18 Haziran 2025 Çarşamba

CASUS ARKEOLOGLAR 9 - SB

 


“Asker, diplomat, siyasetçi ve işadamı vatanseverlik bağlılıklarını sıradan günlük ahlakın üzerine çıkarırlarsa ve casus olarak hizmet ederlerse belki mazur görülürler. Sadece modern toplumun hâlâ uyduğu ahlak kurallarını kabul ederler. Ancak bilim insanı öyle değildir. Hayatının özü gerçeğe hizmettir.”, 1919 Boas

Franz Boas (1858-1942), Antropoloji, Dil Bilim, Etnolog  Almanya'da Yahudilere karşı kısıtlamalar başladığında Amerika'ya yerleşir (1887). Amerika Antropolojisi'nin babası olarak kabul edilir.


Amerika'daki akademik antropolojinin babası Franz Boas'ın "Casus Olan Bilim Adamları" başlığı altında 20 Aralık 1919'da "The Nation (Ulus)"da bir mektubunu yayınlar. Boas, dört Amerikalı antropoloğun Birinci Dünya Savaşı sırasında Orta Amerika'da casusluk yaparak profesyonel araştırma pozisyonlarını kötüye kullandıklarını iddia eder. Eylemlerini şiddetle kınar ve “casusluk faaliyetleri için bir örtü olarak kullandıkları bilim fuhuş-bilimi olmuştur”, der.

Batılıların bir projesi olan "Hellenizm" sadece arkeoloji ile ilgilenmiyordu. Amaçları hem kendilerine bir geçmiş hem de Greklere ulusal bir kimlik yaratmaktı. Ama görevleri aynı zamanda kendilerinden olmayanları da medeniyetsiz olduklarına ikna etmekti. Ötekilere ait ne varsa kendilerine mal olacaktı. Böylece Yanıltma Sanatı uygulandı.

"Turova ve Saka Türkleri" adlı kitabımdan bir bölüm, Prof.Dr. Ümit Özdağ'dan: 

“Doğruların arasına yalanlar, yalanların arasına doğrular serpiştiriliyor. Bu en basitinden bir Ay’da Petrol Var projesine benziyor; Ay’da Petrol Var Projesi’ni Ümit Özdağ özetle şu şekilde açıklıyor; “Gerçek olmayan bir olguyu, bazı bilim insanlarından gerçekmiş gibi sunmaları istenir. Hatta basın ve dergilere makaleler yazdırılır. Televizyonda bir araya getirilen bu sözde bilim insanları tartıştırılır. Sokakta halkın nabzı tutulur, sorular yöneltilerek bir algı yaratılır. Broşür ve tişörtler bastırılır, seminerler, konferanslar düzenlenir. Karşıt olanlara söz verilmez, hatta küçümsenirler. Kendisini dışlanmış hisseden karşıt görüşteki bazı bilim insanları bu sebeple de zamanla ‘olabilirlilik’ten bahsetmeye başlar. İşte o zaman olan olur ve Ay’da Petrol Var teorisine inanmaya başlayanlar çoğalır. Çünkü en baştan beri kesinlikle olmaz diyen bilim insanları bile artık bu olasılığın olabilirliliğinden bahsetmeye başlamıştır. Oysa Ay’da petrol olamayacağını herkes bilmektedir... Bu örnek CIA tarafından hazırlanan ve internete konulan bir kurumsal ders kitabından alınmıştır."

Birkaç kuşak önce okullarda İskitlerin bir Türk imparatorluğu olduğu okutuluyordu. Bugün ne okutuyorlar? 1071 !

1932-38 arası Truva'da kazı başkanı olan Carl Blegen'in "The United States and Greece (1948 - Amerika ve Yunanistan)" adlı hiç yayınlanmamış raporu "Grek"lerin neden ABD için önemli olduğuyla ilgiliydi.  Bu rapora göre de ABD adımlarını sessizce adımlarını hayata geçirdi. Yunanistan'da Fulbright Programı'nı 1948’de kuran Carl Blegen casus muydu, belki (bence öyleydi), ama onun öğrencileri kesinlikle casustu. Jerome Sperling İstanbul'da, John Caskey İzmir'de ABD adına casusluk yapmıştı. 1930'larda Sperling ve Caskey de dahil casus arkeologlardan Marion Rawson ile Dorothy Cox da Blegen'in başkanlığında Turova'da çalışmıştı. Blegen’in onuruna ASCSA'da (Atina Amerikan Klasik Araştırmalar Okulu) bir kütüphane bulunmaktadır. Onun için “bir Amerikalı'nın Yunan arkeolojisi üzerinde daha büyük bir etkisi olmamıştır”, yorumu yapılmaktadır.

Klasik Arkeoloji bölümünden olan John Franklin Daniel III mesela, 1940'da Pennsylvania Üniversitesi'nde çalışıyordu. 1942'de Stratejik Hizmetler Ofisi'nin (OSS) Yunan Masası'nda görev aldı. Yani casustu. 1948 de Gordion'un kazı başkanı Young ile birlikte Gordion kazılarında bulundu ve aynı yıl Gordion'da öldü (ölümünün şüpheli olma iddiası var). Tarsus kazılarında ise Hetty Goldman ile birlikte çalıştı. Hetty Goldman ise "Goldman" ailesindendi. Ayrıca eğitim sistemimizi allak bullak eden Fulbright Programı'nı casus-arkeolog John Franklin Daniel III kurmuştu. 

Gordion kazı başkanlığı yapmış olan Rodney Stuart Young'a gelelim. Stratejik Hizmetler Ofisi'nin (OSS) Mısır Masası başkanıydı. Bunların Türkiye'de İzmir, Aliağa ve Kuşadası'nda da ofisleri vardı. Aliağa için "Boston", Kuşadası için "Key West ve Miami" rumuzu kullanıldı. Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasında mekik dokudu (ki ne dokuduğu malum!). Young da 1974'te şüpheli bir trafik kazasında öldü.

* Türkiye ile Yunanistan 1950'lilere kadar barışçıl bir şekilde hem siyasi hem de sivil ilişkilerini yürütürken, hem Truman & Marshall Yardımları, hem de Fulbright Sistemi aynı anda iki ülkeye sokuldu. Hemen akabinde de Kıbrıs Türkleri'nin sorunları başladı ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nı yapmak zorunda kaldık. Sizce bunlar tesadüf müydü? 1945'ten sonra ne Amerika ne de İngiltere boş durmamış Türkiye üzerindeki oyunlarına yeni bir bakış açısıyla devam etmişti.... *

Bugün Gordion hâlâ Pennsylvanya Üniversitesince kazılıyor (her ne kadar ). Sponsorları arasında Kaplan'lar da var ve Dünya Anıtlar Fonu (WMF) ile birlikte çalışırlar. 

* Merkezi Rockefeller NY Binasında olan WMF (Dünya Anıtlar Fonu) ile WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) Unesco'nun ortaklarındandır. WWF'in kurucuları :

1) Hollanda kralı Alexander'ın babası Prens Bernhard (ki Bilderberg'in de kurucularından ve kendisi Nazi-SS subayıydı. Bilderberg ayrıntıları için Erol Bilbilik'e bknz.).

2) İngiltere kralı Charles'in babası Prense Philip (ki Yunanistan'ın da prensi idi. Kızkardeşi ve eşi de Nazi partisine üyeydi. Hatta eşi/kuzeni Kraliçe Elizabeth'in Nazi selamı verdiği de kayıtlıdır.)

3) Julian Huxley (Unesco'nun ilk müdürü)

4) Godfrey A.Rockefeller (dedesi William Rockefeller, Chicago Üniversitesini ile Standard Oil'ı kuran meşhur John D. Rockefeller'in kardeşidir. John D.Rockefeller'in torunu David'in sadece 2008 yılında Harvard Üni'sine bağışı 100 milyon dolardır.) Ayrıca David Rockefeller Fonu, Ford Vakfı, JM Kaplan Fonu ve Teagle Vakfı'nın ortaklaşa yürüttükleri Hapishane Programı da bu ailelerin içli dışlı olduklarını gösterir. [Ford, J.M.Kaplan, Teagle and David Rockefeller Fund All Working to Bring College Into Prison, October 30, 2017].  "Hiçbir şey güçten daha afrodizyak değildir" "Petrolü kontrol edersen ülkeleri, gıdayı kontrol edersen halkı kontrol edersin," diyen Kissinger (1974)'in ustası David Rockefeller iken, çırağı Dünya Ekonomik Forumu'n başkanı Klaus Schwab’tır. (WEF, Nisan 2025’te başkanlığı bıraktı). Örümcek Ağında Olmak, işte böyle bir şey! *

Dünya Anıtlar Fonu 1960 yılında ABD ordusundan emekli olduktan sonra Albay James Gray (1909–1994) tarafından kurulan bir örgüttür. Rockefeller Merkezi New York’tadır. UNESCO ile birlikte çalışır. Bu vakıflar ile dünya çapında tanınmış diğer kuruluşların kimler tarafından fonlandığını, yani parayı takip ettiğinizde arkalarında kimlerin olduğunu görürsünüz. UNESCO mesela, felsefesi "tek bir dünya kültürünün ortaya çıkmasına yardımcı olmak"tır. Bu 1947 de bastırdıkları kitaplarında yazar. Amaç Doğu ile Batıyı birleştirmek gibi görünse de gizli amaçları vardır.

* UNESCO’nun sponsorlarına bakmak yeterlidir! Bill Gates, gibi! *

1951“TARİHTEKİ EN BÜYÜK YIKICI KOMPLO: AMERİKAN HALKINA UNESCO HAKKINDA RAPOR” 82. Kongre'nin 1951'deki İlk Oturumunun Kongre Tutanakları, Tutanaklar ve Tartışmaları, Sayın John T. Wood'un (Idaho) ABD Temsilciler Meclisi'nde, Perşembe, 18 Ekim'de yaptığı uzun açıklamaları içeriyordu. Alıntılar şöyledir:

Sayın Başkan, Amerikan Bayrağı Komitesi tarafından yayınlanan ve “Amerikan Halkına UNESCO Hakkında Bir Rapor” başlığını taşıyan bir makaleyi ekliyorum. Bu casus ve hain çetesinin hepimizin sevdiği bu topraklarda bir gün daha var olmasına izin verirken ne kadar dikkatsiz ve düşüncesiz olabiliriz? Ülkemizde kol gezen, küçük çocuklarımızın bile zihinlerini ve hayal güçlerini çarpıtan, bu korkunç zehirle onlara yedirdiğimiz yalan propaganda ve elle tutulur gerçek dışılıklara karşı duyarsızlığımızın ve ihmalkarlığımızın bir sınırı yok mu? ...

Julian Huxley'nin liderliğinde UNESCO, UNESCO Öğretmenler Rehberi adlı öğretmen eğitimi için dokuz ciltlik ayrıntılı broşürler hazırladı. Bu ciltlerden alınan alıntılar, UNESCO'nun çocuğun sadakat, vatanseverlik, dini inanç ve ulusal egemenliğe bağlılık duygusunu ortadan kaldırma amacını ve orijinalliğini göstermektedir.

Alıntılar şunları içerir:

"... bir çocuğun ülke sevgisini ve vatanseverliğini yok etmek, o çocuğu dünya vatandaşlığı için eğitmenin ilk adımıdır."

V. Cilt, "On Üç Yaş Altı Çocuklarla Sınıfta... Çocuk okula başlamadan önce zihni, daha önceki etkiler tarafından derinden ve çoğu zaman zararlı bir şekilde işaretlenmiştir... ilk olarak evde, belirsiz de olsa kazanılmıştır."

Sayfa 9: “Anaokulu veya bebek okulu, çocuğun eğitiminde önemli bir rol oynar. Sadece evde eğitimin birçok hatasını düzeltmekle kalmaz, aynı zamanda çocuğu, yaklaşık yedi yaşındayken, kendi yaşı ve alışkanlıklarından oluşan bir gruba üye olmaya hazırlayabilir — dünya toplumuna üye olma yolunda elde etmesi gereken birçok sosyal özdeşleşmenin ilki (vurgular eklenmiştir).”



Kaplan Vakfı ABD'nin 2003 Irak işgali sonrasında ülkede araştırmalarına başlayıp Ürdün'le devam eder. 2005'te Suriye'ye (ABD ile çatışmalar başlar), 2007'de de Türkiye'ye gelir (2007 Türkiye Projesinin başına ABD Büyükelçisi getirilir, büyükelçiler CIA’dır. Seçim yılıdır!). Türkiye'de Göbeklitepe, Çatalhöyük, Gordion, Afrodisias, Kapadokya, Efes, Hierapolis, Kars/Anı, Bergama, Sardes, Karkamış gibi arkeolojik açıdan çok önemli olan bölgelere "para akıtır". Kaplan'lar Türkiye'de kurulmuş olan Ashoka'larla birlikte çalışır. Peki Ashoka'lar kimlerle işbirliği içinde?...


* teyit/org başkanı Mehmet Atakan Foça 2018 de "Ashoka ağına katılmış olmak bize güç ve gurur veriyor", demişti.  Soyadını hak etmeyen bu kişi hem terörist sempatizanı hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk düşmanıdır! “Teyit” etmek isteyenler X (eski Twitter) hesabından kontrol edebilir, @matakanfoca ki bu hesabını kapatmış, ama ekran görüntüleri bulunabilir.


Prof.Dr. Semih Güneri bir programda Fransızların yürüttüğü Pazırık kazılarından bir anekdot aktarmıştı. Bulunan eserlerin Hint-Avrupa olmadığını söyleyen Güneri'ye Fransız'ın verdiği cevap: "Parayı ben veriyorum istediğimi söylerim!" idi.

1994'ten beri Luvi-Luvice araştırmaları yapan Luvi Araştırma Ensititüsü'nün kurucusu E.Zangger'ın doktora yaptığı Stanford Üniversitesi'nin Rockefeller Vakfı'yla yakından ilişkisi var! Propaganda Üniversitelerinden olan Cambridge'de araştırmacı olarak çalıştı. Zangger'ın çalıştığı ya da başkan veya üye olduğu dernek ve/veya sivil toplum örgütlerinin arkasına baktığımızda da Rockefeller'ın adını en önde görürüz.

Luwian Vakfı kurulundakiler de masum değil. Örneğin, Dr.Matthias Oertle, İsviçre hukuk firması Lenz & Staehelin'in ortaklarından. Bu hukuk firmasının müşterileri Rothschild, Sachs ve Thyssen'dır. Bu Thyssen'ler kim diye baktığımızda Nazilerin en önemli destekçilerinden olduğunu öğreniyoruz! 

* Thyssen'lar aynı zamanda "Kalaşma" çalışmalarını fonlayandır! Para ve Düdük! Kalaşma dili sadece bir lehçedir, başlı başına ayrı bir dil ya da etnisite değildir. *

Luwian Studies'in diğer kurucu üyeleri Oxford mezunlarıdır. İngiltere casuslarını nereden seçiyor? Oxford ve Cambridge'ten. Peki Cengiz Özakıncı bu konu hakkında ne demişti? “CAMBRIDGE'in doktora tezi adı altında PSİKOLOJİK SAVAŞ yalanları üretip bunları bilimsel etiketle yaydığı saptamamızın doğru olduğu ve ordunun Cambridge'e PSİKOLOJİK SAVAŞ "research"leri için milyonlarca sterling ödediği Mart 2019'da kanıtlandı. CAMBRIDGE, HARVARD vs. üniversitelerin doktora tezi adı altında Türklüğe, Atatürk'e, Kurtuluş Savaşımıza ve Türk Devrimine karşı gri propaganda ve Tarih Üzerinden PSİKOLOJİK SAVAŞ yürüttüğünü yıllarca söyledik ve 29 Ekim 2018'de onlara bir ATATÜRK DERSİ verdik.”

* Daha fazla bilgi için Cengiz Özakıncı’nın "Atatürk Dersi" adlı kitabı, ya da her cumartesi Kanal B’de yayımlanan ve tekrarını "Tarihin Bilinmeyen Yüzü" adıyla YouTube kanalından izleyebileceğiniz programlarına bakınız. *

Yani Luviciler de birer "Truva Atı”dır! Kısaca, Ay’da Petrol Var’a Hoş Geldiniz!


Mustafa Yıldırım'ın "Türkiye'yi oltadaki balık olarak gören ve 'Oltadaki balığın yeme ihtiyacı yoktur' diyen Rockefeller sülalesinin kurduğu sivil örgütler (...) 'Çevre' ve 'tarih mirası'nın anlamı; eylemlere parasal yardımda bulunanların çıkarına göre değişmektedir!" diyerek belirttiği gibidir ortam.

"Örtülü operasyondan açık operasyona geçişin ilk ciddi adımları 1967’de atılmıştı. CIA'in dış ülkelerde çok-kültürlülüğü pekiştirmek için Amerikan üniversitelerinde yoğun bir çalışma başlatmasıyla birlikte kurulan CCF (Congress for Cultural Freedom / Kültürel Özgürlük Kongresi) örgütü, CIA’in oluşturduğu yayın ve konferans örtüsünü kullanarak dış ülkelerde bağlantılar ağı kurmaktaydı. Sözkonusu örtünün ana yapısı, CIA tarafından yönlendirilen, Amerikan akademik dünyasında para karşılığı yarı-gizli araştırmalar ve raporlarla kurulmaktaydı. Bu durum, ABD üniversitelerinde rahatsızlığa yol açınca, 1967’de soruşturma başlatıldı. Soruşturmanın sonunda, bu gibi politik amaçlı operasyonlarda CIA bağlantısının işleri zorlaştırdığı düşünüldü. Tüm dünyada yürütülecek operasyonun finansmanı için özel kuruluşların devreye sokulması programlandı. Aslında bu sözde özel kuruluşlar, 1947’lerden başlayarak Harvard, MIT ve Columbia üniversitelerinde çok özel projelerin para kaynağını oluşturmaktaydılar. Ortalıkta görünenler, CIA elemanları ya da devletin memurları değil Ford Vakfı, Carnegie Vakfı ve Rockefeller Vakfı gibi, çok uluslu şirket örgütleriydi. Yeni tür operasyona duyulan gereksinimin nedenleri şöyle özetlenebilir:

Gizli kapaklı yöntemle, ülkelerin iç dünyasını denetleme ve yönlendirme işlerinin, yarı gizli ve belirli kuruluşlarla ilişkili olarak, yürütülmesi, operasyonun etkisini sınırlandırır; işin içine kitlelerin katılması olanaksızlaşır. Yarı gizli ilişkilerin açığa çıkması, bağımsızlığına ve onuruna düşkün ilgili ülke halkının ABD aleyhine dönmesine yol açabilir. Eski yöntemlerle, gizli ilişkilerle bilgi toplamak, medyaya ve öteki kurumlara, partilere, sağcı-solcu örgütlere gizli yönlendiriciler, kışkırtıcılar yerleştirmek, hem riskli hem de pahalıdır.

