hazarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hazarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2017 Salı

Hazarlar ve Yahudiler




Foto sevgili Nuray Bilgili'den




Hazarların aslı Saka kabilelerindendir. Sakaların Horasan bölgesinde varlıklarını sürdüren kollarının bir kısmı Hindistan tarafına gitmiş, bir kısmı Partların bir kemiğini oluşturmuş , bir kısmı da Hazar Denizi civarına gelerek İtil nehri boyuna saçılmışlardı.(14)


Bundan başka Hazarları Hun döneminden sonra Güney Rusya bozkırlarını istila eden Türk Ogur kabilelerinin bünyesinde bir halk (15) olarak görenler olduğu gibi, onları Uygurların bir kolu olarak görenler de vardır.


Hazarların buradaki komşuları Türk asıllı Burtaslar, Bulgarlar ve etnik mensubiyeti tartışmalı Saklablar (Sakalibe) idi. Sınırları genişleyince Slavyanlarla da komşu oldular. Peçenek, Guz ve Kıpçakların bölgeye gelişleri çok daha sonradır. Bununla birlikte Bizanslı yazarlar Hazarları genel olarak Türk halkı olarak gösterirler. Arap yazarlar da bu görüştedir. Hazarlar ise kendilerini Ugor (Ogur), Avar, Guz, Barsil, Onogur, Bolgar ve Sabirlerle akraba sayarlar.(16) Bazı yazarlar, örneğin Pritsak, Hazarların adının Çin kaynaklarındaki K’o-sa şeklinin Dokuz Uygur kabilesinden altısının adı olan Kesa’yla yakın benzerlik arz etmesine dayanarak, onları Uygur asıllı göstermek isterlerse de, bu pek de tutulan bir görüş değildir.


Hazar dili Bulgar diline yakındı. Özellikle Arap coğrafyacıların, örneğin İbni Havkal’m “Hazarların dili Bulgarların diline yakındır” şeklindeki kaydı ile Tuna Bulgaryasıyla İtil civarında bulunan ve “Bulgar hanları şeceresi” denilen yadigârlarda ve bazı kitabelerde saklanan eski Bulgarca kelimeler sayesinde Bulgar dilinin bugünkü Çuvaşçaya yakın olduğu, Oğuz-Peçenek kabilelerinin dilinin mensup bulunduğu Batı Türkçesi grubuna girdiği, ama Doğu Türkçesi grubuna ait Uygurcayla hiçbir akrabalığının bulunmadığı anlaşılmıştır.(17)


Hazarların V. Yüzyıldan önce Hazar Denizi civarında bulundukları ile ilgili iddialar bir anakronizm teşkil etmektedir. Hazarlar güçlü bir hakanlık haline gelinceye kadar birkaç yüzyıl boyunca komşularına balık ve balık tutkalı satarak, kendi karınlarını ise ağırlıklı olarak balık ve pirinçle (18) doyurarak geçirdiler.


Bu sıralarda yani V. Yüzyıl sonlarında İran’da ortaya çıkan Mazdakizm (ilkel komünizm) hareketi ilk önceleri sempatiyle karşılandıysa da, sonradan onların yalnızca kendilerini düşünen egoist teröristler olduğu anlaşıldı. Anasına göz diken ve ona ilişmemesi için leş gibi kokan ayaklarını öptüren Mazdak’tan intikamını alırken “Ayaklarını öptüğümde duyduğum o leş gibi kokuyu hâlâ burnumda hissediyorum” (19) diyen Hüsrev Anuşirvan, Sakaların da yardımıyla Mazdakîlere karşı bir katliam başlattı. İşte bu katliamdan kurtulmayı başaran Mazdakiler, doğuda Eftalitler (Ak Hunlar-SB), batıda Bizanslılar tarafından istenmediği için Kafkaslara kaçtılar. (20)


Mazdakî hareketinin başladığı dönemde İran’daki Yahudiler iki gruba bölünmüşlerdi. Talmudçular ve Kabbalistler. Talmudçular Mazdakilerden nefret ediyorlardı; çünkü sahip oldukları serveti kimseyle bölüşmek gibi bir niyetleri yoktu. Kabbalistler ise Mazdakilere sempatiyle bakıyorlardı. Mazdakizm hareketinin İran’ı kasıp kavurduğu günlerde, Yahudiler kendi aralarında çatıştıklarından, Ortodoks Yahudiler olan Talmudçular orada nefes alamaz hale gelmişlerdi ve kaçıp Bizans’a sığınmak zorunda kaldılar. Gumilev’in tabiriyle “gerçi orada da asık bir suratla karşılandılar, ama yine de bu İran’da kalıp ölmekten daha iyi idi.” (21)


Mazdakîlerle birlikte Kafkaslara kaçan Yahudiler, Terek ile Sudak (veya Sulak) arasına yerleşip, yerli halk Hazarlarla takışmaktan kaçınarak sığır beslemeye başladılar; ama Sabbat bayramını ve sünnet olma geleneğini de bırakmadılar. Uzunca bir süre böyle geçti.


Bizans’a kaçan Yahudiler İran’da buldukları dini serbestiyi burada bulamadılar. 546’da Bizans imparatoru Justinianus bir ferman yayınlayarak Yahudilerin fısıh (hamursuz) bayramının Hıristiyanların Kutsal Haftasına rastlaması halinde, bunu kutlamalarını ve mayasız ekmek yemelerini yasakladı. 553’de ise Yahudilerin “sözlü geleneklerini” kullanmaları yasaklandı. Bu durum Yahudilerde İran yanlısı bir tavır oluşturdu. 602’de İran’la Bizans arasında savaş çıkınca, Yahudiler Bizans’ın arka bahçesinde din kökenli karışıklıklar çıkardılar ve el altından İran’a yardım ettiler.


723 yılma gelindiğinde İmparator III. Leon, Bizans İmparatorluğu sınırları dahilinde, yaşayan tüm Yahudilerin zorla vaftiz edilmesi yönünde bir ferman yayınlayınca, Yahudiler artık burada daha fazla kalamayacaklarını anlayıp Hazarya’ya göç ettiler. Hazarya’ya daha önce İran’dan kaçan Yahudiler Kabbalist, Bizans’tan gelenler Talmudçu oldukları için Kabbalistler tarafından pek de güler yüzle karşılanmadılar, ama ne de olsa kendi hemcinsleriydi. Hazarya’da Hazarlar ve Yahudiler tam 200 yıl birbirlerine karışmadan barış içinde yaşadılar.



Hazarlar ve Göktürkler

Biraz önce Hazarların Horasan taraflarından gelen Sakaların torunları olduğunu belirtmiştik. Hazarların ve Bulgarların bir zamanlar Horasan’da bulundukları konusunda bazı Yahudi rivayetleri de vardır. Buna göre Hazarların da aralarında bulunduğu dört Türk kabili si yağmur yağdırmak suretiyle düşmanlarını mağlup etme tılsımını biliyorlardı; hükümdarlarına Hazarca “Hazan ” diyorlardı. Yine Yahudi rivayetlerine göre Türk’ün hakimiyetindeki dört kabileden oluşan devlet, henüz Hz. İbrahim’in zamanında onun oğulları tarafından kurulmuştu. (22) Muharref Tevrat’a dayalı bu rivayetin elbette hiçbir bilimsel değeri yoktur. Yahudiler zaten bir dönem Araplarla, bir dönem Türklerle, bir dönem Japonlarla (23) akraba olduklarını iddia etmişlerdir. Güya Japon imparatoru Davut peygamberin soyundan ve Japonlar da kayıp on Yahudi kabilesinden birinden türeyen sülaleden inmişler (24)...


Z.V. Togan, hem Hazarların aslının Sakalar olduğunu ileri sürmekte, hem de Yahudi rivayetine istinaden “Yafes oğulları arasında en akıllı ve bilimli olanların yalnızca Türk ve Hazar olduğunu ” , diğerlerinin bozkır halkları olarak kaldıklarını belirtmektedir ki, Musa’dan 800 yıl sonra keyfi bir şekilde yazılan Tevrat’a dayanılarak Hazar adının çok eski olduğu şeklindeki bir iddia pek gerçekçi gözükmüyor. Halbuki Kazanlı tarihçi Haşan Ata el-Abeşî haklı olarak, Arapların Türklerle tanıştıktan sonra Türkçe konuşan bütün kabilelere Türk adını verdiklerini, fakat daha sonra Hazar civarındaki Türklerle karşılaşınca çekik ve dar gözlü oluşları sebebiyle onlara “Hazar” dediklerini (25) belirtmektedir ki, gerçekten de Arapçada “Hazar” ( arapça yazı var -SB ) kelimesi “çekik ve dar gözlü” anlamındadır. Zaten ne eski Çin kroniklerinde, ne Pers kaynaklarında “Hazar” adında bir halktan veya kabileden bahsedilmez.


Hazarların Hazar çevresine daha doğrusu İtil nehri boylarına ne zaman geldikleri tam olarak bilinmiyor; fakat bağımsız bir siyasi varlık olarak ortaya çıkışları Sabirlerin çöküşünden sonra yani VI. Yüzyılın ortalarından biraz sonralarına rastlamaktadır. (26) Yine de Hazarlar, Batı Türklerinin veya diğer deyişle On Oklar’m batı taraflarına doğru sarkıp, Hazarya’yı soluklanma noktası olarak kullanmaya başlamalarıyla birlikte, onlarla çarçabuk kaynaşmış ve hatta komşularına karşı kendilerine güçlü bir müdafi bulmuşlardı. Çünkü İtil deltasında ve Terek vadisinin ormanlık bölgelerinde yaşayan Hazarlar bozkırlı Kara Bulgarlar ve Dağıstan (şerir) dağlıları tarafından kuzeyden ve güneyden kıskaca alınmışlardı. (27) Aslında belli bir süre Sahirlerin hakimiyeti altında kalan Hazarlar, onların Avarlar tarafından ezilmesinden sonra, Avarların pençesine düşeceklerdi; ama Avarlar arkalarından kovalayan Gök-Türklerin kılıçlarından kurtulmak için hızlı bir şekilde Avrupa yönünde ilerlemelerini sürdürdüler. Sabirlerden ve Avarlardan boşalan yeri Kara Bulgarlar ve Dağıstan dağlıları alacakken, Türkler bölgeye çıkıp geldiler ve böylece Hazarlar, Sabirlerden kurtulduk derken, Türklerin hakimiyeti altına girdiler. (28)

Türklerin Hazarya’ya gelişleri, Gök-Türk Hakanlığının ikiye ayrılmasından sonra, Batı Türk Hakanlığının yayılma dönemindedir. Gerçi İstemi-han zamanında bir Kafkasya seferi düzenlenmişti, ama Türklerin ağırlıklı olarak Kafkaslara yönelmeleri VII. Yüzyılın başlarındadır. 571 yılında Bizans-Sâsânî savaşlarının başladığı günlerde, Gök-Türklerin batıya doğru ilerlemeleri sürüyordu. Kuban ırmağı havzası, arkasından Azerbaycan Türklerin eline geçtiyse de, Bizans’m yapılan anlaşmaya uymaması yüzünden bu ilerleme durdu.


Nitekim Türklere gönderilen Bizans elçisi Valentin, Türk Şad [T’anhan/ Türksant] tarafından bir güzel haşlandı. (29) “Ağzında on dili ve bin yalanı olan Rimler siz değil misiniz?” Sözlerini bitirdikten sonra on parmağını ağzına tıkıp çıkartarak devam etti: “Şu anda benim ağımda on parmağım olduğu gibi, siz Rimlerin ağzında da on diliniz var. Biriyle bana, diğeriyle benim kölelerim Varhonitlere (Avarlara) yalan söylüyorsunuz!... Şu bedbaht Alanlara ve hatta Utigur [Oturgur] lara bakın. Engin cesaretleriyle coşup, güçlerine güvenerek muzaffer Türk milletine karşı çıkmaya cür’et ettiler, ama ümitleri boşa çıktı. Bu yüzden tebaamız ve kölemiz oldular!” (30)


Türk Şad’m Bizans elçisine kızmasının tek sebebi bu değildi. Bir defa Bizanslılar büyük bir saygısızlık etmiş ve Türklerin yas döneminde çıkıp gelmişlerdi. Çünkü o sırada İstemi-han ölmüştü ve Türkler yastaydılar. Üstelik Bizans elçilik heyetindekiler Türk göreneklerine uyup yüzlerini bıçakla kesmemişlerdi. Ayrıca Türklerin Azerbaycan’da ilerlemelerini durdurmak için Sabir kitlelerini Avarlar vasıtasıyla ortadan kaldırmışlardı. Onlar Türk Şad’ın huzurundan ayrılıp Tarduhan’ın yanma gittikten sonra geri dönerlerken Kırım’da Kerç kalesinin Türkler tarafından fethedilmiş olduğunu gördüler. (31) Fakat Türkler Kırım’da fazla uzun kalamadılar ve bir süre sonra Bizans’ın baskıları sebebiyle geri çekildiler.


Fakat Gök-Türklerin Kafkaslarda ilerlemelerinin durması geçici idi. Çünkü Türk Hakanlığı içindeki iç çalkantılar durunca, Türklerin batıya yönelişleri tekrar başladı. VII. Yüzyıl başlarında Kafkas civarlarında iki yarı göçebe halk yaşıyordu: Kuban’ın kuzeyinden Don’a kadar uzanan topraklarda Bulgarlar (Uturgur, Unnogundur, Onogur vs.), Aşağı Terek ile Aşağı İtil sahillerinde ise Hazarlar. 589 ve 626-630 yılları arasındaki savaşlarda Hazarlar hiç de kafa yormadan kaderlerini Türklere bağladılar. Ne de olsa ikisinin kökeni de aynıydı. Hazarlar Sakaların torunlarıydı. Gök-Türklere ise Bizans elçisi Zemarkhos’un dediği gibi “eskiden Saka deniliyordu, şimdi adları Türk olmuştu.”


Türk-Hazar ittifakı konusun da Gumilev şöyle der: “Türkler ortaya çıkınca Hazarlar onların tuğları altına sığınmak ve hiçbir şeyin muhasebesini yapmamakta tereddüt göstermediler. Altaylardan Don’a kadar bütün bozkır kabilelerini kurt başlı tuğları altında toplayan Türkler, kervan yolunu felce uğratan baş düşmanları İranlıların hakimiyetindeki Trans-Kafkasya’yı ele geçirmek için çetin savaşlar verdiler. Türklerle birlikte Azerbaycan ve Gürcistan’ı yağmalamaya giden Hazarlar, büyük çapta ganimetlerle döndüler. Türk hakanlığı T’ang İmparatorluğu’nun darbeleriyle yıkılınca, serbest kalan Hazarlar kendi devletlerini kurdularsa da, başlarında yine Açina hanedanından hakanlar bulunmuştur . Türklerle başarılı bir simbioz sergileyen Hazarlar, 650’de güçlü bir devlet halini aldılar.” (32)


Türkler İran’ın şah damarlarını kestikleri için artık Perslerin Kafkaslar üzerinde bir etkisi yoktu, fakat İran’ı fetheden Araplar aynı sıralarda Kafkaslarda hiç hesapta olmayan yeni partner olarak devreye girmişler ve Hazarları tehdit etmeye başlamışlardı. Gerçi Hazarlar Araplara karşı olan tüm muhalif güçleri bir bayrak altında toplamayı başarmışlar ve hükümranlık alanlarını Kırım, Aral Gölü, Kuban, Oka, Desna ve Sakmar’a kadar genişletmişlerdi; ama o sıralar artık bölgeye sokulmuş olan Guzlar, kuzeydeki Madyarlar, batıdaki Alanlar ve (Kara) Bulgarlar hiçbir zaman onların dostu olmamışlarsa da, vaktiyle Batı Hunları bünyesinde acı tecrübeler edinen bazı halklar Hazar-Arap çatışmalarında taraf olmak istemediler.


Kara Bulgarların, Burtaşların, Madyarların ve daha sonraları Peçeneklerin, Guzların ve Kıpçakların “Türk ” adını hiç kullanmamış "İmaları belki anlaşılabilir, ama bir süre Batı Türkleri hakimiyetinde yaşayan, onlarla kader birliği eden ve üstelik de başlarında Açina soyundan gelen hakanların bulunduğu Hazarların “Türk ” adını kullanmamış olmaları ilginçtir.


Bizans imparatoru Heraklios’un Ermenistan ve Azerbaycan’da o zamanki adıyla Albanya’daki hakimiyeti pek de sağlam değildi. Ermeniler ve Albanlar Persler kadar Bizanslıları da sevmiyorlardı ve İsyan etmişlerdi. Bir yandan Perslerin diğer yandan isyankâr mağlupların arasında kalan Heraklios, eski dostları Türklerden müttefik atamak zorunda kalmıştı. İşte Bizans kaynaklarında Hazarlardan ilk defa bahsedilmesi de bu vesileyle olmuştur. (33) Türk-Bizans müşterek ordusunun Kafkaslardaki fetihleriyle ilgili detaylı bilgiyi, özellikle Kalankatlı Moses’in “Albanya Tarihi” adlı eserinde bulabilirsiniz. (34) Ermenistan’ın nihai olarak fethinden sonra Türkler tekrar çekip giderken , Heraklios da Perslerle yarım kalan hesabı tamamlamak için İran üzerine yürüdüğü sırada, Türkler belli miktarda askeri gücü Hazarların yanında bıraktılar (yaklaşık 40 bin savaşçı). 


Hazarların giderek güçlenmeye başlaması da bu tarihten itibarendir, ama yine onların komşularını ve hatta Slavları dahi haraçgüzar halklar haline getirmeleri için epey bir zaman geçecektir. Rus tarihçi M.İ. Artamonov, Hazarların bir hakanlık haline geliş tarihi olarak 651 yılını göstermektedir. (35)


Hazarların gerçek anlamda bir imparatorluğa dönüştükten yıkılışlarına kadar geçen süre, esasen iki yüzyıldan daha azdır. Yani Türk adını taşımayan bir Türk imparatorluğu, henüz iki yaşını bile doldurmadan tarihten sessiz sedasız çekilmiş ve günümüzde Hazarlıların torunları olduklarını iddia eden kimse kalmamıştır. Hazar İmparatorluğu’nun Araplar tarafından iyice hırpalandıktan sonra Rus knazı Svyatoslav’ın basit bir darbesiyle camdan bir fanus gibi darmadağın oluvermesinin asıl suçlusu Hazarlar değil, Yahudilerdir.


Konumuzun çerçevesi dışında kaldığı için detaylarına girmeyeceğiz, ama Yalıudilerin Hazarya’da güçlenip devleti ele geçirmeleri ve yerli halkı kendi devleti içinde adeta “parya” haline getirmeleri, gerçekten incelenmeye değer bir konudur . Kur ’an’ın yalnızca bir sayfasında Allah kelimesinin 16, Tevrat’ın bir sayfasında ise “altın” kelimesinin 25 defa tekrarlanması, sanırım Yahudilerin bu hakimiyeti neye borçlu olduklarını izah etmek için yeterlidir. Yahudi, “altın” için sadece kendisi gibi safkan bir Yahudi’yi satmaz. Ama onun dışında kalan insanların Yahudi için hiçbir değeri yoktur. Arap coğrafyacısı Mesudî’nin anlattığı bir olay bu konuda en çarpıcı örneklerdendir.


