thetis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
thetis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Kasım 2020 Perşembe

Akhilles ve Sak Türkleri

 


Akhilles < Ligyron

Thetis oğullarını ateşle vaftiz ederek ölümsüzleştirmektedir, sıra Akhilles'e gelince topuğundan tutar ve ateşe sokar (bazı kaynaklara göre bu sudur). Tıpkı Türklerde "ateşin" kötülüğü def etmesi gibi... Olayı görmesiyle ödü kopan baba Peleus, Akhilles'i eşinin elinden alır ve bu arada da Thetis kaçar.  Kral Peleus Akhilles'in eğitimine önem vermektedir, böylece Kentaur Kheiron'a teslim eder.



Kheiron da Akhilles'i aslan yüreği ve ayı iliği ile besler, avlanmayı, ata binmeyi öğretir. Altı yaşına geldiğinde aslan ve ayılarla güreşir, köpeksiz ve tuzaksız geyik avlar. Muselerden Kalliope (destan,şiir, şair ilham perisi) Akhilles'e şarkı söyleme yeteneğini verir. Hatta İlyada'da kendi kampında phorminx (*) çalıp türküler çığırırken herkes mest olmuş bir şekilde onu dinler. Akhilles'in eğitimi bitince Kheiron, doğum adı olan "Ligyron (sızlanan, mızmız)" yerine artık ona "Akhilles" demeye başlar. Böylece Dede Korkut misali adını almış olur. Ayrıca kocaman bir aferin, 3 senede büyük bir savaşçı olup çıkmış, çünkü...

Akhilles 9 yaşındayken savaş çanları çalar. Kehanete göre Akhilles savaşa katılmazsa Turova düşmeyecektir. Bu sebeple de annesi onu Skyros'a götürerek kız kılığında saklar. Adı da Pyrrha (kızıl) olur. Aradan zaman geçer, Skyros Kralı Lykomedes'in kızı Deidameia'dan oğlu olur, adını da Neoptolemos (Pyrrhus) koyarlar.


Demek Akhilles 9 yaşındayken Bars (Paris) Elene (Helene)'yi "sözde" kaçırmış ki savaş çanları çalıyor... Neden mi "sözde" kaçırılma, çünkü asıl kız kaçıranlar denizin öte tarafındakilerdi ve aksini gösteren hiçbir belge bulamadılar...


Bu durumda acaba Akhilles Turova Savaşı'na katıldığında kaç yaşındaydı? Öldüğünde kaç yaşındaydı?

Peki Neoptolemos kaç yaşındaydı ki Turova Savaşı'na katılabildi?

Bunlar kesin vampir familyasından, hem genç, hem de yetişkin.. 😉

Akhilles 15'inde baba olsa, 19 yaşındayken savaşa katılır. Turova'ya geldiğinde 27, öldüğünde ise 29 yaşındadır... Oğlu Neoptolemos ise Turova'ya getirildiğinde daha çocuk, sadece 14-15 yaşlarında. Yaşları küçük "büyük kahramanlar"mış bunlar, hele hele hiç savaş görmemiş Neo tam bir bitirim yani.... 

Bu yaşları nasıl mı buldum? İlyada ile Azra Erhat'ın Mitoloji Sözlüğü'nü daha dikkatli okumanızı tavsiye ederim..  😉


Bu arada...

Anası Tithýs (τηθύς) > "Thetis" sözcüğü Hint-Avrupa dilinden değil... Dokuz Nehirlerin, Dokuz Kutsal Kaynağın, Dokuz Kutsal Atların, Güneş Tanrısının Dokuz Ülkesinin Efendisi'nin kızı "Muşki" (Sak boyu) Prensesinin unvanı "Teti-ki-kan"dır ve MÖ 1700'lerden beri kullanılmaktaydı.

(NOT: Bunu ben demiyorum, yabancı kaynak diyor, ancak kaynağımı vermeyeceğim)


* Kentaur Kheiron ve Çocuk Akhilles, Fresk, Herculaneum Basilikası - MS 50, Ulusal Arkeoloji Müzesi - Naples.

* Kentaur Kheiron ve Çocuk Akhilles, Amphora, MÖ 520, Louvre Müzesi.



Başka bir konu daha...

Demek Akhilles, "medeniyetten yoksun", "vahşi", "ürkütücü" ve "aşağı ırk" olarak görülen bir barbardan "eğitim" aldı, öyle mi? Üstelik sadece Akhilles de değil;

* Salamisli Telamon'un oğlu Büyük Ayaz. Ayaz aynı zamanda annesi Turovalı Pirim'in kızkardeşinden olan Teuker (Türker) ile de babadan kardeş... Yani Yeğen Türker dayısına karşı savaşıyor, çok güzel bir aile dramı...;

* Bir zamanlar Pelasgların yerlisi olduğu Aegina'nın Kralı Aeacus'un (aynı zamanda Ayaz ile Akhilles'in dedesi) oğulları Telamon ve Peleus;

* Bilgeliği temsil eden Altın Post'un peşinde giden Argonotlardan Jason,

* Gorgonlardan (Hint-Avrupacıcılar kökeninin bilinmediğini belirtir, oysa Türkçedir; Korku, Qorqu, Gorky. İşlerine gelmez tabii :)) Medusa'nın başını kesen Perseus;

* Apollon'un oğlu, tıp tanrısı Asklepion;

* Apollon'un oğlu, kültürel buluşların kahramanı Aristaeus;

* Bilgemiş (Gılgamış değil! ve Bilge sözü Türkçedir) ile eşleşen ve de Sakların (İskitlerin) atası olarak kabul edilen Herkül (Erkle);

* Sabazios'tan (ki Saban Türkçedir, hâlâ Sabantoy olarak kutlanır) türetilen ve de Anadolu'nun yerlisi olan Dionysos;

Bunların hepsi "medeniyetsiz barbar"lardan gelen Kentaur Kheiron'dan eğitim almış, öyle mi?... Ya Kentaur sözü de Gandar > Candar'dan geliyorsa...

Bir de Atina'da gezen Sak (İskit) Kralı Gonur'un (Gnurus diye geçer) oğlu filozof Anakharsis vardı değil mi? Hani denizin ötesindeki yasa koyucu olarak tanınan ve yazıyı da Anadolulardan öğrenen Solon'la sohbetler eden filozof Anak'tan bahsediyorum...


Ne "barbar"mış şu Sak Türkleri be....

Semra Bayraktar (SB)



* Phorminx; Lir ailesinden 2-6 telli, yarım ya da orak formlu bir çalgıdır ve kökeni için Mezopotamya derler!




Bazılarına dipnot:

Sorgulamıyorsan konuşmamalısın...


8 Mart 2019 Cuma

LİGYRON / AKHİLLES - KHEİRON




Thetis oğullarını ateşle vaftiz ederek ölümsüzleştirmektedir, sıra Aşil'e (Akhilles) gelince topuğundan tutar ve ateşe sokar (bazı kaynaklara göre su). Olayı görmesiyle ödü kopan baba Peleus Aşil'i eşinin elinden alır ve Thetis kaçar. Kral Peleus Aşil'in eğitimine önem vermektedir, böylece At-Adam (Kentaur) Kheiron'a teslim eder.

Kheiron Aşil'i aslan yürekleri ve ayı iliği ile besler, avlanmayı, ata binmeyi öğretir. Altı yaşına geldiğinde aslan ve ayılarla güreşir, köpeksiz ve tuzaksız geyik avlar.

Muselerden Kalliope (destan,şiir, şair ilham perisi) Aşil'e şarkı söyleme yeteneğini verir. Hatta İlyada'da kendi kampında phorminx* çalıp türküler çığırırken herkes mest olmuş bir şekilde dinlemektedir.



Kentaur Kheiron çocuk Aşil ile..
Amphora, MÖ 520 / Louvre Müzesi.
Kentaurlar genellikle altı at üstü insan olarak betimlenirken, 
Eğitmen Kheiron'un arka bacakları at, önü ise tamamıyla insandır.




Eğitimi bitince Kheiron doğum adı olan Ligyron (sızlanan, mızmız) yerine artık Aşil demeye başlamıştır.

Ἀχιλλεύς - Achilléfs (Agilefs) - Akhilleus.
Αχιλλεύς Πηλείδης , Αχιλλεύς Αιακίδης
Achilléfs Pileídis , Achilléfs Aiakídis.

