pecheneg etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pecheneg etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2020 Pazartesi

Bizans Grek değildi

 

IV Hazarlı Leo - 17.yy çizimi, Doğu Roma İmparatoru (751-780) - İl Başı (Basil)
Babası : V.Konstantin ; Annesi: Hazar Kağanı Bihar'ın kızı Çiçek (Tzitzak)

"Bizans devletinin Yunanistan ile hiçbir ilişkisi yoktur ve tarihin hiçbir devrinde bugünkü Yunanistan gibi bir devlet asla olmamıştır. Özellikle belirtilmelidir ki, Yunanistan'daki Bizans kalıntılarının sayısı, Anadolu'dakilerin 1/10 kadar bile değildir! Bizans döneminde Anadolu'da yaşayan yerli halk, misyonerlik kullanılarak ve zorlanarak Hristiyanlaştırılmış, istemediği halde yine zorla kiliseye sokulmuş ve anadili Grekçe olmadığı halde Grekçe verilen vaazları dinlemek ve Grekçe İncil'i okumak zorunda bırakılarak baskılarla Hellenleştirilmiştir.

Bazen Kilikya'da olduğu gibi Bizans'ın Hristiyan bağnazlığı o derece artmıştır ki, Müslüman veya pagan olanların çoğu katledilmiş, canlarını kurtarabilenlere ise eğer yaşamak istiyorlarsa Hristiyan olmaları şartı yüklenmiştir. Anadolu tarihinde hiçbir kavim bu derece gaddar yöntemlerle asimilasyon politikası izlememiştir; hatta yaptıkları gaddarlıklarla Tevrat'a giren Asurlular dahi din öğretisini de içeren böyle iptidai yöntemlere başvurmamışlardı.

Bu kadar akıl almaz yöntemlerle Prokrustes (*) yatağına sıkıştırılmış olan bir halklar konglomerasyonuna (**) Grek, Yunanlı, Rum demek çok yanlıştır, çünkü bunu derken Anadolu'ya sanki Bizanslılar çağında yeni "Bizans" göçleri olmuş olduğunu kabullenmek gibi çok ciddi bir yanılgıya düşeriz. Bizanslılar devrinde Anadolu'ya hiçbir zaman Grek/"Bizanslı" göçü olmamıştır; aksine Slavlar, Bulgarlar, Peçenekler, Avarlar, Türkler, Araplar, Persler, Moğollar gibi başka kavimler göçmüştür."


Prof.Dr. Ahmet Ünal // "Hititler" kitabından

(*) Prokrustes'n Yatağı : Atina-Megara arasından haydutluk yapan mitolojik bir karakter. Biri küçük diğeri büyük iki yatağı varmış. Gelip geçen yolcuları soyduktan sonra uzun boyluları kısa yatağa yatırır, ayaklarını keser; kısa boyluları da uzun yatağa yatırarak ayaklarından çekerek uzatırmış. Turovalı Elene (Helene)'yi daha çocuk yaştayken kaçıran Atinalı Theseus bu haydutun hakkından gelerek öldürmüş. Günümüzde sabit fikirleri olan kişilerin düşüncelerini zorla değiştirmeye kalkan kişiler için kullanılan bir deyimdir.

(**) Konglomerasyon : Değişik maddelerin bir araya gelerek içi boş organlarda kitle oluşturması.


"Sanatta Süreklilik" - "Soydaşlık" " Kültür ve Dil Birliği"
"Biz Anadolu'dan hiç gitmedik..."

İonlar Grek değildir, Pelasg kökenlidir. Ama göç sonrası karışmışlar ve bir çoğu Hellenleşmiştir. Ve İon sözünü bir Yunan'a çevirmişiz, yanlıştır. Gerçi Hellenlerde ancak ve ancak MÖ 5.yy'dan sonra Ellen sözünü etnik olarak kullanmaya başlamıştır, öncesi yoktur. İskender döneminde Anadolu'nun birçok yerinde "Yunanca" konuşulmuyordu ki MS 4.yy'da bile "Yunanca" konuşulmayan bölgeler vardı... Şimdi özetle ilk imparatorlara bakalım...


* Bizans (Byzantion) adı "Yunanca" değildir ve "Grek" kolonileri tarafından da kurulmamıştır.

* Bu imparatorluğun asıl adı Bizans değil, Doğu Roma'dır. Bizans adı 16.yy da tarihçi Wolf tarafından antik kent adına atfen "verilir".

* Roma İmparatorluğunu ikiye bölen ve doğuyu alan Diokletianus, bugünkü kıta Yunanistan'dan değil, İlirya'dan gelen bir Romalıdır. Batı Roma ise Maximian'ındır.

* Doğu Roma'nın kurucusu kabul edilen "Büyük" Konstantin Romalıdır ve bugünkü Sırbistan'dan gelir.

* İmparator Valentinian, bugünkü Hırvatistan'dan gelir, İlirya-Romalıdır.

* "Büyük" Theodosius, bugünkü İspanya'dan gelen Romalıdır.

* I. Leo, Trakyalı Romalıdır. Kimi Trak kavmi Bessi, kimi de Dacialı (ya da Getae) olduğunu söyler. Şu iyi bilinmeli ki Traklar çok yoğun bir şekilde İskitlerle karışmıştır, yani melezdirler.

* Makedonya'dan gelen I.Justin Trakyalı-Romalıdır, Yunancası çok zayıftır.

* "Büyük" Justinian Dardania'da doğmuş İlirya-Romalısıdır, Trak-Romalısı diyen de var, yine de "Grek" değildir...

* Heraklius'un Kapadokya Ermenisi olduğu söylenir, hatta Arsak kökenli derler. Ancak, Hint-Avrupacıcıların aksine, Arsakların Türk kökenli olduğunu belirtilen birçok Azerbaycan ve Türkmenistan tarihçisi var, Arsaklar Part-Türklerinin devamıdır. Heraklius döneminde Latinceye son verilerek, Yunancaya geçilir, kilisenin de etkisiyle Yunanca konuşulur. Heraklius gibi, Batı Türk Kağanlığı (Göktürk) da Sasanilerle sorun yaşıyordu (ki Sasanilerin ordusu azımsanmıyacak kadar çok Türk askeri bulunuyordu). Batı Türk kağanı Tong Yabgu ile müttefiliğini pekiştirmek için Heraklius kızı Eudokia'yı Kağan'ın oğlu ile sözledi, ancak bu evlilik Tong'un ölmesiyle gerçekleşemedi.

* II. Justinianos'un eşi Hazar Türküdür. Buşir Kağan'ın kızkardeşi Theodora'dır.

* V. Konstantin'in eşi de Türktür. Hazar Kağanı Bihar'ın kızı Çiçek (Tzitzak) iken, oğulları IV.Leo "Hazarlı İmparator" olarak tanınır. Çiçek ile birlikte Doğu Roma'ya "Türk" tekstili girer, Hazar kostümleri popüler olur ve buna da "Tzitzak modası" demişlerdir.

* 11.yüzyılda imparator I. Aleksios'un kızı Anna Komnini bile eserinde "Romalı" sözünü kullanır.


Kökenleri değişen daha birçok imparator var, ancak artık "Grekleşmeye" başladıkları için bu örnekler yeter sanırım.


Bilgileri kaynaklara göre aktardım, yanlışım varsa da düzeltirsiniz. Yalnız, Doğu Roma tarihinin Türksüz anlatılamıyacağını da bilmeliyiz. Kuruluş sonrasına bile bakarak Anadolu'da öncelikle Hun - Avar - Hazar Türklerinin, sonra ise Selçuklulara kadar Kıpçak/Kuman ve Peçenek Türklerinin yerleşik yaşadıkları bir gerçektir ve birçoğu da Hristiyan dinini kabul ederek "Hellenleşmiştir". Nasıl ki Osmanlı İmparatorluğundaki azınlıkları sayıyor ve gözümüze sokuyorlarsa, bizim de Doğu Roma İmparatorluğundaki Türkleri anlatmamız gerekiyor. Bir imparator "Ermeni (Armenian origin)" ya da "German (Germanic origin)" kökenli olması belirtiliyor da "Türk" olunca niye tüm kaynaklar susuyor? IV. Leo için Hazar diyorlar, ancak "Türk" demiyorlar "semi-nomadic Turkic" diyorlar. Oysa Hazarlarr ne semi-nomadic ne de Turkic'tir!.. Hepimiz biliyoruz, Hazarların Türklüğünü ve "devlet" kuranlara da "yarı-göçebe" denilmesi büyük terbiyesizliktir !.. Basileus (Basil < Başil > İl Başı - Avrupalıların anlamdırdığı gibi bey/yönetici/lider/kral !) sözünün kökeni bile Türkçedir ve İskitler vasıtasıyla geçmiştir. Ayrıca kıta Yunanistan bile tam manasıyla "Grek" değildi. Birçok Hun, Avar, Hazar, Kuman da kıta Yunanistan'a yerleşmişti (bununla da ilgili bir paylaşım yapmıştım/link). Osmanlı döneminde bile Anadolu'da öyle abartılı bir "Rum" nüfus da yoktu. Yani bu tarihi olayların tek taraflı anlatılması öncelikle kendimize ihanettir.


Daha önce birçok kaynak paylaşmıştım, blogtan kaynak ve linklerle diğer paylaşımlara da ulaşabilirsiniz.


Semra Bayraktar


Aksoukh adı Türkçedir; Aksu.

"Vazelon manastırı kayıtlarından anlaşıldığı kadarı ile, bölgedeki Hristiyanların % 52.7 si Rum kökenli değildir. Bunların büyük bir kısmının Hristiyan Kıpçak Türkleri olduğuna dair çeşitli kayıtlar vardır. Grek kayıtlarından Komnenosların doğusundaki Kıpçak unsuruyla akrabalık münasebeti kurduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu evlilikler sonucu doğan çocukların ikinci isimleri hep Türkçedir.

