mehmet bayrakdar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mehmet bayrakdar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2018 Cumartesi

Zerdüştlüğün Yunan ve Roma'ya etkisi





Yunanlılara ve Romalılara Etkisi


Yunanlılar Medleri en geç MÖ. 9 yüzyıldan itibaren iyi biliyorlardı. Daha önce de belirttiğimiz gibi antik dönem Yunanlı tarihçiler ve filozoflar Zerdüşt’e ve Zerdüştlüğe, dolayısıyla Med uygarlığına çok ilgi duymuşlardır. MÖ. 7 yüzyıldan itibaren Yunanistan’da Yunanlılar arasında adına "Medcilik” (Medismos) dedikleri bir akım ortaya çıkmıştır. Hatta bazı rivayetlere göre ünlü Heraklitos, I. Darius zamanında Pers ülkesine davet edilmiştir. Yunanistandaki Med modasını ve Med ekini etkisini anlatan bu akım, Medlerin siyasi otoritelerini kaybetmesinden sonra da aynı adla devam etmiştir; hatta Büyük İskender'in MÖ. 330 yılında İran’ı işgal ederek Ahamenidlere son vermesinden sonra bile Med ve Pers ekininden etkilenmeye devam etmişlerdir. Bu sonraki dönemlerde de Medcilik kavramının sürdürülmüş olması Medlerin, diğer uluslar yanında olduğu gibi Yunanlılar nezninde ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Öyle ki Medler, Yunanlıların edebi türlerinin konusu bile olmuştur; örneğin Atinalı şair Theopompus, "Çok uzaklığı” şiirlerinde "Med Toprakları" deyimiyle ifade etmiştir ve komedi türü bir eserinin adı da “Med”dir.


Zerdüşt, Yunanlılar ve Romalılarca bir filozof, astronom ve astrolog olarak görülmüştür. Onların Zerdüşt yanında, özellikle Zerdüştlüğü temsil eden ve "Magi” (Maglar) dedikleri din adamlarının düşüncesine de ilgileri yoğundu. İzmirli Hermippe (MÖ. 3. yy.), Zerdüşt’ün kitaplarını Yunancaya çevirmiştir. Hatta giriş bölümünde bahsettiğimiz Avesta’nın Şîz nüshasının Yunacaya çevrildiği rivayet edilir. Ünlü yeni eflatuncu filozof Proclus'un Zerdüşt’e ait kabul edilen şiirlerden 70 mısrayı Yunancaya çevirdiği bile söylenir. Bugüne ulaşmayan bu çeviriler, bazı Avesta metinlerinin veya Yeni Zerdüştlüğe ait başka metinlerin çevirileri olabilir. Yunanlıların ilgisi, Zerdüşt ve Zerdüştlükle sınırlı değildi; Medlerin ekini ve bilimsel düşüncesini de öğrenmişlerdir. Medlerin, Yunanlılara etkisi onların vasıtasıyla Romalılara da geçmiştir. Bu etkilenmeye neden olan bazı doğrudan olaylar vardı.


Bunlardan birisi, daha önce de belirttiğimiz gibi Herodotus'a göre Medlerin Atina’yı işgal etmeleri; aynı şekilde I. Darius döneminde Ahamenidlerin Anadolu ve Yunanistan’ın kıyı bölgelerini işgal etmeleridir. Diğer bir vasıta ise, Med imparatorluğunun Perslere geçtiği MÖ. 552 veya 550 yılından MÖ. 300 yılına kadar Yunanistan'a ve İtalya’ya olan bazı Maglann göçleridir. Nihayet Büyük İskender'in MÖ. 331 yılında İran'ı işgali, Yunanlıların Med-İran kültür ve uygarlığını yakından tanıma ve etkilenme vasıtası olmuşur.


Diğer taraftan Yunanlıların bir kısmının Fenike göçmeni olması, Asya ekininin Avrupa ve Yunanistan'a girmesinde büyük rol oynamıştır. Sümer (Kenger), Med, Babil, Hind ve Mısır uygarlılarından ve düşüncesinden birçok şey oraya geçmiştir. Büyük İskender'in MÖ. 4. yüzyılın sonuna doğru Hindistan’a kadar yaptığı seferlerde birçok felsefi, dini ve bilimsel düşünceler Yunanistan’a aktarılmıştır. Örneğin Yaşlı Pliny, Aristo’mn zoolji ile verdiği bilgilerin kaynağının Hindistan ve Pers ülkesi olduğunu bildirir; çünkü ona göre Büyük İskender yanındaki birçok kişiye bilgi toplayıp Aristo’ya iletmelerini emretmiştir. Aristo’nun zooloji konusunda başka kaynaklar da vardı; bunlardan biris, Büyük İskender zamanından çok önce yazılan Ctesias'm "Persika’’sı ve ona ekli "Indika” sıdır. Aristo’nun Babil-Med astronomi geleneğinden de haberdar olduğu bilinmektedir; Aristo’nun akrabası sayılan ve İskender ile doğu seferine katılan tarihçi Callisthenes (MÖ. 360 -328), İskender’in Babil'i almasından 1903 yıl önce, yani MÖ. 2200 yılında Babillilerin kaydettikleri ve derledikleri gözlemleri içeren belgeleri Aristo'ya göndermiştir. Söz konusu gözlemlerin derlendiği tarihten çok kısa bir zaman öncesine kadar Medlerin Babili 226 yıl kadar ellerinde tuttuklarını ve Medlerin de astronomi konusunda ileri düzeyde olduklarım hatırlarsak, Aristo'ya gönderilen gözlem belgelerinin en azından bir kısmının Medlere ait olabileceği düşünülebilir.


Muhakkak, Yunanlılar Medlerden, Perslerden ve Hindlilerden, Büyük İskender zamanından çok önce de haberdarlardı. Bunun örneklerinden birisi, önce Sparta'da açılan "Gymnosophists" mekteblerdir. Gymnosophistler, Yunanlıların Hindli çıplak din adamlarına ve filozoflarına verdikleri isimdir. Çıplaklığın, Yunanlılara Hindlilerden geçtiğini söleyenler bile vardır. Yunanlılar, ilk örneğini MÖ. 776 yılında tertipledikleri Olympus sporların yapıldığı merkezlere "Gymnasium" adı vermeleri de bu sebebledir. Medlerin esas dinini, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Şamanizimdi. Günümüzün birçok batılı bilgini, Medlerin ve Sakaların etkisiyle oluşan bir "Yunan Şamanizm’inden bahsederler; Yunanlı Şamanistlerden birisi olarak, örneğin meşhur filozof Parmenides gösterilir.


Zerdüşt’ten veya Zerdüşrlükten en çok etkilenenYunanlılar arasında Pythagoras (Fisagor MÖ. 560-480) vardır. Birçok Yunanlı ve Bizanslı düşünüre göre, Fisagorcular Fisagor’un Babil’e giderek Zerdüşt'ün öğrencisi olduğuna inanıyorlarmış. Bazı rivayetlere göre Aristo’nun Fisagor’daki Saka etkisini ifade için ona "Kuzeyli Apollo" demiş olduğu anlatılır. Bilindiği gibi, antik dönem Yunanlıları, Balkan ve Güney Rusya Sakalarına "Kuzeyliler" (Hyperboreiov) diyorlardı. Fisagor’un ruh ve ruhun ölümsüzlüğü konusunda Zerdüştlük’ten etkilenmiştir; çünkü Medlerde ve Sakalarda bir Türk metafizik düşüncesi olarak ruhun ölümsüzlüğünün çok önemli yeri vardır; zira Türkler atalarının ruhlarının yaşadığına inanırlardı ve kutsarlardı. Ayrıca Pisagor’un sayılar konusundaki görüşü ile adını taşıyan meşhur Pisagor Teoremi’nin aslının Babilli ve Medli olduğu konusunda da iddialar vardır. Yunan kaynaklarına göre, Zerdüştlükten etkilenen filozoflar arasında Sokrat (470-399) da vardır; Eflatun’a izafe edilen "Axiochos” adlı eserde bir moğun (Gobryas) Sokrat’ı eğittiği bilgisi yer alır. Diogenes Laeritus'un meşhur eserinde Gobryas'ı, Zerdüşt din adamları Moğlar’m (Maglar) bir sınıfı olarak gösterilir. Öyle görünüyor ki Gobryas sözcüğü, Maglar veya Moğan/Muğan sözcüğünün eş anlamlısı olan Farsça Guebres (Goebras) sözcüğünün bir bozmasıdır.


Zerdüşt’ün ve Magların tesirinin görüldüğü başka bir Yunanlı filozof, meşhur Eflatun'dur. Eflatun bazı eserlerinde Zerdüşt’ü anmıştır. MÖ. 390 yılında yazdığı Alcibiades adlı eserinde Zerdüşt’ten ve öğretisinden kısaca bahsetmiştir. Hayatının sonuna doğru, özellikle Magların İyilik-Kötülük kavramlarından ve onların zıdlıkları hakkındaki düşüncelerinden etkilendiğini "Kanunlar" adlı eserinden anlıyoruz. Aristo’ya gelince; kaynaklar onun da Zerdüşt’e ve Zerdüştlüğe ilgi duyduğunu anlatırlar. Aristo, hatta Zerdüştlük üzerine "Magicus" adlı bir eser yazmıştır. "Felsefe Üzerine" adlı eserinde Aristo, Eflatun gibi, Zerdüştlüğün İyilik-Kötülük düşüncelerinden etkilenmiştir. Hatta Aristo en meşhur eseri "Metafizik”te bile Maglardan bahseder. Yukarıda anlattığımız konularda, Eflatun’un öğrencisi Cnidus ile Eudoxus'un, Plutarchus’un ve Hecataeus'un da Zerdüştlükten etkilendikleri kabul edilir.


Medlerin ve Zerdüşt düşüncesinin. Yunanlılara sanıldığında kadar çok daha derin bir etkisinden bahsedilebilir; bunun bir örneği olarak, Antik ve Hellenik döneminde kullanılan, Aristo’dan Rodoslu Eudeme’e birçok Yunanlı bilginin üzerinde durdukları Aion (Sonsuz Zaman, Dehr) kavramı alınabilir; Benveniste, Gnoli ve diğer bazı kimselere göre bu kavramın ve anlamının oluşumunda Zurvanizmin ve Magi'lerin etkisi vardır. Nitekim MÖ. 6. yüzyılda bazı Magların önce Yunanistan'a ve oradan da İtalya’ya gittikleri bilinmektedir. Bunun için de Zerdüştlük ve Mitraizme özellikle de Roma ve çevresinde ilgi uyanmıştır. J. H. Moulton ve A. J. Carnoy’a göre, "hizmerkar" ve "yardımcı" anlamlarındaki Gotların dilindeki "magus” ve eski Ayriş dilindeki "mug” sözcükleri Medlerin "Magus” boyunun adından gelmektedir. 


Yunanlılar, Lidyalılar ve Frigyalılar, Medlerden ve Sakalardan sadece düşünsel alanlarda değil; teknoloji alanlarında da etkilenmişlerdir. Ok, topuz ve mızrak gibi savaş aletlerin yapımı bunların başında gelir. G. Rawlinson’a dayanarak verdiğimiz bilgiden de anlaşılacağı gibi Lidyalılar ve Yunanlılar gümüş ve altın para yapımı ve basımını da Medlerden öğrenmişlerdir. Yunanlılara ve oradan da Batı’ya Medlerin etkisi olarak, batı dillerinde tıp bilimi karşılığı olarak kullanılan "Medicine", "Medizin", Medicin” ve onlardan türetilmiş "Medical" gibi sözcüklerin, Medlerin adından gelmiş olma olasılığı da vardır. Batılı bilginler, bu sözcüklerin aslı ve etimolojisi konusunda farklı görüşler ortaya atmışlardır. Genelde bunların Latince "Medicina" veya Yunanca "Medomai" sözcüğünden geldiği söylenir. Bu doğru olabilir; ancak söz konusu Latince ve Yunanca sözcüklerin bu dillere ait olup olmadığı, ait iseler hangi kök sözcüklerden türemiş olabileceği meselesinde de yeterli açıklamalar yoktur.


Tıp biliminin başlangıçta büyü etkisiyle hastalıkları tedavi etmek olduğunu düşündüğümüzde, özellikle Medli ve Sakalı büyücüler olan Şamanlarm veya Magların ünlü olduklarını ve Yunanlıların Abaris ve Toharis (Toxaris)* adıyla andıkları birçok Medli ve Sakalı doktoru, hastalarını tedavi için ülkelerine çağırdıklarını bildiğimizde, Yunanca "Medomai" söz cüğünün, Yunanlıların Medlere verdikleri "Medoi" adından geldiği açıktır. Bunu Avesta metinlerinden de doğrulayabiliriz; çünkü metinlerde doktor anlamına gelen "vi-Mad” sözcüğü vardır. Bu bileşik özcükteki "Mad" sözcüğü, daha önce de belirttiğimiz gibi, Ahamenidlerin ve Pehlevilerin Medlere verdiği bir adtır. Dolayısıyla biz batı dillerindeki tıp ve ondan türeyen benzer sözcüklerin aslının Med adı olduğunu iddia ediyoruz.


Diğer taraftan, Medlerin Magoi (Maglar) boyu, haklarında verilen bilgilerin yanlış anlaşılması nedeniyle, MÖ. 6. yüzıldan itibaren Yunanlılarca falcılık, büyü ve sihir gibi kara sanatların mucidleri görülerek, özellikle MÖ. 4. yüzyıldan, yani Hellenistik dönemin başından itibaren Yunanlılar ve Romalılar arasında ve daha sonra da Avrupa Ortaçağı’nda sihir ve büyü çok yaygınlı kazanmıştır; konuyla ilgili yazılan birçok eserin yazarları olarak Zerdüşt ve gösterilerek yoğun bir "Sözde Zerdüşt” edebyatı oluşmuştur. Daha önce belirttiğimiz gibi Herodotus ve Xenophon gibi tarihçiler Maglardan bahsederken onların Med krallarının rüyalarını yorumlamada, dini konularda ve gelecekte olacak siyasi olaylar hakkında astronomi ve astrolojiye dayanarak bilgi verme hususunda danışmanlık yaptıklarını anlatmışlardır. Bu bilgiler, MÖ 6-5.yüzyıllarda bazı Yunanlılarca yanlış değerlendirilmiştir; bunu yapan bilinen ilk Yunanlı meşhur filozof Heraclitus’tur. O, Medli Magların (Magoi) ayinlerini ve törenlerini, Tanrı’ya karşı dinsizlik ve saygısızlık görerek onları kınamıştır. Zamanla büyücülük anlamına asıl Yunanca sözcük "Goes", unutularak yerini Magi sözcüğünden türetilen "Mageia" ve "Magike" gibi benzer deyimler almıştır. Böylece de modern anlamda "Magie” ve "Magic” anlayışı ortaya çıkmaya başlamıştır. Artık Zerdüşt, bir büyücü gibi algılanır olmuştur; hatta Zerdüşt’ün büyücülerin ve sihirbazların bedenlerine hulûl ettiğine inanmışlardır.  Yaşlı Pliny gibi bilginler, Zerdüşt’ü sihirbazlık ve büyücülük gibi bu kara sanatların mucidi olarak görmüşlerdir. Hatta aynı Pliny, Pythagoras, Empedocles, Democritus ve Plato (Eflatun) gibi Yunanlı filozofların Magların sanatını öğrenmek için seyahatler ettiklerini ve Yunanistana dönünce de onu öğrettiklerini yazmıştır. (...)


Medler ve Sakaların, komşuları olan Çinlilere ve Hindlilere de doğrudan ve dolaylı büyük etkileri olduğundan şüphe yoktur. MÖ. 6. yüzyıl civarında İpek Yolu vasıtasıyla Zerdüştlüğün Kuzey Çin’e girdiği ve bölgedeki Kaifeng ve Zhenjiang gibi kentlerde yapılan arkeolojik kazılarda Zerdüşt tapınakları bulunmuştur.


Yunanlıların Zerdüşt din adamı için kullandıklan Magus [çoğul Magi) kelimesi, Medlerin veya Kayânîlerin din adamları için kullandıkları "büyü” anlamındaki "Mag" kelimesinin Yunancalaştırılmış şeklidir. Zerdüşt din adamları manevi anlamıda büyük, ulu ve saygın kişiler görüldüğü için, Medler onlara "Büyük” (Mag) demişlerdir. Medlerin Maglar dedikleri din adamlarının görevlerinden birisi olan müneccimlik, zaman içerisinde Türk soylular arasında "büyük" kelimesinden türeyen büyücülerin ortaya çıkmıştır. Onların mesleklerini ifâde için de "Böyü", "Büyü" kelimesi türetilmiştir. Bu Medce Mag kelimesi, Yunancaya, "Magus" olarak geçmiştir. Yunanca aracalığıyla "Magie" şeklinde Latinceye ve bugünkü modern batı dillerine geçmiştir. Dolayısıyla bugünkü batı dillerindeki Magie kelimesinin aslı, Medce "Mag" kelimesidir.


Bir yandan Medlerin ve Sakaların zaman zaman Babil ve Asur ülkelerini ele geçirip Filistin ve Mısır'a kadar inmeleri, diğer taraftan en ez iki sefer sürgüne uğrayan Yahudilerin Hazar bölgesine kadar göç etmeleri, onların Zerdüştlüğü ve Mag din adamlarının öğretsi Mecûsiliği tanımalarına ve etkilenmelerine vesile olmuştur. Nitekim J. W. VVaterhouse " Yahudilik vasıtasıyla Hıristiyan mirası İran’ın Peygamberi ile zenginleşmiştir." derken Zerdüşt’ün ve Zerdüştlüğün Yahudilik ve Hıristiyanlığa olan etkisine işaret etmiştir ve eserinde Zerdüştlüğün Yahudiliğe olan etkisi üzerinde daha çok durmuştur. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Yahudiliğin kutsal kitabı Tevrat’ta çeşitli vesilelerle çokça ve Hıristiyanlığın kutsal kitabı Incil’de bir kere Medlerden bahsedilmiştir.


Yahudiliğe Zerdüştlüğün ve Mecûsiliğin etkisinin sezildiği en iyi yer, kendisi de bir sürgün olarak bir zamanlar Pers ülkesinde kalmış olan Daniel’in Kitabı’dır. Özellikle evrenin sonuna, kıyamet olayına ve âhiert inancı konularına ilişkin meselelerde Yahudi bilginlerin Mecûsilikten etkilendikleri kabul edilir. Bu etkinin Yahudi asıllı ünlü teolog ve filizof İskenderiyeli Philon’a kadar devam ettiği söylenir. Philon’nun logos ve Cherubim (Mukarrebûn, Tanrı’ya yakın melekler) kavramlarıyla anlattığı ilk yaratık ve yaratılışa neden olan kâmil insan anlayışının Avesta'nın Vahu Manö'su olduğu kabul edilir. Hatta bu logos anlayışının Philon’dan da önce Yahudiliğe girdiği ve kendisini Tevrat’ın Süleyman’ın Meselleri bölümünde yer aldığı bilinmektedir. Ancak, J. Darmesteter, Zerdüştlükteki söz konusu melek fikrinin İskender’in İranı işgalinden sonra ortaya çıktığı iddiasıyla, tam aksi bir görüşle İranlı Zerdüştîlerin Philon’dan etkilenmiş olduklarına işaret eder; fakat Zerdüştîlerin ondan nasıl etkilenmiş olabilecekleri konusuna değinmez. Philon'un logos anlayışı, daha sonra ilk dönem Katolik mezhebinin Üçleme (Teslis) akidesinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Aynı şekilde özellikle Talmudçu Yahudiler, Magların geleneğinden çokça etkilenmişlerdir. Talmud’ta bahsedilen altı kutsal ateş ve bunu sembolize eden Yahudi şamdanı, MÖ. 2. yüzyılda Tanaimler döneminde Zerdüştlükten alınmıştır.



Prof.Dr.Mehmet Bayrakdar
Medler ve Türkler
NOT: "Yunan" kelimesinin yerine Helen ya da Elen denilmelidir.
* Yunanistan'da Üç Saka Türkü




***

Medes and Turks

It would be useful, 1 think, if we give an English summary of the book especially for those who do not know Turkish, because it may happen that by chance they could get it their hands it on and want to brovvse its pages. As the title indicates, the aims of the present book revolve around two majör subjects : The Turkish origin of the Medes and the date of their first appearance in histoıy. Both of the subjects include data on the very remote past of the Ural-Altaic peoples and their relations with other peoples such as Babylonians, Assyrians, Indians, Persians, Greeco-Ionians and so on.

Various theories, some of them very wild and irrational, have been advanced to explain the origin of the Medes. The oldest and thrue one of these theories is that the Medes are (were) of the Altaic descendent.

Therefore in the first part, especially in the second and third chapters, I have argued for the Turkishness of the Medes relaying upon internal and external historical and lingustic evidence as well as referring to the most eminent and authoritative ancient and modern historians on the history of Medes, from Berosus and Herodotus to Sir H. C. Rawlinson, Ed. Norris, N. L.Westergaard, Fr. Lenormant, F. de Saulcy, J. Oppert, I. Taylor and M. S. Zaborovvski, most of whom were famous for their deciphering of the cuneiform inscriptions of Persepolis, including the Behistun Inscription of Darius the First. And they had showed nearly one century ago that the Median language is one of the Altaic or Ural-Altaic languges. I could say that among other research works J. Oppert’s book entitled " Le People et la Langue des Medes" (Paris, 1879) is deserving of special praise in respect to the Medes.

On the other hand there are of course some other rather ordinary western historians, like G. Maspero, G. Rawlinson, A.-J. Delattre, I. M. Diakonoff, R. N. Frye and so on, who have claimed the Aryan or Persian origin of the Medes; I qualify them as "ordinary” only in the context of Median history, since
they have not been primarly concerned with the history of the Medes, and they have repeated each other’s mistakes and misinterpretations of the main sources, the important ones of which I have pointed out and criticized. For example, in order to show the Aryan origin of the Medes they reffered to the name "Arioi" that Herodotus used for the Medes; they took this name as if Herodotus had meant "Aryan” by that name. In fact what Herodotus said is that the Medes had been previouly called "Arioi", before being called "Medes". And the name Arioi has nothing to do with Aryan; it is evidently an Ural-Altaic name whose root is "Ar" or "Arı". The root word Ar or Arı is stili in usage in modern Turkish or some other Altaic Languages; it means "clean” and "pure". And some western historians, such as G. Rawlinson and A.-J. Delattre in particular, made also cross references to the Bible for their mistaken assumption on the Persian or Aryan origin of the Medes; but unfortunatly no one can find even the name Pers mentoined in Genesis, for example, which is the most important part of the Bible and where the origins of peoples are explained. They often refer themselves particularly to the Book of Danil; leaving aside some historical debate on this Book, there is no clear and direct indication of the same origin of the Medes with Persians in any of its statements and sentences. They always took such expressions as "the Medes and the Persians" and "the Persians and the Medes" in the sentences of the Book as proof for their wrong pretention.

Again Herodotus says, Medes were lately called "Mâdos" by other nations; for example the Persians named them as "Mâda”. In reality Medos, Mâda and other similar names that foreigners had given to them are nothing but the different spelings and writings of the name Mata or Mada by which Medes had called themselves, as is indicated in the Behistun Inscription. After all, this very name Mata itself can prove that Medes are of Turkish origin; because its etymology can be properly explained only by the Ural-Altaic languages. This name Mata is no doubt equivalent of today’s Turkish male name Mete. And Median people were most probably named themselves after thier first chief Mata or Mada, by whom they came on the scene of history for the first time. In short, in the first part of my book, I have argued for the Turkish or Turkic origin of the Medes by every possible evidence, and at the same time I have criticized ali the previously established arguments for the Persian origin of the Medes and have shown their mistakenness by means of accumulating all the historical data given in Babylonian, Assyrian, Persian and Greek sources altogether.

The originality of my book lays in its second part, ie. in the third and fourth chapters, where I have tried to reestablish the best probable date of the foundation of the Median empire as early as 2200 BC. according to the archaeological findings and the oldest rare historical documentations, whereas modern western historians have generelly dated the history of the Median people and their empire to the 9th century BC. as an earliest date. In fact this 9th century is, for us, not the date of the foundation of Median empire, but it is the date of the reorganization of their empire after their independence from a somewhat long Assyrian oocupation. And according to my opinon, the people of Mede, who were most probably one of the oldest tribes of Scythians, came into existence as an independent tribe as early as 3500 BC. I have divided the Median empire into two periods. The first period goes back to the year 2200 BC. and ends in 880 BC. During this long period the Median empire was rather a kind of confederation with the other Turkic or Ural-Altaic peoples as well as non Turkic peoples like Persians, who were inhabiting the different parts of today’s Azerbaijan and Iran. And the second period starts with the year 880 BC and lasts until the year 552 BC. when Cyrus I. captured the Median empire. During this second period the Median empire was in fact a real empire and was a bigger one in terms of land and population; and by the 9th. century BC. it stretched from Georgia to Afghanistan, from Türkmenistan and Uzbekistan to the Eastern part of Anatolia up to the Haley river. The so called Persian empire was nothing but a continuation of the Median empire; the Persians had never formed a new empire.

As to the third part’s chapters, the fifth chapter is devoted to display the dead and stili living Median peoples in Asia and Europe. The sixth and final chapter deals with the Median civilization and its influences upon different nations such as Persians, Greeks, Babylonians, Assyrians, Chinese, Indians and Romans.

Prof.Dr.Mehmet Bayrakdar
Medes (Media) and Turks





ilgili:
Yrd. Doç. Dr. İskender Oymak



11 Haziran 2018 Pazartesi

Yunanistan'da Saka Türkü Üç Filozof



Anaharsis - Anak - Anax - Anacharsis.
Toharis - Toksar - Togar - Toxaris.
Ammonius Saka. (*4)
Abaris - Abar - Avar



Yunanistan'da Saka Türkü Üç Filozof
Prof.Dr.Mehmet Bayrakdar


"Bazı batılı tarihçilerin de kabul ettiği gibi Yunanlılar en geç MÖ 1500-1200 yıllarından itibaren Türk soylu kabu ledilen Ege kıyı halkı Pelasges, Traklar ve Sakaları tanıyordu; hatta söz konusu yüzyıllarda Sakalar Yunan yarım adalarını hükümranlıkları altına almıştı. Daha sonra MÖ 6.yüzyıldan itibaren Yunanlıların, Sakaların zayıf düşmesi üzerine Marmara ve Batı Karadeniz bölgelerini ele geçirip oralarda koloniler kurmuşlardır. Bu tarihi olaylar Türk soylularla Yunanlıları karşı karşıya getirdiği kadar iç içe de getirmiştir.

Özellikle MÖ 8.ve 7.yüzyıllarda Sakalardan ve onların alt kolları Avarlar, Sarmatlar, Alanlar, Massagetlerden birçok Türk soylu Girit, Sparta ve Cerameicus (Atina) bölgelerinde yaşadıkları, uzun veya kısa sürelerde ikamet ettikleri tarihen bilinmektedir. Bunlardan bir kısmı diplomatik ilişkiler çerçevesinde gelmişlerse de, bir kısmı da bizzat Yunanlıların onları bilimsel amaçlı daveti üzerine gelmişlerdir. Med ülkesini işgal eden Sakaları, Med kralı Key Hüsrev'in 28 veya 22 yıl sonra sürgün etmesi sonucu birçok Sakalı, MÖ 6.yüzyılda İyonya krallığına sığınmıştır.

Bu ilişkiler, Sakaların Yunanlılara etkisini ifade eden bir "Yunan Şamanizmi" ve "İyon Şamanizmi"nden bahsedilir; örneğin bazı rivayetlere göre Aristo, meşhur filozof Fisagor (Pythagoras)(*1) Saka ve Şaman etkisi taşıyan anlamına "Kuzeyli Apollo" olarak nitelemiştir. Bilindiği gibi Yunanlılar Sakaların Kuzeyli (Hyperborean) (*2) diyorlardı. Aynı şekilde Parmenides de "Yunanlı Şaman" olarak nitelenenler arasındadır. Hiç kuşkusuz önemli Yunanlı düşünürlerin bu şekilde nitelenmiş olmaları bize, Yunan felsefesi ve biliminin doğuş döneminde Türk soylu düşünürlerin tarihsel bir etkisini göstermektedir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi başta Herodotus olmak üzere bazı Yunanlı yazarlar onların gelişini Yunan kültürüne duyulan hayranlık ve özenti olduğunu söylerler ise de, bunun birçok açıdan doğru olmadığı açıktır. Şöyle ki;

Birincisi, Herodotus'tan Diogene Laeritus'a kadar bazı Yunanlılar, örneğin Abaris (*2), Toharis ve Anaharsis'in Yunanistan'a gelişini öyle açıklarlar ise de, onlara ait olduğu söylenen ve tercümesini sunduğumuz metinler okunduğunda görüleceği gibi bu Sakalar, Saka kültürünün, Yunan kültüründen üstün olduğunu savunurlar. Metinlerden onların hiç de Yunan kültürüne hayran oldukları sonucu çıkmaz ve anlaşılmaz. Ancak Solon gibi dönemin bir veya iki düşünürünü takdir etmişlerdir; bunun nedeninin de, bir Saka adeti olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü Sakaların, Saka olsun veya yabancı olsun, başarılı ve kahraman kimseleri takdir etme gibi bir adetlerinin olduğuna vurgu yapmışlardır.

İkincisi, Abaris, Toharis ve Anaharsis'in Yunanistan'a geldiği 7.ve 6.yüzyıllarda Yunanistan'da henüz dikkate değer felsefi ve bilimsel düşünce henüz oluşmamıştı.

Üçüncüsü,- ki bu en önemli noktadır- Yunanlılar özellikle tıp ve teknik konularla dokumacılık gibi endüstri sahasındaki gelişmeler için Sakalara hayranlık beslemeleridir. Bunun için de örneğin Abaris ve Toharis gibi Sakalı tabibler, Yunanlılar veba salgınlarından kurtarmaları için Yunanistan'a davet edildikleri anlaşılıyor. Diğer taraftan, daha önce de belirttiğimiz gibi Yunanistan'da o zamanlar henüz oluşan sofistik, şüphecilik ve kiniklik gibi ilk felsefi düşüncelerin öncüleri olarak Toharis ve Anaharsis kabul edilmiştir.


Doktor olarak Toharis

Toharis Yunanlılar arasında sadece hikmet sahibi bir filozof olarak meşhur olmamıştır; aynı zamanda bir doktor olarak da meşhur olmuştur. Lucian'a göre onun esas şöhreti, zamanında Atina'da çıkan vebayı yok etmesidir. Bunun için o, Yunanlılar arasında "Yabancı Doktor" ve Yunan şifa tanrısı olan Asclepius'un "Oğlu" ünvanıyla anılır olmuştur. Aynı zamanda "Kahraman" olarak görülmüştür. Yunanlıların ona olan sevgisinden dolayı, o ölünce Atina'daki mezarının üstüne bir heykelini dükmişlerdir, onu tanrı gibi kutsamışlardır. (Lucian; Saka 1-2)

Burada bir noktaya işaret etmemiz gerekiyor: Bu Lucian'ın doktor olarak tanıttığı Toharis, büyük ölçüde yine bir Sakalı Avar olan Abaris'e benzemesidir. Başta Yunanlı şair Pindar (MÖ 522-443) ve Sofist Himerius (MS 315-386) onu Sakalı kabul etmiştir. Bu yüzden de bazı çağdaş yazarlar Abaris ile Toharis'in aynı kişi olabileceğini söylemişlerdir. Ancak Abaris hakkındaki bilgilere bakıldığında, onun MÖ 7.yüzyılda yani Toharis'ten yaklaşık yüzyıl önce Atina'ya geldiği anlaşılıyor. Abaris de Toharis gibi o zaman Atina ve Sparta'daki salgın veba hastalığını yok etmiştir. Bunun için Yunanlılar ona büyük bir hayranlık beslemişlerdir. Şair Therion onun hakkında şöyle demiştir: "Güneşten ok; düşen taştır (meteor)".

Hatta onu Apollon mabedine rahip olarak atamışlardır. Onun mucizelerini içeren bir "Abaris Mucizeleri" (Oracles of Abaris) adlı bir eser de yazılmıştır. Abaris'in kendi yazdığı bir takım eserlerin var olduğu da söylenir; örneğin Pontuslu Heraclides (MÖ 388-310) onun bazı felsefi ve "Tanrıların Menşei" gibi teolojik eserlerinden bahseder.


Bize göre Toharis ve Abaris ayrı kişiler olmalıdır. Son bölümde de kısaca anlatacağımız gibi MÖ 7.yüzyıldan MÖ 4.yüzyıla kadar Yunanlılar arasında bir salgın hastalık baş gösterince Sakalı doktorları davet etmişlerdir. Bunun için Yunanlılar arasında sadece Abaris ve Toharis meşhur olmamıştır, daha başka doktorlar da vardır.


[Saka = İskit ile ilgili aynı kitaptan]


Eski Yunan, Latin (Roma), Bizans, Arap, Pers tarihçilerinin ve yazarlarının hiçbiri Sakaların kültürleri, inançları ve ahlaklarına ait en küçük ayrıntılara vurgu yapmalarına rağmen, onların Pers (İran) dilini konuştuklarını savunmamışlardır. Örneğin Pers ülkesinde bulunmuş olan Herodotus, hiçbir zaman Saka dilinin Pers dilli olduğunu ve ona benzediğini söylememiştir. Daha da önemlisi MÖ 2. veya 1.yüzyılda yaşadığı sanılan ünlü tarihçi Pompeius'un "Filip'in Tarihi" adlı eserinde "Sakaların dilinin, İran dili olması mümkün değildir" diyerek Sakaların İranlı olmadığını vurgulamıştır. ... Sakaların, Pers veya bazı batılıların söylediği şekilde "İranlı" olduğu iddiası bazı kimselerce hala gündemde ise de, görüşlerini destekleyen yeni kanıtları yoktur. İddiaları bu görüşü oluşturmuş daha önceki batılı tarihçilerin söylediklerinin bir tekrarıdır. ... Sakaların Türk veya Türk soylu olduğunu gösteren fakat önceki tarihçilerin ortaya koymadıkları daha birçok kanıttan bahsedilebilinir.




Prof.Dr.Mehmet Bayrakdar
Yunanistan'da Saka Türkü Üç Filozof


Üç silahşörler Atos, Portos, Aramis ve sonradan aralarına katılan Yüzbaşı D'artagnan
"Un pour tous, tous pour un" 
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için...

En erken kullanımı ise 1618 de Otuz Yıl Savaşlarında Prag'daki toplantıda Protestanların mektubunda geçer : 
"Bize karşı yürüttükleri kesin imha amaçlarıyla, bizler de aramızda oybirliği ile bir anlaşmaya vardık. Hayatlarımızı, uzuvlarımızı, onur ya da mülklerimizi kaybetmeye bakmaksızın 'Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için....', tüm zorluklara karşı en iyi şekilde birbirimize daha çok yardım eder ve koruruz."

Slogan Alexander Duma'ya, çıkış noktası da 1618 Protestanları'na ait değil... ;)




Ganbat LKHUNDEV 
(Dr., Moğolistan Bilimler Akademisi Tarih ve Arkeoloji Enstitüsü)
“MOĞOLLARIN GİZLİ TARİHİ”NDE GEÇEN ANT İÇMEKLE İLGİLİ BAZI GELENEKLER

"Türk kavimlerindeki and ve and müesseseleriyle, bunlara bağlı geleneklerin milattan önceki V.-IV. yüzyıllarda Yunan tarihçileri tarafından anlatılan İskit and müessesesiyle aynı olduğu malûmdur. Konar-göçerlerdeki bu gelenek büyük devletler kurulmadan önceki zamana kadar dayanıyordu ve ant içme töreni sadece iki kişi arasında da yapılmıyordu. And veya andlaşmaların eskiden beri devletler arasında yapıldığı görülmüştür. 484’te Amu Derya kıyılarında Sasani hükümdarı Firuz’u yenen, yabgu unvanını da taşıyan Ak Hun kağanının adı, Bizanslı tarihçi Theophane’te “Ephthalanos” şeklinde geçmektedir ki, onlara bazen tarihi belgelerde Eftalitler denmesinin sebebi de bununla bağlantılıdır. Ama yine de Eftalit adının manası henüz açıklığa kavuşturulmamıştır ki, bizim bu konudaki düşüncemiz “Apa Tölös”ten gelebileceği yolundadır. Kaynaklardan anlaşıldığına göre; Türklerin kendisine yardımına karşılık, Firuz kız kardeşini ve bir miktar haracı Ak Hun hükümdarına ödemeye and içmişti. 

“Ant” kelimesi bütün Türk kabilelerinde müşterektir. Eski Türk dini inancını hala sürdüren Türklerden Saha (Yakut) ve Çuvaşlar “and içmek” yerine “antah”, Orta Asya kavimlerinden Kalmuklar, Sahalar (Yakut) gibi “andagar” derler. Büyük Türkolog Mahmut Kâşgarî ise “and” kelimesini Arapça half (حلف )ile izah ediyor.

Türklerin meşhur Oğuz Destan’ında Kurı Han’ın arkadaşı Antalık Sarıkulbaş’tır. Destan’da Kurı Han, “benimle dostluk andı içen arkadaş…” der ve Zeki Velidi Togan da; Antalık, anda yâni yeminli dost demektir ki, Cengiz tarihinde de görülür diye açıklar. 

Türk dilinde yemin etmek manasında kullanılan “ant içmek” sözünden de anlaşıldığı gibi, yemin bir şeyin içilişiyle olurdu. Taraflar, mesela parmaklarını keserek kımıza veya bir başka içeceğe katıp içtikten sonra bir tür sözleşme yapmış oluyorlardı. Bu aynı zamanda kan kardeşliğinin de bir göstergesiydi. Ayrıca “demir” eski Türklerce kutsal sayıldığından bundan yapılan kılıç üzerine yemin etmek de bütün Türklerde umumi bir gelenek haline gelmişti. Kök Türklerden bahseden kaynaklarda, ant merasimlerinde kılıç ve kımızın da yer aldığı anlaşılıyor. Tabi ki bu kımız bir hâkimiyet sembolü olan kadehle içiliyordu ki, Türk coğrafyasındaki bütün heykellerin elinde bir de kadeh vardır. Buna bağlı olarak taraflar kılıcı ellerine alıp, “sözümden dönersek, kök girsin, kızıl çıksın” diyorlardı.

Avar kağanı Bayan da, Bizans ile yaptığı anlaşma sırasında, bunu bozduğu takdirde, “gök üstüme yıkılsın, cennet ve cehennemin sahibi Tanrı’nın şimşekleri beni mahvetsin, Sava Nehri’nin sularında boğulayım” diye söz vermişti. Herhalde bu gelenek Türk İskitlerden beridir geliyordu.

Hunlar, Kök Türkler, Uygurlar ve Kıtanlarda devam eden “ant içme” geleneği, XIII. asırda özel bir tören haline gelmiş ve eskisi gibi arkadaşlar arasında veya devletlerarası ilişkilerde görülmüştür. Bütün Orta Asya halkları arasında rastlanan bu gelenek, Moğolların kültüründe de izini bırakmıştı. Moğolların en eski yazılı kaynaklarından biri “Moğolların Gizli Tarihi”-dir. XIII. asırda 1240 yılında yazıldığı tahmin edilen bu kaynak, Moğolların “ant içme ve yemin etme” geleneklerinin eskiden nasıl olduğunu öğrenebileceğimiz bir başvuru eseridir.

Ant içmenin nedeni, İskit soyundan gelen Togaris’in (Toxaris) ağzından şu sözlerle verilmektedir: “Bizim memleketimizde savaş hiç eksik olmaz, ya biz bir ülkeye saldırırız, ya bizim yurdumuza bir saldıran olur. Otlak ve talan için silaha sarılırız. İnsana dost da işte öyle zamanlarda lâzım olur. Bunun içindir ki, biz dostluklarımızı sağlamca perçinleriz. Onun karşı konulmaz, yenilmez bir silah olduğuna inanırız”.

Buradan da anlaşılacağı üzere gerçek dostluk bilhassa harp zamanlarında daha da fazla aranmaktadır. "


Türk Dünyası Araştırmaları Sayı: 198 Haziran 2012/detaylı PDF:




NOTLARIM:


(*1) "...Meuli, Homer ve proto-Hint-Avrupa'da bile şamanizmin izlerini buldu, ama bu fikirler klasikçiler tarafından ele alınmadı." der aşağıdaki kaynakta ve dikkate alınmadığından bahseder. Neden dikkate alınmadığı, ya da Burkert'in "Greek Religion (Yunan Dini) kitabında başlarda bahsederken, sonraki baskılarda bahsetmemesi (*1), hep Hellen-Roma kültürünün yüceltilmesi ile ilgilidir. Sonuçta, Avrupalılar kendilerini onların torunları olarak görüyor, medeniyetin atası sayıyorlardı. Halbuki en basitinden Ateş/Ocak Kültü (yani Hestia-Vesta) İskitlerden (As Türkleri) geçmedir. Bugün dahi bu kült, Yunanlılar, İtalyanlar ya da Hint-Avrupalılar arasında değil, Türk toplulukları içinde devam etmektedir. Hatta, Hestia-Vesta için yapılan dairesel tapınağın mimarisi Yunanlılar için yabancıdır ve Romalılar Etrüsklerden almıştır. Hestia rahibeleri ayinlerde tapınaktaki ocağı/ateşi beslerken, çatısının tam ortası açıktır. Tıpkı Orta Asya'daki Türklerin Ateşin ruhunu besledikleri gibi, tıpkı çadırları (yurt) gibi... Aile, Ocak, Ateş... 

"...Meuli found traces of shamanism even in Homer and among the proto-İndo-Europeans, but these ideas were not taken up by classicists." [(*1)Pythagoras and the Early Pythagoreans, by Leonid Zhmud]


(*2) Apollo'nun rahibi Hyperboreanlı Abaris 
Hyperborean = İskit/Saka boyu
Abar = Avar Türkleri
Kam (Şaman) Avar (Abar)


 Prof.Dr. Ahmet Taşağıl :  "Hunlar’dan sonra Avrupa’yı sarsan ikinci Türk kavmi olan Avarlar’ın menşei konusunda çok uzun tartışmalar yapılmış. Fakat artık onların Türk olduğu ilim alemine kabul edilmeye başlanmıştır. Bunların menşeinin Türk olduğunun ortaya çıkması arkeolojik kazı ve araştırmalar sayesinde olmuştur. (..) Grek coğrafyacısı “Strabon” M. 1. yy.’daki eserlerinde “Abar-Noi” lardan bahsetmekte ve eski Grek efsanelerinde karışık olarak “Abaris” adının geçtiği bilinmektedir." 


Prof.Dr. İlhami Durmuş :  "Rodoslu Simmias (MÖ.3.yy) da Hyperboreanları Massagetaelerle ilişkilendirir. Massagetaeler İskit/Saka boylarındandır. Kraliçe Tomris'in halkıdır."  


Dr. Kılıç Osmanov (Kırgız Devlet Pedegoji Üniversitesi, pdf ] :  Hyperboreanlı Abaris : İskit Efsanesi

Seuthes'ın oğlu olan Hyperborealı Abaris bir şifacı (şaman!) ve Apollo rahiplerindendir. Eğitimini Kafkas yakınındaki Hyperborea'da aldığı, bir salgın yüzünden ülkesini terkettiği anlatılır. Bir aziz, peygamber, filozof gibi konuşması, şifacılığı, İskitli giyimi ve dürüstlüğü ile Yunanlılar arasında saygınlık kazanır. İskit'in oğlu Seuthes'in oğlu Abaris'in İskit Efsanelerini yazdığı söylenir. Dünyayı efsaneleşmiş oku ile yemeden içmeden dolaşabilir, ok ona Apollo tarafından, ülkesi Hyperboreans'tan Yunaninstan'a giderken verilmiştir (Heredot 4.kitap). Bazı kaynaklarda "Scythian Abaris" ya da "Abaris le Scythe ou l'Abaris Hyperboréen" olarak geçer. Bunun yanında bir de tek gözlü altın muhafızları "Hyperborean Arimaspi"ler var, onlar da Dağlı İskitler olarak geçer. 

" Antik Yunan kaynaklarındaki Arimaspiler ilmi araştırmalara göre, Tarbagatay dağlarına bitişik olan topraklarda, İrtiş nehrinin kaynak cihetinde, Zaysan gölünde ve onun doğu tarafındaki bölgede meskundurlar. Arimaspi ıstılahında eski Türkçe’deki “arima”s kelimesinin eski yapısını ya da devingenli şeklini görebiliriz. Arimas eski Türkçe “arim” (ayrım, ayırma) kelimesi ve “az (as)” etnik isminden oluşabilir, yani arim-az (as), arimas-“diğer, öbür, farklı ayrı olan Azlar” manasındadır. Bu göçebelerin etnik isimlerinin arimas olabileceği tarihi haberler ile ispatlanabilir. Antik yazar Strabon’un haberlerine göre Büyük İskender, Maveraünnehir’de bir dağı ele geçirmiştir. Onun adı “Oks (Okus)(*3) veya Arimaz” kayası diye zikredilir (Strabon, 1940:81). Kvint Kurtsiy Ruf’un verdiği habere göre: Bu dağ Arimaz’ın elindedir. Arimaz, orada 30.000 asker ile oturmuştur (Strabon, 1940:81). Bize göre, Arimaz bu komutanın ismi değil, o kabilenin adıdır. Eski Türk adetine göre, her boyun üyesi o boyun ya da oymağın etnik ismiyle adlandırılırdı bunun içinde “Arimaz” etnik isim şeklinde kullanılmış olabilir. Eski zamanlarda Dağlı Altay'da altın çok miktarlarda çıkarılmıştır. Arimaspiler, hem arkeolojik hem de antropolojik açıdan Pazırık kültürüne sahip göçebelerdir ve Dağlı Altay İskitleri ile aynı köktendir." 


Laszlo Rasonyi “Tarihte Türklük” "Türkçe izahı mümkün en eski has isimlerden biri Abaris'tir, eski Yunan kaynaklarında geçer. Efsaneye göre Apollo'nun rahibi idi. İsa'nın doğumundan önce 8.yy başlarında, Altay dağlarının kuzeyine düşen bozkırlardan Apollo'nun kutsal kuşları, şarkı söyleyen kuğuların ülkesinden uçan bir oka binerek Yunanistan'a geldi. Şarkı söyleyen kuğular ve ok üstüne binerek uçka tabirleri Türk Şamanlığında geçer. Yunan efsanesinde Altay Dağlarına delalet ettiğini sandığımız "Riphaei Dağları" tabiri de ilgi çekicidir. Abaris adının sonundaki -is Yunanca ek olduğu için iştikak bakımından güçlük arzetmez. Bu özel isim üzerinde inceleme yapan Moravcsik, Abaris'i isabetli bir görüşle 2600 yıl önceki Avar kavim adı ile birleştirmektedir.

Abaris, Avarların tarihte büyük rol oynamalarından 1200 yıl önceye aittir. Avar kavminin eski adı ; Abar idi, karşı koyan anlamına gelen bu isim tipik Türkçedir. Bu tarz kavim adları Türkçede çoktur. Titiz bir tenkidçi, Abaris ile Avar'ların tarih sahnesine çıkışları arasında bin yıllık bir farkın olduğunu söyleyebilir. Türkologun buna cevabı şu olacaktır: Türk kabile adları arasında 1200, hatta 1500 yıldan beri kalan ve bugün de kullanılan kelimeler de vardır. Mesela Sabar, Töliş, Türgiş gibi. (…)" 



(*3) Heredot ve Strabon'da da geçen Okus, Oxus, Ochus nehrinin asıl adı Oğuz'dur. Bugün Ceyhun (Amuderya) diyoruz! Burada en az 2500 yıllık bir Oğuz adı var.


(*4) Ammonius Saka =  Soyu Hindistan'daki Saka Türklerinden gelme. Budizm'in yayılması da Kuşhan Türkleri vasıtasıyla olmuştur. Budha'nın kendisi bile Saka Türkleri soyundan gelmektedir. [ek: Budist Türk Sanatı, Dr.Emel Esin]



ve Samsatlı Lucian (MS.120-192)'ın ingilizce kitabı: TOXARIS: A DIALOGUE OF FRIENDSHIP




Dr.Güven Beker'in bir itirazı vardır (ve haklıdır da) : "Mehmet Bayraktar Hoca, antikçağdaki Greklere Yunan demekle pek de doğru bir tabir kullanmıyor. O çağda bilindiği üzere, Yunan tabiri henüz ortada yoktu; zaten o yüzden de sonradan gelişen Yunan kavramıyla, bir de Yunanlı kelimesini geliştirmişiz; hiç bir zaman Bulgarlı demiyoruz ama Yunan’a Yunanlı diyoruz. Yurdumuza gelen Yunan gruplar da, en çok bizim onlara Yunan dememize itiraz ediyorlar. Biz Ellas’ız diyorlar ve adamlara hak vermemek mümkün değil. Bence Yunan ve Yunanistan terimlerini ancak 19.yy’dan bu yana olan olaylarda kullanmalıyız."

Homer'in kitabında bile geçmez "Grek" kelimesi. Hellenler de küçük bir kavim olarak geçer. Yabancı akademisyenler (bizimkilerden de bazıları), Akhalar, Aitolialılar, Arkadialılar, Boiotialılar, Ephyreliler ya da Hellenler gibi tüm bu kavimleri tek bir ad altında toplamakta hiçbir mahsur görmeyip, Türkleri ayrı ayrı boy adlarıyla anmaktan da çekinmezler, hatta Türk olarak yazmamıza bile karşı çıkarlar; İskit Türkleri, Massaget Türkleri, Hun Türkleri v.s. gibi....





Bu paylaşımıma Arkeolog A.A. şu yorumu yapar:  "Lukianos'un Anacharsisle Diyaloğunu okumuştum. Başka eserlerinde de sıklıkla yaptığı gibi hayali bi karakter yaratmış Lukianos, Yani Anacharsis (benim bildiğim kadarıyla) hayal ürünü bi kişiliktir. Aynı Truvalı Helen, Akhilleus, (Hz.) Musa vb gibi.."


Cevabım : Evet öyle bir teori vardı, ama son çalışmalarla onun tarihi bir kişilik olduğu ortaya konulmuştur. Anacharsis'ten bahseden ilk kişi Heredot'tur(şimdilik). Kırım ve Ukrayna Sakalarından'dır. Annesi Hellenlidir. Mehmet Bayrakdar kitabında, en kapsamlı çalışmanın Kindstrand tarafından yapıldığını, hakkında efsanevi bilgilerin varlığını kabul ettiğini, ama tarihi bir kişilik olarak kabul ettiğini, yazar. Plutarch'ın Solon kitabının 5.bölümünde Anacharsis geçer. 

[cevap olarak vermediğim bir başka kaynak ta Sicilyalı Diodorus'tan (MÖ 1.yy) : "Bize söylenmişti, İskit Anacharsis, bilgeliği ile büyük gurur duyan, Pytho'ya geldiğinde...("We are told that the Scythian Anacharsis, who took great pride in his wisdom, once came to Pytho..")]

Başka bir kaynak da Firudin Ağasıoğlu'ndan: "Anakhars Saka soylu idi. Türk alfabesinin qüsuru X (Kh) harfının olmaması etimolojide sorunlar yaratır. Adamın adı Anak // Anax ile başlayır. Sonluğu da ar-s veya arıs ile biter. Babası Saka kralı Konur bey, kardeşi Savlı bey de Türk adları taşıyor. Savlı Türk kadınından olması nedeni ile babasından sonra elbey (kral) olur, Anakars ise Yunan kadınından doğmuştu ve Athinaya gedip bilge olmuştu.

Qədim Azərbaycan Türk boylarından, birinin adı da Saqadır (Saka). Sakalar bir çox adlarla məhşur olmuşlar, Iskit, Saqa, Skif, Saka və,s. Azərbaycanda Sakalarla bağlı bir çox yer adları mövcuddur. Şəki (Saqa), Zakatala (Saqa-tala), Pirsahat (Pir-saqat), Pirşağa (Pir-saqa), Saatlı (Saqat-lı), Sakantala (Saqan-tala), Sakandərə (Saqan-dərə). Miladdan öncə birinci minillik boyunca Avrasiyanın müxtəlif guşələrində görünən Saqa elatı tarixin ayrı-ayrı çağlarında bu və ya digər regionda qüdrətli dövlət qurmuşdur. Tarixin yaddaşında qalan bu dövlətlərdən biri Azərbaycanda, əvvəlcə Sakasen (Şəki), sonra Muğan-Urmu bölgələrini əhatə edən geniş ərazidə qurulmuş, digəri Qara dənizin quzey bölgələrini nəzarətdə saxlayan və bir neçə əsr davam edən "Saqat (Skitiya) çarlığı" şəklində ortaya çıxmışdır.

Saqa elatı təkcə özünün möcüzəli köçəbə gələnəyi ilə deyil, həm də antik dünyanın "Yeddi müdrik" sırasına verdiyi şahzadə Anaxars (Anaxarsis) ilə də öyünməyə haqqı vardır. Lakin bu filosofun soydaşları o çağda onunla nəinki öyündü,hətta "dönük adlandırıb onu öldürdülər, adıını çəkməyi qadağan etdilər. Onun həyat və yaradıcılığ barədə Herodot, Platon, Strabon, Plutarx, Laertli Dioqen kimi onlarla dahi öz əsərində məlumat verir. Anaxarsı müdrik adlandıran Efor deyir ki, o bu boya (Saqa) aid idi və ağlına, saf əxlaqına görə Yeddi Müdrikdən biri sayılırdı. Müxtəlif siyahılarda adları təkrar olunan həmin müdriklər (Fales, Biant, Solon, Anaxars, Pitta­k) miladdan öncəki VII-VI yüzillərdə yaşayan görkəmli filosof və dövlət xadimləridir.

Anaxars Qunurun (Qonur-Gonur) oğludur, Saqat çarı Kaduidin qardaşıdır. Anası Yunan qızı olduğundan hər iki dili (saqa və yunan) bilirdi. O, 594-cü ildə Afinaya gəlib,o çağın məşhur filosofu Solon (635-560) ilə görüşmüşdür. Anaxars uzun səyahətdən sonra Skitiyaya (Saqat torpağına) döndü və soydaşlarını elin adəti ilə yaşamağa çağırdı,lakin hələ sözünü qurtarmamış lələkli ox onu ölümsüzlüyə apardı. Anaxarsdan öncə Abar (Abaris) və Toksar (Toharis) adlı saqat (Saka Türk) aydınları da Yunan ölkəsində olmuşlar." [Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu Celilov - Azər Xalqı]


Arkeolog A.A yine yorum yapar: "Lukianos tarihte ilk bilim kurgu öyküyü yazan insan olarak ünlenmiştir...birçok öyküsünde inanılmaz bir espri anlayışıyla fantastik ve kimi zaman komik öyküler anlatmıştır. Türkçeye çevrilmiş nesi varsa okudum. Anacharsis'i de İngilizcesinden okudum...Anadolu antik çağ tarihçileri bakımından çok zengin olsa da Lukianos hiçbir zaman tarihçi olarak kabul edilmemiştir...Dolayısıyla söz konusu filozoflar hayal ürünüdür. Ama şunu da kabul etmeliyiz ki Asya'daki olmasa da Mezopotamya'da olağan üstü bir bilgi birikiminin olduğu şüphesiz bir biçimde bilinir. Ancak İskit/Saka bilgi birikimi hele hele o kadar eski dönemlerde nerededir? Kanıt var mı? Bu şekil okumalarını bizi ne kadar yanlış yönlendirebileceğine en çarpıcı örneği vererek bitireyim: Julius Caesar hiçbir romanı tarihçiye göre "et tu Brutus" dememiştir. (Sen demi Brutus) bunu yazan ilk ve tek yazar Shakespeare'dir. ....Selamlar"


Cevabım : "Lukianos (MS 2.yy) dediğiniz gibi olabilir, ama ondan önce Anacharsis'ten bahsedenler vardır, yukarıda da yazdım, Herodot, Strabo... İskit/Sakalar ile ilgili diğer toplulukların kaydetmiş olduğu bir çok farklı kaynak var. Asıl biz İskit/Sakalar hakkında hiçbir şey bilmiyoruz, çünkü öğretilmiyor. Acaba neden?..."


Arkeolog A.A. buna cevap verir: "Çok bir bilgi yok ta ondan... kayıt tutan , bilgi birikimi üreten bir halk değil de ondan... bu nedenle iddia edildiği derecede önemli filozof yetiştirmiş olmaları ihtimali oldukça düşük..."


Cevabım : Kamlar da birer fiozoftur, çünkü Türklerde "kam" kelimesi "kahin, tabip, filozof ve alim" anlamına gelir. Bazen de "sihirbaz ve rahip" anlamına geldiği belirtilir. Bu sebeple de İskit/Sakalardaki Kamların birer "filozof" olmaları şaşırtıcı olmamalıdır. Anacharsis bir kam değildir, bilgiye açtır, araştırmacıdır, meraklıdır, gözlemcidir. Solon veya diğerleri ile İskit-Hellen düşünce tarzlarındaki ayrılıkları ortaya koyar. Anacharsis üzümü üç başlıkta toplamıştır; ilk içilen şarap susuzluğunu giderirken, ikincisi sarhoşluğu, üçüncüsü de tartışmayı tetikler, der. Yazılanlara göre de, bundan dolayı heykelin kaidesine "dilinizi, ihtiyaçlarınızı, tutkularınızı dizginleyin" yazılmıştır. Bu bile Hacı Bektaş-ı Veli'nin "eline, diline, beline hakim ol" deyimi ile paraleldir. Türkler de felsefe yoktur demek yanlıştır. Çok zengin bir kozmogonisi, dini ve mitolojisi vardır. Müslüman olmadan önce de ruhun varlığından haberdardır ve ölüm geldiğinde kişi için "uçmağa vardı" denilir. Uçmağa burada "cennet" karşılığı olarak algılanıyor, ama o kişi kelimenin tam anlamıyla "ruhu göğe uçup gitmiştir" yani tanrıya gitmiştir. Bilinenin aksine de Türkler tek tanrıya inanmıştır o da gök tanrıdır, şamanlık bir yaşam biçimidir, dini değil. Kamlar, ruhlar ile insanlar arasındaki ilişkiyi sağlayan kişilerdir. 

Acaba neden diye sorduğumda aslında cevabını biliyordum. İskitler Türk'tür, bu yüzden sümen altı edilmiştir, etnik kökenleri çarpıtılmıştır. Kimmer ve İskitler için bugünkü anlamıyla barbar demek, sadece savaşmayı bilirlerdi göçebelerdi (göçebe değil göçen ve yerleşik olanları da vardı) demek nasıl yanlışsa, Türkler de "bilim, felsefe" yoktu demek de yanlıştır. Türklerde ata kültü, doğa kültü varken, evreni sorgularken, gizemini çözmek için fikirler üretirken, felsefenin sadece "batılılara" özgü olduğunu söylemek de yanlıştır. Bu iki topluluk birbirlerini her yönden etkilemiştir, ki Hellenler kültür ve geleneklerini Anadolu halklarından öğrenmiştir. Fahri Işık hocanın da dediği gibi "Hellenler kültür göçü yapmamıştır". Tıpkı devlet adamı, politikacı, hatip Demosthenes'in yarı İskit yarı Hellenli olması gibi (MÖ 384-322). Felsefe Anadolu doğdu derler ama sadece Hellen (sandıkları) kökenlileri ön plana çıkarırlar (ki Thales Fenike-Karia kökenlidir). Doğuluların da felsefesi vardır ve Anadolu gerçekten de bir köprüdür. Yoksa ne Thales, ne Heraklitos ya da Sokrates, ne de Aristo hiç bir etki altında kalmadan, doğulularla iletişimde olmadan, kitaplarını okumadan bu başarıları elde edemezdi. Miletoslu Aspasia MÖ.5.yy'da Atina'ya gitmeseydi, düşünürler, filozoflar, hatipler ve siyasetçiler fikir değiş tokuşu için bir araya zor gelirdi. Aynı şey ilim ile uğraşanlar için de geçerlidir. Ve evet haklısınız, her şey Mezopotamya'da başlamıştır. Thales güneş tutulmasını hesaplayacak durumda değildir, Mısırlılardan öğrenmiştir. Pisagor'un teorisi de Mezoptamya kökenlidir. Sumerlilerin Türkmenistan Anau'dan inmesinin, MÖ 4-2 binlerde Subar Türklerinin Mezopotamya'nın kuzeyinde Türkiye'nin Güneydoğusunda olmasının bir gerçek olması gibi...

Darius I, İskit topraklarına sefer düzenler. İskit kralı İdanthyrsus bir savaş taktiği olarak sürekli önünden kaçarak tuzağa çekmektedir. Darius bir mesaj gönderir : "Neden durmadan kaçıyorsunuz? Eğer güçlüysen gel benimle savaş, yok zayıfsan, o zaman bana bağlan ve egemenliğimi kabul ettiğine dair bana toprak ve su gönderin." 

İdanthyrsus cevap verir : "Ben hiç kimseden korkup kaçmam, ordumla gezmekteyim. Neden savaşmadığımızı soruyorsun. Şehirlerimiz ve ekili alanlarımız yok, bu sebeple de savaşmak için sebebim yok. Sana toprak ve su yerine hak ettiğin hediyeleri göndereceğim ki kendini benim efendim olarak görmenin cezasını ödeyeceksin" der ve bir fare, bir kurbağa ve bir kuş ile 5 adet ok gönderir.

Darius bir anlam çıkaramaz ve yanlış yorumlar: güya, fare toprakta yaşadığı için topraklarını, kurbağa suda yaşadığı için sularını, kuş özgürlüğün sembolü olduğu için İskitler özgürlüklerini veriyordur. Oklar da teslimiyet anlamındaymış. Gerçekte işin aslı o değildir. Hediyeleri getiren elçi açıklar: "Siz Persler fareler gibi toprağın içine girip saklanmadıkça, kurbağalar gibi suyun içinde gizlenmedikçe, ya da kuş gibi uçup kaçmadıkça oklarımızın altında can vereceksiniz." [Heredot 4:132]

Darius'a derinlik içeren bu cevabı gönderen İskit kralı İdanthyrsus'un babası Anacharsis ile kardeştir. İskit/Sakalar ve Kamlık hakkında birçok kaynak var, ilgilenenlere...

Mitoloji de olsa; insanı yaratan, aydınlanmaları (düşüncede de aydınlama) için ateşi veren, Zeus'a kafa tutan, evrenin-zamanın efendisi Prometheus'da bir doğuludur, her ne kadar Herkül onu kurtarmış olarak anlatsalar da, aslında hala zincirlidir... Saygılar...


Ayrıca, "Julius Caesar hiçbir romanı tarihçiye göre "et tu Brutus" dememiştir. (Sen demi Brutus) bunu yazan ilk ve tek yazar Shakespeare dir..." - demiştiniz. Ama, araştırmalarıma göre de biyografi yazarı Suetonius (MS 2.yy) ın kitabında "Sen de mi çocuğum" dediği yazar. ["And in this wise he was stabbed with three and twenty wounds, uttering not a word, but merely a groan at the first stroke, though some have written that when Marcus Brutus rushed at him, he said in Greek, "You too, my child?" " 82.bölüm]

Bundan da, Shakespeare'n bundan haberdar olduğunu ve kendince yorumlayıp Brutus'u eklediğini ortaya çıkarırız. Kısaca, araştırmıyoruz, sorgulamıyoruz, bize kim-ne verirse kabul ediyoruz. Paylaşımlarımda kaynaklar mevcuttur, ama onları okuyanların da sorgulayıp, kendince araştırma yapmasını isterim. Ancak o şekilde gerçeklere ulaşabiliriz. Selamlar...

Arkeolog A.A. yorum yapar: "Semra hanım, ayrıca Suetonius'un 12 Caesarın Yaşam Öyküsü kitabına baktım, sf.57 de tam şu cümle yazıyor "birileri saldırıya geçen M. Brutus'a Yunanca sen de mi oğlum dediğini söyledilerse de, ilk vuruşta ağzından tek sözcük çıkmadan yalnızca inledi"....bilgine sunarım..."


Cevabım: "Caesar bunu söylememiş olsa da, bu deyim Suetonius ile doğmuş, Shakespeare sadece tekrar etmiş gözüküyor." ;)


Buradan çıkarılacak ders: Hellen ve Roma, yani Klasik Arkeoloji-Tarih okuyanların kesinlikle Türkolojiyi, Türkoloji okuyanların da Klasik Arkeo-Tarihini bilmesi gerek, ki benzerlikler ile etkileşimlerin farkına varabilsin ve Türklerin Akdeniz Havzası ile Anadolu'daki varlığının milattan önceki dönemde başladığını görebilsin.


Semra Bayraktar



"... onun bedenini Kafkas Dağı'na çivilediler, ki bir İskit dağıdır. Orada Prometheus çivilendi ve bağlı tutuldu..." 
("... to nail his body to Mount Caucasus, which is a Scythian mountain. On it Prometheus was nailed and kept bound... ") Apollodorus (180-120 BC), Library, book 1:7




ilgili:
Alexander Nemirovsky "Tarihte ve Mitolojide Rehber" kitabından "Anacharsis" bölümü


Çinli filozof Konfüçyüs'ü (551-479) herkes bilir, ama ondan önce var olan Saka Türkleri'nden
Toharis ile Anaharsis'i bilmez, hatta 'Grek' olarak tanır!
SB



15 Aralık 2014 Pazartesi

TÜRKLER VE MEDLER


"Midiya (Behistun mətnlərinin ikinci, yəni turani dili) imla qaydalarına görə AZƏRBAYCAN yazısı."
Elşad Alili / Bakü


“Medler M.Ö 4500 yıllarında Sakalardan ayrılarak bugünkü Azerbeycan bölgesinde Mata (Mada) adındaki önderlerinin başkanlığında bir beylik olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Bugünkü Hemedan’ı başşehir olarak ilan ederek M.Ö 2500 yıllarında I. Dahaku başkanlığında Med İmparatorluğu denen bir imparatorluk kurmuşlar ve uzun geniş bir coğrafyada, birçok kavme hükmetmişlerdir. 

Son Med kralı Astiyages’ın (Efrasyap, Alp Er Tunga) kızından torunu I. Cyrus M.Ö 522 veya 520 yıllarında bir ihtilalle dedesini tahttan ederek, İmparatorluk Pers İmparatorluğu adıyla I. Darius’un Ahamenid Devleti’ni kurmasına kadar aynen devam etmiştir. Pers İmparatorluğu denmesinin nedeni I. Cyrus’un babası Cambyse’in Persli olmasındandır.

Başta Babilli tarihçi Berosus (M.Ö. 3.yüzyıl) olmak üzere bütün eski tarihçiler ile özellikle de 19. yüzyılda Persepolis ve Asur yazıtlarını çözen E. Norris, Fr. Lenormant, Sir H.C. Rawlinson, J. Oppert, I. Taylor, N L. Westergaard, F. de Saulcy ve M. S. Zaborowski gibi Batılı dilciler, tarihçiler ve antropologlar Medlerin dil, din ve ırk olarak Turani (Saka, Tatar,Türk) olduğunu ortaya koymuşlardır. 

Bu görüş baskın bir görüş olarak 1935-1940 yıllarına kadar devam etmiştir. 

Ancak bir kısım Batılı papaz tarihçiler ile Ermeni tarihçileri, 6. yüzyıldaki bir papazın Medler’e İranlı demiş olduğu iddiasıyla Medlerin İranlı olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Özellikle 1950 yılından itibaren devrik İran şahı Muhammed Rıza Pehlevî’nin 17 kadar batılı oryantalisti toplayarak ısmarlama bir İran tarihi yazdırmasıyla sadece Medler değil; bugünkü İran bölgesinde yaşamış bütün eski kavimler İranlı yapılmıştır. İşte bu tarihten sonra Medlerin İranlı iddiası yaygınlık kazanmıştır. Ne yazık ki, Türk tarihçileri de bu yanlış görüşün tekrarlayıcısı olmuşlardır.

Oysa, diğer bazı eserleri bir kenara bırakarak sadece tarihin babası kabul edilen Herodot’a bile bakmak yeterlidir; çünkü o da Medlerden bahsetmiş ve Medlerin kan ve ırk olarak Perslerden ayrı olduğuna vurgu yapmıştır. Medleri, Herodot’a dayanarak Aryan yapan Batılı tarihçilerin sahtekârlıklarını da görmüş olacaklardır. 

Çünkü Herodot’un Tarihi’ni modern Batı dillerine çevirenlerden bazıları, Medlerin Med adıyla anılmazdan önceki adlarının Arioi (Arii) olduğunu belirtirtiği bu sözcüğü, Aryan yaparak Herodot’un da Medlere Pers dediği anlamını çıkaranlara karşı notlar düşerek Arioi’nin Aryan olmadığını belirtmiş olduklarını da göreceklerdi. 

Hatta Firdevsî gibi Ortaçağ İranlı tarihçiler, Medleri Med adı ile değil “Kayân” ve “Kayânî” adıyla anmışlardır. Firdevsî’nin Şehname’sinde Keykavus, Keykubad gibi adlarla anlattğı Med veya Kayânî krallarının bu adları sanıldığı gibi Farsça değildir. Pehlevice telaffuza göre söylenmiş Medce veya Türkçe kökenli adlardır. Her ne kadar Firdevsî ve diğer Ortaçağ İranlı tarihçiler Kayânîleri anlatırken, Piştad krallığı dedikleri tamamen efsanevi krallar zincirinin bir devamı göstererek onları zımnen de olsa İranlılığına vurgu yapmak istemişlerdir. 

Son dönem Ahamenidleri ve Sasaniler de Medlere Kayânî demekteydiler. Çünkü “Kay” sözcüğü, İranlların adlandırılmasıyla Kayânilerin, eski Yunanların ve Batılıların adlandırmasıyla Medlerin krallık unvanıdır; anlamı da “Bey” veya “Bay” demektir. Bilinen hiçbir Pers veya Ahamend dönemi İran asılılı kral Kay sanıyla anılmamıştır. Türkler tarih boyunca bu Kay unvanını kullana gelmişlerdir. Bilindiği gibi, Osmanlıların da boyu “Kayı” adını taşır; aslında bu adın “Kayı” değil, “Kay “ olması gerekir; tartışmasını burada yapacak değiliz.

Medlerin İranlı olamayacağını başka kaynaklar da gösterir. Örneğin Tevrat; Tevrat’ın Yaratılış (Genesis) kitabında Hz. Nuh’un üç oğlundan insanlığın yeniden türeyişi anlatılırken, Med ve diğer Türk soyluların adı geçerken, onlarla birlikte, ne Pers ve ne de İran adı geçer. 

Çünkü Tevrat’ın bu kitabı yazılırken bölgede İranlılar yoktu; bazı Batılılara göre söz konusu kitabın yazılışı M.Ö. 1500 yılına kadar gitmektedir. Eski kaynaklarda Medler hakkında anlatılan dini ve millî gelenekler ve görenekler de Medlerin Türk soylu olduğunu göstermektedir; bunlardan birisi örneğin “Kan Kardeşliği” olayıdır.

Med uygarlığı başta Persler olmak üzere Asurluları, Babillileri, Yunanlıları ve Romaları büyük oranda etkilemiştir.”




Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar - LİNK 
"MEDLER ve TÜRKLER" kitabından bir bölüm:



Yunanlılara ve Romalılara Etkisi

Yunanlılar Medleri en geç MÖ. 9 yüzyıldan itibaren iyi biliyorlardı. Daha önce de belirttiğimiz gibi antik dönem Yunanlı tarihçiler ve filozoflar Zerdüşt’e ve Zerdüştlüğe, dolayısıyla Med uygarlığına çok ilgi duymuşlardır. MÖ. 7 yüzyıldan itibaren Yunanistan’da Yunanlılar arasında adına "Medcilik” (Medismos) dedikleri bir akım ortaya çıkmıştır. Hatta bazı rivayetlere göre ünlü Heraklitos, I. Darius zamanında Pers ülkesine davet edilmiştir. Yunanistandaki Med modasını ve Med ekini etkisini anlatan bu akım, Medlerin siyasi otoritelerini kaybetmesinden sonra da aynı adla devam etmiştir; hatta Büyük İskender'in MÖ. 330 yılında İran’ı işgal ederek Ahamenidlere son vermesinden sonra bile Med ve Pers ekininden etkilenmeye devam etmişlerdir. Bu sonraki dönemlerde de Medcilik kavramının sürdürülmüş olması Medlerin, diğer uluslar yanında olduğu gibi Yunanlılar nezninde ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Öyle ki Medler, Yunanlıların edebi türlerinin konusu bile olmuştur; örneğin Atinalı şair Theopompus, "Çok uzaklığı” şiirlerinde "Med Toprakları" deyimiyle ifade etmiştir ve komedi türü bir eserinin adı da “Med”dir. (919)

Zerdüşt, Yunanlılar ve Romalılarca bir filozof, astronom ve astrolog olarak görülmüştür. Onların Zerdüşt yanında, özellikle Zerdüştlüğü temsil eden ve "Magi” (Maglar) dedikleri din adamlarının düşüncesine de ilgileri yoğundu. (920) İzmirli Hermippe (MÖ. 3. yy.), Zerdüşt’ün kitaplarını Yunancaya çevirmiştir. (921) Hatta giriş bölümünde bahsettiğimiz Avesta’nm Şîz nüshasının Yunacaya çevrildiği rivayet edilir. Ünlü yeni eflatuncu filozof Proclus'un Zerdüşt’e ait kabul edilen şiirlerden 70 mısrayı Yunancaya çevirdiği bile söylenir. Bugüne ulaşmayan bu çeviriler, bazı Avesta metinlerinin veya Yeni Zerdüştlüğe ait başka metinlerin çevirileri olabilir. Yunanlıların ilgisi, Zerdüşt ve Zerdüştlükle sınırlı değildi; Medlerin ekini ve bilimsel düşüncesini de öğrenmişlerdir. Medlerin, Yunanlılara etkesi onların vasıtasıyla Romalılara da geçmiştir. (922) Bu etkilenmeye neden olan bazı doğrudan olaylar vardı. Bunlardan birisi, daha önce de belirttiğimiz gibi Herodotus'a göre Medlerin Atina’yı işgal etmeleri; aynı şekilde I. Darius döneminde Ahamenidlerin Anadolu ve Yunanistan’ın kıyı bölgelerini işgal etmeleridir. Diğer bir vasıta ise, Med imparatorluğunun Perslere geçtiği MÖ. 552 veya 550 yılından MÖ. 300 yılına kadar Yunanistan'a ve İtalya’ya olan bazı Magların göçleridir. Nihayet Büyük İskender'in MÖ. 331 yılında İran'ı işgali, Yunanlıların Med-İran kültür ve uygarlığını yakından tanıma ve etkilenme vasıtası olmuştur.

Diğer taraftan Yunanlıların bir kısmının Fenike göçmeni olması, Asya ekininin Avrupa ve Yunanistan'a girmesinde büyük rol oynamıştır. Sümer (Kenger), Med, Babil, Hind ve Mısır uygarlılarından ve düşüncesinden birçok şey oraya geçmiştir. Büyük İskender'in MÖ. 4. yüzyılın sonuna doğru Hindistan’a kadar yaptığı seferlerde birçok felsefi, dini ve bilimsel düşünceler Yunanistan’a aktarılmıştır. Örneğin Yaşlı Pliny, Aristo’nun zooloji ile verdiği bilgilerin kaynağının Hindistan ve Pers ülkesi olduğunu bildirir; çünkü ona göre Büyük İskender yanındaki birçok kişiye bilgi toplayıp Aristo’ya iletmelerini emretmiştir. (923) Aristo’nun zooloji konusunda başka kaynaklar da vardı; bunlardan birisi, Büyük İskender zamanından çok önce yazılan Ctesias'm "Persika’’sı ve ona ekli "Indika” sıdır. (924) Aristo’nun Babil-Med astronomi geleneğinden de haberdar olduğu bilinmektedir; Aristo’nun akrabası sayılan ve İskender ile doğu seferine katılan tarihçi Callisthenes (MÖ. 360 -328), İskender’in Babil'i almasından 1903 yıl önce, yani MÖ. 2200 yılında Babillilerin kaydettikleri ve derledikleri gözlemleri içeren belgeleri Aristo'ya göndermiştir. (925) Söz konusu gözlemlerin derlendiği tarihten çok kısa bir zaman öncesine kadar Medlerin Babili 226 yıl kadar ellerinde tuttuklarını ve Medlerin de astronomi konusunda ileri düzeyde olduklarım hatırlarsak, Aristo'ya gönderilen gözlem belgelerinin en azından bir kısmının Medlere ait olabileceği düşünülebilir.

Muhakkak, Yunanlılar Medlerden, Perslerden ve Hindlilerden, Büyük İskender zamanından çok önce de haberdarlardı. Bunun örneklerinden birisi, önce Sparta'da açılan "Gymnosophists" mekteblerdir. Gymnosophistler, Yunanlıların Hindli çıplak din adamlarına ve filozoflarına verdikleri isimdir. (926) Çıplaklığın, Yunanlılara Hindlilerden geçtiğini söyleyenler bile vardır. Yunanlılar, ilk örneğini MÖ. 776 yılında tertipledikleri Olympus sporların yapıldığı merkezlere "Gymnasium" adı vermeleri de bu sebebledir. Medlerin esas dinini, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Şamanizimdi. Günümüzün birçok batılı bilgini, Medlerin ve Sakaların etkisiyle oluşan bir "Yunan Şamanizm’inden bahsederler; Yunanlı Şamanistlerden birisi olarak, örneğin meşhur filozof Parmenides gösterilir. (927)

Zerdüşt’ten veya Zerdüşlükten en çok etkilenen Yunanlılar arasında Pythagoras (Fisagor MÖ. 560-480) vardır. (928) Birçok Yunanlı ve Bizanslı düşünüre göre, Fisagorcular Fisagor’un Babil’e giderek Zerdüşt'ün öğrencisi olduğuna inanıyorlarmış. (929) Bazı rivayetlere göre Aristo’nun Fisagor’daki Saka etkisini ifade için ona "Kuzeyli Apollo" demiş olduğu anlatılır. (930) Bilindiği gibi, antik dönem Yunanlıları, Balkan ve Güney Rusya Sakalarına "Kuzeyliler" (Hyperboreiov) diyorlardı. Fisagor’un ruh ve ruhun ölümsüzlüğü konusunda Zerdüştlük’ten etkilenmiştir; çünkü Medlerde ve Sakalarda bir Türk metafizik düşüncesi olarak ruhun ölümsüzlüğünün çok önemli yeri vardır; zira Türkler atalarının ruhlarının yaşadığına inanırlardı ve kutsarlardı. Ayrıca Pisagor’un sayılar konusundaki görüşü ile adını taşıyan meşhur Pisagor Teoremi’nin aslının Babilli ve Medli olduğu konusunda da iddialar vardır. (931) Yunan kaynaklarına göre, Zerdüştlükten etkilenen filozoflar arasında Sokrat (470-399) da vardır; Eflatun’a izafe edilen "Axiochos” adlı eserde bir moğun (Gobryas) Sokrat’ı eğittiği bilgisi yer alır. (932) Diogenes Laeritus'un meşhur eserinde Gobryas'ı, Zerdüşt din adamları Moğlar’ın (Maglar) bir sınıfı olarak gösterilir. (933) Öyle görünüyor ki Gobryas sözcüğü, Maglar veya Moğan/Muğan sözcüğünün eş anlamlısı olan Farsça Guebres (Goebras) sözcüğünün bir bozmasıdır.

Zerdüşt’ün ve Magların tesirinin görüldüğü başka bir Yunanlı filozof, meşhur Eflatun'dur. Eflatun bazı eserlerinde Zerdüşt’ü anmıştır. MÖ. 390 yılında yazdığı Alcibiades adlı eserinde Zerdüşt’ten ve öğretisinden kısaca bahsetmiştir. (934) Hayatının sonuna doğru, özellikle Magların İyilik-Kötülük kavramlarından ve onların zıdlıkları hakkındaki düşüncelerinden etkilendiğini "Kanunlar" adlı eserinden anlıyoruz. (935)

Aristo’ya gelince; kaynaklar onun da Zerdüşt’e ve Zerdüştlüğe ilgi duyduğunu anlatırlar. Aristo, hatta Zerdüştlük üzerine "Magicus" adlı bir eser yazmıştır. (936) "Felsefe Üzerine" adlı eserinde Aristo, Eflatun gibi, Zerdüştlüğün İyilik-Kötülük düşüncelerinden etkilenmiştir. (937) Hatta Aristo en meşhur eseri "Metafizik”te bile Maglardan bahseder. (938) Yukarıda anlattığımız konularda, Eflatun’un öğrencisi Cnidus ile Eudoxus'un, Plutarchus’un ve Hecataeus'un da Zerdüştlükten etkilendikleri kabul edilir. (939)

Medlerin ve Zerdüşt düşüncesinin. Yunanlılara sanıldığında kadar çok daha derin bir etkisinden bahsedilebilir; bunun bir örneği olarak, Antik ve Hellenik döneminde kullanılan, Aristo’dan Rodoslu Eudeme’e birçok Yunanlı bilginin üzerinde durdukları Aion (Sonsuz Zaman, Dehr) kavramı alınabilir; Benveniste, Gnoli ve diğer bazı kimselere göre bu kavramın ve anlamının oluşumunda Zurvanizmin ve Magi'lerin etkisi vardır. (940) Nitekim MÖ. 6. yüzyılda bazı Magların önce Yunanistan'a ve oradan da İtalya’ya gittikleri bilinmektedir. Bunun için de Zerdüştlük ve Mitraizme özellikle de Roma ve çevresinde ilgi uyanmıştır. J. H. Moulton ve A. J. Carnoy’a göre, "hizmerkar" ve "yardımcı" anlamlarındaki Gotların dilindeki "magus” ve eski Ayriş dilindeki "mug” sözcükleri Medlerin "Magus” boyunun adından gelmektedir. (941)

Yunanlılar, Lidyalılar ve Frigyalılar, Medlerden ve Sakalardan sadece düşünsel alanlarda değil; teknoloji alanlarında da etkilenmişlerdir. Ok, topuz ve mızrak gibi savaş aletlerin yapımı bunların başında gelir. Yukarıda G. Rawlinson’a dayanarak verdiğimiz bilgiden de anlaşılacağı gibi Lidyalılar ve Yunanlılar gümüş ve altın para yapımı ve basımını da Medlerden öğrenmişlerdir. Yunanlılara ve oradan da Batı’ya Medlerin etkisi olarak, batı dillerinde tıp bilimi karşılığı olarak kullanılan "Medicine", "Medizin", Medicin” ve onlardan türetilmiş "Medical" gibi sözcüklerin, Medlerin adından gelmiş olma olasılığı da vardır. Batılı bilginler, bu sözcüklerin aslı ve etimolojisi konusunda farklı görüşler ortaya atmışlardır. (942) Genelde bunların Latince "Medicina" veya Yunanca "Medomai" sözcüğünden geldiği söylenir. Bu doğru olabilir; ancak söz konusu Latince ve Yunanca sözcüklerin bu dillere ait olup olmadığı, ait iseler hangi kök sözcüklerden türemiş olabileceği meselesinde de yeterli açıklamalar yoktur.

Tıp biliminin başlangıçta büyü etkisiyle hastalıkları tedavi etmek olduğunu düşündüğümüzde, özellikle Medli ve Sakalı büyücüler olan Şamanlarm veya Magların ünlü olduklarını ve Yunanlıların Abaris ve Toharis (Toxaris) adıyla andıkları birçok Medli ve Sakalı doktoru, hastalarını tedavi için ülkelerine çağırdıklarını bildiğimizde (943), Yunanca "Medomai" sözcüğünün, Yunanlıların Medlere verdikleri "Medoi" adından geldiği açıktır. Bunu Avesta metinlerinden de doğrulayabiliriz; çünkü metinlerde doktor anlamına gelen "vi-Mad” sözcüğü vardır. Bu bileşik sözcükteki "Mad" sözcüğü, daha önce de belirttiğimiz gibi, Ahamenidlerin ve Pehlevilerin Medlere verdiği bir adtır. Dolayısıyla biz batı dillerindeki tıp ve ondan türeyen benzer sözcüklerin aslının Med adı olduğunu iddia ediyoruz.

Diğer taraftan, Medlerin Magoi (Maglar) boyu, haklarında verilen bilgilerin yanlış anlaşılması nedeniyle, MÖ. 6. yüzıldan itibaren Yunanlılarca falcılık, büyü ve sihir gibi kara sanatların mucidleri görülerek, özellikle MÖ. 4. yüzyıldan, yani Hellenistik dönemin başından itibaren Yunanlılar ve Romalılar arasında ve daha sonra da Avrupa Ortaçağı’nda sihir ve büyü çok yaygınlı kazanmıştır; konuyla ilgili yazılan birçok eserin yazarları olarak Zerdüşt ve gösterilerek yoğun bir "Sözde Zerdüşt” edebiyatı oluşmuştur. Daha önce belirttiğimiz gibi Herodotus ve Xenophon gibi tarihçiler Maglardan bahsederken onların Med krallarının rüyalarını yorumlamada, dini konularda ve gelecekte olacak siyasi olaylar hakkında astronomi ve astrolojiye dayanarak bilgi verme hususunda danışmanlık yaptıklarını anlatmışlardır. Bu bilgiler, MÖ 6-5.yüzyıllarda bazı Yunanlılarca yanlış değerlendirilmiştir; bunu yapan bilinen ilk Yunanlı meşhur filozof Heraclitus’tur. O, Medli Maglarm (Magoi) ayinlerini ve törenlerini, Tanrı’ya karşı dinsizlik ve saygısızlık görerek onları kınamıştır. (944)

Zamanla büyücülük anlamına asıl Yunanca sözcük "Goes", unutularak yerini Magi sözcüğünden türetilen "Mageia" ve "Magike" gibi benzer deyimler almıştır. Böylece de modern anlamda "Magie” ve "Magic” anlayışı ortaya çıkmaya başlamıştır. Artık Zerdüşt, bir büyücü gibi algılanır olmuştur; hatta Zerdüşt’ün büyücülerin ve sihirbazların bedenlerine hulûl ettiğine inanmışlardır. (945) Yaşlı Pliny gibi bilginler, Zerdüşt’ü sihirbazlık ve büyücülük gibi bu kara sanatların mucidi olarak görmüşlerdir. (946) Hatta aynı Pliny, Pythagoras, Empedocles, Democritus ve Plato (Eflatun) gibi Yunanlı filozofların Magların sanatını öğrenmek için seyahatler ettiklerini ve Yunanistana dönünce de onu öğrettiklerini yazmıştır. (947) Rönesans döneminde bile yapıldığı bilinen meşhur "Zorunluluk Taşı" (Anachitis veya Anancitis) büyüsünün Maglardan kaldığına inanılıyordu. Maglar bu büyüyü bir kap içindeki suya elmas taşını batırarak ruh çağırma şeklinde yaparlarmış. Bu ve benzer büyü şekillerini Yaşlı Pliny gibi daha erken dönem yazarları korkunç yalanlar olarak nitelemişlerdir. (948) Kısacası, Zerdüşt ve Magi’leri ile Medler Yunanlılar, Romalılar ve Ortaçağ AvrupalIları arasında büyücülük ve benzer konularda dolaylı da olsa büyük bir etki bırakmışlardır.

Burada bu konuyu bitirmeden önce, oldukça ilginç görülebilecek başka bir noktaya daha işaret edelim. Bu, Lidyalıların dilinde krallara ve beylere "Tûran" denmesidir. Bu kelime Lidyacadan antik Yunancaya "Tek Kral" anlamına "Tûrannos" şeklinde geçmiştir; Yunancadan da Batı dillerine "Tyran”, "Tyrant" (Tiran) şeklinde geçmiştir. Yukarıda da anlattığımız gibi Medlere ve Türk soylulara Turan diyen Persler olduğundan, Lidyacaya Turan sözcüğünün "Tûran” şeklinde geçmesi, Medler ve Sakaların aracılığıyla mı, yoksa Perslerin aracılığla mı olduğu meselesi tam olarak belli değildir.

Mehmet Bayrakdar


919 "Medizm” hakkında daha fazla bilgi için bkz. David F. Graf: Medism: Greek Collaboration with Achamenid Persia, Michigan, 1979.
920 Meyen (Ed.): Urspr. und Anf. des Christ., c. II, s. 74, note 2.
921 Lenormant (Fr.): Histoire Ancienne, 9. baskı, Paris, 1887, c. 5, s. 382.
922 Benveniste (E.): The Persian Religion Accoding to the Chief Greek Texts, Paris,P.Geutner, 1929, s. 10, 14.
923 Pliny: Nat. Hist.,VIII. 8,17,44; X. 85,185.
924 W. Reese, Aristo’nun sözünü ettiği Hind ve Pers hayvanlarının isimlerinin bir kolleksiyononu yapmıştır. Bkz. Reese (W.): Die Griechschen Nachrichten über Indien, Leipzig, 1914, s. 32-34.
925 Saulcy (F. de) : Recherches sur la Chronologie des Empires de Ninive, de Babylone et d’Ecbatane, Paris, 1850, s. 4, dipnot 2.
926 Diogenes Laertius : 1.1-2.
927 Meuli (K.j : "Scyhtica”, Hermes, c. 70,1935, s. 171-176.; West (M. L .): The Orphic Poems, London, Clarendon Press, 1983, s. 149.
928 L£vy (I.); Leğende de Pythagore Paris, 1926; Clemen (A.): “Die Griechischen und Lateinishen Nachrichen über die Persischen Religion”, ZDMG., 1865, s. 1 vd. ve 1866, s. 42 vd.
929 Porphyrius : Life of Pythagoras 12 ; Clements ; Stromata 1.15 ; J. L. Lydus ; De Mensibus II. 4.
930 Aelianus: V. H. 2, 26
931 Bkz. Smullyan (R.): 5000 BC and Other Philosophical Fantasies, New York,1984.
932 Darmesteter (J.) : Le Zend-Avesta, c. III, s. LXXVI.I
933 Diogenes Laeritus: Prooem. 2.
934 Eflatun: Alcibiades, I. 121.
935 Eflatun: Leg. X, 896E.
936 Diogenes Laeritus: Proem 1 ,1; 8.
937 Agy.: Age., 1.8.
938 Aristo: Metaph. XIV, 4, 1091B.
939 Benveniste (E.): Age., s. 17-21.
940 Agy.: Age., sz. 118; Gnoli (G.) : “ Questioni sull’interpretazione della dottrina gathica, AION”, NS„ XXI,, 1971, s. 361 vd.
941 Moulton (J.H.) : Early Zoroastrianisme,; Camoy (A.J.) : Le Musöon, c. 9,
942 Konuyla ilgili farklı görüşlerin özeti için bkz. Charen (T.): "The Etymology of Medicine", Bull. of the Medical Library of Association, c. 39, No. 3,1954, s.216-221.
943 Ustinova (Y.) : "Greek Knowledge of Thracian and Scythian Healing of Practices and Ideas on Afterlife and Immortality”,Ephemeris Napoces, c. 14-15, 2004-2005, s. 41-52. Ayrıca basım aşamasında olan Yunanistan’da Saka Türkü Üç Filozof adlı eserimize de bakılabilir.
944 Clement: Protrepticus, 12.
945 Beck (R.): "Zoroaster as Perceived by the Greeks", Encyclopaedia Iranica, c.,2003, s.
946 Pliny: Natural History, xxx. 2,3.
947 Pliny: Age., xxx. 2,8-10.
948 French (R.) : Ancient Natural History, London, Routlege, 1994, s. 227.


NOT: Tanrıça Afrodit'in Etrüskler'deki adı Turan'dır (TVPAN). - SB



"Maday'ın Cenubi Azerbaycan arazisinde, Mezopotamya'nın bilavasite komşuluğunda yaşamış Midiyalılardan (Medler-SB) olduğunu bir çok araştırmacılar kabul eder. Maday etnoniminin muasır Türk halklarının etnonimiyasında rast gelinmesi 
bu etnonimin Türk menşeli olduğunu tastikleyen belgelerdendir."
Aralık Denizi Havzasının Erken Sakinleri: Türkler
Prof.Dr.Çingiz Garaşarlı






Midiya möhürü üzərindəki türkcə yazı barədə bir neçə söz
Bəxtiyar Tuncay - Mənsur Yengi


E.Ə II MİNİLLİYƏ AİD TÜRKCƏ YAZI NÜMUNƏSİ

Son dövrlərdə Azərbaycandan tapılan çoxsaylı yazı nümunələrinin təhlil və oxunuşu ölkəmizin yerləşdiyi bölgənin, elm aləmində ilk dəfə tapıldığı yerin adı ilə “Orxon-Yenisey” yazıları adlandırılan qədim türk yazı sisteminin formalaşaraq, bütün Avrasiya məkanına yayıldığı ilkin ərazi olduğunu söyləməyə əsas verir. Bu baxımdan tərəfimizdən elm aləminə təqdim edilən “Ciroft yazısı”, “Zaqatala yazısı” “Nüvədi yazısı”, “Manna yazısı”, Midiya yazısı”, Cəlilabaddan tapılan yazı, “Mingəçevir yazıları” kimi çoxsaylı epiqrafika nümunələri deyilənlərə ən gözəl və əyani misallardır.

Bu günlərdə surətini əldə etdiyimiz və İran məbuatında eynən “Midiya yazısı” kimi “Əhəməni yazısı” olaraq təqdim edilən daha bir möhür, daha doğrusu onun gilbasması üzərində həkk edilmiş təsvir və 5 işarəlik qısa yazı yuxarıda söylənilən fikri təsdiqləmək və qüvvətləndirmək baxımından xüsusi önəm daşımaqdadır. 

Təqdim edilən şəkildən də göründüyü kimi, Türkiyənin Kappadokiya vilayətindən tapılmış bu möhürdə əlindəki bıçaqla qanadlı bir mifik (demonik) məxluqu qətlə yetirən insan təsvir olunmuşdur. Onun başında tac olması bu şəxsin hökmdar olduğunu düşünməyə əsas verir.




..In this region however Darius I set up his Behistun text in three languages, 
Persian, Semitic and Turanian. 
Hence Dr.Oppert supposes the "Proto-Medes" to have been a Turanian race, akin to the old population of 
Susa further south, and to the Akkadians.....
Faits of Man - Forlong...

***

Medler


Yer ve halk adı olmak itibarıyla Med kelimesi D.Ö.9. yüz yıllığın ortalarından meydana gelmiş ve ilk başta yer adı olmuş, hem de çağdaş İran’ın tam merkezi vilayetleri, daha doğrusu Hemedan, Elvend dağının dört bir yanı, Kaşan ve Kum’un batı toprakları, Rey, Kazvin, Zencan, Hazar’ın güney kıyıları, Miyana, Heşteri, Kızılözen yatağı ve oranın kuzeyi ve Halhal’ın güneyi, İran Kürdistanı yerlerine denilmiştir. Bu yerlere yaklaşık olarak Merkezi Med deyimi kullanılmıştır.

Tarihi eserlerde Med sözüyle ilk kez Maday biçiminde Asuri kralı Selmenser’in D.Ö.844, 838. yıllarda, Gutti-Lullubi ülkesine saldırılarıyla ilgili taş yazıtlarında karşılaşıyoruz. Asuri krallarının bazılarının tabletlerinde Med adıyla birlikte Gutti (Guttium) adı da geçmiştir. Zaten bu halklar komşu olmuş ve hepsi de Merkezi Med ve Azerbaycan topraklarında yaşamışlardır. Medlerin ülkesi bugünkü Heşteri, Urmu Gölü’nün güneybatısı, Kızılözen yatağı, Zencan, Rudbar, Halhal’ın güney toprakları olmuşsa da Guttilerin ülkesi oralardan doğu ve güneydoğu, yani Hemedan, Erak, Elvend’in çevresi, Save, Kaşan (bu kelime Kassi elinin adından türetilmiştir.) ve Kum’un batı yerleri olmuştur. Bu yerler Merkezi Med ve Azerbaycan toprakları olmuştur.

Oppert’in dediği gibi Medler eklemeli dilli, Turanlı ve Altay dağlarından gelme olmuşlardır. 

Med elleri İşguzların D.Ö.7. yy.’ın başlarındaki göçlerinden iki asır ve belki de daha önceler, yani D.Ö.10-9. yy.’larda kuzeyden, Kafkas geçitlerinden Azerbaycan’a gelmişler. Herodot şöyle diyor: 

“Asuriler Yukarı Asya’da 500 yıl hükümet ettiler, onların buyruğuna uymayan ilk halk Medlerdi. Bunlar özgürlük uğruna savaştılar ve yiğitlikler göstererek, kölelik zincirinden kurtuldular. Ondan sonra başka halklar da onların yolunda gittiler ve hızla Asya kıtasının bütün halkları özgürlük ve bağımsızlıklarına kavuştular... Medlerin boylarının sayısı altıdır: Bus-Busae, Partaken, Sturohat, ArisantArizant, Budi, Mug.”

Medlerin Hint-Avrupa dilli olmadığını gösteren başka bir kanıt da Pehlevilerin (Rıza Şah ve Muhammed Rıza Şah zamanı) Akamentlerin 2500 yıllık krallıklarıyla ilgili düzenledikleri şölenleri gösterebiliriz. Yani onlar Medleri Hint-Avrupalı saymayarak onların 123 yıllık egemenliklerini bunun dışında tutmuşlardır. Akamenitler bu şölenlerin düzenlendiği zamandan 2500 yıl önce yani D.Ö.550. yılda egemenliği Medlerden almışlardır.

İRAN TÜRKLERİNİN ESKİ TARİHİ
Prof.Dr. Muhammed Taki Zehtabi (Kirişçi)
Ferhad Rahimi


TÜRK TARİHİ