KURBAN - KÖKENLERİ VE RİTÜELLERİ
İnsanlık tarihi kadar eski olan ve kimi toplumlarda katliam boyutlarına ulaşan Kurban olgusu, toplumlarda son derece kuvvetli ve katı bir yaptırım gücüne sahiptir. Çeşitli kaynaklar, dilimizde yer alan kurban sözcüğünün aslının İbranice "korban" olduğunu, Aramice aracılığıyla Arapçaya geçtiğini belirtmektedir. Kök itibarıyla (krb) yakınlaşma, akrabalık kurma anlamı bulunmaktadır.
Kurban sözcüğünün ,İslamiyetin Türkler arasında yayılmaya başladığı 9.-10.yy'larda Türk boyları arasında kullanılmaya başlandığı görülür. İslamiyet öncesi Türk boylarında hangi sözcükle karşılandığı konusunda görüş birliği henüz bulunamamıştır. Radloff "taylga" , Esin "yağışlık,tapıg" , İnan "toluu, tayılga, hayılga, tayı, kudayı, kereh" kelimeleri ile karşımıza çıkarlar. İnan ,Altay şamanizmine bağlı olarak : "kurban ayininin umumi adı üstüğü, yani semadaki (gökte yaşayan ruh için) dir. Kurbana da parılgı namı verilir" der.
Etnolojik yaklaşımla : " Kurban , dinsel ya da kutsal amaçlarla sembolik bir sununun yok edilmesini içeren, verme eylemidir. Kurban yiyecek yada içecek türünden olan kurban objesini sunmak, teklif etmekten ibaret de olabilir. Tanrının lütfunu kazanmak için O'na sunulan bir hediyedir.
Kefaret teorisi kurbanı, işlenmiş bir suç ya da günahın kefaretini ödeme, onun gönlünü almak amacıyla kurbancının ölümünü sembolize edecek hayvanları kurban etmeye dayandırır. Kutsallaşma teorisi, kurban kurbancıların kurban hilesi ile bir tür kutsallığa ulaşması anlamında kabul eder. Yiyeceği, içeceği paylaşma, birlikte yeme teorisi kurbanı, Tanrının sembolik olarak birlikte, paylaşılarak yenmesi biçiminde yorumlar." (Dictionary of Anthropology)
Etnolog Sedat Veyis Örnek'te : " İbadetin önemli bir bölümünü teşkil eden kurban, doğaüstü alana giren kudretlerle barışıklığı sağlamak, onların verdiklerine teşekkür etmek ve onlardan bir şeyler istemek için sunulur." der.
Araştırmalar sonucunda bizde uyandırdığı kanı, pek çok ortak yönlerin bulunmasına karşın kurban, pratiğinin uygulandığı hemen her toplumda genelde amaçlar ve biçimler benzerlikler göstermekle birlikte ayrıntıda kimi farklılıklar taşımaktadır. Bu farklılıklar aynı toplum içinde bile, toplumsal/ kültürel evrim sürecinin birbirini izleyen basamaklarında açık bir biçimde izlenebilmektedir. Gerçi evrim süreci gündeme geldiğinde toplumun aynı toplum olduğu elbette söylenemez. Ancak, belirli toplumda aşırı tutucu oldukları bilinen gelenek ve göreneklerin, özellikle de son derece dayanıklı, sürekli olan kült ve ritüellerin çok zor değiştiği göz önünde bulundurulmalıdır.
Günümüz antropoloji kaynakları bu ilginin bilimsel onurunu Edward Burnet-Tylor'a vermektedir. Primitive Culture adlı eserinde : "Kurban, doğaüstünün lütfunu güvence altına almak ve onun düşmanlığını en aza indirmek için, doğaüstüne sunulan bir hediyedir
" Kurban, başlangıçta insanların kendilerini sevdirmek için doğaüstüne sundukları hediyedir. Giderek tanrılar yücelip insanlardan uzaklaşmışlar ama insanlar onlara hediye verme gereksinimi duymayı sürdürmüşlerdir. Böylece kutsallaştırılmış kurban sunma geleneklerine geçirilmiştir. Bundan sonraki basamakla, insanın tanrıya ait olduğu düşüncesi gelişmiş ve uzun bir zaman dilimi içinde basit hediyenin yerini, insanın kendisini kurban olarak sunmasına geçilmiştir." (*)
W.Robertson Smith ise Samilerin dinleri üzerine araştırma yapmıştır. Toteizmden kaynakladığını ,toplu yeme ile Tanrılaşmış hayvan/insan akrabalar düşüncesinden geldiğini söyler. Kutsal totem hayvanlarının eti ve kanıyla yıllık totem kutsamalarında toplulukça yenmesi olayını göz önünde bulundurarak kurbana kefaret, gönül alma ayrımlarını getirmiştir.
Bu kavramlar onun kurbanı, Tanrıya sunulan bir hediye olarak bakmadığını ortaya koyar. Smith'ın kurban ritüeli alanına yaptığı önemli katkılardan biri, kutsal şeylerin belirsiz karakterlerinin nasıl dönüşüme uğradığını açıklamasıdır.
Tamamının yakıldığı kurban motifi üzerindeki araştırmalarında, şeylerdeki kutsallığın aşırı derecede artmasının onları dokunulmaz (TABU) kıldığını görmüş ve aşırı kutsal şeylerin toplum adına bir anlamda yasağa (TABUYA) dönüştüğünü ileri sürmüştür. Bununla ilgili olarak etnoloji literatüründei çeşitli ilkel toplumlarda, özellikle Melanezya toplumları (Trobriand Yerlileri) arasında yaygın olarak görülen pek çok manaya sahip olan kabile şeflerinin tamamen tabulaştıkları, dokundukları her şeyi tabulaştırdıkları, böylece bu şeyleri halklarına yasak hale getirdiklerine, bu nedenle hiçbir şeye el süremedikleri , hatta yemeklerini çeşitli araçlardan yapılmış gereçlerle başkaları aracılığıyla yiyebildiklerine ilişkin zengin örnekler vardır. Yine tuttuğunun altın olmasını isteyen Midas efsanesi de simgesel yönüyle bu durumu örneklemektedir.!
Smith kurbanın kökenini totemik kültte bulmaktadır. Samilere dayalı olarak da: Başlangıçta totemin kurban olarak sunulması vardır. Totemizmden çıkışla, insanla totemin akrabalığından giderek totem kurbanın yerini insan almıştır. Ancak, toplumsal yaşamda bireyin yaşamını güvence altına alan geleneklerin ağır basması nedeniyle insan kurbanı terk edilmiş, insanın yerini çiftlik hayvanlarının kurban olarak sunulması gündeme gelmiştir.