Akhilleus adı ne Grekçedir ne de Hint-Avrupa...(-eus eki zaten Anadolu kökenli) 
Adını Kheiron verdiyse...adı neycedir? Ağil...

Kimmer-İskit Türkleri mitolojide Kentaur olarak betimlenmiştir. Bu 'barbar ve medeniyetsizden' o kadar iyi bir eğitim almıştır ki Akhilles tam bir "Kimmer" olup çıkmıştır.

Aşil 9 yaşındayken savaş çığırtkanlığı yapılıyordur. Kehanete göre Aşil savaşa katılmazsa Truva düşmeyecektir. Bu sebeple de annesi onu Scyros'a götürür ve kız kılığına sokarak saklar. Adı da Pyrrha (kızıl) olur. Aradan zaman geçer, Scyros Kralı Lycomedes'in kızı Deidameia'dan oğlu olur, adını Neoptolemus (Pyrrhus) koyarlar...


Türklerde "öd-ot (ateş)" kutsaldır, kötülüklerden korur. Doğumla yapılan ayinlerde ateşe yağ atılır. Aşil'in başına gelen "arınma ayini" de annesi tarafından onu kötülüklerden korumak amacıyla yapılmıştır. Tabi ki mitolojik hikayede "Aşil'i ateşle vaftiz" ettiği anlatılır, ama bunun böyle olmadığını, tıpkı Türklerdeki gibi "yağın" ateşe atıldığını tahmin eder ve 'Greklere' yabancı gelen bir geleneğin kulaktan dolmayla bu şekilde anlatıldığını düşünebiliriz.

SB.

* Phorminx; Lir ailesinden 2-6 telli, yarım ya da orak formlu bir çalgı. Kökeni için Mezopotamya derler.




**

Aşil'in (Ağilefs) ölüsü için savaşan amcaoğlu Ayas (Ajax)
Sağdan 3. Enes/İnees (Aeneas), 4. Pars (Paris), en solda her ne kadar onu "Athene" olarak tanımlasalar da "Seres" yazar.


Halikarnas Balıkçısı'ndan;

Bizim için ve bir yerde Homeros için Akhilleus bir destan kahramanı, epik bir hero’dur. Ama bu saga’nın kaynağı dinseldir. Akhilleus Peloponezlilere göre bir tanrıydı. Homer de aşağı yukarı öyle sayar onu, ama Homer Akhilleus’u yabancı da sayıyor. Akhilleus denizcileri koruyan bir tanrıdır aslında. Çok elektrikli geceler, yani fırtınalardan önceki geceler direklerde bir ışık beliriverir: Latincesi «ignis fatuus»tur, İngilizcesi «will-o-the-whisp», Fransızcası «feu de St- Elme.» Denizciler bu ışığı uğurlu sayarlar. Akhilleus işte bu ışığın ta kendisi bir tanrı sayılırdı. 

Önceleri — yani tanrı Akhilleus — Karadenizliydi. Çünkü Tuna nehrinin Karadeniz’e boşaldığı yerde, uzunca bir ada vardı. (Bak. Kronos’un egemenlik sürdüğü Elysium Hades ülkesine bitişiktir, güneşin hiç batmadığı mutlu bir ülkedir deniyor — zavallı insanoğlu neler düşünmemiş, ben olsam Elysium’u Gökova Körfezindedir derim. — Dostoyevsky’de «Les confessions de Stavrougine», bir de «L’homme ridicule»deki iki düşe bak. Dostoyevsky de bu cenneti güneyde bir yerde hayal ediyor.) 

«Leuke adındaki Mutlular Adası Karadeniz’dedir, Tuna ağzının karşısında. Ormanlı, her çeşit vahşi ve ehli hayvanlarla dolu bir adadır bu, orada Akhilleus ile Helena’nın ruhları büyük saygı görür ve Homeros’un dizelerini okurlar...» Bittabi bu şeyleri Homer’den sonra gelenler, Platon, Pindaros ya da Hesiodos yazıyor.

