Troyalıların müttefiki Prens SARPEDON*un ülkesi LİKYA...
Anadolu’da bir bölgeye bir büyük dış göçün gelmesi; bu gelişin bir “kültür göçü” olmayışı nedeniyle, göçer kimliğinin ve göç zamanının ele geçen arkeolojik verilerden algılanamayışı; ve de sonuçta, “acaba onlar burada yerli miydi” sorusunun sorulması, salt Trmmili (Likya) halkına özel değildir.
M. I. Finley’in Hellenler bağlamında dile getirdiği, “yerlilerin ilkel olduğu topluluklarda kültürel egemenliklerini kurarlardı; yüksek düzeyde gelişkin ve organize olmuş toplumlar içinde ise hemen entegre olurlardı” (Finley 1976: 11) saptaması, tüm halklar için geçerli olmalıdır.
Bu kural, Anadolu’nun Akdeniz ve Ege kıyılarında değişik adlarla yurtlanmış olan Luvi halkları için olduğu kadar; birlikte geldikleri öngörülen ve Kızılırmak-Sakarya yayı arasındaki yüksek yaylada bir dünya devleti gücüne erişen Hititler için de geçerliydi. Çünkü onlar sanatta, kültürde ve düşüncede kendilerini o güce taşıyan hemen her şeyi Anadolu’ya borçlulardı.
Kültür ve sanat düzeyi yüksek Hattiler’e borçlulardı ki ülkelerini eski adıyla “Hatti Memleketi”, kendilerini “Hatti’nin sakinleri” olarak tanımlayabilecek denli Anadolulaşmıştı Hititler (Darga 1992: 26; Akurgal 2001: 47); kralları “Hattuşili”, başkentleri “Hattuşa”ydı onların. Mimari, resim ve çömlek biçim ve biçemleri, Hatti kökünden sürgün sürerek geliştirilmişti. Yazı olmasa ve onların farklı kimliği okunmasa, belki bugün Hattiler sonrası Orta Anadolu’da bir “Hitit”in varlığı bile tartışılabilecekti.
Tıpkı bugün Phrygler’in Hititler sonrası Erken ve Orta Demir Çağlar’da Hattuşa ve Kızılırmak yayı içinde ki etnik varlığının tartışıldığı gibi: Çünkü J. Seeher’e göre Hattuşa kazıları, “MÖ 9. yüzyıl Büyükkaya Evresi keramik envanterinin büyük bölümünün Karanlık Çağ keramiğinden türetilmiş olabileceğini açıklıkla göstermektedir. MÖ 9. yüzyıl Büyükkaya Evresi Keramiği Kızılırmak kavisi MÖ. 8. yüzyıl malzemesiyle (Büyükkale II, Alişar IVc) büyük ölçüde benzeşmektedir ve bunun doğrudan öncüsü görünümündedir.
Bu nedenle geleneksel olarak Frig olarak adlandırılan keramiği bir göçün sonucu değil, aksine otokton bir kültürel gelişimin sonucu olarak görmek gerekir” (Seeher 2000: 20). Çünkü ayrıca “Karanlık Çağ’da burada yaşayan insan topluluklarının, kökü İlk ve Orta Tunç Çağları’na dayanan eski bir Anadolu kültürünü yaşattıkları anlaşılmaktadır” (Seeher 2000:22).
H. Genz de “Kızılırmak yayı içinde Balkan’dan göçe işaret eden bir tanıt bulunmadığı için”, yörenin MÖ 8. yüzyıl Orta Demir Çağ kültürünü de “Phryg”olarak tanımlamak istemez (Genz 2000: 40). Ancak Phryg boyalı çömlekleriyle simgeleşmiş bir “Orta Demir Çağ kültürünün, Erken Demir Çağ kültüründen doğduğunun”, yani ilkinin diğerini doğrudan geliştirdiği gerçeğinin, Phryg gerçeğini yadsımada yaratacağı sorunlar da ortadadır.
Öncelikle Anadolu’yu savaşla ya da göçle “yeni yurt” seçen ve zamanın kültürüne adını veren halklar tarihin hangi diliminde “etnik çoğunlukla” yerliye üstünlük sağlamışlardır ki, bu, Phrygler’den beklenir?
Bu durumda, “Frig olarak adlandırılan keramiği bir göçün sonucu değil, aksine otokton bir kültürel gelişimin sonucu olarak görmek” çok mu terstir? Bu savaşkan Trak halkının da, tıpkı Hititler gibi, kültür, sanat ve düşünce adına geleceklerini, yaratıcı Anadolu toprağında bulduklarıyla temellendirdiği ve zengin yerli özü zaman içerisinde olgunlaştırarak kendi Phryg kimliğini kazandırdığı bilinen bir gerçektir (Işık 1987: 163, lit. ile). Çömlek biçim ve biçemlerini de bir dünya devletinin mirası üzerinde birlikte yaşadığı yerli halklara borçlu olmaları özellikle şaşırtmaz (Bu konuda bak. Bittel 1976: 292); çünkü yerli yapınlar, kendilerinden önce Hititler için de benzer biçimde geleceğe temel oluşturmuştu...
Anadolu’da Hititler’in Phrygler’le yaşadıkları sonu, yaklaşık aynı süreçte Hellenistan’da Akha Hellenleri aynı bölgeden koparak güneye inen Dor Hellenleri’nin acımasız saldırılarıyla yaşar (Mansel 1963: 83). P. Högemann’ın belgeleriyle ortaya koyduğu gibi, bilinçli bir “sömürge hareketi” olamaz Hint-Avrupalı Hellenler’in bu Ege göçü (Högemann 2001:61); bir ”sığınma eylemi”, bir “umut göçü” olabilir (Işık 2003: 84; özellikle a.y., Işık - Baskıda).
Çünkü Anadolu’nun batı kıyılarında ve adalarda tarih öncesi çağlarda kurulmuş yerli kentlere gelenler, kendi atayurtlarında “malı mülkü elinden alınmış, evsiz barksız kalmış” olanlardır (Boardman 1980: 26); onlar, topraklarını ve ailelerini Dor baskısıyla terkederek Ege’nin doğu yakasında daha iyi bir yaşam uman yoksullardır. Sığındıkları yeni yurtlarında MÖ 1200 yıllarına doğru kurulan, Abasa/Ephesos odaklı Mira Büyük Krallığı vardır ve Hellenler izleyen 11. ve 10 yüzyıllarda Aiol ve İon kıyılarında siyasal ve toplumsal yönden etkin bir Luvi çevresiyle karşı karşıyadır (Starke 1999: 531).
Hep yapıldığı gibi, göçün yüzyıllar sonrasında uydurulmuş mitosların değil (Roebuck 1959: 26), şimdilerde artık bilimin gösterdiği yol ayrıca, Luvi kültürünün bu topraklarda MÖ 8./7. yüzyıl içlerine dek de sürdüğü yönündedir (Latacz 2005: 87. 147).
Bunun anlamı, Hellen azınlığın hem yoksulluğa dayalı kendi göç koşulları ve hem de Batı Anadolu’nun güçlü tarihsel ve sosyal yapısı altında kültür ve sanatlarını, düşüncelerini yeni yurda aşılayabilmelerinin mümkün olamayacağıdır (Karş. y. dn. 35); İonia’nın geleceğinin ancak Tunç Çağ’dan sürgün süren zengin Anadolu alaşımı temelinde biçimlendirilmiş olabileceğidir.
Öyle de olmuştur: Bir “Yunan Tapınağı” bile Anadolu’nun kendi mimari geleneğinden çıkmış (Işık2005: 21-42); “Yunan Klasiği”ne Anadolu’nun özgün yontu biçim ve biçemiyle girilmiştir (Işık 2001: 147-162). Çok az önemsizi dışında, “Yunan Tanrıları”nın Anadolu düşüncesinden doğan aslından farkları, salt değişen adlarıdır (Bosch 1937: 6); ve de çağdaş bilimin ataları Anadolu’da doğmuşlardır (Akurgal 2000:37).
Hellen göçlerine iz vermesi gereken Submyken ve Protogeometrik çömlekleri, MÖ 12. yüzyılın ortalarından 11. yüzyıl sonlarına dek ki süreçte Anadolu’nun Ege kıyı kentlerinde bulabilmek mümkün olmamıştır. Süreklileşerek ilk ortaya çıktıkları MÖ 1000 yılı dolaylarında ve izleyen dönemde ise, tıpkı Troia VI kentinde olduğu gibi, yani ticaret yoluyla gelebilecek boyutta, yerli yapınlara göre çok azınlıktadır ve genelde yerli üretimlerdir (Işık - Baskıda).
Sonuçta, bir sözde “Anakıta Yunanistan”ın kültür ve sanatı, bir sözde “sömürge İonia”da yaratılmış olur ki bu tersliğin de tarihte örneği yoktur.
Trmmili, Hitit ve Phryg kültür ve sanatını, düşüncesini biçimlendiren Anadolu, İon kültür ve sanatının, düşüncesinin de yaratıcısı olmuştur. Tıpkı Hititler ve Phrygler’de olduğu gibi, yazı olmasa eğer, göçle gelenlerin ayrımına bile varılamayacak, onların kimliği bilinemeyecektir. O güçte bir “Anadolulaşma”dır ki bu, sanki Anadolu’ya hiç göç olmamış, Hint-Avrupalı halklar Anadolu’da doğmuştur (Renfrew 1987; Bilgi 2001).
Prof.Dr.Fahri Işık
“Lykia’nın Dip Tarihi ve Hint-Avrupalılar’ın Anadolulaşması Üzerine”, 2007
ayrıntılı:
Likyalı Prens Sarpedon (solda adı yazıyor)
Uyku (Hypnos) tarafından Ölüler Ülkesine götürülürken, MÖ 5.yy
SARP kelimesinin kökeni Türkçedir....
Babası Poseidon oğlu Bellerophon soyundandır ve Pegasus (Tulpar) da Bellerophon'un atıdır. (babası Zeus, annesi Laodamia olarak mitolojiye geçirilmiştir.)
"Ege Havzası hiçbir zaman bütünüyle Hellenleştirilmemişti"
"MÖ.4.yüzyıla gelinceye değin, Girit'in kimi yörelerinde hala Yunanca olmayan bir dil konuşulmaktaydı."
"Yunan dili ancak İskender'in fetihlerinden sonra Anadolu'nun iç bölgelerine sokulabildi."
"Lykia'lıların (Lukkia), Mısır vakayinamelerina baktığımıza, MÖ.13.yüzyılda öteki Ege halklarıyla* birlikte Nil Deltası'na akınlar düzenlediklerini öğreniyoruz. Bir yüzyıl sonra Lykia'lıların bir bölümüyle Karialılar, Pamphylia'dan Kilikya'dan geçerek Filistin'e göç etmişler ve orada Filistinliler adını almışlardır."
Tarih Öncesi Ege
"Grekler" alfabeyi Filistin'den, yani Fenikelilerden ithal etmişti değil mi?... Nereye vardığımızı gördünüz mü? Etrüsk Alfabesi, İskit Afabesi, Fenike alfabesi ve Likya alfabesi derken... ;)
sol-üst:İskit başlığı ile Bellerophontes Pegasus (Tulpar) ile
Chimera'yı (Kimera) öldürürken - MÖ.5.yy-4.yy
sağ-üst: İskit / sağ-alt: Etrüsk
İskit/Saka (MÖ.5.yy-3.yy) sanatında gördüğümüz de bir Chimera (Kimera) dır ve Etrüsk sanatında da karışımıza çıkar. (Arezzo-MÖ.400)
“Batı ne der”e aldırışsız özgüvenli bilimcilerinin tüm yönleriyle sorgulayarak ulaştığı Lykia Uygarlığı’nın Anadolu mayasıyla yoğrularak yaratıldığına yönelik bilimsel görüşleri, yerli ve yabancı dilde yayınlarla bilim dünyasının tartışmasına sunulmuştu. Bu yazılanları tüm Batılılar gibi suskunlukla karşılayan Ksanthos’taki Fransız meslektaşlarımız haklılığımızı 2004 yılı kazılarıyla günyüzüne çıkarmaya başladıkları ortostat kabartmaların, Yeni Hitit yapıtlarıyla olan biçim ve biçem benzerlikleri temelinde belgeleyeceklerdi. Onlara göre de Lykia sanatı ve kültürü, kendilerinin de o güne dek savladığı gibi “Helen kökenli” değil, inanmak istemedikleri- “Anadolu” etkisinde biçimlenmiş olmalıydı.
Artık onlar da bu konuda, "sonuç olarak bu yeni keşif çerçevesinde, Ksanthos kentinin yerleşim kronolojisi ve Demir Çağı Likya'sındaki kültürel etkilerin yeniden ele alınması gereği gündeme gelmiştir" diyecek; ne var ki bunları yıllardı komşu Patara'da dile getirenlerden hiç söz edilmeyecekti.
Bilim adına olmaması gereken di bu davranış. Çünkü görüşümüzün doğruluğunu perçinleyen bu çok önemli buluntularla sanki ilk kez kendileri bilimin gündemine taşımış ve ilk kendileri görmüşlerdi Lykia kültür ve sanatının Doğululuğu gerçeğini!...
Belli ki Batılı meslektaşlarımızın bizzat saptayamadığı "bilimsel gerçek" gerçekten sayılamazdı (!) Belki de ilk kendileri çıkarmış olacaklardı ki bilimi, yüzyılı aşkın zamandır sürükledikleri "panhellenizm" açmazından, tarafsızlıkları (!) bilinsin. Bu "ancak biz biliriz" tavrının aynısını Phryglerin Anadoluluğu bağlamında Gordion'un Amerikalı araştırmacılarından gördük; Karanlık Çağ'ın olmadığı bağlamında ve Pamphylia'nın Anadoluluğu gerçeği bağlamında ise Hattuşa Büyükkaya ile Perge Akropolü'nün Alman kazıcılarından yaşadık da, artık alıştık....
Prof.Dr.Fahri Işık
“Anadolu-Lykia Uygarlığı Lykia’nın ‘Hellenleşmesi’ Görüşüne Eleştirel Bir Yaklaşım”
ayrıntılı: