7 Eylül 2015 Pazartesi

Bizans Tarihi....ve Anadolu....





Anadolu'nun yerli ahalasi, daha önceki devrelerde olduğu gibi Roma hakimiyeti zamanında da çok heterojen, karışık idi. 
Yer yer Ege kıyıları hariç tutulacak olursa, Anadolu'da bir yerli Grek unsurunun varlığından bahis olunamaz.

Çünkü Bizans yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir Grek Devleti değildi....


_______________



Roma İmparatorluğu, bütün Doğu Akdeniz ülkelerine ve anadolu'nun İran hakimiyet bölgesi dışında kalan, büyük kısmına sahipti. Ancak Hunların batıya yürüyüşü ile ortaya çıkan Kavimler Göçü neticesinde, devlet bütünlüğünü yitirmiş ve ikiye ayrılan devletin batı kısmı, barbar germen kavimlerinin korkunç darbeleri altında yıkılıp gitmişti. Doğu kısmı ise, Roma'nın unutulmaz geleneği olan cihanşümul devlet olmak idesini , her ne kadar 1453'te Fatih'in orduları önünde tarih sayfalarına intikal edinceye dek temsil etmeye çalışmış ise de, bu Romalı olmak hususiyetinin ancak 7.yüzyılın başlarına kadar koruyabilmişti. (1) 


Son devir Bizans tarihçilerinden Georg Ostrogorsky'nin, "Roma devlet geleneğinin Grek kültürü ve Hıristiyanlık inancı ile teşkil ettiği sentez" den ibaret saydığı (2) Doğu roma imparatorluğu, elinde kalmış olan Adriyatik'in doğusundaki devlet toprakları yanında Anadolu, Suriye ve Mısır'ın özelliklerini büyük bir hızla benimsemek suretiyle bütün yapısını kökten değiştirmiş ve bir doğu devleti halini almıştır. Öte yandan Doğu Roma imparatorluğunun bu bünye değişikliğinde etkisi olabilecek Avrupa'daki arazisi, yani Balkanlar, Kavimler Göçü'nün buralara kadar uzattığı barbar İslav dalgaları ile etnik çehresini daha 4.yüzyıldan beri değiştirmişti. (3) Böylece İslav kabileleri ile Avarların Balkan yarımadasına yerleşmeleri, Doğu Roma devletinin batı ile bağlantısını tamamiyle denilebilecek bir ölçüde kesmiş bulunuyordu.


7.yüzyıl başında, daha sonraki asırlarda son büyük Roma imparatoru olarak hatırlanan Herakleios (610-641), İstanbul'da iktidarı eline aldığı sırada imparatorluğun bir zamanki bütünü ile ihyası için sarfedilen son büyük gayret, yani Justinianus'un restorasyan hareketi (4), çoktan geride kalmış bulunuyordu. Ancak devlet, kendisine hiçbir fayda sağlamamış olan bu çabanın hala yorgunluğu içinde idi.


Bu uğurda doğunun imkanları, kudret kaynakları insafsız ve hasapsızca harcanmış, tüketilmişti. Roma lejyonlarının kılıç şakırtılarının Britanya adalarından Fizan çöllerine, Septe Boğazı'ndan Fırat kıyılarına kadar aksettiği, medeni dünya hazinelerinin oluk oluk devlet kasasına aktığı devirler artık hayallerde yaşıyordu. Herakleis, Roma tarihinin en güç ve karanlık devresinde görev başına gelmişti: 


Avarlar, önlerinde ve yanlarında sürdükleri yeni İslav kabileleri ile Balkanları hemen bütünüyle devletten koparmışlar, bir taraftan Selanik'i, öte yandan da doğrudan doğruya başşehir İstanbul'u tehdit etmeye başlamışlardı. (5) Çözülme ve dejenerasyon sancıları içinde pek yakında yıkılacak olan İran, gücünün çok üstünde bir şahlanış ile imparatorluğun ana eyaletlerini istila etmekte idi.


Herakleios'un ilk saltanat yıllarında Sasani orduları Anadolu'yu baştan başa katederek Boğaziçi kıyısına kadar sokulmuşlar ve hatta İstanbul'u düşürmek için Avarlarla ittifak etmişlerdi.


