26 Aralık 2016 Pazartesi

Hitit Güneş Kursu olarak adlandırılsa da HİTİT DEĞİL HATTİ'dir.




Hitit Güneş Kursu olarak adlandırılsa da HİTİT DEĞİL HATTİ'dir.
MÖ.2300-2200





"Anadolu Yarımadası'nın bu gün için bilinen en eski adı Hattuşaş Ülkesi idi ve bu topraklar 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak bilindi. Bu ad o kadar yerleşmişti ki Anadolu'yu istila eden Hititler bile yeni yurtlarından söz ederken Hatti Ülkesi deyimini kullanmışlardır. Oysa sonradan yine tabletlerden öğrenildiğine göre, söz konusu Hint-Avrupalı halk kendini Nesice konuşan Nesililer olarak anıyordu." Prof.Ekrem Akurgal



* * *


Hititler'in imparatorluk dönemi güzel sanatlarında anıtsal bir yetenek görülür, fakat hiçbir yerde form-biçimlendirme yeteneği saptanamamıştır. Kimi yerde yalnızca oyun oynarcasına bir eğilim egemendir ve malzeme buna boyun eğmeyince hemen bir yana bırakılarak yeni bir taşa el atılmıştır; kimi yerde bitmiş ile yarı bitmiş, eski ile yeni birbirine karışmıştır. Yazı hiçbir zaman bir süsleme aracı olarak anlaşılmamış, aksine nerede yer elverişliyse oraya sokuşturuluvermiştir. Bu durum Yazılıkaya tapınak bölgesi için de geçerlidir; burada sadece "tanrıların tören alayında" bir biçimlendirme endişesinin sezildiği görülüyor. Fakat Yazılıkaya'nın özelliği yalnızca bir benzeri bulunmayışıdır, yoksa tipik hiçbir yanı yoktur. Normal haliyle Hitit sanatı belirgin, fakat hep kaba kalmış bir karakter gösterir (Önceleri Hurri, daha sonra da Asur etkisi de sürekli varlığını sürdürmüştür). Hiçbir zaman da bir "stil" oluşturamamıştır. MÖ 2.binyılda bir Hitit İmparatorluğu vardır, ama bir "Hitit Kültürü yoktur". Hititlerin egemen halkının büyüklüğü çeşitli halkları "yönetmekte" ve onlara "hükmedebilmekte" kendini gösterir.


Hitit hayatının canlı resimlerini imparatorluk döneminin anıtlarında değil, bu dönemden çok sonraki Zincirli, Karkamış, Karatepe vs. gibi şehir krallıkların, yani MÖ 800-700 yıllarının yığınla kabartmalarında ve heykellerinde buluyoruz. Şimdiye kadar olduğu gibi bu "Neo-Hitit" resimleri, Hitit halkının özelliklerini yansıtan eserler diye asla gösteremeyiz. ...  Bu resimler imparatorluğun göçüp gitmesinden 500 yıl sonraki bir zamana aittir. Hitit imparatorluğu MÖ 1800'den 1200'e kadar Küçükasya ve Önasya tarihine damgasını basmış başlı başına büyük bir devlettir. Hititlinin varlığı, Hititlinin niteliği ise ancak bu büyük devletin tanıklığından çıkarılabilir, döküntülerinden değil.


Wright ve Sayce'ın Hitit devleti hakkında "imparatorluk" terimini kullanmaları hiç de gelişigüzel değildir. Buna 20.yüzyılda "commonwealth" yani uluslar topluluğu denir. Bu görüş açısıyla altıyüz yıllık Hitit egemenliğine bakarsak bir Hitit "tarihinden" sözetme imkanımız olmaz. Tarih, organik bir gelişmedir, manevi bir birliktir, biçim ve eda, form ve stil oluşturma çabasının evrimidir; aynı çağlarda Mısır ve Babil'de gördüğümüz gibi "kültür" ile özdeştir. Bütün bunları Hitit imparatorluğunda bulamıyoruz. Altıyüz yıl içinde onlarda bulduklarımız gerçi karakteristik ve değişiktir, ama organik bir evrimin izleri değildir.


... Hitit halkı tek bir dil kullanmamıştır, yalnız Boğazköy'de kullanılmış sekiz dil bunun tanığıdır, bu dillerden en az dördü yaygındı. Hitit halkı tek bir yazı da kullanmamıştır.... MÖ 2.binyılın Hitit imparatorluğu, eski dünya tarihinde en şaşırtıcı ve en olağanüstü siyasal görüntüdür, ama kültürel bakımdan hiçbir önemi yoktur. 




C.W.Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu
Remzi Kitabevi, 1994



* * *



HATTİ SANATI ve KADİM TÜRK SEMBOLLERİ


"Güneş Kursu, genellikle Hitit uygarlığına ait bir eser olarak kabul edilir ve çoğumuzda Ankara ve Anadolu çağrışımlarını uyandırır. Atatürk’ün emriyle 1935 yılında Alacahöyük’te başlayan kazılarla açığa çıkartılmıştır, Hitit öncesi döneminin yani Hatti döneminin bir eseri olduğu belirtilen Güneş Kursu, tunçtan yapılmış olup günümüzden yaklaşık 4250 sene önce dini merasimlerde kullanılmıştır. Güneş Kursu’nu oluşturan yuvarlak, dünyayı ya da güneşi temsil etmektedir. Altta, iki adet boynuza benzer çıkıntının ne olduğu ise kesin olarak henüz bilinmemektedir. Üzerinde yer alan çıkıntılar ise doğanın çoğalmasını, üremeyi temsil etmektedir. Kuşlar da aynı şekilde yine doğanın çoğalmasını, doğadaki hürriyeti anlatmaktadır. Güneş Kursu’nun, Hititlerin Anadolu’ya gelmelerinden yaklaşık 300 sene önce yapıldığı ve Hatti kralları öldüğü zaman bunun gibi 4-5 sembolle birlikte gömüldükleri bilinmektedir." der Ankara Üniversitesi. Buraya üç not düşmek istiyorum:


1- Boynuzlar Boğa'yı temsil eder. Boğa ve Tanrı eş görülür. Bizim Toros dediğimiz Tauros Dağları hem Boğa hem de Tanrı anlamındadır ki Tau Türkçedir (Dağ). Tauros'taki -os eki Hellen dilinden kalmadır. Fırtına Tanrısı Tarhu'dan Tauros'a-Tarkan/Tarhan, ki Tar'ın açıklaması İlah/Tanrı olarak ta verilir. Oğuz Kağan Destanı'ndaki Oğuz-Ay-Boğa ilişkisini de hatırlayalım.(bkz.Nuray Bilgili-Kozmik Kağan-Oğuz Kağan)


"Türkolog N.Y.Marr "Türk teriminin TAR-HAN sözünden" ortaya çıktığını yazıyor. Bu hiç de tesadüf değil, çünkü bu söz boylar arasındaki boy üstünlüğünü bildirir ve hatta o boyu kutsallaştırır ve Tanrı ile eş değer tutardı.... Prof.Dr.F.Ağasıoğlu'da onaylıyor. o "Protoazerlerin (birlikte prototürklerin) kökenine ışık veren teonimlerden biri de hiç şüphe yoktur ki, TAR/TUR alamorfu ile kullanılan Tar sözüdür ki, bu da sonralar Türk sözünün ortaya çıkmasını sağlamıştır. Azer diyalektlerinde bugün de "Tar" sözü "Allah" anlamında kullanılmaktadır." ... der Prof.Dr.Bahtiyar Tuncay (Türklerin Gizli Tarihi) . Ayrıca Taur'in "Dağ İnsanları" anlamına gelen Tau+Er'den türediğini yazar Prof.Dr.Mirfatih Zakiyev (Türklerin ve Tatarların Kökeni). 


2- Kuşlar da Türk kültüründe "UÇMAĞI" temsil eder. Madem ölülerle gömülmüş, o zaman mezardaki kişinin ruhu kuş olup UÇMAĞA vardığını belirtmektedir. 


3- Daire içindeki artı sembolleri de Tengri anlamındadır. Mezar sahibi Tanrısına ulaşmıştır.....







Alacahöyük kazısı da: "Standartlar/güneş kursları yanlış bir algılama ile "Hitit güneş kursları" olarak yaygın bir şekilde anılmaktadır. Hâlbuki bu eserler, Hititlerin Anadolu'ya gelişlerinden yaklaşık 300-350 yıl öncesine, Eski Tunç Dönemine, bir başka deyişle Hatti Çağına aittir. Büyük olasılıkla, Alaca Höyük krali mezarları, Alaca Höyüklü Hatti prens ve prenseslerine ait olmalıdır." açıklamasını yapar 


...yani...


Anadolu'ya gelen Hititler (Nesiler) dil, din, kültür ve sanat konularında Anadolu'nun yerlisi olan Hattilerden büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Bu yüzden de dinsel sancaklarını Hattili ustalara yaptırmışlardır. Hititlerin başkenti olarak anılan Hattuşa bile Hattiler tarafından kurulmuştur. MÖ.1800 öncesi buluntular ile Hitit imparatorluğu dönemindeki tüm buluntulara Hitit demekten vazgeçelim ve başkalarına mâl edip Atalarımızın mirasına da ihanet etmeyelim..


SB.



* * *





HATTİLER....


"Avrupalılar bu kavme Hitit adını verdiler. Prof.Şemsettin Günaltay'a göre bunun sebebi de Tevrat'ın İbranice nüshalarında bu halka verilen "Hittim" veya "Khetim" sözcüğünden alınmış olmasıdır. Halbuki Asur kitabelerinde ve Boğazköy'de bulunan kendilerine ait tabletlerde bunlar "Hatti" adıyla geçmektedir. Dyakonoff, Heta'nın Tevrat'a dayalı klasik okumalardan olduğunu, Hatti kelimesinin ise Akkadça yazılmış tabletlerde geçtiğini belirtmektedir.


Günaltay'ın bu haklı tespiti, Prof.Bilge Umar tarafından da teyit edilmiştir. Umar şöyle diyor: "Tevrat , batı dillerine çevrilirken, Almancaya çeviri yapan Martin Luther, Ht ile gösterilmiş sözcüğü Hethitler diye; İngilizce ve Fransızcaya çevirenler Hititler diye okuyup aldılar. Çünkü o sırada, hatta 19.yüzyıla kadar bu halk üzerine hiçbir şey bilinmiyordu. Yevrat çevirilerinde bu çelişkili uydurmacılıkların yapılmasına şaşmamak gerekir. Gerçekten Tevrat'ın Türkçe çevirisinde de aynı uydurmacılığın, değişik biçimleri bulunuyor ve aynı halk, bazen Hit'ler diye, bazen de Het'ler, Het oğulları, Hitti'ler diye anılıyor.... 19.yüzyılda ve 20 yüzyılın başında Türkiye aydınları arasında en yaygın yabancı dil Fransızca olduğundan, o uydurma adlar içinde, Fransızların kullandığı ad, onların söyleyiş biçimiyle Hititler diye Türkçeye geçti."


Halbuki Araplar dahi eserlerinde bu yanılgıya düşmemiş ve onlardan "Hassi" diye bahsetmişlerdir. Ekrem Akurgal ise, daha önce bu hataya düştüğü için, tükürdüğünü yalamamak adına, Hattiler proto-Hititler diye takdim etmeyi, bir noktada zahiri kurtarmayı tercih etmiştir. Bu halkın adının Türkiye'de belli bir çevre tarafından "Eti" olarak değiştirilip, aynı adla bir banka dahi kurulmuş olması ise, gerçekten tarih adına gülünç bir ucubedir. Halkın diline yerleşen ve kıyamete kadar değiştirilmesi mümkün olmayan "galat-ı meşhur"lar vardır ve bunlar bir noktada mazur görülebilir ; ama üniversitelerimizde hala bir bölümün adı "Hititoloji" ise ciddi olarak akademik seviyemizin sorgulanması gerekir.


Hattiler hakkında en geniş bilgiyi sayısı yaklaşık 15 bin olan ve bugüne kadar büyük kısmı okunan Kapadokya'daki tabletlerde buluyoruz. Bunlar MÖ.15.-14.yüzyıllarda başkent Hattuşa'da (Boğazköy) oturan , Kapadokya'nın tamamı ile Suriye'nin büyük bir kesimi ve Orta Anadolu'nun bir kısmını hakimiyeti altına alan krallar için yazılan kitabelerdir. Kullanılan dil o gün diplomatik alanda ise Akkadca'dır. Hatti tarihinin ikinci temel kaynağı kazılarda ortaya çıkarılan veya doğrudan yer üstünde bulunan resim yaızlı (hiyeroglif) tabletlerdir. Bu tabletlerin büyük bir kısmı henüz okunamamıştır.


Üçüncü kaynak ise, Hattilerle komşu olan devletlerin arşivlerindeki belgelerde zikredilen bilgilerdir. Mısır'ın 18.21.sülalelerinin hakim olduğu 250 yıllık dönemi anlata arşiv vesikalarında Hattilerle ilgili önemli bilgiler yer aldığı gibi, Mısır'ın hakimiyeti altında bulunan başka halklarla ilgili bilgiler de vardır. Tel-Amarna'da bulunan tabletlerde Hatti-Mısır ve Mısır-Suriye ilişkilerine ait daha fazla detay vardır. Çünkü o dönemde Suriye, Mısırlıların, Hattilerin ve Asurilerin çıkarlarının kesişme noktasıydı.


Ş.Günaltay'a göre Hattiler, Sümer, Elam ve Subarlarla aynı ırka mensuptur ve delili de Erzurum'un kuzebatısındaki Karaz höyüğünde bulunan bakır devri çanak çömlekleriyle Orta Anadolu'da bulunan bu tür eşyalar arasındaki benzerliklerdir ve ayrıca bunlar yeni göç dalgalarının muhaceret yollarını göstermesi itibariyle önemlidir.


Yine Günaltay'a göre Zagros dağlarının kuzeyindeki bölgeye yayılmış olan brakisefal kitlelerden kopan akıncı boylar, kuzeyde Kars, Erzurum, güneyde Erbil üzerinden Anadolu'ya yayılmışlar ; Erbil üzerinden akanlar ise Dicle-Fırat arasındaki bölgeye saçılmışlardır.


Bunlardan Kapadokya'ya yayılanlar tarihçiler tarafından ön-Hattiler , Habur-Fırat arasına yerleşenler ise Hurriler olarak tanımlanmaktadır. Anadolu'da ayrı ayrı siteler kuran bu kollar, brakisefal yani kafatasları geniş ve önden arkaya doğru kısa, burunları büyük, dilleri bitişik olmaları hasebiyle Akdeniz dolikosefallerden ve Samilerden farklıydılar. Bunlar Asya'dan gelen Asyanik tiplerdi.


MÖ.II.Binyıl başlarında Orta Anadolu'nun doğudan gelen yeni bir istila dalgasına maruz kaldığı anlaşılıyor. Cambridge'in klasik eski tarihine göre bunlar Kuzey Mezopotamya batısından ve Toroslar üzerinden gelmişlerdir. Esasen ön Hattiler'den Hattuşaş veya Hatti şehrini alarak burayı başkent yaptıktan sonra Hattiler olarak bilinen bu halkın nereden geldiği konusu hayli ihtilaflıdır. Kimilerine göre Batı tarafından ve boğazlar üzerinden gelmişlerdir, kimileri (örneğin Sayce) Hatti ayakkabılarının uçlarının dağlık bölgelere mahsus çarıklarda olduğu gibi yukarıya doğru kıvrık oluşuna dayanarak bunların Kafkaslardan geldiğini ileri sürmüştür.


Nesi (Nesa) Hattilerinin Subarular ve Hurriler gibi yuvarlak kafalı Alpin tip insanlar olduklarını belirten Hrozny şöyle diyor : " Hititleri Anadolu'ya Balkanlardan ve Avrupa'dan getiren nazariyenin arkeolojik ispatı yoktur. Bunların doğudan , Kafkaslardan gelmiş olmaları nispeten daha çok pozitif bir görüştür. Kültepe'den çıkarılan Asur çivi yazısı Hitit çivi yazısına benzemiyor. Hititler yazıyı MÖ.II binyıl başlarında Anadolu'ya girerken yollar üzerinde başka yerlerde, Erzurum-Van yahut Yukarı Suriye taraflarında öğrenmiş olabilirler."


Sanırım Ş.Günaltay, bu iddialara dayanarak "eski Subarular ve Hurrilerin yurdundan gelen bu yeni dalgaların da onlar gibi Asyalı oldukları ve muhtemelen ön Hattiler, Luviler, Hurriler ve Kaslarla aynı zamanda batıya muhaceret eden gruplar içinde bulunduklarını söylemektedir. Şunu da bir not olarak kaydetmek gerekir ki, diğer adı Kaneş/Kaniş olan Nesa (Neşa) kentinin adının buraya nereden geldiği de araştırmalıdır. Bilindiği gibi Orta Asya'da şimdiki adı Karşı olan Nesa isminde çok eski bir kent vardır.


Bazıları bunun İskender zamanında kurulduğunu söylüyorlarsa da, kentin tarihinin çok öncelere dayandığı düşünülmektedir. Bilindiği gibi halklar muhaceret etmişlerse, gittikleri yeni topraklara eski yurtlarındaki coğrafi adların bazılarını taşırlar. Acaba Nesa adı da bunlardan biri olabilir mi? Bu konuda bir şey söylemek zor ve ancak tahminler yürütülebilir. Ama Orta Asya'daki Issık-Göl'ün adının eski çağlarda İskenderun körfezinin İssikos Denizi (Sıcak Deniz) şeklinde görülmesi, insanın aklına ister istemez böyle bir ihtimali getirmektedir.


Ekrem Akurgal, Hatti ve Hitit dilinin (çünkü o ısrarla Hattileri ön-Hititler olarak görmektedir) Hint-Avrupa ve Sami dillerinden tamamıyla değişik, kendine özgü bir dil olduğunun altını çizmektedir. Hatti dilinin Hint-Avrupa ve Semitik dillerden olmadığı da ilim adamları tarafından ittifakken kabul edilmektedir.


D.Ahsen Batur
Kürdoloji Yalanları kitabından










THE SUN DİSK İS NOT HİTTİTE but HATTİAN CULTURE!
The oldest name for Anatolia (Asia Minor) was "Land of the Hatti"...Hittite came after the 2nd millennia BC, but the Sun Disk was made before that time. And Hittite used Hattian language to, also called as Hattic, Khattic or Khattish, non-Indo-European-non Semitic, an agglutinative language like Turkish of ancient Anatolia in 3rd and 2nd millennia BCE.









İlgili:




"Keşifler yapmak istiyorsan, yaptığın yanlışlara çoğu kez sevinmen gerekeceğini düşün."
Archibald Henry Sayce