ABD çıkarlarına, ikircimsiz hizmet edecek yabancı hükümetlerin iktidarda tutulmaları hem büyük bir parasal harcama gerektirmekte hem de halk kitlesinin desteğini alamayan bu yönetimleri siyaseten ayakta tutmak olanaksızlaşmaktadır. Ayrıca, ABD çıkarlarına ne denli bağlı olursa olsun, bir yabancı hükümete sonsuz güven duymak sakıncalıdır. Önünde sonunda bu yabancı hükümet, bir başka dünya gücünün kendisini destekleyeceği kanısına kapılabilir; ya da denge içinde çok yönlü bir siyaset güderek bağımsız davranma düşüncesine kapılabilir ve ABD’ye olan sadakatini unutabilirdi.

Bu nedenlerle, devlet merkezlerinin egemenlik araçları ellerinden alınıp, halk kitlelerinin merkeze olan güven ve bağlılıkları zayıflatılmalıydı. Ulusal yönetimler, kısa devre edilerek, dünya egemenlerinin NGO Vakıf-Enstitü gibi örgütleri aracılığıyla, kitlelerle doğrudan ilişkiye geçmek, daha ekonomik ve daha kalıcı bir yöntemdir. Bu egemenler adına bir tür uzaktan yönetimdir. İlgili ülkenin örgütleri ve kurumları, bu ilişkileri yerinden ve yerel yönetime destek olarak kabullenip, demokrasi oyununa katılabilirlerdi, İşin ABD iç siyasetinde önemli bir boyutu da, harcanacak paranın yasal, en azından kitabına uygun olmasıydı. (...)

Hemen belirtmeliyiz ki, söz konusu örümcek ağının ilmiklerinde, şu ya da bu niyetle yer almış olanlar bu ağı örenlerin kimliğinden de amaçlarının tümünden de bilgili olmayabilirler. “Sivil” etiketi takınan, “saydamlığı” olmazsa olmaz ilke olarak savunan örgütler, yabancı ilişkilerini, özellikle “hibe” adı altında aldıkları parasal desteği çevrelerine topladıkları kişilerden ve toplumdan saklamaktadırlar. Bu tür destekler almak için uğraşanların, özellikle Türkiye-Kafkasya-Ortadoğu ve Türkiye-Kafkasya-Orta Asya’da “güvenlik” oluşturma ve “demokrasi” kurma örtüsü altında yeni koloniler elde etmek isteyen Batılı devletlerin ve kartellerin aracısı olan örgütlerle ve şirketlerle kurdukları ilişkilere dikkat çekmek gerekiyordu. Dahası, gençleri bu ilişkiler üstüne bilgilendirmenin önemli bir görev olduğu düşüncesiyle hareket edilmiş ve günümüzde moda olan Amerikan usulü sözde akademik bir dille “sistematik” yazma yerine okurun kendi yorumunu yapmasına ve gerekli sonuçları çıkarmasına yardımcı olmak amaçlanmış ve medyatik eksik bilgilendirmenin yarattığı boşluğu doldurmak için olayların sergilenmesine özen gösterilmiştir.

Kesinlikle düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanması gibi bir yöntemden yana değiliz. Ancak toplumsal yaşamımızın yabancının hesabına düzenlenmesine ve toplumun gözünün boyanmasına karşı bir uyanış sağlamanın insanlık görevi olduğu da bir gerçektir." - Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında.


Bilimsel faaliyetlerin arkasında siyaset varsa, o bilimsel faaliyetler bilim olmaktan çıkar. Bu örümcek ağlarına takılanlara da bilim insanı denilemez. Franz Boas'ın da dediği gibidir; "Müşteri her zaman haklıdır!" Kısaca "Grekçi" Rodney Young’un, Caskey'in, Sperling'in ve "Luvici" Zangger’in ya da Pazırık’taki Fransızların (ve diğer bazı yabancı akademisyenlerin) tarafsız olabileceği düşünülemez. Bugün bile parayı verenin düdüğü çalınmakta!



Mustafa Kemal Atatürk ne demişti?  "... mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün isleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir... Türkiye'de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki 'Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.' Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar bizi idare etsin' diyorlardı.'  ...Bilelim ki, ulusal benliğini bilmeyen uluslar, başka uluslara yem olurlar."

Herkesi dürüstlüğe davet ediyor ve gerçeğin peşinde olan ama dışlanan gerçek bilim insanlarına saygılarımı sunuyorum. Çünkü çok zor bir iş yapıyorlar. Einstein’ın da dediği gibi: “Önyargıları değiştirmek atomu parçalamaktan daha zordur.” Türkiye'nin milattan önceki döneminde de atalarımız "yerli" konumundadır ve bu gerçekleri araştırıp aktarmak Türkolog Dr. Annemarie von Gabain'ın da dediği gibi "Milli Görevimiz"dir.


Semra Bayraktar, Haziran 2025


Turgay Tüfekçioğlu ile birlikte 16 Ocak 2025’te yaptığımız "Turgay Tüfekçioğlu ile Türk Dili ve Tarihi" YouTube kanalından "ÖLÜG ENE, 2.800 YILLIK TÜRKÇE/link" programında özet olarak bu Casus-Arkeologlara değinmiştim. O programda anlattıklarımın fazlasını eklerle 9 bölüm halinde bloğumda paylaştım ve herkesi "akademi dünyasını" sorgulamaya davet ediyorum....



İlgili

Milli Eğitim”imizi ve daha pek çok bakanlığımızı Amerikalı uzmanlar yönlendiriyor.




CASUS ARKEOLOGLAR 8 - SB

 “Bazı akademisyenler ve uygulayıcılar, kişinin kendini çevresinden soyutlayıp tamamen akademik bir çalışma yürütebileceğini savunsa da arkeolojinin sosyal ve siyasi bir boşlukta gerçekleşmediği uzun zamandır kabul edilmektedir.”

(Pantzou, 2012)



II.Dünya Savaşı Dönemi...

MacVeagh kontrol edebileceği bir istihbarat, ekibinde “kalıcı istihbarat çalışması” yapacak ve “Yunanistan’daki istihbarat operasyonlarını denetleyecek” bir OSS adamı istiyordu. Else, MacVeagh’in OSS adamı olarak Carl Blegen’i “durumu değerlendirmek ve gelişen siyasi durumun gerçeklerine dayanarak Yunanistan’daki OSS faaliyetleri için kesin bir politikaya varmak” için önerdi.

Blegen, Ocak 1942’den beri Yunanistan’a geri dönmenin yollarını arıyordu. Blegen o yılın Eylül ayında FNB’deki OSS kariyerine Meritt’i takip ederek Yunan Bölümü’ne, ardından Çeşitli Diller’e ve ardından Şansölye’ye başkanlık ederek başladı. Alison Frantz her pozisyonda onun yanında siyasi analist olarak çalıştı. İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde Meritt için yarı zamanlı dizinleme yaparken Frantz, FNB’de gönüllü okuyucularından biri olarak çalışıyordu. Daha sonra R&A’ya geçti ve ardından 1942’de Blegen’e katıldı. Shear ve Young’ın katkıda bulunduğu Yunanistan Krallığı monografisini düzenlemişlerdi. Daha sonra, 1943'te, ABD'deki önemli yabancı dil gruplarının her biri hakkında yazılacak diğer çalışmalara örnek teşkil etmesi amacıyla "ABD'deki Yabancı Uyruklu Gruplar: Yunanlılar" başlıklı bir kitap taslağı hazırladılar." (...)



Carl Blegen, "Yunanistan'da çalışmış en ünlü Amerikalı arkeologdur ve hiçbir Amerikalı Yunan Arkeolojisi üzerinde ondan daha büyük bir etki yaratmamıştır" denilerek Yunanistan'da tanıtılır. Öyle ki Blegen Turova'yı "Yunan" olarak görüyordu. Batıya doğru yönelmiş Tunç Çağı Yunanistan'ını Anadolu'ya bağlayan bir "Kraliyet Köprüsü" konumundadır, diyordu. (Engstrom, 2023/ASCSA)


Yunan Masası'nda çalışan Amerikalı arkeologlar hem kendi ülkeleri hem de evlat edindikleri "evleri" adına çalıştılar. Savaşın başındaki yardım çalışmaları ve pragmatik "filhelenizmleri" sayesinde sadece Yunanistan'daki Yunanlılarla değil, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Yunan-Amerikan topluluklarıyla da bağ kurdular. İkinci Dünya Savaşı'nda ABD'nin Yunanistan'la ilgili istihbarat toplama ve yönetme görevini kabul eden bu kadın ve erkekler sadece kendi işlerine ve yurtdışındaki yaşam tarzlarına devam etmeye ve ev sahibi ülkenin acı çeken sakinlerine de yardım etmeye adamışlardı.

Homeros'un Turova'sının ve Perikles'in Atina'sının antik kalıntılarını kazarken, bir gün modern Yunanistan hakkındaki bilgilerini savaş zamanında pratik kullanıma dönüştüreceklerini hayal bile edememişlerdi.