Çiftlik hayvanlarına atfedilen kutsallık, insanoğlunun beslenmesi adına zamanla bozulmuş, böylece hediye kurbanı doğmuştur. İnsanın kurban olarak sunulması döneminde, insan eti yemenin doğru bir uygulama olmadığı düşüncesine ulaşıldığında, onun tamamının yakılması uygulaması doğmuştur. İnsan kurbanından vazgeçildiği dönemde, yani insanın yerini alan hayvanların kurban olarak sunulması döneminden bu kurbanların tamamının yakılarak sunulması uygulaması sürdürülmüştür.
İnsanın kurban olarak sunulduğu dönemden önce yada sonra ortaya çıktığı konusu kesin olmamakla birlikte çeşitli toplumlarda çeşitli doğaüstü güç veya güçlere parmak, el, kol, kulak, penis gibi organların vücuttan koparılarak sunulduğu uygulamalar vardır.
Ana Tanrıça Kybele'ye rahiplerin ve sıradan insanların penislerini sunmaları, Azteklerde diri diri insanların yüreklerinin sökülerek Kuş Tüylü Tanrı'ya sunulması, çeşitli Amerika, Afrika, Avustralya yerlileri ile Asya etnik grupları arasında görünen doğaüstüne kulak, parmak gibi organların kesilerek sunulmasına ilişkin etnolojide son derece zengin örnekleri vardır.
Günümüzde Musevilik ve Müslümanlığın gereği olarak uygulanan sünnet ritüelinin, kökleri çok eskiye dayanan bu pratiğin bir devamı olduğu konusu kesinlik kazanmıştır. (*)
(*) Mısır’da Tanrı Baal yağmur ve fırtına gibi doğa olaylarını kontrol eder ve genelliklede sünnet derisi Baal'a kurban edilirdi. Pavlos, Anatanrıça ve Sünnet yazısı için- SB. (*)
İbrahim ve Kurban, Roma dönemi, Efes Müzesi, Selçuk
Fransız Sosyoloji Okulu üyesi olan Henri Hubert ve Marcel Mauss Sacrifice its Nature and Functions adlı çalışmalarında Smit'in ulaştığı sonuçların çoğunu onaylarken, kurbanın temelde basit bir formdan türemediğini, sadece totemizm kökenli olmadığını savunurlar. Özellikle Hint ve Yahudi kurban ritüelleri üzerinde durmuşlardır. Her kurbanın özel durumlara ve özel amaçlara yönelik olduğu sonucuna varmışlardır. Amaçların çeşitliliği, karmaşık sistemlerin farklılaşmasını doğurur ve bu sistemlerin bulunmadığı bir din de yoktur. Tek kural dışı örneği ise, Tanrının kendisi kurban edilir, aracı yoktur. Kurbanın toplumsal dayanışmayı yenilediği, birlikteliği pekiştirdiği, paylaşmayı ve özveriyi körüklediği vb. biçimlerde toplumsal işlevini yerine getirdiği görüşünü ileri sürerler.
Kurban Kültürünün İlk Belgeleri
İnsanoğlu atalarının tinsel kültüre değin eylemlerde bulunuşunun somut belgeleri günümüze ulaşmıştır. Bu belgeler, kült oluşturmaya yeterli olacak kanılar uyandıran cesedin gömülmesi, gömme işleminin gelişigüzel değil, belirli biçimlerde, eşyalarla, otlarla, hayvanlarla, ocak yanı gömerek sıcak bir yere gömülmesi, cesedin yakılması, eşyalarıyla, hayvanlarıyla ve yakınları ile hizmetkarlarıyla gömülme gibi uygulamalar ölü kültünde öte dünya ve doğaüstüne inandıkları ortaya çıkarır. Bu büyüsel eylemler ile de ritüeller oluşur. Ölüm bir son değildir ve bir çok şey sembolize edilerek , doğaüstünü denetlemeye yönelik büyü, bir tür hediye verme biçimi olan kurban da bu uygulamaların en belirginleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Neolitik toplumlarda kemik,taş,balçık hammedelerinden yapılan heykelcikler, kurbanları temsil ettiği gibi hediye olarak da algılanabilinir. Tanrıları hoş tutma, kızdırmama , bolluk ,bereket isteme, tekrar dirilmeye yardımcı olmak, öte dünyadaki hayatını kolaylaştırma ve doğaüstünü denetlemeye yönelik büyü ve ritüeller ortaya çıkmıştır.
Çayönü yerleşiminde bulunan iskelet buluntuları, buradaki insanların kafatası kültüne sahip olduğunu ortaya koymuştur. Bu külte dayalı olarak bir kült mekanı ya da tapınağının varlığı aydınlatılmıştır. Çayönü iskelet buluntularını inceleyerek değerlendiren ve yorumlayan Özbek ,hangi amaca yönelik olduğu bilinmeyen Çayönü kafatası kültünün eylemsel yönünün insan kurban ritüeli olduğu kanısını belirtmektedir.
Hititlerin, Sümerlerin, Greklerin, Romalıların ve İbranilerin günümüze ulaşan yazılı belgelerinde ,öte dünya tasarımı, büyü, ruh ve kurbana ilişkin oldukça bol bilgi vardır.
Sümerlerde Kurban:
"Aslında Sümer dini sevgi dini değil tam bir korku diniydi. Sümer dini, sınırları bu yaşamla çizilmiş, bütün güçlü olanların kaprislerinin, ahlaksızlıklarının korkusu üzerine kurulmuş bir dindi. Koyun insanlığın vekilidir; insan yaşamı için bir koyun vermelidir, insan kendi başı yerine bir koyun başı vermelidir. " (Woolley, 1965) (*Hıristiyanlıkta Hz.İsa Tanrı Kuzusudur.)
Woolley bu vaazda eski dönemdeki insan kurbanını bulmaktadır. Gerek Ur Kral mezarlarında gerekse Kraliçe Şubad'ın mezarında bulunan, öldürüldükleri kuşku götürmeyen insan buluntularından yola çıkar ama çekinceleri vardır. Çünkü bununla ilgili hiçbir yazılı belge bulunamamıştır. Ceram ise bunları kesinkes insanın insana kurbanı olarak yorumlar.
"Çünkü ölülerin duruşundan buluntunun bütün durumundan bu saray halkının askerlerin ve uşakların hiç de, ölü kocalarını odun yığını üzerinde izleyen Hintli dulların yaptığı gibi , isteye isteye kocalarının peşi sıra ölüme gitmedikleri anlaşılıyordu. Burada kurban sürü ile boğazlama haline gelmiştir. Ölü kralın onuruna kanlı idamlardı bunlar."( Ceram ,1982)
Kral ile beraber gömülme olayı ,Çin kaynaklarında Cengiz için de geçer. Cengiz'in mezarının bilinmemesi, rahatsız edilmemesi için mezar inşaatında bulunan herkes Cengiz'in cenaze töreni ile kurban edilmiş , 'gömülmüştür.'
Sümerlerin dinsel ritüellerinde genel anlamda Tanrıları yatıştırma, bağ kurma kurbanları ve diğer pratiklerden oluşmaktaydı. Bira, şarap, süt, ekmek, tahıl, hurma ve her tür etten oluşan yiyecekler, içecekler tanrılara gündelik kurban ritüellerinde görünür. Din görevlileri ve tapınak sakinleri arasında paylaştırılır. Büyük ve toplu ritüellerde Tanrıya ikram edilecek sığır kurban ediliyor ve sağ ayağı ile böbreği kızartılarak tanrıya sunuluyordu. Diğer bölümleri katılanlar arasında pay ediliyordu.
Hititlerde Kurban:
Hititlerde, Tanrılara ve kutsal yerlere sunulan kurbanlara ilişkin törenleri anlatan metinler, Boğazköy arşivinden ele geçen metinler arasında en önemli yeri tutmaktadır. Kült yapısı içinde yer alan Tanrılar düzeni, onların inançlarına hakim görülmektedir. Kefaret, gönül alma, şükran gibi kurban ritüelleri sisteme bağlıdır. Askeri bir savunmanın ardından, bir mahkumun serbest kalmasından sonra verilen şükran kurbanları büyüsel bir ritüeli kapsar. Hititler pis olarak kabul ettikleri köpek ve domuzu pek nadir olarak kurban ederdi. İlk hasat, bir yaşındaki hayvanlar, Tanrılara sunulan İLKlerin onu yatıştıracağı, bereketli kılacağı inancını taşımaktadır. Yaygın olmamakla birlikte insan kurbanı örnekleri görülmektedir.
Hititlerdeki ölü kültünde , ölünün ruhu ile yaşayanın ruhu farklılıklar içerir. Özellikle zorla veya haksız yere öldürülmüş birinin ruhunu yatıştırmak için ve onların gönüllerini almak için çeşitli kurban sunulduğu bilinmektedir.
En yaygın görülen kurban ritüeli, adak ve kefaret kurbanlarıdır. Adak kurbanı söz verme, istekte bulunma ,kefaret kurbanı ise işlenmiş bir günahın, çiğnenmiş bir dinsel normun yaptırımları olarak karşımıza çıkar.
Hititlerde Kral ve Kraliçenin ölümü, onların Tanrı olmaları biçiminde yorumlanır ve ölümün hemen ardından, o an bir sığır ve içki kurbanı yapılır ve cesetler özel bir çadıra taşınır.
Eski Yunanlılarda ve Romalılarda Kurban:
Homeros'un İlyada'sı ile Odysseia'sı bize Yunanlıların kurban ritüelleri hakkında geniş bir bilgi vermektedir. Tanrılar başka bir evrende yaşar ve hepsi kişileştirilmiştir. Onlar da insanlar gibi, kin, nefret, acıma, sevgi, öç alma, aşk gibi duygularla, yemek yemek, içmek, barınmak , korunmak, evlenmek ve çocuk sahibi olmak gibi insanı bir yaşama sahiptir. Ama doğaüstünlüğünü ellerinde tutarlar. Bu nedenle de onları kızdırmamak,olumsuz konuşmamak, her isteklerini yerine getirmek, yüceltmek, hoşlandıkları şeyleri yapmak gibi sanılara insanlar uymak zorundadırlar.
"Bir gün sana yaraşır bir tapınak yaptıysam, boğaların, keçilerin yağlı butlarını yaktıysam senin uğruna, şu dileğimi tezelden yerine getiriver" (İlyada 1/35-40)
"Adak mı adamadık, yüzlük kurbanlar mı kesmedik? Uzaklaştırması için başımızdan şu salgını koyunların, lekesiz keçilerin razı mı yağ dumanlarına ? " (İlyada 1/65)
"Troyalılar, getirin koyunları hadi, Erkeği ak olsun, dişisi kara, Trak tanrıya biri , Güneş tanrıya biri, Getirelim Zeus için biz de bir tane." (İlyada 3/100)
"Tanrılara ant töreni için haberciler, kent boyunca dolaştırdılar sunuları, bu sunular iki koyundu, bir de keçi tulumu içinde keyif veren şarap, toprağın ürünü" (İlyada 3/245)
"Toprağı saran Poseidaon, dinle beni, ki gerçekleşsin isteklerimiz, ne olur, ün bağışla Nestor'la oğullarına en başta, sonra çok ünlü yüzlük kurbanlar için iyi bir karşılık ver Pylos halkına " (Odysseia 3/55)
"Bir sürü kurban butları yaktık kutsal sunaklarda, işlemeli kumaşlar, altınlar astık adak diye" (Odysseia 3/270)
Kurbanların tamamı yada bir kısmı yakılmaktadır. Tanrıya hoş koku kurbanı uygulaması eski ritüellerde de görülür. Ant ,adak kurbanları Orta Asya medeniyetlerinde de görülür. Kurbanların özellikleri belirlenmiştir, adedi, nasıl ,ne zaman, neyle kesilmesi gerektiği , hangi amaca hizmet ettiği hep belirtilmiştir. Homeros bu iki destanıyla bize halkın sahip olduğu inanç sistemini ve buna dayalı uygulamaları büyük bir ustalıkla bize aktarmaktadır.
Grek asıllı her iki kültürde de 4..yüzyıla , paganlığın son dönemlerine değin kutsanmış etin simgelediği kutsallığı birlikte yeme ve eski "Dionysiac" ritüellerde insan kurbanının var olduğu bilinmektedir. Kurbanlıkta iki ana grup vardır: Birisi etinin hiç yenmediği, tamamının Tanrılara sunulduğu kurban ritüelleri, diğeri ise etinin bir kısmının Tanrılara sunulduğu, diğer kısımlarının törene katılanlar tarafından yendiği ritüelleridir.
Kurbanı sunan kişi yıkanarak arınır,sunakta yanan ateşe şarap döküp, arpa taneleri saçar. Kurbanın tüylerinden bir kısmını ateşe atar. Bir rahip Tanrıya övgüler düzerken, şükranlarını sunup yardımlarını diler. Bazı ritüellerde bağırsakları ayrıca pişirilerek, toplu kutlama başlamadan bundan tadılır. Tanrı ritüellerin şeref konuğudur. Her iki kültürde de, diğer kültürlerdeki gibi kurban olacak sunulacak hayvanların sakat olmayanlarının, en iyi ve kusursuz olanlarının seçimine dikkat gösterilmektedir. Tanrılar genellikle erkek kurbanları tercih ederken, gök Tanrıları az tüylenmiş, yeraltı ve öte dünya Tanrıları kara kurbanları tercih etmektedir.
Roma Tanrıları, Eski Yunan Tanrılarından farklıdır. Roma Tanrıları Etrüsk kökenlidir. Kurbanlamalar Eski Yunan örneğindeki gibi , kurban ; eti ile birlikte yenmezdi. Ayrıca, kurbanın amacı ve sunma teknikleri de farklılık gösterir. Roma kurban ritüelleri arasında, kurban edilen hayvanın bağırsaklarının /karaciğerinin biçiminden öngörü/kehanet yapılırdı. Ancak belge eksikliğini ve Grek etkisini de hesaba katarsak ,Etrüsk panteonunu tam olarak belirlemek çok zordur.
Mayalarda Kurban:
Mayalarda esirlerin kurban edilmesi olayı 12.yy başladığı sanılmaktadır. Başlangıçta düşmana korku vermek isteği yatar. Esirlerde özel bir durum görülürse, o kutsal sayılır ve boyununa kutsal pamuk iplik bağlanır ve bir yıl boyunca her isteği yerine getirilir. Sonunda vücudu gül yağı ile ovulduktan sonra Ay Tapınağı'nda rahip tarafından kalbi çıkarılır. Rahip bu kalp üzerine elini koyup dua ederek halkı kutsar.
Mayalarda kimi kadınların, kendilerini aşk tanrıçasına kurban ettikleri bilinmektedir. Kuraklık döneminde, genç kız ve delikanlılar bir ritüelle, dibinde büyük yılanların ve canavarların yaşadığına inanılan volkanık bir kuyuya atılarak kurban ediliyorlardı.
Azteklerde Kurban:
İnsan adına bir vahşeti sergileyen bu insan kurban ritüelleri , Aztek inanç sistemi içinde aile ve devlete refah sağlamaya, toprağın bolluk ve bereketini artırmaya yönelik olarak gerçekleştirilmekteydi. Geleneğe göre, pek çok toplumda yaygın olan, ilk doğanın kurban edilmesi, yada onun yerini alan bir esirin kurban edilmesi çok sık görülüyordu. Her yirmi günde bir kurban ritüelleri yineleniyor, kurbanlık öldürülmeden obsidyen bir bıçakla kalbi çıkarılıyor, cesedi parçalanarak yeniliyordu.
Tanrı Huitzilopochtli ya da Vitzilipastli'nin bedenlerinin ekmek gibi ortaklaşa yenmesini temsil eden uygulamada, insan olan kurbanlığın eti ve kanı hamura karıştırılarak tapınanlarca yeniyordu. Kutsal saydıkları köpek yeri geldiğinde kurban edilir ve cesetle beraber gömülür. Köpeğin görevi öte dünyaya yolu göstermektir. 1486 yılında Aztekli rahiplerin bir tapınağın yapımını kutsama adına bir haftada 7000 insan kurban ettikleri bilinmektedir. Aztek başkentindeki Teocalli sunağında ,ahşap iskeletli bir binada tavan dek özenle dizilmiş 136000 insan kafatası sayılmıştır.
( *Hıristiyanlarda kan/şarap- et/hamur ve Kerberos !)
İnkalarda Kurban :
İnkalarda kurban Mayalar ve Azteklerde görülenden farklı değildi. İlk başlarda iyi insanlar olduklarına inanılan esirlerden seçilen kurban işkencesiz olarak tanrılara sunulurdu. Sonradan İspanyol Pizzaro'nun Azteklerden öğrenip İnkalara öğrettiği bilinen kurbanlığa işkence etme biçimine bırakmıştır. Oldukça kanlı ve ürpertici operasyonlar ile yaratıcı Tanrı Vira Koça'nın günlük gıdası olurlardı. İnkaların satın aldıkları fakir çocukları kurban ederek, etlerini yiyip kanlarını içtikleri, ara sıra kurban kanıyla yoğrulmuş kek ve kurabiyeler yedikleri belirtilmektedir. İnsan kurbanı geviş getiren lamaların kurban edilmesiyle son bulmuştur.
Kuzey Amerika Yerlilerinde Kurban:
Pawnee'ler ölen bir savaşçının atını onun mezarında öldürürler. Comanche'ler yine ölen bir savaşçının piposunu, en gözde silahlarını ve en iyi atlarını birlikte gömerler. (*Türk kültürü)
Köpek ruhunun çocuk ölülere ruhlar aleminde yol göstereceğine inanılır, bu yüzden köpek kurban edilerek çocukla beraber gömülürdü.
Hindu çiftçiler arasında, öte dünyada geçilecek olan Vatirani nehrini, Brahmanlara sunacakları siyah bir sığırın kuyruğunu tutarak geçebilmeyi garanti altına alma inancı vardı.
Araplar arasında ölünün gömülmesi sırasında bir devenin kurban edilmesi, Kuzey Asya'da etnik gruplardan olan Çukçiler'de ölen birinin cesedi ren geyiğinin çektiği bir kızağa konularak uzaklara götürebilmesi için kurban edilmesi, Kuzeydoğu Asya etnik gruplarından olan Yakutlar ,Ostiyaklar, Çuvaşlar ve Vogullarda ölülere güçlü atlardan kurbanlar kesilir.
Bu örneklerin ana teması, Musevilikte ve Müslümanlıkta "sırat köprüsü" ile benzerlik taşır.
Eski Türk boylarında görülen kurbanlamalarda ışık evreninde bulunduğu tasarımlanan Ülgen ve öteki ruhlara besili ve en iyi hayvanlar sunulurken; karanlıklar evreninde bulunduğu tasarımlanan Eryik ve diğer ruhlara cılız ve makbul olmayan hayvanlari ritüel için yeğlenmeyen yerlerde sunulmaktadır. Çünkü birincisi iyilik, güzellik, doğrulu, cömertlik niteliklerine sahip bir evren olarak algılanırken, diğeri bunların zıddı niteliklere sahip bir evrendir.
