19 Kasım 2020 Perşembe

Vampir - Upir

 


"Vampir", Prof.Dr.Hatice Şirin
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 2010/2


Vampir sözcüğü Batı edebiyatına ilk kez Heinrich August Ossenfelder’in 1748’de yazdığı Der Vampir şiiriyle girmiştir. 

Sözcüğün vampire biçiminde İngilizceye girişi, Webster Sözlüğü’ne göre 1732’dir. Oxford Sözlüğü’nde, Macarcadan Fransızcaya, Fransızcadan da İngilizceye 18. yüzyıl ortalarından geçen sözcüğün nihai kökeninin Türkçe uber “cadı” olabileceği belirtilmiştir.

Rus vampirizmi hakkındaki en kapsamlı çalışmayı yapan Perkowski de Türkçe kökeni reddetmiş ve vampire Slavca bir köken ararken, sözcüğün Doğu Avrupa dillerindeki upır biçimine kadar izini sürmüş, ama erken Slav halklarının tarihleri hakkındaki bilgilerin yetersizliği yüzünden meseleyi daha ileriye taşıyamamıştır.

Vampir sözcüğünün ilk biçimi olduğu düşünülen upır ilk kez 1047’ye tarihlendirilen Kniga prorokov adlı yazmanın kolofonunda ποπъ oyπирь лиχый (pop’ opir lihıy) ibaresi içinde geçer. Bu kitap, bir papaz tarafından Kuzeybatı Rusya’da Novgorod knezi Vladimir Yaroslav için Glagolitik alfabeden Kril alfabesine aktarılmıştır. Metinde bu papaz adını veya lakabını upır lihıy olarak kaydetmiştir. Modern Rusçada lihoy “kötü” anlamına geldiği için, bilim adamları lihoy upir “kötü vampir” olarak yorumlamışlardır. Ancak, bir papazın böyle bir ad kullanması alışılageldik bir durum olmadığı için, İsveçli Slavist Andres Sjöberg, bunun ne gerçek bir ad ne de Rusça olabileceğini belirtmiştir. upır sözcüğünün bir başka erken kaydı, Doğu Slavları arasında (Rus, Ukrayn, Beyaz Rus) 12. yüzyıl kilise kroniklerinde tutulmuştur. Upır, bu kroniklerde iyicil ruh bereginin karşıtı olan kötücül ruh olarak belirtilir. Kroniklerde bu güçlere tapınan pagan Ruslar eleştirilmiştir.

Upırın XI-XII. yüzyıllarda Rusçaya girdiği Vladimirtsov, Räsänen, Ligeti, Dmitriev, Yegorev, Şipova ve Eren tarafından belirlendiği ve Rusçadan diğer Doğu Avrupa Slav dillerine geçtiği Miklosich tarafından çözüldüğü halde, her nedense literatürde bu çözüm rağbet görmemiştir. Oysa meseleye X-XI. yüzyıl Slav-Türk (Kuman, Peçenek ve diğer boylar) ilişkileri bağlamında yaklaşmak, meselenin çözümünde önümüze birçok veri sunar.
 
Knez Vladimir’in yönetimi altındaki bu bölge, bugünkü Kiev kenti çevresindedir. Kiev halkı M.S.988’de Vladimir önderliğinde Hristiyanlığı kabul ederek Slavlaşma sürecine girmiş, bu arada paganizme savaş açmıştır. Kiev ve çevresi, bu dönemde Vareg-Ruslar, Hazarlar ve doğudan gelen Peçeneklerin güçlü nüfuzu altındaydı. 915’te Knez Oleg döneminde, Peçenekler Kiev’i kuşatmış ve 1036’ya kadar Ruslar ve Peçenekler bir arada yaşamışlardır. Kiev knezi Vladimir, Kama Bulgarlarına karşı sefer açtığında Rus ordusu ve Uzlar aynı kıtada yer almışlardır. 985’te Vladimir ile Oğuzlar (Torklar) ve Volga Bulgarları arasında kimi zaman mücadeleler yaşanmış, kimi zaman da barış ilişkileri kurulmuştu. 1060 yılından itibaren ise, bu bölgeye Kumanlar gelmiş; Kumanlara karşı Ruslar, Peçenekler ve Oğuzlar birlikte hareket etmişlerdir. Kniga prorokov’un ve 12. yüzyıl kilise kroniklerinin yazıldığı, yani upır sözcüğünün Rusçaya girdiği dönemde Rusların en yakın komşuları Peçenekler, Oğuzlar, Bulgarlar ve Kumanlardı.

Vladimir döneminde (972-1015), Alman misyoner Bruno, Peçenekler arasında beş ay kalarak Hristiyanlığı yaymaya çalışmış, ama Peçenekler ellerindeki baltalarla misyonerleri tehdit etmişlerdir. Rus-Türk ilişkilerinin başlangıç aşamasını oluşturan bu dönemde iki kültür arasındaki alışverişler de başlamıştı. Hristiyanlığı kabul etmeyen Türk boylarının mitolojilerine ait ögelerden biri olan upır sözcüğü, Türk-Slav ilişkilerinin başladığı yıllarda  Rusçaya girmiş olmalıdır. Zira ubır  inanışı, Kıpçak Türkleri başta olmak üzere, birçok Türk boyunun folklorunde bugün hâlâ çok canlıdır.
 

Prof.Dr. Hatice Şirin




Kitap:
Sözcük Hikayeleri, Sözlerde Saklı Kültür
Hatice Şirin
BİLGE KÜLTÜR SANAT, Ekim 2020

Etimoloji, köken bilgisi, kelime tarihçiliği ya da bu kitaptaki adlandırılışıyla sözcük hikâyesi, bir sözcüğün nerden gelip nereye gittiğinin hikâyesidir. Her sözcüğün hikâyesi de bir insanlık hikâyesidir. Çapkın, yavşak, hovarda, bağnaz sözcüklerinin kökleri neydi, bugüne nasıl ulaştılar? Tahtakurusu, peygamberdevesi, çobanaldatan sözcükleri nasıl ortaya çıktı? Bu canlılara neden bu adları verdik? Ebegümeci, akşamsefası ve güzelavrat otu gibi bitkilerin adlandırılmasının kökeninde ne gibi kültürel kodlar yatıyor? Arsenal, darağacı, cin, lizöz, maskara, fuşya, şömentabla sözcükleri Türkçeye hangi dilden girip ne tür anlam gelişmeleri yaşadılar? Tabanca, eroin, sıtma ve öfke eski zamanlarda ne anlama gelirdi, bugünkü anlamlarını nasıl kazandılar? Özlemek, beklemek, sömürmek, sınamak vd. neydi, ne oldu? Elinizdeki bu kitapta kök biçimleriyle, eski anlamlarıyla, ses, şekil ve anlam gelişmeleriyle, edebiyattaki ve genel olarak sanatın her türündeki yansımalarıyla 134 sözcük değerlendirildi.