Halikarnas Balıkçısı "Düşün Yazıları"
/ İonya fonetik harflerle yazıp okumayı nefs Yunanistan’dan (yani Yunanistan’ın kendisinden) iki asır evvel biliyordu. Hatta Solon okuma yazmayı Anadolu’dan öğrendi. Binaenaleyh mutlaka metin vardı, fakat hasır altı edildi. / ["İlyada Destanı" metninden bahsediyor-SB]
Gilbert Murray’in «Five Stages of Greek Religion»ninde şöyle deniyor: «Barbarlar» sözcüğüne iki destanın hiçbirinde rastlanmaz. ‘Barbarophonoi’ (yani barbar ötüşlü) katışık sıfatı bir kez B 867 (yani İlyada’nın II. bölümü, 867’nci dizesinde) görülür, ama bu sözcüğün de bu dizeye ne zaman konulduğunu kim bilebilir?
/ Yani bu söz sonradan konulmuş olabilir. Bu şüphe Homeros’un metnine Pisistratos zamanında birçok şeylerin eklendiğini ve birçok şeylerin çıkarıldığını gösterir. Yine Gilbert Murray aynı kitapta /
«It seems to have been under Pisistratus that the Homeric Poems in some form or other came from tonia to be recided in a fixed order at the Panathenaic Festival, and to find a canociall form in Athens till the end of the classical period.»
(Öyle anlaşılıyor ki Homeros destanları Pisistratos zamanında lonya’dan herhangi bir şekilde gelmiş ve Panathenaia bayramlarında belli bir sıraya göre söylenerek Atina’da klasik dönemin sonuna dek belli kurallara göre saptanmış bir biçim almıştır.)
/ Burada «in some form or other»dan maksat, Homeros’un yazılarına kendinin saptadığı biçimle okunmadığını gösteriyor. Zaten «a fixed order»den bu order’i saptayan Homeros değil, Pisistratos idi. Orada, yani Atina’da bu destanlara bir «canonical form» veriliyor. Gilbert Murray başka bir kitabında, yani «Greek Studies»inde (sayfa 10) şöyle yazıyor:
/ «Anexpurgation of Homer did occur, but it was an expurgation of cruelties or barbarities.»
(Homeros’un eserlerinde bir temizlemeye gidilmiş, fakat temizlenip atılan yerler zalimce ve barbarca davranışları dile getiren parçalardı) /
Kimin «crueltios» ya da «barbarities»lerini çıkardılar? Kendi Akhaların mı, yoksa Troyalıların mı? Bittabi kendi Akhaların ...
/ Bu şiir zenginliği kime aitti? Akhaların mı? Ki onlarda öyle bir şey yoktur, yoksa bu şiir zenginliği Homeros’un mensup olduğu eski Ege ve Anadolu kültürünün müydü? Bittabi Anadolu kültürünün idi. Yoksa Homeros Mykene ve Argos’ta doğar yaşardı yahu! ...
«Ayrıca Pindaros’â değin Atina kaynaklı olmayan her türlü yazında Homeros elimizde bulunandan çok daha büyük sayıda şiirlerin yazarı sayılmaktadır. » / Pindaros I. Ö. 522’de doğdu ve Pisistratos zamanında Atina’ya gitti. Demek ki I. Ö. 522’ de ve daha önce Homeros’un diye tanınan birçok eserler vardı. Şunları da kayd edeyim bari: /
«O, üç tür el yazmasından söz etmektedir : kişilerin elinde bulunan ve Antimakhos ile Rhianos gibi şairlerin ya da Zenodotos gibi bilginlerin şerhlerini taşıyan el yazmaları; Marsilya, Khios, Argos, Sinope gibi Atina dışında birçok kentlerden gelme yazmalar —Atina’dan başka deniyor, çünkü Atina ‘vulgata’ denilen ve en doğrusu sayılıp genellikle kabul edilen el yazması bulunuyordu— ve üçüncüsü gelişi güzel derlenmiş, halkça, avamca yazmalar. Çok dizeli (he polystikhos metinde eski Yunanca olarak yazılmış) metinler bu sonuncular arasında bulunuyordu herhalde.»