Christian Freer, 1944'ten 1946'ya kadar Yunanistan'ın her yerinden ama özellikle de Türkçe ve Yunanca'daki yetkinliğinin “en değerli olduğu” Doğu Makedonya ve Trakya'dan istihbarat toplayan Turovalı arkeolog Jerome Sperling'in çalışmalarını değerlendirdi. Freer onun performansını “üstün” ve çalışmalarını da “gerçekten olağanüstü” olarak değerlendirdi. Freer'in istisnai olarak nitelendirdiği özelliklerin çoğu iyi bir saha arkeoloğunun sahip olması gereken özelliklerdi.

Savaş sonrası dönemde arkeologlar araştırma yaptıkları ülkelere geri dönerken, savaşta yaptıkları çalışmalar tartışılmadı. Soğuk Savaş döneminde CIA'in saldırganlığı arttıkça, istihbarat çalışmaları genel olarak güvensizlik duyulan bir şey haline geldi ve arkeologların savaş sırasında yaptıkları “gizli” ve "efsane" konusu oldu. (...)


Allen'in kitabından çeviri ve ek bilgiler SB



* Carl Blegen (1887-1971); Arkeolog. Casus.

Profesör, Yale ve Cincinati Üni. ASCSA (Amerikan Klasik Araştırmalar Okulu Atina). 1932-1938 TUROVA KAZISI. ABD Atina Büyükelçiliği Kültür Ataşesi. "Turovalı" Blegen'in Dışişleri Bakanlığı yetkisi P-7 idi. Yunanistan'a Fulbright eğitim sistemini getiren Carl Blegen, Sperling, Dorothy Cox, Marion Rawson ve John Caskey ile birlikte Turova'da çalıştı. Türk arkeologlarından Hamit Zübeyir Koşay, İstanbul Arkeoloji Müze müdürü Aziz Oğan ve komisyon üyesi Remzi Oğuz Arık 1935-1936 döneminde Blegen'e eşlik etti. Blegen'in bir "Philoi (Arkadaş)" olmasından dolayı adına ASCSA'da bir kütüphane kuruldu.

"Ben Blegen, Troyayı Kazmaktan Geliyorum" Sergisi/Troya Müzesi, 2024







* Christian Freer; ABD Ordusu İstihbaratı (G2) Kahire; Yunan Masası Kahire'nin vekil başkanı; OSS Atina'nın icra memuru; 1945-1946 OSS Atina Şefi.

* Rodney S. Young (1907-1974); Arkeolog. Casus (detayı 1. bölümde).

* Jerome L. "Jerry" Sperling (1908-1997); Arkeolog. Casus (detayı 1. bölümde).

* Benjamin Dean Meritt (1899-1989); Arkeolog, Casus (detayı 2.bölümde).

* Alison Frantz (1903-1995); Arkeolog. Casus (detayı 4.bölümde).

* T. Leslie Shear (1880-1945); Arkeolog. Casus (detayı 4.bölümde).

* Lincoln MacVeagh (1890-1972); Arkeolog. Casus. Diplomat (detayı 4.bölümde).

* COI = Coordinator of Information, predecessor of OSS = Bilgi Koordinatörü, OSS'nin öncülü.

* OSS = Office of Strategic Services = Stratejik Hizmetler Ofisi, CIA öncülü.

* FNB = COI and OSS Foreign Nationalities Branch = COI ve OSS için Yabancı Uyruklular Şubesi



* 1- Fulbright Antlaşması; 1949'da ABD ile imzalanan bu antlaşma Milli Eğitim Sistemimiz ile çelişir. Komisyon 4 Türk ve 4 Amerikalı eğitimci üyeden oluşurken ABD Ankara Büyükelçisi başkandır. Yani başkan CIA'dır. Önce OSS arkeologları geldi, kazıp yorumladılar ki hâlâ o "taraflı bilinçle" devam ediyorlar. Şimdi de CIA eğitimcileri geleceğimizi şekillendiriyor, tarihimiz hakkında karar veriyor. Bu sistemde çalışanların bütün masraflarını da Türkiye karşılıyor. Kendi kendimizi baltalıyoruz! Eğitimimizin millilik özelliği yok edildi. Dayatılan Fulbright eğitim programıyla çocuklarımızı tarihimizden, kültürümüzden uzaklaştırıyoruz, değerlerimizden koparıyoruz. Sömürge eğitim üzerinden ilerliyor, ayrıca FETÖ gibi tarikatlar eğitimin içine sokuldu. Bu antlaşma iptal edilmeli !




* 2- : MÖ 6.yy'da bile her şeyi Greklere atfetmek sorgulanıyordu;

"Side ahalisinin mutlak surette Yunanlılara irca temayülünü göstermesinin [*Arrianus'un (MS 2.yy ) halkı Yunanlılara meyletmesi], buna mukabil ondan daha eski olan Hekataios'un [MÖ 5.yy] kaydında böyle bir husustan hiç bahsedilmemiş bulunmasının sebebi âşikardır.... Bilhassa Büyük İskender [MÖ 4.yy] devrinde "Panhellenismus"un yayıldığının hatırdan çıkarılmaması gerektiğini de düşünmek lâzımdır. Bu "Panhellenismus"un Arrianus tarafından verilen malûmata tesir etmemesi vârid olamaz [*Panhellizm (=Hellen seviciliği) Arrianus'u etkilemiştir]... Hekataios... "bu kitapta bulunan her şeyi - doğru addettiğim gibi - böylece kaydediyorum; çünkü Yunanlıların ananeleri birbirini nakzetmekte [birbirini bozması, çelişkili] olup bana da gülünç görünmektedir" ... Her şeyi Yunanlılar'a irca etme [vermek] teşebbüsünün daha MÖ 6.yy'da şüphe ile karşılanmış bulunduğunu da söyleyebilmekte idi. Hele bilhassa Küçük Asya'da her şeyi Yunanlılara götürme gibi hatalı bir tarih ircaına karşı yaptığımı tenkitte haklı olmamız gerektir..." - Bossert, 1950



* 3- Siyasi gözle bakan Arkeologlar;

Nemrut Dağı'nda kazılar yapan arkeolog Theresa B. Goell'ün biyografisini yazan Sanders & Gill (2004), Kıbrıs'ın Türkler tarafından işgali (!) yüzünden Theresa'nın gezisi aksadı, demekte! Arkeologların biyografisi yazılırken bile "işgal" sözü kullanılmakta! Oysa Türkiye bir garantör ülke olarak diplomatik yolları denemiş, bir sonuç alamamış ve Kıbrıs Türkleri'nin kıyımına son vermek için "kurtarma" amaçlı ki adından da belli, Kıbrıs Barış Harekâtı'nı başlatmıştı.






CASUS ARKEOLOGLAR 7 - SB

 



II.Dünya Savaşı, Yunanistan Alman-Nazi işgalinde...

Allen'in kitabından iki bölüm:


- Ocak 1945: Çanakkale'de...

"İki adam 29 Temmuz'da İskenderiye'den ayrılmış ve iki hafta sonra “Boston”a varmışlardı. Khalkidiki güvenlik taburlarının istilasına uğramıştı ve bir önceki seferin mürettebatı Kassandra Yarımadası'na (Halkidiki) bir ajan indirdikten sonra dövülüp soyulduğu için “çok güvensizdi”. Caskey ve Savage Pelion üzerinden gitmeyi önerdiler ama Young buna karşı çıktı. On sekiz gün boyunca “Boston ”da bağlantılar, nokta işaretleri ve alıcı grupla ilgili ayrıntılar için beklediler. Nihayet 1 Eylül'de yola çıktılar ve gece denize açılamayacakları için "Portland"ta demirlediler. İkinci gün alacakaranlıkta, Troas kıyısındaki Türkler tarafından makineli tüfekle tarandılar, hiçbir kayıp vermediler ve ertesi gün "New Orleans"ın ağzına ulaştılar. Oradan bütün gece yelken açarak Pelion'a (Teselya) ulaştılar ve burada Albay Bakeless ile buluştular. Teğmen Downey ile kalıp gerillaların seyahat izni vermesini beklediler."


Blegen'in Atina'daki adresi "Ploutarchou 9"

- Ocak 1946: Savaş sonrası...

"Ocak 1946'da Stratejik Hizmetler Birimi'nin (SSU) adı Merkezi İstihbarat Grubu (CIA) olarak değiştirildi ve hala Savaş Bakanlığı tarafından kontrol ediliyordu. Sperling Amerika'dan yarbay rütbesiyle döndü, Blegen ve Hill ile birlikte Ploutarchou Dokuz'a (Atina) taşındı ve artık ABD Ekonomik Araştırma Birimi adını alan Atina istasyonunu devraldı. Sperling ve Karamessines, aralarında idari asistan ve operatör olarak listelenen Clio Adossides'in de bulunduğu birkaç ajanla birlikte Blegen'in biyografileri üzerinde çalıştılar. Bu arada, Penn ya da Princeton'da bir iş için “olta atan" Young, OSS'deki hizmetlerinden dolayı Bronz Yıldız ile ödüllendirildi."


Çeviri ve ek bilgiler SB.

Kod adı "Boston" = Reşadiye/Çandarlı

Kod adı "Portland" = Ayvalık

Kod adı "New Orleans" = Meriç Deltası


OSS'in Casus Arkeologları:

* John L. Caskey; Blegen'le birlikte TUROVA-KUMTEPE kazısı.