Eski Türk boylarında, savaşa katılacak olan kişinin atının kuyruğunun bağlanması/kesilmesi öldüğü taktirde de atıyla gömülmesi, yada savaşçı olmayan birinin ölmesi durumunda atının kuyruğunun kesilmesi "tullamak" dul yapmak anlamını taşır. "Tul at" Çağatayca'da savaşa binmek için hazırlanan at anlamını taşır.
"Eri ölen at, erin karısı gibi dul kalmış oluyor ve bu kuyruk kesme yoluyla da sembolleştiriliyor." (Ögel,1991)
Borneo Kayanları arasında ölen kişinin köleleri, köleliklerinin öte dünyada da süreceği inancıyla öldürülür.
9.yy'da Güney Asya'da gezen gezgincilerin anlatımı: " Burada kral göreve gelirken bir miktar pirinç hazırlanır. Üçyüz dörtyüz kişi bu pirinçten hiçbir zorlama olmaksızın yer. Kral öldüğünde bu pirinçten yiyenler cenaze töreninde bulunuyorlarsa hiç tereddüt etmeden kendilerini kralın yakıldığı ateşe atarlar.
17.yy'da bir Japon soylusu öldüğünde, onun 10. ile 30. hizmetçileri arasındaki 20 hizmetçi harakiri yaparak kendilerini efendilerine kurban ederlerdi.
Üç Kutsal Kitapta Kurban Konusu :
Allah'ın emirlerini bir kitapla bildirdiği peygamber sayısı dörttür. Bu kutsal kitaplardan Zebur Davud peygambere ; Tevrat Musa peygambere ; İncil İsa peygambere ve Kur'an Muhammed peygambere indirildiği kabul edilen Tanrı buyruklarını içerir.
Sözünü ettiğimiz üç dinde, Hz.Muhammed'ten önceki peygamberler , Tanrıyla bir tür antlaşma yapmışlardır. Bu antlaşmalar genellikle insanoğlu tarafından Tanrıya kurban sunularak yürürlüğe sokulmuştur.
Tevrat'a, Eski Antlaşma adının verilmesi Musa'nın , İsrailoğullarıyla Tanrı arasında yaptığı antlaşmadan kaynaklanır. Musa antlaşmayı hayvan kanı ile geçerli kılmıştır ve bu antlaşma Tevrat, Çıkış 24'de anlatılmaktadır.
İsa, Musa'nın yaptığı antlaşmanın zamanla bozulması üzerine kendisini kurban olarak sunup, Tanrıyla yeni bir antlaşma yapar. Bu yüzden İncil Yeni Antlaşma olarak adlandırılır. (İncil ; İbraniler ; 8/8-9)
Tevrat'ta Kurban:
Tamamı 39 kitaptan oluşan Eski Ahit'in hemen her kitabında kurban konusuna değinilmiştir. Neyin, ne zaman, nasıl, hangi hayvanın, hangi normlarda, yağından derisine, budundan kellesine tüm organların ve diğer kısımlarının ne tür işlemlere tabi tutulacağı en ince ayrıntısına kadar anlatılmıştır.
Kain ve Habil : "Ve Kain günler geçtikten sonra toprağın semerisinden Rabbe takdime getirdi. Ve Habil kendisi de sürünün ilk doğanlarından ve yağlarından getirdi. Ve Rab Habil'e ve onun takdimesine baktı; fakat Kain'e ve onun takdimesine bakmadı" (Tevrat ; Tekvin 4/3-5)
Kain (ilkdoğan) takdimesinin kabul görmemesinden dolayı öfkelenir ve Hain'i (ikincidoğan !) öldürür. Tanrı da toprağı ve Kain ile soyunu lanetler.
Burada ilkel topluluklarda görülen ilk doğan hayvanın , ilk ürünün , ilk doğan çocuğun kurban edilmesi motifleri görülür.
Çıkış kitabında Musa'ya yönelik açık bir şekilde şöyle denilir: " Bütün ilk doğanlar benimdir ; ve inekten ve koyundan, bütün hayvanların ilk doğan erkeklerin hepsi benimdir. Ve eşeğin ilk doğanı için bir kuzu fidye vereceksin; ve eğer fidye veremeyeceksen, o zaman onun boynunu kıracaksın. Oğullarının bütün ilk doğanları için fidye vereceksin. Ve kimse önümde eli boş görünmeyecek" " Kendi toprağının turfandalarından ilkini senin Allahın Rabbin evine getireceksin."
Hayvan yağının yenmesi, İsrailoğulları'na Tanrı tarafından yasaklanmıştır. Öküz, koyun, keçi gibi hayvanların her neresinden olursa olsun yağlarının herhangi bir işte kullanılabileceği , ancak kesinlikle bunlardan yenmemesi gerektiği, bunların yakılan takdimeler olarak Tanrı'ya sunulması özellikle vurgulanır. (Tevrat; Levililer,1-18)
Kurban yağlarını, Yunan kurban ritüellerinde de Tanrılar için ayrılan makbul kısımlar olarak görürüz. Bununla ilgili olarak Prometheus: " Hayvanların bacaklarını, kollarını, sırtlarını yağlara sardırıp yaktırdım " (Aiskhiylos) diyerek bu durumu vurgular. (* Prometheus insanı yaratandır, Zeus kurban ister lakin ateşi alan insanlar aydınlanır ve tanrıların yemediklerine karar verir, bu yüzden eti kendilerine saklarlar, Zeus kızar ve Prometheus'un getirdiği ateşi insanlıktan alır. - SB)
Nuh tufanından sonra Nuh ve ailesi karaya çıkar. Kendilerini bağışlayan Rabbe şükranlarını sunar: "Ve Nuh Rabbe bir mezbah yaptı, ve her temiz hayvandan ve her temiz kuştan aldı, ve mezbah üzerinde yakılan takdimeler arzetti. Ve Rab hoş kokuyla kokladı;ve Rab yüreğinde dedi: Adamın yüzünden artık toprağı tekrar lanetlemiyeceğim" (Tevrat ; Tekvin, 8/20-21)
Burada da ilkel toplumlarda yakılıp dumanın göklere çıkarılıp Tanrıların hoş kokudan memnun kalması motifi görülür.
Nuh ve oğullarına toprakta görülen her canlı ve ot ile denizlerden çıkan balıklar için yeme izni verilir, sadece kanı ile yenmesi yasaklanır. nitekim Neandertal ve sonrası insanların kanı can ile ilişkilendirilmiştir. Ölenin solgun bedenlerine eski rengini vermek için, dolayısıyla canını yeniden kazandırmak için, kırmızı toprak serpmeleri bu inancın ilk örneklerindendir. (*Çayönü)
Ancak: Hezekiel'de Rab Yehova, Ademoğlunu İsrail dağlarında keseceği koç,kuzu,erkeç,boğa türünden kurbanların, doyuncaya dek etini,yağını yemeye, sarhoş oluncaya dek kanını içmeye davet eder. (Tevrat; Hezekiel ,39/17-20)
İsrailoğulları gelmeden önce Kenan ülkesinde ,yeni doğmuş ilk çocukların kurban edildiği bilinir. İbrahim'in oğlu yerine hayvanı kurban etmesi gerektiği Rab tarafından bildirilince, Yahudilikte İnsan kurban olayı bitmiştir. İbrahim peygamberin ilk doğan oğlu İsmail olmasından ve kurban ritüeline göre onun kurban olarak sunulması gerekmektedir. Lakin İsmail cariyeden olma olduğu için ,Yahudilikte İshak ilk doğan olarak kabul görür. Bu sebepten dolayı kurban olarak sunulan oğul hangisidir tartışmaları olur. Tevratta ve İncil de İshak kurban olarak belirtilirken , Kur'an da İbrahim peygamberin hangi oğlunu kurban olarak götürdüğü belirtilmemiştir.
Genel bütünlüğe baktığımızda Tevrat'ta kanlı kansız iki çeşit kurban olayı vardır. Ve Evrensellik anlamında "Ben sana, sen bana ver" prensiplerine dayanır.
"Bu kurbanın neden istendiğini anlamaz; yine de bunu yerine getirir, çünkü Tanrı böyle istemiştir. Görünürde saçma olan bu eylemle İbrahim yeni bir dinsel deneyimi, imanı başlatmıştır." (dinler tarihçisi Mircea Eliade ,1994) . İmanı başlatması İncil'de de vurgulanmıştır. Eliade konuya, ilk çocuğun kurban edilmesi motifi açısından şu açıklamayı getirmektedir.
"Morfolojik açıdan bakıldığında İbrahim'in oğlunu kurban edişi Eski-Doğu dünyasında sıkça uygulanan ve İbranilerin Peygamberler dönemine kadar sürdürdükleri, ilk çocuğun kurban edilişi pratiğinden başka birşey değildir.
İlk çocuk, çoğunlukla bir tanrının çocuğu olarak görülürdü, hatta arkaik Doğu'da evlenmemiş kızların tapınakta bir gece geçirmeleri ve tanrı (onun temsilcisi,rahip veya elçisi,"yabancı") tarafından hamile bırakılmaları adet olmuştu. Bu ilk çocuğun kurban edilmesi Tanrıya ait olanları ona geri verilmesi demekti. Böylece genç kan, tanrının tükenmiş enerjisini artırıyordu (zira doğurganlık tanrıları dünyayı sürdürme, bolluk sağlama çabasında kendi tözlerini tüketiyorlardı; dolayısıyla onların da periyodik olarak yenilenmeleri gerekiyordu) ve bir anlamda , İshak Tanrının oğluydu, zira Sara doğurganlık çağını geçtikten çok sonra İbrahim ve Sara'ya verilmişti." (Eliade, 1994)
İncil'de Kurban:
Yeni Ahit'te Tanrı her nedense artık türleri ve nitelikleri belirtilmiş hayvanlardan, buğdaydan, undan, ekmek ve yufkadan, şaraptan kurban istemez. İsa peygamberin yaydığı din bir önceki peygamberlere dayanıyorsa da kurbana ilgi göstermemiştir. İncil, kurbana ilişkin açıklamalarında, kendinden önce kurban kapsamı içinde Tanrı'ya akıtılan kanların insanı yetkinliğe erdiremediğini vurgular. Kan akıtarak günahlardan arınılamacağını belirten İsa, ümmetine kurban bağlamında kan akıtmamasını öğütler.
İncil'de İsa ve 12 öğrencisinin "Fısıh Bayramı" dolayısıyla birlikte yedikleri bir yemekten söz edilir. Son Akşam yemeği olarakta bilinir. " Yemek sırasında İsa eline ekmek aldı, şükran duasını yapıp ekmeği böldü ve öğrencilerine verdi. 'alın ,yiyin' dedi 'bu benim bedenimdir'. Sonra bir kase alıp şükretti ve bunu öğrencilerine vererek 'hepiniz bundan için' dedi. 'çünkü bu benim kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır" (İncil, Matta;26/26-28 , Markos;14/22-24 , Luka; 17-22 , Paulus: Korinthoslulara I.Mektup;11/23-25)
İsa'nın da belirttiği gibi ekmek onun etini, şarap ise onun kanını simgelemektedir. İncil, Tevrat'ta Salem kralı ve kahin Melkisedek'in İbrahim'i kutsayışını özellikle vurgular. (İncil;İbraniler 7) Büyük olasıkla şarap ekmekle ilgili bu ritüel, Melkisedek'in uygulamasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Harris, "Eucharist" ayininde rahip ve cemaatin yediği yufka biçimindeki mayasız ekmeğin adının (wafer) "host" odluğunu, bu sözcüğün Latince kurban anlamına gelen "hostis"ten türediğini belirtmektedir.
İsa peygamberin dininde kanlı kurban yoktur. O son kurbandır. Özellikle Aziz Paul, kurban kesmenin dindarlık olamıyacağını vurgulamıştır. İsa'yı vaftiz eden Vaftizci Yahya, O'nun Mesih olduğunu ilan ederken şu ifadeyi kullanmıştır. "İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı kuzusu!" (İncil;Yuhanna,1/29)
İsa'nın çarmıha gerilmesi olayı, İncil'in öğretisi adına Tanrı ile Yahuda halkı arasında yeni bir sözleşmenin, şükran göstergesi olarak son kurban ritüelini simgelemektedir. Buradaki Kutsal Yasa her ne kadar tanrısal olarak betimlensede İncil'in konumuzla ilgili bütünlüğü içersinde bunun, toplumun küçük yasası olduğu düşüncesi daha güçlü görünmektedir. Çünkü İsa, o gün için var olan, kökleri çok gerilere giden inanç sisteminin ve buna dayalı olarak kurban ritüelinin, doğaüstü bir güçle hiçbir ilgisi olmadığının, tüm ritüeller gibi dinsel ritüellerin de Durkheim'in ileri sürdüğü gibi "toplumun heyecanları ve buna dayalı tezahürler" olduğunun bilincine varmış bir görünüm sergilemektedir.
Kur'an da Kurban:
Tektanrı kitapların sonuncusu olan Kur'an da kurban bizim ele aldığımız anlamda üç ayrı yerde geçer. Maide süresi 27.ayet - Hacc süresi 28,34,35,36,37 ayetler - Kevser süresi 2.ayet.
Bunun dışında Akhaf süresinin 28.ayetinde geçen kurban sözcüğü, bağışlayan,affeden, ilah, şefaatçi anlamında kullanılmıştır.
"Ey, Muhammed! Onlara, Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru anlat ; İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemiştir. Kabul edilmeyen "and olsun seni öldüreceğim" deyince, kardeşi "Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder" demişti" (Maide 5/27) (*isimler verilmemiştir)
"Ta ki kendi menfaatlerine şahid olsunlar; Allah'ın onlara rızk olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin, çaresiz kalmış yoksulu da doyurun." (Hacc 22/28)
Burada Tevrat'taki gibi Tanrı'ya ve kahine (din adamı) de pay verilmesi gerektiği vurgulanmamıştır.
"Her ümmet için Allahın kendilerine rızk olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O'nun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık" (Hacc 22/34-35)
"İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükrederseniz diye böylece sizin buyruğunuza verdik. Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan ancak sizin O'nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. Ey Muhammed !İyilik yapanlara müjde et." (Hacc 22/36-37)
Bu ayette deve ve sığırın kesim işlemi anlatılırken hayvanın bağlı olması belirtilmektedir. Yan üstü düşüp ölünce biçiminde söylenmesi de Arapların İslamiyet öncesi kurbanlarını genellikle boğazın dikine yarılarak sunulduğu bilinmektedir. Bir olasılıkla ,Araplar deve ve sığır cinsi kurbanları yatırmadan, çökertip bağlayarak ve gırtlağı dikine yararak kesiyorlardı. Etinin ve kanının Allah'a ulaşmayacağı açıkça da belirtilmiştir. Kurbanda asıl olanın , niyet ve ibadet olduğu vurgulanmaktadır. Yani Kur'an da Allah kendisi için kan akıtıp kurban kesilmesini istememekte ve bunlar aracılığıyla bir antlaşma önerisinde bulunmamaktadır.
Bu ayette deve ve sığırın kesim işlemi anlatılırken hayvanın bağlı olması belirtilmektedir. Yan üstü düşüp ölünce biçiminde söylenmesi de Arapların İslamiyet öncesi kurbanlarını genellikle boğazın dikine yarılarak sunulduğu bilinmektedir. Bir olasılıkla ,Araplar deve ve sığır cinsi kurbanları yatırmadan, çökertip bağlayarak ve gırtlağı dikine yararak kesiyorlardı. Etinin ve kanının Allah'a ulaşmayacağı açıkça da belirtilmiştir. Kurbanda asıl olanın , niyet ve ibadet olduğu vurgulanmaktadır. Yani Kur'an da Allah kendisi için kan akıtıp kurban kesilmesini istememekte ve bunlar aracılığıyla bir antlaşma önerisinde bulunmamaktadır.
İbrahim'in oğlunun kurban verilmesi olayında isim geçmez. Lakin : "Ona iyilerden olan İshak'ı peygamber olarak müjdeledik.Kendisini ve İshak'ı mübarek kıldık" der . (Saffat 37/112-113)
Kevser süresinin 2.ayetiyle Hicret'in ikinci yılında gerekli şartları taşıyan Müslümanlara kurban kesmek zorunlu kılınmıştır. " Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes" buyruğu yer almaktadır. Çeşitli kaynaklarda bu "inhar" sözcüğünün açık olmadığı vurgulanmaktadır.
"bu ayetteki deveyi boğazla, kurban kes manasına gelen inhar emri ,bizzat Peygamberimize hakkında varid olduğundan ümmeti için kurban kesmek farz değildir. (Aydın ,1991) "burada inhar sözü açık olmamakla beraber kurban bayramında kesilmesi icabeden hayvanı kesmeye delalet etmektedir." (Yavuz,1978)
"Kurban kavramı, Kur'an da sedece et , kan ve boğazlamak anlamlarını taşımıyor ve en sonda dikkate alınan bir boyuttur. İnsanlık tarihinde Allah'a yaklaşmanın, dinin en önemli unsuru halinde ele alınmış ve boğazlanmak, kan dökmekten ibaret hale getirilmiş kurban kavramı, hür ve samimi bütün niyetlerinin beslediği iyiye yönelik davranışlar halinde sunmaktadır. Böylece, sadece can almak şeklinde algılanan bir Allah'a yaklaşma anlayışının din gerçeğiyle bağdaştırılamayacağına dikkat çekmektedir.
Allah'a yaklaşmak için Allah dışında yakınlık aracı (kurban) seçilen hiçbir şeyin insana faydası olamayacaktır. İslam bilginleri söz birliği ile tespit etmişlerdir ki, Kur'an daki kurban kes emri bir farz (kulluk borcu) olarak yalnız Hz.Peygamber'e hitap eder. Diğer Müslümanların kurban kesmeleri onlar üzerine bir farz değildir. Burada normal kurban ibadetiyle, bir Müslümanın nezir (adak) yoluyla kendisine farz haline getirdiği kurban kesmeyi birbirine karıştırmamak gerekir. Adak veya keffaret icra şekli kurban kesmek de olsa ayrı bir yükümlülüktür. Adak adayan kişi ve akrabaları bu etten faydalanamaz. Ve Hac İslam şartlarından biridir. Kurban her yıl , Hac ise ömürde bir kez yerine getirilir. Ayrıca Hac bir farz olduğu halde kurban sünnettir.Hac'ta kurban şartı yoktur. Bu hacca niyet eden hacı, kurbanını kendi memleketinde keser ve kendi halkının istifadesine sunabilir." (Öztürk, Kur'an'ın Temel Kavramları,Kurban)
Dolayısıyla Anadolu'daki Müslüman topluluğunda kurban bayramlarında uygulanan kurban olgusunun İbrahim'in kurbanıyla ilgisi yoktur. En azından bunu, ritüelin uygulanması açısından rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü, İbrahim'in oğlu yerine bir koçu kurban etme ritüeli, Tevrat'ta belirtildiği gibi kesildikten sonra tamamı yakılarak gerçekleştirilen bir ritüeldir. Oysa Müslümanlıkta kurbanın asıl amacı etinin yenmesi veya dağıtılmasıdır.
