bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Şubat 2016 Pazartesi

Doğu ile Batı !..







Tanrıtanımaz Toplumcu Marx ve Engels' e göre, İslam başlangıçta ilericiydi Engels, Marx'a yazdığı bir mektupta İslam'ın doğuşunu bir devrim olarak niteliyordu:


"Sanırım senin Muhammed Devrimi'nin temel ögelerinden biri olarak gördüğün bir gerçeği, Muhammed'den önce Güney Arabistan ticaretinin mahvoluşu gerçeğini de, belirttiğim bağlamda düşünmek gerekiyor ... İ.S. 200-600 yılları arasında Güney Arabistan Habeşler tarafından sürekli işgal edilmiş, yağmalanmış, boyun eğdirilmiştir... Genel ticari durumun neden olduğu bu çöküntünün yanısıra, doğrudan ve şiddetli ölçüde yıkıcı bir başka hareketin daha varolmuş olması gerekir ki, bu da ancak Etyopyalılar tarafından girişilen istila hareketleri olarak düşünülebilir... Arap ulusal bilincini, kuzeyden gelen ve neredeyse Mekke'ye kadar uzanan Pers istilası da kamçılamıştır. Müslümanlık ahlaken iflas etmiş kentli fellahlara karşı bir bedevi tepkisi niteliği taşımaktadır."


Oysa Kur'an'da bu dine en çok karşı çıkanların bedeviler, göçebe hayvancılıkla geçinen Araplar olduğunu okuyoruz.


Server Tanilli, (İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?) İslam'ın Altın Çağı olarak nitelendirdiği döneme ilişkin övgüler, Müslümanların göğsünü kabartacak niteliktedir:


( ...) İslam, VIII.yy.'dan başlayarak yükselişe geçer; XII.yy.'da doruğundadır. XIII.yy.'dan başlayarak bir geri çekiliş içindedir. Aslında XIII.yy'da liderliği yitirmiştir; en korkunç kaybı XVIII.yy.'dadır. (...) Halife ünlü Harun-el-Reşid'in oğlu Me'mun (813-833) yığınla yabancı, özellikle Yunanca eserleri Arapça'ya çevirtecektir.(...) Kurtuba'da Halife el-Hakem-II (961-976), söylendiğine göre içinde 400.000 elyazması bulunan bir kütüphaneye sahipti. (Belirtelim ki, V. Charles'ın kütüphanesinde yalnızca 900 elyazması bulunuyordu. (...) 


Dört ya da beş yüz yıl boyunca, İslam bütün bir eski dünyanın en parlak uygarlığı oldu. Bu altın çağ kabaca Me'mun'un (813-833) halifeliğinden, büyük İslam filozoflarının sonuncusu İbni Rüşd'ün 1198'de Merakeş'te ölümüne değin sürer. Halife Me'mun'un Bağdat'ta hem bir kitaplık hem bir çeviri merkezi, hem de bir gözlem evi olan -Bilim Evi- anlamında "Dar-ül Hikme"nin kurucusu olduğunu hatırlatmış olalım. 


İslam'ın bu görkemli çağı ... (...) Abbasi Halifeleri, bir yüzyıla yakın bir süre boyunca, kesintisiz, Nesturi Hıristiyanların gerçekleştirdikleri dev bir çeviri etkinliği sayesinde, eski Yunan bilim ve felsefesinin Müslüman dünyada yayılmasını destekleyip durdular. (...) Nasıl nitelemeli İslam'ın bu altın çağını? (...) Gerçekten "birörnek" tir bu uygarlık. (...) 


İki örnek daha: X.yy'ın başlarında Horasan naibi olan bir vezir, Müslüman ya da Müslüman olmayan her ülkeye heyet yollayarak, saray ve devlet dairelerindeki örf ve adetler için bilgi ister; sonra da onları ciddi ciddi gözden geçirip içlerinden en iyileri diye hükmettiklerini alıp Buhara sarayı ve yönetimi için uygulanmasını emreder. Bir de Kurtuba halifesi Il. Hakem'in verdiği örnek: İran'da, Suriye ya da bir başka yerde kaleme alınan bir eseri, daha çıkar çıkmaz satın aldırtır; Abu'l Farac el-İsfahani'ye ünlü antolojisinin ilk nüshasını elde etmek için tutar halis altından bin dinar yollar.(...) 


Bu altın çağında İslam uygarlığı, yukarı katlarında hem dev boyutlarda bir bilimsel başarıdır, hem de antik felsefenin (Eski Yunanistan'da yoğunlaşan Yakındoğu düşüncesinin-eb) olağanüstü biçimde yeniden ortaya çıkışıdır. (...) Müslümanların o altın çağda en çok yenilik yaptıkları alan, bilim alanıdır. Her şey bir yana, trigonometri ile cebiri hatırlatmak yeter. Trigonometride "tanjant"ı bulurlar. (...) 


Muhammed ibn Musa, 820 yılında, ikinci derece denklemlere kadar varan bir cebir kitabı yayımlar; kitap XVI. yüzyılda Latinceye çevrilir, Batı'nın ilk başvuru eseri olur. Müslüman cebirciler, daha sonra iki kareli denklemleri de çözeceklerdir. 


Bunun gibi, matematikçileri, coğrafyacıları, gözlemevlerini ve onların araçlarını (özellikle astrolab'ı) da övmeli. Dünyanın enlem ve boylamlarını ölçmede elde ettikleri sonuçlar tam bir yetkinliğe ulaşamasa da, pek olumludur ve Ptolameus'un göze batan yanlışlarını düzeltmişlerdir. Öğrenci değil kelli ferli ustalar da olsalar, optikte, kimyada (alkolün damıtılması, iksirler, sülfürik asit), eczacılıkta onlara verebileceğimiz tam nottur; şu sonuncu alanda, Batı'nın kullanacağı ilaçların yarısından fazlası İslam dünyasından gelecektir. Sinameki, ışgın, demirhindi, kusturucu ceviz, kırmızböceği, kafur, şuruplar, yakı, merhemler, damıtılmış su,... Tıpları kesinlikle eşsizdir.


Bir 60-70 yıl kadar önce anlaşıldı ki, kanın küçük dolaşımını, Michel Servet'den 300 yıl önce Araplar bulmuşlardır. (...) Felsefi alanda ise yapılan Aristoteles felsefesinin temalanın yeniden ele alınışıdır aslında. Ancak, sıradan bir ele alış değildir bu; bir açıklayıp aydınlatma, bir yaratıştır. (...) Söz konusu olan bir hayli geniş bir düşünce akımıdır ki, onu zamanda ve mekanda bir yere yerleştirmek gerekir. Bu akımı beş önemli ad çerçevesinde ele alacağız. Onlar da Al-Kindi, El-Farabi, İbn Sina, El-Gazzali ve İbn Rüşd'dür. İbni Sina ile İbn Rüşd, en ünlü olanlarıdır; hele bu sonuncusu, Avrupa'da yaptığı yankılar bakımından en önemlisidir.(...) 


Bu yerel ve tarihsel açıklamalar şunu gösteriyor: Bütün İslam dünyasında düşünsel bir alışveriş, bir yarış vardır. Bütün bu büyük aktörlerin yanısıra, onların çevresinde doğaldır ki, başka filozof grupları, tutkun dinleyiciler ve okuyucular bulunmaktadır. Bu liste son olarak şunun da göstergesidir: İslam Felsefesi'nin son meşalesi İspanya'da tutuşacaktır; en görkemlisi o olmasa da, Batı'ya Arap filozoflarını ve bizzat Aristoteles'i o (İbni Rüşd) tanıtacaktır.(...) 


Bir "İslam Felsefesi" var mıdır?, El-Kindi'din İbn Rüşd'e değin sürekli bir felsefe olmuş mudur? Bu felsefe İslam'ın sağladığı iklim ile açıklanabilir mi? Özgün bir felsefe midir bu? Çoğu kez evet ya da hayır diye kestirip atılır. Nesnelliği elden bırakmadan konuşalım biz: Evet, sürekli bir felsefe oldu İslam dünyasında. (...) Bu felsefe akılcı eğilimlerini eski Yunan'a, İslam'ın bilim için duyduğu zevke borçlu. Gerçekten bütün filozofları bugün bilim adamı diyebileceğimiz kimselerdi; astronomiyle, kimyayla, matematikle, hemen her zaman da tıpla uğraşıyorlardı. (...) 


İbn Sina, "Kanun" alı üstelik bir Tıp Ansiklopedisi yazdı. İbni Rüşd de kendininkini yazacak ve İslam Tıbbı Avrupa'da Moliere'in Hekimler'ine değin -ve onlar da içinde olmak üzere- bilimin son sözü olacaktır yüzyıllarca. (...) 



(...)



İslam'ın başlangıçtaki o göz kamaştırıcı ileriliğini, ilericiliğini, bir de yabancı bir yazardan dinleyelim. Fernand Grenard, birinci basımı 1939'da Paris Libraire Arnand Colin'ce yapılan Grantleur et Decodence de L'Asie, L'Arenement de L'Europe (Fernand Grenard Asya'nın Yükselişi ve Düşüşü) adlı yapıtında, Avrupalı Hıristiyanların İspanya ve Sicilya' daki Müslüman Araplarla ilişkilerini çok çarpıcı saptamalarla aktarmaktadır. Avrupa'nın ve ABD'in, başta bilim ve düşün olmak üzere yaşamın tüm alanlannda öncü konumuna yükselip yeryüzüne egemen olmasını, 900-1200 yılları arasında Müslümanlardan öğrendiklerine borçlu olduğunu savlayan Grenard, bu savı şu olgulara dayandırıyor:


Müslümanlar Hıristiyan Avrupa'ya bilim öğretiyor


(...) XIII. yüzyılda Paris ve Venedik sayılmazsa, Batı'daki hiç bir kentin nüfusu 100.000'i aşmıyordu. En önemli kentlerden çoğunun, örneğin Cenova, Milano, Floransa, Gand, Bruge'ün nüfusları 50.000 dolayındaydı. Buna karşılık büyük Müslüman kentlerinin, örneğin Bağdat, Kahire, Şam, Antakya, Kurtuba ve İskenderiye'nin nüfusları yüzbinlerle dile getiriliyor, kimilerinin nüfusu ise yarım milyonu buluyordu.


Harunürreşid'in 380 milyon franklık bir geliri vardı. 1300'lere doğru Cengiz'in yerine geçen İran hanı yılda 700 milyonu kasasına koyuyordu. X. yüzyılda Kurtuba'daki halife yılda 8 milyon altın para topluyor, hazinesindeki servet ise 250 milyonu geçiyordu. Şimdi, Fransa kralının XV. yüzyılın ortalarında 1.800.000 lira, yani 12 milyon franktan biraz fazla olan varidatını Harunürreşid'in ondan beş yüzyıl önceki varlığıyla karşılaştırınız. 


Harun ür-Reşid'in karısı Mekke' de yapılacak bir su kemeri için kendi kesesinden 23 milyon veriyor; Charles-Quint ise, hanedan üyesi erkek çocukların varlığını 12.000 lira (120.000 frank) olarak belirliyordu. Aynı Charles-Quint 900 ciltlik kütüphanesiyle övünülür; oysa daha dört yüzyıl önce İspanya'daki halifenin kütüphanesinde 400.000 kitap vardı. Bu sayısal karşılaştırmalar, o dönemde Hıristiyan dünyası ile Müslüman dünyası arasındaki inanılmaz fark hakkında oldukça doğru bir fikir edinmeye yardımcı olacaktır.


Hıristiyan Avrupa, düşmanları olan Müslümanlara karşı kalkınma çabaları içindeyken kesinlikle kör bir kinin tutsağı olmamıştır. Tersine, Müslümanların apaçık üstünlüğüne saygı duyarak onlarla sıkı ve etkin siyasi ve ticari ilişkilere girmiş, düşünsel alış verişte bulunmuştur. Bugünkü Modern Avrupa'yı oluşturan şey, İslam karşısında birbirine kökten aykırı iki eğilimin bireşimidir: Bir yandan İslam'a karşı çıkarken, bir yandan da onu taklit etmek ... Hıristiyan Avrupa'nın gözünde Müslüman Araplar hem düşman, hem örnek, öğretmen, öğreticidir. (...) 


Sonradan II. Sylvester olarak papalık tahtına çıkan Gerbert, İspanya'da Arap ulemasının gözetiminde üç yıl öğrenim görmüştü. Avrupa'da Rahipler bile yapıtlarını Kurtuba halifesine ithaf ediyorlardı. Almanya, İtalya ve Fransa'daki rahip adaylarının İspanya'daki Müslüman okullarına akın etmesi Pierre le Venerable'i kaygıya düşürüyordu.


Arap dili ve edebiyatını öğrenen, Latince bilmeyen Hıristiyan İspanyollar, Kurtuba sarayında uzun süre iyi gelir getiren görevler aldılar. Pirene'lerin ötesine geçen bir çok Fransız beyi Arap şatafatları içerisinde, Arap şantöz ve dansözleriyle, Araplarınkine öykünen bir yaşam sürüyorlardı: Hıristiyan prens ve soyluları, hasta olduklarında tedavi için Kurtubalı Müslüman doktorlara gidiyordu. Narbonne, İspanyol Yahudilerine salt Arap bilimlerinin okutulduğu ünlü bir okul kurdurtmuştu.


Bu arada, Asya ile Avrupa arasında kültürel aracı konumunda olan Yahudiler'in Ortaçağda olsun, Rönesans'ta olsun, düşünsel ve iktisadi açıdan Avrupa uygarlığının oluşumunda oynadıkları önemli rolü de belirtelim. Yahudiler bu konuda tarih kitaplarımızda özel bir bölüm işgal etmeye hak kazanmışlardır. IX. yüzyılda İtalya'daki Amalfi kenti, Sicilyalı Müslümanlarla bağdaşıktı. İmparator Il. Louis, Napoli'yi Palermo denli Müslüman olduğu için övüyordu. 1114'te Piza'da da bir Müslüman mahallesi olduğu biliniyor. Sicilyalı Norman prensleri Müslüman Arap yönetim örgütünün önemli bir bölümünü korumuşlardı. Bu yönetim biçimi Avrupa'da beğeni uyandırıyor ve bir kerteye dek örnek alınıyordu . (...) XIII. yüzyılın ortalarında, Hohenstaufenler'den II. Frederic, Arapça konuşuyor ve Palermo'daki sarayına sayısız Arap doktorları girip çıkıyordu.


Fakat yaşam ve düşünce artık Bizans'ta değildi. Gerçekte, Batı Ortaçağı Bizans'ın değil Müslümanların öğrencisiydi. Avrupa, geleceğinin verimli tohumlarını Bizans'tan değil, Müslümanlardan aldı. Eski Yunan bilim ve düşüncesini Müslümanlar aracılığıyla ve Müslümanların yaptığı katkılarla tanıdı, Bizans aracılığıyla değil. Bunda yol göstericiler İspanyollar oldu. IX. yüzyıldan başlayarak İspanya'daki Hıristiyan rahipler, Müslüman Tanrıbilimcileri inceliyorlardı. XII. yüzyılın ilk üçte birinde Toledo başpiskoposu bir çeviri kurulu oluşturarak Müslüman bilim ve düşünce ustalarının olduğu denli, Eski Yunan yazmalarının Arap katkılı Arapça metinlerini de Latinceye çevirtmeye başladı. Abelard ve Büyük Albert, Plotin ve Porphyre'in neoplatonizmini Aristoteles'inkiyle uyuşturmaya çalışan Farabi ve İbni Sina'yı okumuştu.


Hıristiyan Tannbilimcileri Müslüman Tannbilimcilerinin izinden yürüyordu. Ünlü "külliyat sorunu", Paris'ten yüz yıl önce Şam'da tartışılmıştı. Aristoteles Avrupa'da Bizans aracılığıyla değil, Araplar aracılığıyla Arapça çevirilerinden tanındı. Bizim "Averroes" diye tanıdığımız Kurtubalı İbnü'r Rüşt, Aristoteles'in bütün yapıtlarını Avrupa'ya aktardı. Thomas d'Aquin, anıtsal yazınının bütün yapı taşlarını ondan almış, Kurtubalı haham Musa bin Me'mun'u okuyarak eksiklerini gidermiştir.


Robert Guiscard tarafından kurulan ya da yeniden örgütlenen ünlü Salerno Tıbbiyesi doğrudan doğruya Arapça öğretim yapıyordu. İdrisi, Sicilya'daki II. Roger'in sarayında Batlamyos'tan çok daha doğru olarak coğrafya öğretti. Batı biraz topallayarak da olsa, Müslüman bilginlerin yapıtlarını izledi. Bu Müslüman bilginler matematik, cebir, trigonometri, astronomi, optik, kimya, tıp, cerrahi, eczarılık alanlarında Yunan öncüllerinin alanlarını inanılmaz biçimde genişletmiş ve derinleştirmişlerdi.


İslam uygarlığı, Barbar Avrupa'nın eğitiminde en egemen rolü oynamıştır. Fransa'nın Marsilya, Montpellier, Narbonne, Barselona limanlarını olduğu gibi, Batı İtalya limanlarını da canlandıran olgu, Müslümanların yaptığı ticaret olmuştur. Arap parası Dinar, uzun süre Avrupa'ın başlıca parasıydı."


Gerçekten de İngilizlerin ilk altın parası bir İslam Dinarı olarak basılmıştır. İsa'dan sonra 757-796 yılları arasında, Papa I. Adrian tarafından Mercia'nın Anglo Sakson Kralı yapılan Offa, Abbasi Halifesi Mansur'un bastırdığı Dinar'ların bir benzerini kendi adına altın para olarak bastırırken, paranın ortasına kendi adını Latin yazısıyla "Offa Rex " (Türkçesi: Kral Offa) ve adının çevresine de Arap yazısı ile Arapça "Muhammed -ur-Resulallah" (Türkçesi: Muhammed Tanrı'nın elçisidir) sözlerini yazdırmıştır. Paranın diğer yüzünde ise Arap yazısıyla ve Arapça olarak "La ilaha iliallah vahidu la şerike lehu " (Türkçesi: Tanrı'dan başka tapacak yoktur, o tektir, onun eşi benzeri dengi ortağı yoktur) sözleri yazılıdır.


"Avrupa, pamuklu, kadife, halı ve nakışlı diba dokuma yöntemini Müslümanlardan öğrendi. İpek dokumacılığı Palermo yoluyla geldi. Güney Fransa ve İtalya, Sicilya ve İspanya'daki Müslümanlardan şeker üretimini öğrendi. Venedik, Antakya'nın cam işlerini taklit ediyordu. 

