19 Kasım 2020 Perşembe

Frankenstein

 

Frankenstein'da Türk İmajı - Doç. Dr. Dilek Yiğit


Ünlü İngiliz yazar Mary Shelley’nin, yazarının isminin de önüne geçen Frankenstein adlı eseri, doğa bilimlerine tutkulu bir İsviçreli ile bizzat kendisinin yarattığı korkunç görüntülü canavarın hikayesini anlatır.

Eserin birinci bölümü soğuk denizlerde keşif yolculuğuna çıkmış bir İngiliz olan Robert Walton’un kızkardeşine yazdığı mektuplardan oluşur. Bu kısım, ilk bakışta, doğa bilimci Victor Frankenstein ile  canavarının hikayesi ile doğrudan bağlantılı görünmese de, eserin ana kısmı Robert’ın Victor ile karşılaşması ve Victor’un da kendi hikayesini Robert’e  anlatmasıyla başlar. Zaten Victor ile canavarın hazin hikayesi Robert Walton’un gemisinde sonlanacaktır.

Eserin ikinci bölümünde Victor önce kendi geçmişinden ve ailesinden bahseder, sonra da doğa bilimlerine karşı dizginlenemez tutkusu nedeniyle yarattığı canavar ve bu canavarın sebep olduğu felaketleri, eleştirileri kendisine yönelterek ve pişmanlık içinde, anlatır. Victor’un İsviçre’de başlayan hikayesi Almanya’da devam eder, Victor ile canavarın Cenevre yakınlarında tekrar karşılaşması üzerine İsviçre’ye döner. Yaratıcısı Victor ile karşılaşan ucube, yaratıcısına  yaratıldığı andan itibaren yaşadıklarını anlatmaya başlar ki; canavarın hikayesinde Türk ve Arap karakterler sahneye çıkar ve Mary Shelley’nin Doğu’ya bakış açısını yansıtır.

Canavar önce açlık ve üşümek gibi, sonrasında ise saklandığı mekandan gözlemlemeye başladığı üç kişi aracılığıyla keder ve umutsuzluk gibi insani duygularla tanışır. Gizlice gözlemlediği bu üç kişilik aileye duygusal açıdan iyice bağlandığı anlaşılan canavar, kendi ifadesiyle bu nazik insanların kederinin sebebini öğrenir. Aslında varlıklı olan bu ailenin sefil duruma düşmesine bir Türk sebep olmuştur. Eserde, önce sahneye Arap bir kız çıkar; bu Arap kız ailenin genç üyesi Felix’in sevdiği kadın olarak yoksul eve gelip yerleşmiştir; bu Arap kızın gelişiyle aileyi sefalete sürükleyen olaylar silsilesinin bir Türk tüccarın Fransa’da hapse atılması, Felix’in bu tüccarı hapisten kaçırmaya kalkması ve yakalanması sonucu Fransız makamları tarafından ailesinin mal varlığına el konulması ve sürgüne gönderilmeleri olduğu anlaşılır. Bu Türk tüccar yazarın “Arabistanlı” olarak nitelendirdiği Felix’in sevdiği kadının babasıdır. Eserin bu noktasında yazarın Türk ve Arap kavramlarını  birbirlerine ikame eder şekilde kullandığı, bir başka deyişle Türk ve Arap’ı karıştırdığı izlenimi oluşur. Zira Arabistanlı kızın babası Türk’tür; bir başka deyişle Türk tüccarın kızı Arap’tır. Yazarın zihninde varmış izlenimi oluşturan Türk ve Arap karışıklığı ilerleyen satırlarda giderilmiş gibidir; yazar Türk kızı olan Arabistanlı’nın annesinin Türkler tarafından kaçırılmış  bir Hıristiyan Arap olduğunu belirtir.  

Eserde dikkat çeken bir husus da, yazarın Türk tüccara bir  isim vererek, ona yüklediği negatif sıfatları bu isim ile kullanmak yerine, bu sıfatları doğrudan Türk kavramı ile kullanmış olmasıdır. “Hain Türk”, “Türk’ün nankörlüğü” gibi…

Bu noktada, ayrıca, yazarın islam coğrafyasına bakış açısı da gözler önüne serilir. Yazarın ifadesiyle  Arabistanlı kıza “Müslüman kadınlara yasaklanmış değerler aşılanmıştı ”ve “boş eğlencelerden başka bir şeyle meşgul olmasına izin verilmeyen bir yaratık olarak harem duvarları arasında hapsedilmek düşüncesi bu kızın midesini bulandırıyordu” “Bir Hıristiyanla evlenerek kadınların da toplumda yer alabildiği  bir ülkede yaşamak ihtimali onu büyülüyordu”, “Türkiye’de yaşamak fikri onda nefret uyandırıyordu.” Bu ifadelerin  yazar Mary Shelley’in Türk-karşıtı olduğunu söylememize imkan tanıyıp tanımadığı tartışılabilir belki; ama yazarın İslam coğrafyasına karşı negatif bir bakış açısı olduğu aşikardır.

Mary Shelley’in aynı eserde Yunanlara bakış açısına da kısaca değinmek isterim ki, okuyucu buna neden gerek duyduğumu sorarsa Frankenstein’ın Yunanların Osmanlı’ya isyan etme fikrinin olgunlaştığı dönemde yazılıp, yayınlandığını hatırlatarak yanıt vereyim.  Mary Shelley,  Yunanların Osmanlı’ya isyan meselesinin  İngiltere’nin gündeminde olduğu dönemde kaleme aldığı eseriyle İngiliz entellektüellerin isyana dair düşüncelerinin bir örneği olabilir.  Mary Shelley Victor karakterini konuşturmaya başladığı bölümde onun ağzından “eğer hiç kimsenin, kişisel sevgi bağlarının ahengini bozacak bir işe kalkışmasına ne olursa olsun izin verilmeseydi Yunanistan köleleştirilmezdi” der; üstü kapalı da olsa Türk’ün Yunan’ı köleleştirdiği argümanı üzerinden Yunan isyanına sempati duyduğunu açık eder. Zaten eser Mary Shelley’nin Yunan kültürüne duyduğu hayranlığı da göstermektedir. Eserde genel bir tarih bilgisine sahip olduğunu söyleyen canavar şöyle devam eder “dünyada hüküm sürmekte olan imparatorluklar hakkında fikir sahibi oldum; dünya milletlerinin farklı yapılarını, idare biçimlerini ve dinlerini öğrendim. Miskin Asyalılardan; Yunanların olağanüstü dehasından ve düşünce alanındaki katkılarından; eski Romalıların savaşlarından ve harika erdemlerinden…”

Görünen odur ki,  Yunanların Osmanlı’ya isyan fikrinin olgunlaştığı  dönemde kaleme alınan ve yayınlanan, sonrasında edebi bir klasik haline gelen Frankenstein bir doğa bilimci ile yarattığı canavarın hazin öyküsünü anlatırken, yazarının Türk’e ve İslam coğrafyasına bakış açısını, doğrudan amacı bu olmasa bile,  sergiler. 

Mary Shelley’nin Türk’e bakış açısının aşağıdakilerden hangisi tarafından en çok etkilendiği ise bilahare tartılışabilir.  Yunan isyanı konusunda İngiltere’deki genel atmosferden mi? Yoksa Mary Shelley’in İsviçre’de komşusu, yakın arkadaşı olan ve Yunan hayranlığı ile tanınan Lord Byron’dan mı? Bu noktada  Frankenstein eserinin Lord Byron’un önerisi ile kaleme alınmış olunduğunu belirteyim.


Söyledik - 12 Kasım '20