Akhilleus — dudaksız demek, Karadeniz halk efsaneleri arasında dudaksız adiyle ve yahut bu hali imâ eden bir masal — folklore — var mı? Araştırmalı. Bu ad için bir efsane uyduruluyor: 

«Thetis doğurduğu altı oğlunun ölümlü yanlarını yakmış» (altı olunca insanın aklı hexametron’a gider, yahut beş parmak «daktyl, bir de Priyap, yani erkek tenasül âleti) — bunun da kaynağı hexametron dansı, yani altı adımlı dans. Allain (17) Girit’te Pithikto dansına rast geldiğini söylüyordu. Zihnimi kurcaladı. Kaç kez hopladıklarını sormaya unuttum. Karadeniz danslarının en eskilerinde kaç hoplayışlı oldukları araştırılmalı. Karadeniz’in Bronz çağında büyük önemi var çünkü. Bronz için gereken kalayın büyük kısmı Karadeniz’den geliyordu. Argonaut efsanesi bu çağın sonuna rastlar. Homerik epos’tan öncedir. 

«Thetis Peleus’tan olan altı oğlunun da ölümlü yanlarını yakmış, onları kendisi gibi ölümsüz kılmak ve her birini Olympos’a yanına alabilmek için. Ama Peleus yedinci oğlunu bütün bedeni daha ateşe değmemişken (yedinciye ve yedi rakkamına dikkat etmeli) onun elinden kapmayı başardı; Thetis ateşte arındırdığı bedenleri sonra ambrasia ile ovuyordu, ama son oğlunun ateşe değmemiş aşık kemiğini ovamadı, bu yüzden ölümlü kıldı» (aşık kemiği bir de mafsal kemikleri önemlidir, çünkü falcılıkta bakla yerine kullanılırdı), «kocasının bu araya girmesine kızan Thetis ondan ayrılıp denize döndü» (dikkat et bir deniz tanrısı olan Akhilleus deniz tanrıçası Thetis’in oğlu olacak bittabi)

«Oğluna Akhilleus dedi, çünkü dudaklarını göğsüne daha değdirmemişti. (18) Peleus oğluna devin iskeletinden aldığı yeni bir aşık kemiği koymuş, fakat orasının ölümlü olmasını önleyememiş.» Belli ki bu, uydurma. Thetis’in Akhilleus’u ve topuklarından tutup Lethe ırmağında yıkadığı ve topuklarını tuttuğu yerin suyla ıslanmadığı için, topuğundan vurulup öldürüldüğü söylencesinden daha öncedir bu yukarda anlattığım söylence.

Akha kara kuvvetlerine Agamemnon, deniz kuvvetlerine ise Akhilleus' kumanda ediyordu (19) — Akhilleus Homerik saga’ya girmezden önce bir Pelasg kutsal kralı idi. Akhilleus’un Leuke adasına naklinin miti şudur: 

«Akhalar ölüsüne oyunlar düzenlemişken, Thetis Akhilleus’un ruhunu ateş yığınının üstünden alıp Leuke adasına (*) taşıdı; Tuna nehrinin ağzının karşısında bulunan, vahşi ve ehli hayvanlarla dolu bu ada şimdi ona kutsanmıştır.» 

Akhilleus’un bir sürü tapınağı vardı, örneğin asıl egemenlik alanı Marmara denizi ile Karadeniz’di, oralarda deniz yolculuğu onun koruyuculuğu altında olurdu. Sigeion burnu, yani Boğazların Ege’ye çıkışında denize uzanan toprak parçası üstünde bulunan Akhilleus’un gömütü Boğazları korumaktaydı. Borysthenes, yani Dniepr ırmağının ağzında uzun bir dil Akhilleus’un taş ocağı diye adını taşımaktaydı. Olbia kentinde de «Pontos’un efendisi» diye kendisine tapılırdı. Ama asıl egemenlik alanı Tuna ağzının karşısındaki Leuke adasındaydı. İnsanların oturmadığı bu ormanlık, kuş dolu adada Akhilleus’un bir tapınağı vardı, kurbanlar, sunular sunulurdu kendisine. Ama oraya çıkan denizcilerin ancak bir gün adada kalmalarına izin verilirdi, gece olmadan adadan ayrılmaları gerekirdi. 