/ Bu üç çeşit İlyada Aristarkhos zamanında vardı. Bu adam İ. Ö. 150’de İskenderiye kitaplığının başkanı oldu ve İlyada’lar arasında bir İlyada çıkardı. Kendisi Semendirek adasındandır. Fakat bizim şimdiki İlyada’mız onun onayladığı İlyada değil, Pisistratos’un İlyada’sıdır. Halk arasında yayılmış el yazmalarının «çok dizeli» olması konusuna dikkat etmeli. Şimdi yine bakınız: /
«Pre-îskenderiyeli (yani İskenderiye kitaplığı kurulmazdan önceki) yazarlarda Homeros’tan yapılan alıntılar bu çeşitli el yazmalarının yaygınlığını ve sınırlarını saptamamıza olanak verir. Bunlardan anlarız ki Atina’da bile vulgata yayını İ. Ö. 300 yılından önce iyice yerleşmiş ve yayılmış değildi. Hatip Aiskhines, geniş kültürü olan bir Atina’lı İlyada’da sık sık geçen tümcek ve deyimlerden söz eder ki bunların hiçbiri bizim metinlerde yoktur.»
/ Anadolu’ya kıyas Yunanistan ve Atina’nın geriliği ve barbarlığı yalnız Homeros zamanında ve ondan önceleri değil fakat altıncı asırda da mevcuttu. Bu şimdi vereceğim parça çok önemlidir. Yani Homeros’un Akhaları yadırgaması ve onları hor görmesi çok doğaldır. /
«499 yılı Atina siyasetinde Pan İonik dönemi açmaktadır. Atina İonya’nın metropolü ve koruyucusu olmak rolünü benimser, İon kültürünü özümser ve Yunanistan’ın fikirsel egemenliğini taşımak düzeyine yükselir. Bilim ve yazın, İ.Ö. bu altıncı yüzyılda Miletos’tan Atina’ya göçmüş olsa gerek. İlerde Asya’dan Avrupa’ya o sıralarda göçen büyük adamların ve akımların adlarını vereceğiz. Bir önemli olgu Atina’da İon alfabesinin benimsenmesidir. Özel yazışma da, yazın eserleri de artık İon alfabesi ile yazılmaktadır. Yerli Atina alfabesi ilkel ve biçimsiz bir şeydi, çift sesli harfleri olmadığı gibi sesli harfler arasındaki ayırımı da tanımıyordu. O zamanın İon dili bizim bugün bildiğimiz dilden herhalde çok farklıydı, İ.Ö. 404 yılına dek Atina’da resmî olarak kabul edilmiş değildi, ama Pers savaşları sırasında özel olarak kullanılıyor, konuşuluyordu (bkz. Kirchhoff, Alphabet. ed, IV, s. 92). O zamanları Atina İonya’nın metropolü olmak durumuna girmiş ve İon şiirini de kendi kutsal varlığının bir parçası diye kabul etmişti.»
«Ayrıca Atina’nın yurtsever yayıncılarının ulusal destanı Troyalılar için bir zafer ile bitmesine izin vermeleri de pek akla uygun düşmez. Onu sonradan değiştirmiş olmaları olasılığı çok büyüktür. Üstelik eski İon destanının dili de bizim elimize geçen vulgata metninden de epey ayrı olsaydı gerek. Asıl İlyada yazmasında «attisizm» denilen ve Attika, yani Atina dilinden alıntılar da yoktu.»
1. Homeros’un İlyada ve Odise’den başka eseri yok mu?
2. Bu iki eser değiştirildi mi?
3. Homeros’un sempatisi kimden yanadır?...
En erken yazı sistemi ile İlyada'nın dizeleri resimdeki gibi görünecekti...
Sağdan sola doğru okunup, iki nokta üst üste ile kelimeler birbirinden ayrılacaktı.