Şövalyeler, Müslüman miğferleri ve örme zırhlarını giydi, Şam'ın ve Toledo'nun Müslüman yapısı kılıçlarıyla donandı. Ayin sırasında rahiplerin giydikleri kaftanların üzerinde işlemeli ayetler görülmeye başlandı. Kadınlar Müslüman modasını izleyerek Arap gömleği, Arap eteği giyip İran tacı ve Suriye başlıklarıyla süslendiler. Doğu kokularının güzelliğini tattılar, doğu kumaşları, Trablus krep, muslin ve tülü; Şam canfesi ve atlası onlara yeni güzellikler getirdi.

Bu arada, Aquitane'li Catharelar'ın, Simon de Montfort tarafından gömülen fakat görünür biçimiyle kesinlikle ölmemiş olan Avrupa duygu ve düşünüsünde, yabana atılamayacak bir yönelimin önderleri olduklarını da unutmayalım. Onlar da Doğu kökenliydiler; her ne denli yanlış tanımlanmışsa da, Arap dünyasının soylu ailelerinin atalarıyla ilgileri ve akrabalıkları vardır. Batı'nın Doğu'dan aldığı gelenekler, görenekler, teknik yöntemler ve çeşitli kolaylıklar üzerinde daha çok durmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Yalnız dikkatimizi Avrupa'nın maddi ve manevi iktidarının temelini oluşturan bilgi ve buluşların kimilerini Müslümanlardan aldığı noktasında toplamamız gerektir. Bu yönden son kertede büyük sonuçlar doğuran iki bilimi, matematik ve kimyayı Müslümanlar öğretmiş, korumuş ve geliştirmişti. Avrupa'ya barutu ve topu veren, en iyi çelik üretimini öğreten, pusulayı, pamuktan ucuz kağıt yapımını ve matbaacılığı öğretenler Müslümanlardır. Asya böylece Avrupa'yı kendisine karşı silahlandırdı, yazgının kendisine karşı dönüşünü kendi elleriyle hazırladı; ama bunun sonuçlarını duyumsayabilmesi için aradan yüzyıllar geçmesi gerekti."  Fernand Grenard'ın saptamaları özetle böyle.


Sonuç olarak, gerek Server Tanilli, gerekse Fernand Grenard, İslam yönetimlerinin VIII. yy'dan XIII. yy'a dek yaklaşık dört-beş yüzyıl süren parlak, usa dayalı, bilimci, düşüncü, ileri, ilerici ve ilerletici niteliğini ayrıntılarıyla anlatmaktadırlar. Bilim Tarihi 'nin kurucusu olarak anılan George Sarton da Müslümanların bilime katkılarından övgüyle söz ederken şöyle der:


"Müslüman şerhçiler Öklid'i açıklayana dek batılılar onu anlamamışlardır... Öklid'in Müslümanlarca incelenmesi, el-Kindi ve Muhammed ibn Musa El-Horezmi ile başlamıştır. Öklid'in Elementler adlı kitabı Arapçaya ilk defa el-Haccac ibn Yusuf tarafından tercüme edildi. El-Haccac bu eseri ilkin Halife Harun el-Reşid (öl:809) için tercüme etti, sonra halife ei-Memun (öl:833) için bu tercümeyi revizyondan geçirdi. XI. yy.'ın sonundan önce Öklid, el-Mahani, el-Neyziri, Sabit ibn Kurra, İshak ibn Huneyn, Kusta ibn Luka tarafından Arapçaya çevrildi ve enine boyuna incelendi ...


Öklid'in Elementler'ini doğrudan Yunancadan Latinceye çevirmek için Batı' da harcanan çabalar netice vermemiştir. Muhtemeldir ki tam Öklid'e ilgileri arttığı sırada Yunanca bilgileri azalmış ve neredeyse sıfıra inmiştir. Bu esnada Arapça'dan çevirenler ortaya çıkmaya başlamıştır ve bu faaliyetler Öklid yazmalarına raslamaya bağlıdır. Bunları (Arapça Öklid'leri) Latinceye çevirmeye çalışanlar arasında Dalmaçyalı Hermann, John O'Creat ve Cremonalı Gerard vardı, fakat Bath'lı Adelard (1090 - 1150) dışında tam bir çeviri yapıldığına inanmamız için bir nedenimiz bulunmamaktadır.


Mamafih, onikinci yüzyılda geometri araştırmaları için Latin ortamı o kadar elverişli değildi. Müslüman ortamı ise 9.yy'dan itibaren öyle olduğunu ispatlamıştır. Gerçekten de Öklid dehasının yeniden canlandığı bir Latin'e şahit olmak için onüçüncü yüzyılın başına kadar beklememiz gerekir."


Bab'da 'Bilim Tarihi'nin kurucusu ' olarak tanınan George Sarton'un saptamaları, İslam 'ın Altın Çağı'na ilişkin önemli gerçekleri gözler önüne sermektedir. Müslüman bilginler El-Kindi ve El-Horezmi, kendilerinden neredeyse bin yıl önce yaşamış Öklid'in buluşlarını unutulmaktan korumuş, bunları üzerinde çalışarak geliştirmişlerdir.


Yalnız burada İslam bilginlerini yalnızca Eski Yunanistan'ın bilgelerinin kitaplarının çevirmenleri gibi görmek ve göstermek gibi bir yanlışa düşmemek gerekir. George Sarton'un Öklid Çevirmeni olarak sunduğu Özbekistan topraklarında doğmuş Müslüman-Türk El-Horezmi, kendisinden önce hiç bir bilginin yapamadığını yapmış ve cebirin kurucusu olmuştu. İkinci derece denklemlerin köklerini bulma yöntemini geliştiren ve böylelikle cebirin babası olarak anılan El-Horezmi, buluşlarını yazdığı "Kitabü 'l muhtasar fi'l Cebr ve 'l Mukabele" adlı kitabında ortaya koymuş ve onun bulduğu yöntem tüm dünyada 600 yılı aşkın bir süre boyunca kullanılmıştır. Öyle ki, batılıların bu işleme verdikleri Algorism, Algorithm, Algoritma, Logaritma gibi adlar bile Al-Horezmi adının Latince söylenişlerinden başka bir şey değildir.


Batı dillerinde Al-Khwarezmi biçiminde yazılan El-Horezmi, adı NASA tarafından ay'daki kralerlerden birine verilen dünya bilim tarihi açısından çok önemli bir İslam bilginidir. (Özbek Türküdür-SB)  El-Horezmi'nin cebir buluşları olmasaydı insanlık bugün ay'a gitmiş olamayacak ve pek çok bilimsel buluş da yapılamayacaktı.


Bilim Tarihçisi George Sarton, yukarı da aktardığımız değerlendirmelerinde Müslümanları Araplar olarak nitelendirmekte ve bilime yapılan bu katkıları Arapların başarısı olarak göstermektedir. Oysa sözünü ettiği parlak yıllarda İslam yalnızca 'Arapların Dini' olmayıp Türklerin, Farsların diğer soyların katılımıyla değişik kökenden toplumların benimsediği bir dindi. İslam dininin salt Araplardan oluştuğu yıllarda tek bilimsel başarının görülmemiş olduğu, İslam toplumundaki bilimsel başarıların Türklerle Farsların İslamı benimsemesinden sonra, Arapların başka toplumlarla, ülkelerle, uygarlıklarla tanışmasından sonra başladığı, tarihsel bir gerçekliktir. O çağda İslam dünyasında bilimsel yazıların Arap dili ve Arap yazısıyla üretilmiş olması, tüm bilginlerin Arap olduğu gibi bir yanılsamaya ya da bilinçli bir çarpıtmaya götürmüştür kimi batılı aydınları...



Cengiz Özakıncı
İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü 827-1107





*


Erzurumlu İbrahim Hakkı (1757) Marifetname adlı eserinde Prof.Bozkurt Güvenç'in ifadesiyle "Darwin'den yaklaşık yüz yıl önce çağdaş 'Evrim Kuramı'nın bazı ilkelerini' şöyle dile getiriyordu:


"Maddelerin uyuşup birleşmesinden madenler (mineraller, cansızlar), onlardan sırayla bitkiler ve hayvanlar (canlılar) çıkmıştır ortaya. Ve amma, hayvanla insan arasındaki bağlantının en belirgini maymundur. Kıl ve kuyruğundan başka dışı ve içi insana benzer".(GüvTK 201)

Kahire'deki ilk baskısında yer alan aşağıdaki ifadeler daha da ilginçtir ki sonradan evrenle ilgili bu bölümler metinden çıkarılmıştır:

"Bu tür bilgileri çürütmeyi din'in gereği sana kimseler, din'e (inanca) karşı cinayet işlemi sayılır. Çünkü bilgin, akıl yoluyla çıkan doğru'dan değil de, belki dinden kuşkuya düşer. 'Akla aykırı din nasıl olur? sorusunu sormaya başlar" (GüvTK 201, Marifetname 45'den)

Bu ifadeler Erzurumlu Osmanlı bilginin, kendisinden çok önce gelen Bruni ve İbni Sina gibi hür ve akılcı düşünce sahiplerinin bir takipçisi olduğunu göstermektedir.



Türk Dilinin Beş Bin Yılı - Selahi Diker
“Marifetname” (Dr. Ali Akbar Ziaee tarafından İngilizceye çevrilmiştir.)







A hundred years before Darwin (1809-1882), İbrahim Hakki of Erzurum (1757) a Turkish sociologist, scholar, expressed in his book "Marifetname" about 'contemporary some principles of Evolution Theory'.

" With united materials comes mining (minerals, inanimate), in order, plants and animals (animate, living) has emerged. And but, the link between animal and human, the most obvious is the monkey. Apart from hair and tail, exterior and interior are similar to humans." - Selahi Diker (author of TEN THOUSAND YEARS OF THE TURKS AND THE WHOLE EARTH WAS OF ONE LANGUAGE)



(...)


“Islamic Cosmology and Astronomy: Ibrahim Hakki's Marifetname”


Ibrahim Hakki, born in 1703, was a prominent Otoman scientist, religious scholar and Sufi . He wrote many books in various fields, including Sufism, faith, education, dictionary, natural sciences and poetry. His best known book is Maarifetname ( the book of knowledge) that reflects the Otoman perception of the modern science, translated by Dr. Ali Akbar Ziaee.

The Marifetname, is originally an Islamic and scientific encyclopaedia in Turkish, deals with classical scientific subjects such as mathematics, astronomy, medicine and physics, and also offers discussions on modern scientific concepts and makes certain contradictory statements on "Islamic science" and "science."

Ibrahim Hakki wrote in mainly Turkish language besides Arabic and Persian. He also told about his Sufi ideas in his eulogiums, gazelles and quatrains.

In Marifetname, translated with title “Islamic Cosmology and Astronomy: Ibrahim Hakki's Marifetname”, Ibrahim Hakki presents the fundamental theories of Islamic cosmology concerning heaven, hell, barzakh, skies, earth, the planets of our solar system, solar eclipse, lunar eclipse, seas, mountains, and the function of human organs, diseases and other medical issues as well as Islamic mysticism....link








* * * * * 







Kilise hastalıkları cinlerin yaptığını söylüyor


Aziz Paul'e göre, hastalıkları, iblislerin uğursuz bir işiydi. Kilise ileri gelenlerinden Origen şöyle diyordu: "Açlığa, kısırlığa (verimsizliğe) havanın bozulmasına ve salgın hastalıklara yol açanlar, cinlerdir. Bunlar gökyüzünde bulutların arasında gizlenerek dolaşmakta ve kendilerini tanrı olarak gören kafirlerin sunduğu kan ve tütsülerle çekilmektedirler. "


Kilise babaları arasında en etkilisi olan Augustin, şunları yazmıştı: "Hıristiyanları  bütün hastalıkları bu cinlerin işidir; bu cinler en çok da yeni vaftiz olmuş Hıristiyanlara ve hatta yeni doğmuş masum bebeklere eziyet çektirmektedirler." Papa V. Pius'un emirleriyle bütün doktorlara, "vücut zayıflıklarının genellikle günahtan kaynaklandığı " gerekçesiyle "bir maneviyat doktoruna" başvurmaları şart koşuldu.


Hastalığın nedeninin iblisler ve kötü ruhlar olduğu kabul edilince, tedavi de doğal olarak kutsal emanetler, vb. gibi araçlarla bu iblis ve kötü ruhların defedilmesiydi. Böylece şifalı kutsal nesnelere sahip olduğu bildirilen kilise ve manastırlara büyük paralar akmıştır. Kilise'ye göre aşı yaptırmak Tanrı'yı kızdıyordu. Çiçek hastalığı ve kolera gibi bulaşıcı hastalıklar da Kilise'ce İlahi Takdir'den sayıldığı için, bunlara karşı aşı yaptıranlar şiddetle kınanıyordu. Kilise'ye göre, çiçek hastalığı, insanların işledikleri suçlara karşılık olarak Tanrı'nın verdiği bir cezaydı. Tanrı'nın verdiği cezayı aşıyla etkisiz kılmaya çalışmak, Tanrı'yı daha da kızdırırdı. 


Kilise'nin bu saptamalarına inanan Hıristiyanlar, çiçek hastalarına aşı uygulayan Dr. Boylston'un* bulunduğu bir eve ateşlenmiş bir el bombası attılar. Aşı yaptırmayı savunanlar, Hıristiyan din adamlarınca dinsiz, kafir diye damgalandılar. Gelgelelim, gerçekler çok güçlüydü: İnsanlar aşılanınca yaşıyor, aşılanmayınca ölüyordu. Bu nedenle Kilise, aşılanmayı en sonunda kabul etti, ama aşılanmaya karşı direniş hiçbir zaman tümüyle kırılmadı. Oysa Çin'de, Ortaasya Türklerinde ve Hindistan'da çiçek aşısı neredeyse bin yıldan uzun bir süredir bilinip kullanılmaktaydı.


Çiçek aşısı, yaklaşık 910 yıllarında bir İslam Bilgini olan Ebubekir Muhammed İbn-i Zekeriya el-Razi'nin* yazılarında yer almış, bu yazılar daha sonra Latince'ye çevrilerek Hıristiyan Avrupa'ya yayılmıştı. (Rhazes de variolis et morbilles arabic et latine:)



Prof. Dr. Rengin Dramur*, çiçek aşısının Hıristiyan Batı'dan bin yılı aşkın bir süre önce Doğu' da bilinip kullanıldığını, bu aşının İslam bilginlerinin yapıtlarının Latince'ye çevrilmesiyle Batılılar tarafından öğrenilip kullanılmaya başladığını bir yazısında şöyle anlatmaktadır:


Ebubekir Razi çiçek ve kızamık için bir risale yazmış ve İbni Sina da çiçekten bahsetmiştir. Razi'nin Kitab-ül Hasbetü vel Cüdari isimli risalesi çiçek üzerine yazılmıştır. Eski Yunanlılarla, Romalıların çiçek hastalığından haberi olmadığına en iyi kanıt, Hipokrat ile Calinos'un kitaplarında bu hastalıklardan hiç bahsedilmemesidir. (Uzluk, F.N: Genel Tıp Tarihi, Ankara 1958, A. Ü. Tıp Fak. Yay. Savı: 68, s.195.) 


Osmanlı Devleti'nde uygulanan Türk usulü çiçek aşısı Hint usulü çiçek aşısına çok benzer. Bu tarz aşının 1055'te Kafkaslar'a kadar yayılan Selçuklularla oradan Önasya'ya gelmiş olması muhtemeldir. Türkiye'deki çiçek aşısı üzerine ilk defa 1713'te Latince neşriyat yapan Latin asıllı Osmanlı hekimi Emanuel Timonius da bu aşının Asya'da tatbik edildiğini ileri sürmektedir. 1711 ve 1712'de Osmanlı İmparatorluğu'nu gelip gören Fransız seyyahı Aubry de la Motraye 1712 Mayıs'ında Emanuel Timonius'a İstanbul'da çiçek aşısı uygulamasını anlatmıştır. 


Timonius da bu husustaki görüşlerini Latince olarak yazıp Motraye'a veriyor ki 1713'te Latince olarak kaleme alınan bu makale Türkiye'deki çiçek aşısı usulü hakkında ilk bilimsel yazı olup sonra Anbry de la Motraye'ın seyahatnamesinin 2. cildinin son kısmına ekli olarak 1727'de neşredilmiştir. (The voyages and travels of A. De la Mottraye vol.ii:)



Batılılar çiçek aşısı fikrini Lady Montagu vasıtasıyla Türklerden almışlardır. Türkiye bu aşının Avrupa'ya geçmesinde köprü vazifesini görmüştür. Lady Montagu İngiliz Devleti'ne 1716'da Osmanlı İmparatorluğu mezdine gönderdiği elçinin eşidir. Edirne ve İstanbul'da kaldığı süre içinde dostlarına yazdığı mektuplar 1761 'de ölümünden sonra bir dostu tarafından yayınlanmıştır. O günden beridir bunlar "Şark Mektupları " adı ile İngilizce'den başka dillere de çevrilmiştir. (Çiçek salgınının kasıp kavurduğu Hıristiyan Batı, Türkiye' deki çiçek aşısı uygulamasından bu mektuplar aracılığıyla bilgilenmiştir.)

Çiçek aşısını Müslüman Türklerden ve İslam bilginlerinin Latince'ye çevirdikleri yapıtlarından öğrenen Batı'lı doktorlar, bunu uygulamaya kalkışınca Kilise tarafından dinsiz, kafir olarak suçlanmışlar, Kilise gökbilim alanındaki gerici vahşi tutumunu tıp bilimi alanında da göstermiştir.



Cengiz Özakıncı
İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü












* Prof.Dr.Rengin Dramur, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, dentoloji ve Tıp Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, "Osmanlı Devleti'nde Çiçek Aşısı Uygulaması" başlıklı yazısından. (Uluslararası IV. Türk Kültürü Kongresi Bildirileri 4-7 Kasım 1997, Ankara , Cilt 3, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları



* Doğu'dan öğrendiği çiçek aşısını Amerika'da uyguladığı için evi Hıristiyanlarca bombalanan Dr.Z.Boylston'un yazıları: An Historical Account of the Smallpox inoculated in New England,1766 - ayrıca ABD'nin ikinci Başkanı John Adams'ın da büyükamcası; * 1799 yılında ABD Başkanı John Adams, Portekiz‟deki Amerikan elçisi William L. Smith başkanlığındaki bir heyeti Osmanlı Devleti ile bir dostluk ve ticaret antlaşması yapması için görevlendirmiştir. Ancak Fransızlar ve İngilizler ile yapılan savaşlar nedeniyle Başkan Adams‟ın isteği gerçekleşememiştir. (Osmanlı Devleti Dönemi Türk-Amerikan İlişkileri (1795-1914) /Y. Güler) (OSMANLI - KORSANLAR - AMERİKA ; ve;  "GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRK- AMERİKAN İLİŞKİLERİ" R.Durmuş)



* ve Jennifer Lee Carrell'in onun başına gelenleri anlatan kitabı: The Speckled Monster: A Historical Tale of Battling Smallpox By Jennifer Lee Carrell

"The Speckled Monster transports readers back to the early eighteenth century to tell the historical tales of Lady Mary Wortley Montagu (1689-1762) and Dr. Zabdiel Boylston (1679-1766, also the great uncle of John Adams, 2nd President of the United States-SB), two unlikely heroes who helped save London, Boston, and eventually the whole world from the deadliest disease humankind has known.  After barely surviving the agony of smallpox themselves, they were safely beyond its reach. Their children, however, were not. In 1721, Western medicine was helpless against “the speckled monster,” and Lady Mary and Dr. Boylston knew it. Turkish women and West Africans, however, practiced a strange and disturbing operation they swore by. No more than a handful of Europeans had the openness of mind to sift through the evidence and conclude that it just might work. Only Lady Mary and Dr. Boylston had the courage to try it. As survivors, however, they could not test it on themselves. In the face of swelling epidemics, they had to risk the very people they were trying to save: Their children. Almost instantly, they found themselves at the center of a storm of controversy…link



* "Çiçek Hastalığı, ilk defa Razi tarafından meşhur eserinde tanımlanmıştır. O ve sonra İbni Sina ve diğer 10. ve 11. yüzyıl Müslüman yazarlar, hastalığın Doğu'da çok yaygın olduğunu bildirmişlerdir. Şurası aşikar ki çiçek Yakın Doğu'da 7.yüzyıldan önce biliniyordu. Daha eski zamanlarda ise hastalığın mevcudiyeti müphemdir. Eski Yunan ve Roma devri yazarların arasında çiçek hastalığı diye tanımlanabilecek bir kayıta rastlanmaz. Üçüncü ve altıncı yüzyıl Çin ve Hint tıp kaynaklarında hastalığı ima eden bazı yazılar mevcuttur."- Dr.George Rosen : Türk Dilinin Beş Bin yılı, Selahi Diker  )



* Asıl adı Muhammed bin Zekeriya olan Ebu Bekir el Razi, Rey  kentinde MS 864 yılında  doğmuş ve yine aynı kentte MS 925 yılında ölmüştür. Fizik , felsefe, tıp, kimya alanlarında eserler vermiştir. Başlangıçta fakir iken daha sonraları Gazne-Türk sultanı Gıyâseddin el-Gürî ve Harezm-Türk Sultanı Alâuddîn Muhammed ibn Tökeş (Tekiş) gibi bazı hükümdarlar katında itibar gördükten sonra birçok sultan, emîr ve vezir tarafından kendisine verilen hediyelerle zenginleşmiş ve müreffeh bir hayat geçirmiştir. Türk ve Acem olduğu konusunda tartışmalar olan Ebu Bekir el Razi, doğduğu şehir olan Rey'de felsefe, matematik, doğa bilimleri ve astronomi eğitimi yaptıktan sonra Bağdat ve başka İslam şehirlerinde öğrenimini tamamladı. Daha sonradan da Tıp öğrenimi gördü. Rey ve Bağdat hastanelerinde başhekim olarak çalışan Razi'nin eserlerinin hemen hemen hepsi Latinceye çevrilmiştir. Tıp alanında yazdığı el-Havi adlı ansiklopedi 17. yüzyıla kadar en önemli başvuru kaynağı olmuştur. 

İlk göz ameliyatı, sülfürik asitin keşfi, alkol ve tıpta kullanımı (Antisepsi'nin keşfi), su çiçeği ve kızamığın ilmi esaslarla birbirinden ayrılması, modern kimya ile kimya mühendisliğinin arasındaki geçişin kurulması, allerjik astım üzerine yazılan ilk makale gibi bir çok çalışmayla tanınır.


Ebu Bekir el Razi'nin önemi İslam dünyası içinde ilk defa doğa felsefesini savunan kişi olmasıdır. İS 750 yılından sonra Türk ve Pers kültürlerinin katılmasıyla kozmopolit bir hal alan İslam her alanda ilerleme kaydetmeye başlamıştır. Bu dönemde birçok İslam şehrinde büyük kütüphaneler kurulmuştur. Bunlar aynı zamanda araştırma merkezleriydi. Antik çağa ait birçok kitabın çevirileri yapılmıştır. Ebu Bekir El-Razi, İslam içindeki önemli akımlarla çatışmaya girmiş ve İslam uygarlığı içinde Thales benzeri bir gelenek kuramamıştır. Daha sonraları Moğol istilası ve Haçlı seferlerinin sonucu olarak bu gelişme durmuştur. Bilhassa Moğol istilası bu elde edilen gelişmelere büyük darbe vurmuştur. Sadece Sivas kütüphanesinin yakılmasında 250.000 kitap yok olmuştur. Tahran yakınlarında kurulan Razi Enstitüsü onun adına kurulmuş olup, doğduğu 27 Ağustos günü her yıl İran'da tıp bayramı olarak kutlanmaktadır. (link:)




* Abbâsîlerin ilk dönemlerindeki İslam kültür ve medeniyetinin en verimli çağlarından sonraya rastlayan bu dönem İslam tarihinin karışık ve çalkantılı dönemlerinden birisidir. Merkezî otoritenin zayıflaması ve Haçlı İstilaları bu devrin başlıca siyasi olaylarıdır. Mezhep kavgaları ve bazı siyâsî çekişmelerle zayıflamış olan Abbâsî hilâfeti (132-656/749-1258), dışarıdan kaynaklanan siyasî, dinî, fikrî ve iktisadî bir çok baskı sebebiyle otoritesini iyice kaybetmişti. 


Öyle ki, devletin sınırları içerisinde kendi bağımsız nüfûzları ile hareket eden, halifenin sadece manevî otoritesini tanıyan beylikler ortaya çıkmıştı. Gazneliler (352-582/963-1186), Selçuklular (432-552/1040-1157), Gurlular (493-612/1100-1215), Harzemşahlar (570-628/1077-1231) Râzî’nin yaşadığı dönemde varlıklarını koruyan devletlerin önde gelenlerindendir. Râzî’nin bu devletlerle çeşitli münasebetlerle ilişkileri olmuştur. Özellikle Harzemşahlar ve Gurlular’ın hükümdarları Râzî’ye büyük saygı göstermişler, kendisi için birer medrese yaptırarak derslerinde hazır bulunmuşlardır. Râzî, Alaaddin Harzemşah’ın oğlu Muhammed’in hocalığını yapmış, Şihâbeddin Gûrî’ye de yüklü miktarda borç para vermiştir.


Sosyal, siyasî, dinî ve ekonomik sebeplere dayanan Haçlı Seferleri (493-667/1096-1270) bu dönemde de sürmektedir. Anadolu Selçukluları, Eyyûbîler ve Memlûkler’in mücadele ettiği Haçlı Seferleri, İslam dünyasında büyük tahribata neden olmuş, ayrıca Hıristiyan dünyası İslam kültür ve medeniyetini yakından tanıma imkânı bulmuştur. Haçlı Seferleri’nin yanı sıra batıda İspanyollar, Endülüs Emevîlerine karşı üstün bir konuma gelmeye başlamışlardır.


Râzî’nin yaşadığı dönem, ilmî faaliyetlerde yavaşlamanın başladığı dönem olarak kaynaklarda zikredilmektedir. Haçlı ve akabinde Moğol istilaları, getirdikleri kültürel etkileşimin yanında, ilmî yönden İslam kültür ve medeniyetine büyük bir darbe vurmuştur.... Râzi’nin Ziyauddin adındaki büyük oğlunun da asker olduğu ve Sultan Muhammed Tekiş’e hizmet ettiği bilinmektedir.... Kendisine ait 50 tane Türk muhafızdan da bahsedilmektedir.



FAHREDDİN ER-RÂZÎ VE İ'TİKADATU FIRAKI'L MÜSLİMİN VE'L-MÜŞRİKİN ADLI ESERİNİN MEZHEPLER TARİHİ YAZICILIĞINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ - Ahmet Kara / pdf




DOĞU İLE BATI !..
MÜSLÜMAN OLARAK DEĞİL, ETNİĞİ İLE BELİRTİN, TIPKI “BATILILARIN”  
KENDİLERİNİ ÖVEREK BELİRTTİKLERİ GİBİ....

BU TİP OLAYLAR, BİR ULUSUN MEDENİYET ÖLÇÜSÜDÜR.



Okuyalım, okutalım
SB




19 Aralık 2015 Cumartesi

ISMAIL AL JAZARI MACHINES AND NEW TECHNOLOGIES


for the photo: Metropolitan Museum
again, did not mention that he is a "Turkish" Scientist
I condemn you 




Al-Jazari was a 12th Century Turkish Scientist, Engineer and writer. His full name was Badi Al-Zaman AbulI-Izz Ibn Ismail Ibn Al-Razzaz Al Jazari. He lived in Diyarbakir region in Turkey (1206 AD). As his town name is Cizre, the modern Turkish scripting of Jizra , his last name is known as Jazari. Badi Al Zaman means “prodigy of the Age” and was applied to other well-known men. He served twentyfive years the Artuks,(Artiquids/Artuklu) a Seljuk Turkish dynasty in Diyarbakir, as a chief engineer – as did his father before him.

Artuklu were divided into two main branches, descended from two sons of Artuk Bey, İlgazi Bey and Sökmen Bey. Artuk Bey took in 1086 Jerusalem and he died there. Hasankeyf, Mardin and Harput was ruled by Artuklu Dynasty. Hasankeyf was build by Sökmen Bey and was the capital city, later they moved to Diyarbakır. İlgazi Bey was in Mardin and Melik İmameddin Ebubekir was in Harput. Al Jazari’s masters belonged to the Sökmen branch of family.

He authored and drawed 60 inventions in his book "Al-Jami Bain Al-Ilm Wal-Amal Al-Nafi Fi Sinat'at Al-Hiyal" (The Book of Know-ledge of Ingenious Mechanical Devices). Kitab al-Hiyal is an interesting work on automatic control mechanism, fountains, devices, pipes, valves and siphons. The importance and originality of Kitab al-Hiyal is due to its being an earlier example of the automatic control studies in the history. Al-Jazari wrote his book in Arabic alphabet that was dynasty palace’s language at that time.

There are a number of manuscripts of Jazari’s work in Oxford, Leiden, Paris, Dublin and İstanbul. Equally cranks may have first been documented by Al Jazari – 300 years before western engineers achieved this (Francesco di Giorgio Martini and Leonardo Da Vinci). He used some kind of symbols for understanding of his drawings like using of electronic circuits. We found that his machine drawings and manufacturings quite qualified understanding.

Prof. Lynn White Jr. writes: "Segmental gears first clearly appear in Al Jazari, in the West they emerge in Giovanni de Dondi's astronomical clock finished in 1364, and only with the great Sienese engineer Francesco di Giorgio (1501) did they enter the general vocabulary of European machine design". He is also regarded as one of the first recorded designers of a humanoid robot (cybernetics).


Abdullah UZUN, Fahri VATANSEVER
Sakarya University, Technical Education Faculty
acta mechanica et automatica, vol.2 no.3 (2008)



"Al-Jazari, a Turkish engineer of the 13th century whose achievements include the crank, the camshaft, and the reciprocating piston."

Masood, Ehsan.2009 , 
Science & Islam : A History



Eski Hendek Türk Artuklu, 13.yy. Cizre : link
Old Moat - Artiquid Turks Period 13th c - Cizre
A dragon and centaur 



The Castle Water Clock

I was fervently attached to the pursuit of this subtle science [of machines] and persisted in the endeavour to arrive at the truth. The eyes of opinion looked to me to distinguish myself in this beloved science. Types of machines of great importance came to my notice, offering possibilities for types of marvellous control.
Badi al-Zaman al-Jazari, Turkiye, 1206

Bu ince bilimin [makinelerin] peşine hararetle düştüm ve gerçeğe ulaşma çabamda ısrarcı oldum. Bu sevgili bilimde farkımı ortaya koymam için tüm gözler bana çevrilmişti. Büyük öneme sahip makine türleri dikkatimi çekti ve muhteşem kontrol türleri için olanaklar sundu.
Badi al-Zaman El-Cezerî, Türkiye, 1206
(Ebu’l-‘Izz Isma’il b. Er-Rezzaz El-Cezeri )




Ismaeel al-Jazari was an inventor and engineer who lived in Mesopotamia during the late 12th and early 13th centuries.

Very little is known about al-Jazari’s life, though it is thought that he served as chief engineer and adviser at the Artuklu Palace, the residence of the Mardin branch of the Turkish Artuqid dynasty. In 1206 he presented his sultan with the Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices, which provides great insight into craftsmanship and engineering in medieval Arab society. Al-Jazari described in detail a number of machines and practical devices including a water wheel and several clocks, alongside instructions on how to construct them. As well as having a practical function, many of the devices were eccentrically or fancifully designed. Examples include his ‘peacock’ fountain, a hand-washing device featuring humanoid automata as servants offering soap and towels....link






Türk Teknoloji Tarihinden İki Örnek; Cezerî ve Takîyüddîn

Bu araştırmada amaç bilim tarihine Türklerin yaptıkları katkıları göstermek için iki bilim adamımızın yaptıkları çalışmaları tanıtmak ve teknoloji tarihindeki yerlerini belirlemektir. Bu amaçla, bu çalışmada 13. yüzyıl bilim adamlarından Cezerî’nin (13. yüzyıl) el-Câmi‘ Beyne’l-‘İlim ve’l-‘Ameli’n-Nâfi‘fî Sın‘ati’l-Hiyel (Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar) ve 16. yüzyıl bilim adamlarından Takîyüddîn’in (1521-1585) Kitâb et-Turukü’s-Seniyye fî el-Âlâti’r-Rûhâniyye (Otomatlar Üzerine Yüce Yöntemler) adlı kitapları incelenmiş ve teknoloji tarihindeki yerleri belirlenmeye çalışılmıştır.

Yunan Dünyası’nda hava, boşluk ve denge prensipleri üzerine Ctesibios (M.Ö. 3.yüzyıl), Philon (M.Ö. 2. yüzyıl) ve Heron (M.Ö. 1. yüzyıl) tarafından çalışmalar yapılmış ve bu çalışmalar sonucunda da çeşitli araçlar geliştirilmiştir. Yine bunların arasında Archimedes’i (M.Ö.287-212) de saymak gerekir. Bu çalışmalar çevirilerle İslâm Dünyası’na aktarılmış ve bu çalışmaları, Benû Mûsâ (9. yüzyıl), Fârâbî (874-950), Hâzînî (yaklaşık 1100’ler) ve Cezerî’nin (13. yüzyıl) çalışmaları izlemiştir.

Mûsâ Kardeşler’den Ahmed’in yazmış olduğu Kitâbü'l-Hiyel (Makine Yapımı) adlı eser bu konudaki özgün eserlerden birisidir. Ahmed bu kitabında hava, boşluk ve denge prensiplerini temele alan yüz aracın tasvirini vermiştir. Bu araçlar, sihirli ibrikler, fıskiyeler, lambalar, su seviyesini sabit tutan araçlar, kaldıraç ve körüktür. Bu araçların yapımında düz, çift ve kıvrık sifonlar, şamandıra yoluyla valf kontrolü ve hava kontrol mekanizmaları kullanılmıştır. Yine Fârâbî de hava ve boşluk üzerine çalışmış ve konu hakkındaki görüşlerini Risâle lî-Ebî Nasr el-Fârâbî fî’l-Halâ (Boşluk Üzerine) adlı bir risâlede vermiştir. Hâzînî’nin ise denge konusunda yazdığı Kitâb Mizânü'l-Hikme (Bilgelik Ölçüsü) adlı kitabı oldukça önemlidir. Hâzînî bu kitabında su terazini olağanüstü bir denge aracı haline getirmiş ve “Mizânü'lCâmî‘” (Toplayan Terazi) adında bir terazi yapmıştır. Bu konudaki en önemli isim Cezerî’dir. İkinci örneğimiz ise, 16. yüzyılda Osmanlılar'ın en önemli astronomi bilgini olan Takîyüddîn’in Kitâb et-Turukü’s-Seniyye fî el-Âlâti’r-Rûhâniyye adlı kitabıdır. 



Yrd. Doç. Dr. Yavuz Unat - devamı PDF'de
Türk Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi ("Türk Teknoloji Tarihinden İki Örnek: Cezerî ve Takiyüddîn" adlı bildiri ile), Türk Bilim Tarihi Kurumu Derneği, TÜBİTAK, Türk Tarih Kurumu, İSAR Vakfı, İSKİ, Türkiye Kimya Derneği ve Su Vakfı tarafından Đstanbul'da 15-17 Kasım 2001 tarihleri arasında düzenlendi (("Türk Teknoloji Tarihinden İki Örnek: Cezerî ve Takiyüddîn", 1. Türk Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi Bildirileri (15-17 Kasım 2001), Türk Teknoloji Tarihi, Yayına Hazırlayanlar: Emre Dölen, Mustafa Kaçar, İstanbul 2003, s. 75-94. 







Dünyanın ilk sibernetik bilgini ve 60 makinenin mucidi İsmail Ebul-İz El-Cezeri 
ve İstanbul Gözlemevi'ni kuran Takîyüddîn, Türk'tür.



2 Eylül 2015 Çarşamba

Neden "Türk Kültürü ve Medeniyeti" denmez?



Isaac Newton için; "İNGİLİZ fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof, ilahiyatçı"
Nikola Tesla için ; "SIRP kökenli AMERİKALI mucit, fizikçi"
Thomas Alva Edison için ; "AMERİKALI mucit"


denilirken, hiç te "HIRİSTİYAN" mucit falan denmiyor. Hatta bu kategoride bile arayamazsınız, ama İslam Mucitleri, İslam Matematikçileri, İslam Sanatı mevcuttur.



Lakin, 


Tıpta, bilimde "Büyük Üstad" olarak anılan İBNİ SİNA ;
Sıfırı bulan, Ay'da bir kratere adını verdikleri, CEBİR'in babası HAREZMİ ;
Astronom , matematikçi ALİ KUŞÇU ;
Da Vinci'yi bile etkileyen "EL-CEZERİ" ;


gibi TÜRK mucitler "TÜRK" yerine "İSLAM" olarak tanıtılmaktadır. Nedense! Türklerin siyasal kimliğini belirlemede İslamlık/Müslümanlık öne çıkmaktadır.




Çiçek aşısının muciti TÜRKLER'dir. 




Çiçek aşısını yapan Yörükleri (Türk’tür farklı bir etnik yapıştıran batılılara inat) görüp bizzat deneyimleyen, İngiltere’nin İstanbul seferinin eşi Lady Montagu 1718 yılında bu olayı İngiltere'ye götürmüş, Kraliçe’nin izni ile hükümlülerin üstünde denetmiştir. Bu tarihten sonrada İngilizler tarafında icat edildiği öne sürülmüştür. "1798 de ilk çiçek aşısının öncüsü, dünyanın ilk aşısı" (ENGLİSH physician and scientist who was the pioneer of smallpox vaccine, the world's first vaccine) diye tanıtılan Edward Jenner ; ya da


(a FRENCH chemist and microbiologist , was also impressed , discovered the principles of vaccination, microbial fermentation and pasteurization, and invented the first vaccines for rabies and anthrax) diye tanıtılan aşılama sisteminden esinlenerek kuduz aşısını icat eden Louis Pasteur gibi birçok bilim adamına esin kaynağı olmuştur.


Ortalıkta Türk ‘ün adı yoktur! Ha, İngiltere’de bir plaket hazırlayıp yazmışlardır. “Lady Montagu Türkiye’den getirmiştir” diye, ama bilenlerin sayısı o kadar az ki, siz anlatsanız bile, size uzaylıymışınız gibi bakar. Batılılar gururla yaptıklarını anlatırken, öğretirken, “biz” bırakın uzak tarihi , yakın tarihte yaptıklarımızı bile anlatmama gibi bir huyumuzla önemsemiyoruz….Halbuki bu tip olaylar bir ulusun medeniyet ölçüsüdür.


Bunun yanında İtalyan Giuseppe Adami ve Renato Simoni tarafından bestelenen Turandot operasını yazan bir Farslı değil Türk'tür; NİZAMİ GENCEVİ'nin destanıdır, ama dünya Turandot'u Fars destanı / İtalyan operası diye alkışlar....


İlk gözlemevi bir Türk olan ULUĞ BEY tarafından 1428-1429 kurulmuşken, Avrupa'ya 1467-71 yıllarında Oradea Romanya'da kurulmuştur. Türklerin yoğun olarak gittiği, yerleştiği, yurt tuttuğu yerlerdir; İskitler-Hunlar-Avarlar-Kıpçaklar- Osmanlılar.....ama "Avrupa'ya ilk kez Uraniborg adasında Danimarka Kralı II.Frederick tarafından 1576 da kurulmuştur" der Britannica Ansiklopedisi....


Batılılar siyasal/etnik kimlikleriyle tanıtılırken, "bizimkilerden bazıları" dahil batı nedense Müslüman/İslam diye ya da Türk yerine başka etnik kimliği ile tanıtıyor, tanıtılıyor.


Aynı şeyi müzelerdeki eserlerin açıklamalarında da görürüz. "Hıristiyan eserleri" yoktur ama "İslam eserleri" çoktur...siyasal/etnik kimliksizdir....Selçuk-Türk veya Safavid-Türk eserleri değildir adları, ayrıca Safavid Fars olarak tanıtılır!... Navajo Culture, Assyrian Culture, Persian Culture, Greek Culture, Roman Culture, Chinese Culture, Etruscan Culture …derseniz karşınıza binlerce veri çıkar, lakin Turkish Culture diyince ZERO…. Siz, Türk Kültürünü tanıyıp kendiniz çıkarmak zorundasınız. İsim haklarımızı çalmayın, çaldırmayın......




Örnekler : 
• Textile Fragment
Object Name: Fragment
Date: ca. 1570–80
Geography: Turkey, probably Istanbul
Culture: ISLAMIC



• Bronze coin of Fakhr al-Din Qara Arslan
Artuqid dynasty, AD 1144-67
A fascinating and unique series of bronze coins were struck by dynasties of Turkoman origin during the twelfth and thirteenth centuries, in the area known as the Jazira, 'the island' between the Tigris and the Euphrates rivers.


Açıklamasındaki ARTUQID’ler kimdir? TURKOMAN kimdir? Bilen “batılı halk” öne çıksın lütfen!



• Incense burner
Hegira 9th–10th century / AD 15th–16th century, Mamluk
Brass engraved with tar inlay


MAMLUK kimdir? “Batılı Halk” biliyor mu? Ki eserler İSLAMİC ART adı altında toplanmıştır.



Şimdi kalkıp biri de bana "sen müslüman düşmanlığı, etnik ayrımcılık yapıyorsun" derse, içinden geçirdiği her türlü düşünceyi aynen iade ederim! Kim ayrımcılık yapıp bir kültürün, sanat eserinin, bilim adamlarının etnik kimliğini saklıyorsa, ki bunu yapan genelde batılılardır, düşman odur. Onlar söyleyip yazarken alkış tutuyor da, biz söyleyip yazarken faşist ve ırkçı mı oluyoruz?. Göremeyen naiftir, kördür ve şeytanda ayrıntıda gizlidir!



Servet Somuncuoğlu’nun da dediği gibi:

“Bu resimler Orta Asya devletleri arasındaki münasebetleri aydınlatması açısından kültürdeki beraberliği ortaya koyar. Yani, Tarihin eski devirlerinde adı, “Ahmet” dir, “Mehmet” dir ya da başka bir şeydir. Bugün Batılılar kesinlikle Türk demiyorlar.

Saka, İskit, Tagar, Taştık, Andronova, Afenasyova vs… diyorlar ama asla Türk demiyorlar. Burada temel bir kültür kodu vardır. Bu temel kültür kodunu bugün biz Türk olarak tanımlanan kültür çevresi içinde görüyoruz. Yani, Orta Asya’daki bu kaya resimlerinin arkeolojik alanlardaki kültürün takipçisi Türk kültür çevresi içinde yaşayanlar Türklerdir. O nedenle bugün bizim hepsine birden Türk dememiz lazımdır.

Onlara Türk dediğimizde ve temel kültürde bunu açtığımızda üst kimlik olarak siz Türk’ü koyduğunuzda alt kimlikte: Kazak, Kırgız, Altay, Hakas, vs… bunlar olabilir. Yani bu çeşitliliktir.
Mesela Yunan medeniyetinin içinde bir çok uygarlıklar var, küçük küçük site devletlerinden oluşuyor. Ama en başa “Yunan Medeniyeti” ibaresi konur. Yine aynı şekilde Hint Medeniyeti içinde yüzlerce unsur var ama “Hint Medeniyeti” deniliyor.

Eski çağlara göre 5 büyük medeniyet sayılır: Çin, Mısır, Yunan, Hint, Mezopotamya. Tabii bir altıncı medeniyet vardır. O da Türk medeniyetidir. Bu gerçek artık bilimsel olarak kabul edilmek zorundadır. Türk medeniyeti vardır; kendine has bir yaşam üslubu vardır, doğaya, çevreye, insana bakış açısı vardır. Toplumsal hiyerarşisini oluşturmuştur, devlet sistemini oluşturmuştur siz bunu yok sayamazsınız.”



Saygılarımla,
Semra Bayraktar




Çiçek Aşısı: 
Sarah Chiswell'e, Edirne, 1 Nisan 1717

"... Bizde pek çok yaygın ve çok zalimane olan çiçek hastalığını burada keşfettikleri bir aşı ile önlüyorlar. 
Bir çok kocakarının sanatları sırf bu ameliyatı yapmak. 

Aşılanma için en uygun zaman sıcakların sonu, sonbaharın başlangıcı. O zaman aile resileri ailelerinde çiçek hastalığına tutulmuş kimse olup olmadığını öğreniyor ve bir kaç aile toplanıyorlar. Sayıları onbeş onaltıyı bulan aile toplulukları bu aşıcı kocakarılardan birini çağırıyorlar ve ceviz kabuğu içine doldurulmuş çiçek hastalığı aşısını hangi damardan açılmasını isterlerse, o damarı büyük bir iğne ile açtıktan ve iğnenin ucu kadar aşıyı buraya koyduktan sonra yarayı bağlıyor ve 
üzerine bir ceviz kabuğu yapıştırıyorlar.

Bütün bu ameliye sırasında en küçük bir acı hissedilmiyor. Aynı şeyi dört beş damara daha yapıyorlar. Rumlar haç taklidi yapmak için birer tane kollarına bir tane de alınlarına yaptırıyorlar, ama bunun neticesi fena. 
Çünkü bu ufak yaralar yer ediyor.

Aşı için vücudun kapalı yerleri seçiliyor. Aşılanan çocuklar sekiz gün kadar oynuyorlar, bir şey olmuyor, daha sonra bir sıtmaya tutuluyorlar ki iki gün, üç gün yatakta yatıyorlar. Yüzlerinde yirmi, otuz sivilce çıkıyor. Fakat sekiz gün içinde hiç hastalığa tutulmamış gibi oluyorlar. Açılan yaralar hastalıkları boyunca akıp çiçeğin zehrini atıyor, başka taraflara yayılmasına mani oluyor. Her sene binlerce çocuğa aynı ameliye yapılıyor.

Fransa Sefiri, başka yerde yapılan banyolar gibi, burada da eğlence olsun diye herkes çiçeğe yakalanıyor, diyor. Aşıdan kimse ölmüyor. Aşının faydasına inandığım için sevgili yavruma da yaptırmaya karar verdim. Vatanımı çok sevdiğim için aşının oraya da girmesini çok isterim. Doktorların, kendi menfaatlerini insanlığın iyiliğine feda edebilecek ve gelirlerinin büyük bir kısmını gözden çıkarabilecek kadar fedakar olabileceklerine inansam bunu onlara yazmaktan geri durmazdım. Bilakis onları kızdıracağımı zannediyorum. Büyük bir hata işlemiş olursam tehlikeli olur. Maamafih, İngiltere'ye döndüğüm zaman onlara bir harp ilan ederim. Kahramanca gayretimi taktir ediniz, vs..."

Lady Montaque
Türkiye Mektupları - Tercüman yayınları




TÜRK KÜLTÜRÜ VE MEDENİYETİ


Eng.



They say:
For Isaac Newton; "ENGLISH physicist, mathematician, astronomer, inventor, philosopher, theologian"
For Nikola Tesla; "SERBIAN-AMERICAN inventor, physicist"
For Thomas Alva Edison; "AMERICAN inventor"


but not "Christian" inventor...In fact, you can not search in "Chtistian" category. On the other side you can search as "Islamic Inventors", "Islamic Mathematicians" "Islamic Art" are available...


However, Turkish inventors as;


* In medicine, in science, known as "Grand Master"; Ibn Sina (known to Europeans as Avicenna) = İbni Sina


* Finder of zero, they gave his name to a crater on the moon, the father of Algebra; Al-Khwārizmī = Harezmi


* Astronomer, mathematician; Ali Qushji or Ali Kuschu = Ali Kuşçu


* The real father of engineering (even influenced Da Vinci) ; "Al-Jazari" = El-Cezeri


instead of "Turkish" they are presented as "ISLAMIC". Somehow, determination of the political identity of the Turks is Islamic..! Or with false ethnic identity....




The inventor of the smallpox vaccine are the Turks.




To Mrs Sarah Chiswell, Adrianople (Edirne), April 1,1717

The small-pox, so fatal, and so general amongst us, is here entirely harmless by the invention of ingrafting, which is the term they give it. There is a set of old women who make it their business to perform the operation every autumn, in the month of September, when the great heat is abated. People send to one another to know if any of their family has a mind to have the small-pox: they make parties for this purpose, and when they are met (commonly fifteen or sixteen together), the old woman comes with a nut-shell full of the matter of the best sort of small-pox, and asks what veins you please to have opened. She immediatley rips open that you offer to her with a large needle (which gives you no more pain than a common scratch), and puts into the vein as much venom as can lie upon the head of her needle, and after binds up the little wound with a hollow bit of shell; and in this manner opens four or five veins. 

The Grecians have commonly the superstition of opening one in the middle of the forehead, in each arm, and on the breast, to mark the sign of the cross; but this has a very ill effect, all these wounds leaving little scars, and is not done by those that are not superstitious, who choose to have them in the legs, or that part of the arm that is concealed. 

The children or young patients play together all the rest of the day, and are in perfect health to the eighth. Then the fever begins to seize them, and they keep their beds two days, very seldom three. They have very rarely above twenty or thirty in their faces, which never mark; and in eight days' time they are as well as before their illness. Where they are wounded, there remain running sores during the distemper, which I don't doubt is a great relief to it. Every year thousands undergo this operation; and the French embassador says pleasantly, that they take the small-pox here by way of diversion, as they take the waters in other countries. 

There is no example of any one that has died in it; and you may believe I am very well satisfied of the safety of the experiment, since I intend to try it on my dear little son.

I am patriot enough to take pains to bring this useful ivention into fashion in England; and I should not fail to write to some or our doctors very particularly about it, if I knew any one of them that I thought had virtue enough to destroy such a considerable branch of their revenue for the good of mankind. But that distemper is too beneficial to them not to expose to all their resentment the hardy wight that should undertake to put an end to it. Perhaps, if I live to return, I may, however, have courage to war with them. Upon this occasion admire the heroism in the heart of your friend, & c.

Mary Wortley Montagu
The letters and works of Lady Mary Wortley Montagu


Lady Montagu, wife of England ambassador, of İstanbul, saw personally, and experienced the Smallpox vaccine which Nomads (Yörük=Yorouks, they are 100 % Turkish of ethnic, even if the westerners paste a different ethnic to them!) did every year, and took this to England in 1718. Whit the permission of the Queen, they used the prisoners as guinea pigs, and they succeeded ! After this date, the westerners says : "the British invented the smallpox vaccine" to the world.


Edward Jenner, introduced as "ENGLİSH physician and scientist who was the pioneer of smallpox vaccine, the world's first vaccine" ; (again, called as; ENGLISH! not as Christian!)

and

Vaccination system inspired many scientists, such as Louis Pasteur, with the rabies vaccination, "a FRENCH chemist and microbiologist , was also impressed , discovered the principles of vaccination, microbial fermentation and pasteurization, and invented the first vaccines for rabies and anthrax" (again, called as FRENCH! not as Christian!)


And we don't see the name of the "Turks" again....


Oh, there is a plaque, prepared in England; "Lady Montagu brought from Turkey", but the number of those who know this is so little, even if we explain, they will look at us like we are aliens, or are lying to them. The "Westerners" are proudly to say with their ethnics, and teaching also in that way, but when it comes to us, no mention of the Turks, Turkish culture or the Turks invented. Whereas, such events are a nation's civilization measure....


Besides, the world applause the epic "Turandot" written by Nizami Gencevi (Ganjawi), composed as opera by ITALIAN Giuseppe Adami and Renato Simoni, as a Persian epic and İtalian opera...But Nizami is not a Persian, but a Turkish poet.... (again, called as ITALIAN and not as Christian, and false info about Nizami on the net!)



Berlin museum Shame on you!


The first observatory was built in 1428-1429 by a Turk; Ulug Bey (Ulugh Bey) in Samarkand.


" It was considered by scholars to have been one of the finest observatories in the ISLAMIC world at the time and the largest in Central Asia." (Again İSLAMİC!, not a word about Turkish Culture)


And the first observatory was built in Europe in 1467-71 in Oradea Romania, where the Turks settled from the period Scythians - Huns - Avars - Kipchaks - Seljuks - Ottomans....


but the world is informed by Encyclopedia Britannica as " Established for the first time by Danish king Frederick II., in 1576 in Uraniborg island" .... :)


When they introducing the "westerners" with their ethnical/political identity, for some reason, they introducing the "Turks" as İslamic/Muslim, and not with their political/ethnical identity...(even, some of our people do that!)


We see the same thing in the description of the works in the museums, "Christian artifacts" does not exist, but "Islamic artifacts " is every where... political / ethnical identity does not exists!..."Seljuk Turks or Safavid Turks artifacts" are not the names, by the way, they introduced Safavids as Persians!...No, no, no Safavids are 100 % Turkish.


You can source as; Navajo Culture, Assyrian Culture, Persian Culture, Indian Culture, Chinese Culture, Egyptian Culture, Etruscan Culture, Greek Culture, Roman Culture..; thousand info comes forword..yet when you source as Turkish Culture, ZERO....



Examples:

• Textile Fragment
Object Name: Fragment
Date: ca. 1570–80
Geography: Turkey, probably Istanbul
Culture: ISLAMIC
link:

Again, the Culture is not called as "TURKiSH", but "İSLAMİC"...!



• Bronze coin of Fakhr al-Din Qara Arslan
Artuqid dynasty, AD 1144-67
"A fascinating and unique series of bronze coins were struck by dynasties of Turkoman origin during the twelfth and thirteenth centuries, in the area known as the Jazira, 'the island' between the Tigris and the Euphrates rivers."
link:


Who are the "Artuqıds"? Who are the "Turkomans"?  "Westerners people" who knows that come forward, please!



• Incense burner
Hegira 9th–10th century / AD 15th–16th century, Mamluk
Brass engraved with tar inlay
link:




Who are the "Mamlukes"? Does the "Westerners people" know that? And the works are grouped under the name of "ISLAMIC ART"...!




We are not the ethnic people who makes discrimination, but the "Westerners", with lies and keeping secret and hiding the political/ethnical names of these artifacts, scientists, and other works of the Turkish people, are doing the discrimination..... When we say and cheering "Edison an American inventor", is okey, but when we say "Al-Khwārizmī is a Turkish inventor", we became fascist and racist?! The Devil is in the details!


Servet Somuncuoğlu, a documentarist says ones:
"the names in the ancient times in history, "Ahmad" or "Mehmet" or something else, but today the Westerners certainly not use the names "Turks" or "Turkish". They called as Saka/Scythian culture, Tashtyk culture, Andronov, Afenasyov etc ... but they never say Turkish. There are basic culture code. This basic cultural codes we see between the Turks, described as cultural environment. So, the followers of this culture in the archaeological sites of rock paintings in Central Asia and in Turkey, are Turkish cultural environment. Therefore, today we have to say to all of them Turkish. The upper identity is Turkish-Turk and sub-identity is Kazakh, Altai, Khakasia, etc...

For example, there are many tribes in the Greek civilization, the site consists of a tiny little states. But the upper identity is "Greek Civilization" and appears in every subjects. Likewise, artifacts of Indian civilization, but beneath them there are hundreds little of civilizations/tribes..

The world counted 5 large ancient civilizations: Chinese, Egyptian, Greek, Indian, Mesopotamian. Of course there is a sixth civilization, and that is Turkish civilization. This reality must now be accepted as scientific. There is a Turkish civilization; with a unique style of life, nature, environment, influence on other civilizations. Create a social hierarchy state system, you can not denial it."


Don't steal our names, and don't give false info....
Sincerely, 
SB.



TURKiSH CULTURE AND CiVİLiZATiON