Akhilleus kimi zaman tapınıma gelenlere görünür, «paian» denilen zafer türküsünü söylermiş. Orada bir tanrı sözcüsü de herhalde denizcilere öğütlerde bulunurmuş. Fransız yazarının «Pantos’un efendisi» diye çevirdiği bu «pontarkhes» sözcüğü düşündürücü, herhalde Karadeniz’in efendisi değil de, genellikle denizin efendisi anlamında olsa gerek, çünkü pontos aslında deniz demektir. 

Paian söylemesine gelince, Elysium’un Hyperboreliler ülkesinde olduğu sanılıyordu. Ölen kutsal kralların ruhları... Size bu işler karışık gelir — yahu o zamanki insanlarda lojik aramayın. Hem kutsal kralın ruhu vekilinde yenilenir, hem de öleninki, eğer hoş bir adamsa, Elysium’a gider. Gider ama kim götürür? Bir söylenceye göre turna kuşları. Onlar sonbaharda, kış başlangıcında kuzeye giderler ve iki notalı acı bir ses çıkartırlar. İşte «paian» da odur. Bir yerde okuduğuma göre, bir sürü deniz kuşu, karabatak, martı soyundan başkaları, yabani kaz, kuğu, ördek Tuna ağzına giderlermiş. Akhilleus’un ruhunu onlar oraya taşımışlardır. 

Pelasg ya da Leleg efsanesi demiştim. Pelasg da deniz insanları demek bir bakımdan. Zaten «thalassa» sözü grekçe değil, Minoen bir söz. Grek denilenler buraya geldikleri zaman denizi ilk kez görüyorlardı ve ona «pontos» adını taktılar. Bu, incelenmesi ve kanıtlanması gerekir bir teoridir. Fakat Akhilleus’un bir tanrı sayıldığı muhakkak.

Şimdi edebî kıyafetinin altında «Akhilleus’un öfkesi» yani İlyada’nm konusunun altında gizlenen eski saga’ya gelelim. Patroklos ölüyor. Bu ölüm Akhilleus’u aktif sahadan, edim alanından uzak duruşuna, çekilişine bir son veriyor. Patroklos ölünce Akhilleus savaş meydanına dönüyor. Bu noktada llyada’nın ta göbeğindedir. Patroklos ölmezden önce Akhilleus’un silahlarını, yani belirtilerini takınıyor. Yani Akhilleus’un rolünü, kutsal kralın, tanrısal insanın rolünü oynayarak ölüyor. Ölümünün özellikleri bir savaştan çok, bir kurban edilmeye benziyor. Yani âyindeki tanrının öldürülmesi — ya tanrının yahut vekilinin ölmesi demek istiyorum.

Ne var ki bir kurbanın öldürülmesi —o çağlara göre— aynı zamanda bir günah oluştururdu. Bu öldürme işine katılanların bütün dikkati işledikleri bu günahın tehlikeli sonuçlarından kendilerini korumaktı. Söz gelimi bir boğa kurban edilecek değil mi, bu işin bütün sorumluluğu boğayı kesen baltaya yüklendirdi (bunun biraz Labrys baltasıyla ilişkisi vardır, ama bir yere kadar) Balta mahkemeye çekilir. Muhakeme sonunda balta mahkûm olur ve kemali resabetle balta sürgün edilirdi. (Allah vere de atomik bomba için aynı işlem yapılmasa!) Fakat bu işte çoğu kez sorumluluğu elden geldikçe çok insanlar arasında dağıtmak yoluna gidilirdi. Böylece bu işten doğacak tehlike de paylaşılmış olurdu. Sonra asıl suçluyu kalabalık içinde bulmak güç olacaktı. Bunu Patroklos’un ölüdürülmesinde de görüyoruz. İlk önce Apollon vurur Patroklos’u ve adamın silahlarını yere düşürür, sonra Euphorbos çıkar ortaya ve onu yaralar, Hektor da işi tamamlar.