* Jerome L. Sperling;  Blegen'le birlikte TUROVA-KUMTEPE kazısı.

* Carl Blegen; 1932/38 TUROVA kazısı.

* Rodney S. Young ; 1950/74 GORDİON kazı başkanlığı.



* Margaret "Miggy" Carlisle Hill Wittmann (ö. 1997);

Arkeolog. Casus. Washington'un Yunan Masası rapor memuru; ASCSA (Amerikan Klasik Araştırmalar Okulu, Atina).  1938'de ülkesinin "Yunanistan'ı terk edin" çağrısına uyarak Washington'a döndü. Başkent tarafından "Gizli Servis" adına "Yunan Masası"na atanmıştı. 1945'te Harvardlı Sanat Tarihçisi Jr.Otto Wittmann'la evlendi. Margaret'in en iyi arkadaşı arkeolog Doreen casusluk yapmamıştı, ancak sıkı bir "Hellensever"di.

Doreen Canaday Spitzer (1914-2010); Arkeolog. Bryn Mawr Koleji mezunu.. Savaş öncesi Yunanistan'dan ayrıldı. Amerika'da Yunanistan'a yardım etmek için elinden geleni yapan bir "philhellenist" idi. Öyle ki evinde "Yunan Bağımsızlık Günü" kutlamalarını bile başlatmıştı.



Margaret ile Doreen Taygeteus Dağlarını katırlarla geçerlerken. Langada Geçidi Sparta ile Kalamata arasındadır.



ABD Büyükelçiliği:

* Albay Bakeless, Ankara ABD Büyükelçiliği'nden genç askeri ataşe.

* Teğmen Downey, bilgi yok.

* Teğmen John Savage (MU= OSS'in Deniz Birimi), şef (Ağustos 1944). Kod adı "Shrike" (= Örümcekkuşu). İkmal memuru. Atina Koleji'nde eski kimya öğretmeni; Eylül 1943'te İzmir'e geldi; Gizli kimliği "konsolosluk çalışanı"ydı.


Yunan:

* Clio Philippidou Adossides; Teğmen RHAF (Yunan Kraliyet Hava Kuvvetleri). "Albay", bölüm görevlisi yardımcısı; Kahire 15 Mart 1943, tercüman, şifre çözücü personeli. OSS Atina 1944-46.

Clio casus arkeolog Jerry Sperling'den önce Anastasios ile Ellie Adossides'in büyük oğlu Costas ile evliydi. Peki Adossides’ler kimdi?: “1873 yılında seçkin bir Osmanlı ailesinde doğan Anastasios, maceralarına genç bir adam olarak İstanbul’da (makalede ‘Konstantinopolis’! SB) başladı. Babası hem Samos Prensi hem de Girit Valisi olarak Babıali'ye hizmet etti. Sorunları, 1901 yılında gazeteci olarak çalışırken, "Georges Dorys" takma adıyla, ‘Abdülhamid in Time’ adlı Osmanlı padişahının acımasız biyografisini yayınlamasıyla başladı. Anastasios evdeyken güvendiği bir Arnavut uşağı, polisin evi kuşattığını ona bildirdi. Bir Fransız subayının üniformasını giyerek arka kapıdan kaçmayı başardı. Daha sonra, Rus konsolosluğundaki akrabalarının yardımıyla, limanda demirli bir Fransız gemisine doğru yola koyuldu. Gemide kolera olduğunu öğrendi. Paradoksal olarak, kolera onun kurtuluşuydu. Polis gemiye binmekten korkuyordu. Gemi doktoru hastalanınca görevini üstlendi ve Marsilya'daki karantinadan sonra Paris'te gazetecilik kariyerine devam etti. 1907'de Adossides, Atina'da tanıştığı Ellie ile evlendi. Ellie, 1878'de Selanik'te soylu bir ailede doğmuş, evde eğitim görmüş ve ardından Almanya ve İsviçre'de okula gönderilmişti.  (…) Eğer bir karı koca Atina'daki Amerikan Klasik Çalışmalar Okulu'ndan (ASCSA) özel bir onur almaya layıksa, o da Anastasios ve Ellie Hatzilazarou Adossides olurdu. Hem Anastasios hem de Ellie hayatlarının çoğunu halkın gözü önünde, Yunanistan'a ve onun durumunda ASCSA'ya hizmet ederek geçirdiler.“

Adossidesler ile "Turovalı" Calvertlar evlilik bağı ile akrabadır. Balkan Savaşı sırasında Makedonya Valisi, I.Dünya Savaşı sırasında Kiklad ve Samos valisi olan Anastasios Adossides'in kız kardeşi Hélène (1854-1951) Frederick Richard James Calvert (1853-1927) ile evliydi. Schliemann'dan 8-9 yıl önce Turova'yı bulan Frank Calvert (1828-1908) ise Frederick'in amcasıydı. Calvert ailesinin Akça Köy’de Batak Çiftlik "Thymbra" adında bir çiftlikleri vardı. Birçok buluntu bu çiftlikte barındırılıyordu ki daha sonra Çanakkale’deki müzeye verildi. Carl Blegen bile "Calvert Çiftliği"nde misafir edildi. Çiftlik 1939'da kamulaştırıldı.

Calvert Ailesinin Çanakkale'deki evleri




* Thomas Hercules Karamessines (1917-1978);

TÜRKİYE'de "Karşı Casusluk (X-2)". Önce OSS, sonra Atina Büyükeliçiliği'nde CIA şefiydi. Şili Devlet Başkanı Salvador Allende hükümetini devirmede aktif rol aldı. Allende'den sonra diktatör Pinochet geldi! 2023'te gizliliği kaldırılan belgelerde Nixon ile Kissinger'in Allende'ye yapılan darbeyi bildiği yazar. Tabi ki biliyorlardı, darbeyi yaptıranlar kendileriydi! Karamessines kimlerin adamıydı?..






31 Mayıs 2025 Cumartesi

CASUS ARKEOLOGLAR 6 - SB

 


Antiochia ad Cragum ve ARIT


" Tarihi olarak, limanıyla Antiochia ad Cragum bölgesi muhtemelen MÖ 1. yüzyılın ilk yarısında bu kıyılardan faaliyet gösteren ve doğu Akdeniz'in nakliye ve kıyı topluluklarını avlayan ünlü Kilikya korsanlarının limanlarından biri olarak hizmet etmiştir. Roma generali Pompey, MÖ 67'de yakınlardaki Korakesion'da (Alanya) bir deniz zaferiyle korsan belasını sona erdirdi. Bugün görülebilen kalıntılar arasında Antiochia'nın korsan geçmişine dair hiçbir iz kalmamıştır. İmparator Caligula, MS 38'de kısa bir süreliğine Dağlık Kilikya'nın kontrolünü Kommagene'li IV. Antiochos'a devretti ve ardından onu derhal görevden aldı; Antiochus daha sonra MS 41'de Claudius tarafından yeniden iktidara getirildi. MS 72'ye kadar kesintisiz olarak hüküm sürdü ve bu dönemde kendi adını taşıyan şehri kurdu. 72'de Vespasian tarafından görevden alınmasının ardından şehir, Dağlık Kilikya'nın geri kalanıyla birlikte genişletilmiş Kilikya Eyaleti'nin bir parçası olarak doğrudan Roma yönetimi altına girdi. Şehrin en büyük sınırlarına geç Roma İmparatorluğu döneminde, üçüncü yüzyıldan itibaren ulaştığı anlaşılıyor. Mevcut kazıların araştırdığı dönem de bu dönemdir. " (Amerika Arkeoloji Enstitüsü-ARIT)


Turovalı Ganymedes - Gamata ve Kragou

Turova Kralı Tur'un (Tros) oğlu, GANYMEDES genç yaşta hastalıktan ölünce Zeus tapınağına gömülür. Bu sebeple de Zeus kaçırdı, o tanrılar katında hep genç kalacak, miti doğar. Zeus'un hayvanı olarak kabul edilen kartal aynı zamanda kamların da hayvanıdır.

Erken Doğu-Roma dönemine ait latrinlerde bulunan mozaik parçasında "Ganymidis (ΓΑΝΥΜΗΔΗΣ)" adı yazar ve İskit başlığı vardır. Turovalı prens Ganymedes'in Med-İskit Türkçesindeki karşılı Kamata (Gamata)'dır. Tur'un (Tros) oğlu "Kamata" genç yaşta ölünce mite göre "tapınak" içine gömülmüş. Bu tapınağa da "Zeus" adını verdikleri için "Ganymedes'i Zeus kaçırdı" mitini uydurmuşlar. "Tapınak"ın Orhun kitabelerindeki karşılığı 'bark'tır.


Bir Med mug'un adı Geumat-Gaumata’dır. 

"Eski Türk elleri ve özellikle de Hunlarda Kam=Gam kelimesi Şaman, kahin, din adamı, büyücü, falcı, bilgin, doktor, filozof vs anlamlarında kullanılmıştır. Hunlar içinde Eşkam (arkadaş Şaman) ve Atakam (ata Şaman) kullanılmıştır. Eş kelimesi eski Türkçede arkadaş anlamındadır. Atakam = Atagam kutsal kelime gibi kişi adı olarak da kullanılmıştır ve çok kullanılmak sonunda Kamata=Gamata (Geumat-Gaumata) şekline dönüşmüştür. Mug kelimesi kam=gam= gum kelimesinin tersine söylenmesi gibidir."

* Med Türkleri : Magus, Maglar > Kamlık/Büyücülük, Magic, Medikal, Medicine (ilaç), Meditasyon ve Medya...gibi



İskit Türkleri Kafkaslara Graucasis (Pliny) diyormuş. Peki Antiochia ad Cragum'un Yunanca söylenişi nasıl? "Cragum", Krágou (Κράγου) olarak Strabon'da görülür. Dilde K/C-G değişimi vardır, yani Antalya-Gazipaşa ilçesi sınırları içinde 300-350 metre yükseklikte olan antik kentin adındaki "Kragou" < Grauca(-sis) Türkçe olmalı.


Casus-Arkeologlar ve ARIT

İlk olarak 1942'de önerilen ve 1948'de arkeo-casus John Franklin Daniel (Fulbright TR ve Hetty Goldman'la Tarsus'ta) tarafından çalışmaları başlatılan Türkiye'deki Amerikan Araştırma Enstitüsü'nün (ARIT) 1964'te kurulmasına yardımcı olan kişi 17 yıl Gordion kazı başkanlığı yapmış arkeo-casus Rodney Young'dur. Young 1974'teki ölümüne kadar da ARIT yönetim kurulundaydı. Ve Antiochia ad Cragum ARIT tarafından kazılır.


" Türkiye'deki Amerikan Araştırma Enstitüsü (ARIT), "İstanbul SI [OSS'in Gizli İstihbarat Şubesi] şefinin [Arkeo-Casus Jerome Sperling, Turova-Kum Tepe kazıları] 1944'te Türkiye'de derin bir gizlilik içinde ve kalıcı bir istihbarat görevlisi"  önerdiği şeye çarpıcı biçimde benziyor. OSS, gizliliği Amerika'da kurulacak ve örtülü olarak sürdürülecek gelecekteki SI ajanlarını arıyordu. "Ofisle kesinlikle hiçbir teması olmayan ve yalnızca aracılarla en korunaklı ve gizli teması" olan "tamamen gizli" ajanlar için, "Türkiye'de araştırma yapan izinli öğrenciler ve profesörler" önerdiler. 

[Arkeo-Casus Jerome Sperling] devam etti, "Türkiye'de bir Amerikan Arkeoloji Enstitüsü veya Doğu Enstitüsü kurulması, alanda çalışma olanakları yaratacaktır. Bu konudaki ön araştırmalar bile insanları Türkiye'ye sokmak veya çıkarmak için kullanılabilir... [ve] kuruluşa hizmet edebilir." " ... " Soğuk Savaş'tan günümüze, bölgede araştırmalar yapan bazı Amerikalı arkeologlar, Doğu Akdeniz'de Birleşik Devletler adına casusluk yapmıştır. Pentagon'un Minerva Projesi ve İnsan Arazi Sistemi (Irak'ta antropologlar) sosyal bilimcilerinin orduyla herhangi bir ilişkisi olup olmadığı konusunda hararetli tartışmalara yol açar. Amerika Arkeoloji Enstitüsü'nün [AIA], Amerikan askerlerini, hizmet verecekleri bölgelerdeki kültürel varlıklar hakkında eğitmeyi seçmiştir.... Etikçiler bugün bu tür faaliyetlerin artılarını ve eksilerini, arkeolojiyi veya antropolojiyi örtü olarak kullanarak mesleği lekeleme olasılıklarını tartışsalar da, savaşın hararetinde ve hemen sonrasında OSS'nin Yunan Masası'nın bunu yapmadığını belirtmek önemlidir."


Allen'in kitabından çeviri ve ek bilgiler SB


* OSS= Stratejik Hizmetler Ofisi, CIA öncülüdür. Bu tartışma devam edecektir, çünkü artık OSS yok CIA var ve "Yunan Masası-OSS devam etmiyor" demek, diğer ülkelerde CIA olarak devam edip etmediğini garanti edemez! Olsa bile Allen bunu söyleyemez! Ayrıca "kültürel ve tarihsel çarpıtma tohumları" ekilmiştir!

* Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı arkeoloji enstitüleri ülkelerinin 'Dışişleri Bakanlığı'na bağlıdır. Bir başka bilgi ise diğer ülkeler Türkiye gibi herkese açık kendi ülkelerinde yabancıların arkeolojik kazı yapmalarına izin vermez. Örneğin, Almanya'da bir Türk kazı izni alamaz, ama Almanlara Türkiye'de kazı izni verilmektedir. Almanya'daki kazılar Almanların kontrolündedir. Türkiye'deki arkeolojik çalışmalar Türk arkeologların başkanlığında yapılmalı ve hiçbir şekilde yabancı arkeologların başkanlığına bırakılmamalıdır. 2023'te Kültür ve Turizm Bakanlığı "Koordinatör Kazı Başkanı" yöntemini getirdi. Bu yabancı heyetler/kazı başkanları tarafından yürütülen kazı çalışmalarında, ilgili koordinasyonu sağlamak üzere atanan Türk bilim insanını ifade ediyor. İyi yönde bir gelişme olsa da yeterli değil. Çünkü kontrol tamamen Türkiye'nin, Türk Arkeologların elinde olmalı.





CASUS ARKEOLOGLAR 5 - SB

 


Dünya Savaşı'ndan Soğuk Savaş'a

OSS Başkanı William Donovan (*), Almanya'nın sonunu Başkan Roosevelt'e şöyle anlattı: “Yakın felaket ve kesin düşüşün resmi... Karmakarışık bir Genelkurmay ve yarı ölü Dışişleri Bakanlığı'na bir dizi diplomatik temsilcilikten çığlıklar akıyor.” Macarlar Mihver'den çıkmaya uğraşıyor ve “kurnaz Bulgarlar (Almanlara) her türlü oyunu oynuyor, Türkiye'ye geziye gidiyor” gibi yapıp gizli görüşmelere oturuyorlar. Bütün bu olaylar “çürümüş Nazi diplomasisinin ölüm döşeğindeki çırpınışlarıydı.”

Ancak Türkler, Hitler Almanyası'nın ölüm döşeğinde olduğu sonucuna varmakta yavaştılar. Bir İngiliz yetkilisine göre korkuları “bir filo Alman uçağının (İstanbul'u yakıp, bir uçtan diğerine yok etmesiydi. Bu sanırım en büyük saçmalık. Doğru ise bizim, Türklerin savaşa girmesini isterken, Harakiri yapmalarını da istediğimizi gösteriyor. Türklerin kaygısı hem kentin zayıflığını; dar sokaklar, ahşap evler ve hava savunma gücünün yokluğu hem de Abwehr'in yaydığı kandırmacayı yansıtıyordu.

Türklerin kendilerine karşı savaşa girmemesi için Almanlar bu kaygıları körüklüyordu. Türkiye Müttefikler'e katılırsa, Alman İstanbul esprisine göre bir Alman diplomatı, “Gece karartmaya gerek yok. Saldırırsak, gün ortasında saldırırız” demişti. Havadan yapılan İngiliz gözlemleri, Bulgar havaalanlarında Almanların çok az uçağının kaldığını ve Sofya'daki Türk askeri ataşelerine Abwher'ce verilen sayıların abartıldığını ortaya koydu. İngiliz istihbaratı Türk generallerine, Almanların böyle bir saldırıya girişecek durumda olmadığını söylediğinde, Türkler İngilizlerin kendilerini aldatmaya çalıştığını varsaydılar.

Von Papen başarılı bir duruma hâkimiyet oyunu oynarken, Türkler Almanya'nın savaşı yitirdiğine inanmaya başlamıştı. Sonuçta Müttefikler'le daha çok işbirliği yaptılar. İngilizler, Ankara'nın kazanan yana katılması için çok çalıştı. Churchill kişisel olarak inandırmak için İnönü'yle görüştü. Ancak Türkler, dev oranda askeri malzeme almadan bir şey yapmak istemiyordu ve bu oran da, Müttefikler'in sağlayabileceğinin çok üstündeydi. Bu arada trenler, Alman İmparatorluğu'nun fabrikalarına Türk kromu taşıyarak Türkiye sınırını geçiyordu.

ABD istihbaratına göre “Türkler bu ilkbahar ve yaz ne olacağını görmek istiyor”du. “Müttefik ikinci cephesinin başarılı olacağından emin değiller ve Rusya'nın Türkiye'ye göz diktiğine inanıyorlar.” Şubat 1944'te İngiltere Türkiye'nin savaşa gireceğinden umudu kesti ve yardım yollamayı durdurdu. Bir gün İnönü, Büyükelçi Knatchbull Hugessen'i (*) Sabır Yılları adlı bir kitap okurken gördü ve “Bu sizin Ankara'daki büyükelçilik yıllarınızı mı anlatıyor?” diye sordu. Bir Sovyet askeri ataşesi, Türkiye'nin konumunu dalga geçerek şöyle niteledi “Tout prendre, jamais rendre, toujours pretendre.” (Her şeyi almak, hiçbir şey vermemek ve her zaman bir şey yapar gibi görünmek.)

İngiliz ve ABD Dışişleri bakanlıkları Türkiye'yi savaşa sokamıyorsa da, OSS en azından Almanya'ya krom cevheri satışını durdurabilirdi. Zamanın azaldığını bilen Almanlar alımları hızlandırmıştı. MacFarland (*) ve İngiliz meslektaşları, Türkiye'deki demiryolu köprülerini uçurmanın siyaset ve istihbarat işbirliğini tehlikeye sokacağında birleştiler.

Türkiye içinde kundaklama eylemlerine izin alamayan OSS, Bulgaristan ve Yunanistan'ın Türkiye'ye komşu bölgelerine özel harekât ekipleri yollayıp buradaki demiryolu köprülerini uçurmaya karar verdi. Türkler, kundakçıların sınırı geçmesine izin vermeyince, kimi OSS görevlileri öylesine büyük tepki duydular ki, istifaya kalkıştılar. Ancak OSS, Büyükelçi Steinhardt (*) ve Türklerin korkusu pahasına da olsa blöf yapıp Türkiye'deki köprüleri uçurmayı düşündüğünü bildirince, Ankara karar değiştirdi.

Krom trenlerine yönelik OSS operasyonlarında kilit adam, OSS'nin Edirne'deki ileri karakolunu yöneten Teğmen Alexander “Alekko” Georgiades'ti.(*) Amerikan uyruklu bu Yunanlının kendine özgü maskesi, Yunan Konsolosluğu'nda diplomatlıktı. Emniyet de kendisine büyük destek sağladı. (*) Sınırı geçmesi için parola verildi, malzemesi taşındı ve bir Türk subay üniforması bile sunuldu. Alekko, Yunanistan ve Bulgaristan'a yaklaşık 30 kez gitti.

Yunanistan'a ilk kez aralık 1943'te Nazi karşıtı Yunanlı gerillayı görmeye gitti. Gerilla ile OSS arasındaki bağlantıyı sürdüren kişi OSS'nin verdiği para ve malzemeyle kaçmıştı. Şimdi aranıyordu, Georgiades “Onun yerinde olmayı hiç istemezdim” diye not düştü.

Georgiades liderlerine, “Ben yalnızca bir istihbarat ajanıyım ve düşmanla mücadelede kullanılacak istihbarat karşılığında para ya da malzeme sağlarım” demişti. “Konuyu ortaya koyuş biçimimi sevdiler, ancak mücadele için silah almanın daha önemli olduğunu ve iyi silahları olursa, daha çok istihbarat verebileceklerini söylediler.” Sonunda işbirliği yapılması konusunda anlaştılar.

Georgiades, “Odysseus” adlı bu gerilla lideriyle üç gün geçirdi: “Beni çok etkiledi, çünkü az eğitim görmesine karşın keskin bir zekâsı ve çok uyanık bir kafası var. Liderlik gücüne sahip. Adamları onu çok seviyor.” Georgiades gerillalar arasında çekişme gözlemedi. Kendi aralarında silah, başlık, kazak ve çeşitli siyasal görüşleri paylaşıyorlardı: “Çoğunluk, aileleri Almanların elinde tutulan ya da Bulgarlarca öldürülmüş köylülerdi. Giysileri acınacak halde. Silahları, müzeye yakışan bir derleme. İlaç ve sabun yokluğundan yaşam koşulları ve temizlik ilkel.” Doktor, gözlerinde yaşlarla, “Son altı ayda uygun ilaç olsa kurtarılacak dokuz kişi öldü” dedi. Ancak komünist liderler daha sonra “Odysseus” ve birkaç adamını “Troçkist” olduğu gerekçesiyle safdışı bırakıp öldürmeye çalıştığında Georgiades düş kırıklığına uğradı.

Georgiades, Edirne —işgal altındaki Yunanistan— İstanbul arasındaki gezilerinde, dağlarda savaşan gerilla ile lüksü seven tarafsız kentteki diplomatlar arasındaki garip çelişkileri gözledi. Müttefik güçlerin ortak amacına karşın, çekişmenin sonu yoktu. Direnişçi çeteler birbirinden kuşkulanıyordu. Yunanlı diplomat meslektaşları komünist gerillanın nihai amacından kaygılanıyordu. İngilizler kendi adamlarını bölgeye yollamak için “komplo” peşindeydi ve OSS adamları etki sağlamak için yarışıyordu. “Herkesin herkese duyduğu güvensizlik, çoğunluk haksız ve abartılmış”tı ve “nehrin öte yakasında” Yunanistan da olanlara ilişkin kaygılarına eklenmişti. İstanbul “entrika ve karşı istihbarat tımarhanesi”ydi. Georgiades iç çekti: “Tutku muhteşem bir güç ve biraz bencillikle karışınca, her şeyi önüne katıp götürebilir.”

Teğmen'in ana görevi, OSS kundaklama ekibi için ikmal hattı hazırlamak ve Yunan gerillasını, bu ekibe ev sahipliği yapmaya ikna etmekti. Sonunda Nisan 1944'te Yüzbaşı James Kellis (*) ve iki deniz kuvvetleri telsizcisi Spyridon Kapponis ile Michael Angelos'u Meriç Nehri'ni geçirip, Türkiye'den Yunanistan'a soktu. Görevleri, Mustafapaşa-Bulgaristan ve Dedeağaç-Yunanistan'daki köprüleri uçurup, Türkiye'nin Avrupa'yla demiryolu bağlantısını kesmekti.

- 1941'de Türkler, Almanların Bulgaristan sınırını işgal etmesi halinde savaşa girme tehdidinde bulundu. Türkler ve Almanlar, Almanların Sovyetler Birliği'ni işgal etmesinden üç gün önce, 18 Haziran 1941'de saldırmazlık anlaşmasını ve Ekim 1941'de ticaret anlaşmasını imzaladılar, ancak gerginlik aylarca azalmadı. Kasım 1943'te Georgiades Young'a Bulgaristan'ın Varna kentine krom ve trenle bakır cevheri taşındığını bildirdi. 

- “İkinci Dünya Savaşı'nda Tarafsız Ülkelerde Önleyici Operasyonlar,” 20 Mart 1947 ve “Türkiye'de Krom Üretimi,” 16 Eylül 1943 ABD raporları; Türk ve Alman müzakereciler arasında imzalanan anlaşmalar, Türkiye'nin Almanya'ya askeri teçhizat karşılığında 1943 yılında en fazla 90.000 ton, 1944 yılında ise 45.000 ton krom satmasını öngörüyordu. Her ne kadar 1936 Montrö Sözleşmesi Boğazların tarafsız sular olarak kabul edilmesini öngörse de, Türkiye Boğazların tarafsızlığını izleme ve uygulama sorumluluğunu liberal bir şekilde yorumlayarak savaş malzemesi ve maden cevheri taşıyan Alman ticaret gemilerinin Karadeniz'e girişine izin verdi. İki ülke arasındaki diplomatik yazışmaların ve müzakerelerin çoğu bu konuya odaklanmıştı. 

- Emniyet, Georgiades ile işbirliği yaptı çünkü Georgiades Bulgarlar için casusluk yapan Türkleri ihbar etmişti. Bunlardan on ikisi idam edildi. Marty (“Gosling”) ve asıl kuryesi George Valassiades dışında, dört ya da beş alt ajanı, her iki tarafın da ihanetinden korktukları için, OSS tarafından bilinmiyordu. Georgiades, Marasia'daki en uzun köprü olan (450 metreden fazla) “Chicago” ve Karaağaç'taki “Çiçero ”yu (köprülerin kod adları) kullanma planını iptal etti, çünkü ikisi de Türkiye'deydi ve onları yok etmek Türkiye'deki OSS mevzilerine missilleme demekti. Bu yüzden bunun yerine sadece Yunan ve Bulgar topraklarından geçenlere odaklanmaya karar verdiler. Almanlar o yılın başlarında Marasia (Maraşya, Meriç ve kolu Arda nehrinin birleştiği yerde) kasabasını Yunanlılardan tamamen temizlemişti.

- Bu arada Meriç giderek daha tehlikeli bir hal alıyordu ve Young Georgiades için endişeleniyordu. Sperling'in naklini istemesi üzerine Emniyet onu takip ettirdi ve sorguladıkları ve casuslukla suçladıkları bir Türk Yahudisi olan uşağı “Jeeves ”i tutuklattı. Polis müfettişleri Georgiades'in yardımcısını durdurarak “Jermi Sperlin adında uzun boylu sarışın bir Amerikalı” hakkında sorguya çektiler. Gander, Almanların artan gerilla faaliyetlerine karşılık olarak güçlerini 400'den 4.500'e çıkardıklarını ve Meriç'teki terörist taktiklerini yoğunlaştırdıklarını bildirdi. Naziler, köyleri kuşatarak ve arayarak, yerel halktan rehineler alarak ve eskiden Gander'in kuryeleri tarafından kullanılan köprülere, demiryolu hatlarına ve nehir geçişlerine muhafızlar yerleştirerek sivilleri terörize etti.

Buna rağmen OSS arka arkaya silah indirmeyi başardı ve gerillalar Chicago misyonuna akın etti. Sınırın kapalı olması nedeniyle Teğmen Athens deniz yoluyla giderek Meriç deltasındaki “New Orleans ”a marlin hafif makineli tüfekler, tüfekler, otomatik silahlar, mühimmat ve patlayıcılarla yüklü bir kayık indirdi. ABD'nin desteğiyle Yunanistan'ın en iyi silahlanmış gerillaları oldular. Haftalar süren eğitimden sonra, Türkiye ile Almanya arasındaki demiryolu bağlantılarını kesmeye hazırdılar. (4) Kellis, Gander'in keşif yaptığı Svilengrad'daki Bulgar sınırının hemen karşısındaki 210 metrelik “Milwaukee ”yi hedef aldı. 29 Mayıs'ta köprüden dokuz yüklü yük ve iki yolcu treni geçti. Aynı günün ilerleyen saatlerinde, 170'ten fazla eğitimli gerillanın yardımıyla Kellis ve Teğmen Athens köprüyü 1.400 kilo plastik patlayıcıyla mayınladı.

Kellis, 30 Mayıs gece yarısını çeyrek geçe fitili ateşledi. Birkaç dakika içinde patladı ve yapı çöktü. Gerillalar yem olarak kullanılırken, Kellis ve Athens saklandıkları yere doğru zorunlu bir yürüyüşe başladılar. Güneyde daha küçük bir grup, Dedeağaç'ın doğusundaki Yunan çatalında bulunan Antheia'daki yüz ayak uzunluğunda beton ve çelik bir demiryolu köprüsü olan “Joliet ”i havaya uçurdu. Ardından Gander, Yunanistan'daki en görkemli OSS sabotajını gerçekleştirdikten sonra Chicago misyonunu tahliye etti. Türkiye ile Almanya arasındaki demiryolu trafiğini durdurarak Almanya'dan gelen 690 vagonluk yükü Türkiye sınırının hemen içinde mahsur bıraktılar, ancak krom sevkiyatı bir ay önce resmen durdurulmuştu.

Takip eden haftalarda Gander ve Sparrow, Young'a Türkiye'nin Sovyetlerin ilerleyişiyle ilgili artan endişelerini aktardılar ve Türkiye, Almanya ile bağlarını koparmak için tereddütlü bir süreç içinde yeniden hizalanmaya başladı. Emniyet, 27 Mayıs'tan itibaren kendi birliklerinin hareketlerini kolaylaştırmak için Meriç, Çanakkale Boğazı ve Aydın Vilayeti çevresinde seyahati yasakladı ve İzmir ile “Key West” arasındaki yolları kapattı. OSS'nin solcu gerillaları ve komünistleri sınırına bu kadar yakın bir yerde sabotaj için silahlandırmasından tedirgin olan Emniyet, Edirne üssünün kapatılmasını ve Georgiades'in Almanlar tarafından tanındığı bahanesiyle uzaklaştırılmasını emretti. Orada gelecekte yapılacak herhangi bir çalışma SI ile sınırlı kalmalıydı. Chicago misyonunun iki üyesinin geride kaldığını bilmiyorlardı. EAM/ELAS gerillalarının gücünden endişe duyanlar sadece Türkler değildi.

Dipnot 4
19 Nisan'da Athens, Evros'taki Chicago misyonuna katılmak üzere yüksek patlayıcı ve makineli tüfek yüklü bir kayıkla Kıbrıs'tan ayrıldı. Eğriler'de, depolanmış 800 kilo OSS mühimmatı ve malzemesinin yanı sıra kuzey Ege için navigasyon istihbaratı da yükledi. Ayın yirmi dördünde “Boston ”a ulaştı. Orada Deniz Topçu Çavuşu Thomas Curtis'i ve operatörün Cox'un dairesine bir fahişe getirmesinin ardından “Boston ”a gönderilmiş olan bir telsiz operatörünü aldı. Kellis ile tanıma sinyalleri kurdular ve Meriç'teki randevuları için 30 Nisan'ı belirlediler, ancak karaya oturdular ve neredeyse iki hafta boyunca fırtınalar yüzünden geciktiler. Belirlenen noktanın birkaç mil güneyindeki Türk sahilinde saklandılar ve 11 Mayıs gecesi nihayet Kellis ve gerillalarla temasa geçerek adam ve malzemeleri indirdiler ve mühimmatları dağdaki sığınaklarına taşıyarak Bari'den ABD uçakları tarafından atılan diğer mühimmatlarla birlikte sakladılar. Herkes güvende olduğunda, Kellis gerillalara Amerikan silahlarının kullanımı konusunda beş günlük bir eğitim verdi, patlayıcı ve sabotaj konusunda daha ileri eğitim için yirmi kişi seçti ve grupları farklı hedef bölgelere atadı. 23 Mayıs'ta Kellis kuzeye doğru ilerleyen bir gruba liderlik etti ve Atina 170 gerillanın geri kalanını 1.400 kilo plastik patlayıcı (C-2) ile donattı. İki günlük dağ yürüyüşünden sonra Meriç Vadisi'ne indiler ve burada sadece geceleri, iz sürücüleri şaşırtmak için zikzaklar çizerek seyahat ettiler. Yolculuğun hedefini ve amacını sadece üç kişi biliyordu. Sabotajcıların artçıların patlayıcı taşıdığından haberi yoktu ve artçılar da sabotajcıların grubun bir parçası olduğunu bilmiyordu. Kellis ve Atina, ana birliği Meriç üçgeninde bırakarak iki gerillayla birlikte Edirne'den Bulgaristan'a uzanan köprüleri taradılar. Ayın yirmi dokuzunda geri döndüler ve diğerlerine planı bildirdiler. Sonra onları dört gruba ayırdılar. Bir grup Alman ve Bulgar muhafızların müdahalesini ortadan kaldıracaktı. Diğer bir grup, takviye kuvvetlerin bölgeye ulaşmasını engelleyecekti. Athens, Kellis ve yıkım ekibi patlayıcıları yerleştirirken üçüncü bir grup iletişimi kesecekti. Bir nöbetçi nihayet hareketliliği fark edip ateş etmeye başlamadan önce köprüyü araştırmak için bir saat yirmi dakika harcamışlardı ama artık çok geçti. Kellis beş dakikalık gecikme fünyesini yaktı ve fünye patladı. Curtis “Joliet ”i havaya uçurdu.


Allen'in kitabından çeviri ve ek bilgiler SB;




* William J.Donovan (1883-1959);
Washington OSS Başkanı. Asker ve hukukçu, OSS sonrası CIA kurucularından. 1916'da Rockefeller Vakfı adına Berlin'deydi. Hukuk firmasındayken JP Morgan adına çalıştı. MI6'le de sıkı fıkıydı. Birçok kişiyi "casus" olarak işe aldı: Öneğin, Eve Curie (1904-2007. Marie-Pierre Curie'nin kızı), psikolog Carl Jung, yönetmen John Ford, Titanik'in batışını anlatan "An Night to Remember" adlı romanı yazan John Walter ve yarış atları yetiştiren banker Paul Mellon... Birinci Dünya Savaşı'ndan beri arkadaşı olan "Packy" kod adlı Chiacagolu banker Mac Farland ise İSTANBUL OSS şefiydi.








* Hughe Knatchbull Hugessen (1886-1971), İngiliz. Türkiye Büyükelçisi 1939/44. İngiltere'nin sırlarını Elyasa Bazna'ya (Çiçero) kaptıran elçi. 1943 Kahire Konferansı.

* Laurence Steinhardt (1892-1950), Amerikalı, Türkiye Büyükelçisi 1942/45

* Lanning MacFarland, kod adları (Packy), "Juniper (Ardıç)", OSS İstanbul şefi; Frank Wisner (OSS İstanbul şefi; OSS Almanya; plan şefi, CIA) ile değiştirildi.

* James Kellis, Yarbay, ajan, OSS Özel Harekat (SO).

* Abwehr: Amiral Canaris'in başkanlığını yaptığı Alman İstihbarat Dairesi. Askeri komuta altındaydı, ancak her alanda istihbarat toplardı; MI6 ve OSS'yle benzer nitelik taşıyordu.

* Tevfik Bey, kod adı "Paprika (kırmızı biber), Asker, Türk Gizli Servisi Başkanı. Diğer kod adı "Aunt Jane (Jane Teyze)". Başka bir kaynakta sadece İstanbul Gizli Servis Şefi olarak geçer.

* Saim Bey, kod adı "Poppy (haşhaş)", Türk Ordusu, Yarbay.  Başka bir kaynakta "Alekko"nun Yunanlı kuryesi olarak geçer.

* Alexander "Alekko" Georgiades, Karpathos (Kerpe Adası) doğumlu, 1940'da Amerikan vatandaşlığı. ABD Ordusu, teğmen. Ajan, operatör. X-5 (OSS Karşı İstihbarat-5), Kahire'de kod adı "Gander (erkek kaz)", İstanbul'da "Aster (çiçek türü)". Yüzbaşı rütbesiyle ordudan terhis, Bronz Yıldız ve Amerikan Ordusu Liyakat Lejyonu ödülü. Amerika'ya döndüğünde Yunanistan'a yardım etmeye devam etti. Savaştan sonra gizli servis için çalışmayı reddetti. Ancak savaş döneminde diğer gruplarla olan etkileşimi yüzünden McCarthy Amerikasında baskı gördü.


Yer kod adları
* “New Orleans” = Meriç Deltası
* “Pittsburgh” = Edirne
*  "Boston = Reşadiye-Çandarlı
* "Key West = Aslan Burnu/Kuşadası; Kuşadası ise "Miami" olarak adlandırıldı.

* OSS = Office of Strategic Services = Stratejik Hizmetler Ofisi, CIA öncülü.
* SI = Secret Intelligence Branch (of OSS) = OSS'in Gizli İstihbarat Şubesi.

SB