Kısaca anlatmaya çalışalım. Ruslar, Hazar Denizi sahilinde Müslümanların oturdukları Taberistan sahillerini yağmalamak için Hazarların Yahudi melikinden izin isterler ve ele geçirecekleri ganimetin yarısını vaat ederler. Melik buna izin verir. Ruslar o güne kadar düşman gemisi gelmediği için en ufak bir tedbir dahi olmayan Taberistan sahillerine gemilerle yaklaşıp birkaç ay boyunca binlerce Müslüman’ı katleder, ırzına geçer, bol miktarda ganimet alırlar. Fakat Hazar devletinin ordusunun neredeyse tamamı paralı askerlerden oluşmaktadır ve bunların ağırlıklı kesimi de Harezmli Müslümanlardır.


Bu Müslümanlar, Rusların yaptıklarını duyunca, Hazar melikine “aramıza girme!” diye ihtarda bulunurlar. Hazar sahillerine dönen Ruslar Yahudi melike söz verdikleri ganimetin yarısını gönderirler. Ama melik de onlara el altından Müslüman askerlerin saldırıda bulunacakları yolunda haber gönderir. Sonunda Ruslar kuvvetlerinin neredeyse tamamını kaybederler ve bir daha da Hazar Denizi’ne gemilerle gelip Müslüman topraklarına saldırmaya cesaret edemezler. (36)


Hazarların Yahudi yöneticileri yalnızca Müslüman komşularına ve diğer tebaa halklara ihanet etmekle kalmadılar, bizzat kendi halklarını da ağır vergilerle ezdiler. Maddi ve manevi olarak horladılar. Bu manevi horlanmadan Açina soyundan gelen Türk hakanlar da naiplerini aldılar ve saraylarında adeta bir kukla gibi tutuldular. 


Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nde cumhurbaşkanı ve başbakan ne ise (Türk (?) ve Gürcü), Hazarlarda da melikle (başbakan) ile hakan (cumhurbaşkanı) aynı şeydi. Özellikle Osmanlı’nm son yüzyıllarında nasıl Anadolu Türkmenleri artık Osmanlı’yı kendisine büsbütün el olarak görmeye başlamış ve koca imparatorluk çatırdarken kılını kıpırdatmamışsa, Hazarlarda da Ruslar küçük bir kuvvetle gelip devlete saldırınca yerli Türk halkı kılını kıpırdatmamıştı. Çünkü artık Hazar devletinde hiçbir şey Hazarların değildi. Kısacası onlar kendi devletlerine küsmüşlerdi. Rus tarihçisi L. N. Gumilev, bunu Hazar Çevresinde Bin Yıl ve özellikle Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları adlı eserinde dramatize ederek çok güzel bir şekilde anlatır. 


Günümün Türkiye Cumhuriyeti’nde de durum farklı değildir ve Atatürk’le birlikte biraz nefes almaya başlayan Türk halkı, onun vefatıyla birlikte yine Osmanlı günlerine geri dönmüştür ve bugün dahi durum aynen sürüp gitmekte, Türkler güya kendilerinin devletin sahibi olduğunu zannetmekte, ama esasen hiçbir şeyine sahip olmadıkları gibi, hiçbir nimetinden de yararlanamamaktadırlar. Etnik hafızaya sahip olmayan , kendi devletlerine sahip çıkmasını, (güya demokratik sistemlerde) seçim sandığından kimi seçip çıkardığını bilmeyen halkların kaderleri budur. Zaten mankurtların daha iyi hayat şartlarına sahip olma, kendi devletlerinin sahibi, hükümran insanlar gibi dolaşma hakları olamaz.



Hazarların akıbetini mi merak ediyorsunuz? 


Devletleri esasen Ruslar tarafından yıkılmadı. Svyatoslav ilk darbeyi indirdikten sonra Tuna nehri boyundaki kargaşayı halletmek için alelacele çekilip gitti, ama onun yarım bıraktığını Guzlar (Torklar) yani Türkler tamamladı ve Hazar devletini haritadan sildiler. Hazarların bir kısmı Polonya kralı Yogayla tarafından alınıp götürüldü. Bir kısmı, daha doğrusu Hazar kılıklı Yahudiler (37) İspanya tarafından gelip Kiev’de Yahudi kolonileri oluşturmuş olan kendi hemcinslerine sığındılar. Bir kısmı daha sonra tekrar bağ bahçelerine döndüler, (38) ama önemli bir kısmı bilâhare Rus kroniklerinde “brodnik ” yani Kazak (Kossak) diye zikredilen ve dini takibata uğradığı için çeteler halinde yaşayan küçük kitlelere dönüşüp, en sonunda Ruslar adına Kuzey Sibirya’yı fethedenlerin safında yer alıp kendi ırkdaşlarmı katlettiler.


Bu “brodnik ”ler yani Kossaklar, kendilerine neden Kossak (Kazak) adının verildiğini dahi bilmeden, (39) Kırım’da Kırım Türklerine, Osmanlı İmparatorluğu’nda sahil şehirlerinde yaşayanlara misli emsali görülmemiş zulümler yaptıkları gibi, Rusların Orta Asya’yı, Kafkasları işgali sırasında öncü kolluk kuvvetleri ve en nihayet Sarıkamış savaşı sırasında Türk-Rus sınırlan boyunda ve İran içlerinde tamamı kırılsa dahi Slavyanların zerrece göz yaşı dökmeyecekleri fedai bölükleri olarak görev yaptılar ve on binlercesi hayatını kaybetti.


Sonuç itibariyle Polonya hariç Rusya sınırları dahilindeki Yahudilerin büyük çoğunluğu hayatlarını saklayıp, yüzyıllar sonra da olsa İsrail’e dönmeyi başardılar; ama “ben Hazar Türküyüm”, “ben Hazarların torunuyum” diyen kimse kalmadı. Hazar devletini Türk devleti olarak sayan sadece biziz; ama acaba onlar kendilerini Türk olarak kabul ettiler mi?


Peki, neden böyle oldu? Sorunun cevabı çok basit: Yahudiler, birkaç bin yıl boyunca etnik hafızalarını korurken, Türkler etnik hafızanın ne olduğunu dahi bilmediler. Çünkü Türkler, Gök-Türk abidelerinde belirtildiği gibi, “karnı tok iken açlığı hatırlamayan, karnı açken tokluğu bilmeyen” ama her şeye rağmen “atlanınca atasını tanımayan” mankurt bir millettir; yeter ki karnı doysun, yeter ki hayvan gibi tıkınması engellenmesin, bu ona yeter ve bu satırların yazarı da ne yazık ki o milletin bir bireyidir!!



D.Ahsen Batur
1200 Yıllık Sürgün- Türk Sözünün Hazin Serüveni
Selenge Yayınları,2013 (okuyalım..)

14 Togan, Umumî, s. 20.
15 Artamonov, Hazar Tarihi, s. 10.
16 Artamonov, Hazar Tarihi, s. 155
17 Age., s. 156.
18 Himyeri, Ravzu’l Mi’tar, s. 11.
19 Biruni, Maziden Kalanlar, s. 184.
20 Gumilev, Eski Ruslar, 1/134
21 Aynı yerde.
22 Togan, Umumî, 21.
23 Nânâ, Yahudi Tarihi, s. 384.
24 Aynı yerde.
25 El-Abeşi, Türki Kavmler Tarihi, s. I I 2-113: “Araplarga evvel malum oluvları bile “Türk” ismindegine malum oldılar. Sonra Arablar bu Türkleming gözleri kıska ve tar oldığım (kavmi türkining Arab ve İranilerge nisbeten barçasmda köz tar ve kıskarak boladır) kördilerde, bu manide olan “Hazar” lafz-ı arabisi ile tesmiye eylediler. Şul vaktdm song uşbu tubangi Bulğarlar ve taht-ı tabiyetlerinde olan başka Türkiler barçası “Hazar” ismi ile şayi oldular..”
26 Kurat, Karadeniz’in Kuzeyinde Türk Kavimleri ve Devletleri Tarihi, s. 30
27 Gumilev, Hazcır Çevresinde, s. 208.
28 Artamonov, age., s. 179.
29 Taşağıl, Gök-Türkler, 1/33.
30 Gumilev, Eski Türkler, s. 69.
31 Taşağıl, 1/34.
32 Gumilev, Haz'ar Çevresinde, s. 208.
33 Artamonov, age., s. 195.
34 Kalankatlı Moses’in bu eseri Selenge Yayınları arasında çıkmıştır.
35 Artamonov, age., s. 230.
36 Mesudi, Murûc, s. 144-147.
37 Artamonov, Hazar Tarihi, s.
38 Dunlop, Hazar Yahudi Tarihi, s. 273.
39 Savelyev, Y.R, Drevnaya istoriya kazaçestva, s. 17.





ilgili:
Sabirs, Sabaroi, Sabiri, Savari, Sabans, Sibirs, Suvars, Zubur, Subartuans, Aksuvars, Aksungurs and other variations.

In the merry-go-around of the nomadic coalitions, the Kayi Huns supplanted Massagets (Masguts, Alans), or Massagets (Masguts, Alans) supplanted Kayi Huns at the head of the Northeast Caucasian Türkic tribes. Then Savirs supplanted  Kayi or Masguts, and became an umbrella term in the Byzantine-Persian confrontation, then Huns supplanted  Savirs and became a dominating force in the Caucasus till the the Arabs decimated them, and forced them to ally with Khazars. From then on, the North Caucasian Türkic tribes appear under the umbrella term of Khazars, although the Bulgar and Suvar magnates continued running the Khazar Empire.