Tıpkı Orhun anıtlarında olduğu gibi...
"Der anfang der ilias wie er in einer frühen handschrift ausgesehen haben könnte."
[Traum und Wirklichkeit: Troia. syf.80]
"The beginning of the ilias as he might have looked in an early manuscript."
"Ege Havzası hiçbir zaman bütünüyle Hellenleştirilmemişti"
George Thomson
"Ege Havzası hiçbir zaman bütünüyle Hellenleştirilmemişti"
George Thomson
H.B. "Anadolu Tanrıları"
"İlyada" ilk önce İON lehçesinde yazılmıştı, ki İon kelimesi bile "Grekçe" değildir...
Yunanistan'da Hellen bilincinin Anadolu'dan Yunanistan'a geçmesi, İ.Ö. 6.yüzyılda olmaya başladı. Ancak İ.Ö. 560-527 yılları arasında, yani Atina'da Peisistratos zamanındadır ki, Homeros'un eserleri Yunan yarımadasına geçti ve Atina'nın Panathenaia festivallerinde belli bir sırayla okunmaya başlandı. İşte o zaman bu eserler, Atina'da kutsallaştırıldı ve oradan bütün Yunanistan'a yayılarak Hellenik bilinç ortaya çıktı. Bu arada, Anadolu'dan Yunanistan'a geçen Olymposlu tanrılar ile Hellenlerin dini de kurulmuş bulundu. Yukarıdan beri yazılanlardan görülüyor ki, İonlu bilinç, Anadolu'da geliştikten ancak üç yüzyıl sonra Yunanistan'a geçebilmiştir. Herodotos, "Homeros ile Hesiodos, Grek tanrılar hanedanını kurdular, onlara adlarını taktılar, görevlerini ve sanatlarını tayin ettiler" diye yazar ve bu işin kendi gününden (MÖ 430) dört yüzyıl önce olduğunu ekler (Homeros ile Hesiodos bu tanrıları tutup yoktan varetmediler. )
İon sözcüğünün batıya doğru gezisine paralel olarak, Grekçe üzümün, şarabın, incirin ve özellikle de zeytinin adlarının Grekçe aslında olmayıp, birçok dağ, burun ve körfez adları gibi, bir Anadolulu dilin kökünden oldukları anlaşılmıştır.
Delice zeytini, Portekiz'den Hindistan'a kadar vardır. Ama zeytinin, bir besin maddesi olarak kullanılışı, Yunanistan'a Anadolu'dan geçmiştir. Çünkü Homeros, Anadolu'da zeytinyağının, bir tuvalet yağı olarak, hatta yazılarının başka bir yerinde de ilaç olarak kullanıldığını anlatır. Bittabi, bir besin maddesi olarak kullanıldığını yazmaya gerek görmemiştir. Zeytin ağacı, Anadolu'da ve Anadolu'ya ait adalarda boldur, Yunanistan'da ise seyrektir. Zaten zeytin, Yunanistan'a İonya'dan başka bir yerden gelemezdi. Rodos adası İtalya'nın egemenliği altında iken, İtalyanlar İtalya'dan, İtalya delicelerinin üzerine aşılanmış cins zeytin fidanları getirdiler. İtalyanlar ne ettilerse, bir türlü o fidanları tutturamadılar. Bunun üzerine Marmaris ve Bodrum'dan tonlarca Anadolulu delicelerin tohumlarını getirmek zorunda kaldılar (Delicelerin kökleri, hangi toprağın hangisi olduğunu, sınırlar çizen diplomatlardan daha iyi bilir)
Tanrıça Athena'ya ait bir efsane, zeytinin Yunanistan'a nasıl geldiğini ima etmesi bakımından önemlidir. Tanrıça Athena ile Denizler Tanrısı Poseidon, Atina kentinin koruyuculuğu için yarışmaya girişirler. Kente en faydalı şeyi getiren muzaffer sayılacaktır. Poseidon atı, Athena ise zeytin ağacını getirir. O zamanın megaron denilen iki gözlü evlerinin alt odalarında pencere yoktu. O karanlıkta Poseidon'un atını oynatacak değil, kandil yakacaklardı. Zaten Yunanistan'da zeytin, azlığı yüzünden, kutsal bir hal almıştı. Yarışlarda kazananların alınlarına, zeytin dalı çelengi konulurdu. İspanya'da zeytine aceituna (arapça elzeytun'dan) denir. İspanya'da delice Arapların sözcüklerinden önce vardı. Ama zeytinin bu adla anılması, zeytinin İspanya'da bir besin maddesi olarak kullanılması geleneğinin Araplar tarafından getirildiğini gösterir.
Barbar sözcüğü, Grekçe konuşulmayıp da başka bir dilde "vırvır" ya da "carcar" diye lakırdayanlara Greklerce atfedilen bir ad idi.... Ne Homeros'ta ne de ondan bir iki yüzyıl sonra Anadolu'dan Yunanistan'a göçetmiş olan Hesiodos'ta ne Barbar sözüne ne de Hellen sözcüğüne rastlarız. Örneğin, İ.Ö.4.yüzyılda yaşamış olan Herodotos'un eserinde, Barbar sözcüğüne rastlanır, ama bu sözcük orada yabancılara, yani Barbarlara karşı bir küçümsemeyi göstermez. Hatta Herodotos, Barbar dediği yabancıları horgörmek şöyle dursun, onlardan çoğunlukla övünçle söz eder. Barbarları horgörmek geleneği Yunanistan'da ortaya çıktı.
Buraya, şu önemli olayı da kaydedelim:
Yunanistan’da Atinalı Solon Grek kültürünün Yunanistan'daki ilk temsilcisi sayılır. İ.Ö.6.yüzyılda yaşamış olan bu adam, bir tacirdi ve işlerini görmek üzere Anadolu'ya gidip gelirdi. Anadolu'da yazı yazmasını öğrendi ve gene Anadolu'da gelişmiş sosyal kurumları gördü. Anadolu'da öğrendiği İon lehçesinde şiirler yazdı. Ama şiirlerini, kendisinden önce gelen Midilli Sappho ya da Paroslu Arkhilokhos gibi ozan olduğu için değil, o devirde yazı, manzum olarak yazıldığı için yazdı. Yoksa Solon yüz yıl sonra geleydi, mutlaka nesir olarak yazardı.
O devirde toprak zenginlerin elinde idi. Halk zenginlere ait toprakları - ürünün altıda birini alarak - işliyordu. Bu pay geçimlerine yetmediği için, zenginlere borçlanıyor, borçlarını ödeyemediklerinden dolayı da haraç meza köle olarak satılıyorlardı. Solon o sıralarda okuma yazma bilen dünya görmüş bir adam olduğu için, arkhon (kanun yapıcı hakim) seçildi. Arkhon'ların göreneği, o mevkie seçilince, zenginlerin topraklarını - eksiltmeden - muhafaza edeceğini ilan etmekti. Solon böyle bir söylevde bulunmadı. Bütün borçları keenlemyekun (yok) saydı; bundan dolayı da satılarak köle olmuş olanlara özgürlüklerini geri verdi. Solon'un bu ıslahatına kurtuluş denilerek şenlikler yapıldı. Solon kanunlarına göre, kimse borçtan dolayı köle olamazdı. Yunanistan'daki yeygi değerleri yükselmesin diye de yeygi ihracatı yasak edildi. İşte bu kanunlar bir sürü noksanlarına karşın, Yunanistan'ın demokrasiye doğru ilk ilerleyişi sayıldı.
Halikarnas Balıkçısı
ANADOLU TANRILARI
Hera sözcüğü Grekçe değildir.
Poseidon sözü Grekçe değildir.
Apollon sözcüğü Grekçe değildir.
Artemis sözcüğü Grekçe değildir.
Aphrodite sözcüğünün Grekçe olmadığı anlaşılmıştır.
Hermes sözcüğü de Grekçe değildir.
Ares'in adı da Grekçe değildir.
Hephaistos, bu tanrının adı Grekçe değildir.
Athena sözü Grekçe değildir.
"Homeros ve Hesiodos bu tanrıları yoktan varetmediler. Bunlar "Olympos'lu" olarak adlandırılırlar. Gök tanrılardır, çünkü, dağların dorukları göğe en yakın noktalardır. Olympos, Minoen Giritçesinden bir sözcüktür, "dağ" anlamına gelir. Küçük Asya'da 20‘den fazla, Hellas'ta (Tesalya'da) bir ve Kıbrıs'ta bir Olympos vardır. Ancak Homeros, Olympiadağı için bir yer belirtmemektedir. "Birçok doruğu olan, bulutların altında, tanrıların havayı soludukları bir dağ" demektedir Homeros."
H.B."Altıncı Kıta Akdeniz"
Hera sözcüğü Grekçe değildir.
Poseidon sözü Grekçe değildir.
Apollon sözcüğü Grekçe değildir.
Artemis sözcüğü Grekçe değildir.
Aphrodite sözcüğünün Grekçe olmadığı anlaşılmıştır.
Hermes sözcüğü de Grekçe değildir.
Ares'in adı da Grekçe değildir.
Hephaistos, bu tanrının adı Grekçe değildir.
Athena sözü Grekçe değildir.
"Homeros ve Hesiodos bu tanrıları yoktan varetmediler. Bunlar "Olympos'lu" olarak adlandırılırlar. Gök tanrılardır, çünkü, dağların dorukları göğe en yakın noktalardır. Olympos, Minoen Giritçesinden bir sözcüktür, "dağ" anlamına gelir. Küçük Asya'da 20‘den fazla, Hellas'ta (Tesalya'da) bir ve Kıbrıs'ta bir Olympos vardır. Ancak Homeros, Olympiadağı için bir yer belirtmemektedir. "Birçok doruğu olan, bulutların altında, tanrıların havayı soludukları bir dağ" demektedir Homeros."
H.B."Altıncı Kıta Akdeniz"
"Alfabenin toplam 29’dan “Hellence’den alınmıştır”denilen 19 harfi de, Hellence’de yazılan Fenike kopyası harflerden farklı olarak, M.Ö. 402’de Atina’da Hellen dünyasına ortak bir alfabeye dönüştürülen, özgün Milet alfabesinin bir ürünüdür çünkü. Ve onların Atina’dan göçle gelmedikleri, yarattıkları uygarlık gibi Anadolu’da yerli oldukları görüşünün artık eskiçağ biliminin gündemine oturmaya başlaması, eskiçağ biliminde konulara tek yanlı “Hellas/Atina” önyargısıyla değil, “Anadolu/Milet” seçeneğiyle de çok yönlü yaklaşımın doğal sonucu olarak şaşırtmamalıdır."
"Eskiçağ Bilimi’nin yüzelli yıldan buyana “Hellenliğini” sorgulama gereği bile duymadığı bir uygarlığı kendi “Anadolu”köküne bağlamanın kolay olmayacağı belliydi. Çünkü Anadolu arkeolojisinin dünyaca tanınmış saygın adı Akurgal ayrıca doktora çalışmasının bağlığına taşımıştı Lykia sanatının “Hellenliği”ni, “M.Ö. 6.yüzyıl Lykia Yunan Kabartmaları” diye. Karşı bir görüşü öncelikle kendi halkımıza inandırmak kolay olmayacaktı. Ayrıca, bir taraftan İonlar bağlamında, “sanatı ve kültürü Doğu/Anadolu olan ve Anadolu mayasıyla yarattıkları Batı Uygarlığı’nı Ege’nin batı yakasındaki ‘anayurda’ aşılayan sömürgeciler Atinalılar’dır, çünkü yazı ve dil Hellence’dir” denecekti.