Bu büyük ümitsizlik devresi içinde Roma İmparatorluğu'nda hiç de beklenilmeyen , beklenilmediği için de hemen bütün tarih yazarlarınca bir mucize addedilen rejenerasyon, yani kendi kendini yenileme oluşumu ortaya çıktı. İlk adımları Herakleios devrinde atılmış olduğu için bütünüyle ona izafe edilen, maruf tabiriyle Herakleios reformları, tarihi akışın yönünü geri çevirmek kudret ve başarısını gösterdi. 


Bu reformların en önemlisi, hiç şüphesiz, o sıralarda devletin elinden henüz çıkmamış olan Anadolu topraklarında Thema'lar Sistemi'nin uygulanmaya başlanmasıdır. (6) Anadolu toprakları, Anatolikon, Armeniakon, Opsikion kara ve Kibyrraioton deniz askeri bölgeleri, yani thema'lar halinde organize edildiler. Aslında thema, askeri birlik veya ordu demektir. Fakat burada askeri birliklerin yerleştirildiği iskan sahasına verilen isim olmuştur.


Bu suretle İstanbul'un yeni kurucusu ve bazılarına göre de Bizans devletinin ilk müessisi olan Büyük Konstantinos devrinin idare nizamı, yani Roma idare nizamı, kesin olarak sona ermekteydi. Bu dört thema düzeni içinde, bir thema'nın arazisinde birkaçı birden yer alan eski sivil eyaletler daha bir süre için varlıklarını muhafaza ettiler; fakat bunların prokonsülleri, themaların askeri ve sivil idaresini ellerinde tutan strategos'lar, yani ordu kumandanları yanında nüfuz bakımından önemlerini kaybetmişlerdi.


Sistem aslında Roma'nın limes, yani sınır bölgelerinde tatbik edilen, askerlerin toprağa bağlanması usulü ve yerine Roma'nın 6.yüzyıl içinde sınır bölgeleri olarak kabul olunan Ravenna ve Kartaca ekzarkh'lıkların temsil ettiği düzen ile uygunluk arzetmektedir. (7) Ancak üzerinde bilimsel tartışmaların henüz sona ermediği bu pek önemli konuda, Herakleios devrinde kurulan themaların, Sasani İran'in buna benzer müesseselerini ve hatta Turani gelenekleri örnek edindikleri görüşü, özellikle son yıllarda kuvvet kazanmaktadır. (8)


Son zamanlarda sübjektif düşüncelerle ve sırf doğuyu özellikle Türk devlet ve toplumunu küçümsemek gayesiyle bir çok batı bilginin, İslam dünyasındaki ikta ve Türklerdeki dirlik sistemlerini Bizans müesseselerine bağlamak temayülü göz önüne alınacak olursa (9), 7.yüzyıl başında kurulmuş olan önemli bir müessesenin Turani menşelere dayanabilecği iddialarını önemsememek mümkün değildir. Eski Türk kültürünün buna benzre müesseselerinin etraflıca incelenmesi, bu bakımdan bizim için pek önemli bir vazife olsa gerekir.


Thema'lar idaresinin en önemli özelliği, mevcut askeri birliklerin, Anadolu'nun belirli bölgelerine iskan edilerek, bu birliklerin mensuplarına arazi tahsis edilmesidir. Burada belirtilmesi gereken en önemli nokta, themaların ,dari bölgeden ziyade askerlerin iskan bölgesi oluşlarıdır.


Bu arazi, babadan oğula intikal eden, askeri mükellefiyetler karşılığında tevarüs edilebiliyordu. Böylece askerlere tahsis edilen arazi, kuvvetli bir yerli ordunun teşekkülüne temel oldu. ayrıca devlet, hiçbir zaman emniyet telkin etmeyen ve sayı bakımından da yeterli bir çoğunluk sağlamayan ücretli asker aramak külfetinden kurtulmuş oluyordu. Kaynaklarda açıkça belirtilmemesine rağmen, devletin köylü-yerli ahalisinin de askeri arazi ile teçhiz edilmek suretiyle askerlikle mükellef kılındığı kabul olunabilir.(10)


Anadolu'nun yerli ahalasi, daha önceki devrelerde olduğu gibi Roma hakimiyeti zamanında da çok heterojen, karışık idi. Yer yer Ege kıyıları hariç tutulacak olursa, Anadolu'da bir yerli Grek unsurunun varlığından bahis olunamaz.


Burada uzun asırların birbiri yanında ve birbiri üstünde yığmış olduğu, kısmen Akdeniz dünyasının uzak bölgelerine göç etmiş olan kavimlerin kalıntıları, Roma hakimiyeti altında yaşamaktaydılar. Bunlar, kendi geleneklerine uygun, zamanla birbirine yaklaşmış, fakat esasında birbirinden farklı yaşantılarını sürdürmekte idiler.


Hunların önünden kaçarak veya onlarla birlikte Roma dünyasına gelen Germenler, Vizigotlari, Ostrogotlar, İslavlar ve Hun kavimler topluluğuna bağlı Türk asıllı kabileler, barış veya savaş yolu ile kısmen imparatorluk bünyesine girmekte idiler. Bunların büyükçe bir kısmı devlet tarafından Trakya ve Anadolu'ya yerleştirilmekte ve Roma ordusunda bunların savaşçılık gücünden faydalanılmakta idi. Böylece 4.yüzyıldan itibaren Anadolu'nun yerli ahalisi içine, Got, İslav ve Türk unsurları da karışmış bulunuyordu.


Roma'nın fiilen Bizans'a dönüştüğü Herakleitos devrinde ise, ülke etnik bakımdan daha da renkli bir yapı kazanmaya başladı. (11) Çünkü themalar bölgesine iskan edilen orduların önemli bir kısmını, imparatorluğun diğer kavimlerle meskun bölgelerinden veya Hazar Türklerine tabi olan Kafkasya'dan derlenen, yabancılar teşkil etmekte idi. (12) Bunlar Herakleios reformları sayesinde Anadolu'da toprak sahini olarak zamanla yerli ahaliye karıştılar.


Herakleios bu organizasyon ile İranlıları yendi. Onları Anadolu topraklarından sürüp çıkardı; ama ancak o kadar. Organizasyon bütün cephelerde devleti tam olarak restore edebilmek için henüz pek yeni idi. İranlıların zaptetmiş oldukları Suriye, Filistin ve Mısır'ı yeniden kazanılması, Herakleitos ordularının gücünden ziyade İran'ın içine düştüğü büyük buhranla ilgilidir. Bizans kuvvetleri her ne kadar bu bölgelere girdiler ise de, sendeliyorlardı, güçleri tükenmişti. Bu durumu, gayet açık olarak, hemen bu sıralarda başlamış olan İslam fütuhatının neticeleri göstermektedir.(13)


Büyük bir hamle gücü ile dünyayı fethe girişen Araplar, İran'ı kolayca ve uzun bir süre kalkınamayacak şekilde yıktılar. Daha ancak birkaç yıl önce yeniden Bizans İmparatorluğu'na katılmış olan Filistin ve Mısır, inanılmaz bir kolaylıkla Müslümanların eline geçti. Herakleios'un Suriye'yi kurtarmak çabaları da bir netice vermedi. Son büyükçe Bizans orduları Suriye topraklarında Müslümanlara karşı bozguna uğramaktan kurtulamadılar. (14)


Ama, Anadolu, Müslümanları taarruzları karşısında başka bir takım sebeplerin de katılması ile arap fütuhatı bir duraklama devresine girince (15), themalar organizasyonu, Herakleios'dan sonra gelen Bizans imparatorları tarafından rahatlıkla geliştirildi. Bu organizasyonu geliştirmeyi kolaylaştıracak bir husus da, hiç şüphesiz, 7.yüzyıl başlarına kadar devlet içinde önemli rol oynamış görünen büyük arazi sahiplerinin, ülkenin her taraftan saldırıya uğraması sebebiyle harap olan büyük mülklerini terk etmiş olmalarıdır.


Devlet bu sayde boş kalmış olan araziye hem hür bir köylü tabakasını, hem de themaların stratiotes denilen askeri mensuplarını, küçük arazi sahibi olarak yerleştirmek imkanını bulmuştur. Bu sistem oturdu ve ilk Emevi halifesi Muaviye devrinde girişilen ve Bizans'ın tümüyle ortadan kaldırılması için Arap devletinin bütün gücünü savaş meydanına attığı kesin mücadele devresinde, Bizans'ın yeni baştan başarıya ulaşmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri oldu.  İstanbul'u ve imparatorluğu, başşehrin kuvvetli surları ve rum ateşi kadar, Anadolu'nun iyi yetiştirilmiş, toprağına bağlı thema kuvvetleri kurtarmıştı.(16) Themalar sisteminin devlet yapısında gittikçe artan önemini belgeleyen bir husus da, Köylüler Kanunu'nun bu devirde çıkarılmış olmasıdır. Nomos georgikos denilen Köylüler Kanunu (17), hür köylü ve stratioteslerin mülkiyet haklarını garanti altına almakta idi.