6 Mart 2017 Pazartesi

Hazar Kralı Bulan Kimdi? Paneli ve Notlar



Hazar Türk Hakanı (?)



Who Was King Bulan of Khazaria? Jewish Biography as History by Dr. Henry Abramson(video) için notlar: Bu panele gelenler akademisyen olabilir ve konuşulanları anlayabilir, ama halk anlamaz, bilmiyor Avar'ı, Tengri'yi...


* Avarlar'dan bahsetti, Türk olduklarını söylemedi. Hazarlar gibi aynı bölgede, aynı atadan gelenler...
* Tengri'nin Tanrı demek olduğunu söylemedi.
* Videoda gösterdiği Menorah resminde, Menorah'ın ucunda Kırım Tamgası var. Hakasya'daki kaya resmindeki 'menorah' 'Yahudilikten' öncesine ait.



Menorah ya da Yedi Kollu Şamdan; yoksa Yedi başlı Şaman, ya da Yedi Ata mı?


"Bilgilerin değiştirildiğini bildiğimiz" wiki'de bile MÖ.12.yy-10.yy dan başlayan bir "Yahudi" tarihi varken; MÖ.12.yy da yaşamış Musa'dan önce (Mısır'dan Çıkış) Menorah kullanımı yokken; Romalılar döneminde menorah var evet, ama Suvar/Sabar Türkleri (MÖ 3000) - Kimmer - İskit ilişkisi ve göçleri göz önünde bulundurulduğunda, ki Suvar/Sabar Türkleri Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Mezopotamya'da yaşamış ve Sibirya'ya kadar gitmiş, bölgeye adını vermiş Türklerdir; Hakasya petrogliflerinin yaşı ise MÖ.3000'den başlar.   Lakin Menorah'ın Yahudilerin tarihine girişi: "Süleyman Mabedi ile MÖ.1000 lerde başlar", denir. (ayrıca bknz. Süleyman Mabedi Turanlılara yaptırdıek:"Yahudilerin" Kronolojisi (Jewish History)






Peki en eski "Menorah" nerede?... Çünkü "Yahudi" dediğimiz topluluğa ait en eskisi sadece 2000 yaşında, ondan öncesi yok!.. Bir de, resimdekileri dikkatli incelersek, Kıpçak ve Kırım sembollerine, tamgalarına benzer damgaları kolaylıkla görürüz. Mezar taşlarına Yaşam Suyu'nu betimleyen "Kap" ve "İbrik"leri hangi millet koyuyor? Ayrıca en sağdaki (yukarıdaki foto) şamdanın altındaki tamga, Hakasya petroglifinde (alt kısım), Pazırık kurganında ve bugün Karaçay-Malkar'ın kullandığı (bayraklarında da var) tamgasının benzeri var.  Memluk Türkleri de bayraklarında kullanmış . Karaçay Malkar Türklerine ait tamgalardan biri de Üç Dişli Tarak'tır, tıpkı Kırım Tatar Türklerinin bayrağındaki gibi... (Memluk / Karaçay-Malkar için bknz.), (Karaçay-Malkar Sülale Tamgaları için bknz): (oldest menorah için bknz.): (Hazar Türklerine ait Tatar (Kırım Türkleri) Tamgası ve Kafkas Tatar Tamgası için bknz.): (Diğer Hazar Tamgaları için bknz.)





Devam edelim:


* Karaitler- Karaim yani Karay Türkleri yani, yine söylemedi, ve evet Hazarların torunlarıdır, Kıpçak Türkçesi konuşurlar.

* 12.yy da batıya göçler başlıyor gösterdiği haritaya göre. Almanya - Polonya - İngiltere - Fransa - Kırım. 13.yy'da Almanya'da bulunan Aşkenazilere ait AY YILDIZLI madalyon Türk olduklarını gösterir. 15.yy'da ise İspanya - Portekiz - İtalya - ve İstanbul . Yiddish (Yidiş 1000 yıllık bir dil!: Ortaçağ Almancası-Türkçe-İbranice karışık) dilini de 12.-13.yy'da kullanmaya başladılar dedi :) Almanya'ya göçün tarihi aynı zamanda, ondan önce Türkçe konuşuyorlardı. Tek bir Aşkenazi (Türkçesi) kalmadı diyor, kalmaz tabi.... Almanya'ya gurbete gidenlerin torunları bugün nasıl Türkçe konuşuyorsa,  hem de 60 yılda, öylece kaybolur, zamanla çevrene uyum sağlarsın. Bir de yasaklanan, imha edilen Hazar Türkçesi var (ek bölümünde), asimile etmek!... Bunlara niye değinmezler...?




* ALTI KÖŞELİ YILDIZ'ın Yahudi sembolü olmadığını, 19.yy'da Yahudilerin sembolü olduğunu söylemiştir (ki doğrudur, alkışlıyorum Abramson'u). Yukarıdaki resimde de gördüğümüz gibi Saka Türklerine ait kurgandan çıkan aynanın üzerindeki geyikler altıköşeli yıldızı oluşturuyor. Ayrıca, Noin-Ula Türk/Hun kurganından çıkan tamgalardan biridir ve Hunlar yazıtlarında kullanmış. Hunların yazıtları vardı, ama maalesef günümüze kadar yaşayamadı.

* Aşkenaziler Batı Avrupa Yahudilerine dönüştüler. [O zaman diyebiliriz ki Hitler Türk Musevilerini katletti.] Ama onların dış görünüşü sadece koyu renk tenli, kahverengi gözlü ve saçlı değildi, Hazarlardan sonra gelen Kıpçaklar, Kumanlar da aralarına karıştı ve onlar açık renkli ten ve saç ve mavi gözlü idi. Yahudiler  koyu renkli ve kahverengi gözlüdür, çünkü Araplarla aynı kökten gelir.[Sami]


* Kurganlardan bahsetti, Yok dedi, Var aslında sadece bakmasını bilmiyorlar. Hatta makalenin biri taze taze Ocak 2017...





1) İKİ HAZAR KURGANINDAN ÇIKAN KEMİKLERE YAPILAN DNA TESTİ

SONUÇ: 
Hazarlar "Yahudi" topluluğundan değildir. Türktür. Ortak ataları İskit'tir.
Akrabaları arasında Karaçay-Malkar/Balkar, Başkır, Tatar, Özbek, Kırgız Türkleri mevcuttur. Ayrıca Andronovo, Sintaş (Arkaim) ve Karasuk Kültürleri vardır. Buraları hep Türk boylarının at koşturduğu ve yerleştiği bölgedir.

Excavated DNA from Two Khazar Burials -PDF
Anatole A. Klyosov,Tatiana Faleeva , Published: January 18, 2017

ABSTRACT
To understand a biological tribal affiliation (in terms of Y-chromosomal haplogroups, subclades, and haplotypes) of two excavated Khazar bone remains in the lower Don region in the south of Russia, we have extracted and analyzed their DNA and showed that both belonged to haplogroup R1a and its subclade Z93. The pattern could be considered typically “Turkic”, and not a Jewish DNA lineage. Their haplotypes were also identified and reported here. The haplotypes indicate that both Khazars were unrelated to each other in a sense that their common ancestor lived as long as 1500 - 2500 years earlier than them, in the middle of the II millennium BC―beginning of the I millennium BC, during typically Scythian times or somewhat earlier. Their haplotypes are unrelated to well-known Jewish haplotypes of haplogroup R1a.


Conclusion
The discovered subclades (R1a-Z93) and haplotypes from the two Khazar burials, one of early Khazar, and another of late Khazar times, are likely to be assigned to Turkic nomadic tribes, which migrated between Central Asia (and Altai region in particular) and the Black Sea area since the middle of the II millennium BC through the I millennium CE and some later. They belonged apparently to different tribes and different haplogroups (among them haplogroups C, G, Q, R1a, R1b), however, thus far only haplogroup R1a was discovered among ancient excavated DNA of the Scythians and related tribes (Haak et al., 2015; Allentoft et al., 2015) . This study describes ancient R1a haplogroup in two Khazar skeletons, dated about 1200 and 1300 years before present (earlier and later Khazars) though the two belonged to rather distant DNA lineages, with their common ancestor who lived some 1500 - 2000 years before them. Both the Khazars (R1a-Z93) were unrelated to ancestors of the present day ethnic Russians, Ukrainians, Belarus, Poles, and other Slavic peoples of haplogroup R1a (predominant subclades are R1a-Z280 and R1a-M458; Rozhanskii & Klyosov, 2012 ), as well as Scandinavians of haplogroup R1a (the predominant subclade being R1a-Z284; ibid.). There are, however, many peoples with a rather large share of R1a-Z93, who speak Turkic languages, and who seem rather closely related to the DNA lineages of the excavated Khazars (some of them live in the Caucasus, some on the former Scythian and Khazar land, and in the area of Volga river, such as Tatars and Bashkirs. 

It should be noted that according to DNA genealogy data none of the two ancient Khazars belonged to the Jewish YDNA (Y-chromosomal DNA) lineage.





2) Hazar Türklerine ait Atlı Kurgan, 7.yüzyılın ikinci yarısı ile 9.yüzyılın ilk yarısı

"Poyasniye nabori iz kurganov Khazarskogo vremeni mezhdurechya Dona i Sala" (Belt sets from Khazar period kurgans found between the Don and Sal rivers) by A.A. Ivanov, V.P. Kopilov, S.A. Naumenko, which appeared in Donskaya Arkheologia, No. 1 - 2000. LİNK

Khazar, dating to between the second half of the seventh and the first half of the ninth centuries.




3) Hazar, Kıpçak ve İskit Kurganı

KHAZAR BURIAL MOUNDS AT CHASTIYE KURGANY

by Vladimir Klyutchnikov
Last Updated: October 26, 2013
Chastiye Kurgany is an archaeological site composed of about 30 kurgans (burial mounds) in the Rostov region of Russia. It is located between the Seversky Donets River (a tributary of the Don River) and the Bystraya River. It lies at a distance of 150 kilometers north-east from Rostov-on-Don.

The investigation of this site started in 2000. The excavations of the first mound revealed a burial of rather a rare type dated to the 5th-4th centuries B.C.E. The following artifacts were found there: a bronze cauldron, a brazier, various arrowheads, pottery, as well as some horse harness details of a Scythian beast style. These molded bronze heads and figures of beasts are genuine pieces of antique art.

In the next year (2001), the excavations were continued by the Don Complex Archaeological Expedition. It consisted of two groups: a group of students from Rostov State University (headed by Professor V. Ye. Maksimenko) and an international group of volunteers (headed by the editor of "Donskaya Arkheologiya" journal Vladimir Klyutchnikov).

The 2001 expedition excavated 6 mounds. Three of them happened to be Khazarian mounds. One was from the Scythian era (4th century B.C.E.), and two of them were Polovtsian (Kipchak) mounds.

Here are short descriptions of the three Khazarian mounds: LİNK




4) Khazar Kurgans (Hazar Kurganları)

"For the periods during which the Turk-Khazar political authority was strongest (namely, during the 6th- early 7th and late 7th-8th centuries AD), the material culture found in the territory that was later occupied by the SMC* was represented by rather poorly differentiated, mixed, and heterogeneous material evidence and archaeologcal contexts. The burials of this period, however, manifested "typological closeness" among themselves; they were typical interments with a horse, horse fittings, weapons, and fragments of belts. Because ofthe general paucity of outstanding burials (in term of their material wealth), Pletneva noted that it was not possible to attribute them "ethnically": as a result, the Khazars' presence in the steppe already in the seventh century was in doubt. Pletneva surmised the possible existence of some "different" nomads (not Khazars) in the territory west of the Nothwestern Caspian region during this period because the material culture there appeared to be "wealthier". Those other groups, in her understanding, would have been at the "second stage of nomadism", which entailed movement between permanent stations populated by some permanent settlers. In other words, these were "nomads with a culture" (as opposed to Pletneva's category of the "first stage" designating the "nomads without culture" that was already mentioned). This however, was not yet a "culture" comparable to the SMC; it was too heterogenous and "multiethnic". This material culture belonged to the populations with mixed economies and to those who potentially paid tribute to the Khazar, but not to the Khazar "themselves", who resided in the Lower Volga.

Moreover, among those mixed contexts, Pletneva had isolated singular burial complexes that she atrributed to elites. In contrast to the ordinary graves, these burials contained a greater number of unique objects than usual, sometimes even hoards of them; otherwise, their ritual display was similar to the displays in other typical graves. These elite burials were located in the western regions, such as in the Ukraine; in the north, at the Middle Volga; and in the south, in Dagestan. Although Pletneva was tempted to attribute the relatively "rich" burials to the Khazars, she neverthless abstained from doing so owing to the absnece of such burials in the Lower Volga - the historical "Land of the Khazars".

What kinds of burials were there in the Lower Volga and the Black Lands in this period? In her archaeological overview of this territory, Pletneva remarked on the relative absence of artifacts of wealth and on their complete absence in the burials of this early Turk-Khazar period. In fact, she noted that even the burials that included some earthwork (kurgans and moats) were almost entirely lacking in artifacts. This observation is not surprising, however, in view of what has just been argued. Typical burials in that area for the first phase of the Khazar imperial incorporation contained charecteristic objects, namely, a horse, weapon (s) (e.g., swords, bows, arrows, knives), and albeit rarely, some singular heraldies that came from belts, dresses, horse harnesses or saddles.


Ethos Materiality and Paradigms of Political Action (page 188-215)
İrina Lita Shingiray - page 208-209
introduction: " Hence, the political landscape of the Northwestern Caspian region in the second half of the first millennium BC was dominated initially by the First Turkish Empire, which collapsed to the seventh century AD, and later by the Khazar Empire, from the sevetn to the tenth century AD. The contemporary medieval chronicles referred to both polities as Turk of Khazar interchangeably. Both Turkish and Khazar states wree typical imperial confederations, ruled by autocratic nomadic Turkic elites and incorporating diverse nomadic and seminomadic groups and lineages into a single inclusice community and a total polity.

The Archaeology of Power and Politics in Eurasia: Regimes and Revolutions - LİNK
editör: Charles W. Hartley,G. Bike Yazicioğlu,Adam T. Smith
* SMC is short of Saltovo-Mayatskaya Culture.
Irina Lita Shingiray,2003
Research Associate
Rothermere American Institute
The Politics of War and Trade Between the Nomadic Khazar Empire and the Islamic Caliphate (7th-10th Centuries A.D.)




5) KHAZAR KURGANS

"Without a concise description of the “Khazar” kurgans, and their cross-comparison with other traits and attributions, even putative affiliation is impossible. What one calls “entry chamber”, others call “ledge”, and others call “catacomb” (“podboi” in Russian-lingual reports), which the Russian archeologists loved to identify with their favorite “Iranian-speaking” Alans. Go figure." - N.Kisamov - LİNK


Hazar Türkleri / Gümüş Tabak
Güreşenler



Devam edelim...


* Y-kromozomunu sadece erkek taşıyor, bu yüzden Y-DNA dan ATA'ya gidilebilinir. Mitochondrial ise kadınlarda (XX). Lakin MtDNA değişkendir, çünkü erkek XY taşır, ve X'i oğluna taşıdığı gibi kızına da taşır. O zaman Yahudiler niye ısrarla Annenin Yahudi olmasını istiyorlar ve 'din' soyunu ondan yürütüyorlar? Çünkü erkekten de X geçebilir, yani mtDNA soyu değişkendir!. Ya erkek (YDNA) atanın anası Yahudi değilse, anasından geçen mtDNA kızlarına geçmiyor mu yani? Geçiyor tabii ki :) Bu yüzden de anti-semitiklik yapanlar, onlara göre 'Yahudi anneden doğmayanlar Yahudi değildir' görüşünde olanlardır.  Yani onlara göre, sonradan Museviliği seçenler Yahudi değildir, çünkü soya bakıyorlar, ama işine geleni, Einstein'i kabul etmemezlik yapar mı hiç?.. İnsanlar ikiye ayrılır; İyiler ve Kötüler, ne din ne de etnik olarak birbirlerinden üstündür. Ama biri bana "senin milletin uydurma, sen kimsin ki 6.yy Göktürk'ten gelmişsin" derse, o zamana tarih hatırlatması yaparım ve başlangıçtan bu yana Türksüz Dünya Tarihinin yazılamıyacağını, hatta kendisinin bile var olamıyacağını hatırlatırım.... Türk düşmanlığı yapanlar, Türk adını duyduğunda küçümseyenler, kendilerine bir sorsunlar bakalım? Bizim atalarımız kim? Kimlerle karıştık?...


Gösterdiği tabloda : % 5.2 Aşkenazi erkekleri Q-P36 YDNA var - Hazar, Özbek ve Yerli Amerikalılarda var dedi. Yerliler Amerika'ya Asya'dan göçmüştü ve Orta Asya Türkleri ile ata, kültür ve dil akrabalığı vardır, Lakin Yahudiler bunu kendilerine bağlayıp "Aaa Amerika'da atalarımız var" diyorlar :) .. Ayrıca Özbekler de Türk, ama Abramson bunu söylemiyor. Ve DNAlara bakmak kim olduğumuzu tanımlamaz, nereden geldiğimizi söyler, ayrıca önemli olan hangi kültür ve dil içinde büyüdüğündür, ki Türkler boy boy, çeşit çeşit, bu yüzden zengin bir DNA mız var. Hiç kimse bugün saf %100 DNA'ya sahip değildir. Göçlerle herkes karışmıştır. Kültür ve dil devam ediyor mu? Kimler arasında devam ediyor? Türkler devam ettiriyor, Türküz o zaman. Bununla beraber kültürü dili devam etmeyip ama atasının Türk olduğunu bilenlerde var, inkar etmiyorlar... Biz Türkler çok kolay asimile olan bir milletiz. Hazarların yerleştiği bölgede daha önceden yerleşmiş Türkler de var, onlar da Museviliği seçmiştir. Kimmer, İskit, Hun, Avar, Bulgar, Peçenek, Kıpçak- Kuman, Suvar hep bu bölgede at koşturdu, yerleşti, göçtü, karıştı.... Bunları niye dile getirmezler ve hep farklı farklı adlandırırlar? Getirmezler de söylemezler de, çünkü o zaman çok büyük ve geniş bir aile çıkıyor karşımıza, adları farklı ama soyadları Türk olan... 

İşte bu yüzden dile getiriyorum tüm bunları, biz de varız bu insanlık ve medeniyet yarışında, tarih yapanlara sadık kalın, yalan yanlış bilgilendirmeyin, ırkçılık yapmayın... yoksa her kültür, her etnik, her dil eşsiz ve güzeldir, yeter ki kalpler iyi olsun...


Saygılar, sevgiler, 
Semra Bayraktar



"Türk MemlukTextil. Türk Ant Kadehi İkonografisi ve iki yanında Dervişlerin kullandıkları Nefir Sembolü. Bu sembol Musevi Hazar Türklerinin İkonografisinde de vardır." - Nuray Bilgili
Nefir = Boynuzdan yapılmış bir nevi boru, çalgı, Avar Türkleri de kullanmıştır.

ek:

YASAKLANAN "HAZAR SÖZLÜĞÜ"
Daubmannus'un 1692'de engizisyon tarafından imha edilmiş 1691 Hazar Sözlüğü...