Komnenos krallarından I. Jean’ın (1235-1238) diğer adı Aksuh (Aksu),26 Kral II. Aleksios’un (1297-1330) çocuklarının ikinci isimleri Michel Azahutlu (Atakutlu), Georges Ahpugas (Akboğa), Anna Anahutlu (Anakutlu)’dur."


Doç. Dr. İbrahim Tellioğlu

Doğu Karadeniz Bölgesinin Türk Yurdu Haline Gelmesi Hakkında Bir Değerlendirme


* Vardar Nehri'nin eski adı da Aksu'dur.

İngilizce İlyada'da "Axius" iken, Yunancasında Axioú (Ἀξιοῦ) olarak geçer....

Ne hazindir ki Türkçesinde "Aksios" demişlerdir!..

"Pyraikhmes komuta eder kıvrık yaylı Paionlara,

onlar ta uzaklardan gelmişler, Amydon'dan,

uzun kıyılarından Aksios'un,

Aksios yayılır tatlı bir suyla toprağa."

(İl.2:848/50)

Bazılarının da iddia ettiği gibi kökeni Hint-Avrupa dilinden değil, Türkçeden gelir.

SB

Doğu Roma Hakkında Notlar / link


"Bizans imparatorluğundaki etnik mozaik içinde bulunan Türk varlığının sayısı,

hiç de küçümsenemeyecek kadar çoktu."

"Bizans ... bir Grek Devleti değildi...."

Prof. Dr. Işın Demirkent /link

"Bizans'ta Türkler vardır." Prof. Dr. Levent Kayapınar / link

Doğu Roma İmparatorluğu'nda Bir Türk Komutan; Tatikios

ve Tatikios’un kumandasında bir başka Türk: İlhan / link

Doğu Roma İmparatorluğu’nda Türk Kökenli Bir Komutan: Bardanes Tourkos ve İsyanı / link

Doğu Roma İmparatorluğunda Bir Türk Komutan; George "Maniakes", Yani "Deli" George / link



20 Mart 2016 Pazar

Karakalpak Halkının Ortaya Çıkışı




Yakın zamanda ortaya çıkmış halk yoktur. Büyük olsun, küçük olsun her türlü halkın kendine has tarihi vardır. Bunun için, bunların büyük veya küçük halk olarak kalmasonın sebeblerini de o halkın her bir asırdaki kaderinden, sosyal, ekonomik durumlarından takip etmek doğru olur.


Elbette Karakalpak halkı dili, görünüşü, örf âdeti, etnografisi birbirine yakın olan Kazak, Özbek, Kırgız ve Türkmen halklarından ayrı yaşamıyor. Ayrı bir halk olsa da gelişme devirleri onlar ile benzerdir. XIV. asırda, belki de ondan da evvelki devirlerde benzerlikler vardır. Halkın tamamen azalıp kalmasının sebepleri savaşlar ile ilgilidir. Bunun için de Karakalpaklar, diğer Türk halkları gibi VI. asırdan başlayarak XIV. asra kadar devam eden genel Türk yazılı eserlere (Orhun Abideleri’ne) kendilerinin ortak mirası olarak bakarlar.


Karakalpakların ilk atalarının ortaya çıktığı Harezm bölgesi, hâlen yaşamakta oldukları mekândır. Menşei de Sak ve Massaget boyları ile ilgilidir. Nehir boyu Saklarının birleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu konuda ünlü tarihçi S.P.Tolstov böyle bir sonuca varmıştır.


Karakalpakların atalarının savaşçı kavim olduğu hakkında tarihçiler bir çok fikir beyan etmişlerdir. Özellikle IX. asırdaki Arap tarihçisi A.N.Nauveriy: “Bu devirdeki Harezm padişahı Altın Taş’ın çöl kavimlerinden seçip aldığı atlı birlikleri “Kalpaklar” diye adlandırılmıştı.” diye yazar. 


Böylece de IX. asırda ortaya çıkan “Kalpaklar” kavminin adlandırılmasının pek çok tarihçinin ilgisini çektiği malûmdur. Bu değişikliği, Karakalpak halkının geçmiş devir yazılı kaynaklarındaki bir görüntüsü diye düşünebiliriz. Öte yandan, sözlü destanlara nakledilmiş olan en eski devir olaylarının, Grek âlimlerinin söz ettikleri Massaget destanları özelliklerinin Karakalpak folkloruna yansıması da bir hayli düşündürücüdür. Bundan başka geçmiş devirlerde Karakalpakların yaşadığı eski Harezm’de “Kanlılar”ın ve Kıpçakların bir kısmı olan “Yabılar”ın görülmesi, onların etnografisi ile ilgisini düşündürmektedir. Bu devirde Türk dili konuşan başka büyük halklardan da hâlâ tarih sahnesine çıkabilen yoktu.


Bu devirde Amuderya’nın aşağı mecrasında Oğuz, Kıpçak ve Karluk kavimleri birlikte yaşamaktadır. Bunlardan Oğuzlar, Türkmen ve Azerbaycan; Karluklar, Özbek ve Uygur; Kıpçaklar, Kazak, Kırgız ve Karakalpak kavimlerini oluşturmuşlardır. Bunların sonradan Oğuz-Kıpçak ve Karluk-Kıpçak olarak karıştıkları biliniyor.


Bu zamanda Karakalpaklar, Aral denizinin güney yönlerinden başlayarak Yenikent’e kadarki yerleri sahiplenmiş, vatan tutmuşlardýır. Kazakların en büyük kısmı ise Yenikent ile Sozak arasında yaşamıştır. IX-XII. asırlar arasında Orta Asya’da Arapların hükümranlığı çok güçlü idi. Bunun için de Araplar, çöl kavimlerini sağlam tutabilmek için “Peygamber sahabeleri” şeklindeki isimle kendilerinin bazı komutanlarını bilge sıfatında göndermiştir. Bu gibi sebepler ile X. asırdaki Kazak kavimleri arasında Enes adlı sahabe, Karakalpaklar arasında da Melik veya Mâlik adlı sahabe han olarak kabul edilmiş. Bu konuda Karakalpak şairi Berdak, “Şejire” (Şecere) adlı eserinde:


Enes Melik eki kisi,
Payğambardıñ sahabası

“Enes, Malik iki kişi,
Peygamberin sahabesi”


Yahut:

Meliktiñ ulı Razıhak,
“Mâlik’in oğlu Razıhak,
Jaslığında koydı ğulpak,
Gençliğinde koydu ‘gulpak’
Kiygen eken kara kalpak,
Giymiş imiş kara kalpak,
Sonnan Kalpak bolğan eken
Ondan Kalpak olmuş imiş.”
diye yazar.


Tarihî kaynaklarda sahabe Malik, X. asrın sonunda Yenikent’e han olmuş birisi olarak gösterilir. Bundan sonra ise Karakalpakların bulunduğu Aral denizinin boylarına Peçenekler gelir ve orayı işgal eder. Yine yepyeni olaylar başlar. Peçenekler, aslında Türkçe konuşan bir kavim olup “Kayın adamlar” manasına gelirmiş. Genellikle onun doğu bölüğü Karakalpaklara çok yakın bir bölüktür. Onlar Karakalpakların bir çok grubunu itaat altına alıp asker olarak kullanmışlardır. Onlarda taşınabilir mal, araba ve ev eşyaları olduğu için de, kendine meyilli, yakın kavimleri bir araya getirip başka ülkeleri yağma etmek için onları kullanırmış. Onun için X. asırda Karakalpakların bir kısmının Peçeneklerle birleşip Don nehrinin boylarına vardığını görüyoruz. 


Onlar, Peçeneklerin batıya akýın etme hareketlerine razı olmayarak Kiev kinyazı Svyatoslav ile komşu olmalarına güvenip Dinyeper nehrinin boyunda “Karabörüklüler” diye adlandırılan merkezi kurarlar. Kiev Rusunun sosyal, ekonomik hayatına isteyerek katılırlar. Böylece Karakalpaklar, Peçenek adıyla anılmaları neticesinde ikiye bölünürler.


Karakalpakların Harezm’de kalan kısmı çok az ve silâhsız olduğu için tarih sayfalarında çok az iz bırakmıştır. O devir tarihçilerinin verdiği malumatlara göre onlar “Sultan Veyis” dağlarında, Aral denizi yakalarında balıkçılık, çiftçilik ve hayvancılık ile yaşamışlar. Bazı grupları da “Arallılar” diye adlandırılmışlardır. Böylelikle onların Harezm’i Cengiz Han akınlarından korumak için gönüllü oldukları bilinir. Daha sonra Altın Orda’nın Harezm ile birleşmesinden itibaren Saraycık ve Harezm Karakalpakları arasında sıkı münasebetler kurulur.


Batıda ortaya çıkan Karakalpaklar “orda”sı Karaböriklilerin Doğu Avrupa tarihinde büyük bir yeri vardır. Onlar, Rus kinyazları ile komşu olup bir çok imkânlara sahip olmuşlardır. Fakat bunlar da XII. asrın sonunda Kıpçak kavimleri tarafından düşman kabul edilir. Haddizatında XII. asırdaki Kıpçak kavimleri de bugünkü Türkçe konuşan halkların bir araya gelmesinden ibaretti. Çünkü bu devirdeki Kıpçaklar da günümüzdeki Kazak, Kırgız, Karakalpak, Özbek halklarının ortaya çıkışına sebep olmuştur. O zamanlar Yenisey’den Sozak’a, Moğolistan’dan Don’a kadarki yerler “Kıpçak Ovası” (Deþt-i Kıpçak) diye adlandırılmıştır. XII. asırda onların merkezi İdil ile Yayık nehirlerinin arasında bulunuyordu. Onların askerleri de bir çok kahramanlıklar göstermişti. Buna rağmen Cengiz Han, 1223 yılının 31 Mayısında Kıpçakları tamamen mağlup eder.


Kıpçak kavimlerinin görünüş itibariyle Moğollara çok benzemesi, askerlerinin kahramanlığı, Cengiz Han’a çok uygun gelmişti. Bu yüzden de o, tereddütsüz, Kıpçak kavimleri arasına kendi merkezini kurup Kıpçak yiğitlerini bilgeliğe hazırlamaya başlar. Bu ülkeyi “Altın Orda” diye tanıtıp Türk dilini devletin dili olarak kabul eder. 


Bu, az sayıdaki Moğolların büyük ülkeye hükmetmesine yardımcı oluyordu. Bundan başka Türk halkları arasında Moğol kavimlerinin uruklarına benzeyen urukların da var olduğu malumdur. Bu urukların en çok bilineni Mangıt ve Konrat’tır. Bu yüzden Türk halklarının Mangıt kavminden çıkan Nogay adlı kişi, XIV. asırdaki Altın Orda tarihinde önemli bir yer işgal eder. O “Emir” diye adlandırılýıp, Türkçe konuşan halkları bir araya getirip Nogaylı kavmini kurar. Onun ülkede en parlak devri 1300-1340 yılları arasıdır. İşte bu emîr Nogay’ın adı Karakalpakların tarihiyle çok sıkı bağlantılıdır. Karakalpak kültür tarihinde iki asırdan fazla hüküm süren Nogaylı devri, bu kişi ve onun çocuklarıyla özdeşleşmiştir.


Türkçe konuşan bir çok halktan meydana gelmiş olan Kıpçakların yerine Moğolların kurduğu Altın Orda, XIV. asırda en parlak devrindeydi. Bu Orda’nın hanı, başlangıçta Cengiz evlâtlarından olmakla beraber şehzâdeler bu Orda’nın halkından olan Türk kavimleri ile dünürmüş ve han nesli, Türk halkıyla da karışmış. Bu yüzden de hanların çok kadınla evlenip çoğalması, Orda’nın bir çok boya bölünüp parçalanmasına ve bir çok Türk dilli halkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.  Bu çerçevede Özbek halkının kuruluşu, Altın Orda’daki Özbek Han devrinde olmuştur. Bu durum, Maveraünnehirdeki yerleşik Özbeklerle Kıpçak bozkırlarının göçebe Özbeklerini bir araya getirmiştir.


Bundan bir asır sonra, 1456 yılında Canıbek Han, Çu ve Talas nehirlerinin boyunda Kazak Hanlığını kurmuş, Kırgızlar Yenisey boyundan Tiyenşan’a doğru göçmüş, Türkmenler Merv etrafında toplanmaya başlamıştır.


“Altın Orda” nın “Ak Orda” ve “Kök Orda” olarak ikiye bölünmesi, boyların tekrar parçalanmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Karakalpaklar da bu devirlerde başka boylarla göçüp konup kâh Kazaklarla birlikte Canıbek’in Orda’sında, kâh Sırderya’nın Aral’a döküldüğü yerde Toktamış idaresinde, kâh Suğnak’ta, kâh Kutluk Temir idaresinde Harezm’de görünür. Bu yüzden de XIV. asırda önde gelen ozanlar şiiri, usta söz hüneri, Kazak, Karakalpak ve Nogay halkları arasında aynı zamanda revaç bulmuştur. XIV-XV. asırlarda yaşayan Soppaslı Ozan Sıpıra, Asan Kaygı ve Jiyenşe’nin İdil, Yayık ve Türkistan olaylarıyla münasebetinin manası ve önemi bundandır.


Karakalpaklar, Nogay’ın ölümünden sonra da onun politikasına hepten sadık kalmış bir halktır. Bu yüzden de onlar Nogaylı kavmini yeniden kurmak için mücadele etmişlerdir. Bu durum genellikle Mangıt emirlerinden olan Edige, onun çocukları Nurettin ve Okkas kişiliğinde ziyadesiyle göze çarpar. Hatta Okkas XI. asrın sonunda Suğnak şehrinin civarından Özgen adlı kaleye saldırıp kendi hanlığını kurmuştur. Fakat bu durum uzun sürmemiştir. Kalenin (şehrin) dış kısmı düşmanlar tarafından işgal edilmiştir.


Ünlü tarihçi T.A.Jdanko Karakalpakların, Orus hanı ve Okkas hanı öz atası olarak gördüğünü, Karakalpak halkının teşekkül devrinin de, bu asrın sonları olduğunu tahmin eder. Bu devirde Harezm ile Türkistan sıkı münasebet içinde olmuştur. Karakalpakların medenî ve kültürel tarihi belli başlı üç aşamada ve üç yerde belirir:

1.Saraycık
2.Çimbay, Satemir
3.Yenikent, Özgen etrafında.


İşte bu şehirler Karakalpakların on asra yakın sırrını bize söyler. (Yakın zamana kadar Çimbay şehrinin sırları dahi bilinmiyordu.)


Akademisyen V.Barthold bu şehrin, Cengiz Han akınlarından önce de var olduğunu kendi haritasında gösterdikten sonra düşünmemizi sağlar. Böylece Karakalpakların, Harezm, İdil, Yayık ve Türkistan ülkesi ile sağlam ilişkileri olduğuna şahit oluyoruz. Fakat bu durum, Karakalpak tarihinde tam araştırılmış değildir. 


Karakalpakların XIV-XV. asırlarda İdil boyu ile birlikte Harezm ve Türkistan’da görülmesi, onlarýn Altın Orda ülkesinin parçalanmasına bağlı olarak ilk mekânlarına doğru mu göçtüğü veya bunların eskiden beri Harezm’de kalan Karakalpakların parçası mı olduğu hususu belirsizdir. Durum böyle olsa bile Karakalpaklara o devirde üç ülkenin tarihinde de açıkça rastlanır. Tarihî bilgilerimize göre onların XV. asrın sonunda yerleştikleri yer, Suğnak etrafındaki Özgen kalesi (şehri) ve kuzey Harezm’deki Sultan Veyis dağlarının etrafıdır. O zamandaki Altın Orda memleketinin sınırları Saraycık’tan başlayıp Harezm ve Türkistan’ı içine alıyordu. 


Tarihçi Ruzbahan İsfehanî’nin verdiği bilgilere göre “Altın Orda’daki han tarafından emir ve sultanlara beylik ve toprak verildiğinde, onlarla birlikte kardeş bölgeler, kendine sadık askerler de oraya göçüp yerleşmişlerdir.” Demek ki Orıs Han zamanında Karakalpakların büyük çoğunluğunun Türkistan’a mı göç ettiği veya bunların, o devirdeki Harezm Karakalpaklarının tâbîsi mi olduğu hususu belirsizdir. Karakalpaklar, XV. asırda Sırderya’nın (Seyhun) orta kıvrımında kendi hanlığını kurmuştur.


Ancak Okkas’ın ölümünden sonra bu hanlık yıkılmış ve Okkas’ın çocukları Musa, “Jamğırşı” (Yağmurcu) ve Asan, Yayık boylarına doğru kaçmıştır. Amaç, Nogaylı boyunu geliştirmek ve yıkılan Altın Orda’yı yeniden kurmak idi. Bu vakitte Özbekler ve Kazaklar kendi hanlıklarını kurmuşlardı. Nogay bayrağı altında Karakalpaklar ve onların dışında başka Türk halkları da vardı. Bu yüzden Jamğırşı, “Astrahan hanı” diye ün salmıştır.


Okkas’ın üçüncü çocuğu Asan hakkında yeterli bilgi yoktur. Bazı kaynaklarda o, “Yayık yolunda ölmüştür” diye söylenir. XVI. asırdan itibaren Başkurt ve Tatarların da bölünüp gitmesine bakılırsa bu “orda”yı birleştirmek kolay olmayacaktı. Bu yüzden de bu “orda”, Musa’nın çocukları Şıykım, Şeydayak (Seytek), Şaykı, Mamay zamanında çok çalkantılar geçirmiştir.


Tarihî kaynaklara göre Musa’nın ortanca çocuğu Şeydayak (Seytek), ağabeylerine öfkelenip kendi boyunun peşi sıra Harezm’e gider. Bundan bir müddet sonra onun kardeşi Dosım da kendi boyunu izleyip Sibirya tarafına göçüp gider. O tarafta Ermak ile savaşıp ölür. Bundan sonra onun kardeşi Orak ve onun çocuğu Kazıy, kendilerine bağlı boyu ayırıp Don nehrinin boylarına doğru göçerler. Bunlar Küçük Nogay diye adlandırılıp, Kafkas’ın Nogay, Kumuk, Karaçay ve Türkçe konuşan başka halkların ortaya çıkışına sebep olur. Orda’nın kalan kısmı ise “Nogaylı’nın altı oğlu” olarak adlandırılıp Musa’nın en son çocuklarýı Yusuf ve İsmail’in eline geçer. Çünkü, Orda’nın kalan kısmı, Karakalpak halkının asıl kısmı olup temelde Müyten, Konrat, Kıtay, Kıpçak, Keneges ve Mangıt’tan ibaret altı kavimden müteşekkil idi. (Bu Nogaylı’nın altı oğlunun boyu XVI. asırda Nogaylı coğrafyası tamamen dağıldıktan sonra ilk etnik adlandırılmalara göre Karakalpaklar diye anılmaya başlamışlardır.) 


Karakalpak folklorik eserlerinin çoğunun “Nogaylı yurdunda” diye başlamasının sebebi bundandır. Karakalpaklar XIV. asırda Nogaylı bölgesinin temelini atmalarıyla birlikte XVI. asırda bu bölgeyi tekrar güçlendirmeye çalışmışlardır. Bu sebeple Karakalpak tarih kitapları Karakalpakların Nogaylı’dan ayrıldığını açıkça kabul eder. Bu konudaki bilgiler, şecerelerde de muhafaza edilmiştir. XIX. asırda yaşayan Karakalpak şairlerinden Öteş Alşınbay oğlu, “Dünyada” adlı şiirinde:


Onı Öteş şejereden körmişler
“Onu Öteş şecereden görmüşler,
Sonıñ az-kem jerin aytıp bermişler
Onun az çok yerini söylemişler,
Ol Noğaylı Karakalpak dermişler
O, Nogaylı Karakalpak demişler,
Bülginşilik penen jürgen dünyada
Bölünmüşlükle gezmişlerdir dünyada,” 
diye yazar. 


Karakalpak halk ozanı Kıyas Hayrettinov ise:

Noğaylı deydi eken halkımdı sonda
“Nogaylı derlermiş halkıma orda,
Tüp babamdı köziñ körgen kobızım
Öz babamı gözün görmüş kopuzum.” 
diye terennüm eder.


Karakalpakların Nogaylı’dan ayrılış devirleri de karma karışık tarihî olaylarla doludur. Musa Bey’in çok çocuğu olduğu için onların herbiri beylik için mücadele edip Orda’yı dağıtmışlardır. Hatta en küçük çocukları Yusuf ile İsmail’in de birbiri ile anlaşamayıp ulusu ikiye böldüğü görülür. Yusuf Bey’in güzel kızı Süyinbike’nin Kazan hanı Janeli Hanın eşi olduğu da bize tarihten bellidir. Fakat Yusuf Han’ın düşmanı olan Koşşak’ın sözüne inanıp hanı öldürür. Süyinbike, Kazan hanı olarak ünlenir. Fakat bu durum, Süyinbike’nin kendisi ve dört yaşındaki çocuğu Ötemis’in (Ödemiş) acımasızca ödürülmesi ile neticelenir. Bu durumlar Karakalpak folklorunda;


Taslap ketip Horezmdey vatandı
“Terk edip Harezm gibi vatanı,
Jayıkta babamız Noğay atandı
Yayık’ta atamıza Nogay dendi,
Taht öldirdi Süyinbiyke apañdı
Taht öldürdü Süyinbike ananı,
Devranıñnıñ beri arman Karakalpak
Devranının hepsi dert Karakalpak,”
diye söylenen halk şiirlerinde çok açık görülür. 


Bundan başka bu devirleri açıkça tasvir eden halkın iyi bildiği “Er Kosay”, “Er Kökşe”, “Er Sayın”, Orak ve Kazıy hakkında halk destanları da vardır.


Nogaylı bölgesi XVI. asrın sonunda tamamen yıkılır. Bunun en önemli sebebi, bu devirdeki Cungar akınlarının dalga dalga gelmesidir. Musa’nın küçük çocuğu İsmail’in ölümünden sonra onun çocukları Tınahmet ve Orısbek arasında taht kavgaları başlar. Tınahmet’in ölümünden sonra Orısbek’in eline geçen “Orda”, tamamen buhranlı dönemler yaşar, halk arasında açlık ve sefalet yayılır. Bu halkı böylesi sefaletten kurtaran, “Orda”nın en sonuncu beyi Tınahmet’in oğlu “Ormanbet”tir. 


Onun Orda’yı yönettiği yıllar 1584-1596 yılları arasıdır. Ormanbet zamanında halk, tamamen âbat olup koyunun üzerine turgay kuşunun yuva yaptığı zaman olmuştur. Kendisi yiğit ve akıllı kişi olduğu için halk onun hakkında çeşitli efsaneleri, hikâye ve destanları oluşturmuştur. Fakat bu durumlar da çok sürmemiştir.


Cungarların zalim padişahı Ho-urlık, 1596 yılının bahar aylarında çok asker ile saldırmış ve sakin ömür süren halkı darmadağın etmiştir. Ormanbet Bey bu savaşta kahramanca savaşarak ölür. Kendi bilge beylerinden ayrılan halk, otlağından ayrılan koyun gibi her bir otun altına gizlenip zorluk içinde yaþar. O zamanın âdetlerine göre ülke liderinin yerini, onun zürriyetinden birinin alması gerekiyordu. Ormanbet Bey’den kimse kalmaz. Onun Biybiayşa, Gülayşa, Sarışa adlı kızları vardır. Halk onların içinde küçük kızı Sarışa’yı akıllı gördüğü için bey olarak kabul eder. 


Fakat Ho-urlık, halkı üçüncü kez kırınca başka çare bulunmadığından “İdil boyunda hür olmadık; şimdi eski devirlerden itibaren atalarımızın serbestçe yaşadığı öz yurdumuz Harezm var; onun daha ötesinde babamız Orıs han ile Okkas hanın padişahlık ettiği toprağı kutlu yer olan Türkistan var, oraya göç edelim” deyip yatak yorganlarını yüklenip yola revan olmuşlar. 


Karakalpakların Harezm ve Türkistan’a doğru göçleri 1596-1597 yıllarını içine alır. Düşmanla boğuşa boğuşa, yalınayak ve aç kalan halkın altı ay yollarda başıboş, sefil oluşu da dayanılır gibi değildir. O vakitler Türkistan, Buhara hanlığına bağlıdır. Buhara hanı Abdullah, Karakalpakları bağrına basmış, bunlara Suğnak şehrini bağışlayıp da Miyanköl’e kadar olan yerleri paylaştırmış. Bu durum onun 1598 yılında yazdırdığı yıllığında tasdik edilmiştir.


Han, kendi yıllığında Türkistan’da yaşayan başka halklarla birlikte Karakalpaklardan da söz eder. Bu, Karakalpakları kendi adı ile adlandıran ilk delil olmakla birlikte Karakalpakların adlandırmasına XV. asırdaki Rus yıllıklarında da rastlanır. Demek ki “Karakalpakların halk olarak gelişme devri XVI. asra doğrudur” şeklindeki fikri tasdik etmek mümkündür.


Karakalpaklar bundan sonra XVIII. asrın başlarına kadar bir asra yakın, Türkistan’da yaşar. Bununla birlikte Karakalpaklar, bu devirde sadece Türkistan’da yaşadı demek doğru olmaz. Çünkü onların Harezm’de yaşayan bölümü Arallı Özbeklerle birlikte oturup Satemir, Çimbay ve Konrat çevresinde kendi başlarına hanlık kurma teşebbüsünde bulunmuşlardır. Hatta onlar Türkistan hanlarının da Harezmli Karakalpak sultanlarından olmasını istemişlerdir. (Bu sebeple Esimözel boyuna, Türkistan’a çağrılan iki sultan da yolda öldürülür.)


Karakalpaklar, Türkistan’da yaşadıkları devirde Buhara hanlığının siyasetini de büyük ölçüde etkilemişlerdir. Mesela İmamkulu (1611-1642), Subhankulu Han (1680-1702) devirlerinde halkın, han zulmüne karşı isyanlarının olduğu hakkında söylenti vardır.


Türkistan halkı, Kazak hanı Tevke’ye (1680-1718) tâbi olarak yaşar. Bu yüzden de bu ülke, bazen Buhara hanlığına bazen Kazak hanlığına geçer. Bu gibi sebeplerle Az-Tevke’nin evlâtları temelinde Karakalpak ülkesinin ilk hanları ortaya çıkmaya başlar. Bunlar, Tobarşık Sultan (1694-1709), Gayıp Sultan (1709-1722), Eşim Muhammet (1722) ve diğerleridir.


1718 yılında Tevke Han’ýn ölümünden sonra Kazak hanlığı da iyice dağılıp gider. Kazaklar üç “cüz”e (yüz’e) bölünür Ebilhayr ile Polat han birbirlerinden ayrılırlar. Orta cüzün bayrağını yükselten Sozak’ın kaderi de kötü olur. Bu devirde Türkistan, Karakalpak hanlığı olarak kabul edilse de onun içinde Kazak ve Özbek halkları da vardır. Eşim Muhammed Han da o vakitteki Buhara hanı Ebulfeyiz’e tâbi olur, fakat Ebulfeyiz’in Türkistan’dan vergi almaktan başka bir talebi olmaz. Türkistan’ın sınırlarını dış düşmanlardan korumaya yanaşmaz. Bu sebeplerle bütün Kazakistan bozkırlarını işgal etmeyi düşünen Cungarlar, 1723 yılının baharında Türkistan’ı istila eder. Cungar hanı Tsevan Rabtan bu savaşa yüz binden fazla askerini sokar.


Kazakistan tarihindeki “Ak taban şubırındı, alga köl sulama” (yalın ayak kaçış), Karakalpaklar tarihindeki “posğan el”in (göçen halk) kaderleri böyle başlar. Türkistan’da bu devirde yarım milyona yakın insan kırılmış, kalanları düşmana esir olmuştur. Tarihçilerin verdiği bilgilere göre bu korkunç savaşlardan sonra Türkistan’a yıllarca insan girememiş, kalanlar halk arasında gizlenmiş. Kazaklar kendi geniş ovalarına, Özbekler kendi akrabalarının yanına gitmiş. 


Ortada kalan Karakalpaklar, Aral denizi boylarında kendi eski mekânlarının var olduğunu hatırlayıp pılısını pırtısını toplayıp Sirderya’nın (Seyhun nehri) aşağı taraflarına göç etmişler, fakat bunların hepsi aynı yöne gitmemişler, Sirderya’nın yukarı taraflarına, Taşkent, Andican ve Fergana vilayetlerine göçenleri de olmuştur. Bundan başka Semerkant, Nurata yoluyla Buhara’ya, sonraları Karşı çölleriyle Surhan dağlarına gidenleri de olmuştur. Böylece Cungar akınlarından sonra Karakalpaklar üç ayrı tarafa bölünüp göçmeye mecbur olmuştur. 


Bunların Özbekistan’a dağılan kolları “Yukarı Karakalpaklar” diye adlandırılırken onlar pek çok halk arasına karışmıştır. Sadece Buhara Karakalpakları diye adlandırılan Tamdı ve Kenime Karakalpakları kendi millî bağımsızlıklarını korumuş olarak yaşamışlardır. Aral denizine doğru göç eden Karakalpaklar da kendi bağımsızlıklarını koruyabilmişlerdir. Onlar, atalarından miras kalan önceki kavme gelip katılır. Bu yolda da onlar pek çok sıkıntıyla karşılaşır. Onların, Sirderya’nın Aral’a döküldüğü yerlerde, Yeni Derya boylarında tarımla uğraşmalarına bakmaksızın Kazakların “Kişicüz” (Küçük Cüz) hanları Ebilhayr ve Eralı Sultan, peşpeşe vergiler koyup, çok zulüm yaparlar. Bu durumlar, onların 1740-1760 yıllarında kendi ilk mekânları olan Kuzey Harezm’e bütünüyle göçüp gelmesine sebep olmuştur.  Karakalpaklar, Harezm’e göçtükten sonra da Hive hanlarına tâbi olarak yaşamışlardır. Vergilerin çok oluşu, halk arasında bazı hoşnutsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Bu sebeple halkın 1827-1828 ve 1858-1859 yıllarında millî bağımsızlık isyanları vuku bulmuştur. Onlar kendi yaşadıkları ülkede bağımsız Karakalpak hanlığını kurmak için mücadele etmişlerdir. 


Karakalpak ülkesi sonraki devirlerde “suverenli respublika” (özgür cumhuriyet) olarak adlandırmış, kendisiyle komşu olan kardeş halklarla aynı seviyeye gelmiştir. Bu halkın menşei, ortaya çıkış tarihi, sevinçleri ve sıkıntıları kardeş Özbek, Kazak ve Türkmen halkları ile tamamıyla iç içe girmiştir. Bu kardeşlik Harezm’de başlayıp, İdil ve Türkistan’da devam etmiştir. Tarihî bilgilere göre Karakalpaklar, bu halklarla dostça yaşamıştır. Eski Nogaylı kavmi de on çeşit Türk dilli halkı bir araya getirmiştir.




Kamal Mambetov, 
Karakalpaklardıñ Etnografiyalık Tarihi,1995 / PDF








Karakalpak Türkleri













Menşei ve Tarihi

Karakalpak Türkleri asılları itibariyle X-Xll yüzyıllarda yaşayan Peçeneklerin ahfadındandırlar. Tarihi kaynaklarda "Siyah Külahlılar" veya sadece "Külahlıl ar" adıyla geçmektedirler. XII-XIII. yüzyıllarda Kıpçaklar'la beraber Mogollar'a tabi olmuşlardır.(10) Karakalpak Türkleri eski Rus yıllıklarında "Çorniye klobuki", Arap kaynaklarında "Karabörklü" adlarıyla anılırlar. Rus yıllıklarına göre Karakalpaklılar; Uzlar, Peçenekler ve Hazarlar ile kardeş bir kavimdir. Rivayete göre Karakalpaklar'ın bir kısmı 11.yy'da Selçuklular'ın güney ve batıya doğru gerçekleştirdikleri yayılma eylemine katılmış, çoğunluğu ise Aral Denizi civarında kalmışlardır. (11)

Karakalpak Türkleri, Tarihçi Reşidüddin'e göre moğol istilası sırasında "Kavm-i külah-i siyah" adı ile biliniyorlardı. Yine Arap müelliflerinden En-Nuveyrri Altınordu Kıpçak kabileleri arasında "Kara-Börklü" adını taşıyan bir topluluktan bahsetmektedir. (12) Kara-Kalpak (siyah Serpuş) ismi bu Türk kavminin ırk hususiyeti ile ilgili olmayıp, bunların yaşayış ve giyiniş tarzları ile alakalı diğer topluluklardan onları ayırmak için kullanılmış bir ad olmalıdır.

Rus Kroniklerinde Çorniye Klobuki ismine ilk defa 1146 tarihinde tesadüf olunur. Türk unsurunun en çok bulundugu saha Kiyef sahası olup burada Kumanlar hemcinsleri  olan Karakalpaklar'la çarpışırlardı. Kumanlar bunları eski göç yerleri olan Karadeniz steplerinden sürüp çıkarınışiardı ve bundan dolayıdır ki bu Karakalpaklar, Kumanların en amansız düşmanı olmuşlardır. (13) Düşmanların bütün harp sanatlarını bilen ve onlar gibi hafif süvari olan Karakalpaklar, yaptıkları akınlardan ganimetle dönmek, süratli akınlar yapmak ve askeri keşiflerde bulunmak gibi önemli vasıflara sahiptiler. Ruslar, Karakalpaklar'ın kendileriyle birlikte oldukları durumda müstahkem mevkilerde ancak kendilerini Kumanlar'dan koruyabiliyorlardı. Kronikler, Rus kinezlerinin Karakalpaklar ile birlikte Kumanlar üzerine ondört sefer yaptıklarını kaydetmişlerdir. 



Karakalpak Türkleri ve Bugünkü Karakalpakistan
Salih Yılmaz - 1997, PDF
Kitabı:
Karakalpak Türkleri ve Karakalpakistan Tarihi, Salih YILMAZ

(10) Caferoğlu, Ahmet, Türk Kavimleri,Ankara 1972
(11) Akıner, Shirin. İslamic Peoples of the Soviet Union, London,1983
(12) İnan, Abdülkadir, Karakalpaklar, Bozkurt (3).11.sayı 1941
(13) Rassovsky,Dr.Eski Rus Tarihinde Karakalpakların Rolü,Ülkü,sayı 57-59,1937-38










İngilizce başka bir kitap 'Qaraqalpaqs of the Aral Delta'




The Qaraqalpaqs : Die Karakalpaken : A Turkish Tribe
"the origin is related to the Sacae and Massagets (Massagetae) tribes. Merger of the Sacaen people from the river length established these Turkish tribe, says the historian S.P.Tolstov."

We do not call  a Turkish tribe as "Turkic", no,
we call just "Turk" with their tribe name; "Qaraqalpaq Turks"
SB










10 Ekim 2015 Cumartesi

PEÇENEKLER / PECHENEG TURKS











Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar’a ve Bizans içlerine yürüyen Türk boylarının ilk halkasını Peçenekler oluşturmaktadır. Peçenekler VIII.-XI. asırlarda önceleri Balkaş Gölü civarında, aşağı Sır Derya ile (İdil) Volga boylarında, sonraları Güney Doğu Avrupa ve Balkanlar'da yaşamıştır. Divanü Lügati’t-Türk l. s.488'de Becenek boy adı, Oğuzlardan bir boy, Rum yakınında oturan Türkler'den bir bölük olarak açıklanmaktadır.


Peçenekler, Rus ve Bizans kayıtlarına göre yüzyıllarca bu ülkelere akınlar düzenlemişlerdir. Ayrıca Hazarlar, Uzlar (Torklar) ve Kumanlarla (Kıpçaklar) mücadele etmişlerdir. Rus ve Bizans politikaları doğrultusunda zaman zaman Rus ve Bizans ordusunda diğer Türk boylarına karşı savaşmışlardır. 



Peçenekler sekiz uruğdan meydana gelir: 
1. Yardıertim 
2. Kuvaçıçurr (Küverci-Ç'ur) 
3. Kapuksınyula 
4. Surukulbay (Külbey) 
5. Borotalmat
6. Yazıkopen 
7. Bulaçopan 
8. Karabey (47)


Bizans imparatoru Konstantin Porphyrogennetos'un eserinde verdiği bilgiye göre, Peçenekler önce Yayık ve İdil boylarında yaşıyorlardı. Komşuları Hazarlar ve Uzlar'dı. Hazarlar, ticarete yatkın bir topluluktu; Peçenekler'in ticaret yollarını tutmaları ve sınırdaki yerleşim yerlerini tehdit etmeleri üzerine Hazarlar Uzlarla birleşerek Peçenekleri bu bölgeden çıkardılar ve yerlerine Uzlar yerleşti. Bu yenilginin arkasından Peçenekler Macar yurduna geldiler. Macarları yendiler ve ülkelerine yerleştiler. Macarlar da daha batıya göçtüler. Böylece Peçenekler, Don'dan Tuna'ya kadar olan bölgeyi yurt edindiler. Bu bilgiler Arap kaynaklarınca da onaylanmaktadır. (48)


895 yılından başlayan Uz baskısı sebebiyle Peçenekler Deşt-i Kıpçak’ı terk etmeye başlamışlardı.


1030 tarihlerinde ise Kıpçaklar İdil boylarına gelirler, sürekli batıya yürüyerek Don boylarından Uzlar'ı çıkarırlar. Uzlar da Peçenekler'in üstüne yürür ve Dneper nehrinin sol sahilini ele geçirirler. İşgal ettikleri bölgelerin büyük bir kısmını kaybeden Peçenekler, aşağı Tuna boyunda toplanırlar. l0l8'de Peçenekler ile Bizans arasındaki Bulgaristan'ın ortadan kalkması üzerine evvelce dost ve müttefik olan Peçeneklerle Bizans bir biri için tehdit teşkil eden iki komşu olurlar. Kıpçak baskısı sebebiyle Peçenekler Balkanlara ve Bizans topraklarına yönelik akınlarını artırırlar. Karpat eteklerinde ve Transilvanya'da oturan bugünkü Ulah ve Moldovanlar'ın ataları dağlık bölgelere çekilirler.


1026'dan sonra Peçenekler'in giderek yoğunlaşan Balkan akınlarına 1036'da görülen üç Bizans akınıyla yeni bir cephe daha açılır. (49) Aynı yıllarda Kumanlar tarafından kovalanan Uzlar, Volga ve Don nehirlerinin batı taraflarına yönelmişler ve buralarda Peçeneklerle karşılaşmışlardır. 


1040'tan sonra Özü ile Tuna nehirleri arasında bulunan ve 13 uruğdan teşekkül eden Peçenekler'in başında Kilter oğlu Turak (Durak // Tirek) adlı bir han vardı. Uz hücumlarına karşı çekingen davranan Turak'ın savaşmak yerine Tuna boyundaki sazlıklara çekilmeyi tercih etmesi üzerine 20 bin kişilik iki Peçenek uruğu Balçaroğlu Kegen'in önderliğinde, Turak kuvvetlerinden ayrılır. Bu durum iç savaşa sebep olur. Kegen, 80 bin kişilik Turak'a bağlı kuvvet karşısında tutunamayarak 1048//1049'da Bizans'a sığınmak zorunda kalır. Kegen, iki ceddi ve 20 bin Peçenekle birlikte Hristiyan olur. Kegen ve adamları Dobruca'da bulunan Tuna üzerindeki Drister kasabası yakınlarındaki hudut bölgesine sınır muhafızı olarak yerleştirilirler.


Turak’la Kegen'in mücadelesi bundan sonra da bitmez. Turak ve yanındakilerin Kegen'in iskan edildiği bölgeye başarısız bir hücumundan sonra, Kegen Bizanslılar'ın da yardımıyla Turak'ı ve beylerini mağlup eder. Böylece Turak ile birlikte 140 Peçenek komutanı Bizanslılar'ın eline esir düşer. Bizans, Turak'a bağlı Peçenekler'i askeri alanda kullanacağını düşünerek bunlara dokunmaz. Bulgaristan'daki boş bir alana yerleştirir.


Turak ve diğer Peçenek komutanları İstanbul'a getirilerek orada Hristayanlaştırılır. 


Bulgaristan'da Sofya ve Niş taraflarına yerleştirilen ve çiftçilikle uğraşmaları için boş arazilere iskan edilen Peçenekler bu işlere alışamadıklarından sık sık isyan ederler. Bizans'ı güç durumlara sokarlar. Sonunda Peçenekler, Bizans ordusu karşısında mağlup olur; önemli bir kısmı diğer Türk boylarıyla karışarak Rus, Bizans ve Macar topraklarına dağılırlar. Güneyden gelen Türk baskısının gittikçe artması üzerine Bizans, l049'da içinde Peçenekler'in de bulunduğu 15 bin kişilik bir kuvveti harekete geçirmişse de Üsküdar yakınlarında bu hareketten cayan Peçenekler, boğazı atlarını yüzdürerek geçip, Tuna civarındaki boydaşlarına katılırlar. 


Bizanslılar'ın kendilerine ayırdığı yerleşme alanlarına karşılık Peçenekler ve belki Uzlar'dan bir kısmı bazı askeri hizmetler görmüşler, bu arada Romanos Diogenes''in Malazgirt'te Selçuklu Türklerine karşı savaşan askerleri arasında bulunan Peçenek, Uz ve Kuman Türklerinden bir kısmı Bizans ordusunu terk ederek Alparslan'ın ordusunun saflarına geçmişlerdir. 


Bizanslılar geri kalan Türklere, Türk töresine uygun olarak and içirmişler ve bundan da olumlu sonuçlar almışlardır. (50)




Peçenekler, Balkanlar ve Doğu Avrupa'da derin izler bırakmışlardır. Bugünkü Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ve Güney Rusya'da bir çok yer ismi Peçenek hatırası taşır. 


Mesela Tuna'nın son mecrasında Dobruca'da bugün Romenlerin yaşadığı Hırsova ile Maçin tepesi arasında Türkler'in Peçenek dedikleri Peçenjaga adlı bir köy vardır. 


Ayrıca eski Sırbistan'da Kragujevac vilayeti Gruja kazasına bağlı Peçenogo adlı bir köyün olduğu bilinmektedir. 


Yine aynı şekilde Leskovac'a yakın bir yerde Peçenevce denilen bir köyün olduğu bilinmektedir. 


Romanya'da ise Mehadia ile Orsovo arasında Peçeneşka diye anılan bir Romen köyü bulunmaktadır.


Bugünkü Polonya'da halen korunan Peçenek köy isimleri vardır. Ortaçağda bu isimler daha canlıydı. (51)




Yrd. Doç. Dr. Nevzat ÖZKAN
GAGAVUZ TÜRKÇESİ GRAMERi, 1996 KİTABI İÇİN
ATATÜRK KÜLTÜR, Dil ve TARİH YÜKSEK KURUMU 
TÜRK DİLLERİ KURUMU YAYINLARI: 657
Gramer Bilim ve Uygulama Yayınları : 18
(47) Akdes Nimet Kurat, "Peçenekler"; İslam Ansiklopedisi c.IX, s.535-542
(48) Akdes Nimet Kurat, Peçenek Tarihi, İstanbul. l937
(49) Akdes Nimet Kurat
(50) Akdes Nimet Kurat. "Peçenekler” ; Atanas Manof; Mehmet Eröz
(51) Akdes Nimet Kurat, Peçenek Tarihi
AKDES NİMET KURAT - PEÇENEKLER KİTABI İÇİN







Peçenekler’in kaynaklarda zikredilişi ise şöyledir; Bizans kaynaklarında; “patzinak” , Latin kaynaklarında; “pecenaci” , “pacinacae”, “bissenus”, Rus kaynaklarında; “peçenyeg”, Ermeni kaynaklarında; “badzinag”, Macar kaynaklarında; “beşenyö”...

Bizans kaynağı De Administrando İmperio’da (948-952) zikredildiğine göre Peçenekler 8 boy halinde idi;

1- Ertim (Erdem, Başbuğu Bayça sonra Yavdı).
2- Çor (Başbuğu Kügel sonra Küerçi).
3- Yula (Başbuğu Korkut+an sonra Kabukşın).
4- Külbey (Başbuğu İpa sonra Suru).
5- Karabay (Başbuğu Kaydu).
6- Tolmaç (Başbuğu Kotran sonra Boru).
7- Kapan (Başbuğu Yazı).
8- Çoban (Başbuğu Bat+an sonra Bula).



Bu Peçenek boylarının yerleştiği sahalar ise şöyle idi; Çoban, Tomaç, Külbey (Onetz), Çor, Karabay, Ertim(Dnyester), Yula (Prut), Kapan (Aşağı Tuna), boy adlarından bir kısmı eski Türk ünvanları olup Başbuğ isimleri ise daha ziyade renkleri ifade etmektedir. 

AHMET TAŞAĞIL - PEÇENEKLER







BİR DE "PECHENEG" VEYA "KHAZAR" DERKEN TÜRK DESENİZ!
MERAK ETMEYİN BİR YERİNİZ EKSİLMEZ!
UKRAYNA TARİHSEL MÜZESİ'NDEN PEÇENEKLER












“AVRUPA’LININ” KÖKENİNDEKİ TÜRKLER

" PECHENEG TURKS"
ONE OF THE OGHUZ (OĞUZ) TRIBE
in "Europe" ....from the 9th c AD.
In time Christianization and mingling with "Europeans"....
Many Places in Europe, named after them 
example: in Serbia - Pechenoge and Pechenevce
and the "West" never mention about, that they are the Turks....



"this then, was how the rebellion ended. But the Scythians, who are popularly called Pechenegs, crossed the Danube with all their people and soon established themselves..."


Pecheneg = Scythians = Turks
























27 Haziran 2015 Cumartesi

ALANLAR







MS.Birinci Binyılda Asya ve Avrupa'nın Türk kabileleri erken feodal halkları olarak şekillenmişlerdir. Bunların bir çoğu kendi alfabesine ve devletine sahipti. En güçlü Türk kabileleri birliğinden birisi de MS.1.yüzyıldan 4.yüzyıla kadar Kuzey Kafkasya'da hüküm sürmüş olan Alan kabileleri federasyonudur. Bu federasyonun dağılmasından sonra Alanların bir kısmı 375 yılında Hunlarla birlikte batıya gitmiş, diğer kısmı Merkezi ve Batı Kafkasya'nın dağlık bölgelerine çekilmiş ve Kafkasya'nın Doğu Avrupa, Ön ve Küçük Asya halklarının tarihinde önemli roller oynamıştır.


Alanların bir bölümü, Hunların baskısıyla batıya çekilmiş, Fransa ve İspanya'ya kadar gitmiş; oradan da Cebelitarık Boğazı üzerinden geçerek Kuzey Afrika'nın önemli bir kesimini zapt etmiştir. Şimdiki Cezayir, Fas ve Tunus sınırlarında Alan-Vandal Devletini kuran Alanlar, oradan gemilerle Roma'ya askeri seferler düzenlemişler ve 5.yüzyılın sonunda Roma'yı tahrip etmişlerdir. Daha sonraları Alanlar yerli kabilelerle karışarak İspanyol halkının şekillenmesinde yer almışlardır.


Alanlar, Katalonya bölgesi (Türkçe - İkinci Alanya) halkının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. İspanyol etnograf Hoze Manuel Gomes-Tabanera, Türk-Alanların İspanyol etnogenezine katıldıklarına vurgu yapmaktadırlar. (Sovyetskaya Etnografya, 1966,No.5,s.62)


Kuzey Kafkasya'da kalan Alanlar ise, Hunlarla birlikte onların, Ön Asya'ya ve Batı Avrupa'ya yapmış oldukları bütün seferlere katılmışlar; yine Hunlarla birlikte 376 yılında Gotları dağıtıp sürmüşlerdir. Gotların bir bölümü Kırım'da kalmış; Vizigotlar, Kuzey Karadeniz civarından Roma İmparatorluğu sınırları içine girmişler; Ostrogotlar ise Hunların müttefiki olarak orduya katılmışlardır.


Hunlar, kısa zaman zarfında Avrupa'nın Fransa'ya kadar olan büyük bir bölümünü zaptettikten sonra, 5.yüzyılın ortasında Attila'nın ölümüyle Büyük Hun Devleti bölünerek yıkılmıştır.


Antik kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla, Hunlar, Avrupa ve Batı Asya halklarına korku salmışlar; bunun yanında Roma ve Pers ordularında hizmette bulunmuşlardır. Mısır psikoposu Synesius, 4.yüzyılda "Bize göre yabancı bir tarzda eğitilmiş, kendi geleneklerine göre yaşayan, bize karşı düşmanca planlar tasarlayan genç savaşçı müfrezelerinden korkmamak mümkün değil...Bu beyaz tenli, saçları birbirine karışmış barbaların bir kısmının hizmetli olarak görev yapması, bir kısmının ise lider kadrosu olarak siyasi hayatta yer alması şaşırtıcıdır." diye yazmıştır. (Uspenskiy, 1913, cilt I,s.165-168)


Çinli yazar Chang-Ch'ien, MÖ.130 yılında "Kang-ch'ülerin doğu kolunun Hunların hakimiyetini kabul ettiklerini" yazmaktadır. Yazar, bundan başka Sır-derya'nın orta akımında Kang-ch'ü adı altında çok sayıda halk (120 bin çadır) bulunduğunun altını çizmektedir. Bunlar, Kanglı kabilesine mensuptular. Bu bölgenin son sakinlerinin adları, 19.yüzyıla kadar varlığını korumuştur.


Yang-tsay ve Alan-Aslarla tam benzerlik gösteren Kang-ch'ü kabilesinin Hunlara bağlı, Kıpçak ve Kanglılara akraba olan bir Türk kabilesi olduğu verilen bilgilerden anlaşılmaktadır.

Başka önemli bir noktaya daha dikkat çekmek gerekir : Çin kaynakları "Göçebe ordası Kang-ch'ünün bütün hatlarıyla kesinlikle Yüeçilerle benzerlik arzettiğini" belirtmektedirler. Yüeçiler ise, Hunlarla çok benzeşmektedirler. Şu halde bu noktadan hareketle Yang-tsay, Kang-ch'ü, Yüeçi ve Hun halklarının birbirlerine çok benzeştikleri ve bunların Türk kabileleri olduklarını söyleyebiliriz. Kang-ch'üler Sır-derya bozkırlarında, Yans-tsaylar Kang-ch'ülerin kuzeybatısında, Yüeçiler ise Sır-derya ile Amu-derya arasındaki bozkır bölgesinde yaşıyorlardı. Yeni araştırmalar Kang-ch'ülerin sakin oldukları toprakların Karakalpak, Özbekistan ve Güneybatı Kazakistan'ı içine aldığını göstermektedir. Herhangi bir tarihçe veya etnografın bütün yönleriyle Alan-Aslarla benzerlik gösteren Kang-ch'ülerin (Kanglı) Türk olduklarını tartışmaya açabileceğini sanmıyorum. (Biçurin,1951.s.150-152)


"Alan" terimine antik dönem yazarlarında ilk defa 1.yüzyılda rastlanmaktadır. 1.yüzyıl yazarlarından Seneka, A.Lucan, Valerius Flaccus, Josephus Flavius ve diğerleri Alanları kesin bir şekilde Kafkasya'ya yerleştirmekte ve bölgedeki olaylarla ilişkilendirmektedirler. (Kovalevskaya,1984,s.85)


Alanların MS.72-74 ve 135 yıllarında Kafkasya Albanya'sına (Azerbaycan), İberya, Ermenistan, Mediya ve Küçük Asya'ya yaptıkları tahrip edici akınlarından, o dönemin bir çok yazarı bahsetmektedir. (Kuzey Kafkasya Halkları Tarihi,1988.s.86)


Miladın ilk yüzyıllarında alanların giyim-kuşam, takı, silah ve tuvalat eşyaları gibi maddi kültüründe Sarmat gelenekleri etkisini sürdürmeye devam etmiştir. (Kuzey Kafkasya Halkları Tarihi,1988)


Horeneli Moses, Kuzey Kafkasya Alanlarının Gürcü kaynaklarında "AS" ("Os") adıyla zikredildiğini yazmaktadır.


Alanlar hakkında daha detaylı ve tam bilgileri Ammianus Marcellinus'da (4.yy) bulabiliriz. Yazar, hacimli "tarih"inde Alanları şu şekilde anlatıyor:


"ALANLAR UZUN BOYLU, GÜZEL GÖRÜNÜMLÜ VE HAFİF SARI SAÇLIDIR. SİLAHLARININ HAFİFLİĞİ NEDENİYLE OLDUKÇA HAREKETLİDİRLER. DAHA SADE VE DAHA KÜLTÜRLÜ HAYAT TARZIYLA HUNLARLA TAMAMIYLA BENZEMEKTEDİRLER. ONLAR BARBAR GELENEKLERİNE GÖRE KILIÇLARINI YERE SAPLIYORLAR VE MARS'A OLDUĞU GİBİ KILICA TAPIYORLAR"


Ammianus Marcellinus'un verdiği Alan ve Hunların kültür ve yaşam tarzıyla ilgili karşılaştırmalı analiz, burada sözü edilen "barbaların" Hunlar olduğu konusunda şüpheye mahal bırakmıyor. Alanların kılıca saygı göstermeleri, onların Türk özelliği taşıdıkları hakkında açık bir delildir. Hunların ataları İskitlerin de kılıcı tazim etmeleri bu delili teyit etmektedir. Hunların Mars'ın kutsal kılıcını tazim ettiklerine, onları çok iyi tanıyan Romalı yazar Priscus da vurgu yapmaktadır. 


Türk ve Moğol destanlarının mukayeseli tetkiki, araştırmacıları "silah önünde eğilerek selamlama geleneği "Kılıç Tanrısı" - kelimesi kelimesine "Kılıç" - kültünün doğmasına yol açtığı" hükmüne götürmüştür. (Lipets, Sovyetskaya Etnografya, 1978)


Kuzey Kafkasya’daki ortaçağ katakomblarının kime ait olduğu meselesi, şu ana kadar pek az incelenmiştir. Birçok bilim adamı, hiçbir mesnet ve delil göstermeden onların Pers dilli kabilelere ait oludğunu ileri sürmüştür, ama HUN-TÜRKLERİN defin şeklinin katakomb olduğu bilinmektedir. Yeni verileri de göz önünde bulundurmak gerekir. 


Yukarı Kuban’ın yeraltı galerilerinde çok sık olarak eski Türk Runik yazıtları bulunmaktadır. Bu konuya ilk olarak 1963 yılında U.B.Aliyev, A.C.Bauçiyev, K.T.Laypanov, M.A.Habiçyev (Aliyev ve diğerleri,1963) değinmiştir. Karaçay ve Balkarya’da bulunan eski runik yazıtların metinlerini ve aynı şekilde Avrupa’nın diğer bölgelerindeki metinleri dil bilimcileri M.A.Habiçyev (1979-1972-1987) ve S.Y.Bayçorov (1989) incelemişlerdir.


Son yıllarda Dağıstan’da Hazarlardan kalma çok sayıda katakomb bulunmuş ve incelenmiştir. (Magomedov,1983)


Bu unsurları göz önünde bulundurarak, Kuzey Kafkasya ortaçağ katakomblarının hangi halka ait olduğunu belirleme konusunda ihtiyatlı olmak gerekiyor. Yazılı kaynakların bazı verileri de bizi buna davet etmektedir. İtalyan Plano Carpini’nin Kuman veya Kıpçakların cenazelerini defnettikleri şeklindeki birçok yazarı yalanlayan bilgisine dikkatinizi çekiyoruz.


Carpini Kıpçakların cenazelerini defnetmeleri konusunda şöyle diyor: “…onlar gizlice araziye gidip, ot köklerini kazıyıp, büyük bir çukur kazıyorlar ve içine yana doğru bir çukur daha açarak çukuru genişletiyorlar” diye yazmaktadır. Bu tür defin geleneği Kazaklar, Kırgızlar ve Orta Asya’nın diğer Türk kabilelerinde de görülmektedir ki, burada katakomb mezarlardan bahsedildiği kesin.


Sarmat-Alan kültürünün önemli uzmanlarının düşüncelerine, özellikle de M.P.Abramova ve V.B.Kovalevskaya’ya göre, toprak katakombların henüz itinalı bir analizi yapılmamışken, bunu Kuzey Kafkasya Alanlarının etnik özelliği olarak kabul etmek mümkün değildir.


Katakomb kültürü kaynaklarının anlaşılması için Avrasya bozkırı ortaçağ arkeoloji uzmanı A.P.smirnov anahtarı vermiştir. Yazar şöyle diyor: “Maalesef katakomb mezarların ortaya çıkışı meselesi yeterince araştırılmamıştır ve büyük ihtimalle bu mezarların ilk örnekleri, Altay ve Yedisu’daki Hun-Sarmat dönemi mezar kalıntılarıdır.”


Ortaya konan materyaller Alanlar veya Asların Türk olduklarını ispat etmektedir.


Alanların diline ait mevcut veriler de onların Türk dilli olduklarını göstermektedir.


Alanları ve diğer Türk halklarını çok iyi bilen doğulu yazarlar, onları Türk olarak adlandırmaktadırlar. Rus vakanüvisler, defalarca bahsettikleri Asları (Yasları), yani Alanları çok iyi tanımaktadırlar. Çok sayıda Rus prensi, Yas kızıyla evlenmiştir.


Josephus Flavius’un “Jüdea Savaşları” adlı eserinin ilk eski Rusça çeviri ve şerhini yapan kişi, Yasların dili konusunda “dilleri sanki Peçeneklerin dili gibidir” demektedir. (Meşersky,1986)


Bilim adamları, Alan (As)ların dili söz konusu olduğunda genellikle 12.yüzyıl Zelençuk kitabelerine dayanmaktadırlar. Bu kitabeleri incelemekle meşgul olan kişiler, tabii olarak V.F.Miller ve V.İ.Abayev’in etkisi altında kalmış ; Osetin dilinden – İran dili grubu – faydalanarak ona yeni harfler ilave ederek, hatta mevcut bazı işaretleri düzelterek bu kitabeyi okumaya çalışmışlardır.


Fakat Osetin diline istinaden girdirilen bu düzeltmelerden sonra metin bir takım anlamsız isim yığınına dönüşmüştür. Halbuki söz konusu metin Karaçay-Balkar dilinde her hangi bir düzeltme olmaksızın fevkalade düzgün bir şekilde ve kolayca okunabilmektedir. Burada Zelençuk kitabesinde rastlanan bazı Türkçe kelimelerden örnekler vereceğiz:


İuurt / Curt : ata yurdu , vatan
Yabgu : sorumluluğu yerine getiren kişiye verilen unvan, san.
İyif / cıyıp : toplayarak, birleştirerek
Te / de : söyle, anlat
Zıl : yıl
İntinir : gayret etmek, can atmak
Belünif : ayrılmış , bölünmüş


Zelençuk kitabesi tamamen öğretici ve öğüt verici bir özelliğe sahiptir : “İisus Christ (Hz.İsa) naibi Nikolay, Hobsa (Dulo, Batbay, Avdan, Suvan) yurdundan çağırdı. Yalnızca o ,ata yurdunu bırakıp Alanların yurduna (bozkır vadisine) giden Abdan(t) Bakatar Bek’i birleştirmek (için) alelacele haber (göndermeye) çalıştı. Öküz yılı” (Miziyev,1986) *** Fettahov’un çevirisi şöyle : Jesus Christos, Nikolai’nın adı. Eğer büyüseydi, önde gelen ülkesini ondan (daha iyi) kimse savunamazdı. Tarbakatay yurdundan Alan denilen başlarındaki hanı takip etmek zorundaydılar. At yılı. – çevirenin notu***


Bizim düşüncemize göre bu yazıt, bugüne kadar kabul edildiği şekliyle bir mezar kitabesi değildir. Kitabenin bulunduğu yerde başka herhangi bir mezarın olmaması da bu düşüncemizi teyit etmektedir.


Persologların genellikle delil olarak ileri sürdükleri ikinci kitabe, 12.yüzyılda yaşayan meşhur Bizanslı şair ve bilim adamı Johannes Caesar’ın kaydettiği Alan selamlaması denilen Alanca bir cümledir. Osetin dilinin yardımıyla söz konusu metni okumak için araştırmacılar ona bazı düzeltmeler ve hatta ilaveler yapmışlardır. V.İ.Abayev’in çevirisinde selamlama şu şekildedir. “ İyi günler hanımefendi, nerelisin sen? Sen utanmaz mısın, hanımım?” … Kanaatimizce 12.yy’da bir insanın hanımefendisine, kraliçesine karşı bu şekilde hitap etmesi pek mümkün değildir. Bu cümlenin Türk diliyle yazıldığı muhakkak. Metin içerisinde dikkat çeken ortak Türkçe kelimelerden bazıları:


Hoş / hos : iyi (hoş)
Hotn / hotın : Hatun
Kordın / Kording : gördü, görmek
Kaitarif : dönüp, bir yerden döndükten sonra
Oyünge : bir deyiş, Karaçay-Balkarcada yaklaşık karşılığı, Nasıl böyle olabilirdi ki? Veya; Nasıl böyle oldu?


Demek ki, söz konusu kitabe tek bir ifadeyle Alanların (Asların) Türk dilli olduklarını göstermektedir.


Asların, ya da Macar Aslarının Türk dilli oluşları Y.Nemeth tarafından yayınlanan, 1422 yılı “Macar Aslarının Eski Kelimeleri Sözlüğü”nce de desteklenmektedir. Bu belgedeki kelimelerin çoğunluğu Türkçedir.


5.yüzyılda yazılan "Ermenistan Tarihi" adlı eserde yer Alanca bir cümlenin çevirisi: (kitapta hanendelerin Ermeni hükümdarı Artaşes'le evlenen Alan kraliçesi Satenik (Satinik, Sartinik) şerefine yazılmış Alanca bir şarkı)


"Artahır havart tiz havartsi" 


Karaçay-Balkar dilinde ise : "Artahır haparını tiz haparçi (Hapartsı) ; eski Türkçeden çevirisi : "Hikayeci, hikayenin son bölümüne geç" ya da "Son hikayeyi anlat, hikayeci"


Alan Türkleri
Türk Halklarının Kökeni
Kazi T.Laypanov - İsmail M.Miziyev
Selenge Yayınları
link in english




*


an other book:

"The situation is complicated by the fact that not the Iranic Ossetians, but the Turkic Karachay-Balkars, likely descending from the old Bulgars, are called Alan both by their neighbours, and by themselves. This cannot be due to the fact that the Karachay-Balkars (Malkars) occupies a former Alanic territory, since Turkic population of the region, at least Bulgars, were older in the central ranks of the Caucasus than the Alans. This may be result of the two-millennium long cohabitation of Bulgars and Alans, and it is not easy to call the Alans as a pure Iranic people. Their ruling stratum might be of Turkic origin, which seems misled some source to title the Iranic people as Turkic."
In Search of the Lost Tribe: The Origins and Making of the Croatian Nation
Prof.Dr.Osman Karatay










Portekiz’de Alenquer’de (kelimenin Alan tapınağı anlamına gelen Alan Kerk’ten geldiği düşünülür) Alanlara ait tapınak kalıntıları bulunmuştur. Bugün bu tapınak, Alanlar’ın getirdiği bir köpek cinsi olan Alaunt ile birlikte Alenquer şehrinin sembolüdür ve şehrin armasını da süsler.



ALAN TÜRKLERİ
MS.50'lilerde Romalılar için süvarilik ve 5500 'i de Büyük Britanya adasına gönderilerek Hadrian Duvarını korumalığını yapmıştır. Alanların getirdiği köpek cinsi, Orta Asya'dan Avrupa'ya, antik çağdan 17.yy'a kadar yetiştirilmiştir.


Alans provided cavalry for Rome in 50 AD, and 5500 Alans were sent to Britain to guard Hadrians Wall. The Alaunt is an extinct breed of dog, its original breed having existed in central Asia and Europe from ancient through the 17th c. They were bred by the Alan Turkish Tribes.


*


"They are long, but they are almost all Halani and beautiful little blond hair, eyes, arms slightly tempered grim and terrible swift."

"Proceri autem Halani paene sunt omnes et pulchri, crinibus mediocriter flavis, oculorum temperata torvitate terribiles et armorum levitate veloces."

Ammianus Marcellinus 4th c AD
Roman History. Book XXXI. II. 21



First Russian translation and commentary by Meshersky, of Josephus Flavius "Judea Wars" , "language is as the language of Pechenegs" .


*


* Alans are not indo-iranians ! - They are Turkish Tribe, (culture, language, blood) also called as "AS" Turks.
* Massagetae : Big Saka - Turkish Tribe - Queen Tomyris is a Turkish Queen with Turkish name Tomris.
* Pecheneg Turkish tribe of Oghuz Turks.







The meaning of "Turco" is absolutly "Turk", the meaning of "As" is "great, supreme"

"ASTURCO; Kuzeybatı İspanya Asturia'dan küçük bir at. Pahalı bir hediye." (Sözlük açıklaması)

"ASTURCO: a small horse from ASTURİA in northwestern Spain. An expensive gift."

* ASTURCO olan yerleşim yerinin adı ASTORGA olarak değişmiş.

- Astorga, in the Iron Age, came under the cultural influence of the Celts; the local Celtic peoples inhabited the area around 275 BC, known as the Astures and the Cantabri. Later become one of the Roman strongholds in the region they called ASTURİCA.

- The Roman city was founded in 14 BC, being entitled by Emperor Octavian as Asturica Augusta now known as Astorga.



* AS+TURCO 
- AS - Ulu, yüce, Orhun yazıtlarından bir Boy/Budun AS.
[Great, the Supreme, a Turkish tribe name (AS Budun (Tribe) in Orkhun inscriptions, As Turks)]
- TURCO - Turk (Türk)
- TUR - Türk kelimesinin kökeni (Turan ve Turukku'daki gibi)
[ root word for Turk, like in Turan and Turukku]

* Marcus Valerius Martialis (40-102/104) İber yarımadasında doğmuş Romalı Şair. Martial'ın Epigramları: 
vol i:  / vol ii

* Martialis'in kitabından: 
"ASTURCO, Hic brevis ad numeros rapidum qui colligit unguem, venit ab auriferis gentibus Astur equus.
(Here the number of swift when they have gathered to the short fingernails, comes from the gold-bearing nations Astur horse.)"

editör: Craig Williams

* ASTURCO:
Francis Edward Jackson Valpy

Prof.Dr.Bahtiyar Tuncay, Yunus Oğuz

"Turkish Horse" became "Asturco"
Just like; "Turkish Horse" became an "English Race Horse"