Öteyandan, her nasıl oluyorsa, “yazısı ve dili yerli olan” bir halkın, Lykia’nın, uygarlığı da “Hellen” olabilecekti, çünkü bu kez “sanatları Hellen etkili” olacaktı. Karşıt iki gerekçeyle aynı hedefe varabilme mucizesini(!) içeren bu görüşler Batılılar gibi Akurgal’ındır da. Bir uygarlığın kimliğini yazı ve dil mi belirler, yoksa sanatın, düşüncenin niceliği mi?; bunu anılan mantık temelinde anlayabilmek mümkün değildir. Anlaşılan tek şey, Batı Anadolu’daher uygarlığın her durumda mutlaka “Hellen” olması gerektiğidir (!).
Acıdır ki genç kuşak eskiçağ bilimcilerimiz de Lykia’da Hellen etkisini yazı temelinde görme kolaycılığından sıyrılamamış; yerli yazı yerine Hellence’nin toplumun iradesi dışında, Makedon İskender buyruğuyla yazdırıldığı unutularak ve bunu arkeolojik bulgularla birlikte değerlendirme gereği bir yana bırakılarak, bu etkiyi “Pers egemenliği altında çift dilli yazıtlarda fark etmeye” dek indirgemişlerdir. Sanki resmi dili ve yazısı Farsça olan Selçuklu Türkleri, bununla “Persleşmiş”lerdir!!!
"Eskiçağ Bilimi’nin yüzelli yıldan buyana “Hellenliğini” sorgulama gereği bile duymadığı bir uygarlığı kendi “Anadolu”köküne bağlamanın kolay olmayacağı belliydi. Çünkü Anadolu arkeolojisinin dünyaca tanınmış saygın adı Akurgal ayrıca doktora çalışmasının bağlığına taşımıştı Lykia sanatının “Hellenliği”ni, “M.Ö. 6.yüzyıl Lykia Yunan Kabartmaları” diye. Karşı bir görüşü öncelikle kendi halkımıza inandırmak kolay olmayacaktı. Ayrıca, bir taraftan İonlar bağlamında, “sanatı ve kültürü Doğu/Anadolu olan ve Anadolu mayasıyla yarattıkları Batı Uygarlığı’nı Ege’nin batı yakasındaki ‘anayurda’ aşılayan sömürgeciler Atinalılar’dır, çünkü yazı ve dil Hellence’dir” denecekti.
Öteyandan, her nasıl oluyorsa, “yazısı ve dili yerli olan” bir halkın, Lykia’nın, uygarlığı da “Hellen” olabilecekti, çünkü bu kez “sanatları Hellen etkili” olacaktı. Karşıt iki gerekçeyle aynı hedefe varabilme mucizesini(!) içeren bu görüşler Batılılar gibi Akurgal’ındır da. Bir uygarlığın kimliğini yazı ve dil mi belirler, yoksa sanatın, düşüncenin niceliği mi?; bunu anılan mantık temelinde anlayabilmek mümkün değildir. Anlaşılan tek şey, Batı Anadolu’daher uygarlığın her durumda mutlaka “Hellen” olması gerektiğidir (!).
Acıdır ki genç kuşak eskiçağ bilimcilerimiz de Lykia’da Hellen etkisini yazı temelinde görme kolaycılığından sıyrılamamış; yerli yazı yerine Hellence’nin toplumun iradesi dışında, Makedon İskender buyruğuyla yazdırıldığı unutularak ve bunu arkeolojik bulgularla birlikte değerlendirme gereği bir yana bırakılarak, bu etkiyi “Pers egemenliği altında çift dilli yazıtlarda fark etmeye” dek indirgemişlerdir. Sanki resmi dili ve yazısı Farsça olan Selçuklu Türkleri, bununla “Persleşmiş”lerdir!!!
Prof.Dr.Fahri Işık'ın da dediği gibi:
"Uygarlık Anadolu'da Doğdu"