 "Belleğinin kasları patlayacak kadar şişti ve Brankoviç ona açık bir kitabın bir sayfasını sol gözüyle, öbür sayfasını da sağ gözüyle okumayı, sağ eliyle Sırpça, sol eliyle Türkçe yazmayı öğretti."
("Petkutin ve Kalina'nın Hikayesidir bu" başlığı altında)


Hazar Sözlüğü'nün Tarihçesi 

Bu sözlükte irdelenen olay, İS 8. ya da 9. yüzyılda geçmiştir (ya da bu yüzyıllarda benzer birçok olay olmuştur). Bu olay özel literatürde “Hazar tartışması” diye bilinir. Hazarlar, güçlü ve bağımsız bir kavım, savaşçı ve göçebe bir halktı; belirsiz bir tarihte Doğudan gelmişler, tehlikeli bir sessizlik içinde büyüyüp gelişmişlerdi. 7. ve 10. yüzyıllar arasında Hazar Denizi ve Karadeniz arasındaki bir bölgede yaşadılar. ...

Geç Dönem Bir Slav mitolojik kaynağı Kozice adlı bir denizden söz eder, bu da “Hazar Denizi” denen bir denizin var olmuş olduğunu akla getiriyor, çünkü Slavlar Hazarlara “Kozarlar” derlerdi. Ayrıca Hazarların bu iki deniz arasında (Hazar Denizi ve Karadeniz) güçlü bir krallık kurdukları ve günümüzde artık unutulmuş olan bir dine inandıkları da biliniyor. Hazar kadınları, savaşta ölen kocalarının arkasından bir yastık alır ve bu savaşçılar uğruna gözyaşı akıtırlardı bu yastıklara. Hazarlar tarihe Araplarla yaptıkları savaşlar ve İS 627’de Bizans İmparatoru Herakleios’la yaptıkları ittifakla geçtiler; ama bugün, soylarını hangi ad altında ve hangi halkta arayacağımızı bize bildirecek bütün izler kaybolmuş olduğundan kökenleri bilinmemektedir. Tuna kıyılarında, gerçekten bir Hazar mezarlığı olup olmadığı bilinmeyen bir mezarlık, ve halkaları altın ya da üç köşeli gümüşten-Daubmannus’a göre bir Hazar sikkesi-bir sürü anahtarlık bıraktılar. 

Hazarlar, tarih sahnesinden, Hazar devletiyle aynı zamanda, bu kitabın ortasında yer alacak olayın arkasından ve bizim bilmediğimiz kendi dinlerinden, bugün olduğu gibi o zaman da inanılan üç dinden birine (hangisi olduğu bilinmiyor) döndükten sonra-Yahudilik, İslam ve Hıristiyanlık-kayboldular. Din değiştirmelerinden kısa süre sonra Hazar Krallığı son bulur. Rus savaş senyörlerinden biri, Knyaz Svyatoslav, 10.yüzyılda, krallığı, atından bile inmeden elma gibi çıtır çıtır yemiştir. Hazarların Hazar Denizi kıyısında, Volga ağzında bulunan başkentleri, Rusların sekiz gün sekiz gecelik hiç uyumadan sürdürdükleri kuşatma sonucunda 943’te yakılıp yıkıldı; Hazar devleti de 965-970 yılları arasında yok oldu. 

Tanıklar, Hazar başkentinin evlerinin gölgelerinin, tahrip edilmelerinden sonra daha uzun süre varlıklarını sürdürdüklerini söylüyor. Bu gölgeler rüzgârda ve Volga’nm sularında oynuyormuş. Bir 12. yüzyıl tarihine göre 1083’te, Oleg, Hazar ülkesi arkhonu unvanını elinde tutmaktadır, ama 12. yüzyılda, başka bir halk-Kumanlar-Hazarların eski topraklarına yerleşmiştir bile. Hazar kültürünün maddi kalıntıları çok azdır. Genel ya da özel hiçbir kayıt bulunamamıştır, Halevi’nino söz ettiği Hazar kitaplarından hiçbir iz bulunamamıştır, Kiril'in kendi dillerinde dua ettiklerini söylemesine karşın, Hazarların dilinden de bir iz yoktur. 

Suvar’da, eski Hazar bölgesinde ortaya çıkarılan tek yapı büyük bir olasılıkla Hazarlara ait değildir, Bulgarlardan kalmadır. Sarkil’de yapılan araştırmalar hiçbir sonuç vermemiştir, Bizans’ın Hazarların isteği üzerine orada inşa etmiş olduğu kalenin izi bile bulunamamıştır. Devletlerinin çökmesinden sonra Hazarların adından hemen hemen hiç söz edilmediğini söylemek mümkündür. 10. yüzyılda bir Macar önderi, onlara kendi topraklarında yerleşme çağrısı yapar. Hazarlar 1117’de Knyaz Vladimir Monomah’ı görmeye, Kiev’e giderler. 1309’da Pressburg’da, Katoliklerin Hazarlarla evlenmeleri yasak edilir ve 1346’da Papa bu yasağı onaylar. ...

... Hazarların çok uzun süre önce kaybolmuş olmalarına karşın, Hazar tartışması yüzyıllardır İbrani, Hıristiyan ve İslam çevrelerinde tartışmalara yol açmıştır. 17. yüzyılda Hazar sorununa duyulan ilgi, 1691’de Prusya’da, bu konu üstüne çok sayıda belgenin toplanıp yayınlanmasıyla birdenbire canlandı. Üç köşeli sikke örnekleri, eski yüzüklerdeki adlar, tuz küplerine kazılmış şekiller, diplomatik yazışmalar, arkapkınlarındaki başlıkları büyüteçle incelenen bütün bu kitaplardaki yazar portreleri, casusların raporları, vasiyetler, kaybolan Hazar dilini konuştuklarına inanılan Karadeniz kıyıları papağanlarının sesleri (partisyonların üstüne yazılmış notların çözümlendiği müzikal temalı resimler) ve hatta dövmeli bir insan derisi, ayrıca Bizans, Yahudi ve Arap kaynaklı arşivler incelendi. Tek kelimeyle, bir 17. yüzyıl insanının hayalinin yakınlık kurup hizmetine alabileceği her şeyden yararlanıldı. Ve bütün bunlar bir sözlüğün iki kapağı arasında biraraya toplandı. 

Olaydan bin yıl sonra, Hazar tartışmasına karşı yeniden ilgi gösterilmesinin açıklaması, bir tarihçi tarafından bazı gizemli sözlerle yapıldı: “Hepimiz, düşüncelerimizi tasmasından tuttuğumuz bir maymunu gezdirir gibi gezdiriyoruz onun önünde. Okuduğunda hep iki maymun çıkıyor önüne: seninki ve başkasınınki. Ya da daha kötüsü, bir maymun ve bir sırtlan. Çözümle bakalım her ikisini de doyurma işini. Çünkü sırtlan maymunun yediğini yemez....”

Ne olursa olsun, Lehçe bir  sözlüğün yayımcısı, Joannes Daubmannus (ya da aynı soyadlı bir başkası), 1691'de Hazar sorunu üstüne toplanmış her şeyi, kalemleri kulak küpelerinde, ağızlarını mürekkep hokkası yapmış insanların, yüzyıllardan beri biriktirdiği ya da bozduğu bütün yazıları yayımladı. Bu yayın Lexicon Cosri adıyla Hazarlar üstüne bir sözlük biçimini aldı. Bir kaynağa (Hıristiyan) göre, bu kitap Avusturya ve Türk orduları arasında bir savaşın geçtiği yerde Hazarlar üstüne değişik kökenli elyazmalarını toplayan ve bunları ezberleyen Teoktist Nikolski adlı bir papaz tarafından yayıncısına dikte edildi. Sonuç olarak Daubmannus’un yayını üç sözlük içeriyordu: İslam kaynaklı, bir eski ve az bilinen sözcükler sözlüğü, İbrani elyazmaları ve geleneklerinden oluşmuş metinlerle bir alefbe kitabı ve Hıristiyan kaynaklarından alınmış bir abece kitabı. Daubmannus’un yapıtının-Hazar Krallığı üstüne bu sözlükler sözlüğünün-kaderi biraz şaşırtıcı oldu.

Hazarlar üstüne bu ilk sözlüğün beşyüz nüshasından biri, Daubmannus tarafından zehirli bir mürekkeple basılmıştı. Altın bir kilidin koruduğu bu zehirli kitaba, kilidi gümüşten bir denetim nüshası eşlik ediyordu. 1692’de, Engizisyon Daubmannus’un yayınım imha ettirdi, yalnızea zehirli nüsha ve ona eşlik eden gümüş kilitli nüsha kaldı. Sansürden kurtulabilmişlerdi. Böylelikle, yasak sözlüğü okumaya cesaret eden boyun eğmemiş ve inançsız insanlar, ölümcül bir tehlike karşısında buldular kendilerini. Kitabı açan anında felçleniyor, kendi yüreği kendisine bir iğne gibi batıyordu. Okuyucu dokuzuncu sayfadaki şu sözcükleri okuyunca da ölüyordu: Verbum carofactum est (“Kelam beden oldu”). Denetim nüshası zehirli yapıtla birlikte okunduğu takdirde, ölümün yaklaştığı anın bilinmesine olanak veriyordu. Bu denetim nüshasında aşağıdaki açıklama yer alıyordu: “Hiçbir acı duymadan uyandığınızda, biliniz ki artık canlılar dünyasında değilsinizdir.”