Herakleios hanedanının son temsilcisi II.Justinianos'un, özellikle Balkanlar'da geniş tehcir faaliyetinde bulunarak Anadolu'ya büyük çapta yabancı unsur yerleştirdiği bilinmektedir. Bunların çoğunluğunu, İslavlar yanında Avarlar ile Protobulgarlar'ın teşkil etmesi gerekir. (18) Bu devir için yegane Bizans kaynağı olan Theophanes, II.Justinianos devrinde, yani 7.asrın sonu ile 8.yüzyılın başlarında, Bithynia bölgesine iskan edilen ve Bizans ordusuna 30.000 kişilik bir kuvvetle katkıda bulunabilecek büyük Balkanlı gruplardan bahsetmektedir. (19)


Bizans tarih yazarları Vasiliev ve daha sonra bilhassa Ostrogorsky, eserlerinde, themalar sistemine her temaslarında, bu bölgelere büyük bir çoğunlukla İslavların yerleştirilmiş olduğunu iddia ederler.(20) Bilimsel hüviyetleri söz götürmeyen bu ünlü tarihçilerin, her hadiseyi mümkün olduğu nisbette ve hatta kaynakları zorlayarak islav gözlüğü ile müşahedeye çalıştıkları çok açıktır. Theophanes'in Balkanlar için kullandığı Sklavinia (21) tesmiye şeklinde, buradaki bütün halkın İslavlardan ibaret olduğu anlamını çıkarmak, kanaatimizce, olay ve ifadeleri belli bir kalıp içine zorlamaktan başka bir şey değildir, çünkü eski kaynakların, kabile ve hatta millet isimlerini titizlikle birbirinden ayırmadıkları bir vakiadır.


Özellikle Bizans kaynaklarında İskit, İslav, Türk, Pers adları daima dikkatsizce kullanılmıştır. Hatta Selçuklu Türklerine bile, Anadolu'nun pek büyüy bir kısmını fetettikleri , yani kendilerince çok yakından tanınmaları gerektiği halde, Anna Komnene tarafından persler denmekte tereddüd gösterilmemiştir. (22) Bu sebeple, görüşümüze göre, Anadolu'ya muhtelif Bizans imparatorları devrinde yerleştirilen grupların milli karakter ve bünyeleri ayrıca ve dikkatle incelenmediği sürece, bunlara İslav, Türk veya başka genel adlar vermek hatalı olur.


Anadolu topraklarının bütünlüğü bu şekilde 8.yüzyıl boyunca, ekseriya mağlup olarak, fakat yine de hemen hiç bir önemli arazi kaybına uğranmadan korunabildi. Ikonoklasmus (23), Tasvir Kırıcılık cereyanının devlet bünyesinde açtığı yaralar gerçekten ve kesin olarak kapanıncaya, yani 9.yüzyıl ortalarına kadar Anadolu themaları, askeri kudreti temsil etmeye devam ettiler. Themalar, bir taraftan şiddetini zaman zaman artırmakla beraber, hiç arası kesilmeden devam eden İslam akınlarına karşı koydular (24) ; diğer taraftan da Bizans devletine imparator ve hanedan fideliği vazifesi gördüler.


Herakleios hanedanının düşmesinden sonra Bizans'a hakim olan imparatorlar, çoğunlukla themaların kumandanları, yani strategosları arasından çıkmış ve bunlardan ikisi Isaurialı Leo ve Amorionlu Mikhail birer hanedan kurmuşlardı. Ancak kuvvetli thema strategoslarının, hükümdarların şahsı bakımından arzettikleri tehlike, bizzat aynı yoldan İstanbul tahtına ulaşmış olan imparatorlar tarafından yeterince farkedildiğinden , bu devre içinde themaların küçütülmesi cihetine gidildi. Böylece bunların sayısı artmış oldu.


Thema sayısının çoğalmasına diğer bir sebep de , savaş ccepheleri gereği, önemi artan bazı bölgeleri daha toplu ve gergin bir organizasyon içinde tutmak gayesi idi. Önceleri muhtelif adlarla, mesela kleisura, arkhont'luk, dux'luk, katepan'lık ve drungar'lık gibi, themalardan ayrılan özellik sahibi askeri bölgeler, sonradan bağımsız themalar  halinde teşkilatlandırılmışlardır. (25)


Ayrıca devlet için yeni bir tehdit teşkil eden Balkanlar'daki Bulgarlara karşı, mücadeleyi başarı ile yürütebilmek üzere imparatorluğun Avrupa arazisi üzerinde de yeni themalar kuruldu ve bunlara Anadolu themalarından stratiotes nakilleri yapıldı. Bu suretle devletin etnik yapısı da bir denge içinde tutulmaya çalışıldı. Her ne kadar Ostrogorsky, Balkanlar'da ve Yunanistan'da alınan tedbirlerle devletin bu bölgelerinin yeniden Grekleştirildiğini iddia ediyorsa da, bunun gerçekte pek tutar tarafı yoktur. (26)


Çünkü Bizans yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir Grek Devleti değildi ve arazisi içinde yapılan tehcir hareketleri de hiçbir suretle, esasen 4.yüzyıl sonunda Alarich'in Vizigotları tarafından büyük ölçüde imha edilmiş olan (27) Grek neslinin ihyası gayesini taşımamakta idi.


867 yılında kurulan ve Bizans tarihinin kudret bakımından zirvesini teşkil ettiği kabul edilen Makedonya hanedanı devrinde, themaların sayısı yeniden artmıştı. Daha 10.yüzyıl başında bu sayı Anadolu'da 17'ye, Avrupa arazisinde ise, Adalar'daki 2 deniz themasını da hesaba katacak olursak, 15'e yükselmiş bulunuyordu. Tagma adı verilen ve garnizonları hükümet merkezinde bulunan ücretli, askerliği meslek edinmiş kimselerden mürekkeb 4 büyük kuruluş ile birlikte bu themalar Bizans devletine tam bir askeri hüviyet vermekteydiler. 10.yüzyılın büyük imparator yazarı Konstantinos Porphyrogennetos, bu tagma ve themaların devlet hiyerarşisi içinde giderek artan önemlerini yeteri kadar açık bir şekilde belirtmektedir.


Onun devlet teşkilatına dair büyük eserinde (28) belirtilen maaş listelerine göre, Anadolu'da bulunan 12 büyük thema strategos'u ile tagmaların domestikos unvanını taşıyan 2 büyük kumandanı, yüksek saray rütbelerini haiz olan caesar, nobilisimos, kuropalates ve hükümdarın şahsi hizmetini gören birkaç hadım dışında, bütün devlet memurlarının en yüksek maaş alanları durumuna yükselmişlerdi. Bu cümleden olarak 10.yüzyıl başında hüküm süren imparator VI.Leo devrinde, en eski gelenğe sahip bulunan Anatolikon, Armeniakon ve Ege bölgesindeki Trakesion themalarının strategosları yılda 20'şer kilo altın maaş almaktaydılar. Tagmaların kumandanı olan domestikoslardan birisi devletin doğu , yani Anadolu, diğeri ise batı, yani Avrupa askeri kuvvetlerinin başkumandanı idiler. (29)


Görüldüğü gibi, 9.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizans'a ezici bir askeri hakimiyet devresi başlar. İşte tam bu sırada Abbasi hilafetinde, iç mücadeleler ve bölgesel hakimiyetlerin kurulmasına sebep olan karışıklıkların sonucu baş gösteren zaaftan da faydalanan Bizans doğuda savunma durumundan saldırıya geçmek imkanına kavuştu. Ancak batıda yeniden kuvvetlenen Bulgarların, imparatorluğun varlığını tehdid edebilecek bir şiddetle ortaya atılmaları, Bizans'ın doğu cephesinde başarıya ulaşmasını geçici bir süre için önledi.


Bu arada İslam ülkelerinde görülmeye başlayan emir'ül-ümera'lığa (30) paralel bir müessese tarihi gelişme gereği, Bizans'da da kuruldu. VI.Leo'nun meşru taht varisi, oğlu Konstantinos Porphyrogennetos, donanma kumandanı olan Romanos Lakapenos tarafından, kendisini müşterek imparator olarak kabule zorlandı.


Prof.Dr.Işın Demirkent
1071 Malazgirt Savaşı'na kadar Bizans'ın Askeri ve Siyasi Durumu
bu makale Tarih Dergisi, sayı 33 (1980-81), s.133-146'da yayımlanmıştır.
Bizans Tarihi Yazıları (kitap)




1) Roma'nın cihanşümul devlet düşüncesinin Bizans'ta devamı sorunu çok incelenmiş ve kabul olunmuş bir keyfiyettir. Bu hususta son olarak krş.Rubin,B.,Das Zeitalter Justinianus I, Berlin 1960, s.122 vdd. ve Ostrogorsky, G.,Geschichte des byzantinischen Staates, München 1963 (3), passim (bu eserin Türkçe çevirisinin basımı tamamlanmak üzeredir; Işıltan, F. Bizans Devleti Tarihi, TTK yayınlarından. Bu makalemizde basılmış olan metin kısmından faydalanmıştur), Levçenko, bizans, terc.Berktay, E. İstanbul 1979, s.75
2) Bk.Ostorogorsky, ayn. esr.s.25
3) bk.Ostrogorsky, Levçenko
4) Ostrogorsky
5) İstanbul'un Avarlar ve İranlılar tarafından müştereken kuşatılması, Ostrogorsky.
6) Thema'lar Sistemi hakkında geniş bilgi özellikle Gelzer'in Die Genesis der byzantinischen Themenverfassung (1899) adlı eserinde mevcut olup, daha sonra bu konu bir çok eser ve makalede işlenmiştir. (buraya not: Hocamız 1899 tarihli bir kitabı kabul edip önerirken, bu tarihlerde yazılmış ve Türk tarihini anlatan bu kitaplara "bazılarımız" çöp diyor da! - SB)
7) Ostrogorsky
8) Bu hususta; Stein,E. Ein Kapitel vom persischen und vom byzantinische Staat (1920); Darko,E. Influances touraniennes sur Vevolution de l'art militaire des Grecs, des Romains et des Byzantins, Byzantion (1935); ayn.mlf.Le role des peuples nomades cavaliers dans la transformation de l'Empire romain aux premiers siecles du Moyen Age, Byzantion (1948)
9) Köprülüzade Mehmet Fuat, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Te'siri hakkında bazı mülahazalar, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası I, 1931, ve özellikle Barkan, Timar Maddesi
10) Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi
11) Bizans'ın etnik yapısı bakımından Runciman Byzantium and the Slavs, özellikle İslavlar ve bunun yanında protobulgar ve Avarlar hakkında toplu ve faydalı bilgi vermektedir.
12) Bilindiği üzere İran'a karşı Herakleios Kafkas kabileleri ile işbirliği yaptığı gibi Hazar Türkleri ile de ittifak akdetmişti. Bu hususta Ostrogorsky.
13) İslam fütuhatının sebep ve neticeleri için bk.Vasillev, A.A. Bizans imparatoluğu Tarihi, terc. Mansel,1943; Işıltan, F.Urfa bölgesi Tarihi,1960, burada gerekli bibliyografya verilmiştir.
14) Krş.de Goeje, Memoire sur la conquete de la Syrie, Leiden, 1900
15) Bu hususta krş.Wellhausen İslamın en eski tarihine giriş, terc.Işıltan F,1960; Arap Devleti ve Sukutu, 1963
16) Arapların İstanbul kuşatmasını kaldırdıktan sonra geri dönüşlerinde Anadolu içinde bizanslıların saldırısına uğrayarak çok kayıp verdikleri İslam ve Bizans kaynaklarında tafsilatlı bir şekilde anlatılmıştır. Bu kaynakalrın tenkitli bir incelemesini Wellhausen Die Kampfe der Araber mit den Romaern in der Zeit der Umaijiden Nachrichten der Gesellschaft der Wissenschaften zu Göttingen, 1901, yapmıştır.
17) Bu hususta Ostorgorsky
18) Theophanes Chronicon, nsr.de Boor
19) Theophanes
20) Vasiliev, Ostorogorsky, ayrıca Runciman
21) Theophanes
22) Michel Psellos Chronographie, 1928; Anna Komnene Alexiade, 1937-45 Perse maddesi
23) Bizans tarihinin önemli bir safhasını teşkil eden tasvir kırıcılık devri hakkında bk.Vasiliev; Ostrogorsky
24) Bu devrenin Bizans-İslam mücadelesi bütün kaynakları ile Vasiliev tarafından incelenmiştir. Byzance et les Arabes,1935.  Byzantium adlı toplama eserde Bizans-İslam münasebetlerini güzel bir şekilde hülasa etmektedir.
25) Krç.Ostrogorsky
26) ayn.esr.
27) bk.Seeck,O.Geschichte des Untergangs der antiken Welt,1921
28) De administrando imperio, terc. Moravcsik Jenkins, 1949
29) Ostorgorsky
30) Emir'ül-ümera'lık hakkında son olarak bk.Yıldız,H.D.Abbasiler'de Emirülümeralığın ortaya çıkışı, Tarih Enstitüsü Dergisi sayı 10-11, 1979/80


_________




"Bizans imparatorluğundaki etnik mozaik içinde bulunan 
Türk varlığının sayısı, hiç de küçümsenemeyecek kadar çoktu."
Prof. Dr. Işın Demirkent 
TÜRK TARİH KURUMU 







"Helenleştirme çabaları ve özellikle Hıristiyan kilisesinin bağnazlığı yüzünden kısa sürede Anadolu’da yerli diller artık konuşulmaz olmuştur. Anadolu’da en eski devirlerden beri konuşulmakta olan yerli ve onlara ilaveten yeni gelen kavimlerin konuştukları dillerin yok olmasının bir nedeni de, 6.yy.’ın ortalarına, yani Justinian Devrine kadar Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun resmi dili olan Latince’nin kaldırılıp, yerine Grekçe’nin konmasıdır. Yani bir taraftan devlet idaresinde resmi dilin Grekçe olması, diğer taraftan zorla ve inanılmaz bir misyonercilik ruhuyla Hıristiyanlaştırılan insanlara kiliselerde Grekçe’nin neredeyse mecburi dil olarak konması ve İncil’in de Grekçe olması, 
Anadolu’nun yüzeysel olarak da olsa Helenleşmesini sağladı. 

Evet bu Helenleşmenin gerçekten çok yüzeysel kaldığı gerçekten özellikle vurgulanmalıdır. Çünkü bölge Arap istilaları sonucu Roma-Bizans tahakkümünden kurtulur kurtulmaz, Helenleşmenin birlikte getirdiği yer isimlerindeki yapmacık Grekçe unsurların yerini, eskiden olduğu gibi yerli isimler veya Sami veya Arami kökenli isimler almıştır. Yani Büyük İskenderle başlayıp Arap istilalarına kadar geçen yaklaşık 1000 senelik bir dönemde (M.Ö.333-650) 
Kilikya, Kuzey Suriye ve kısmen de olsa Anadolu asla Helenleşmemiştir.....

Anadolu’nun sadece yüzeysel olarak Türkleştiğini savunanlar bilmelidirler ki, 
bu toprakların Helenleşmesi veya Hıristiyanlaşması da aynı şekilde yüzeysel kalmıştır. 
Bundan dolayıdır ki, az sayıda Türk işgalleri ülkeyi çok kısa bir zaman içinde Türkleştirebilmiştir. 
Batı tarihçilerinin anlayamadıkları, bir fenomen olarak baktıkları olay, işte budur. "
Prof. Dr. Ahmet ÜNAL 
Münih Üniversitesi Assuriyoloji ve Hititoloji Enstitüsü 
Eski Anadolu Dilleri ve Kültürleri Bölümü Başkanı
"HİTİT İMPARATORLUĞU’NUN YIKILIŞINDAN BİZANS DÖNEMİ’NİN SONUNA KADAR ADANA VE ÇUKUROVA TARİHİ."
Bu konuşmasını ÇÜ FEF Arkeoloji Bölümü’nde 22.04.2000
tarihinde gerçekleştirmiştir.





"...dilbilimsel kanıtlar, bizi Ege'ye gelen Yunanca konuşan göçmenlerin anaerkil etkiler altına girdikleri sonucuna vardırmıştır.... Ege havzası hiçbir zaman bütünüyle Hellenleştirilmemişti.... Yunan dili ancak İskender'in fetihlerinden sonra Anadolu'nun iç bölgelerine sokulabildi.... İÖ. dördüncü yüzyıla gelinceye değin, 
Girit'in kimi yörelerinde hala Yunanca olmayan bir dil konuşulmaktaydı.
Kesin bir sınıflama olarak Hint-Avrupa kavramının kendisinin bile yeniden gözden geçirilmesi gerekebilir.” 
George Thomson 
Tarih Öncesi Ege.


"19.yy'a kadar 'Bizans İmparatorluğu' diye bir ad yoktu!"
Prof.Dr.Semavi Eyice






ilgili