— Epik vakanın altında eski kurban töresinin sezilmesi güç değildir. Tanrının vekili tanrı silahlarını ve başkaca takıntılarını taktıktan sonra ölür, bunun üzerine tanrının kendisi hemen dirilip ortaya çıkar. O da Akhilleus’tur. Şimdi İlyada’nın XVIII’nci bölümünü oku (dize 203 vd.):

Zeus’un sevdiği Akhilleus de kalktı yerinden
Athene onun çalımlı omuzlarına püsküllü
Kalkanı atmıştı,
altın bir bulutla sarmıştı başını, çepeçevre,
gövdesinde ışık saçan bir alev yakmıştı.
Duman nasıl ağarsa bir şehirden göklere doğru,
düşmanla kuşattığı uzak bir adada
Akhilleus’un başından da tıpkı öyle
bir ışın yükseliyordu göğe doğru.
Akhilleus aştı duvarı, hendeğin önünde durdu,
Durup bağırdı, öte yandan haykırdı Athene.

Bu işte kutsal Akhilleus’un dirilmesi. Akhilleus ışığı, o fırtınalı gecelerin ışığıdır, o korkunç kalkan da Aigis, fırtınanın belirtisi. O elektrikli ışık, yani direğin tepesindeki ışık da fırtınada yolculuk eden denizcilere tanrı tarafından korunduklarını bildirir. Bizim denizciler de bunu uğurlu sayarlar, hemen şükranla kelimei şahadet getirirler, işte tanrı kendisine sadık olanları, nurdan bir tuğ salarak direğin tepesine, koruyacağını haber verir. Akhilleus’un on iki gün'çekilmesi, iki kral yahut sultan arasındaki aralıktır. Bu aralık on bir on iki gün olurdu çoğu zaman. Yani kamerî sene ile şemsî sene arasındaki gün farkı ki düzine oradan gelir. Bu iş «muharrem ul haram» ile, yani o günlerde oruç tutulur, eğlenilmez falan filan. Aynı zamanda paskalya ile ilişkisi vardır. Paskalyadan önce perhiz edilir, sonra İsa dirilince, ki Adonis’in dirilmesidir, kış tesaviülleyl u venneharmda yumurta yenilir. O yumurta dünya yumurtasıdır, hani Zeus Leda ile (ki tanrıça Leto’dur) çiftleşir de yumurta doğurur. Helene çıkar. Efsane Kybele’den alınmadır (Anadolu Tanrılarında bahsedilecek). 

Neyse vaz geç! Bana amma da yazdırdınız yahu! Şimdi okuyun öyleyse! Yazmak okumaktan güçtür, asıl siz benim canıma okudunuz. Merhaba. Ne diyorduk?


Halikarnas Balıkçısı - Düşün Yazıları
Azra Erhat
(*) Leuke Adası, Karadeniz'in Tuna Deltası açıklarında yer alan Romanya'ya bağlı Yılan Adası'dır. Leuke "Beyaz Kavak" demektir.
(13) Odysseia (XIX. 172-180) Altı çizili sözler şöyle anlaşılmalıdır: Minos dokuz yılda bir tanrı Zeus’un danışmanı oluyor, yani krallara krallık veren tanrı ile dokuz yılda bir görüşüp egemenliğinin sürmesini sağlıyor. Bizim «danışman» olarak çevirimiz «oarisess» sözcüğünü G. Murray doğru olarak «Zeus ile alış verişi, temasları vardı» diye çevirmiş, egemenliğinin dokuz yaşında başlamış olduğu yanlışını yapmış olması ise şaşılacak şeydir. H. B., ise yanlışını bulmuş ve çıkarmıştır, Homeros metnini anlayıp doğru yorumladığını gösterir.
(14) H. B.’nın burada, Tantalos’a neden İzmirli dediği anlaşılmaz. Tantalos Sipylos, yani Manisa dağının ve eteğindeki Magnesia'nın kralı olarak bilinir, İonya’lı değil, Lydia’lıdır. İzmirli demesi genelleme olsa gerek, çünkü başka yazılarında Tantalos ve Pelops'un asıl kaynağını kesinlikle belirtir.
(17) Allain dediği, o sıralarda Türkiye’deki tarikatlar üzerinde araştırmalar yapmak için Türkiye’ye gelmiş olan Fransız yazan Allain Gehrbrand’dır.
(18) Akhilleus’un klasik sonrası zamanlarda yapılan etimolojisine göre bu ad A-keilos’tan gelmedir ve dudaksız anlamına gelir. Oysa bu açıklama uydurmadır, sözcüklerin hepsinde Akhilleus’un etimolojisinin bilinmediği kayd edilir. H.B., kendisinin de uydurma dediği bu efsaneyi nerden naklediyor? G. Murray’den olmasa gerek.

(19) Böyle bir olgu İlyada’da kesinlikle yoktur, Akhilleus Myrmidon ordusunun başındadır ve bu ordu öbür Akha komutanlarından epey ayrılmaktadır, hatta Troya önündeki Akha’lar kampında uzak bir yerde yer almış bulunmaktadır. Tabii İlyada’ya göre, ne var ki H.B., burada söylediklerini İlyada’dan başka kaynaklara dayanarak söylüyor. Bu kaynakları ne yazık ki yeterince bildirmiyor.



**

Ağilefs'e gelirsek:

Bu durumda ne Akilleus'tir, ne de Fransızca okunuşundan aldığımız Aşil'dir.
Bizim de "Ağilefs" dememiz gerekmiyor mu?
Yani Ağ/Ak İl
SB.





27 Temmuz 2016 Çarşamba

AMİSOS (SAMSUN) MOZAİĞİ










Mozaiğin ortasındaki merkez panoda Akhilleus ve Thetis konu edilmiştir. Bu panonun etrafında tam olarak köşelere gelecek şekilde dört mevsimin kişileştiriidiği büstler, bunların arasında ise birbirlerinden farklı olarak işlenmiş Hypocampos, deniz canavarları ve Triton'un taşıdığı Nereid'lerin konu edildiği dört tane pano bulunmaktadır. Büyük bir olasılıkla, girişin karşısına gelecek şekilde yerleştirilmiştir ve ev sahibini kurban töreni esnasında betimleyen panodan oluşmaktadır.


Bu panoların etrafı iki farklı geometrik desenle çevrelenmiştir. Amisos mozaiğini Akhilleus ve Thetis'in olduğu merkez pano ile birlikte beş ana başlık altında incelemek doğru olacaktır:

1) Akhilleus-Thetis panosu
2) Mevsimler
3) Nereidler
4) Kurban sahnesi
5) Bu panoları ve esas mozaiği çevreleyen geometrik motifler


Akhilleus ve Thetis'in kompozisyona konu olan figür tiplerinin araştırıldığı ilk alt başlıkta, Akhilleus'un tipinin Polykleitos öncesine gittiğini ve Büyük İskender'in portrelerinin de Akhilleus'un bu ön tipinden esinlenerek yapıldığını ortaya koyduk. Ayrıca, Thetis'in tipinin de İ.Ö. 4. yüzyıllardaki heykel ve mezar stellerinden esinlenerek yapıldığını belirledik. Thetis'in üzüntüyü niteleyen pudidtia tipinde işlenmiş olması Amisos mozaiğinin ikonografi açısından da ayrı bir yerinin olduğunu ortaya çıkardı. Sahnede açıkça Thetis'in oğluna silâh teslimi betimlenmiştir. 


Ancak bu güne kadar bilinen silâh teslimi sahnelerinden hiç birisinde burada olduğu gibi üzüntü açık bir şekilde gösterilmemiştir. İlyada'dan öğrendiğimize göre Akhilleus'a ikinci defa silâhları teslim ederken, bu arada Thetis oğluna kötü kaderini de açıklamaktadır. Diğer bir ifade ile, Thetis bu mükemmel silâhların bile oğlunu kötü kaderden koruyamayacağını bilmektedir. Bu nedenle, Amisos mozaiğinde olduğu gibi ana-oğul ikisi de üzgündür. Dolayısı ile Amisos mozaiğinde bu güne kadar bilinen silâh teslimi konularından farklı bir sahne yer almaktadır:
Annenin oğluna aynı zamanda kötü kaderini açıklaması.


Akhilleus'un tanrılaştırılması ve bir tanrı olarak saygı görmesi:

Bugüne kadar başta Kuzey Karadeniz olmak üzere Batı Anadolu, Yunanistan ve hatta Aşağı İtalya gibi geniş bir alanda Akhilleus'a ait kült merkezlerinin bulunduğu bilinmekteydi. Ancak Karadeniz'in güney kıyılarında bu kültün varlığına ait hiçbir ipucu yoktu. Amisos mozaiğinin ışığında, bu bölgede de Akhilleus kültünün olabileceğini ortaya koymuş olduk.


Amisos mozaiği üzerinde, ana panonun dört köşesine gelecek şekilde mevsimleri konu alan figürler yerleştirilmiştir. Bu tercihte ev sahibinin beğenisinin ve dünya görüşünün önemli rol oynadığına inanıyoruz. Bunlar sonbahar, yaz, ilkbahar ve kış mevsimlerini karakterize etmektedir. Bunlar, erkek, kadın figürler, bitkilerle kombine edilerek anlatılmıştır. İ.Ö. 3. yüzyıldan başlayarak betim sahnesinde görülmeye başlanan mevsimler, Roma dünyasında kişileştirilerek sık kullanılan konulardan birisi olmuştur. Mevsimlerdeki kişileştirmelerle ilgili çeşitli tipler kullanılmış ve ziraî aktiviteler mevsimlerin belirteci olarak tercih edilmiştir. Bitkilerle yapılan mevsim betimi o mevsimde yetişen ve halk için önemli olan bitkilerden alınmıştır. İlkbahar güller, sonbahar üzüm, yaz buğday demeti, kış ise zeytin ile karakterize olmuştur. Yaz kimi zaman çeşitli meyvelerle de ifade edilmiştir.


Nereidler'in betimlendiği panolar:

Bu panolarda ortak olan özellik bir Nereid'in balık kuyruklu mitolojik deniz yaratıklar üzerinde yaptığı yolculuktur. Seçilen deniz yaratıklarından birisi Hippokampos, birisi Triton, birisi panter başlı, sonuncusu ise ejder başlı deniz yaratığıdır. Nereus'un kızları olan Nereid'ler, aynı zamanda Akhilleus'un annesi Thetis'in kızkardeşleridir. Thetis'in Akhilleus'a silâhları teslim etmesi ile ilgili sahnelerin birçoğunda Nereidler kızkardeşlerinin yanında yer alırlar. Ancak bizim kompozisyonumuzda Nereidler silâh tesliminde aktif rol oynamamış sadece tamamlayıcı motif olarak kullanılmışlardır.


Amisos mozaiğinin en ilginç panellerinden bir diğeri de kurban sahnesinin işlendiği paneldir. Burada muhtemelen ev sahibi, bir kasap yardımıyla boğa kurban ederken resmedilmiştir. Ancak gerçekte enteresan olan kısım Akhilleus panosu ile kurban sahnesinin tam karşı karşıya gelecek şekilde yerleştirilmiş olmasıdır. Bu kompozisyon her iki sahnenin birbiriyle ilişkili olduğunu düşündürmektedir. Olasılıkla burada ev sahibi doğrudan Akhilleus'a bir boğa kurban ederken, kendisini betimletmiş olmalıdır. 


Saptadığımız kadarı ile Amisos mozaiğinde belli başlı 11 desen söz konusudur. Özellikle sarılı ikili halat motifinin benzerleri güneyli bir özellik olarak ön plâna çıkmaktadır. İkinci olarak tekrarlanan geometrik desenlerin arasındaki ilişkisi göz önüne alınmış ve Amisos mozaiğinin Antakya-Korykos-Zeugma grubu içine yerleştirilebileceği sonucuna ulaşılmıştır. 


Son olarak da mozaik üzerinde bulunan konu ve figürlere göre lokalizasyon denemesi yapılarak, yine benzerlerinin özellikle Zeugma civarında yoğunlaşmış olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Böylece, Amisos ile güneydoğu Anadolu arasında mozaik yapımı konusunda yakın bir bağlantının varlığı ortaya çıkmıştır. Bu bağlantı Amisos'u Tokat, Amasya, Sivas üzerinden güneye bağlayan karayolu vasıtası ile olmalıdır. Ayrıca, mozaik üzerindeki yazıttan, Amisos mozaiğinin güneyden gelen gezginci ustalar tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.


Tarihleme:
En yakın örnekler Zeugma'da ortaya çıkarılmıştır. Bunlar stratigrafi özelliklerinden dolayı 253 yılından önceye tarihlendiklerinden, Amisos mozaiği de bu tarihten önce, yaklaşık MS.250 olmalıdır.



Dr.Derya Şahin
Amisos Mozaiği
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2004. 
 ayrıntılı pdf: