"Vampir", Prof.Dr.Hatice Şirin
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 2010/2
Vampir sözcüğü Batı edebiyatına ilk kez Heinrich August Ossenfelder’in 1748’de yazdığı Der Vampir şiiriyle girmiştir.
Sözcüğün vampire biçiminde İngilizceye girişi, Webster Sözlüğü’ne göre 1732’dir. Oxford Sözlüğü’nde, Macarcadan Fransızcaya, Fransızcadan da İngilizceye 18. yüzyıl ortalarından geçen sözcüğün nihai kökeninin Türkçe uber “cadı” olabileceği belirtilmiştir.
Rus vampirizmi hakkındaki en kapsamlı çalışmayı yapan Perkowski de Türkçe kökeni reddetmiş ve vampire Slavca bir köken ararken, sözcüğün Doğu Avrupa dillerindeki upır biçimine kadar izini sürmüş, ama erken Slav halklarının tarihleri hakkındaki bilgilerin yetersizliği yüzünden meseleyi daha ileriye taşıyamamıştır.
Vampir sözcüğünün ilk biçimi olduğu düşünülen upır ilk kez 1047’ye tarihlendirilen Kniga prorokov adlı yazmanın kolofonunda ποπъ oyπирь лиχый (pop’ opir lihıy) ibaresi içinde geçer. Bu kitap, bir papaz tarafından Kuzeybatı Rusya’da Novgorod knezi Vladimir Yaroslav için Glagolitik alfabeden Kril alfabesine aktarılmıştır. Metinde bu papaz adını veya lakabını upır lihıy olarak kaydetmiştir. Modern Rusçada lihoy “kötü” anlamına geldiği için, bilim adamları lihoy upir “kötü vampir” olarak yorumlamışlardır. Ancak, bir papazın böyle bir ad kullanması alışılageldik bir durum olmadığı için, İsveçli Slavist Andres Sjöberg, bunun ne gerçek bir ad ne de Rusça olabileceğini belirtmiştir. upır sözcüğünün bir başka erken kaydı, Doğu Slavları arasında (Rus, Ukrayn, Beyaz Rus) 12. yüzyıl kilise kroniklerinde tutulmuştur. Upır, bu kroniklerde iyicil ruh bereginin karşıtı olan kötücül ruh olarak belirtilir. Kroniklerde bu güçlere tapınan pagan Ruslar eleştirilmiştir.
Upırın XI-XII. yüzyıllarda Rusçaya girdiği Vladimirtsov, Räsänen, Ligeti, Dmitriev, Yegorev, Şipova ve Eren tarafından belirlendiği ve Rusçadan diğer Doğu Avrupa Slav dillerine geçtiği Miklosich tarafından çözüldüğü halde, her nedense literatürde bu çözüm rağbet görmemiştir. Oysa meseleye X-XI. yüzyıl Slav-Türk (Kuman, Peçenek ve diğer boylar) ilişkileri bağlamında yaklaşmak, meselenin çözümünde önümüze birçok veri sunar.
Knez Vladimir’in yönetimi altındaki bu bölge, bugünkü Kiev kenti çevresindedir. Kiev halkı M.S.988’de Vladimir önderliğinde Hristiyanlığı kabul ederek Slavlaşma sürecine girmiş, bu arada paganizme savaş açmıştır. Kiev ve çevresi, bu dönemde Vareg-Ruslar, Hazarlar ve doğudan gelen Peçeneklerin güçlü nüfuzu altındaydı. 915’te Knez Oleg döneminde, Peçenekler Kiev’i kuşatmış ve 1036’ya kadar Ruslar ve Peçenekler bir arada yaşamışlardır. Kiev knezi Vladimir, Kama Bulgarlarına karşı sefer açtığında Rus ordusu ve Uzlar aynı kıtada yer almışlardır. 985’te Vladimir ile Oğuzlar (Torklar) ve Volga Bulgarları arasında kimi zaman mücadeleler yaşanmış, kimi zaman da barış ilişkileri kurulmuştu. 1060 yılından itibaren ise, bu bölgeye Kumanlar gelmiş; Kumanlara karşı Ruslar, Peçenekler ve Oğuzlar birlikte hareket etmişlerdir. Kniga prorokov’un ve 12. yüzyıl kilise kroniklerinin yazıldığı, yani upır sözcüğünün Rusçaya girdiği dönemde Rusların en yakın komşuları Peçenekler, Oğuzlar, Bulgarlar ve Kumanlardı.
Vladimir döneminde (972-1015), Alman misyoner Bruno, Peçenekler arasında beş ay kalarak Hristiyanlığı yaymaya çalışmış, ama Peçenekler ellerindeki baltalarla misyonerleri tehdit etmişlerdir. Rus-Türk ilişkilerinin başlangıç aşamasını oluşturan bu dönemde iki kültür arasındaki alışverişler de başlamıştı. Hristiyanlığı kabul etmeyen Türk boylarının mitolojilerine ait ögelerden biri olan upır sözcüğü, Türk-Slav ilişkilerinin başladığı yıllarda Rusçaya girmiş olmalıdır. Zira ubır inanışı, Kıpçak Türkleri başta olmak üzere, birçok Türk boyunun folklorunde bugün hâlâ çok canlıdır.
Prof.Dr. Hatice Şirin
Kitap:
Sözcük Hikayeleri, Sözlerde Saklı Kültür
Hatice Şirin
BİLGE KÜLTÜR SANAT, Ekim 2020
Etimoloji, köken bilgisi, kelime tarihçiliği ya da bu kitaptaki adlandırılışıyla sözcük hikâyesi, bir sözcüğün nerden gelip nereye gittiğinin hikâyesidir. Her sözcüğün hikâyesi de bir insanlık hikâyesidir. Çapkın, yavşak, hovarda, bağnaz sözcüklerinin kökleri neydi, bugüne nasıl ulaştılar? Tahtakurusu, peygamberdevesi, çobanaldatan sözcükleri nasıl ortaya çıktı? Bu canlılara neden bu adları verdik? Ebegümeci, akşamsefası ve güzelavrat otu gibi bitkilerin adlandırılmasının kökeninde ne gibi kültürel kodlar yatıyor? Arsenal, darağacı, cin, lizöz, maskara, fuşya, şömentabla sözcükleri Türkçeye hangi dilden girip ne tür anlam gelişmeleri yaşadılar? Tabanca, eroin, sıtma ve öfke eski zamanlarda ne anlama gelirdi, bugünkü anlamlarını nasıl kazandılar? Özlemek, beklemek, sömürmek, sınamak vd. neydi, ne oldu? Elinizdeki bu kitapta kök biçimleriyle, eski anlamlarıyla, ses, şekil ve anlam gelişmeleriyle, edebiyattaki ve genel olarak sanatın her türündeki yansımalarıyla 134 sözcük değerlendirildi.
***
TATAR TÜRKLERİNDE MİTOLOJİK VARLIKLARLA İLGİLİ MİTLER VE İNANIŞLAR (İYELER VE YARATIKLAR),
Bilig Dergisi, Güz 2007/ sayı 43
Yard. Doç. Dr. ÇULPAN ZARİPOVA ÇETİN
Ubır (Obur) Bu yaratık da dünya mitolojisinde çok yaygın ve o da alçak, kara ruh sayılmaktadır. Çuvaş Türkleri bu yaratığa Vupar, Özbekler Upır, Kazan ve Sibirya Tatarları Ubır derler. Sibirya Tatarlarında Ubır’a benzeyen daha bir kara ruh var: Mäçkäy. Ama o, Kazan Tatarlarının inancından farklı olarak hep kadın kılığında olurmuş.
Ubır kelimesinin etimolojisi ile ilgili Tatar halk biliminde çeşitli görüşler bulunmaktadır. G.Gıylmanov onları “Tatar Mifları” adlı kitabında vermiş ve biz onlardan gerçeğe daha yakın olanlarını seçip almaya çalıştık. Meselâ N.İsanbet, Ubır kelimesinin, “içe doğru batırıp yutmak”, “içe doğru çekmek” anlamına gelen ubu kelimesinden türediğinin doğrultusundadır. Bir yerin altı boş olup o yerdeki toprak çöker ve çukur oluşursa Tatar Türkleri “cir ubılğan” (yer çökmüş) derler. Mezarın üst kısmı çöküp çukur oluşsa da “lähete ubılğan” (lahiti çökmüş) derler. Akar suyun dönüp çukurlanan ve akın ile gelen her şeyi içine çeken yerine de upqın derler. Kırgızlarda, Kazaklarda ve Özbeklerde obur, ubır, upır gibi kelimeleri doyumsuz, yemeğe doymayan insanlar için kullanırlar. Radlov da obur kelimesinin Osmanlı Türklerinde çok yiyen kimse ve büyü yapan kocakarı anlamında kullanıldığı hakkında yazıyor.
Burada büyü yapan kocakarıların Tatar Türklerinde de Ubırlı Qarçıq olarak anıldığını ve Tatar masallarında sık görünen bir tip olduğunu hatırlarsak iyi olur. Fakat mitolojik bir yaratık olarak Ubır sadece İdil-Ural Türklerinde bilinmektedir. Meselâ Çuvaşlarda Güneşi, Ayı yutmaya çalışan Ubır hakkındaki kozmogonik motifin bulunması, Çuvaşlarda yaşayan inançların çok eski devirlere uzandığının bir delilidir. İslam dinini erken dönemlerde kabul ettiklerinden dolayı Şamanizm ile ilgili inançlardan uzaklaşmış Tatar Türklerinde de “Ubır Göğü bastı, Güneşi yuttu, Yer pustu, ağzını açmadan Ubır’ı yuttu” gibi bilmece korunmuş ve onun cevabı Kara bulut, Yağmur ve Yer’dir.
Tatar mitolojisinde Ubır, sahiplendiği insanın içinde “yaşayan” korkunç bir yaratıktır. Ubır’ın sahiplendiği insanlara, Ubırlı Keşe derler. K.Nasıyri “Ubırlı insanı tanımak kolaydır: onun koltuk altında bir delik olur, bu delikten Ubır insanın içine devamlı girip çıkar” diye yazıyor. Fakat bu tür deliğin koltuk altında değil de baş ucunda olduğunu bildiren haberlere daha sık rastlanır.
Ubırlar, erkeklerden korkarlar, bu yüzden genelde kadınlara sahiplenirlermiş. İşte bu inançtan dolayı Tatar kadınları hamama yalnız gittikleri zaman yanlarında küçük yaşta olsa da bir erkek çocuğunu götürmeye çalışırlar. Ayrıca Tatar Türkleri, hamamda sıradan iki kez yıkanan insanın da Ubır’a dönüşeceğine inanırlar.
Ubır, ayrıca hamile kadınları azarlar ve yeni doğan bebekleri kaçırırmış. Bu yüzden hamile kadın yanında hep bir erkek bulunmalı ve yeni doğan bebek 40 gün yalnız bırakılmamalı. Büyük kafalı, kendisi de uyumayan başkaları da uyutmayan çocuk hakkında da Tatar Türkleri “Ubır değiştirmiş” derler.
İçinde Ubır bulunan kimse kendisi de Ubır’a benzemeye başlar, özellikle yemeğe doyamazmış. Ama çok yese de Ubırlı insan hiç kilo almaz, zayıf kalırmış. Çünkü onun yediği yemek kendi vücuduna değil, Ubır’a sinermiş. Tatar halkında “Ubır kendisi doysa da gözü doymaz” gibi bir deyim de vardır. Ubırlı insanlar gece kalkıp yemek ararlar, bulamayınca da alev yumağına dönüşüp bacadan çıkarlar ve başka insanların yemeğini çalarlarmış. İnsanlar, Ubır’ın girip çıktığı yerin ocak bacası olduğunu düşündüklerinden bacaları geceye mutlaka kapatırlar.
Ubırlı insan uyuyunca Ubır onun içinden ayrılır ve alev yumağı olup bacadan dışarıya çıkarmış. Onun alevle bir arada izlenilmesi de ilginç: Ubır, aynen alev gibi doyumsuz, azgın, açgözlü, yolunda bulunan her şeyi yutan bir yaratıktır. Ayrıca o, leş ile beslenmeyi çok severmiş. Bu alev yumağını yok etmek neredeyse imkânsızmış. Ubır istediği an kedi, köpek veya güzel kız kılığına girebilirmiş. Ubır, kadınları ve hayvanları emmeyi de severmiş. Hamile bir hayvanın sütünü Ubır emerse, o hayvan korkudan düşük yaparmış. Hamile olmadığı durumda da bu hayvan hastalanır ve sonunda ölürmüş.
Bazen Ubır, insanlara çeşitli hastalıklar gönderirmiş. İnsanı Ubır sömürürse o insan kendi kendinden bağırmaya başlar ya da durup dururken kendi kendine konuşurmuş. Bu durumda, ter içinde gelen atın hamutunu çıkartıp hastalanan kimsenin boynuna giydirmek gerekirmiş (Tatar Halıq İcatı 1987: 279-280).
İçine Ubır yerleşen insan kendisi ölse de içindeki Ubır ölmezmiş. O, insanı mezara koyduktan sonra kefeni yemeye başlar ve mezarda bir delik delip yer üzerine çıkar, insanları huzursuz edermiş. Bazen Ubırlar mezar deliğinden gökteki yağmur bulutlarını kendilerine çekip kuraklığa neden olurlarmış.
Meselâ Samara Tatarları (8) uzun süre yağmur yağmamasının sebebini bir hortlağın mezardan çıkıp bulutları kovalayıp yürümesi ile anlatırlar ve mezarlığa gidip delik bulunan mezarı ararlarmış. Bulduktan sonra o deliğe önce on kova kaynamış, sonra da on kova soğuk su dökerlermiş (Urazman 1992: 56). Ayrıca, Ubır olan mezarların deliğini bulup bu deliği at gübresi ile doldurup meşe veya kavak ağacından yapılan kazık çakmak da Ubır’ın yer üzerine çıkıp doğayı ve insanları rahatsız etmesine son verirmiş.
Ubır’ı yakalamak çok zor olsa da, bunun yolları varmış. Meselâ Ubır’ı görünce, üzerindeki gömleğini göğüs kısmından birden yırtıvermek gerekirmiş. O an alev yumağı Ubır, insanın ayak altına düşermiş. Ağaç çatal veya kuş kirazı ağacının çatallanan budağını alıp onu ikiye kırmak da istenilen sonucu verebilirmiş. Ubır da anında insan kılığına girip merhamet istemeye başlarmış. Ama insan Ubır’ı acımadan dövmeliymiş. Ubır’ın kime dadandığını açıklamak için de en iyi yolmuş bu: yaralar, Ubır’ın dadandığı insana da yansırmış. Öbür gün köyde biri yaralanıp yatağa düşerse, bir gün önce yakalanıp dövülen Ubır şüphesiz o insanın içine yerleşmiş olurmuş. Bu inanca Slav mitolojisinde de rastlayabiliriz.
8-İdil nehrinin Güney’inde bulunan Samara şehri ve civarında yaşayan Tatarlar.