama) için ateşi veren, Zeus'a kafa tutan, evrenin-zamanın efendisi Prometheus'da bir doğuludur, her ne kadar Herkül onu kurtarmış olarak anlatsalar da, aslında hala zincirlidir... Saygılar...


Ayrıca, "Julius Caesar hiçbir romanı tarihçiye göre "et tu Brutus" dememiştir. (Sen demi Brutus) bunu yazan ilk ve tek yazar Shakespeare dir..." - demiştiniz. Ama, araştırmalarıma göre de biyogafi yazarı Suetonius (MS 2.yy) ın kitabında "Sen de mi çocuğum" dediği yazar. ["And in this wise he was stabbed with three and twenty wounds, uttering not a word, but merely a groan at the first stroke, though some have written that when Marcus Brutus rushed at him, he said in Greek, "You too, my child?" " 82.bölüm]

Bundan da, Shakespeare'n bundan haberdar olduğunu ve kendince yorumlayıp Brutus'u eklediğini ortaya çıkarırız. Kısaca, araştırmıyoruz, sorgulamıyoruz, bize kim-ne verirse kabul ediyoruz. Paylaşımlarımda kaynaklar mevcuttur, ama onları okuyanların da sorgulayıp, kendince araştırma yapmasını isterim. Ancak o şekilde gerçeklere ulaşabiliriz. Selamlar...

Arkeolog A.A. yorum yapar: "Semra hanım, ayrıca Suetonius'un 12 Caesarın Yaşam Öyküsü kitabına baktım, sf.57 de tam şu cümle yazıyo "birileri saldırıya geçen M. Brutus'a Yunanca sen de mi oğlum dediğini söyledilerse de, ilk vuruşta ağzından tek sözcük çıkmadan yalnızca inledi"....bilgine sunarım..."


Cevabım: "Caesar bunu söylememiş olsa da, bu deyim Suetonius ile doğmuş, Shakespeare sadece tekrar etmiş gözüküyor." ;)


Buradan çıkarılacak ders: Hellen ve Roma, yani Klasik Arkeoloji-Tarih okuyanların kesinlikle Türkolojiyi, Türkoloji okuyanların da Klasik Arkeo-Tarihini bilmesi gerek, ki benzerlikler ile etkileşimlerin farkına varabilsin ve Türklerin Akdeniz Havzası ile Anadolu'daki varlığının milattan önceki dönemde başladığını görebilsin.



Semra Bayraktar





"... onun bedenini Kafkas Dağı'na çivilediler, ki bir İskit dağıdır. Orada Prometheus çivilendi ve bağlı tutuldu..." 
("... to nail his body to Mount Caucasus, which is a Scythian mountain. On it Prometheus was nailed and kept bound... ") Apollodorus (180-120 BC), Library, book 1:7







ilgili:
Alexander Nemirovsky "Tarihte ve Mitolojide Rehber" kitabından "Anacharsis" bölümü


Çinli filozof Konfüçyüs'ü (551-479) herkes bilir, ama ondan önce var olan Saka Türkleri'nden
Toharis ile Anaharsis'i bilmez, hatta 'Grek' olarak tanır!
SB