Bir miras davasının, 18. yüzyılda Dorfmer ailesinin miras davasının, belgeleri, sözlüğün “altın” (zehirlenmiş) nüshasının bu Prusya ailesinde kuşaktan kuşağa el değiştirdiğini kanıtlıyor: Kitabın yarısı büyük oğula kalıyor, dörtte biri de öbür iki çocuğa düşüyordu, çocukların sayısı fazlaysa daha az pay düşüyordu. Kitabın her bir bölümüne Dorfmer mirasının öteki mallarından bir parça denk düşüyordu: Meyvelikler, tarlalar, çayırlar, evler ve göller ya da sürü. Uzun bir süre, insanların ölümü ve kitabın okunması arasında hiçbir ilişki kurulamadı. 

Günün birinde sürü hayvanlar ölmeye başlayınca ve kuraklık başgösterince, birisi Dorfmerlere, kitabın tümüyle, bir genç kızın, ruhu çevresindeki her şeyi kirleterek ve yok ederek dolaşan cadı Mora’ya dönüşebilmesi gibi dönüşebildiğini söyledi. Bu durumda, ruhun çıkmasını ve aile bireylerini öldürmesini engellemek için, kitabın kilidine, cadılara dönüşmüş genç kızların ağızlarına konduğu gibi ağaçtan küçük bir haç koymak gerekiyordu. Hazar Sözlüğü için de bu yöntem uygulandı-kilide, bir ağıza sokulur gibi bir haç sokuldu-ama felaket daha da büyüdü, aile bireyleri uyurken boğulmaya ve ölmeye başladılar. O zaman bir papaza başvuruldu: papaz kitaptaki haçı çıkardı ve kırım durdu. Papaz ayrıca şunları söyledi: “Bundan böyle kitabın üzerine haç koymamaya dikkat edin, ruh dışarda dolaşırken haçtan duyduğu ölümcül korku, onun oraya dönmesini engeller.”

Böylece yaldızlı kilit kapalı kaldı ve Hazar Sözlüğü artık onyıllar boyunca kullanılmadı. Kitabın bulunduğu raftan geceleri acayip bir gürültü geliyordu. O tarihlerde Lvov’da tutulan bir günlükten öğrenildiğine göre, Daubmannus’un sözlüğüne, Zohar uzmanı Nehemya adlı biri tarafından yapılmış, aynı anda hem yazabilen hem de okuyabilen bir kum saati konmuştu. Bu Nehemya, kendi İbrani dilinin sessiz “he”sinin çizgilerini kendi elinden ve eril ruhunu da “vav” harfinden bildiğini söylüyor;du. Kitaba yerleştirdiği kum saati gözle görülmüyordu, ama okuma sırasında kumun tam bir sessizlik içinde akıp gittiğini işitmek mümkündü.
Bütün kum akıp gittiğinde, kitabı çevirmek ve tersinden başa doğru okutmaya devam etmek gerekiyordu ki bu da, onun gizli anlamının keşfedilmesine olanak sağlıyordu. Bu arada başka birtakım notlar da, hahamlarının, hemşerilerinin Hazar Sözlüğü’ne karşı ilgisini onaylamadıklarını ve kitabın da, çoğu zaman İbrani dünyası bilginlerinin saldırılarına hedef olduğunu belirtiyordu. Hahamlar sözlüğün İbrani kaynaklarının gerçekliginden kuşkulanmıyorlardı, ama öbür kaynakları tanımıyorlardı. Nihayet şunu da söylemek gerekir ki, Lexicon Cosri’nin şansı Ispanya’da da yaver gitmemiştir; bu ülkedeki İslam [Mağrip] çevrelerinde “gümüş nüsha”nın sekizyüz yıl boyunca okunması yasaklanmıştır. Bu süre henüz dolmamıştır ve yasak yürürlüktedir hâlâ. Bu durum, Ispanya’da o dönemde hâlâ Hazar kökenli ailelerin bulunması olgusuyla açıklanabilir.

Bu “Son Hazarlar”ın-gözlemlenmiştir-tuhaf bir âdeti vardı. Herhangi biriyle kavga ettiklerinde, onu, uyurken, ne pahasına olursa olsun, bir taraftan uyandırmamaya dikkat ederek aşağılamaları ve lanetlemeleri gerekirdi, çünkü lanetleme böylelikle daha etkili oluyordu. Hazar kadınları Büyük İskender’i bu şekilde-Daubmannus’un iddiası-lanetlemişlerdir ve bu da, Hazarların Makedonyalı İskender’in egemenliğine boyun eğmek  zorunda kaldıklarını söyleyen Pseudokalistenes’in tanıklığıyla doğrulanmıştır.

Bugün, Daubmannus’un yayınladığı Hazar Sözlüğü’nün (1691) nasıl bir biçimle sunulmuş olduğunu bilmemiz olanaksız, çünkü sansürden kurtulabilen iki nüsha da, zehirlenmiş olanı ve gümüş kilitli öbürü, her biri dünyanın bir ucunda kayboldu. (...)


Çelarevo kalıntıları üstüne ilk çalışmaları yapanlardan biri olan, bu ülkenin arkeologu ve Arapbilimcisi Doktor İsailo Sukt bu konuyla ilgili olarak, ölümünden sonra bulunmuş bir not bırakmıştır. Bu not yalnızca Çelarevo’yu kapsamaz, bu sitle ilgili olarak öne sürülmüş fikirleri de kapsar. İşte metin: 

"Çelarevo’da gömülmüş olanlara gelince, Macarlar, onların Macar ya da Avar, Yahudiler Yahudi, Müslümanlar Moğol olmalarını isterlerdi, ama hiç kimse onların Hazar olmalarını istemezdi. Oysa Hazar’dır bunlar.... Mezarlık, testi kırıkları ve oymalı menoralarla dolu. Oysa, Yahudilerde, kırık testi yok olmuş, kaybolmuş bir insanı simgeler. Bu mezarlık, aslında bu yerde ve bu dönemde yok olan Hazarların, kaybolmuş insanların mezarlığıdır." (...)


HAZAR SÖZLÜĞÜ (HAZARSKI RECNIK)
Milorad Paviç , 1984





Hazarların Dili 

Hazarlar'ın konuştuğu dil hakkında ne günümüzün tarihçileri ve ne de daha önceki tarihçiler kesiri bir sonuca ulaşamamışlardır. Bunun başlıca sebebi, Hazar dili ile yazılmış bir eserin zamanımıza kadar gelmemiş olmasıdır. Elde mevcut olan iki Hazar belgesinin İbranice yazıldığını daha önce belirtmiştik. Bu iki belgedeki geçen Hakan ve kabile isimlerinin Türkçe oluşundan bir sonuca ulaşma imkânı yine de mevcuttur. Çağdaşlarına nisbetle çok yüksek bir kültür ve medeniyet seviyesine sahip olan Hazarlar'ın kullandıkları alfabe İbrani alfabesi idi. 

Hazarlar'la ilgili materyaller tamamen yok olamıyacağına göre, yapılacak olan iş, İbrani harflerini ve dilini iyice öğrenip Hazarlar'la ilgili materyaller aramaktır. Vahudî asıllılardan bunu beklememiz mümkün değildir. Çünkü kendi millî menfaatlerine ters düşen belgeleri yok etmeleri mümkündür. Ruslar ise, bu konuda araştırma yapılmasından hiç hoşlanmamaktadırlar. Ruslar, Hazarlar'la ilgili belgelerin en iyi bulunabileceği yerleri, eski Hazar şehir ve kasabalarını sulara gömmüşler, oralara barajlar yaparak Hazar izlerini tamamen yok etmeye çalışmışlardır . 

Bu konuda iş gene Türk bilginlerine düşmektedir. Karaî Türkleri'nden Abraham Firkowich bu konuda çalışmalar yapmış ve materyaller toplamıştır. Ancak gerçeği hazmedemiyen Talmudist Yahudi bilginler, Firkowich'e İnsafsızca saldırmışlar ve onu sahtekârlıkla itham etmişlerdir.

Yakut el-Hamevî, Hazarların dilinin Türkler'in ve Farisilerin diline benzemediğini söylüyor. İstahrî ise, Hazarlar'ın dilinin Türkler'in, Farisiler'in, Ruslar'm ve diğer milletlerin diline benzemediğini, fakat Bulgarlar'ın diline benzediğini söyler. Bu ve benzeri kaynaklardaki «Türklerin diline benzemez.» ifadesinden dolayı Hazarca'nın, Türkçe olmadığını iddia edenler çıkmışsa da «Bulgarca'ya benzer» sözünün kaynaklarda bulunuşu, Bulgarca'nın bir Türk lehçesi olduğunun Filologlarca ispat edilişi sonunda, Hazarca'nın bir Türk lehçesi olduğu ortaya çıkmıştır. 

Rus bilginlerinden Barthold ve Minorsky Hazar dilinin Volga Bulgarlar'ının diline benzediğini, bu gün diğer Türkler tarafından anlaşılamayan Çuvaşça'nın, Bulgarca ve Hazarca'ya benzediğini ve sonuç olarak Hazarca'nın Türk dillerinin ayrı bir branşı olan Çuvaşça ile aynı olduğunu ifade ediyorlar. 

Hazarlar'ın dilinin Türkçe'ye benzemediğini söyleyenlere, M. Remzi şöyle cevap vermektedir. «Hazarlar'ın dilinin Türkçe'ye benzemediğini iddia edenler, Türk dillerinin çeşitlerini bilmediklerinden dolayı söylemişlerdir. Bu günkü Osmanlıca ile Kırgız, Kazak ve Çağatayca'nın farklı olması yüzünden bu dillere ne kadar Türkçe değildir demek yanlışsa, Hazarlar'ın dillerine de Türkçe değildir demek o kadar yanlıştır».

Hazar dilinin bu gün halen Rusya'nın bir bölgesinde konuşulan Çuvaşça'ya benzeyişine, Hazarlar'ın Volga nehrine İtil ismini vermeleri delil olarak gösterilmektedir. İtil kelimesi ise Çuvaşça'da nehir anlamına gelmektedir .

Dil bakiyelerine bakıldığında Hazar Hakanlığı'nda muhtelif Türk lehçelerinin konuşulduğu görülmektedir. Nemet'in beyanına göre Hazar ülkesinde başlıca şu diller konuşuluyordu : 1) (R) Türkçesi, Bulgarca. 2) (Y) Türkçesi, Türk ve Sabirce. 3) Diğer hiçbir dile benzemeyen Macarca. 4) Bazı bölgelerde diğer diller konuşuluyordu. 

Runciman Hazarlar'ın Hun ve Bulgarlar'dan daha sonra Doğudan Batıya göçmüş olmalarının muhtemel olduğunu söylüyor. Bu görüşe göre Hazarca'nın direkt olarak Bulgarca'ya bağlanması doğru görülmüyor. Pekçok kaynak, Hazarları Türk olarak naklederken, şayet onlar da açık bir,dil farklılığı bulunsa idi, bunu da göz önünde bulundururlardı. Öyle ise Hazarca'nın Bulgarca'ya benzetilmesi ülkenin belli bölgelerinde Bulgarca'nın konuşulmuş olmasından ileri gelmiş olabilir.

Z.V. Togan, muhtelif kaynak eserlerden Hazarca şu kelimeleri toplamıştır. 

Barsbek, Baştuva, Kundaçık, Hakan, Hatun, Tarha, Bek, Şad, Tudun, İlteber. (İletver), Bolişçi. Tanrı, Han, Ak, Sarı (sarig), Belencer, (Baranger) Semender, Sığındı, Kayakent, (Gayakent), Çiçek, (Tzitzekion) İlbars (Gilebaros), Buseri, (Busiras) Bun, Bal, Azak, Tuzdı, Yalınık, Bordacı, Tudaracı ve Uğradacı. 

Yine Türk Ansiplopedisi'nde çeşitli kaynaklardan toplanan Hazarca şu kelimeler yer almaktadır. 

Hazar, Kara Hazar, Alp, İlut'uver, Alp İlteber, Alp Tarhan, İlik, İrtgin, İltiğin, Ertiğin, Cebu, Cibgu, Cibga, Cabgu, (Yabgu), Cul, Cur, Hagan, Katun, Batırilteber, Kadirilteber, İşa, İşa Tarkan, Tarhan, Avcı Tarhan, Balgitzis, Bol-s-ts-i, Bulan, Parsbit, Tarmaç, Gorpan. 

Gerek Z.V, Togan'm ve gerekse Türk Ansiklopedisi'nin tesbit ettiği kelimeler Hazarlar'ın açık bir şekilde Türk olduklarını gösterir. Bu kelimelerden şunu anlayabiliriz ki Hazarca, muhtemelen Orta Asya'dan beri konuşulan saf Türkçe bir lisandır. Ancak, Hakanlık geliştikçe diğer Türk lehçeleriyle karışmış ve en büyük etkiyi Bulgarca'dan görmüştür. Bulgarca kelimeler Hazarca'ya girdiğinden, Hazar dili Bulgarca'ya benzetilmiştir. Tarihte bazı milletlerin hangi dili konuştuklarını tesbit etmek için onların dillerine ait, bulunabilen birkaç kelimeye bakılarak hüküm verilmiştir. Z.V. Togan'ın tesbit ettiği ve Türk Ansiklopedisi'nde tesbit edilen yukardaki kelimeler, Hazarca'nın Türkçe dışında bir dil olmadığını bize açıkça göstermektedir.


Hazar ve Karay Türkleri
Yrd. Doç. Dr. Şaban Kuzgun, 1985


* * *


"The AR, AZ, AS, SA or SU people, which populated mainly Asia Minor in the early Neolithic Age. These may have been the Primitive farmers of the Fertile Crescent and Anatolia, perhaps even the Danube Valle. These may have given their name to Asia. Early Cretan ant Cypriote cultures show affinity with their cultures. These people are mentioned in cuneiform documents; their name seems to survive in the much later names of the Uz, Osset, Jazig peoples, perhaps even in Esthonian and Ostiak.

It has been suggested that the later, linguistically semiticised Assyrian contains also an ethnic element of this kind; that the AZ were in some way ancestral to Kassites and Khazars.


We may suppose that this SA population was the long sought pre-Sumerian inhabiant of Mesopotamia. Branches of this gifted people may have been responsible for great advances in Neolithic cultures of the hills in the North. Arpatchiya (outside modern Mosul in Nineveh Province (Iraq) Tepe Reshwa, the site was occupied in the Halaf and Ubaid periods; "Tepe" is Turkish of etymology - SB)was and advanced cultural center in the 5th and 4th millennia BC. There were cobbled streets, buildings for some communal use and an exquisitely artistic pottery appeared. One of the SA groups may have been later even the carrier of the culture called El Ubaid, with its beatiful poluchrome ceramics. After the arrival of the Sumerians proper, the SA people seem to have been pushed to the North, to the northern mountains, the part of the Sumerian world designated in cuneiform doucments as Subartu. In recent literature these people are often called Subaraeans."

Dr.İda Bobula
Origin of the Hungarian Nation

* * *

KHAZARS

Sabirs, Sabaroi, Sabiri, Savari, Sabans, Sibirs, Suvars, Zubur, Subartuans, Aksuvars, Aksungurs and other variations

In the merry-go-around of the nomadic coalitions, the Kayi Huns supplanted Massagets (Masguts, Alans), or Massagets (Masguts, Alans) supplanted Kayi Huns at the head of the Northeast Caucasian Türkic tribes. Then Savirs supplanted  Kayi or Masguts, and became an umbrella term in the Byzantine-Persian confrontation, then Huns supplanted  Savirs and became a dominating force in the Caucasus till the the Arabs decimated them, and forced them to ally with Khazars. From then on, the North Caucasian Türkic tribes appear under the umbrella term of Khazars, although the Bulgar and Suvar magnates continued running the Khazar Empire.




İlginç gelecek veriler... 

Egypt knew no Pharaohs nor Israelites
by Ashraf Ezzat 
Ashraf Ezzat Yahudilerin Mısır'dan değil Yemen taraflarından geldiğini öne sürer.
"Köleler masraflı idi, bu sebeple "özgür" olan işçiler tercih edilirdi"

Piramit işçilerinin mezarları bulunmuştu. İnşa edenler "köleler" değil Mısırlıydı !.. link


Süleyman Mabedi - MÖ. 964-957
Solomon's Temple - 964 - 957 BC


"Turan ırkları, Semitik veya Aryan ırklarından önce, insanlığının beşiği olan Fırat vadisine gelen ilk milletti.
Turanlar inşaatçıydı; Sami ırkları, adına layık bir bina asla inşa etmedi. Kral Süleyman Kudüs'te Tapınağı inşa etmeye karar verdiğinde, Turanlıların önderliğinde çalışmalara başvurulmasını istedi."
Moses W.Redding, Resimli Masonluk Tarihi

"Nerede Turan ırkının varlığı varsa veya varolmuşsa, onların mezarları oradadır, Mısır'daki piramitlerden Haydar Ali mozolesine kadar, Hindistan'ın son Tatar kralı, bunlar dünyanın sahip olduğu önemli anıtlar dizisini oluşturur, ve bunlar Turan ırkının insanları tarafından inşa edilmiştir. Ne Sami ne de Aryan'ın, yüzyıl sürebilecek mezarı olmuştur, 
ne de kalıntıları uzun yaşayacak kadar değerli."
J.Fergusson, Mimarlık Tarihi

"Dünyanın sahip olduğu anıtların önemli dizisi, Turanlılar tarafından yapılmıştır."
Forlong, Yaşamın Akarsuları 2.cilt

"Atinalılar, Akropolis'i çevreleyen duvarları ördürmek için Pelasg'ları tutmuşlardı."
Prof.George Thomson (1903-1987),Tarih Öncesi Ege
Studies in Ancient Greek Society - The Prehistoric Aegean,1949



"The Turanian races were the first to people the world beyond the limits of the original cradle of mankind, in the valley of the Euphrates before the Semitic or Aryan races came there.
The Turanians were builders; the Semitic races never erected a building worthy of the name. When King Solomon decided to build the Temple at Jerusalem, he lead recourse to Turanians to take the lead in the work."
Moses W.Redding, Illustrated History of Freemasonry

"Whenever a Turanian race exists or existed, there their tombs remain; and from the Pyramids of Egypt to the mausoleum of Hyder Ali, the last Tartar king in India, they form the most remarkable series of monument the world possesses, and all were built by people of Turanian race. No Semite and no Aryan ever built a tomb that could last a century or 
was worthy to remain so long."
A History of Architecture by J.Fergusson

"The most remarkable series of monuments the world possesses, were built by people of Turanian race...."
Rivers of Life ii - Forlong

***

Harran Yahudilik açısından önemli bir bölgedir. Tevrat'a göre Hz.İbrahim Harran'a gitmiş ve bir müddet dayısı Laban'ın yanında kalmıştır. Bugünkü Harran'da Yahudi tarihine ait herhangi bir kalıntı bulunmamakla beraber Yahudiler açısından kutsallık taşımaktadır. Hz.İbrahim Yahudilerin atalarından sayıldığı için ve de "ayağınızın bastığı her yer sizin olacak" cümlesinin Tevrat'ta yazmasıyla, Harran'ın da Yahudilere vadedilen topraklar sınırına girdiği söylenmektedir. 
Tüm kavga bunun içindir!..



ilgili:
Kudüs - Filistin - Osmanlı (Altı Köşeli yıldız dahil)
Pelasglar - Etrüskler - Türkler

_______________________