heredot etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
heredot etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ağustos 2018 Perşembe

TRUVA: HOMER ile DARES - III



2018 Truva Yılı İçin Özel
TRUVA ; HOMER ile DARES, BİR ANADOLU DESTANI
Semra BAYRAKTAR
Profesyonel Turist Rehberi
Temmuz 2018



Bu ilk kanın dökülmesini Herodot bile birinci kitabında bahsetmektedir: “…Aleksander, Priamos’un oğlu, Yunanistan’dan bir kadın kaçırmak istemiş, bu yüzden bir cezaya çarpılmayacağına güveniyormuş, nasıl ki o ilk kadın kaçırıcılar da ceza görmemişlerdi. Ve Helene’yi kaçırmış. Yunanlılar önce adamlar gönderip Helene’yi geri istemişler, özür dileyin demişler. Buna karşılık Medeia’nın [43] kaldırılışı öne sürülerek, şimdi bizden istediklerinizi, o zaman da siz vermemiştiniz, denilmiş. O zamana kadar olan şey, karşılıklı kız kaçırmaktan ibaretti. Ama bu sefer Yunanlılar, Perslere göre, açıkça suçludurlar… kadın kaçırmayı Persler de hoş görmezler, ama bu çeşit çapkınlıkların öcünü sürdürmek, onlara göre, akıl işi değildir ve aklı başında kimselerin böyle şeylere pek aldırış etmemeleri gerekir, zira, belli bir şey, bu kadınlar kendileri de razı olmasalar zorla kaçırılamazlardı. Onlar, Asyalılar, kendilerinden kadın kaçırılmasını pek umursamamışlardı, ama Yunanlılar Spartalı bir kadın uğruna koca bir donanma toplamışlar, Asya’nın üstüne yürümüşler, Priamos’un ülkesini yerle bir etmişlerdir, o günden bu yana Yunanlı onlar için artık düşmandır.” [44]

Truva'ya ihanet eden hainlere de Agamemnon dokunmamış, yalnızca Aeneas'ı Polyksena'yı sakladığı için kovmuştur. O da pılını pırtısını toplayıp yelken açmış ve bugünkü İtalya'ya gelmiştir. İşte Virgil Aeneas destanında bu Aeneas’ın hayatı anlatmaktadır. Bir haininin hayatı... 

Yakın bir zamanda Truva atıyla ilgili bir iddia ortaya atılır. Deniz arkeoloğu olan Francesco Tiboni; "Truva Atı bir at değil, bir gemidir" der. Bunun ne kadar tutacağını bilemem, ama bildiğim bir şey varsa da o da Truva'nın surları içinde nehir yoktur, bir gemiyi neden içeri alsınlar ki? Truva kazı başkanı Prof.Dr.Aslan’ın bu konuyla ilgili basında çıkan cevabı şudur: 

"Truva atı var mıdır, yok mudur? diye sorabiliriz. Fakat araştırmacılar özellikle 1930'lu yıllardan itibaren Asur metinlerine ve betimlemelerine dayanarak bunun bir savaş aleti, ata benzeyen bir saldırı aleti olduğunu ve Homeros'un da öykülerine karıştırarak anlattığı üzerinde durmuşlardır. 1932-38'lerde Troia'da kazı yapan Blegen ise Truva'nın depremle yıkıldığını, tahrip olduğunu ve deprem sonrasında Akhalı askerlerin Truva'yı fethettiğini, böylece deprem tanrıçası Poseidon'un sembolü olan atın Homeros destanlarında ilişkilendirildiğini öne sürmüştür. Bu da ayrı bir teoridir. Fakat son dönem kazılarında özellikle Truva 6, yani Homeros Truva'sı döneminde at kemiklerinin çoğaldığını ve atın ön plana çıktığını görüyoruz. Yeni kazılarında, Truva'nın aşağı kentinde savaş arabalarının kaleye yaklaşmasını önleyecek savunma hendeği tespit edilmiştir. Bu da bize şunu gösteriyor ki, Homeros Truva'sı olarak tanımlanan dönemin, Anadolu ve Ege coğrafyasındaki en önemli savaş aleti, savaş arabasıdır. At da çok önemli bir öğe olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş kazanmak için yeterli at sayısı ve savaş arabası olması gerekiyor. Fakat Homeros, atın önemini, metoforik, sembolik bir şekilde anlatmaktadır. Yani sadece orduya ve silaha sahip olmanız bir savaşı kazanmak için yeterli değildir. 

Homeros, aynı zamanda bir fikrinde gerekli olduğunu Truva Atı öyküsüyle anlatmaktadır. Aslında bu iddia yeni değil. Homeros'un destanlarıyla ilgili pek çok yeni teoriler var. İtalyan araştırmacının öne attığı teori ise araştırmacılar tarihinde çok kabul gören bir teori değildir. Zaten önümüzdeki dönemde de bu konu üzerinde hiç tartışılmaması ve unutulacak olması da bunu bize gösterecektir. Diğer konularda olduğu gibi Homeros destanları kültür tarihi açısından önemli olduğu için pek çok araştırmacı kendi adını öne çıkarmak açısından bazen bu tür teorilere başvurmaktadırlar." [45] 

Yüzyıllarca sözlü olarak aktarılan bu destan, zaman içinde her bir ozanın farklı anlatımlarıyla dönüştürülmüştür. Kitaplaştırıldıklarında ise "At kafası şeklindeki Saka kapısı"  "içi düşman askeri dolu Truva Atı" olarak kayıtlara geçirilmiştir... Ben de böyle olduğunu iddia ediyorum ; Dares’in eserinde kapının “at başı şeklinde” tarif edilmesi, 400 yıl boyunca sözlü anlatımla ‘Truva Atı’na dönüştürülmüştür. 

Ayrıca bu kapı sanki lanetlidir. Savaş bu kapı dışındaki alanda yapılmıştır. Homer'e göre, Etiyopyalı kahraman Memnon Antilokhos'u, Akhilles ise Memnon'u burada öldürmüştür. Patroklos sırtından burada vurulmuş, sonra da Ektor onu burada öldürmüştür. Akhilles Ektor'u bu kapıda öldürdükten sonra da Paris'in eliyle ölüm Akhilles'i burada bulmuştur.  Ne acıdır ki Memnon, Ektor ve Akhilles'i ölümsüz kılan zırhların hepsini de Hephaistos yapmıştır. Acaba, Hephaistos da mı hainlik yapıp malzemeden çalmıştır? Çünkü o da Pelasg kökenli bir tanrıdır, ne Hint-Avrupalı ne de “Grek”tir, Truva’nın müttefikleri olan Pelasglar…



Hephaistos Aşil için yaptığı silahları annesi Thetis'e teslim ediyor. "Bitirince bütün bu silahları ünlü topal, aldı götürdü Thetis'in önüne bıraktı. Akhilles'in anası bir çaylak gibi atıldı karlı Olympos'tan ışıldayan parlak silahları ulaştırdı oğluna."
(İlyada 18:615)Attik çanak detay, MÖ.490–480 /Altes Müzesi-Berlin



Truva atı ile Truva Savaşı’nın gidişatı dışında başka bir çelişki daha vardır İlyada destanında. Strabon'a göre, Menelaus savaştan sonra esir aldığı Truvalılar'ı Mısır'a getirmiş ve burada bırakmıştır, hatta bu yerleşimin adı da Truva'dır. 

"Piramitlerin yapıldığı taşların ocağı yakınında ki, piramitlerin bölgesinde, Arabistan'daki nehrin uzak tarafında Troya adı verilen kayalıklı bir dağ var ve onun dibinde de mağaralar. Her ikisine de yakın bir köy ve Troya denilen bir nehir; esir Troyalılar için eski bir yerleşim yeri, Menelaus'a eşlik edenlerdi, ama burada kaldılar." Ayrıca Strabon'a göre Memnon'un mezarı da Truva'dadır: "Aesepus nehrinin çıkış noktasının bir stadia yukarısında bir tepe var, Tithonus'un oğlu Memnon'un mezarı olarak gösterilir." [46]

Peki, Menelaus neden savaştan sonra evine dönmemiş de Mısır'a gitmiş? Yoksa Herodot'un da dediği gibi Helena Truva değil de, Mısır'da mıdır? Bu açıdan düşünürsek, Helena Truva'ya hiç getirilmemiştir...


Helena ile Paris - 18.yy - Sanatçı: Antonia Canova- İtalyan Heykeltraş
(Heykeltraşın soyadı da çok ilginç; Canova)



MISIR ve HELENA

Herodot için her ne kadar “yalancı tarihçi” deseler de, MÖ 5.yy’da yazdığı "Tarih" kitabı birçok doğru veri barındırır. Şimdiye kadar kalan metin parçaları MS 1.yüzyıl ila 4.yüzyıla aittir, ama bu kalan parçalar da ancak 10.yüzyıl ila 14.yüzyıl arası biraraya getirilip kitaplaştırılmıştır. [47] Herodot’un ikinci kitabının “Proteus ve Helene Hikayesi” bölümünde, Helena’nın Mısır’da tutulduğu, Aleksander’ın da Truva’ya yalnız döndüğü anlatılır.

Memphis’te Pelasg kökenli Hephaistos ile yabancılara ait bir Aphrodit tapınağı vardır ve aslında Helena için yapılmıştır. Bu tapınaklarda görevli rahiplerin anlattıklarına göre;  Aleksandros, Sparta’dan Helena’yı kaçırdıktan sonra rüzgârlar ters eser ve onları Mısır kıyılarına atar. Kıyıda bir Herakles [Erkül] tapınağı vardır. Zulüm görmüş köle isterse bu tapınağa sığınır ve kimse onlara dokunamaz. Aleksander'ın köleleri bunu öğrenince, hakkında suç duyurusunda bulunur. Menelaus'a nasıl ihanet edip eşi Helena'yı kaçırdığından bahsederler. Tabi bu Proteus'un kulağına kadar gitmiştir ve hesap sormak için Aleksander'ı çağırır. Anlatılan her şey doğrudur. Proteus kararını verir ve şöyle der: 

Rüzgârın yoldan çıkarıp ülkeme attığı bir konuğu öldürmeye gönlüm razı gelseydi, sana gösterdiği konukseverliğe karşı ağır bir hıyanetle karşılık vermiş olduğun Yunanlının öcünü senin gibi bir alçakta bırakmazdım. Sana evini açan adamın karısına sataştın: bu kadarla da kalmadın; aykırı uçusunda peşinden gelmesi için ona kanat da verdin; gözün doymadı, üstelik konuğu olduğun evi de soydun. Ama ben bir konuğu, kendisine bir fırsat tanımadan vurmak istemem, bu kadını ve eşyaları burada bırakacaksın, - bunları kendi gelip arayacağı güne kadar, o Yunanlı için, yanımda saklayacağım – sen ve yol arkadaşların üç gün içinde ülkemden çıkıp gidiniz, başka bir yer bulunuz demir atmak için; yoksa düşmana ne yaparsam size de onu yaparım!” der.

Ne yapsın eli mahkumdur Aleksander'ın, Helena'yı Mısır'da bırakır ve Truva'ya eli boş döner. Dares ile Homer'in anlattıkları tabi ki burada anlatılanlarla uyuşmuyor, ama Herodot da bu bilgileri bizzat Mısırlı rahiplerden aldığını yazıyor. Demek ki aynı destanlar, farklı mekan, farklı zaman ve farklı ozanlarla farklı hikayeler, farklı sonlar barındırabiliyordu. Sonuçta, Truva destanı uzunca bir süre sözlü anlatılmıştı. Bunun yanında Mısırlılar'ın ne kadar titiz bir şekilde kayıt tuttuklarını da biliyoruz. Tabii Herodot devam ediyor anlatmaya; 

Menelaus Teukros [Herodot Truva için Teukros diyor] topraklarına çıktıktan sonra, Helena'yı hiç bir yerde bulamıyor. Truvalılar onun Mısır'da olduğunu ve Proteus'u görmesi gerektiğini söylüyor. Menelaus böylece Mısır'a geliyor, Proteus'la da görüşerek eşini teslim alıyor. İşte burada Strabon'u hatırlayın, Mısır'a getirilen Truvalı esirleri de. Çünkü Herodot ikinci kitabının başında, Mısır’daki Frigyalılardan da bahsediyor. İşte o Frigyalılar ya Priam’ın yeğeni Memnon ile halkı, ya da Menelaus ile Truva’dan getirilen esirlerdir. Hatta yapılan bir kelime testine göre de; “Mısırlılar Frigyalıların kendilerinden daha eski bir halk olduğunu itiraf etmişlerdir” der. Bu hikayeyi de Herodot Memphis’teki Hephaistos rahiplerinden öğrenmiştir. 

Peki, Herodot dışında Helena’nın Truva’ya hiç gitmediğini başka kim yazmış?  Herodot’tan yaklaşık 150 yıl önce yaşamış olan Sicilyalı Stesichorus (MÖ 640-555)'un "Palinodes" fragmanında geçer. Hatta Plato bile "Phaedreus (Phaedrus)" adlı eseriyle bunu destekler; "Bu doğru değil, iyi korunmuş gemilere binmedin ve Truva'nın duvarlarına gelmedin." [48]


Tüm bunların dışında Homer’e atfedilen Odysseia Destanı bile Helena-Mısır ilişkisini ortaya koymaktadır. Odysseus’un oğlu Telemakhos babasını aramaktadır ve Menelaus’u ziyaret eder. Helena onu tanımıştır. Telemakhos’un hüzünlü hikayesi herkesi bunalıma sokar, Helena ortalığı rahatlatmak ister. Olayın gidişatını destandan okuyalım: "O sıra Zeus'un kızı Helene birşeyler tasarladı, bir ilaç attı içtikleri şaraba, yası, öfkeyi dinidren bir ilaçtı. bu, tekmil acıları unutturan bir ilaçtı. Katıldığı sağraktan şarap içen gözyaşı dökmezdi bütün bir gün, anası babası ölmüş olsa bile. Ya kardaşını ya sevgili oğlunu gözünün önünde tunçla kesseler, gözleriyle görse nasıl can verdiklerini, bir damla gözyaşı dökmezdi gene de. Böyle erdemli, iyi ilaçları vardı Zeus kızının, Mısırlı Polydamma vermişti onları, Thon'un eşi, bu ilaçlar Mısır'ın bereketli toprağından fışkırırdı..." (Odysseia 4:225). 

Polydamma’nın eşi Thon Mısır’daki Thonis ('Grekler' adını Heracleion olarak değiştirmiş) şehrinin kralıdır. Kral Thon Menelaus ile Helena’yı ağırlamış, lakin Menelaus Mısır’a yelken açtığında Helena ile beraber olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Plato, Stesichorus’un Helena’nın hastalığından bahsettiğini yazar. Bu durumda Helena'ya bu uyuşturucular Mısır'da kaldığı dönemde verilmiştir, çünkü hastalanmıştır ve Truva'ya hiç gitmemiştir. [49]


Truva Savaşı bitiminde Sparta Kralı Menelaus Helena'yı götürürken
MÖ 480, Staatliche Antikensammlungen/Münih


Ayrıca, Herodot Homer’i kendince de sorgulamaktadır; "Helene için anlatılanlara ben şu düşünceleri ekleyeceğim: Eğer Helene, İlion’da olsaydı, Aleksandros istese de istemese de Yunanlılara geri verilirdi. Zira, gerek Priamos, gerekse soyu sopu, Aleksandros, Helene’yi çatısı altında tutacak diye kendi canlarını, çocuklarının canını ve yurdunu ortaya koyacak kadar çılgın olamazlardı. Hatta, başlangıçta öyle olsa bile, Yunanlılarla yapılan her savaşta, yığınla Troyalı arasında Priamos’un çocuklarından iki üç tanesinin de öldüğüne bakarak (zira, destanlarda anlatılanlara inanmak gerekirse, bunların katılmadıkları bir tek savaş yoktur), diyorum, böylesine felâketler karşısında Priamos, başına yağan belâlardan kurtulmak için, hatta kendi sevgilisi bile olsa, Helene’yi Yunanlılara geri verirdi, ben böyle düşünüyorum. Ayrıca Priamos ihtiyarladığı zaman, krallık Aleksandros’a geçmeyecek, yönetim ona kalmayacaktı, Priamos ölürse taht ondan daha yiğit olan büyüğü Hektor’a kalacaktı ve onun da hem kendisinin, hem de öbür Troyalıların başların bu kadar belâ açan suçlu bir kardeşi koruması düşünülemezdi. Gerçek şu ki, Helene’yi geri verirlerdi ve kötü niyetli olmadıkları halde Yunanlılar onları düzenbaz sayıyorlardı; şüphesiz, benim kendi görüşüm, tanrı onlar için bir yıkım hazırlamıştı, tâ ki tanrıların büyük haksızlıkları büyük cezalarla cezalandırdığını herkes görsün ibret alsın, diye. İşte benim doğru olduğunu sandığım hikâye budur."... Daha ne desin... 

Tüm bu anlatılanlardan sonra Truva Destanı'nın da ne kadar çok derlenip budaklandığını da hatırlamak gerek... O zaman şunu da soralım, İlyada kim tarafından ve ne zaman "Grekleştirilmiştir"?...




HOMER ve İLYADA

"Hiç kuşku yok ki, İlyada ile Odysseia sözlü bir geleneğin ürünüdür.
(Azra Erhat, İlyada)"...

"Homer'e atfedilen her iki şiir de MÖ 520 den önceye takip edilemez.
(Prof.Nicholson, Oxford Üni.)"…

"Homer bir İyonlu olmasından dolayı Pelasg kökenlidir."
(Prof.Dr.Çingiz Garaşarlı,Azerbaycan)...

"Hatta belki de hiç varolmamıştır"...



Azra Erhat’ın İlyada önsözünden: "Homeros destanları 7.yy gibi İonya'dan Yunanistan'a getirildi. Bu getirildi sözü önemli; kaynaklar, destanları kimin getirdiği üzerinde ayrışıyorsa da, bunların getirildikleri sözünde birleşirler. Destanları ilkin Sparta'ya Lykurgos getirdi, Atina'ya Solon ya da tiran Peisistratos (MÖ 540-527) getirdi, ya da oğlu Hipparkos getirdi derler. Kim olursa olsun Homeros Atina'da devlet dinine, devlet eğitimine girmişti. Romalı hatip Cicero: Önce karmakarışık bir halde olan Homeros metinlerini ilk kez düzenleyen ve elimizde bulundukları biçime sokan Peisistratos'tur" der. Ne Herodot ne de İskenderiye kütüphane bilginleri bundan bahsetmez. Ama bu iddia öyle çok tuttu ki, Peisistratos, metinleri İyonya'dan getirtip Atina'da kopya ettirdi; elimizdeki örnekler o zaman kaleme alınmıştır denildi. Yazılar İol-Aiol lehçesinden Attika (Atina) lehçesine dönüştürüldü.  Peisistratos'un bu iki destanı İlyada ve Odysseia olarak ikiye ayırdığı da söylenir, Halikarnas Balıkçısı da bunu savunur. Bazı dizelerini kendilerine göre değiştirdiklerini bile ileri sürdüler. Peisistratos sansür bile yaptı denildi. O bu sansürde Akhalar tarafını tutmuş, Homer ise Anadolulu olarak Truvalıların tarafını tutar. Böylece Akhaları kan dökücü gösteren parçalar eserinden çıkarılmıştır” … der.

Oxford Üniversitesinden Prof.Nicholson’da aynı şeyi savunur. Nicholson göre, "Homer bir temel efsane, bir adam ya da doğal dünyadan değil, ama Yunanlıları kendilerini tanımladıkları düşünce sistemi ve akıl çerçevesinde onları "onlar", yani Yunanlı yapandır."

Homer hakkında bilim adamları arasında genel bir fikir birliği vardır - eğer Homer varsa - MÖ 8.yy'da yaşamıştır. Bu başlı başına birçok akademisyen için sorunludur, çünkü gerçeklikte "Homer'e atfedilen her iki şiir de MÖ 520 den önceye takip edilemez. Şiirler bir yüzyıl ya da daha sonra ortaya çıkmıştır. Homer eserlerinin sayısızca çeşitleri tüm Avrupa kıtası ile Hindistan'ın bazı kısımlarında paylaşılmıştır ve o dönemde etrafta gezen sayısız masalın bir izdihamıdır.” Diğer öge ise, İlyada'da antik dönem Yunanistan'ın tanımıdır, ki Nicholson bu tanımın MÖ 8.yüzyıldaki koşullarına uygun olmadığını söyler. İlyada'da tasvir edilen bu vahşi tanıtım daha erken bir dönemi yansıtmaktadır. Homer, “Truva'nın dışında vahşi barbaralara ait olan bu kamp - Yunanlılar"dır, der, yani asıl barbarlar Yunanlılardır. [50]

Azra Erhat destanların derlemesi ve sansürlenmesi ile ilgili bilgiler de verir:  “İonya'da Troya efsaneleri destanlık konular idi, her ozan da bu konular arasında bir şu konuyu, bir bu konuyu işlemiş, ezbere okumuş ya da yazı ile kaleme almıştır. Kaldı ki bu eserde bile birçok bilginlerin sonradan eklenmiş saydıkları parçalar vardı. Peistratos sansürü bir iki dize eklemekle kalmış olsa gerek. Çünkü bu kitapta bile Homeros'un Akhaları yiğit ama kaba, Troyalılar ise daha yumuşak ve daha insanı olarak karşımıza çıkarır. İskenderiye kütüphane yöneticileri Efesli Zenodotus (MÖ 3.yy), ile Bizanslı Aristophanes (MÖ 2.yy) ve öğrencisi Aristarkhos, Homeros metinlerini incelemişler, kimi dizeleri sonradan eklenmiş sayarak atmışlar, kimi dizeleri düzeltmişler, kimi dizelerin iki ayrı okunuşu arasında bir seçme yapmışlardır. Kısaca bugünkü gibi eleştirmişler ve düzenlemişlerdir. Ne var ki bu yayımlar olduğu gibi elimize geçmemiştir. Biz yalnız elyazmaların kenarlarına yazılmış, açıklamalardan biliyoruz. Avrupalı bilginler bu işlerle epey uğraşmışlar, hatta 18.yy'da Alman bilgin Wolf, Homeros adında bir ozanın yaşamadığını bile ileri sürüyordu. Araştırmalar sonucunda  farklı çağlarda meydana geldiğini gösteriyordu. Dilde de daha eski ögelerle daha  yenilerin karıştığı, anlatımda tam tutarlı bir akış olmadığı, üstelik İlyada ile Odysseia arasında köklü bir ayrılık bulunduğu, Odysseia'nın İlyada'dan çok daha yeni tarih, sanat ve dil özellikleri taşıdığı apaçık görülür" … der.


Destanları kimin Atina'ya getirdiği burada pek de önemli değil aslında, sansüre uğramışlığı önemlidir. 


Azra Erhat "Homeros tartışması Platon ile başlar" da der.  Peisistratos'tan tam 100 yıl sonra, yani MÖ. 427-347  arası yaşamış olan Platon, Homer'in Odyssey kitabında bir bölüm bulmuştur ve bu bölümü eleştirmektedir.  Akhilles Odyssey'e "Ölülerin Kralı-Efendisi olacağıma dünyada bir kölenin yaşamını tercih ederim" demiştir. Ayrıca, savaşçılar ölümden korkmamalıdır, bu yeni nesile aktarılmamalıdır, bu yüzden çıkarılmalı ve değiştirilmelidir, demektedir Platon: 

"İnsanların aynı zamanda cesur olmaları gerekiyorsa, içlerindeki ölüm korkusunu söküp atmalarına en çok neyin yardımcı olacağını onlara anlatmamız gerekmez mi?  Yoksa içinde ölüm korkusu olan bir insanın cesaretli olabileceğini mi düşünüyorsun?” -  “Zeus adına! Kesinlikle hayır!” 

- “Peki öte yandan, Hades’e ve oranın korkunç bir yer olduğuna inanan bir insan, savaşta yenilgiye uğramaktan veya esir düşmektense, ölümden korkmayıp onu tercih edebilir mi?” - “Mümkün değil, edemez.” - “O zaman insanlara (öteki dünyayla ilgili) bu tür hikâye anlatanları kontrol etmemiz gerekiyor. Onlara Hades’te olup bitenleri öyle rastgele kötülemektense, övmeleri gerektiğini söylemek lazım; çünkü Hades için söyledikleri yalnızca gerçek dışı, teşvik edici olmamakla kalmayıp aynı zamanda savaşçılar için de zararlı olabilecektir.” - “Evet, bunu yapmalıyız!” 

- “O zaman şu mısralardakine benzer yerleri ayıklamamız gerekiyor:  - ‘Batıp gitmiş, bütün ölülere hükmetmektense, tek bir dönüm tarlası olmayan, çulsuz ve alçakgönüllü adamın yanında, Gündelikle ırgat olmayı tercih ederim.’ Homeros ve diğer ozanlar bizlere kızmasınlar, ama artık bu tür mısraları zihnimizden silmemiz gerekiyor; şiirsel olmadıkları ve geniş kitlelerin kulağına hoş gelmediği için değil, tam tersine son derece etkili eserler oldukları için, özgür olmaları ve ölümden çok esaretten korkmaları gereken çocuklarla, yetişkin adamların zihninde kolaylıkla yer edinmeleri nedeniyle.” - “Doğru söylüyorsun!”... “Ve ünlü kahramanların ağzından düşmeyen o feryat ve yakınmaları da artık bir kenara koymak gerekiyor.” -  “Evet, diğerleri gibi onların da ayıklanması şart!: … der Platon. [51]


Bu dizeler önceki Homer’de mevcut iken ayıklanmışsa, hoşlarına gitmeyen dizelerin de ayıklanmış ya da değiştirilmiş olasılığını göz önünde bulundurmak gerekir. Gerçekte ise destanlar "Grek"lere göre düzenlenmiş ve de sansürlenmiştir. Çünkü Homer’e atfedilen hiçbir eser günümüze dek gelmemiştir. Kalan parçaların en eskisi MÖ 3.yy’dan daha geriye gitmez ve dönem “Hellenistik dönem”dir, yani ‘Yunan Kültürü’nün yayılmaya başladığı dönemdir. Diğer antik dönem yazarların bahsettikleri paragraflar ya da bölük pörçük orda burda kalmış fragmanlar, papirüslerden elde ettikleriyle İlyada ve Odysseus destanı ancak en erken 10.yy’da biraraya getirilmiş ve bu durum 16.yy’a dek sürmüştür. Bunun yanında, "Homer"in eserleri Atina'da biraraya getirilmeden 100 yıl önce Sicilyalı Stesichorus, ki Homer'in aksine, Helena’nın Mısır’da kaldığından bahsetmektedir.

Halikarnas Balıkçısı’nın ‘Düşün Yazıları’ kitabında “Anadolu'ya kıyas Yunanistan ve Atina'nın geriliği ve barbarlığı yalnız Homeros zamanında ve ondan önceleri değil, fakat altıncı asırda da mevcuttu... Bilim ve yazın İ.Ö 6.yüzyılda Miletos'tan Atina'ya göçmüş olsa gerek... Şimdiki İlyada'mız Peisistratos'un İlyada'sıdır... Peisistratos zamanında birçok şeylerin eklendiğini ve birçok şeylerin çıkarıldığını gösterir... Ayrıca Atina'nın yurtsever yayıncılarının ulusal destanı Troyalılar için bir zafer ile bitmesine izin vermeleri de pek akla uygun düşmez. Onu sonradan değiştirmiş olmaları olasılığı çok büyüktür... İonya da destan Yunanistan'dan iki asır önce biliniyordu, mutlaka metin vardı, fakat hasır altı edildi... Homeros eserlerinde temizlemeye gidilmişti, ama kimin zalim ve barbarca davranışları silindi? Akhaların mı, yoksa Troyalıların mı? Bittabi kendi Akhaların...". 

Yine Halikarnas Balıkçısı’nın 'Anadolu Tanrıları' kitabında ise: "Yunanistan'da Hellen bilincinin Anadolu'dan Yunanistan'a geçmesi İ.Ö.6.yüzyılda olmaya başladı. Ancak İ.Ö. 560-527 yılları arasında, yani Atina'da Peisistratos zamanındadır ki, Homeros'un eserleri Yunan yarımadasına geçti ve Atina'nın Panathenaia festivallerinde belli bir sırayla okunmaya başlandı. İşte o zaman bu eserler, Atina'da kutsallaştırıldı ve oradan bütün Yunanistan'a yayılarak Hellenik bilinç ortaya çıktı..." der. Yani, Truva Savaşı’ndan sonra destan hem 400 yıl boyunca sözlü olarak aktarılmış, hem de 700 yıl sonra Atina’ya gelmiş, bir de üstüne hem sansürlenmiş hem de ‘Hellenleştirilmiş’. Hatta ‘kanun yapıcı’ lakaplı Atinalı Solon bile yazıyı MÖ 6.yy’da Anadolu’da öğrenmiştir.



Kısaca, Homer’in destanları ne kadar özgündür? Ya da…


HOMER KİMDİR?

Buraya kadar anlatılan destan aslında bir son değildir. Bu destanın bitişiyle başka yerlerde başka destanlar başlamaktadır. Yeniden hayat kuranlar da atalarının, ata topraklarının destanını yeni nesillere ders niteliğinde muhakkak aktarmıştır. Truva kraliyet ailesinin bazı üyeleri de yeni topraklara doğru yola çıkmış ve hayata yeniden tutunmuşlardır. Romalı yazar Virgil, Andromakhe ile Elen’in evlendiğini yazar. İkisinin bir oğlu olmuş, adını da Genger koymuşlardır. 

Buradaki Genger kelimesini Türkçedeki k/g değişimi ile Kenger veya Kangar olarak da okuyabiliriz. O zaman Elen’in oğlu Genger’e farklı bir pencereden bakmamız gerekir; bir Oğuz boyu olan Peçenekler ile Sümerliler. Çünkü diğer adları Kenger’dir. Prof.Dr.Osman Karatay, “İran ile Turan” kitabında; "Burada Sümerlerin özadlandırmaları olan Kenger'e değinmemiz gerekiyor. Bugün Güney ve Kuzey Azerbaycan'da bir Türk topluluğunun ismi Kenger'dir. Bu kelime tarih boyunca defalarca karşımıza çıkar. Orhon yazıtlarında Kengeras boyu anılır. En önemlisi de Peçeneklerin esas boyu Kangarlardır" der. 

Demek ki, Elen halkıyla beraber Gelibolu'dan [52] sonra Kırım'a gitmiştir. Çünkü hem Elen (Helenus, MÖ 1150), hem de Genger, Bosphorus Kimmer-Kırım kral listesinde, Gomer ile Priam I’ den sonra gelmektedir. Kimmerler ile İskitlerin Türk boylarından olduğunu da bütün Türkologlar kanıtlamıştır. 

Bu sebeple de, Homer kelimesinin Gomer’den geldiğini savunuyorum. Savaştan sonra Kırım’a gitmiş olan Truvalılar Kimmerlerle karışmış ve destanlarını anlata anlata, Gomer’in yurdundan yaymışlardır. Bundan dolayı da yüzyıllar sonra destanlara Gomer/Homer’in destanları adı verilmiştir. Bazı bilimadamları neyi savunuyordu: “Hatta Homer hiç yaşamamış olsa bile”…

Kimmerlerin Anadolu’ya girişi ve yerleşmesi MÖ 8.yüzyıla denk gelir. Homer için [eğer yaşadıysa] ne zaman yaşadığı söyleniyordu? MÖ 8.yüzyılda. Ayrıca, Kimmerler “kısrak sütü içenler”, “dağ azmanları” [53]  olarak Homer’in eserlerinde yer almaktadır…

Antik dönem kaynaklarında Kymmerios ya da Gmirra olarak geçen Kimmer Türkleri MÖ ikinci bin yılın başlarından MÖ.8 yüzyıla kadar Kırım merkez olmak üzere Karadeniz kıyılarında yaşamıştır. Burada dikkat edilmesi gereken bir başka olay ise “Kolonileşme Çağı” olmasıdır. Truva Savaşı’ndan sonra başlayan “Miletos Kolonileri” ancak MÖ.9.yüzyılda Karadeniz’e çıkabilmiştir. Tabii unutmamız gereken bir şey varsa, o da Karadeniz kıyılarının koloni çağından önce de iskanlaşmış olmasıdır. 

Bu arada İç Anadolu bölgemiz Persler tarafından “Güzel Atların Ülkesi” anlamına gelen Kapadokya olarak adlandırılmadan önce de “Gmiria”, yani Kimmer olarak anılmaktaydı. Kimmerlerin Tevrat’taki adı Gomer’dir ve Yafes’in oğludur. Togarma ve Aşkenaz [Saka-Oğuz] da Gomer’in oğludur. Togarma'nın ise 10 oğlu vardır; Hazar, Bulgar, Sabir, Avar, Uygur ve Oğuz bazılarıdır. [54] Togarma, Hitit belgelerinde "Tegarama" olarak geçer ve Sivas ilimizdeki Gürün'ün de eski adıdır. Bosporus Kral soy seçeresinde geçen Lygdamis (Akadça: Tygdamis) ise MÖ 7.yy’da Efes’e kadar gelen Kimmer kralıdır ve bugünün Türkçesiyle adı Toktamış’tan başka bir şey değildir.  

Demem o ki, İlyada destanı ya Karadeniz’den Milet kolonileri vasıtasıyla Ege’ye taşınmış ya da “Gmirra” (Kapadokya)’ya yerleşen Kimmer Türkleri ile tüm bölgeye yayılmıştır. Bu sebeple de, Kırımlı Kimmer Kralı Gomer, Türkçe’ye yabancı olan diğer dilli halkların arasında (Grekçe gibi) zamanla Homer’e dönüşmüş olma ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. 

Milattan önce ikinci bin yılın başlarında bir başka topluluk daha Balkanlar’dan şimdiki Yunanistan’a inmiştir: Akhalar. Peki kimdir bu Akhalar? 

"Akha sözcüğünün Yunanca olmadığını ve köken olarak eski Yunanca da herhangi bir anlama gelmediğini hatırlamakta fayda vardır. Yunanca konuşan ve belge yazan Mikenlerin, Homeros destanlarında bütün Yunanlı kimliği hem dil hem de kültür olarak belli olan Akhaların neden Yunanca olmayan bir isim taşıdıkları bugüne kadar tatmin edici bir cevapla açıklanmış değildir" demektedir Prof.Dr.Recai Tekoğlu [55] Demek ki, Agamemnon ile ahalisinin asıl adları Akha değilmiş.



TRUVALILAR İÇİN TÜRKOLOGLAR NE DİYOR?


Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu ile Prof.Dr.Celil Garipoğlu Nağıyev'ın programından [56]:

Yunanlılar Anadolu'da Türklerle harp ediyordu. Truvalıların Türk menşeili olduğunu dünyaya defalarca ispat edilmiştir. Truva ipek yolu olan dünyanın en zengin ülkesiydi. Yunanlıların gözü bu zenginlikteydi. Bugün de devam ediyor. Herkes bilir ki Helen kaçırılmamıştı. Beş bin yıllık Dede Korkut Homer'den daha eskiydi. Yunanlılarda bir Tepegöz varsa, Türklerden almışlardır ve öz kahramanları gibi dünyaya lanse etmişlerdir. Kahramanlık destanları uydurma değil tarihidir.” 

Prof.Dr.Gazanfer Kazimov'da [57] bu görüştedir, hatta karşılaştırma yaparak: "Dede Korkut ile Homer'in destanları arasında o kadar ruhi yakınlık vardır ki, bunu eserlere ayık gözle bakan hiç kimse inkar edemez. Türkler, Türk dili, Türk medeniyeti Türk edebiyatı Yunanlardan çok daha kadimdir. Gerçekler gösterir ki, o dönemde Türkler ile Yunanlılar arasında kat kat yakınlık olmuş, birlikte yaşamıştır. Bu sebeple, Homerin eserleri ne kadar eskidir, ne kadar çağdaştır?" der.  

Aleksander adının da "Hellence" olduğunu savunanlar vardır. Lakin, Hellenler ve Hellencenin, yani Yunancanın, Anadolu'da görülmesinden önce Hitit metinlerinde geçen Wilusa [Truva] kralının adı Alaksandu'dur ve MÖ.13.yüzyılda (y.MÖ 1280) yaşamıştır. Truva prensi Aleksander ya da Paris ise MÖ 12.yüzyılda (y.1130-1180) yaşamıştır, yani yaklaşık 100 yıl sonra. Demek ki, Anadolu’da Hellen dili görülmeden yüzyıllar önce Alaksandu adı kullanılmaktadır. Bu arada, Hitit metinlerinde geçen Alaksandu’nun Priam'ın oğlu Paris ile aynı kişi olup olmadığı hala tartışılmaktadır. Kısaca, Yunanların iddia ettiği gibi, "Alexandros" kesinlikle Hellence (Grekçe) kökenli bir kelime değildir. 

Hatta, Paris kelimesi bile Hellence değildir. Prof.Dr. Çingiz Garaşarlı [58] Paris için şu açıklamayı yapmıştır: "Paris, Türk dillerinde yiğitliği ve güçlülüğü simgeleyen "kaplan" anlamına gelen "bars" sözcüğünden türemiştir. Bars adı, Bars, Beg, Barskan, Bars Buğa, Barsğan örneklerinde görüldüğü gibi eski Türk dilinde kişi adı olarak sıkça kullanılmıştır. Kazak Türk dilindeki Barısbek, Karaçay Balkar Türk dilindeki Barisbi kişi adları da aynı kökenlidir. Araştırılan kişi adının Hakas Türk dilindeki söyleyişi olan Paris sözcüğü, bars sözcüğünün p sert ünsüzüyle söylenen biçimleriyle uyumludur.”…


Truvalılar da kendilerine Truvalı değil, atalarına atfen Teukros ya da Teuker der. Teuker, hem Homer, hem Herodot, hem de diğer antik dönem kaynaklarında mevcuttur. Ve Teuker kelimesi köken itibarıyla Türkçedir, bugün Türker dediğimiz gibi. Ata Teuker Skamander soyundan gelir. Bu Sakamaner kelimesi de - man mübalağ eki ise ki Sumerliler döneminden beri kullanılır [59] - “Birçok Saka Eri” demektir. Bir de Yeğen Teuker vardır, Priam’ın kaçırılan kızkardeşi Esione’nin oğlu. 

Zaman içinde Esione’nin Telamon’dan bir oğlu olmuştur. Adını da atalarına istinaden Teuker koymuştur. Maalesef yeğen Teuker’ın hayatı zorlu geçmektedir. Asyalı bir anneden doğmuş ve Asyalı bir şiveyle "Hellence" konuşmaktadır. Salamisli diğer çocuklar da onunla sürekli ‘Asyalı’ diyerek alay etmekte ve küçümsemektedir. Hiçbir şekilde aralarına almamış ve kabul etmemişlerdir. Sadece, Akhilles’in de amca çocuğu olan üveykardeşi Ayaks ile anlaşabilmektedir. Ayaks yaman bir savaşçıdır, ünü de önden gitmektedir. Mitolojiye göre, Aşil’in ölümünden sonra silahlarının, annesi Thetis’in tavsiye ettiği gibi ona değil, Odysseus’a verilmesi onu çok üzmüştür. Ayaks hakarete uğradığını düşünür, sinir krizi geçirir, eylemleriyle de kendini küçük düşürmüştür, kaldıramaz ve intihar eder. Dares’in eserinde ise Ayaks zırhını giymediği için Paris tarafından öldürülmüştür. Babaları Telamon kardeşi Ayaks’ı koruyamadığı için Teuker’ı sorumlu tutmaktadır ve eve dönmesine izin vermez, sürgüne yollar. 

Teuker ahalisini de yanına alarak Kıbrıs’a [Alasya] gelir ve Kıbrıs kralının kızıyla evlenir, birçok çocukları olur. Babaevine istinaden kurduğu şehrin adını da Salamis koymuştur. Onun soyundan gelenlere de Teukris denilmektedir. Çocuklarından biri Ayaks adını taşır. Ayaks Kilikya’ya gelerek Silifke’deki antik şehir Olba’yı kurar, böylece Kilikya’da Teukridler Hanedanlığı dönemi başlar. Her ne kadar “Grekler” Attikalı babası Telamon yüzünden hem Kıbrıs, hem de Olba için hak iddia etse de, annesi Esione’nin sülalesi de hak iddia edebilir, sonuçta onlar da “Grek” değil Truvalı, yani Asyalıdır. Ama bu gerçeğin üstünü örtmekten hiçbir çekinge duymayan “Grekler” tüm Anadolu’yu “Grek” ilan eder. 


Okçuluğu ile ün salmış Teuker kardeşi Ayaks’ın kalkanı altında korunurken. Yeğen Teuker tıpkı İskit Türkleri gibi betimlenmiş; “Asya Tipi” kompozit yay, sadak kalçada, kürk, dokuma ve pantalon. MÖ 4.yy. Antikensammlung/Berlin



İşte Truva’nın, Truvalılar’ın anlatılmayan hikayesi budur. 

Helena’dan önce Priam’ın kızkardeşi Esione kaçırılmış, babası Laomedon öldürülmüş ve şehir yağmalanmıştır. Helena da Truva’ya hiç getirilmemiştir. Daha en baştan doğru bir şekilde anlatılsaydı eğer Akhaların haksız oldukları ortaya çıkacaktı, dişe diş, göze göz bir savaş olduğu sonucuna varılacak ve Truvalıların haklılığı gözler önüne serilecekti… Ama olayları bu şekilde anlatan destanları gelecek nesillere aktaramazlardı, böylece destanlardaki dizeler değiştirildi ve dünyaya ‘Greklerin destanı’ diye tanıtıldı. Halbuki, İlyada bir Anadolu destanıydı, kahramanları da Aşil, Odysseus, Agamemnon değil vatanını savunan Ektor, Sarpedon ve Troil’du [60] …

Truva ve Truvalılar ile ilgili araştırmalar devam ediyor. Belge ve kanıtlara dayanan makaleler, kitaplar bir bir ortaya çıkıyor. Özellikle Azerbaycan Türkolog ve Filologları bu konuda çok daha cesur, bizden de çıkan cesur kalemler var, ama yeterli değil. Bilim dünyasının da “Batılıların” tekelinde olduğunu unutmayalım, onları bu camiada kimin “tek otorite” olarak ilan ettiğini de !…


Asıl bizim Truvalıları nasıl tanıttığımız çok önemli: Truva ve Truvalılara yeterince sahip çıkıyor muyuz?... 


Ne diyordu Dede Korkut

Kahpe içerden olunca kapı kilit tutmaz oğul. Halk içinde bozgunluk yapan hain oğlu haindir oğul”... [61]

İnsanoğlu var oldukça ihanetler asla bitmez... Gerçeğin peşinden gidenler ile Anadolu ve Truva kahramanlarına selam olsun. 

Son söz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün...

Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. [62]


Semra Bayraktar
Profesyonel Turist Rehberi,
Aydın, Temmuz 2018





30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

Solda Amazonlar Ecesi Penthelesia Truva Kralı Priam'a saygılarını sunarken.
Sağda ise Akhilleus'un oğlu Neoptolemus babasının silahlarını kuşanıyor. Duvar Perdeliği, MS 1470/90
Boyutu: 414 cm - 737 cm  / Victoria & Albert Müzesi
Tüm fotoğraflar internet ortamından alınmıştır.





Dipnotlar, Kaynaklar:
[1] Dares of Phrygia's History of the Fall of Troy, Translated by R. M. Frazer (Jr.). Indiana University Press. 1966. [Bu eserin Türkçesi yoktur] “Frigyalı Dares- Truva’nın Düşüşü Tarihi, Türkçe çevirisi Semra Bayraktar,2018”. Ayrıca Dares’in İngilizce çevirisinde de Yunan ve Yunanistan kelimeleri kullanılmıştır. Türkçe çevirisini yaparken, Akhalar, Argoslular kelimelerini kullandım. Ortaçağ Avrupası’nda Dares ile Dictys’in Truva eserleri Homer’den önce biliniyordu, bknz. Manfred Korfmann “Traum und Wirklichkeit Troia”.
[2] Truvalıların ata soyunda geçen 'İlos' ve 'Tros' kelimelerindeki -os yunanca eril ekse eğer geriye İL ve TR hecesi kalır. Bu kelimeleri de Türkçe olarak açıklamak mümkündür. Vilayetin eş anlamlısı olan 'İL' ve Türkologların hem fikir olduğu; 'Türk' kelimesinin kökeni olan 'TUR'. 
[3] Prof.Dr.Mehmet Ali Kaya, Troya ve Troya Savaşı: Efsane ve Tarih,2017, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
[4] Prof.Dr.Mehmet Ali Kaya, a.g.e.
[5] Truva Savaşı’nın hangi tarihte yapıldığı kesin değildir, ama MÖ 1250 ila 1180 arasında olduğu kesindir: Heredot MÖ 1240, Eratosthenes MÖ 1184, Ephoros MÖ 1334, Paros Mermeri MÖ 1209, Korfmann MÖ 1180, olarak verir. - Prof.Dr.Mehmet Ali Kaya Troya ve Troya Savaşı: Efsane ve Tarih, 2017.
[6] Prof.Dr.Mehmet Ali Kaya Troya ve Troya Savaşı: Efsane ve Tarih, 2017. “Hititçe yazılı belgelerde sözü edilen tartışmalı Ahhiyava’yı ve Knossos’ta bulunan bir tabletten bilinen tartışmalı Akhaiviya’yı dikkate almazsak Akhalar (Akhaioi) adının tarihsel gerçekliğini belgelendiren bir çağdaş yazılı kayıt henüz keşfedilmiş değildir.” Dipnot: - Ahhiyava konusunda bk. Kaya 2016a, 109 vd.; 2017 (referanslarıyla birlikte). Latacz 2001, 38. -Knossos’ta bulunan Linear B tabletlerinin birinde bir sığır sürüsünün Akhaiviya’ya gönderildiği yazılmıştır. Bk. Latacz 2001, 38. Bryce 2005, 57. İsmin tartışmalı olduğu konusunda bk. Ünal 2003, II, 114.
[7] Homeros, Odysseia 8.kitap:490-515 (MÖ.5.yy ila MÖ.3.yy'da sansürlendiği, değiştirildiği ve de derlendiği göz önünde bulundurmak gerekir, ki Homer'in destanları hiçbir vakit bütünüyle günümüze kalmamıştır. Ancak MS.10.yy'da biraraya getirilmiştir, ama kime göre? Virgilius (MÖ 1.yy) Aeneas destanı 2.kitap 150.dize ve Euripides (MÖ 4.yy) Troya Kadınları-Tro:1 ;
[8] Alman Filolog Albrecht Dihle'ye göre Odysseus kelimesi "Grek" kökenli değildir. “A History of Greek Literature: From Homer to the Hellenistic Period” (Yunan Edebiyatı Tarihi: Homer'den Helenistik Dönem'e), syf.19. Bu gerçeği Halikarnas Balıkçısı'da söyler, hatta Homeros’un Odyssey destanını yazıp yazmadığı da tartışılır. Homeros, Odysseia, çev:Azra Erhat önsöz syf.13
[9] Kavimler için bknz.,Yasemin Şiraz, Troya Savaşlarına Katılan Kavimlerin Kimlikleri ve Kökenleri- Yüksek Lisans Tezi, 2006, Danışman Prof.Dr.Ekrem Memiş. Ayrıca 'Hellen' kelimesi için bknz., Thukydides (MÖ 4.yy) "Troia savaşından önce Hellas için bu isim kullanılmıyordu... Hellen ismini kullanmamışlardır", Peloponnessos Savaşları.
[10] Homeros, İlyada 5:10  . Ayrıca, –os ile –us yunanca-latince eril ektir; Dares’in oğulları PhEGEus (EGE) ve İDAios (İDA) adları yunanca olamaz, çünkü Dares Truvalı’dır ve Truva savaşı öncesi Anadolu'sunda 'Grek ve Grekçe' yoktur. 
[11] Homeros, İlyada 3:185; 2:862 . Askan Türkçedir; ulu, asil, yüce anlamına gelen AS ve Kan kelimesinin birleşmesinden ortaya çıkmıştır. As Türkleri Orhun kitabelerinde bir boy adı olarak yer alır. Amazonlar’da İskit Türkleri’nin bir koludur ve İskit dilinde onlara “Oerpata” denildiğini Herodot kaydetmiştir. Oerpata da Türkçedir; Er Pata, yani Er öldüren demektir. Birçok kelime bugün kulağımıza yabancı gelebilir, ama 3000 yıl önce konuşulan bir Türkçeden bahsettiğimizi de hatırlamamız gerekmektedir. Ne var ki, 1500 yıl önce yazılmış Orhun kitabelerindeki Türkçeyi bile birçoğumuz anlamaz. Bugün dahi Azerbaycan Türkçesi, bizimki gibi Oğuz Türkçesi olmasına rağmen bazılarımız anlamakta zorluk çekmektedir.
[12] Cornelius Nepos, Romalı tarihçi, MÖ 110 – 24. Gaius Sallustius Crispus, Romalı tarihçi MÖ 86-35.  İngilizce çevirisinde bunun sahte bir ekleme olduğunu söylerler, “Roma döneminden kalma olsa da Yunanca metninde varlığını bazıları tartışabilir” demektedir.
[13] Destandan kalan fragmanlar ve kitapların yazılış tarihleri için bknz. http://www.tertullian.org/rpearse/manuscripts/greek_classics.htm (giriş tarihi temmuz 2018) 
[14] Peloponnese adı Pelasglardan kalmadır, bugünkü Mora yarımadasıdır. Pelasglar Yunanistan'ın 'Grekler' gelmeden önceki yerli halkıdır. bknz.http://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=Perseus:text:1999.04.0064:entry=pelasgi-geo (giriş tarihi temmuz 2018) . Peloponnese adının Lidyalı Tantalos’un oğlu Pelops’tan geldiğini de söylerler, lakin Lidyalılar Pelasglarla akraba, dolayısıyla Pelops da Pelasg kökenlidir. Mitolojiye göre Truva kralı İlos oğlu Ganymedes'in Olympos'a kaçırılmasından sorumlu olan Tantalos ile Pelops'u Anadolu'dan kovmuştur. Homer'e göre de Menelaus ile Agamemnon Pelops'un soyundandır. Anadolulu Tantalos'un halkı anaerkildir, bu yüzden de Olympos tanrılarını, yani Zeus'u redederler, lanetlenirler. Halikarnas Balıkçısı'na görede baberkilliğin anaerkilliğe üstün çıkması burada başlar ve bu lanet yüzünden de Agamemnon'un soyu kızı Elaktra ile biter. 19.yy'da Anadolu Akademisi başkanlığı yapmış olan Hyde Clark ise Tantalus adını Troadlı Dardanus ile ilişkilendirir. Dardanus, Sakamander ile İda'nın oğlu Truva Kralı Teucer'un kızı Batea ile evlenir. Mitolojide İlion şehrinin kurucusu İlus hem onların oğulları, hem de ondan sonraki kuşakta gösterilen Tros'un oğlu olarak geçer. Bu durumda Truvalılar, Lidyalılar ve Tantalos'un soyu akrabadır diyebiliriz. İonyalılar'da Pelasg kökenlidir. Truvalılarla Pelasglar müttefiktir. Truva'da Scamander, yani Saka varken, Pelasglar'da da Saka vardır: “Pelasgların Türk Dilli halklardan olması” için bknz. Prof.Çingiz Garaşarlı: "Trakyalılar, Pelasglar, Truvalılar ve Etrüsklerin hepsi akrabaydı" (Truvalılar ve Etrüskler Türk İdi). Burada hatırlamamız gereken önemli bir başka dipnot ise, 'Hellenler'in her şehre, her bölgeye bir 'Kurucu Ata' miti uydurmuş olmalarıdır. Mitoloji tarih değildir, uydurmadır, insanlar duydukları hikayelere birçok yenilikler ekler, güvenilmez. Ama öbür yandan, destanlarda tarihi kişilikler, kahramanlar ve olayların olabilirliğidir. Mesela, Lidyalılar’da 'Kurucu Kral Manes' varsa Kırgızlar'da da 'Manas' vardır, tesadüf müdür? Garaşarlı'nın kitabında Anadolu'da karşımıza çıkan birçok adın boy veya isim olarak Orta Asya Türkleri'nde de görüldüğü yazar. Halikarnas Balıkçısı'nın da dediği gibi "Hellenlerin tüm tanrıları Anadolu'dan gitmedir' ve başlıca tanrı/tanrıça isimleri 'Grekçe' bile değildir. Ya da Azra Erhat'ın Mitoloji Sözlüğü'nün önsözünde dediği gibi: "Mitosa güven olmaz, ilşiksiz ve uydurmalarla doludur... Yunan mitosları Homer ile Hesiodos'la başlasa da zamanla birçok ekler ve katkılarla çoğaltılmıştır... Binbir kent devletlerine ayrılmış olan 'Yunanistan'ın her bölgesi için bir mitos yaratma hevesindedir. Kendi bölgesiyle ilgili efsaneler uydurmaktadır. 'Yunan'ın kalsik denilen çağı sona erip de yaratıcılığın azaldığı dönemde, yani Hellenistik dönemde, efsaneleri toplama ve derleme işine girişilir." Yani, Pelops'un sürülmesiyle Agamemnon ile Menelaus'un atası olma durumu tamamen mitostur. Ama Pelasgların 'Mora' yarımadası dahil bugünün 'Yunanistan'ındaki Homer öncesi yerleşim yerleri tarihsel veridir.
[15] Bugünkü Gürcistan
[16] Altınpost hikayesinin aslı Sumerlilere aittir, bilgeliyi temsil eder, mitolojiye göre de Jason bir Kentaur, yani At Adam olarak tasvir edilen İskit Türkleri tarafından yetiştirilmiştir. Eğer Arganotların Karadeniz serüvenini Truva Savaşı öncesine dayandırırsak, Karadeniz kıyılarında 'kolonileşme' henüz başlamamıştır, yani 'Greklerin' iddia ettikleri gibi Karadeniz kıyılarındaki liman şehirlerinin hiçbir 'Grek' değildir. Zaten arkeolojik kazılar da bunu desteklemektedir. Bunun yanında, Arganotların seferini Truva savaşı sonrasına yerleştirirsek, o zaman da Kral Laomedon'un onları kovmasıyla tetiklenen savaşın sebebi olamazlar. Arganotlar destana hareket katması ya da hak iddia etme mazereti olarak eklenmiş olabilir.
[17] “Priam Frigya’dadır” derken tabi ki Truva ülkesinde, ama tam olarak nerede olduğu belirtilmiyor, galiba ailesi ve ordusuyla şehir dışında, çünkü her şey olup bittikten sonra babasının şehrine, yani İlion’a geliyor. 
[18] Bugüne dek anlatılan mitolojide; Truva kralı Laomedon, ataları Tros’la İlios’un kurdukları Truva şehrinin surları için, karşılığını vermek üzere Apollo ile Poseidon’dan yardım istemiştir. Surlar için bir yıl çalışırlar, ama ödeme günü geldiğinde yeminini bozar… “ geldi yıllığı ödemenin günü, yüzsüz Laomedon vermedi karşılığını emeğimizin, meydan okudu bir de utanmadan, bizi kovdu, dedi ellerinizi, ayaklarınızı bağlayacağım, dedi, satacağım sizi uzak adalara, üstelik kulaklarımızı tunç kılıcıyla kesecekti” (Azra Erhat-Mitoloji Sözlüğü, İlyada 21:440-460). Poseidon bu sebeple Truva kıyılarına bir canavar musallat eder, Truva halkını da canından bezdirir. Bundan Hesione’yi kurban ederek kurtulacaktır. Kızını canavara kurban vermek üzere ağaca bağlar. Oradan geçmekte olan Herkül, kızını kurtaracaktır, ama karşılığında ölümsüz atlarını istemektedir. Bu ölümsüz atlar, Laomedon’un yakışıklı oğlu Ganymedes’i kaçıran Zeus tarafından ona verilmiştir. Laomedon yine yemin etmiştir, ama Hesione kurtulunca yeminini bozar. Herkül kızar ve şehre saldırır, şehrin surlarını ilk aşan kişi de Salamisli Telamon olduğu için Herkül onu ödüllendirir ve Hesione’yi ona verir. Laomedon surların yapımında Apollon’dan da yardım görmüştür, ama ne hikmetse Apollon Truva Savaşı’nda Truvalıların tarafını tutmaktadır… “Sen şimdi, dize getirip densiz Truvalıları, çocukları ve karılarıyla nasıl yok edeceğimizi düşünecek yerde, yardıma kalkıyorsun bu adamın halkına” der Hera Apollon’a (İlyada 21:460). İhanete uğrayan Apollon niye Laomedon’un, Truvalıların tarafını tutsun ki? Burada bir çelişki vardır! Tabii eğer hikaye zamanla değiştirildiyse o başka!
[19] Dares burada 'Avrupa 'derken hangi kavimler olduğunu belirtmez.
[20] Ajax, “Küçük Ajax” ya da “Locrianlı Ajax” olarak da geçer. Aşil’in de kuzeni olan Telamon’un oğlu Ajax ise başka bir kişiliktir.
[21] Homer’e göre savaşa Akhalar diğer boylarla beraber toplam 1199 gemi ile katılmıştır. Thukydides (MÖ 4.yy) ise 'Peloponnessos Savaşları' kitabında (1.10) Truva savaşına katılımın abartıldığı gibi olmadığını yazar.
[22] Homer’de Kalkhas, Thestor’un oğlu ve Akhaların bilicisidir, geleceği görür, rüyaları yorumlar. Babası Thestor Truvalılar için savaşır ve Patroklos tarafından öldürülür. Metinde 'kendi halkı Frigyalılar' geçmektedir. Frigyalılar olarak anılanlar Truvalıların kendileridir, bu durumda Kalkhas bir vatanhainidir.  Homer’de geçmeyen öngörüleri; Aşil’in öleceğini bildirir, annesi de onu kız kılığında Skyros kralının kızları arasında saklar. Rüzgarın esmesi için Aulis’te Agamemnon’un kızı İphigeneia kurban edilecektir. Tahta atın yapılmasını da buyurmuştur. Sur içine alınan Truva atının içinde o da vardır.
[23] Homer’de de geçmeyen bu “yatıştırma” hikayesi Euripides’te geçer: Filo rüzgar için Aulis’te beklerken, Kalkhas kehanette bulunur; Agamemnon Artemis’in kutsal geyiğini avlamıştır, kızgındır, bu yüzden rüzgar esmemektedir. Eğer kızı İphegenia’yı Artemis’e kurban ederse rüzgarlar geri gelecektir. Agamemnon öfkelidir, ama adamlarının telkiniyle kızını Artemis’e kurban edecektir. Eşi Agamemnon’u lanetler, zaten savaştan dönünce de öldürülür. İphegenia tam kurban edilecekken Artemis onu alır ve Tauris (Kırım)a götürür, tapınağının rahibesi yapar. Rüzgar geri gelir ve Akha filosu Truva’ya yelken açar. Truvalılarda  'insan kurbanı' yoktur.
[24] Mitolojiye göre Herkül ile Auge’nin oğlu Telephus daha anne karnındayken dayıları tarafından öldürüleceği öngörülür. Anne oğul bir sandıkla Mysia kıyılarına varır, Teuthras’ın koruması altındadırlar. Bir de, Auge’nin köle olarak Teuthras’a satıldığı, çocuğun da dağda bırakıldığı ve çobanlar tarafından büyütüldüğü anlatılır. Theutras Auge ile evlenir, ölünce de krallık Telephus’a kalır. Telephus Truvalılar ile akrabadır, eşi Priam’ın kızkardeşidir. Aşil’e yardım etmek istemez, karışışına çıkar ve yaralanır. Akha ordusu ayrılır, Telephus’un yarası iyileşmez, bilicilere gider; ancak Aşil onu iyileştirebilir. Dilenci kılığında Aşil’in karşısına çıkar, yalvarır ve Aşil’de kargısının pasını onun yarası üzerine sürer, iyileşir. Aşil’e minnettarlığını göstermek içinde Truva yolunu tarif eder. Telephus savaşa katılmazken, oğlu Eurypylos Mysialılar ile Priam’ın yanında yer alır.  Eurypylos, Aşil’in oğlu Neoptolomus tarafından öldürülür. Bunun haberi de Odysseus destanında, Aşil Hades ülkesindeyken Odysseus tarafından Aşil’e iletilir. (Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü) Bu arada, Aşil’in Hades ülkesinden yakındığını, ileriki bölümlerde Platon’dan okuyacağız.
[25] Alizonlar bir İskit boyudur, bazı kaynaklarda Kaşka (Kaşga), Xalub (Halub), Chalub (Khalub) olarak geçer. Kaşkalar, Hellenlerden önceki dönemde Hititlerin azılı düşmanlarıdır, yani Anadolu’unun yerlileridir ve Karadeniz bölgesinde yaşarlar. Hellenler ile demir-çelik ticareti yaparlar, bu yüzden de Hellenler çelik kelimesinin karşılığı olarak bu kavmin adını kullanmışlardır, yani “Chalybs” kelimesi Yunanca ve Latincede  “Çelik, Demir, kılıç” demektir. (bknz. Latindictionary: Chalybs (khálups) = İron, steel, weapon, sword). Ayrıca Anglo-Saksonların 12.yy’da yazılmış meşhur “Arthur ve Excalibur” efsanesindeki “Excalibur” kılıcının adı da bu Kaşka kavmin adından türetilmiştir: eXCALİBur = Xalub – Chalub. 
[26] Homer’in İlyada’sında Paris (Alexander) korkak, aciz ve sorumsuz olarak betimlenir, yani Hektor karakterinin zıttıdır. Menelaus teke tek düelloya çağırır, Paris karşısına çıkar. Dövüşte öleceğini gören Afrodit onu kaçırır, 2004 de çevrilen filmde ise Hektor (aktör Eric Bana) kurtarır.
[27] Homer’de Dolon, boz bir kurt postu giymiş Priam’ın casusudur, Akhaların kampına giderken Odysseus tarafından yakalanır, sorguya çekilir, bildiklerini anlatır ve sonunda da öldürülür. Hayvan donuna girmek Şamanlıkta vardır.
[28] Homer’de Priam gerçekten de Hektor’u savaş meydanından uzak tutmaya çalışmıştır, ama Andromache’nin kabusu yoktur. Dares’te Hektor cesurdur ve yiğitçe dövüşmektedir, ama İlyada’da Hektor Akhilleus’u gördüğü anda titreye titreye kaçmaktadır. Bu dizelerin değiştirilmemiş olması mümkün değildir! Ayrıca, Homer’de tanrıça Athena Aşil’e yardım etmiştir. Dikkat ederseniz Dares’in eserinde hiçbir tanrı veya tanrıça bulunmaz. 'Antik dönem Yunanistan'a tanrıları Hesiod ile Homer getirmiştir ve bu tanrılar da zaten Anadolulu'dur.
[29] İlyada’dan Hektor’un cenazesi: “Dokuz gün odun taşıdılar yığın yığın, ölümlülere parlayan şafak sökünce onuncu günü, gözyaşı içinde götürdüler Hektor’un ölüsünü, koydular yığınların tepesine, verdiler ateşe. Gül parmaklı şafak sabah erken parlayınca, ünlü Hektor’un ölüsü çevresinde toplandı bütün halk, hepsi geldi bir araya, topluluk kuruldu, parıldayan şarapla söndürdüler odun yığınını, söndürdüler ateş gücünün sardığı her şeyi, sonra topladı kardeşleri, dostları ak kemikleri, hepsinin yanaklarından iri yaşlar dökülüyordu. Kemikleri alıp koydular bir altın kutuya, erguvan rengi yumuşak örtülerle sardılar kutuyu, sarar sarmaz indirdiler derin bir çukura, ekli kocaman taşlarla ördüler üstünü. Sonra bir mezar tümseği yapmaya başladılar, gözcüler diktiler çepeçevre, dört bir yana, mezar bitmeden Akhalar saldırmasın diye. Bir mezar tümseği olunca toprak, kabara kabara, gerisingeri döndü hepsi kente, toplanıp bir güzel kutladılar çok ünlü şöleni, Zeus oğlu Kral Priamos’un sarayında. İşte böyle yapıldı atları iyi süren Hektor’un cenaze töreni. (Homer-İlyada’nın son dizeleridir)
[30] Lukkialı (Likya’nın asıl adı) prens Sarpedon'un adı Türkçedir, hala erkek adı olarak kullanırız. Sarp kelimesinin ne Hint-Avrupa dillerinde, ne de Yunancada, hiç bir anlamı yoktur. 
[31] İşgale gelmiş biri nasıl “merhametli, adaletli, iyilik misali” olabiliyor? Karşı tarafa duydukları hayranlık gözden kaçmıyor. Lakin kimin hayranlığı, Dares’in mi, Romalı yazarın mı?
[32] At henüz binek hayvanı değildir, savaş at arabalarıyla yapılmıştır. Buna rağmen, tasvirlerde ata binen tek kişi Truvalı Prens Troilus’tur. 
[33] Ya Romalı yazar, ya da İngilizceye çeviren kişi Etiyopya yerine Pers demektedir, lakin yanlıştır, çünkü Truva savaşının yaşandığı dönemde Persler henüz tarih sahnesinde yoktur. Ayrıca Memnon Mısır'dan gelmiştir, lakabı Etiyopyalı olup Priam’ın yeğeni, abisi Tithonus'un oğludur.
[34] Akhilles her ne kadar savaş karşıtı ise de, hem istilacılar ile gelmiş, hem savaşmış, hem de katletmiştir, ama yinede bir hayranlık belirtisi görüyoruz. Ayrıca, genel bir anlatım olan 'okla' vurularak Aşil'in öldürülmesi yoktur, çünkü burada Alexander onu kılıç darbeleriyle öldürmüştür.
[35] En son ne kadar süreyle ateşkes kararı aldıkları belirtilmemektedir. Buraya kadar; 7 yıl 4 ay 20 gün, yani yaklaşık 10 yılın 7,5 yılını ateşkes ile geçirmişlerdir ! Halbuki bu ateşkesler, Hektor ile Troilus’un da karşı çıktığı gibi Truvalıların aleyhinedir!
[36] Neoptolemus, Aşil’in Skyros’ta kız kılığında saklandığı dönemde, kral Lykomedes’in kızlarından birinden doğmuştur.
[37] Penthesilea Homer’in İlyada’sında geçmez, başka bir anlatıma göre de Aşil tarafından öldürülür, hatta Aşil ona aşık olmuştur.
[38] Sacaen Kapısı = Saka Kapısı, Scamander (Karamenderes) Nehrine bakan sur kapısıdır. Adı Truva soyatalarından gelmektedir. İskit Türklerin asıl adı da Saka'dır. bknz. Prof.Dr.Gazanfer KAZİMOV - Azerbaycan, Prof.Dr.Karjaubay SARTHOCAOĞLU - Kazakistan, Prof.Dr.Firudin AĞASIOĞLU - Azerbaycan, Prof.Dr.İlhami DURMUŞ - Türkiye.
[39] Chersonese  = Gelibolu Yarımadası
[40] Homer ile Dares’te Akhaların “bilicisi” olarak görev yapan Truvalı kahin Calchas (Kalkhas), Truvalı önder Antenor ile Priam’ın akrabası olan Aeneas, Halikarnas Balıkçısı "Düşün Yazıları" kitabında 'dönek' olarak tarif edilmektedir, hatta Odysseus'un onlara karşı saygılı bir tutum sergilediğini de yazar. “Traum und Wirklichkeit Troia (Rüya ve Gerçeklik Truva) Michael BORGOLTE” kitabında da Aeneas, Antenor ve hayatta kalan diğerleri “Truvalı hainler” olarak tanımlanır (“Aeneas, Antenor und andere überlebende Troianer Verrater gewesen seinen”).
[41] Dares- Truva’nın Düşüşü Tarihi, Türkçe çevirisi Semra BAYRAKTAR. Dares ile Dictys Manfred KORFMANN’ın “Traum und Wirklichkeit Troia (Rüya ve Gerçeklik Truva)” kitabındaki makalesinde “Truva Gazileri” olarak geçer.
[42] Truva Atı zaten İlyada destanında geçmez. Homer Odysseai :"... şu tahta at olayını anlat şimdi bize…” 8:492) ; Euripides "Troyalı Kadınlar" : "Şimdi kentte dumanlar tütmekte, Argos mızrağı altında yağmalanmış, yıkılmış halde. Çünkü Fokisli Epeios, Athene'nin yardımıyla Parnassos'ta içi silahlı adam dolu tahtadan yapılmış bir at hazırlayıp, ölümün yardımıyla atı, surun içine gönderdi. Buradan gelecek nesillere sesleri ulaşacak, Dor Atı'nın karnına güzlenmiş mızraklar vardı. Koruluklar ıssız ve tanrıların tapınaklarından kan akmakta. Priamos, Zeus'a ait sunağın basamaklarında katledilmiş..." ; Virgil Aeneas "... Bir at yaptılar Pallas'ın tanrısal becerisiyle..." (2:15 - Bu kitap MÖ 1.yy'da yazılmıştır!) geçer ; Geç dönemde ise diğer ozanların yazılarından etkilenen Quintus Smyrnaeus’un “The Fall of Troy” kitabının 12.bölümünde geçer. Hatırlamalıyız ki , destanlar 400 yıl gibi sözlü anlatılmış ve sonra yazıya geçirilmiştir ki bu kitapların hepsi de günümüze dek gelememiş, sonradan derlenmiştir.
[43] yani Hesione.
[44] Heredot Tarihi: 1:3-4.
[45] basın, Hürriyet, 04.11.2017.
[46] Strabon - 17:34 . Aesepus, Saka kapısının baktığı yöndeki Scamander, yani Karamenderes nehrinin bir koludur, İda Dağı'nın eteklerinde Truva'nın güneydoğusunda yer alır.  Tithonus Memnon’un babası, Truva kralı Laomedon'un oğlu, Priam'ın da abisidir. Memnon Mısır-Etiyopya'dan savaş için gelmiştir.
[47] kaynak:http://www.tertullian.org/rpearse/manuscripts/greek_classics.htm (giriş tarihi temmuz 2018)
[48] "...şimdi arkadaşım, kendimi arındırmalıyım. Homer'in bilmediği ama Stesichorus'un bildiği, mitoloji adına günah işleyenler için de eskilerden bir arınma var. Helen'in hastalığından bahsederken sebebine kayıtsız değildi ve Homer gibi körlüğe kapılmamıştı. O eğitimliydi ve biliyordu, bu sebeple bir şiir yazmıştı: "Bu doğru değil, iyi korunmuş gemilere binmedin ve Truva'nın duvarlarına gelmedin. Stesichorus Frag. 32 Bergk" [çev:S.Bayraktar, Plato"Phaedreus (Phaedrus)" 243a:http://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=Perseus%3Atext%3A1999.01.0174%3Atext%3DPhaedrus%3Asection%3D243a](giriş tarihi temmuz 2018)
[49] Diodorus (MÖ 90-30), 1.19.4: "Thonis olarak adlandırılan şehir bir zamanlar Mısır'ın ticaret limanıydı" ("For it is at Thonis, as it is called, which in early times was the trading-port of Egypt" : http://penelope.uchicago.edu/Thayer/E/Roman/Texts/Diodorus_Siculus/1A*.html)  Strabon (MÖ 63 MS 23), 17.1.16: "Söylentiye göre, antik zamanalarda burada Krala atfen Thonis adlandırılan bir şehir vardı. Bu kral Menelaus ile Helen'e misafirperverlik yaptı. Ozan Helen'in uyuşturucusu hakkında şöyle diyor: Polydamma'nın iyi ilaçları, onları Thon'un eşi vermişti ona." ("In ancient times, it is said, there was also a city called Thonis here, which was named after the king who received Menelaus and Helen with hospitality. At any rate, the poet speaks of Helen's drugs as follows: "goodly drugs which Polydamna, the wife of Thon, had given her." :  http://penelope.uchicago.edu/Thayer/E/Roman/Texts/Strabo/17A2*.html)  (giriş tarihi temmuz 2018)
[50] basın, Washingtonpost, 06.01.2015.
[51] Platon - Devlet (1-5): Sokrates.
[52] Dares’in eserinde geçer.
[53] Kısrak sütü içenler (Kımız) “Hippemolgoi” olarak geçer, (Homer İlyada 13:5) ; “Dağ azmanları” (Homer, İlyada 1:268), ayrıca Dağ Azmanları için Kentaurlar, yani At-Adamlar da denilir ;  “Kimmerler” (Homer Odysseia 11:14)
[54] Hitit belgelerinde 'Togarma' 'Tegarama' olarak geçer ve Sivas Gürün'ün eski adı da 'Tegarama'dır. hittitemonuments: http://www.hittitemonuments.com/gurun/(giriş tarihi temmuz 2018) ; Prof.Dr.Fahrettin KIRZIOĞLU, Azerbaycan ve Anadolu’da Türkistan’dan Koyun ve At Heykelleri.
[55] Aktüel-Arkeoloji, 64.sayı, 2018.
[56] Prof.Dr.Firudin AĞASIOĞLU CELİLOV, Türkolog,Filolog/Azerbaycan - Prof.Dr.Celil Garipoğlu NAĞIYEV, Türkolog, Tarihçi/Azerbaycan “Dədə Qorqud Dastanı” programı: https://www.youtube.com/watch?v=CLqyaO17QI0 (giriş tarihi temmuz 2018)
[57] Prof.Dr.Gazanfer KAZİMOV, Türkolog,Filolog /Azerbaycan “Homerin Poemaları ve Kitabı Dede Korkut“.
[58] Prof.Dr.Çingiz GARAŞARLI, Türkolog, Filolog/Azerbaycan “Truvalılar ve Etrüskler Türk İdiler”, Kömen Yayınları ; 
[59] Yrd.Droç.Dr. Nesrin GÜLLÜDAĞ, “Tarihsel Gelişim Süreci İçinde –mAn / -mEn Eki”. II.Uluslararası Türkiye Türkçesi Ağız Araştırmaları Çalıştayı, 21-23 Mayıs 2009. Türk Dil Kurumu.
[60] Troilus adını da Türkçe olarak açıklayabiliriz. Bunu yapmak içinde sadece okumamız yeterlidir. Tro-il-us – Tur-il-us - “Tur - il ”. Türkologlara göre Türk kelimesinin kökeni Tur veya Tar’dır ve ulu yüce, hatta Azerbaycan’da hala tanrı kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Eskiden “devlet” anlamında olan –İl- kelimesi de vilayet demektir, ki hala kullanılır.  –us/os ise Yunancada eril ektir. Bu durumda Troilus, Tur-il, yani Türk İli / Devleti anlamına gelir.
[61] Odysseus Destanı ile Dede Korkut’un Bamsi Beyrek ve Basat hikayeleri arasında birçok benzerlikler vardır. Hatta aynı kaynaktan çıktığı da söylenir. Yrd.Doç.Dr.Adem CAN : "Ancak medeniyet anlayışları tamamen farklı iki ayrı millete ait edebî eserlerde yer alan ve dekoratif unsurlarına varıncaya kadar aynı olan ortak motifleri, bir etkileşimin neticesi kabul etmeksizin açıklamak zordur. Bu durum tesadüfle de izah edilemez." "Homeros Destanları ile Dede Korkut Hikayeleri Arasındaki Kurgu, Yapı, Tip ve Tema Benzerlikleri", Erzincan Ü. Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Ed. Böl. Öğretim Üyesi, Turkish Studies, 2011, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/2 Spring 2011, p. 263-286. ; Aynı çalışmayı Azerbaycan'dan Kumru ŞEHRİYAR ile Hüseyin Mehemmedzade SADIK "Türk Folkloru Dünya Alimlerinin Gözü İle" makalelerinde değinir, Azerbaycan Milli Elmler Akademiyası Folklor İnstitutu cilt 1, Bakü 2016 ; Prof.Dr.Firudin AĞASIOĞLU ile Prof.Celil Garipoğlu NAĞİYEV ve Prof.Dr.Gazanfer KAZİMOV'da Homer ile Dede Korkut arasındaki bağlantılara dikkat çeker ve hatta Dede Korkut'un beş bin yıllık olduğunu iddia ederler. Halikarnas Balıkçısı ise Bilgemiş (Gılgamış) Destanı ile karşılaştırmış ve birçok benzer motif elde etmiştir.
[62] Türk nedir? sorusuna Atatürk’ün verdiği cevaptır. Türk Tarih Kurumu: http://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/3756/ (temmuz 2018)

Duvar Perdeliğinden dipnotlar:
Pasquier Grenier (1447-1493)'in eseri olan bu duvar perdelikleri Belçika'nın Tournai şehrinde yün ve ipek karışımı ile dokunmuştur. Truva Savaşı'nın Ortaçağ versiyonlarını yansıtır. Avrupa'da her imparator, kral veya elit kesim kendisini bir Truvalı olarak görmektedir, çünkü Truva'lıların davranışlarını kendi davranışları ile eşleştirmişlerdir. Homer veya Grek kültürü henüz yayılmamıştır, ve daha da önemlisi ortalıkta Homer'in eserinden ziyade Dares ile Diktys'in eserleri dolaşmaktadır.  Onbir parçadan oluşan bu duvar halısı/perdeliği ilk kez, Burgonya-Lüksemburg Dükü Karel (*1) için yapmıştır. Daha sonra Federico da Montefeltro (*2), Macaristan Kralı Matthias Corvinus (*3) ve Fransa Kralı VIII.Charles (1470-1498)'in de duvarlarını süslemiştir. Ayrıca, 1488 yılında İngiltere Kralı VII.Henry (*4) toplam 11 parçadan oluşan bu "Truva Savaşı" duvar halısı/perdeliğini satın alarak sarayının duvarlarına astırmıştır. 1799'da orjinallerine göre yapılmış 5 bölümlük kopyası Victoria & Albert Müzesi'ndedir. Louvre ve Metropolitan Müzesi ile Burrell Collection'da da bazı parçaları bulunmaktadır. 

*1 : Karel van Bourgondie : 1433-1477, Haçlı Seferleri ile de yakından ilgilenen, Fransız-Portekiz soylu atası olan, Burgonya-Brabant-Limburg ve Lüksemburg Dükü.
*2 : Federico De Montefeltro : 1422-1482, İtalyan Condottieri, yani paralı askerlerin komutanıdır.
*3 : Macaristan Kralı Matthias Corvinus : 1443-1490, Hunyad Yanoş'un oğludur. Hunyad lakabını Yanoş'un babası, Romanya-Hunedoara kasabasındaki Hunyad Kalesi'nin kendisine verilmesiyle almıştır. Hunyad Janos/Yanoş, 1443 Haçlı ordusunun da komutanıdır.
*4 : İngiltere Kralı VII.Henry : 1457- 1509, Kralı III.Richard'ı Bosworth Savaşı'nda öldüren ve Tudor Hanedan'ından çıkan ilk kraldır. VII.Henry'nin oğlu olan VIII.Henry ise daha tanıdık bir isimdir. Hakkında bir çok kitabı yazılıp, dizileri filmleri çevrilen, zina ile suçlanıp kafası uçurularak idam edilen Anne Boleyn'in eşi, I.Elizabeth'in babası ve de İngiltere'yi Katolik kiliseden çıkarıp Protestan Kilisesini (Anglikanizm) getiren kişidir VIII.Henry, Kızı I.Elizabeth ise bizim tarihimiz için önemli bir kişiliktir. Bakire Kraliçe olarak tarihe geçen I.Elizabeth, Türklerin bir dünya imparatorluğu oldu dönemde, Katolik olan İspanya Bakire Kraliçe'yi ve ülkesini tehdit ediyordu. Bu tehditlerden ülkesini kurtaran Türkler oldu. İngilizlerin Akdeniz'de ticaret yapabilmesini sağlayarak destekledi. Buna İspanya Kralı II.Felippe karşı çıkamadı, çünkü Türkleri karşısına almaya cesaret edememişti. I.Elizabeth'in (1533-1603) 1558'den ölümüne kadar ki hükümranlığı süresince Osmanlı tahtında sırayla; Kanuni Sultan Süleyman (h.1520-1566), Sultan II.Selim (h.1566-1574) Sultan III. Murad (h.1574-1595) ve Sultan III.Mehmed (h.1595-1603) vardı. Yani İngiltere, 16.yy ve 17.yy'da Büyük Britanya İmparatorluğu olmasını Türkler'e borçludur. İspanya tabii ki bu yardımları unutmamış, Osmanlı-Safevi kardeş çatışmalarında Safevileri desteklemiştir.

10 Ağustos 2018 Cuma

Kutsal Sungular



Kutsal Sungular; 
Buğday sapları; çubuğa dolanmış saçlar;
zamanla yerini Ok'lara mı bırakmış?..



Herodot 4:33

"... Skythia'ya buğday saplarıyla bağlanmış kutsal sungular Hyperboreanlıların oralardan gelir derler;... ama ilk seferinde Hyperboreanlılar bunları iki kızoğlan kıza taşıttırmışlar, ki Deloslular bunlara Hyperrokhe ve Laodike adlarını verirler; kendi yurttaşlarından beş kişiyi de yanlarına katmışlar, ki bugün bunlar Delos'da büyük saygı görürler ve Taşıyıcılar diye anılırlar. Ama Hyperboreanlılar gönderdikleri adamların geri dönmediklerini görmüşler. Acaba sonradan gidecek olan elçilerimiz de dönmeyecekler mi diye telaş etmişler; bundan sonra buğday saplarına sarılıp bağlanmış olan sungularını getirip komşularına vermişler ve onların da öbür komşularına vermelerini istemişler. Böylece elden ele Delos'a kadar gelir derler. Ben kendi hesabıma, Thrak ve Paionia kadınlarında da bu sungular için yapılanlara benzer bir görenek olduğunu biliyorum: Kraliçe Artemis adına kurban kestikleri zaman töreni buğday sapı olmadan yapmazlar." 



Herodot 4:34

"... Hyperborean'dan gelen genç kızlar, Delos'ta ölmüşlerdir, bunlara saygı olmak üzere bu adada kızlar ve oğlanlar saçlarını dibinden keserler. Kızlar evlenmeden önce saçlarını keserler; bir çubuğa dolayıp, iki bakirenin mezarı üzerine koyarlar. Bu anıt, Artemis duvarları içerisindedir."



Halikarnas Balıkçısı - Düşün Yazıları

"Delos’a gelen kız ve erkekler Herodot’a göre «Perpherees»tir; buna göre Hyperferees de Hyperboreoi oluyor. Yani «taşıyıcılar» vb. oluyor. Abaris için de «ton oiston periephere» (çepeçevre taşıyordu) deniyor. Taşıdığı da «ton oiston» yani ok. Tuhaf değil mi, Kâbe’deki Kybele’ye de OK getirirlerdi, hattâ Hazreti Muhammed’in babası «oğlum doğmadan önce uğurlu olsun diye Hubele putuna (Kybele’ye) altı OK verdim» diyor."







Peki, başka kim "Ok" bırakıyordu?..


Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu - Taşbaba Türk'ün Taş Yaddaşı (Hafızası)

"Azerbaycan edebiyatında Nizami Gencevi 'İskendername' eserinde: Türk boylarının diktiği bu dikili taşlara secde edenler ona saygı duyar, yanından geçen her bir atlı Kıpçak buraya OK batırır, çobanlar ise sürüden ona bir kurbanlık koyun ayırırdı; der." 







- Hyperborean - Kuzeyli İskit boyu.
- Apollo rahibi Hyperboreanlı Abaris elindeki okla hiçbir şey yemeden içmeden atıyla dünyayı dolaşır, aynı zamanda otacıdır. Yani hem Kam, hem de Avar Türkleri'ndendir. (Apar/Abar/Avar).
- Artemis Grekçe değildir.

SB


7 Ağustos 2018 Salı

Thukydides: Truva - Anadolu - Hellas





"Troia Savaşı'ndan önce Hellas için bu isim kullanılmıyordu. 
Çünkü ülkenin bir birlik olduğunu gösterecek herhangi bir delil de bulunmamaktaydı."


1. Atinalı Thukydides Atinalılar ile Peloponnessoslular arasındaki savaşı anlatacak. Her şeyi başından itibaren anlatmasının nedeni bu savaşın diğerlerinden çok daha önemli olduğuna inanmasıdır. Üstelik hem Atinalılar hem de Peleponnessoslular bu dönemde en parlak çağlarını yaşıyorlardı. Diğer kentler ise iki taraftan birisini destekliyordu. Bu savaş öyle bir savaş oldu ki hem de Hellenler, hem barbarların bir bölümü bundan etkilendi. Kısacası tüm dünyayı etkisi altına alan bir savaş oldu. Olayları başından itibaren anlatacağım ama en eski dönemlerden başlamak pek de olanaklı değil. Çünkü bu dönemde yaşayanlar ya da savaşlar hakkında çok güvenilecek kaynaklarımız yok.


2. Hellas'ta ilk zamanlardan itibaren düzenli bir yaşam kurulmamıştır. Sürekli olarak göçler birbirini takip etmiş ve bu nedenle de daima yer değiştirilmiştir. Öte yandan hem karadaki hem de denizdeki ticaret de pek güvenli sayılmazdı. Çiftçiler kendilerini bile zor besliyorlardı. Yine kentler korunaklı bir hale getirilmiyordu. Bu nedenle insanların para biriktirme şansları yoktu. Ne de olsa her an birileri gelip topraklarını işgal edebilirdi. Bu şartlar altında yaşayan insanların sadece günü geçirmeyi düşünmeleri, diğer kentler üzerinde egemenlik kurmak gibi bir heveslerinin olmaması çok doğal karşılanırdı. En verimli topraklar sürekli olarak işgale uğruyordu. Örneğin Thesselia, Boiotia ve Peloponnessos'un Arkadia dışındaki toprakları. Bu bölgelerin topraklarının verimli olması halk arasında anlaşmazlıklara neden oluyordu. Anlaşmazlıklar savaşlarla sonuçlanıyor, bundan zarar gören ülke de yeni saldırganlar karşısında çaresiz kalıyordu. Attika'nın durumu ise daha farklıydı. Çünkü bu topraklar verimli değildi ve diğer yerlere uzaktı. Bu nedenle de ülkelerinden kaçıp daha güvenli bir yerde yaşamak isteyenlerin başvurdukları bir yer halini almıştı. Sonuçta Atina topraklarında her zaman aynı halklar yaşadı. Kentin büyümesinde de yeni gelen göçmenlerin büyük rolü oldu. Zaman ilerleyip Atina toprakları halka yetmemeye başladığı zaman onlar İonia topraklarına göçmenler göndermeye başladılar.


3. Troia Savaşı'ndan önce Hellas için bu isim kullanılmıyordu. Çünkü ülkenin bir birlik olduğunu gösterecek herhangi bir delil de bulunmamaktaydı. Deukalion'un oğlu Helle zamanında ilk defa Hellas isminin kullanıldığını sanmaktayım. Bu sırada ülkeye Pelasglar başka bir isim vermekteydiler. Daha sonraları Hellen ve oğulları Phtiotis ile birlikte yeni bir yönetim kurdular. Ardından da çeşitli kentlerden yardım istediler. İşte bu sırada Hellas adı kullanılmaya başlandı ancak bu isim çok uzun bir süre boyunca kullanılmadı. Aslında bu anlattıklarımın doğruluğunu Homeros bize göstermektedir. Homeros destanlarında Akhilleus ve dostları için Hellen adı kullanılmasına karşın onların tarafında savaşan diğer müttefikler Danaoslar, Argoslular veya Akhaialılar gibi isimler taşımaktadırlar. Hellenler'in karşılığı olan barbar kelimesi de sanırım bu dönemde kullanılmamaktaydı. Yani özetlemek gerekirse Troia Savaşı'ndan önce bu halklar bir arada hareket etmediklerinden ve yeterince güçlü olmadıklarından dolayı Hellen ismini kullanmamışlardır. Ayrıca birlikte bir deniz seferine çıkmaları da kendi aralarındaki bağları güçlendirmiştir.


4. Anlatılanlara bakılırsa denizlerde egemenlik kuran ilk kişi Minos'tu. Hellen Denizi'nde egemenlik kurmuş, Kyklades Adaları'nı ele geçirmiş ve Karialı yerlileri kovarak buraya kendi oğullarını yerleştirmişti. Vergi toplamak amacıyla da korsanlığı yok etmeye çalıştığı da bilinmektedir.


5. Eski Hellenler deniz kıyısında yaşayan barbarların topraklarına yaklaşmaya başladıkları zaman korsanlık faaliyetlerine başladılar. Aslında böyle yapmalarında onursuz hiçbir şey görmüyorlardı, aksine yaptıklarının kendilerine ün kazandırdığı bile söylenebilirdi. Çünkü korsanlık yapmak onların zenginleşmeleri yönünde önemli bir adımdı. Surları ya da herhangi bir korunağı olmayan kentlere saldırıyorlar ve kolayca zenginleşiyorlardı. Yine bu sayede ülkelerindeki zayıf insanları da besleme olanağı buluyorlardı. Günümüzde de deniz kıyısında yaşayan halklardan bazıları korsanlık yapmaya devam etmektedirler. Şairler kendilerine korsan olup olmadıklarını sorduklarında bundan gocunmazlar ya da bir hakaret olarak algılamazlar. Çünkü yaptıkları işin onursuzca bir iş olduğuna inanmazlar. Bu nedenle de soruya doğru bir şekilde yanıt verirler. Anakarada yaşayan halklar ise birbirlerinin topraklraını yağmalamakla geçimlerini sağlamaktaydılar. Örneğin Lokrisliler, Ozoller, Aitolialılar ya da Akharnaialılar'ın yaşam tarzları böyleydi. Bu insanların o zamandan kalma geleneklerinin günümüzde de silahlı olarak dolaşmalarına neden olduğunu söyleyebiliriz.


6. O zamanlar Hellener'in tamamı demirden yapılmış zırhlar giyerek dolaşırlardı. Silahların elden bırakılmamasının nedeni de evlerin ve yolların yeterince güvenli olmamasıydı. İşte o sıralar Hellas'ın tamamında olan şeyler bugün dağlık bölgelerde geçerliliğini sürdürmektedir. Zırhlardan ilk kurtulanlar Atinalılar'dı. Atinalılar çok daha yumuşak bir yaşam şeklini tercih etmeye başladılar. Kısa bir süre sonra para kazanmaya başlayan yaşlılar da ketenden yapılmış tuniklerini giymeyi bıraktılar. Ayrıca artık saçlarının başlarının tepesinde de toplamıyorlardı. İonialılar ise bu soydan geldiklerini göstermek amacıyla uzun süre geleneklerine uygun davranarak yaşamayı sürdürdüler. Günümüzde de kullanılan kısa tunikler ise ilk önce Peloponnessoslular tarafından giyilmeye başlandı. Önce en zenginleri ardından da diğerleri bu şekilde giyindiler. Beden eğitimi çalışmaları için soyunup, vücutlarına yağ sürme geleneği de Peloponnessoslular'dan çıkmıştır. Olimpiyat oyunlarında ilk zamanlar güreş müsabakalarında edep yerleri örtülürdü. Daha sonraları bu gelenek ortadan kalktı. Günümüzde barbarlar da boks müsabakalarında bir kuşak sererler. Eski Hellenler'in bugünkü barbarlar gibi bir yaşam sürdüklerini gösteren çok sayıda örneğimiz vardır.


7. Belli bir süre sonra yolculuklar daha kolayca yapılmaya başlandı. Bunun bir sonucu olarak da insanlar deniz kıyısında kentler kurmaya başladılar. Böylece hem ticaret kolaylaştı hem de kentlerin güvenliği arttırılmış oldu. Eskiden kurulmuş kentler ise korsanlıktan ve yağmacılıktan olan korkuları nedeniyle iç kısımlara doğru yönelmeye başladılar. Bunda da haklıydılar. Çünkü herkes bir diğerinin topraklarını yağmalamaya devam ediyordu.


8. Adalardakiler de korsanlık yapıyorlardı. Karialılar ve Phoinikeliler bu konunun başını çekiyorlardı. Şöyle bir örnekle söylediklerimizi ispatlayalım. Atinalılar Delos'u yağmaladıkları zaman tüm mezarları açtırdılar. İşte o zaman kentteki ölü gömme biçimlerinin ve mezara konulan eşyaların Karialılar'ın gelenekleriyle aynı şekilde olduğu ortaya çıktı. Minos denizlerde egemenlik kurduğu zaman yolculukların kolaylaşmasını sağlamak amacıyla korsanlıkla mücadele etmeye başlamıştı. Hatta bununla da yetinmeyerek korsanların topraklarını birer koloni haline getirdi. Bu nedenden dolayı kıyıdaki kentler güçlenmeye başladılar. Bir yandan kentlerine yeni surlar yapıyorlardı, bir yandan da evlerini sağlamlaştırıyorlardı. Bu sırada zenginler zayıf insanların üzerinde egemenlik kurmaya başladılar. Zenginleşmeye başlayan kentler de diğer kentler üzerinde aynı şeyi yaptılar. Evet, Hellenler'in Troia Savaşı'na başlamadan önceki durumları böyleydi.


9. Sanırım Agamemnon'un Hellen donanmasını oluşturmasının asıl nedeni müttefiklerinin Tyndareios'a ettikleri yemine bağlı kalmalarıydı. Peloponnessos tarihi hakkında elle tutulur araştırmalar yapanların söylediklerine bakılırsa Pelops Asya'dan geldiğinde çok zengindi. Buna rağmen zengin olmayanların işine geldiğinden dolayı ülkeye ismini vermek gibi bir üne kavuştu. Ardından Pelops'un soyundan gelen Eurystheos, Attika'da Herakles oğulları tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Eurysthenos'un dayısı olan Atreus akrabalık ilişkilerini kullanarak Mykenai topraklarını ele geçirdi. Aslında Atreus, Khrysippos'u öldürmesinden dolayı babasından kaçıyordu. Bu sırada Eurystheos'un halen ülkesine geri dönmemesinden ve Herakles oğullarından çekinen Mykenai halkı da Atreus'un ülkelerinin başına gelmesine ses çıkarmadılar. Böylece Pelops'un soyu Perseus'un soyundan daha ön plana çıkmayı başardı. Evet, Agamemnon'un güvendiği şey buydu. İnsanları isteyerek değil, aba altından sopa göstererek bir araya toplamayı başarmıştı. Sefere çıkılırken en çok gemisi olan da Agamemnon'du. Hatta Homeros, onun Arkadialılar'a bile gemiler verdiğinden bahsetmektedir. Yine kendisine krallık asası verildiğinde Argos ve başka birçok yerde hüküm sürdüğünden söz edilmektedir. Diğer taraftan Agammenon anakrada yaşıyordu ama belli bir donanma gücüne de sahipti. Yoksa adalarda yaşayanlara söz geçiremezdi. Troia Savaşı'ndan önce durum bu şekildeydi.


10. Kimileri Troia Savaşı'nın anlatıldığı kadar önemli bir savaş olmadığını iddia ederler. Buna da Mykenai kentinin yeterince büyük olmaması delil gösterirler. Ancak bu yanlış bir yaklaşımdır. Örneğin Lakedaimonialılar'ın kentlerinin yıkıldığını düşünelim. Sadece binaların temelleri geri kalsın. Bundan birkaç kuşak sonra yaşayanlar kendi güçleriyle Lakedaimonialılar'ın güçlerini karşılaştırıken doğru bir yargıya varabilirler mi? Ancak Lakedaimonialılar Peloponnessos topraklarının yaklaşık beşte ikisinde oturuyorlar. Başka birçok kente komuta etmelerine karşın kentleri ve tapınakları çok da güzel değildir. Ayrıca eski Hellen geleneklerine bağlı kalarak küçük yerlerde yaşamayı sürdürüyorlar. Ancak Atina'nın başına aynı şeyler gelse gelecek kuşaklar onların bugün sahip olduğundan çok daha fazlasına sahip olduklarını düşüneceklerdir. Bu nedenle önemli olan kentlerin dış görünüşleri değil asıl güçleridir. Eskiden dış görünüşe daha fazla önem verilirken günümüzde durum böyle değildir. Yine Homeros'un şiirlerini nasıl güzelleştirebilen bir insan olduğunu da hesaba katarsak Troia Savaşı'nın sanıldığı kadar önemli olmadığı ortaya çıkar. Homeros şiirlerinde Boiotialılar'ın yüz yirmi kişilik, Philoktetos'un da elli kişilik gemilerinden bahsediyor. Diğer gemilerin ise listesini vermiyor. Bence böyle yapmasının nedeni en büyük ve en küçük gemilerin isimlerini saymak istemesidir. Ayrıca Philoktetes'in gemisindeki tüm okçuların aslında asker de olduklarını iddia etmiştir. Zaten yolculukta başka yolcuların olması da anlamsız olurdu. Gemiler de eski korsan gemilerine benziyordu. Bu nedenle gemilerini korumak için başka gemileri yanlarına almış olmaları olanaksızdı. O halde en büyük ve en küçük gemilerin aldıkları asker sayısı bilindiğine göre ve diğer gemilerin de içinde bu ikisi arasında bir sayıda asker bulunduğuna göre, sefere katılım pek de abartıldığı gibi değildir.


11. Katılımın az olmasının nedeni yeterince insan bulunamaması değil, yeterince paralarının olmamasıydı. Çünkü yiyecek sıkıntısı çekiyorlardı ve sadece besleyebilecekleri kadar askeri yanlarına almışlardı. Ancak Hellenler savaşı kazandılar. Zaten kazanmasaydılar karargahlarını korurlar mıydı? Bir kısmı da savaştan sonra Khersonesos'ta çiftçilik ve haydutluk yaparak geçimlerini sağlamışlardır. Düşmanları dağınık bir şekilde yer aldığından dolayı Troialılar'ın kendilerine on yıl boyunca direnmeleri doğaldı. Ancak yiyecek sıkıntısı nedeniyle Hellenler sadece kendi ordugahlarını korumak amacıyla orada kalanlarla Troialılar'ın karşısına çıkmışlardı. Bu durum da savaşın süresinin uzamasına neden oluyordu. Aslında Troia kenti çok daha kısa bir süre içinde ele geçirilebilirdi. Ama yiyecek kıtlığı buna izin vermedi. Bu nedenden ötürü de çok da önemli bir sefer olmayan Troia Seferi sanki diğerlerinden çok daha önemliymiş gibi göründü ve haksız bir ün kazandı.


12. Troia Savaşı'ndan sonra da Hellas'tan çeşitli göçler yaşandı. Yeni koloniler kuruldu bu nedenle de ülkenin gelişimi için gereken huzur bir türlü sağlanamadı. Troia Savaşı'ndan dönen Hellenler anakaradaki çok şeyi değiştirdiler. Eskiden vatandaş olanlar bu haklarını kaybetti. Savaştan sadece atmış yıl sonra Boiotialılar, Thesselialılar tarafından Arne'den çıkarıldılar ve bugünkü Kadmeia topraklarına yerleştiler. Eskiden Troia Savaşı'na da katılan Kadmeialılar bu topraklarda yaşarlardı. Savaştan seksen sene sonra ise Dorlar ve Heraklesoğulları Peloponnessos'u ele geçirdiler. Hellas'ta barışın sağlanması için daha uzun bir geçmesi gerekiyordu. Sonuçta barış sağlandıktan sonra koloniler kurulmaya başlandı. Atinalılar İonia'da, Peloponnessoslular ise Sicilya ve İtalya'da koloniler kurdular. Ayrıca Hellas civarında da yeni koloniler kuruldu. İşte bu kolonilerin kurulmaları Troia Savaşı'ndan sonra gerçekleşmiştir.


13. Artık Hellas zenginleşmeye başlamıştı. Bunun sonuçlarından biri de eskiden babadan oğula geçen krallıkların yerine tyranlıkların kurulmaya başlaması oldu. Daha sonra da donanmalar oluşturuldu. Bugünkü gemilere en çok benzeyen gemiler ilk defa Korinthoslular tarafından yapılmıştır. Korinthoslu Ameinokles'in Samoslular'a dört adet üç kürekli yaptığını da biliyoruz. Ameinokles Samos'a Troia Savaşı'ndan üç yüz sene sonra gelmiştir. İki kent arasındaki ilk deniz savaşı ise Korinthoslular ve Korkyranlılar arasında gerçekleşmiştir. Bu savaşta da Troia'dan iki yüz atmış sene sonra gerçekleşmiştir. Korinthos kenti deniz kıyısında kurulmuştur ve çok uzun zamandan bu yana ticaret amacıyla işlettikleri bir limanları vardır. Öte yandan Hellenler için karadan yapılacak yolculuklar deniz yolculuğuna göre daha güzeldi. Peloponnessos'ta yaşayan Hellenler de Korinthos üzerinden yolculuk yaparak diğer Hellenler'in yanına gidebiliyorlardı. Bu nedenle kimi şairler Korinthos'a 'mutlu' sıfatını takmışlardır. Zaman içinde deniz yolculuklarının sayısı artmaya başladı. Korinthoslular da denizlerdeki korsanlığı ortadan kaldırarak bölgeyi güvenli bir hale getirmek istediler. Böylece gün geçtikçe daha fazla zenginleşmeye başladılar. İonialılar'ın donanma kurmaları ise Pers kralı Kyros ve oğlu Kambyses zamanına denk gelmektedir. Bu sayede Pers egemenliği ile mücadel etmek niyetindeydiler. Kyros ile aynı zamanlarda yaşayan Samos tyranı Polykrates ise donanması sayesinde Rhenia'yı ele geçirdi. Bu arada Massilia kentni de kuran Phokaialılar Kartacalılar ile yaptıkları deniz savaşından zaferle ayrıldılar.


14. Dönemin güçlü donanmaları bunlardı. Troia Savaşı'ndan sonra yapılan gemiler ya uzun ya da üç sıra kürekliydiler [MÖ 485 - SB]. Kambyses'in ölümünden sonra Pers imparatorluğunda Dareios başa geçti. Dareios zamanında Sicilya ve Korkyra tyranlarının çok büyük donanmaları bulunmaktaydı. Evet, Kserkses gelmeden önce Hellas'taki büyük donanmalar bunlardı. Bu sırada Atinalılar'ın ve Aiginalılar'ın sadece birkaç gemileri bulunmaktaydı. Bu gemiler de genelde elli kürekliydi. Atinalılar, Aiginalılar ve Persler ile savaştıkları sırada Themistokles'in çabasıyla büyük bir donanma oluşturmuşlardır. Ancak bu gemilerin de boydan boya güverteden oluştukları söylenemez.



THUKYDİDES (MÖ 460-400)
PELOPONNESSOS SAVAŞLARI





* Atinalılar ile Spartalılar arasındaki savaş 27 yıl sürmüştür (MÖ. 431-404).
* Thucydides Herodot'un öğrencisidir, araştırmacı ve metodik çalışan bir tarihçidir. Sekiz bölümden oluşan kitabının, bölüm ve paragraf numaralandırılmasını kendisi yapmamıştır. Sicilyalı Diodorus dokuzuncu ve onüçüncü kitaplarının da olduğunu söyler.
* Truva Savaşı'ndan önce Hellenler diye bir tanım yok.
* "Karialıların mezar geleneği ile aynıydı" demek, bu geleneğin Atina'ya Karia'dan, yani Anadolu'dan gitti demektir. Karialılar "Grek" değildir.
* Homeros'ta verilen gemi ve ölü asker sayısı demek ki sonradan ilave edilmiş.
* Dare'e göre 10 yıl süren Truva savaşının 7,5 yılı ateşkes ile geçmiştir. 
* Hellenlerin savaşı kazanmaları ihanetin içeriden gelmiş olmasıdır.
* Truva savaşından sonra da Akhalar zenginleşir, dinlerini Anadolu'ya göre şekillendirir Hatta MÖ 6.yy da "kanun yapıcı" lakaplı Atinalı Solon bile yazıyı Anadolu'da öğrenmiştir.
* Khersonesos adında 3 kent var: 1.) Antik çağda Hellespontos’un Avrupa yakasında Gelibolu Yarımadası’nı içine alan bölge. 2.) Kırım’ı içine alan bölgeye adını veren kent. 3.) Girit Adası’nın kuzeyinde Herakleion’un doğusunda sahil kenti.
* İlyada destanı Anadolulu olan Truvalılara aittir, Hellenlere değil, bunu Homeros, her ne kadar tahrifat yapılmışsa da, çok açık bir şekilde belli eder.
* Altta Halikarnas'tan okuyacağımız bölümlerde geçen Pelasglar için not: Onlar ne Grek, ne de Hint-Avrupa dilliydi. İonyalılar Pelasgların torunlarıdır.

SB.



"Before the Trojan war there is no indication of any common action in Hellas,nor indeed of the universal prevalence of the name; on the contrary, before the time of Hellen, son of Deucalion, no such appellation existed, but the country went by the names of the different tribes, in particular of the Pelasgian....." link






Halikarnas Balıkçısı  "Anadolu’nun Sesi"

Grekler erken tarihleri hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Eski Mısır’daki gibi bir krallar listeleri yoktu; olayların tarih sırasını kaydeden bir kronolojileri de yoktu. Ancak hangi olayın hangi Olimpik yarıştan sonra ya da önce olduğunu bildiriyorlardı. Onların en öndegelen tarihçileri Thukydides (Peloponez savaşına değgin kitabının başında) Greklerin geçmişleri hakkında yazdığı üç beş sayfada da "Günümüzden önce önemli tarihsel bir olay olmadı” diyerek kesip atar. Grekler kendilerinin ”Pelaj”lardan (Pelasg) gelme olduklarını iddia ederler. Pelaj (Deniz Halkı) sözü, kendilerinden önce Anadolu'da karışan halklara verdikleri genel addır. Thukydides şöyle der; "Troya savaşından önce, Hellas'ın (Yunanistan'ın) bir savaşa girişmiş olduğuna dair hiçbir kayıt yoktur. Zannıma göre memleketimize eskiden Hellas denilmiyordu... Dukalyon'un oğlu Helen zamanında bu ad hiç yoktu."... Bunun hakkında en güzel kanıt Homeros'ta bulunur.


Troya savaşından çok sonra doğduğu halde, toplu olarak bütün kuvvetlere Hellenik demez. Onun yerine Akhilleus'tan yana olanlara ki; aslen Hellen idiler, Danaoi, Akhai ve Argoslular der. Bundan şu gerçekler anlaşılır: Homeros, Hellen sözünü ve soyunu bilmiyor. Böyle bir tarif Homeros'tan çok sonra uyduruluyor. Homeros Yunanistan'da bulunan Danaoi, Akhai ve Argosluları Anadolu'da bulunan İyonlılarla aynı soydan saymıyor. Ve İyon, Eol ve Dor'ların Yunanistan'dan lehçeleriyle birlikte Anadolu'ya gelip yerleştiklerini bilmiyor. Öyle bir şey olsaydı, herkesten önce Homeros bilirdi. Homeros ve kendisi gibi İyonları Anadolulu ve doğal olarak İyon lehçesini Anadolulu bir lehçe sayıyor. Bunlardan başka, bir çeşit Grekçe konuşan Troyalıları ve bu arada kendisini Akhai, Danaoi ve Argoslular soyundan saymıyor. Homeros kendi dilini konuşmayanları barbar saymıyor. Homeros'ta barbar telakkisi ve sözü yoktur. Yalnız bir kere "barbarofon" sözcüğünü kullanır, o da bambaşka bir anlamda. Bu saydıklarımı Homeros bilmiyordu da, ondan altı yüzyıl ya da üç yüzyıl sonra gelmiş olan Atinalılar mı biliyorlardı? Nereden? Yazılı vesika yok, mermer üzerine ya da vazo üzerine yazı yok. Bu konuyu adamakıllı ele almazdan önce kimi bilgiler vermek zorundayız.


Hellen adı Yunanistan demek olan Hellas sözünden gelir. Hellenler Hellaslılar demektir. Hellas sözünü de Tesalya’nın bir köşeciğinden aldılar ve bütün Yunanistan halkına malettiler. Grek ve Greece (Yunanistan) adlarına gelince: Yunanlılar Güney İtalya'ya yayılmışlardı. Bu arada Napoli'nin yanında Küme (Cumae) şehrini kurdular. Küme'lilere Latinler Graei, sonradan Graeci dediler. Grek ve Gres adları oradan kalmadır. Yakın bir geçmişten beridir ki, bu adlar geçer akçe oldular.


Burada dil sorununu ele almak gerek. Dilin kültüre etkisi inkâr edilmez. Dilin önemini teslim etmekle beraber, ayrıcalıkları hiç kabul etmeyen genellemelerden (generalisation) sakınmalı. Örneğin, "Her kadın anadır" gibi. Dil de, her zaman bir kültürün başlıca faktörü değildir. Dil biçilmiş kaftan gibi hazır olarak bir toplumun tepesine paraşütle inmez. Toplumun yapısı dili etkileyip geliştirir. Her dilin kendine göre bir canlılığı ve yayılma gücü vardır. Bu yayılışın dili kullanan ulusun politik ya da askersel yayılışıyla ilgisi yoktur. Grekçe, bu güçlü dillerin biri olarak yayılmıştır. Yayılırken de çevresindeki dillerden sözcükler alarak zenginleşmiştir çok. Klasik sayılan Grekçe'nin hiç olmazsa yarısı çevresindeki dillerdendir. Pelaj denilen toplumların bu işte payı büyüktür.


Grekçe başlıca üç lehçeye ayrılır; 1 – Eol lehçesi Batı Kuzey Anadolu'da, 2 - İyon lehçesi Batı Anadolu İzmir dolaylarında, 3 - Dor lehçesi Güneybatı Anadolu'da.


Bu lehçelerin hepsi de, Dorların güya Yunanistan'ı istila etmesi üzerine, Yunanistan’dan kaçan Greklerce Anadolu'ya getirildiği sanılır. Eol lehçesi Tesalya'dan, İyon lehçesi Attika'dan (Atina dolayları), Dor lehçesi de Peloponez'den (Mora Yarımadası). Bu böyle sayılıyor, ama bilginler hâlâ kafa ve yargı birliğine varamadılar bu konuda.


Her şeyi üstün ırk Yunanistanlı Greklerden getirmek Greklere ve batıklara hoş geldiği için, İyon uygarlığını yaratanları Yunanistan'dan getirmek eğilimi kuvvetlidir. Ama gelin görün ki; Dorların istilasını doğrulayan ne bir taş, ne bir yazı, ne de başka bir belit bulunmuştur. Son arkeolojik araştırmalar Dor istilasını gösteren bir ize rastlamamıştır. Sonra İyon lehçesinin Attika lehçesinden farklı olduğu anlaşılmıştır. Buna rağmen kimi batıklar I.Ö. 3200 yıl önce Atina'da ve Anadolu'da lehçeler teype alınmış da, şimdi teypler bulunmuş gibi konuşuyorlar. Batılılarca lehçeye verilen önem Anadolu uygarlığını Atina'ya bağlamak gayretinden ileri geliyor. Elde yalnız Pausaniyas ve Strabon'ları var. 


Pausaniyas l.Ö. 200 yılına doğru yaşamış bir Sipylos'ludur (yani İzmirli). Romalılar zamanında olan çoktan olup bitmiştir. Pausaniyas 1700 yıl önceki lehçeler hakkında tanıklık edemez. Lehçe gibi oynak ve değişici bir nesne "oradaki insanlarla konuştum, bin beş yüzyıl önce şöyle derlermiş" diye kulaktan dolma laflarla lehçelerin akımı tayin edilemez. "Öyle diyenler" nereden biliyorlar?


Pausaniyas ancak gözüyle gördüklerine "burada ve şimdiye" tanıklık edebilir. Ve bu tanıklıklarının büyük değeri olur. Ama batıklar "laf" kabilinden bir ima bulunca, kadıya turfanda hıyar yetiştirircesine, hemen alıp önyargılarını ispat için iki bin sayfa yazıyorlar. Gelecek dünya süprüntülüğe atılacak kütüphaneler dolusu kâğıt bulacaktır.


Strabon'a gelince, l.Ö. 64 l.S. 19 yılına dek yaşamıştır. Anadolulu, Amasyalıdır. Pausaniyas hakkında söylenenleri, Strabon hakkında da tekrarlamayalım. Bu iki değerli tarihçinin ikisi de Anadoluludur.


Her şey İyonyalıların doğudan öteki toplumlarla beraber geldiklerini, onlarla karışarak, özel bir Anadolu ve İyon uygarlığı yarattıklarını gösterir. Batı, kendi tefsirleri için Herodot'ta (Herodotos) da bir dayanak bulur. Ama bu dayanağı bulurken çok önemli gerçekleri hasıraltı eder. Önce Herodot'un kendisi Grek değildi. Babası Likses, amcası da Panyassis idi. Bu ad da Grekçe değil, öz Karya dilindendir. Ama Herodot, İyonca yazdığına göre Anadolu'nun İyon kültürüne ait bir insandır. Herodot Perslerin Anadolu'ya ve Yunanistan'a saldırışlarının tarihçisidir. 


Perslerden önce Anadolu Lidyalıların egemenliğindeydi. lyonya uygarlığında Lidya’dan çok yararlandı. Lidyalılar yüksek bir uygarlığa erişmişlerdi. İ.Ö. 8. yüzyılda parayı icat ettiler. Lidya lyonya'yı baskı altında bulundurmadı. Hatta İyonyalı olup Sardis'te yaşamış olan ozanlar var. Logograf Ksantos Sardis'liydi. Pers saldırısında, önce Lidya yıkıldı. Anadolu'nun Perslere karşı doğal müttefiki Yunanistan'dı. Kader birliği dolayısıyla Akdenizli Anadolu’nun, Akdenizli Yunanistan'a büyük bir sempatisi vardı o zaman. Ama Anadolu Yunanistan'la ittifak ettiğine sonraları bin pişman oldu.


Herodot, Halikarnas'ta sözü geçer büyük bir ailenin üyesiydi. Aileler arasındaki bir çatışmanın sonucu Herodot, Halikarnas'tan küskün ayrıldı. Ordan sürgün edilmiş gibiydi. Çatışma epeyce büyüktü: Herodot'un amcası Panyassis öldürüldü. Herodot Atina’ya gitti, orada çok iyi karşılandı. Atina'da "Pniks"den Atinalılara uzun uzadıya konuştu. Bu konuşması için Atina kendi sine on talent verdi -ki bu para, âdeta bir servetti o gün için-. Dinleyicilerinin arasında genç Thukydides vardı. Thukydides tarihçi olacağına andiçti. Herodot Atina'dan Sicilya'ya geçti, kitabını, yani "Historiya'yı -"serüven, araştırma" demektir- orada yazdı ve orada öldü. Atina'ya vardığında kitabı yazmamıştı, çünkü o zamanlar okuyucu sayılacak bir okur yazar kitlesi yoktu. 


Yazmaktan ziyade söylemek vardı, yani tiyatro. Tiyatronun gelişmesi kitap yokluğundandır. Herodot başlangıçta kitabını okunmak için değil, hikâye diye anlatılmak için yazmıştı, birçok hikâyemsi parçaları yapıtına onun için katmıştır. Bu masallar arasında Atinalı Solon'un, Lidya Kralı Krezüs'le (Kroisos) karşılaşması vardır. Bu masal Krezüs'e karşı Solon'un şahsında güya Atina ve Atinalıların üstün uygarlığını gösterir. Bu masal Herodot'un birinci kitabında yer aldığına göre Atinalıların nabzına göre verilen şerbetlerden saymak gerekir. Herodot çoğu masallarına şöyle başlar; "böyle diyorlar, ama ben sahi olduğunu sanmıyorum” ya da "böyle anlatıyorlar, ama gerçek mi değil mi bilmiyorum." Ama Solon'un Krezüs'le karşılaşması masalına böyle bir tümceyle başlamaz. 


Masalın özeti işte: - Solon, Krezüs'ü ziyaret eder. Krezüs ona birkaç gün sarayının zenginliklerini gösterir. Krezüs, kendisinin dünyanın en mutlu adamı olduğunu sanarak, Solon'a dünyanın en mutlu adamının kim olduğunu sorar. O da Hammurabi zamanından kalma "Fazilet iyidir, mefsedet kötüdür" yollu hikmetlerden -bir gömlek daha akı- ukala dümbeleklerine girişir. "Atinalı filan feşmekân vardı; çalıştı, çocukları, torunları oldu, sonra yurdu uğruna öldü, işte o en mutlu adamdı" der. Krezüs, "Eee, ikinci mutlu adam kimdi?" diye sorar. Solon, yine bir sürü uzun sakallı palavralar döker. Sıra üçüncüsüne gelir. O da öyle. Varılan sonuç şudur: İnsanın mutlu olup olmadığı, ömrünün nasıl sona erdiğine bağlıdır. Krezüs bu dersini alır. Günler gelir geçer, günün birinde Krezüs, Iran İmparatoru Kirus'un (Kserkses) tutsağı olarak, diri diri yakılmak üzeredir. Krezüs; Solon'u hatırlar, içini derin derin çekerek, "Solon! Solon!" diye seslenir. Kirus, Krezüs un niye öyle acı acı seslendiğini merak eder, Krezüs'ü önüne getirtip sorar. O da masalı anlatır ve Kirus kendi sonunun ne olacağını bilmediği için Krezüs'ü akıl hocası bir dost diye yanında alıkoyar.


Bu masal tarihsel bir gerçek olarak yüzyıllar, hatta bin yıllar boyunca gene ve gene tekrarlanmıştır. Plutark da masalı Herodot’tan kopya eder. Masal batıda kuşak kuşak çocuklara okutulup, Hellen hikmetinin derinliği övünülegelinmiştir. Oysa İranlılar ateşe taparlardı, ateşte yemek pişirilmezden önce bir sürü dinsel ayine başvururlardı. Perslerce özellikle ateşte insan yakmak, affedilmez günahların en büyüğü sayılırdı. Persler de insan yakılmayacağını, pekâlâ biliyordu. Hele son yıllarda Krezüs'le Solonun doğum ve ölüm tarihleri anlaşılınca Krezüs'ün Solon ile karşılaşamayacağı meydana çıkmıştır.


Masal Herodotça Atinalılara hoş görünmek için Atinalılardan alınma bir masaldı. Son yazılan kitaplarda -Bury'nin Yunanistan tarihinde- Atinalıların güzel masal uydurmadaki hayal güçleri alabildiğine övülür. Herodot "Historiya'sının sonuna doğru -sekizinci kitabında- Salamis deniz savaşında Kirus’un müttefiki genç ve güzel Halikarnas Kraliçesi Birinci Artemisia'nın kendi filosunun amirali olarak kendi filosuna kumanda ettiğini yazar. Atinalılar bir kadının kendilerine karşı savaşmasını erkekliklerine hakaret saydıkları için kraliçeyi diri olarak tutana dünyalar kadar para vaat ederler. Güneybatı Anadolu o zamanlar Grekçe konuşuyordu. Kraliçe doğal olarak kendisini Yunan kültürüne ait sansaydı, Yunanlılardan yana geçerdi ve Atina'da büyük saygı görürdü. Geçmedi. Sonuna dek savaştı. Filosunu tüm kurtardı, Halikarnas'a (Bodrum) döndü. 


Herodot, Artemisia'nın tedbirliliğinden, sakıncalı bir durumu realist bir görüşle değerlendirdiğinden büyük hayranlık ve saygıyla söz eder. Ama batılılar Herodot'un Artemisia'dan yana dil kullanışını, kendisinin Halikarnas'lılığına ve yurtseverliğine verirler. Bu tarihsel parçanın sekizinci kitabında yazıldığına göre, Atina'daki konuşmasında bundan söz etmediğine ve bunları Sicilya'da kitabına koyduğuna emin olabiliriz. Batıda son günlerde, milyonlarca dolar harcanarak, Kserkses'in Yunanistan'daki savaşlarına ait filmlerde, Artemisia Kserkses'e sulu sulu yaltaklanan bir orospu olarak gösterilmiştir. Oysa filmin- hazırlanmasında birçok anlı şanlı tarihçilere başvurulmuştu.


Herodot'un "Historiya"sı doğal olarak bir sürü yanlış bilgilerle doludur. Bunlardan başka, yüzyıllar süresince, yapıta yabancılar tarafından birçok şeyler eklenegelmiştir. En dikkatli çevirilerde, kimi tümceler ve bilgiler hakkında "sonradan eklenmiştir" denilmektedir. 


Salamis savaşı hakkında denilir ki, Kserkses'in savaşı oturup seyredebilmesi için, "Megara"da bir dağın tepesinin taşları taht şeklinde yontulmuştu denir. O taşın Kserkses için yontulmadığı ve çok eskiden beri oyuk olarak orada bulunduğu ve ona Pelops'un tahtı denildiği anlaşıldı. İzmir'de Sipylos (Yamanlar) Dağında Pelops'un tahtı denilen bir oyuk taş daha vardır. Pelops, Peloponez'e adını veren eski Anadolulu kahramandır. Bu efsane karanlığıyla birçok gerçekleri gizlemektedir. Herodot Karabel'deki Hitit kabartması hakkında da "bir Mısırlı Firavun" der. Bunları buraya not etmekteki amacımız lehçeler için söylenenlerin pek bel bağlanacak gerçeklerden olmadığına işaret etmektir. Nitekim Herodot lehçeleri anlatırken konuyu Arap saçına benzetir ve sonunda sorunun içinden çıkamaz. Anlatışını, bütün çapraşıklıklarıyla Türkçeye çevirip aşağıda sunuyoruz.


...Ve sonunda öğrendi ki; Lakedemon'lar (yani Ispartalılar) Don ırkının, Atinalılar da İyon ırkının en üstünleri idiler. Çünkü bunlar başlıca ırklardı. Biri eski zamanda Pelaj, öteki de Grek idi. Biri yurdundan hiç aynlmadı, öteki çok uzaklara gitti. Çünkü Kral Deukalion gününde onlar Etiya topraklarında yaşarlardı ve Hellen'ln oğlu Dorusun gününde Olimpos ve Ossa'nm altındaki topraklarda otururlardı. Oraya Hestiotis denilir. Onlar Hestiotis'ten Kadmos aşireti tarafından sürülünce Pindos'ta yerleştiler. Ve onlara Mesedne'li denildi. Oradan yine Driyopis'e uğradılar. Sonraları Driyopis'ten Peloponez'e geçtiler ve Doryalı denildiler. Ama Pelajlar hangi dili konuşuyorlardı? Bunu kesin olarak söyleyemeyeceğim. Ama, günümüzde Pelajlardan kalanlar ki; onlar Tirenlerin üzerindeki Kreston şehrini kurdular. (Ki onlar bir zamanlar, şimdi Doryalı denilen halkın komşuları idiler. O sıralarda ki, onlar Tessalyotis denen yerde idiler.) Hem de o, Pelajlar ki; Çanakkale'de Slaçe ve Plaçiya şehirlerini kurdular. (Bunlar Atina ve Pelaj olan ve sonra adlarını değiştiren bütün öteki şehirlerin hemşehrileri idiler.) Bunlardan anlaşılıyor ki, Pelajlar barbar bir dil konuşuyorlardı. Eğer Pelajlar bunlar gibi idiyseler, öyleyse Atinalılar ki, Pelaj ırkındandırlar, Grekliğe dönünce, yeni bir dil öğrendiler demektir. Çünkü Kreston ve Pelajyalılar bugünkü komşuları ile aynı dili konuşamamaktadırlar. Ama birbirleriyle aynı dildendirler. Ve oraya geldikleri zaman getirdikleri dile sıkı sıkı tutunmaktadırlar. Ama bana öyle geliyor ki, Grek halkı başladığından beri her zaman aynı dili kullanmıştır. Ama şu var ki, Pelajdan ayrıldıkları zaman dilleri zayıftı. Ve küçük bir başlangıçtan, büyük bir kalabalığa çoğaldılar. Çünkü onlara barbar uluslar katıldı. Bunların arasında sandığıma göre Pelajlar da vardı (-Herodot, Birinci Kitap, 54-58).


Herodot'un Spartalıları Hellen, Atinalıları Pelaj saydığı, kitabının burasından ve başka yerlerinden anlaşılıyor. Pelajlardan başka sık sık Karyalılardan ve Legellerden söz edilir. Herodot, kitabının başka başka yerlerinde Greklerin Pelaj, Pelajların Karyalı, Karyalıların Legel, Legellerin Pelaj ve Pelajların Grek olduklarını yazar. Strabon Frigya (Anadolu'nun boylu boyunca kuzey yanı) ile Misya (Anadolu'nun Bergama dolayları) halkını anlatmaya çalışırken, halk arası karışımına şaşar. (1-4, VI1-XII)


Kan karışımını gösterdiği için Herodot'tan şu tümcelerini de alalım: "Hatta onlar ki; Atina belediyesinde üyelik etmişlik iddiasındadırlar ve kendilerini kişizade sayarlar. Beraberlerinde zevce getirmediler, erkeklerini öldürdükleri Karya kadınları ile evlendiler. Bu nedenden ötürü, kadınlar kendi aralarında bir yasa yapıp, and içtiler ki; birbirlerini ve kızları, kocalarını kendi adlarıyla çağırmayacaklar ve onlarla birlikte yemek yemeyecekler. Çünkü onlar, babalarını, kocalarını ve oğullarını öldürmüşlerdi" (Birinci Kitap, 146-150).


Karyalılara karşı savaşılarak Anadolu'nun Greklerce işgali -yerinde tartışılacağı üzere- bir Atina uydurmasıdır. Herodot soy karışımına kitabının birçok yerinde değinir. Herodot'un ünlü Anadolulu düşünürü, Milet'li Thales hakkında şunları yazar-, "...Ama İyonya yenilmezden önce, Fenikeli ırkından olan Thales çok faydalı şu öğütte bulunmuştu, İyonyalıların hep bir mecliste toplanmalarını ve o toplanma yerinin İyonya'nın ortasında olan Teos'da (Sığacık) olmasını... (Birinci Kitap, 168-170). 


Thales'in Fenikeli olduğu ve İyonyalıların -Atina'dan hiç söz yok- Teos'ta toplanması, dikkate değer bir noktadır. Herodot Grekçe konuşmayanlara "barbar" der. Ama bu sözcüğü horlamak için kullanmaz ("barbar" sözcüğü "varvar" okunur. Tıpkı Türkçede "vırvır" sözcüğü gibi. Yani yabancı bir dilde "vırvır" eder, dermiş gibi). Herodot barbar saydıklarını çoğu kez uygarlıkta Greklere eşit görür. Kimi yol barbarları hor görürse, nedeni, bir süre Atina'da kaldığındandır. Çünkü Yunanistan hep hor görmüştür Anadolu'yu. Örneğin, Anadolulu "Kime" (bir kültür merkezi idi) şehir halkını tahkir için onlara "sizin tarihiniz bile yok." dediler. Kimelller de, "savaşmadık ki tarihimiz olsun!" diye cevapladılar. Bütün Anadolu çok haklı olarak aynı cevabı verebilirdi. (Anadolu’nun Sesi)




Halikarnas Balıkçısı
Hey Koca Yurd
SPARTA USULÜ

Hellenistan'da Sparta'lılar Hellen sayılırdı. Bunlar, savaşta yendikleri Messenia halkının hepsini de köle saydılar. Onları en murdar, en alçaltıcı işlerde kullandılar. Üstelik köle olarak yaşayıp öleceklerini unutmasınlar diye, kısa aralıklarla, pek acıtıcı kamçı vuruşlarıyla sıra dayağına çekerlerdi onları. "Helot" denilen bu köleler çoğolıp başkaldırmasınlar diye de iki üç yılda bir, sürüler halinde öldürülürlerdi. Şöyle:

Öldürülecek adam, tekmeyle dizüstü çöktürülürdü. Onu öldürecek Sparta'lı kahraman, kölenin sırtına dizini bastırırdı. Sol eliyle kölenin saçlarını kavrar öldürülecek kölenin başını arkaya çekerdi. Böylece öldürülecek adamın gırtlağı tamamen açılırdı. Kahraman, sağ elinde tuttuğu bıçakla adamın gırtlağını keser, başını gövdesinden ayırıp yere atardı. Bir yandan da kanlar içinde can çekişerek debelenen gövdeyi tekmelerdi. Helot’ların moralleri onca bozulmuştu ki, bu hale başkaldıran yoktu. Sparta usulü köle kullanmak buydu. Atina usulü de bundan pek farklı değildi.

Hellenistan uygarlığı (Atina-Sparta Uygarlığı tamamıyla kölelik üzerine kuruluydu), derebeyliğinden şöyle böyle sıyrılınca, orada zengin, toprak sahibi ya da tüccar "oligarki"sinin borusu ötmeye koyuldu. 400.000 nüfuslu Atina kentinin seçimlerde oy verme hakkına sahip özgür hemşehrisi, yalnız elli bin kadar oligarktan ibaretti. Köleler ise iki yüz elli bin kadardı kentte. Bunlardan başka, Atinalıların "Liman haytaları” dedikleri ve Atina'nın deniz ticaretini yürütenler vardı. Oligark Atinalılardan ve onların "Pire limanının haytaları” diye adlandırdıkları zavallılardan, Atina'da oturanlara "Metiokos” deniliyordu. Bunların siyasal hakkı hiç yoktu. Toprak sahibi olamazlardı, ev-bark sahibi bile olamazlardı. Erkek! iseler, bir Atinalı kız ya da kadınla evlenemezler; kadın iseler Atinalı bir erkeğin eşi olamazlardı. Çoğu Anadolulu olan bunların kadınları ancak Heteir (bir çeşit metres ya da orospu) olabilirlerdi, örneğin, anlı şanlı Perikles, Anadolulu, 'Miletos’lu Aspasia ile evlenebilmek için Atina yargıçlarının önünde hüngür hüngür ağlayarak yalvarıp yakarmak zorunda kalmıştı.

Anadolulu Teos’lu (Seferihisar’lı) Protogoras ile yine Anadolulu Klazomenaili (İzmir’in Kilizman köyünden) Anaksagoras, Atina’da kaldıkça ‘Metiokos'tular.

Spartalılar gibi, Atinalılar da, tekmil savaş tutsaklarını köle edinirlerdi. Atinalılarca, Atinalı olmayan insan, aşağı çeşitten bir yaratık sayılırdı. Bundan dolayı, onlarca Atinalı olmayan insan, doğal olarak köle yaratılmıştı. En insancıl duygulu Atinalıların kanısı işte bu idi. Hatta filozof Aristoteles bile bu kanıdaydı ve bu kanısını yapıtlarında kesinlikle açıklardı. Böyle düşünüp inanan yalnız o değildi. Socrates’le Platon da aynı fikirdeydiler. Buna inanılınca da Atinalı olmayan herkes doğal olarak Atinalıların kölesi olmak için yaratılmıştı. Atina’da bir köle yargıç karşısında tanıklık etmeye çağrılınca, yalancı tanıklık etmesin diye, kendisine pek acı işkenceler edilirdi.

Atina’da üç çeşit köle vardı. Birinci çeşit: Oligarkların aile köleleriydi; bunlar üçten on beş-yirmiye kadar olabilirlerdi. Ev işlerini görürlerdi. Öyle ya, Atina’nın hür hemşehrisi, bütün aklını devletin ciddi işlerine vereceğine, kölesizlikten, yemek pişirip bulaşık yıkamakla mı uğraşsın? Köleler, zaten böyle pis işleri görmek için yaratılmışlardı. Oligark filozof —örneğin Platon— değişmez ve ebedî metafizik gerçekleri düşüneceğine evinin lağım çukurunu boşaltmakla mı uğraşsındı? Bu köleler zaten köle olarak yaratılmışlardı. Domuzluk edip de emir dinlemezlerse basardın kamçıyı gözlerini patlatana dek!

İkinci takım köleler, yapımevlerinde ve madenlerde, özellikle Atina’nın Laurion’daki gümüş madenlerinde ve endüstride çalıştırılan kölelerdi. Bunları emakçi saymalı. Bu madenlerde kullanılan köleler Sparta’nın Helot kölelerinden çok daha kötü
koşullar altında eziliyorlardı. Kimi Atinalının bin kölesi vardı. Gerekince bunları, belirli süreler için, başka Atinalılara kiralayabilirdi.

Üçüncü takım köle de devletin köleleriydi; belediye işlerinde kullanılırlardı. Köleler makine yerini tutuyorlardı, üstelik çok ucuzdular. Atina'nın köle bolluğu dolayısıyla ve batıklarca Hellen uygarlığı sanılan Sokrates, Platon, Aristoteles filozof üçlüsünün yaydığı mistik ve metafizik düşünce akımından ötürü insanoğlu, bin yılı aşkın bir sürede fen ve icattan, yani Anadolu'nun düşünce akımından uzak kalmış ve Copernicus ile Galileo zamanına dek karanlıklar içinde debelenmiştir.

Köle alım satımlarının merkezi Atina idi. Orada haraç mezat satılan, her ulustan kölelerin kaça satıldıklarını gösteren listeler bulunmuştur. Aynı yaşta ya da güzellikte olan erkek-dişi Anadolulu, İonyalı, Karialı ve Suriyelilerle Filistinliler, başka ulusların yerlilerine oranla daha yüksek fiyatla satılıyorlardı. Isa'dan Önce 5. ve 4. yüzyılda Anadolulu kölelerin önemli bir kısmı, Atina köle piyasasına şu yolda sürüklenip getiriliyorlardı: Batı Anadolulular. 

Pers saldırısı karşısında —Mısır'dan yardım isteyemezlerdi ya— ancak Hellenistan'dan yardım isteyebilirlerdi. Bu Pers tehdidi ortadan kalktıktan sonra, Pers saldırısının tekrarlanmasını önlemek için Atina ile Anadolu ve Anadolu'ya yakın adaların devletleri, daha doğrusu kentleri bir Delos Devletler Birliği kurdular. Bu birliğin üyesi olan Anadolulular, birliğe, tayfasıyla birlikte şu kadar savaş gemisi verecekler, gemi veremeyenler de para vererek yardım edeceklerdi. Böylelikle, Anadolulu birlik üyeleri, bağımsızlıklarını tüm koruyacaklardı. Birliğin başkanı olan Atina (nedeni sonradan görüleceği gibi) üyelerin gemi yerine para vermelerini yeğliyordu. Üyeler de gemi yerine para verme yolunu seçiyorlardı. Çünkü gemide tayfa olunca, yurtlarından uzak kalıyorlardı.

Birliğin parası Delos’ta, birlik başkanı Atina’nın muhafazasında idi. Vakta ki (Ne zaman ki -SB) Atina İmparatorluk oldu; Atina bahaneler uydurarak, "Müttefikler"i birlik üyelerinin para yardımlarını —düpedüz Türkçesi vergileri— artırıyordu. Üyeler mırın kırın etmeye başlayınca da onların sızlanmalarını susturmak için, kentlerine Atinalı bir garnizon dikiyordu. Sparta emperyalizmi ile Atina emperyalizmi arasında Peloponessos savaşı çıkınca kimi Anadolulular Atina'ya isyan ediyorlardı. İsyan bastırılınca bu Anadolulular köle olarak Atina’da satılıyordu.

Birliğe verilen paralar "Delos Hâzinesi’’ diye Delos'ta saklanırken, Atina, hâzineyi Atina'ya taşıdı ve onun bekçiliğine Tanrıça Athena atandı. Bu kez Anadolu kentleri, verdikleri vergiden başka, bir de Tanrıça Athena’ya bekçilik parası vermeye zorlandı. Bu da yetmedi; Delos hâzinesi (büyük çoğunlukla Anadoluluların parasıyla) iyice şiştikten sonra, Atina kenti ona tüm olarak elkoydu. Anadolu parasıyla Akropol’deki Parthenon Tapınağı, başka tapınaklar, birçok yapı ve anıtlarla Atina kenti süslendi.

Emekçilik ve emekçilerle sıkı sıkıya bağlı olan kölelik hakkında Anadolu, Atina ve Sparta'nın anlayışları arasındaki büyük fark belirtilmiştir. Oysa, ilkçağın birbirine zıt bu üç varlığı batılılarca, "Hellen" etiketli bir torbanın içine, hep birlikte tıkılır.





H.B. "Düşün Yazıları"

Lukianos Samosata’lıydı, Samosata şimdiki Samsat’tır*. Urfa’nın kuzey-batısında. Ona, yani Lukianos’a küfürbaz diyorlardı, çünkü Diyaloglarında tanrılarla alay eder. Yalnız, «Tarih nasıl yazılmalıdır» adlı kitabında şöyle yazıyor:


 / Tarihçinin korkunç ve ayartılmaz bir adam, açık sözlü bir gerçek savunucusu olmasını dilerdim; güldürü ozanının dediği gibi incire incir, kılıca kılıç demekten çekinmemesini, kin ya da tutkudan arınmış, acımasız bir nesnellikle davranmasını, ne çekingen ne utangaç tarafsız bir yargıç olarak her iki tarafa da, iyi niyetle eğilip herkese hakkını vermesini, yazılarında ülke ya da kent diye bir şey tanımayıp, hiç bir güç karşısında boyun eğmeyip, hiç bir krala önem vermeyip, şu ya da bu adam ne düşünecek diye aldırmayarak olayları oldukları gibi yazmasını dilerdim.

Bu satırları hemen hemen iki bin yıl önce yazan adam, nabza göre şerbet vermeli denilen Türkiye’de doğdu.... 

Halikarnas Balıkçısı...




*Samsat - Adıyaman, Kommenege Krallığına başkentlik yapmıştır.



__________
__________