Gürbüz ERGİNER
Kurbanın Kökenleri ve Anadolu'da Kanlı Kurban Ritüelleri,1997
EKLER:
• "Kurban sünnettir, farz değil. Kurban, insanın şuuraltındaki "boğazlamak, kan akıtmak" hevesini tatmin ederek psikolojik bir hizmet sergilerken, bir yandan da yoksul grupların himayelerine yaramak suretiyle sosyal bir yardım kurumu olarak rol oynamaktadır. Kurbanların eti, derisi ve varsa yünü, sütü yoksulun hakkıdır, hiçbir şekilde satılamaz, satılırsa da parası yoksullara aittir. Kurban sahibi etin bir bölümünü kendisi için saklayabilir, bu etin 3'te 1'idir, üstüne çıkamaz. Adak ise, nezirdir kurban değil ve adağın sahibi bu eti yiyemez." - Y.N.Öztürk - Kur'an'ın Temel Kavramları- Kurban maddesi
• "İskitler her yıl Ares'e atlar ve her yüz savaş tutsağından birini kurban ediyorlardı..." Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi-1.
• Truvalılar’da Skamander (Kara Menderes) Nehrine At kurban ederlerdi.
• Asya’daki şamanlık ayininde genelde 4 aşama görülür bunlar, ruhların çağrılması, yardımcı ruhların gelmesi, kurban kesilmesi ve hastalıklı ruhun göğe götürülmesi. Yardımcı ruhlar nasıl bir kurban kesileceğini söyler, hastalıklı ruh bir kurbana aktarılır ve kurban kesilir.
• “Geleneksel Türk dini inanışları içerisinde en köklü ve günümüze ulaşanı kurban geleneğidir. Kanlı ve kansız olmak üzere ikiye ayrılan kurban ibadeti, hangi dine mensup olursa olsun bütün Türk toplulukları tarafından yerine getirilmektedir. Önceleri ruhlar için kesilen/yapılan bu kurbanlar, günümüzde şükran ve kefaret kurbanlarına dönüşmüştür. Tanrı rızası için bu kurbanların etleri komşulara dağıtılmakta ya da kurban sahibi tarafından pişirilerek evde, bahçede, kilise veya cami avlusunda insanlara ikram edilmektedir. Burada bilinmesi gereken hususlardan biri de kurban edilen hayvanın kemiklerinin kırılmamasıdır.” - Prof.Dr.Harun Güngör
Truva Kralı Priam'ın kızı Polyxena, Aşil'in oğlu Neoptolemus tarafından babasının mezarı başında kurban edilirken.
'Kurban' Polyxena yere bakmaktadır, yani 'Yer'e kurban edilir.
Memlekette fakir-fukara-aç varken, borç içindeyken ve yaşadığımız zamanı da göz önünde bulundurursak , bence ‘kurban kesmek’ anlamını yitirmiştir. Borçla alınan ‘kurbanlığın’ da kabulüne inanmıyorum. Ayrıca hiç ihtiyacı olmayanların ülkesinde, yani ‘hac'da kurban’ kesmeyi manasız buluyor, gösteriş için yapanları da kınıyorum.
Sevgilerle,
SB
Sevgilerle,
SB
PROF. DR. GÜRBÜZ ERGİNER (1945–2009)
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde halkbilim disiplininin 1980 sonrası yakın tarihine tanıklık eden ve bu sürece damgasını vurmuş çok yönlü değerli bir bilim insanı idi. Erginer, bir etnolog-halkbilimcidir. Kuşkusuz etnolog-halkbilimci olmak Ankara DTCF’de oluşmuş “halkbilim geleneğinin” temsilcisi olmak anlamına da gelmektedir. Aynı fakültede halkbilimin akademik kurumsallaşma çabalarına öncülük eden Pertev Naili Boratav sonrası uzun bir sessizliğin ardından, 1960’lı yılların başına değin Türkiye’de “folklor, etnografya ve etnoloji” çalışmaları için DTCF akla gelen ilk önemli merkezlerden biri olmuştur. Bu yıllardan itibaren Antropoloji Bölümü “Etnoloji Kürsüsü” ders programlarında Orhan Acıpayamlı ve Sedat Veyis Örnek tarafından verilen “folklor” içerikli derslerin sayıca arttığı gözlenir. Bu durum belli bir uzmanlaşmanın habercisi olduğu gibi Batı’nın kendi özgün koşullarında oluşmuş etnoloji-halkbilim (folklor) ayrımının da giderek ortadan kalmakta olduğunun habercisi olarak görülebilir.
Erginer 1966 yılında Antropoloji Bölümü “Etnoloji Kürsüsü”nde lisans öğrenimine bu ortamda başlar. 1970’li yıllar kürsüde halkbilim programlarının ağırlıklı olarak oluştuğu yıllardır. 1976’da mezun olduğu kürsüye asistan olarak atandığında o, artık bu sürecin bir parçasıdır. “Etnoloji Kürsüsü” 1980 yılında “Sosyal Antropoloji” ve “Halkbilim” olarak ayrıldığında, “Halkbilim Bölümü”nün kurucusu olan hocası Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek’in yanında genç bir asistan olarak yer alır. Türkiye üniversitelerinde ilk kez disiplin ayrımlarını da aşarak bağımsız bir “Halkbilim Bölümü” kurulmuş oluyordu. Ne yazık ki uzun ömürlü olmadı. Aynı yıl Sedat Veyis Örnek’in ani kaybının ardından 1981’de YÖK Kanunu ile yapılan düzenlemede bölüm kapatılarak Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü içinde “Halkbilim Anabilim Dalı”na dönüştürüldü. Bu yeni ama sorunlu duruma ilk itiraz edenlerin başında Gürbüz Erginer gelir. Bir yandan geleneğe sahip çıkmak öte yandan etnoloji ve folklor’un artık bir “kültürbilim” yaklaşımıyla sürdürülebileceği iddiası ile mücadeleye devam etti.
AYAKTA ÖLEN AĞAÇLAR NESLİNDEN: PROF. DR. GÜRBÜZ ERGİNER (1945–2009) HAYATI VE YAYINLARI - PDF
Prof. Dr. M. Muhtar KUTLU
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü