demir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
demir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2024 Pazar

İndo-Aryan Biziz

 Doç.Dr. Tuğrul Kihtir,

"Kuşanlar, Kızıl Hunlar, Ak Hunlar, MS 2.-6.Yüzyıllarda Hindistan'da Türkler" konferansından


 "Bu bölüm bizim tarihimizin üvey evladı muamelesi görmüş bir bölümüdür. Hunlar, Göktürkler, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar, Peçenekler, Kumanlar, Kıpçaklar, ... say say bitmez bizim tarihimizin kavimleri, boyları, ama bu Ak-Hunlar, Kızıl-Hunlar ve Kuşanlar bizim tarihimizin güney ucudur. Bugün Güney-Asya'da eğer Türk Devleti'nin dostları varsa bu insanlara borçludur... Tarihimiz, bırakın başka tarihlere örnek olmayı, artı, çalınıyor. 15.yüzyıldan itibaren başlayan bu hareket, 18.yüzyılda Avrupa'nın kendisine köken aramasında; ve son zamanlarda da daha eski, Antik Yunan'dan da eski kültür de gerekiyor; çünkü dünya MÖ 500'lerde başlamadı, ondan öncesi de olması gerekti; ve Avrupa toplumları Hint-Avrupalı teorisiyle; Avrupa'dan beyazların MÖ 4000 - 5000 yıllarında , 3000 yıllarında 1500 yıllarında gelerek Sibirya'da yaşayan insanlara medeniyet öğrettiklerini; Afanasyeva kültürünü, Andronova kültürünü, hatta Tagar, Taştık kültürlerini kendilerine ait olduklarını iddia ediyorlar.


Ancak görebildiğimiz bir şey yok, Asya'da Avrupalı yok. Ve atlı arabalarıyla gelip Güney-Sibirya'ya kadar, yani o kadar sistematik bir şekilde söyleniyor ki bu, sadece Uralların batısından doğu kenarlarına değil, taa bizim ilk anavatanımız Yenisey'in çıkış noktalarındaki, oraya Yukarı Havza denir, oysa güneydedir, Baykal Gölü'nün hemen yanındaki bölgeye bile Avrupalılar gelmişler orada yaşayan Sibiryalılara kültür getirmişler. Fakat o zaman at bir binek aracı olarak kullanılmıyor. Atın bir binek aracı olarak kullanılması MÖ 2000'li yıllar. Ve çekici araç olarak kullanılıyor at. Ayrıca Avrupalıların mezarlarında at yok. Bizim kurganlarımız at dolu. Hatta Atlı-Kavim anlamında Tegrek, Kangılı, Tiyele kavimlerinin isimleri Türk Kavimleri. Çinlilerin verdiği. Adında tekerlek geçen bir kavim Uralların batısında yok. Tekerlek, at, demir ve pantolon o zamanki Bozkır kültürünün temel unsurlarıdır.


Herkes yerleşik hayatın daha üst düzey bir medeniyet olduğunu düşünür; "Şehirli". Oysa göçer hayat Di-Cosmo'nun dediği gibi, ki bir Sinolog'tur kendisi, Bozkır hayatındaki dinamik yaşam, üretim tarzı, insanlarda feodal sisteme giden yolu daha önce açan bir yoldur. Ve üretim ilişkilerinde de aşama kaydetmiştir. Çinlilerin kuzey komşuları; Mustafa Kemal Atatürk'ün de çok sevdiği ve konferanslara da davet ettiği Sinolog Eberhard bu konuları çok yazmıştır; MÖ 3000 yılından önce Çin'de tanrılar tarım tanrılarıdır. Gök Tanrı yoktur. Tien-Shan = Tanrı Dağları deniliyor ya işte tanrının oğlu oluyor Çin hükümdarı, ama Çin tarihine bakarsak eğer, efsanevi bir Shia Hanedanı var, bulgusuz, sonra Shan Hanedanı var, sonra da Zhou Hanedanı var.


Zhou Hanedanı'nın başlangıçı MÖ kimilerine göre 1200'ler, kimilerine göre de 1050'liler. O devirden önce tarım tanrıları var, gök tanrı yok. Gök Tanrı kuzeyden gelir. Semavi din kuzeyden gelir. Ve Orhun Abideleri'nde olduğu gibi tanrı tarafından kutsanmak, kutsanmak, kutlu olmak, kut almak, şad olmak, bunları hep kuzeyli kavimlerin kültürleridir. Çin'e demir kullanmayı da Türkler öğretmiştir. Çin'in ilk petroglifleri de yine Güney-Sibirya kökenli insanların çizdiği ve tarzda petrogliflerdir. Çin MÖ 200'lü yıllara kadar şuanki hacminin onda biri kadar. Sürekli ondan sonra genişlemiş.


Esas alan, coğrafya, üretim, hareket, Tekerlekli Kavimler diyor, (yani bunlar uzaylı mı der gibi), tekerlek yok yani. Tekerliği icat eden Türk kavimleri. Evcilleştirilen atı binek hayvanı olarak binen Türk kavimleri. Demiri işleyen Türk kavimleri. Ve Romalılar etekle ata binerken, Çinliler yumuşak ayakkabı kullanırken, Türkler pantolon, çizme giyiyor ve atların üzerinde ipe geçirdikleri üzengiyi kullanıyor. Türkler üzengiyi icat etmiştir. Ata daha iyi yön verebiliyor, atına daha çok hakim oluyor. Demir kuzeyden girer Çin'e. Bunlar kesin şeyler. Ben bunları bir bilim adamı, bir akademisyen olarak, objektif olarak konuşuyorum. Milli duygularla konuşmuyorum. Yalan ortay çıkar. Zaten binlerce kitap var. Kitaplarımın hepsi dipnotludur ve uluslararası kabul görmüş akademisyenlerin, ki çoğu da yabancıdır, referanslarıdır.


Medeniyetin çeşitli aşamaları var. Demir çok önemli bir aşama. İnsanlık tarihine bakarsanız, son kitabım, Ön-Türkler tarihini yazdım, tarih uygarlık ve genetiği ile beraber, göç yolları çok önemli çünkü, batıdan mı doğudan mı, hangi genler nereye gitmiş, bunlarla kanıtlıyoruz, gizlenmemiş araştırmaları o da, doğu araştırmaları Kore ve Japonya'dan geliyor, batıdan gelen araştırmalar genellikle farklı oluyor. Haplogruplar artık bilinen şeyler. Hangi insanlar hangisini taşıdığı biliniyor. Kızıl Hunların ki adları Kidarit'tir aynı zamanda, bu Kızıl Hunların yaşadığı yerden alınan gen araştırmasına göre aynı bölgede yaşıyorlar. Benim soyadım da Kihtir'dir.


Özetle, medeniyetin aşamaları açısından, Türkiye Cumhuriyeti'ne gelmeden önce, MS 16.yüzyıla kadar bir Türk Çağı var. Ortaçağ bir Türk Çağı'dır. Bunlar tesadüf mü oldu? Yani bize batıdan gelmişler, Güney-Sibirya'da seramiği falan öğretmişler, ama hepsini Türkler yenmiş. Madem o kadar üstün medeniyetli insanlar batıda, doğudakiler onları nasıl yenmiş? Biz ırkçılık yapmıyoruz, biz mantık konuşuyoruz. Demiri işlediğiniz zaman, ata bindiğiniz zaman, atın üstüne pantolonla bindiğiniz zaman, o demirden silah yaptığınız zaman ve demirden üzengi yaptığınız zaman, işte süper güçsünüz. O zamanın şartlarında süper güç olmak bu.


İnsanlık tarihine bakarsanız, devletleşme süreci demir çağının sonlarında başlar. Paleolitik dönemde herkes balık tutar, avcılık yapar. Sonraki dönemler, Neolitik, Kalkolitik (Bakır Çağ) ve Tunç Çağı dönem. Neolitik dönem MÖ 8000 -5000, Bakır Çağ MÖ 5000 - 3000, Tunç Çağ MÖ 3000 - 1200 ve binden sonra Demir Dönemi. Yani MÖ 1000'den önce demir yok. Zaten MÖ 12000'lere kadar her yer buzul. Demirle vuran tuncu kırıyor. Demirle vuran süper güç oluyor. Olay bu kadar basit. Türklerin ata mesleği demirciliktir. Zaten Göktürkler'in efsanesinde de Avarlara demircilik yaparlar. Sonra onlar yenerler ve bağımsız olurlar. Atı da var, o da mesafe demek. Ticaret yollarını kontrol etmek demek. Böylece süper güç oluyor.


Batıda güçlü devletler yok, Roma haricinde. Roma'nın da kökeni zaten Etrüskler. Etrüsklerin baş-tanrıçasının adı Turan (Venüs). Bunları biz söylemiyoruz. Bunları Roma'nın kuruluş efsanesini anlatan Vergili Aeneas destanında söylüyor. Turovalıların kim olduğunu söylüyor.


Ve eski zamanlarda Türk kavimleriyle Avrupa kavimleri savaşsalar da bir ortak kültürdeler. Daha henüz dinler girmemiş devreye. Dinler girince insanlar ayrışıyor. Dinden önce ufak çatışmalar, sonra barışmalar. Zaten demir de bulunmamış. Genelde kontrol altında bir yaşam var kavimler arasında. Ama ne zamanki demir bulunuyor, bir taraf üstün geliyor, her tarafı alıyor, öbür taraf da ona düşman oluyor ve kültüründen çıkartıyor. İşte Türkler batının efsanelerinden, İskandinav sagaları dahil, çıkartıldılar. İskandinavların baştanrısı Odin Tyrkialı'dır. Uralların güneyinden geldiğini yazar sagalar. Ve alfabeyi de Odin beraberinde getirmiştir. Runik alfabeyi. Ancak İskandinav runik alfabesinin Türk, Göktürk alfabesiyle benzerliği ortaya çıkınca runik araştırmalar duruyor. Çünkü direk oraya varacak sonu. Şuanda yıllarca runik alfabe çalışması yok. Çünkü her şey ortada. Odin'in runik yazıyla beraber Uralların güneylerinden İskandinavya'ya gelmiş olması, Tyrkland'dan (=Türk Yurdu. SB.) gelmiş olması ortaya çıkacak.


İstanbul'un 1453'deki fethinden sonra Papa II.Pius, önce kardinaldi, 1458'de Papa oldu, bütün Avrupa efsanelerinden İzlanda, İskandinav, Turova hikayelerinden Türklerle ilgili bölümleri kodekslerden çıkarttı. Turova Savaşı'na bakarsanız zaten orada savaşan iki Yunan kavmi değildir. Nasıl ki şuan Ege'nin iki tarafında kıta sahanlığı ve nimetlerinin paylaşılamamasından dolayı yıllardır iki taraf savaşıyorsa, bu Turova Savaşı da aslında Anadolulu halklarla Egeli bir kavmin savaşı. Şimdi Akhalar'dan önce de Pelasglar var. Nitekim Herodot Pelasglar'dan göçer, ata binen (??- SB), savaşçı bir kavim olarak bahsediyor. Sanki Kimmerleri tarif ediyor, İskitleri tarif ediyor, eski Türkleri tarif ediyor. Kimmerler, ki Annemarie v.Gabain dahil, birçok tarihçinin artık üstünde hem fikir olduğu üzere Avrasya kökenli, ortak Türk kökenli kavimler bunlar. Kimmerler, Traklar ki onlarda da kurgana gömme var. Batılılar tümülüs diyor ama bildiğimiz kurgan onlar. Kültür, dil Altay Dil Grubu ya da Hint-Avrupa Dil Grubu olmasıyla her şey apaçık anlaşılıyor. Bir de genetik analizler girdi ki artık çarpıtmaktan, gizlemekten ya da kabul etmekten başka dördüncü bir seçenek yok. 


Türkler kimdir? Asya'dan geldik Moğol'a benzemiyoruz.

Türkler Asyalı beyaz ırktandır. İndo-Aryan aramaya gerek yok, İndo-Aryan biziz."

Doç.Dr. Tuğrul Kihtir

"Kuşanlar, Kızıl Hunlar, Ak Hunlar, MS 2.-6.Yüzyıllarda Hindistan'da Türkler" İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü konferansından bir kesit. TDAV, 18 Kasım 2023, devamı için YT linki:





26 Eylül 2023 Salı

Tibareni

 


Kaynaklarda Tibareni olarak geçen topluluk Saka/İskit boyudur ve adı da Türkçedir: DEMİR, (temür,tömür,temir. Sumerce Tibira). Zaten demircilikleriyle ünlüdürler. Bazı Tibarenler daha sonra bazı Taballar ile birlikte Kafkasya'ya göçer ve bölgeye adını bırakır; (t)İBER. Tabalların bir kısmı da MÖ 5.yy'dan önce Avrupa'nın burnuna iner ve adını yarımadaya verir; İBER. Bu Taballar Baskların da atasıdır. Tibar (Demir), Muşki ve Kalub (Alazon/Halup) hem soydaştır, hem de komşu. Suriye'deki Halep'e (Aleppo) adını veren de Kalublar'dır. Demir çelik ürünleriyle meşhurdurlar. Zaten Grekçede çelik anlamında Khalub sözü kullanılmış, demek ki çelik ürünlerini komşudan alıyorlarmış. Ortaçağ Avrupasında ise onun adı Excalibur olur.


SB

DİPNOT:

Taballara, Tibarlara, Muşkilere, Kalublara "luvi" diyen sahtekarlardan da uzak durunuz!




9 Aralık 2022 Cuma

Demir - Epilepsi - Akınak

 


"Bir kişi epilepsi nöbetine tutulduğunda başını koyduğu yere demir çivi çakılır.

Böylece o hastalığı iyileştirdiği söylenir."

Pliny, Doğa Tarihi


* Şamanların (Kamların) madeni; Demir.

* Demir - Oksijen - Epilepsi : Demir eksikliğinde alyuvar üretimi azalır. Bu sebeple de dokulara oksijen taşınamaz. Beynin oksijensiz kalması da epilepsi nöbetine sebep olur.

* Görsel: Demir Akınak, Saka Türk, MÖ 7.yy / Arzhan (Arjan), Tuva


* Akınak (yabancı dillerde acinaces-akinakes) Türkçe kökenlidir; Kıngırak. Bazı "sözde" bilim insanlarının iddia ettiği gibi ne Sogdca, ne de Perscedir! Ayrıca Ahameniş ordusunda azımsanmıyacak bir oranda İskit-Türk boylarının paralı askerlik yaptığı da hatırlanmalıdır. Kıngırak sözü MÖ bin başlarından itibaren Chou (Zhou-Türk) Hanedanlığının kaynaklarında yer alır. Hatta kılıç ustası bir Akhun kağanın adı da Khingila'dır. "Akınak" Homer ve Herodot'un "Grekçe"sinde de akinaces olarak yer alır. Bu da bu dönemde Anadolu'da Türkçenin varlığını gösterir! Ancak, çevirilerde Türkçe kökenli olan bu sözcük yerine maalesef başka sözcük kullanmışlardır!


SB 



"Greklerin muhteşem yalanları..."

"Marvellous falsehoods of the Greeks..."

Pliny.




20 Şubat 2021 Cumartesi

Şövalyelilik Kültüründe Türk Etkisi

 

Bir Şövalye - 13.yy sonları 14.yy başları, bakırla karışık altın plaket. Bulunduğu yer Batı Avrupa / Metropolitan Müzesi.

Ve Pazırık kurganından çıkartılan At Başlığı - MÖ 4.yy / Hermitage Müzesi


"Avrupa'da büyük destanlarla romanların, aşklarla şiirlerin doğduğu dönem Şövalyelik Çağı'dır. Yaklaşık olarak 500'lerde Kral Arthur ve Nibelung destanlarıyla başlar, ancak bu destanlar da eski motiflerle işlenmiş tarihi olaylara dayanır ki bunlar "Bozkır Binicilerinin" uzun soluklu epik geleneklerine kadar geriye gider. Sanatta çok önemli bir yer tutan Şövalye kültüründe karşılaştığımız şiir, destan, roman, duvar halıları ile hanedanlık armalarında da eski göçebe geleneği kendini hissettirmektedir. Gotlar bile silah ile ekipmanlar da dahil at kültürünü komşuları "barbar göçebeler"den almıştır. " - Helmut Nickel, Metropolitan Müzesi


Met müzesi "muhtemelen İngiliz" dese de, "Türk" sanatından etkilendiği görülmekte. Sanatta zırhlı süvari ve zırhlı at örnekleri Avrupa'dan önce İskit (Altın Elbiseli gibi), Hun, Göktürk (Demir Kurtlar, 8.yy), Avar, Hazar, hatta süreklilik açısından Selçuklu'da Osmanlı'da (sipahiler) bile görülmekteydi. 13.yy'da Pazırık kurganları henüz açığa çıkartılmadığına göre, bu "giydirme geleneğini" "muhtemelen İngiliz" olan kimden almış olabilir? Çünkü atı Pazırık'taki gibi "geyik boynuzlarıyla" süslenmiş. Atın üzerindeki örtünün altından çıkan düğümlü kuyruğu da gözden kaçmıyor. Hatta plaketteki şövalye "muhtemelen İngiliz" bile olmayabilir...


Helmut Nickel'in bahsettiği "Bozkır Binicileri"nin kim olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ancak, Helmut Nickel İskitleri "en iyi süvariler" olarak tanımlasa da "Pers" olduklarını söyler ki yanlıştır. Met müzesi gibi diğer bütün Batı müzeleri de (British müzesi de İskit sergisi sırasında sürekli İranî vurgusu yapmıştır!) İskitleri, kaynaklar tersini söylese de, ısrarla İranî olarak tanıtmaktadırlar! Bu tavır "bilim insanıyım" diyenlere yakışmamaktadır, çünkü bu "ayıp" kompleksi-aşağılık ve efendilik duyguları ile önyargılarından kaynaklanır! Hatta aralarında para ve kürsü için bilime sahtekarlık bulaştıranlar da bulunmaktadır!

[Scythians are not "Persians" and "Steppe Riders" are Turks ! To the museums, don't misinform the people! - SB].


Kral Arthur ve Nibelung Destanları da "Türk" destan ve boylarına dayanır. Nibelungen Destanı'ndaki Etzel Atilla'dır. MS 6.yy'da Germen dedikleri toplulukların bırakın edebi eserlerinin varlığını, alfabeleri, yazıtları, hatta soy şecereleri bile yoktu ki yasalarını bile krallarının emriyle yaşlıların "hafızalarından" Latince okuma-yazma bilen katiplere yazdırmışlardı. Kral Arthur'un kılıcı Excalibur İskitlerin-Hunların "kutsal kılıç" efsanesine dayanıyordu ki kılıcın adı bile Türk boyu olan ve Karadeniz bölgesinde hüküm sürmüş, MÖ 15.yy'dan beri yazıtlarda bahsedilen (ki öncesi de var!) Kaşkalardan (Chalub) gelmekteydi (link). Kral Arthur'un en yakın arkadaşı olarak tanıtılan Lancelot'un adında bile Türk vardı: Lancelot < Alan of Lot = Lot gölünden bir Alan-Türkü. Batılı bir araştırmacı destanı da Nart Destanı'na dayandırıyordu ki Nart destanı da Karaçay-Malkar/Balkar Türklerine aitti (link).


Yani, batıda savaşçılıklarıyla ün salmış olan İskitler, Hunlar, Avarlar, Hazarlar, Kumanlar gibi Türk toplulukları da dikkate alınırsa net bir şekilde ;  Avrupalıların "Şövalyelilik Kültürü"nde "Bozkırın Efendileri" olan Türklerin etkisi vardı ; diyebiliriz.


Semra Bayraktar (SB)



İskit/Saka - Türk Bronz Plaka, MÖ 7.yy-5.yy

Yakın zamanda kuzeydoğu Çin'deki bir kurganda bu tip zırh parçaları bulunduğundan dolayı savaşçılar tarafından kullanılan kol/bacak korumalığı olduğu varsayılıyor. (link)


Güney Sibirya Şövalyeleri Türkler

"Demir Kurtlar" Türk Savaşçılar / Temsili

"Iron Wolves" Turkish Warriors


Basından;

Türk Kağanlığı dönemi (8.yy) asker zırhının kopyası Putin'e hediye edilmek için, gümüş, deri, keçe ve Şahin tüyleri kullanılarak yapılmış.

"Büyük Türk Kağanlığı önderliğinde, göçebe imparatorluğunun merkezi 6.yy'da Altay'dı. Bu devlet savaş sanatı bakımından çok güçlüydü. Ordusunun temel çarpışan gücü, atları bile zırhlandırılmış, ağır mızraklar ve ağır silahlı zırhlı süvarileriydi. Onlara "Buri" ya da "Demir Kurtlar" deniliyordu. Aslında onlar 'Güney Sibirya Şövalyeleri'ydi. Dövüş sanatı alanındaki fikirleri birçok komşuları tarafından kabul edildi ve daha sonra Doğu Avrupa şövalyeleri tarafından kullanıldı." (Siberiantimes,2014) (15 Mart 2017-link)


* ZIRH < TUMAR

"Türkçede muska, nazarlık ve tılsım kelimelerinin günümüzde Türk lehçelerinde karşılığı “tumar” olarak geçiyor. Muska ve tılsım için “zırh”, “zırhlı” tabiri de kullanılıyor. Bu durumda zırhın karşılığı “tumar” oluyor."


Prof.Dr. İlhami Durmuş

Kazakistan'da Sakalar, Asya Araştırmaları Dergisi, Cilt 3, Sayı 2.




Saka Türkü Buda / Saka Turk Buddha

"Scythians or Sakans and Kushans were of Turki origin"

Dr.Nabi Bakhsh Khan Baloch






Not:

FB adresimTw adresim

Hesabım olsa da İnstagram'da paylaşım yapmıyorum, ama Hatti-Turan (link) adlı arkadaş #semrabayraktar olarak birçok paylaşımımı aktarmış.

Buradan kendisine teşekkür ederim.



11 Şubat 2018 Pazar

ARİMAN - ARES - MARS - DEMİR





ARİMAN = ARES = MARS
ARİMAN = ARMAN = ERMAN
Ve Erman'dan türetilen kelime "German" 
(etimolojisi/kökeni TR.)




ARTHUR'un KILICI denilen KILIÇ
aslında TÜRKLERİN KILICI
çünkü, EXCALİBUR XALUB'tan geliyor
(öteki adları Halup, Kaşka-Kaška, Kasku, Gasga)
ki bir İSKİT BOYU ve bölgede DEMİR YATAKLARI
işgalci HİTİT kaynaklarında geçen ve KUZEY ANADOLU'da yaşayan HALKTIR
Ayrıca, PRİSCUS HUNLARIN KUTSAL KILICINDAN bahseder.
HİTİTLERİN de bir KILIÇ TANRISI YOK MUYDU? 
HATTİLERİN BAŞKENTİ OLAN HATTUŞA YAZILIKAYA'da görülen KILIÇ TANRISI NERGAL...
KÖKENİ ASLINDA HATTİ OLAN "KAYAYA SAPLANMIŞ KILIÇ"
KÜLTÜRLERİNİ HURRİ ve HATTİLERE BORÇLU OLAN HİTİTLER...
Tıpkı HEREDOT'un bahsettiği "İSKİTLER'in KILIÇ TANRISI"
Ya da Mircea Eliade'nin: "İSKİTLER her yıl ARES'e ATLAR ve her yüz savaş tutsağından birini kurban ediyorlardı; TANRI YAPAY BİR TEPECİK ÜZERİNE DİKİLİ DEMİR BİR KILIÇLA temsil ediliyordu." dediği gibi...


Hangi German?..Hangi Kelt?..Hangi Arthur?..
Yani, Hangi Avrupa?..
Arthur ve kılıcı Excalibur ile Hititlerin Nergal'inin kökenini Türk kültüründe aramalı Batılı!...



HUN = İSKİT/SAKA = ATİLLA = ARİMAN = TÜRK.


Homer'in İlyada'sında : Alybs (Alizonain), Ksenophon'un Anabasis'inde: Chalybes (Khalybs), ya da Hitit kaynaklarında Gaşga - Kaşka olarak geçen İskit boyu Xalub - Haluplar'dır. Hellen kaynaklarında Khalybler çeliği bulan halktır ve Çelik kelimesinin karşılığı olarakta bu halkın adını vermişlerdir: Khalbys = Çelik 


[The Khalybs, who were famous for their iron-mining and were mentioned in Homer's “Iliad” as Alybs or Alizonians, were described by Xenophon in the same terms too but it is also stated that they had adopted Mossynoik nationality. link]


Buradaki Mossynoik ise, Mosk (Moskova adının da kökeni)- Mosynoeci, Ağaçeri boy adı gibi Meşe/Meşer Türkleri'dir. İskit boyu olan bu Moskların bir diğer adı da Muşki'dir, ki kral Midas'ın da Muşkili Mita olabileceği söylenir... [Milattan Önce Karadeniz'de Türkler:link]








Latince Sözlükte Chalybs'in karşılığı Demir/Çelik ve Kılıç'tır.



Chalybes: A people living on the south shore of the Black Sea, famous for their manufacture of steel.
Chalybs: iron/steel, iron weapons, sword
(Türkiye'nin kuzey bölgesi demek yerine, Karadeniz'in güneyi demeyi tercih etmiş!!!)
[oxford latin dictionary]

Chalybes = Kaskians (Non-Indo-European tribal people)



Ve yüzyıllar sonra... 
13.yüzyılda efsane için üretilmiş çelik kılıçın adı da eXCALİBur'dur.... 
ve Demircilik Türklerle Başlar....


Semra Bayraktar





EKLER


Anadolu'da demir buluntuları MÖ 3 binyıla tarihlenir. Anadolu'nun erken demir buluntularıyla ilgili en önemli soru, demirin doğada nabit halde çok ender bulunması nedeniyle, köken konusudur. Meteor kökenli nabit demirden daha da ender bulunan tür, terrestrik nabit demirdir. Yapılan son araştırmalarda terrestrik nabit demirin nikel ve ayrıca karbon içerebileceğini gösterir. Buna göre erken demirin kökeni konusundaki tartışmalarda sadece nikel oranını değerlendirmek yetmez, buluntuların karbon oranını da dikkate almak gerekir. ....

Khalib (Khalyb) demirinin yüksek nikel oranı içerdiğini öne sürerler. Kuzey Anadolu'nun demir içeren nehir kumlarından elde edilen, paslanmayan Khalib demirinin basit demirden daha güzel olduğu söylenir ve bu iddia Aristoteles'e atfedilir:

"...Amisos'ta (Samsun) Khalyblerin özel metotla demir elde ettikleri anlatılır. Ülkede bol miktarda bulunmaktadır. Bu demir diğer çeşitlerinden daha iyidir ve dış görünüşü gümüşten farklılık göstermez..."

"... Karadeniz'in güney sahilinde, Amisos yakınlarında bulunan Khalyblerin ocaklarında bol miktarda demir kazanılmaktadır. Cevher kil içerdiğinden zor ergitilmektedir. Bilinen en iyi ve en sert demir Khalyblerden gelmekte ve adına da KHALYB denmektedir.

[Kaynak: Doç.Dr.Ünsal Yalçın (arkeoatlas, sayı 3,2004)]



*

"Daha az belirleyici olmakla beraber, diğer nedenler de bizi maden işlenmesinin ilk ocağını Altaylı ve Turanlı ulusların en eski atalarında aramaya zorlamaktadır." (Atatürk'ün notu: ÇOK MÜHİM)

Lenormant, Şarkın Eski Tarihi - Med Savaşlarına Kadar
Atatürk'ün Okuduğu KitaplarDerleyen: Gürbüz Tüfekçi

*

ilginç başka bir makale:

DEMİR ÇAĞI: BAŞLANGICI VE BAŞLATANLARI, ANADOLU’YA ETKİLERİ ÜZERİNE
Hakkı Fahri ÖZDEMİR / PDF

Yerleşik topluluklarda demir kullanımının neden olduğu kültürel değişimlere ve demir metalürjisine olan yöneliş arkeolojide yaklaşık olarak yarım asırlık geçmişi olan bir konudur. Araştırmacıları bu alana yönlendiren sorunların en önemlisi; ideolojik çekişmeler nedeniyle 20. yüzyılın ortalarından itibaren popülerliğini yitirmiş olan Demir Çağı’nın başlarındaki göç hareketleri ve “kitlesel aksiyon” kuramlarının sahaya uygulanabilirliğinin açmazlarıdır. Yeniden arkeoloji biliminin gündemine taşınan bu problemli olgu geleneksel arkeoloji bakış açısından uzak analitik düşünce sistemine sahip araştırmacılar tarafından coğrafi ve siyasal durum tarihsel süreç mekansal ve kuramsal çerçeve gözetilerek arkeolojik verilerle bütünleştirilmeye çalışılmaktadır. 

Demir Çağı’nda Anadolu’nun durumu kolonizasyon faaliyetleri ve bölgesel seramik ekolleri gibi konulara ilgi duyan araştırmacılar kendilerini bir anda bitip tükenmeyen tartışmalar tezat görüşler ve zaman zaman üslubu bilim çerçevesi dışına taşan köken çekişmeleri içerisinde bulabilirler. Aslında bu kadar tartışmalı olan konularda kesin yargılarda bulunmak bugün için hiçbir araştırmacının yaklaşım tarzı olmamalıdır. Demir Çağı’nın ilk dönemleriyle başlayan Karanlık Çağ ile birlikte Hellas’ta dış dünya ile bağlantı kaybolmuştur. 

Bu dönemde yüksek miktarda terrestrik hidratlı doğal demirin Limonit = FeOOH tüketimi Hellen çanak çömlek teknolojisi için önemlidir. Miken “thalassokrasi”sinin devrilmesinin ardından bakır ve kalay ithali kesilince tunç yapımı olanaksızlaşmıştır. Bu durumun zorunlu bir sonucu olarak 1535 730;C’de sıvılaşan maden cürufu Skoria halindeki iletken demir cevherinden Manyetit= Fe3O4 çok daha sert bir öz elde edilmesine başlanır. Antikçağ’da çok fazla araç gereç gerektirmeyen demir ergitme işlemi odun kömürü ateşinde gerçekleştirilmektedir. Bunun için ormanlara yakın kurulan odun kömürü ocakları işlenmiş demir elde etmeyi fazlasıyla kolaylaştırmıştır. Ergitme işleminde kullanılan yeni teknikler ve daha gelişmiş havadar fırınlar çömlekçilere örnek olmuş olmalıdır ki erken dönemlere nazaran daha kaliteli fırınlanmış kaplar yapılabilmiştir. Yeni demir teknolojisinin çömlekçilik endüstrisine etkileri olarak değerlendirilebilecek bu durum “Karanlık Çağ”da yaşanan belirsizliğin ve kaosun demokrasiyi doğurması gibi diğer bir olumlu etkisidir. Bu çalışmanın kurgulanışı ve işleyiş tarzında güdülen öncelikli amaç ise Akdeniz Dünyası’nın odağında bulunan Anadolu’da demir kullanımı ve Demir Çağı uygarlığının halklarına bütünsel açıdan ışık tutabilmektir.



*



"Eski Türkçe'de tegirmen, timen (hazırlanmak), tümen ; Eski Uygur Türkçesinde, batman "batman, ölçek" , çrman (carman) "deri hastalığının bir türü, kitman "kazma, bel", Kögman Sayan dağı veya bir kısmı", tegirmen, tuman "duman, sis, karanlık", yaman "kötü, fena, korkunç". Divanü Lügati't Türk'te kurman "ok ve yay konan kap", sıkman "üzüm sıkma zamanı", sökmen "savaşta sırayı söken yiğit! ere verilen sıfat, tuman "duman, sis".  Kıpçak Türkçesi Sözlüğü'nde Azman: 1. Azmış, iri yarı 2. Yaşlı iken enetilmiş aygır, Güçeymen: baş örtüsü, Güçeymen: baş örtüsü, kuman, yay kabı, sadak, teyirmen, yelmen. Kılıcın üst tarafı, yalman dağ faresi, tarla faresi." ...


"Ariman: Ares, or Areimanios, in Latin Mars, the War-God"
ARİMAN is TURKİSH of ETYMOLOGY "ER/AR" means "MAN"
and "Man" supplement in Ari+MAN is "extremism, exaggeration, superlatives", within the meaning of "worker who does the work"; So, ARİMAN means "BİG/HUGE SUPERLATİVE MAN"
Just like the WAR GOD, which was the only reputable god of the Scythian and Hun Turks.
ERMAN/ARMAN is TURKİSH
and CHALYBS comes from XALUB/KAŞKA a SCYTHiAN-TURKS tribe in Blacksea Region, who produced İron and Steel, which gave his tribe name to Steel and to the mythological sword of Arthur the "eXCALİBur" !..
SB






26 Kasım 2017 Pazar

Mısır, Osiris ve Tamarisk




Mısır Üçlüsü: Horus, Osiris, İsis
Kral II.Osorkon adına yapılmış
22.Hanedanlık dönemi, MÖ 874-850



İsis - Osiris (asıl adı; As-ar / Us-ar)* efsanesinde, kardeşi Set Osiris'i kandırarak bir tabutun içine hapseder ve Nil'in sularına bırakır. Akıntı Osiris'i Babil sahillerinde büyümekte olan bir ağacın (Tamarisk ağacı) önüne getirir ve tabutu gövdesinin içine alır. Ağacı sütun olarak kullanmak isteyen Babil kralı ağacı kestirtir, o sırada güzel bir koku yayılır ve İsis'e ulaşır. İsis saraya dadı olarak girer ve Osiris'in içinde bulunduğu tabutu ağacın gövdesinden çıkararak kurtarır, ama Set bunu duyar ve Osiris'i parçalara ayırıp, her bir parçasını farklı yerlere gömer.... Osiris yeniden doğuşun ve öteki dünyanın tanrısıdır...


Osiris heykellerinde bir elinde kraliyet kırbacı varken diğer elinde baston tutar. Bu bastonun üzerinde Sirius Yıldızı'nın köpek ve yay sembolleri bulunur. Sirius'un diğer adları Büyük Köpek Takımyıldızı, Ak Yıldız ve Demir Kazık'tır. Küçük olan Akyıldız–B bir tür yoğun demirden oluşmaktadır. Mısırlılara ziraatçılığı, icat etmeyi ve Demirciliği öğreten de Osiris'tir...


Tamarisk dedikleri ağaç Sedir ağacıdır, çabuk büyüyebilmesi için de demire ihtiyaç duyar (1). Sedir ağacının adı bu sebeple mi Tamarisk olarak kayıtlara geçmiştir? Yoksa, Demirciliği öğreten As-Ar'ın Tamarisk ağacının gövdesinde bütünleşip, sonradan Demir-Kazık'a dönüştürülmesinden midir bilemem, ama hepsi de demirle ilgilidir...  ;)


Demir Kazık'ın sembolleri Köpek/Kurt, Yay-Ok ve Üçlü Yaba dır... Göksel sarayın bekçisi bu Kurt iken, yıldızın mavi ışık saçmasıyla Gök-Kurt olarak anılması da, tüm bunları Türk mitolojinde görmekte şaşırtıcı olmamalıdır... Hatta, bugün niye "elit"lere "mavi kan soyundan geliyorlar" dediklerini de anlayabiliriz; "Tanrısal Güç/Soy"...


Afet İnan'la bitirelim: 
" Asya'dan gelen Turaniler Mısır'ın ilk sakinleridir......Nil vadisinin delta kısmını ilk işgal edenler, Orta Asya'dan muhtelif yollarla ve birbiri ardısıra gelmiş olan Türk kabileleridir.....Bu malumattan ve Türk tarihine methalde Türklerin umumi muhaceretlerine dair verilen tafsilatın ihtiva ettiği delillerden Mısır deltasına yerleşerek ilk Mısır medeniyetini kuranların Türkler olduğu anlaşılır..... Bundan başka Mısır kral/allahlarına verilen eski isimler DEMİRCİ manasına olarak tercüme edilmiştir.. " (Türk Tarihinin Anahatları)


SB
(*) AS-AR , US-AR bile Türkçe ile açıklanabilir.
(1) "Topraktaki ve iğne yapraklıklardaki bitki besin maddesi içerikleri üzerinde yaptıkları araştırmalar sonunda, potasyum, demir ve mangan ile sedir boy büyümesi arasında pozitif; kalsiyum, bor, magnezyum ve aliminyum ile ise negatif bir ilişki olduğunu ortaya koymuşlardır." sayfa 70
SEDiR - ed.Doç. Dr. ÜNAL ELER 






ilgili:





Tamarisk - Tamar - Temir - Tamir - Timur - Demir



İngiltere'deki Tamar Nehri




"Gök girsin kızıl çıksın"



İngiltere'de Tamar Nehri...
Etymology of TAMAR is Turkish; İron Ore



Tamar Vadisi'nde Bakır Madeni var ki Avustralya'da da Tamar nehri vardır. Demir dahil zengin maden yataklarıyla ünlüdür, hatta tarihi madencilik faaliyetleri nedeniyle Dünya Miras Alanı olarak tescillenmiştir....


Tamar - Temir - Tamir - Timur - Demir
Tamar - Damar - Maden damarları, demir cevheri
Tamar - Tomur - Tomruk - Tomris - Filiz
Tamar - Tamara - Aktamar
Tomris - Demirin ucu, demirin sesi, demirin özü, demirin filizi
Tamar - Şamar, demir dövmek, şekil vermek
Tumrul - Dumrul, demirin ucu
Tomar - Örs
Tamar - Tamare - Tamaris - Tomris


Yani, Alp Er Tunga'nın torunu olan ve Büyük Darius'u yenen "Büyük Sakalar"dan Massagetler'in Ecesi Tomris de, Gürcülere gelin giden Kıpçak Kraliçe Tamara da bizim...





*Kurt-Ejder, Kayseri Tuzhisar Sultan Han (The Great Kervansaray) Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat dönemi 
1232-1236 tarihleri arasında yaptırılmıştır.
* Pazırık Kurganından atlarla beraber çıkan at başlıkları, MÖ 5.yy-4.yy
* Kelermes Kurganı, Baltadan detay, MÖ 7.yy, Kimmer/İskit
ve solda: "Pictic Stones" dedikleri Pictlere ait Taş Anıt, MS 800 - İskoçya





İskoçya'yı şekillendiren Pictler, Avrupa İskitleri, yani batılıların Royal Scythians dedikleri Saka Oğuzları vasıtasıyla Türklerle akrabadır. (kesin konuştum demi?..) Sanatın birebir benzerliği tesadüf değildir, özellikle de, 3500 yıllık Türk pantalonun üzerindeki tamganın, kazılarla çıkarılmadan önce, Anadolu'da da görülmesi ve aynısının Pict anıt taşlarının birinde de olması, tesadüfü ortadan kaldırıyor... Bu kültürü, Türkler devam ettiriyorsa, İskitlerin mirasçısı olarak tanınmayı da hak ediyorlar.. Ve bu konu bir akademik makaleyi de hak ediyor, çünkü batılıların Pict kültürünü Türk kültüründe aramayacağını da biliyorum .. Benden söylemesi ;)


SB.



ilgili:








27 Mayıs 2016 Cuma

Bora Rüzgarı, Hyperborea, Avar, Demirci ve Tarkan





türgėş kagan süsi bulçuda otça borça kelti.
Türgiş kağanın ordusu ateş (ve) bora gibi geldi.
(Köl Tigin K-37)





Bora, İtalya'nın kuzeyinde esen ve ardından yağmur getiren şiddetli bir rüzgardır. Türkçede erkek adı olarak ta kullandığımız Bora kuvvetli anlamına da gelir.  Bora'yı renkle de ilişkilendirenler vardır. Hatta ateş kırmızısını kurt'un sıfatı olarak açıklayanlar da. Peki Demir ile Bora'nın ilişkisi nedir? Demir ateşle dövülür, mitolojideki tanrısı Pelasglı Hephaistos'tur.  İyi de, bu "masalda" bizim Tepegöz dediğimiz Tek Gözlü Kykloplar da yer alır, o zaman Arimaspiler Kyklop mu oluyor? Kazımov hocamızın Dede Korkut ile Homer kitabını bence okuyalım, çünkü bu destanların sahibi Oğuz Türkleri'dir. Bu arada Kykloplar duvarcı ustaları olarak ta ün yapmıştır. Boşuna değildir Süleyman'ın inşaat ustalarını Turanlılardan seçmesi. Sicilya'daki Kyklop ise Gri Kurt'tan korkar, sevgilisi ise Galatlıdır, yani Kelt. (bunu biraz aşağıda açıklayacağım.) Sardinya'da , Korsika'da ve de Etrüsklerde Taşbabalar vardır ve Taşbabalar Türk kültürüdür....




Tyrr'henian Denizi - Tur Denizi üçgeninde Sardinya - Sicilya- Korsika ve Etrüskler



Mısırlıların Deniz İnsanları dedikleri kavim Turshalar olarak bilinir. Turshalar Etrüsklerden başkası değildir ve en önemlisi de Etrüskler Demirci Millet olarak tanınır. Sülale adı Tarkan tarih sayfalarına işlenmiştir. (Mısır'da bile Tarkan var...) Peki Tarkan ne demektir? İşte onu sona sakladım....


Heredot ve Strabon’a göre Avrasya'nın kuzeyinde yaşayan Hyperboreanlar aynı zamanda tek gözlü Arimaspiler, Gelonlar ve Budinler ile de akrabadır. Çünkü hepsi birer İskit boyu olarak geçer.

Hyperborealar Abaris ve Leto ile de ilgilidir. Göktürk yazıtlarında Apar olarak geçen Avar Türkleri'nden olan Abaris  Hyperboreanlı'dır ve İskit giyimli Abaris kaynaklarda Apollo'nun bir rahibi olarak geçer.  Peki Apollo kimdir? Lakabı Kurt olan "Lycus Apollo"'nun annesi Leto, Hyperboreanlı bir Dişi Kurt tarafından korumaya alınmış ve Kurtların ülkesi olan ve bugün için Lykia olarak anılan Lukiya/Lykos'a getirilmiş ve burada ikizlerini güvenli bir şekilde doğurmuştur.  Belki de Leto bir Dişi Kurt’tur.  Truva savaşından sonra İtalya'ya göç eden Etrüskler'deki Dişi Kurt , Leto ve İkizleri ile Göktürk Aşina/Asena boyu aslında tek kaynaktan çıkmadır. Peki Miletos'un dişi kurt tarafından beslenmesini biliyor musunuz?....

Diğer bir yandan da Asgaard'tan gelen Odin'in babasının adı Bur, dedesinin adı da Buri, yani bizdeki Börü olan Kurt'tur. Bu arada Heredot'ta geçen ve İskit Türklerinin atası olan Targitaos'un annesi Borysthenes ırmağının  kızıdır. Peki, Bory+sthenes kelimesini Türkçede Borifen olarak yazıyorsak,  Bory-Bori-Börü  ya da Bora olarak görebilir miyiz?  Dyneper Irmağına  Hellenler Borysthenes der, ki araştırmalara göre Türklerden kalma olduğu görülür. 









İbahim Kafesoğlu'nun Türk Milli Kültürü kitabında "hal ve tavır veya hava hadisesini bildiren Eski Türk boylarından" 
biridir Boran....
Boras: İsveç’in güneybatısında bir şehir.
Borazcan: (Borazjan), İran’ın güneyinde Buşehr eyaletinin Dashtestan da başşehir.
Dashtestan = Daştestan=Taşdestan; Destan farsça olabilir, ki o da tartışılır, ama Daş Türkçedir.
Hırvatça Bura, İtalyanca Bora, Lehçe Bora, Alaska’da Burga, Macarca'da Bora
Orta Asya’da Kazakistan, Sibirya ve Sincan’da Buran , 
Eski Grekçe de ise Kuzey Rüzgarı Boreas olarak geçen Bora ne demektir, hangi dilden nerede doğmuştur? 



İşte bazı makaleler;




Bora rüzgarı ve özellikleri:

Bora, Adriya denizi, Dalmaçya ve İstirya kıyılarına esen şiddetli, kuru ve soğuk bir rüzgardır. Orta ve Doğu Avrupa üzerinde bir yüksek basınç, Tiren denizi üzerinde bir alçak basınç teşekkül ettiğinde yahut Orta İtalya’dan Adriyatik’e geçen bir alçak basınç görüldüğünde meydana gelir. Bu şartlar kendini daha çok kışın ve ilkbaharda gösterir. Kıyıya paralel bu dağlar ve yaylalardan gelen bu rüzgar, denize doğru ve vadilere göre estiğinden kanalize olur ve büyük şiddet kazanır. Bora estiği zaman bihassa İstirya kıyılarında şiddetli soğuk havalar hüküm sürer. Çünkü karla kaplı karst yaylarını geçmesi, bu rüzgarın geldiği yerde sıcaklığın hızla düşmesinde neden olur. Bora’nın tesiri altında kalan kıyı bölgeleri ile bu rüzgarın tesiri görülmediği iç kesimler arasında 15 santigrat kadar bir sıcaklık farkının oluşması bu yüzdendir.

Prof.Dr.Yusuf Dönmez
Umumi Klimatoloji ve İklim Çalışmaları






Bora : “Kısa yağmur ve kar fırtınası” sözünün Yunanca Boreás ile birleştirilmesinin güç olduğu belirtilir ve sözcük Moğolca boruğan ile karşılaştırılır. Moğolca ile ilgili olan sözcük, Türkçede boran (<< borān) şeklinde kullanılmakta olup Orta Moğolca boro’an, Klasik Moğolca boruġan ile ilişkili olmalıdır. Ancak 17.yy.da boran şeklinde görülen bir sözün günümüz Türkçesinde bora oluşunu açıklamak, sondaki n’nin kayboluşunu izah etmek mümkün görünmüyor. 17. yy. Türkçesindeki söz sonu -n bugün kaybolamaz. Bugünkü Türkçedeki Bora’nın kökeni ise gerçekten “kafa karıştırıcı” bir durum arz ediyor. Mevcut Türkçe sözlükler her iki sözcüğün de anlamını birbirine yakın gösteriyor:

* bora çokluk peşinden yağmur getiren sert ve geçici yel (1TürS 84 a-b).
* bora Genellikle arkasından yağmur getiren sert rüzgar (10TürS 84 a-b).
* bora (Fars. būre) (İtal. bora < Yun.) Birdenbire çıkan çok şiddetli, sert, genellikle arkasından yağmur getiren geçici rüzgar. (MisBTS 161 a)

Prof.Dr.Mehmet Ölmez





Prof.Dr.Ufuk Tavkul'un açıklaması: ’boren: bora, kasırga Adigece “boren” kelimesinin kökeni Karaçay-Malkarca “boran” kelimesidir.’’ -Kırım Dergisi,2(8),1994


Ufuk Tavkul hocaya circassiancenter cevap yazmış: "Beklide tersidir. Ne dersiniz. Adige edebiyatında mitolojik kahramanlardan birisinin adının da  “Bore(j)” olmasının bir anlamı da olsa gerektir."



Buna, Adiloğlu-Nart ile aşağıda bir açıklama getirebiliriz belki....



"Bora İtalyanca borea sözcüğünden değil, Moğ. boruğa(n) ‘yağmur’ sözcüğünden alıntıdır (MTS, 194)."
Prof.Dr.Tuncer Gülensoy, -Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük”ünü Yeniden Gözden Geçirmek,2014





SB:
Bu  ‘circassiancenter’ genelde Türkler aleyhinde paylaşım yapar. Doğal olarak her şey Çerkeslerle ilgilidir. Gerçi şaşırtmıyor, hiç kimse, hiçbir coğrafyada Türklerin varlığını kabul etmek istemiyor!.. Gülensoy hocamıza göre de Moğol kökenli. Bora milattan önceki dönemde de Avrupa'da kullanılıyordu, o zaman ortaya şu çıkıyor: "Moğollar milattan önce Avrupa’da mıydı ki kelime Moğolca kökenli olsun"! Ki Moğollar ile Türkler arasındaki ilişki öğretilenden daha yoğun aslında. Yani Türkçeden Moğolcaya geçmiş olması mümkün....  





Kimmer ve İskit Göç yolları ile Kimmer arkeolojik buluntu yerleri
Haritada eksik olan Gordion'daki Kimmer buluntularıdır.




Bir başka makaleye bakalım:




[1-] Eski Bulgarcada "bura", Ruscada "burya" = "bura" = "rüzgâr, kasırga, fırtına"; "burun" = "şiddetli esen rüzgâr; dalgaların çarptığı yer; dalgakıran, bir yaşındaki boğa". Ukranya ve Bulgar dilinde "bura"; Sırp- Korvat dilinde "bûre", Slovin dilinde "barya"; Çekçede "hourza", Lehçede "bıerza" = "kasırga, fırtına".

Bu kelimenin menşeini Miklosich, Litva dilindeki "büris" = "şiddetli yağmur" kelimesinde görülmüştür. Profesör Erich Berneker ise muhtetif eserlerden topladığı malûmatı naklederek latviya dilindeki "Baurut"  (= öküzün toprağı eşerek böğürmesi") kelimesiyle "bura" kelimesini karşılaştırıyor ve eski Hintçedeki "bhurati" =  "kımıldıyor, hareket ediyor, titriyor", Awistadaki "baraiti" = "şiddetli esiyor", kelimelerini zikrediyor. Yunanca "Voreas" kelimesinden geldiğini söyleyenleri reddediyor.

[2-] "buru" — Rusça- "kestane rengi", "kırmızımsı renk". Miklosich bu kelimenin menşeini Türkçe "bur" göstermiştir. Korş Moğolca "bürüy" = "koyu renkli" kelimesinden gelmiş diyor. Berneker ise Lâtince "burrus" (burus) = parlak al" kelimesinden gelmiş olacağını ileri sürüyor. Miklosich in "Türkçe" dediğini bile parantez içinde (Farsça) diye yazıyor. Lombardiya lehçesindeki "burel" (=koyu kırmızı) kelimesini de Lâtince "burrus"'a bağlıyor. Waldiye göre latince "Burrus" kelimesi Grekçe "pirros" = "ateş kırmızı" kelimesinden gelmiştir.

[Bu iki] misaldeki «buru-burya» ve «bur» kelimelerinin etimolojileri klasik ekolün Türk diline karşı [yabancıların] taassubunu ve kayıtsızlığını göstermesi itibariyle mühimdir. «Bura = burya» kelimelerinin etimolojisinde gerek Miklosich ve gerek Berneker Türkçedeki "buran, bora, boragan" ve buna benzer kelimeleri hiç te hatırlarına getirmiyorlar. Halbuki Slav dillerindeki bu kelimenin kaynağı Türkçenin muhtelif lehçelerinde yaşıyan şu kelimelerdir:

- Bora  = (Radloff,IV,1662,Osmanlı) şimal ruzgârı, kuvvetli rüzgâr. Radloff'un bu kelimeyi "Yunanca" *voreas*dan kaydı yanlıştır.
- Boragan = (ibid.,IV, 1662 Çağatayca) kar fırtınası.
- Borak = (ibid.,IV,1692 Osmanlı) = Bora
- Boran = (ibid.,IV, 1662 çağ.Kırgız.) kasırga, kar fırtınası.
- Bora— = (ibid.,IV, 1662,Kırgızca) şiddetli esmek (tüzgâr hakkında); hiddetlenmek.
- Boragan = (ibid.,IV.1818, Çağatayca) = boragan
- Buran = (ibid..IV,1818. Kazan) = boran
- Burga = (Pekarski,Yakut Sözlüğü,566) kar fırtınası, kasırga, bora
- Burgay- = (ibid.,566) kuvvetli esmek (rüzgâr hakkında) dalgalanmak (su hakkında)
- Burhan = (ibid.,572) = burga, bora.
- bur — = (ibid.,564) hiddetlenmek (kırgızça = bora— kelimesiyle karşılaştırınız)
- Buru = (ibid.567) dalgalanarak çarpma, dalga çarpan yer.
- Poran, Poraan = (Radloff,IV,1269, Baraba, Sagay, Koybal) = buran, bora.
- Burgan = (Pekarski, 571, buryatça) = bora
- Bura = (Orhon yazıtlarında) kasırga, fırtına [= «Türgeş kağan süsi otça buraça kelti»]

Orhon yazıtlarındaki bu kelimeyi Thomsen "fırtına, kasırga" diye doğru tercüme etmiştir. Melioranski de bunu, tereddüt etmekle beraber, kabul ediyor [Kültekin âbidesi,73,124.]; Radloff ise bu cümledeki "bura" nın "fırtına" olmıyacağını, "bora" kelimesinin Türkçeye grekçeden yeni zamanlarda geçmiş olduğunu söylüyor ve cümleyi "otaca, buraca" okuyarak "her taraftan = (?) Von ailen Seiten" diye tercüme ediyor.

Şüphesizdir ki Radloff’un bu yanlışı, lügatinde “bora„ kelimesinin izahında (IV. cilt, S.1662) yaptığı yanlış mütalâaya müstenittir.

Görülüyor ki "bora = bura, bura, burağan, buran" kelimesinin kökü Türklerde çok eskidir ve bütün Türk zümrelerinde yaygındır. Slavlara bu kelime "burga" şeklinden geçtiği anlaşılıyor.

Bora ve onun muhtelif lehçe ve dillerdeki şekillerini Güneş-Dil Teorisi bakımından analiz edersek şu formülleri görürüz: Türkçedeki:

......................(1).....(2).....(3).....(4)
Bora:............(oğ + ob + or + . +ağ)
Boragan:......(ağ + ob + or + ag+ağ)
Borak:..........(oğ + ob + or + . +ağ)
Borans:........(oğ + ob + or + . +ağ)  [Bazı "an" elemanının "ag"dan değişmiş olduğunu Güneş-Dil Teorisi isbat etmiştir. (Bak.Prof.İ.N.Dilmen: Türk Dil Bilgilisi dergileri, sah. 32, 39, 62) . "bora" kelimesinin "burak" talaffuzu da bunu gösteriyor.]

Burga:........(ağ + uk + ur + ug+ağ)
Buran:........(ug + ub + ur + . +ağ)

îslavçadaki:
Bura:.........(uğ ub + ur + . + ağ)
Burya:........(uğ + ub + ur+ ay+ ağ)

(1) Oğ (uğ): Ana köktür. Kuvvet ve kudret ifade eder.
(2) Ob (ub): Ana kök manasını kendisinde tecelli ve temessül ettiren prensipal elemandır.
(3) Or (.+r): Kök mefhumunu tesebbüt, temerküz ve istikrarını ifade eder.
(4) ağ (+ğ.k) manayı tamamlıyan ektia.

Demek ki BORA üzerinde kuvvet ve kudret temerküz eden bir objenin adıdır. Görülüyor ki dünya dillerine bu bor veya bur kökü türkçeden geçmiştir.

Bir renk ifade eden "burıy" (kök "bur") kelimesi Rus dilinde at renklerini ifade eden "çalıy", "alıy", "karıy", "bulanıy", "serıy", "karakulıy", kelimeleri gibi türkçedir. «Bur» kökünü Sanskrit, Yunan ve Lâtin dillerinde aramak kadar gülünç bir şey olamaz. Bu kelimenin Türk lehçelerindeki şekil ve anlamlarını gösterelim :

- Boru: (Radloff,IV,1663 Karayca) bir türlü at rengi (galiba boz).
- Bor —: (İbid. 1665 Kırgız.) ağartmak, badana vurmak.
- Borta: (İb. Çağatayca) ren geyiği ve yük atı.
- Borcin: (Ib. Çagat.) dişi ren geyiği [Birçok at renkleri ehlî ve yabanî hayvanların adlarını hatırlatıyor: Bur börü (kurd), bura (ren geyiği), bulan (ren geyiğinin bir cinsi) kula (kulan = yabanî at), toruğ (= at  D. L. T. 312).]

- Bur: (îb. Kazan.) tebeşir.
- Bor: (Kırgızca) = bur.
- Buray: (Pekarski Yakut söz., 565) boz at,
- Bûra: (Radloff,IV, 1817 Kırgız) = buğra
- Burul: (İbid.IV, 1824 Kırgız. Pekar.569) koyu boz renkli at.
- Bora: (İb.IV. 1264 Şor, Küerik, Sagay, ve Koybal lehçelerinde) boz, gri renk.



Türklerin şarap ve üzüm manasına kullandıkları "bor" kelimesi farsçaya "bur" (= koyu kırmızı), lâtinceye "burrus" (= ateş kırmızı) yunancaya "pirros" (= ateş kırmızı), lombardcaya "burel" (= koyu kırmızı) şekillerinde geçmiştir. "Burel" kelimesi Kırgız ve Altaylılarin "burul" ve "purul" kelimesinden başka bir şey değildir. Bu dillerde "bur" kökü türkçedeki kadar dal budak salmış değildir. Türkçedeki şu kelimelerde "bur" köküne irca olunur.


- Mor: (Anadolu Türkçesinde) braun und blau.
- Mora-:(Rad.IV, 2124 Mad. lehçesinde) kararmak, karanlık olmak.
- Bürge: (Div.Lûg.Türk 1358) pire; rengine göre verilmiş ad olacak; bazı lehçelerde "burca".
- Bus (D.L.T.III, 89) sis ( gök hakkında "kök bus boldı. Göz hakkında: er közi bus boldı — erin gözi karardı

Bunlara benzer pek çok kelimeler vardır. Renk ifade eden bu kök yalnız garplılara değil, Mançulara da Türklerden geçmiştir. Bu kökten Mançu dilinde şu kelimeler vardır:

- Murha: (Zaharov, Mançu lügati, 914) karanlık, bulanık.
- Buru: ( İbid. 539) karanlık, bulanık.
- Burulu: (İbid. 540) beyaza çeken al


Renk ifade eden bu kelimenin muhtelif dil ve lehçelerde muhtelif renkler ifade etmesi garip görülmemelidir. Bunlar çok eski devrin hatıralarıdır. Türkçedeki "ak, ağ" şüphesizdir ki ilk devirlerde güneşin bütün renklerini ifadeye yaramışken, sonra bildiğimiz beyaz renge tahsis edilmiştir, "al" kelimesi de böyledir. Sonra ateş rengini ifade etmiş ve nihayet bugünkü manasını almıştır. Yakutça ateşin bir sıfatı olarak kullanılan bu kelime, altaycada kurdun sıfatı olarak kullanılır.

Yukarıda zikrettiğimiz türkçe kelimeler, İslav ve sair dillerdeki "por-bor" veyahut kelimesiyle ifade edilen renk isimlerinin kaynağı Türk dili olduğunu göstermeğe kâfidir. Bunları hintçe, latince, ve yunancada aramak beyhude zahmettir. Bu kelimelerin etimolojik analizi şudur;

Slavca:
.................(1)...(2)...(3)...(4)
Buru:......(uğ + ub + ur + uğ)
Buruy:....(ug + ub -1- ur + ıy (= ığ)

Türkçe:
Boru:......(oğ + ob + or + uğ)
Mor:.......(oğ + om + or + .)

Lombardca:
Burel......(uğ + ub ur + ul)

Türkçe:
Burul......(uğ + ub + ur + ul)

Muhtelif dillerde birkaç türlü rengi ifade edip te aşağı yukarı aynı kök ve aynı unsurları ihtiva eden kelimeleri sıralayarak göstermemiz sathî bir bakışta yukarda tenkit ettiğimiz "benzetme etimolojisi"ni andırabilir. Fakat bizim, bu benzeyen kelimeleri sıralamamız, bu “benzetme„ ye alışmış olanlara Güneş-Dil teorisini daha iyi anlatabilmek için bu usulün tatbikine mecbur olduğumuzdan ileri gelmektedir. Bugünkü fonetik bakımından biribirine benzemiyen "sene, yıl, Jahr, annee" ve başka bu gibi birçok kelimelerin de “ağ„ kökünden geldiğini G.-D. teorisi kesin olarak ispat etmektedir. [Prof.İ.N. Dilmen’nin dil yazılarına («Ulus») ve ders notlarına bakınız.]


Okutan ABDÜLKADİR İNAN
Türkoloji II, 1936
NOT:
1- Güneş-Dil Teorisinin ana tezi Türk dilinin yeryüzü dillerine ana kaynak olduğunu isbattır.
2- îskit, Sarmat ve Saka gibi kavimleri hiç bir delile dayanmadan indo - Öropeen sayarlar....





Devam edelim…






Kay kelimesi kanaatimizce, ‘nasır’ anlamında değil; ‘şiddetli rüzgar, kasırga’ anlamındadır. Kelime Türkçenin ağızlarında kay ‘yağmurdan önce esen şiddetli rüzgar; fırtına’, Türkmence’de gay ‘kasırga, fırtına, tipi’ biçimlerinde kullanılmaktadır: ‘Gay -1. gar, yağış gatışıklı güçli yeliŋ ösmegi bilen yüze çıkyan tebigi hadısa, harasat:

Derya bilen baryarkalar, gay turup, gemini daşa urup dövüpdir (Ata Salıh.Saylanan eserler); Qarrı oynasa, gay turar (nakıl); Çopan gayda öser, molla - toyda (nakıl)’.

Türkmence’de gay kelimesinin yardımıyla oluşmuş gaylamak ‘kasırğaya yakalanmak’, ‘Gara başına gay bolmak’, ‘Yeser yerde gay tutmak’ kelime ve ifadeler de geniş şekilde kullanılmaktadır (Türkmen Dilinin Sözlügi, 1962: 131 - 132).

Bu kelimeye Tatarca’nın ağızlarında (kay) ‘kar yağmuru’, Tuva (xat) ve Karagasça’da (kat) ‘rüzgar, yel’ anlamlarında tesadüf ediliyor. Türk dillerinde kat / kad / kaδ / kay biçimlerine bağlı kayı - ‘çok üşümek, donmak’ (Kırg.), xadı - ‘rüzgar esmek’ (Tuva), xata - ‘ (baharda) hava soğumak’ (Yakut.) fiilleri de mevcuttur. Bu kelime Mahmud Kaşgarlı’nın sözlüğünde kaδ ‘insanı öldüren bora, tipi’, kaδ - (Er kaδtı ‘Adam tipiden öldü’ ) olarak ad ve fiil şekilleriyle verilmiştir (Kaşgarlı, III, 1998: 147, 440).

Orta Çağ Türkçe metinlerde kelime kay şeklinde geçmektedir: kay ‘yağmurla beraber dolu’ (‘Kitap el-İdrak’), kay ‘yağmur karışık kar yağmuru’ (‘Abuşka”) vb. Tarama Sözlüğü’nde kay ve kayı şekillerinde ‘yağmur, şiddetli yağımur, bora’ anlamlarında bu kelimeye ait bir sıra örnekler verilmiştir:

Bu gün aşkın odundan ıssı aldık / Bize kayu değil ger kar u kaydur (Veled. XIII - XIV); Kişi aşka vericeğiz yakayı / Yakasını yırtar dutar yakayı / Nedir şadılık ya kayı anlamaz / Yazın ıssı kışta kayı anlamaz (Sğh. XIV); Sabah olsa hava yağmurlu bıkma / Ki tan kayına demişler kayıkma (Güvahi. XVI); Es - sâib [Ar.]: Yağmur mukaddimesi olan şedit rüzgâra denir ki bora ve kay tabir olunur (Kam. XVIII - XIX) vs. (Tarama Sözlüğü, IV, 1995: 2366 - 2367).

Kay kelimesi birçok diğer sözlüklerde, ayrıca, J. Zenker, Pavet de Courteille, V. V. Radlov, L. Budagov’un sözlüklerinde ‘şiddetli yel, yağmurla karışık kar yağmuru’ anlamlarında gösterilmiştir. (ESTY, V, 1997: 193 - 194). Göründüyü gibi, çağdaş Türk dillerinde ve tarihi kaynaklarda kay kelimesinin eski ve temel anlamı ‘güçlü rüzgar, şiddetli yel, kasırga’ dır, diğer anlamlar bu anlamın türevleridir.


Doç.Dr.Vahid Adil Zahidoğlu
Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi












Hunlardan beri kullanılageldiği bilinen Tanrı’nın yeryüzündeki onun adına dünyayı yönetmekle olan vekilin ünvanı “kut” Moğolca’da bir biçim olarak “sut” haliyle de bulunur. Sümerce kad “kar fırtınası, bora”~ DLT kad “kar fırtı-nası”~ İng. storm...

Fatih Şengül
Not:
Kimmerlerin kökenleri mevzuu bilim dünyasında çokça tartışılmıştır. Bunca uzun tartışmalara karşın bu halkın etnik köklerine ya da kavim adı etimolojisine dönük, üzerinde fikir birliğine varılmış bir nokta yoktur. Öte yandan, Kimmerlerin kökenlerine dair yazılı kaynaklar tek tek incelendiğinde çarpıcı olan bir husus açık bir şekilde kendini ifşa eder. O da Kimmerlerin ilginç bir şekilde Türk dünyası ile olan akrabalığıdır.

Kanaatimiz o ki; Homeros’un andığı Kimmer’lerin yurdunun “karanlık ve sislerle örtülü” ifadesi Kimmer kavim adıyla semantik manada yakından ilgilidir. Kimmer etnonominin ilk hecesinde geçen “kim”, günümüz Çuvaşça’da k~s geçişiyle sim “karanlık” sözcüğünde hala yaşamaktadır. Özetleyecek olursak Kimmer etnonomi son hecedeki –er ya da –eri iştihakıyla birlikte esasen kimerkimeri < sim (karanlık)+er-eri ~“karanlık halkı” gibi bir anlama gelmekteydi. Karanlık~duman arasındaki ilişki Çuv. sim ile İng. smoke kelimeler arasında doğrudan doğruya bir bağlantıyı da ortaya çıkarıyor. Kimmer örneğinde görüldüğü üzere bazen kavim adları kendi kökenbilimsel açıklamasını bünyelerinde barındırırlar.



Tıpkı Herodot’un “kel başlılar” olarak tanımladığı “Argipeia” sözcüğünün son hecesindeki “peia” biçiminin FinUgor dilerindeki “baş” manalarına gelen Fince pää ile olan mükemmel sesçil bağlantısında yine Herodot’un “bit yiyenler” olarak tanımladığı “Budin” kavim adının ilk hecesinin, son hecedeki –in budun isim yapma eki atıldığında bariz bir şekilde Türkçe “bit” sözcüğüyle ilgili olarak karşımıza çıkmasında olduğu gibi. Budin kelimesinin ilk hecesinin Türkçe bit ile olan bağlantısı, bu kelimenin Latince karşılığı “pudis” biçimiyle de doğrulanmaktadır. Herodot’ daki “bud” şeklinin “bit” sözcüğünün ön-şekli olarak alınabilmesi mümkündür. Hülasa, k>s geçişinin geçmişi Sümerce’ye kadar varmaktadır.




SB:
Burada da,  Türk lehçelerinde kuzeyden esen şiddetli rüzgar Kay-Kayı-Gay olarak geçiyor. Kayı boyu ile alakası var mı? Sezar'ın "Ben Gayius sülalesinden" derken, ya da Makedon parasındaki Kayı Tamgası'ndan Kayı boyu açıklanabilinir mi?.... Peki Gelon ile ilişkisi nasıl?  İskit boyu olan Gelon, diğer bir İskit boyu olan Hyperboreanlılarla da komşudur.  Yukarıda Zahidoğlu'nun makalesindeki "Kay" kelimesi aynı zamanda "Gelon" yani "İlan-Yılan"la da ilişkilidir. Gelonlar Hellen-İskit karışımı bir dil konuşuyormuş, bundan dolayı 'Bora kelimesi burada oluşmuştur' diyebilir miyiz? Ya da zamanla Hyperborean Bore/Bora olarak kısaltılmıştır diyebilir miyiz? Karışık dil konuşmalarından dolayı Yunanca sayılmış ve buradan da Latinceye girmiştir sonucuna varabilir miyiz? Evet olabilir.... Sonuçta, saldırgan tavırları ile ün salmış Hyperboreanlılar kuzeyden esen sert rüzgar Bora gibi akınlar yapmıştır. Ek olarak, Şengül'ün yukarıda belirttiği Budin'ler de bir İskit boyudur ve Gelonlarla komşudur. Peki Latince ne kadar Latince'dir?

Şunu da hatırlayalım; Eski Kimmer kenti olan Campania bölgesine Etrüskler yerleşmiş, daha önce paylaşmıştım [ Kimmer-Etrüsk ]. Onu da okursak Bora kelimesine belki biraz daha yakınlaşmış oluruz...

Sonuçta Kimmerler ve İskitlerin Türklüğü, Türkçe konuştuğu tartışılmaz, aynı zamanda da Etrüskçenin Macarcanın ve Türkçenin akrabalığı. Odin ve halkı dışında Hunların da İskandinavların arasına karışması ile de ortak bir nokta daha bulduk [the oldNorwegian (and also Swedish) ruling class consisted of Huns]

Yani,  Bazı akademisyenlerin  “Türkçe yeryüzündekonuşulan ilk dildir demeleri bir komplo teorisi değildir . Litvanya'dan Galina Shuke'nın da  belirttiği gibi: “…insanlık Türkçe dışında başka bir dil konuşmuyordu”: "at some time the humanity didn't speak any other language but Türkic." Ya da Phil Herman F.Kvergic’in de dediği gibi : “Türkçe yeryüzündeki ilk dildir.”






Hyperboreanlı Apollo (Abaris olarak ta anılır)
Kimmerler Hyperborea haritası






Ve Kimmerler ile Hyperboreanlar....


Ara yazısı olarak Kimmerli Conan hikayelerinin anlatıldığı çizgi romanlardan yola çıkarak bir harita oluşturan bu kişinin yazılarını okuyalım: 

"Now the Lemurians enter history again, as Hyrkanians. Pushing westward, one tribe establishes the kingdom of Turan on the Southwestern shore of the inland Vilayet Sea. Later, other Hyrkanian clans push westward around that sea's northern extremity." -- Robert E. Howard: "The Hyborian Age"

Every Conan book from the "original twelve" to the latter efforts contains some type of map of the Hyborian world that assists the reader. There is no atlas of "Rand McNally" or National Geographic caliber to enlighten the Conan reader. The references cited above provide varying degrees of information, but each has its shortfalls and in some cases contradictions.

The Turanian Empire serves as an example. The map common to the original twelve Conan volumes (published by Ace Books) shows Turan as a hump-shaped strip of land hugging the western shore of the Vilayet Sea. The boundary according to the map was "later extended to (the) Zamorian border," but this map does not change to reflect Turanian expansion. Only three cities, Akif, Aghrapur, and Khawarism, and the military outpost at Fort Ghori appear on the map. The Island of Iron Statues, Xapur, and the Ilbars and Zaporaska Rivers are the only listed physical features. The more recent Conan volumes published by Tor Books contain a map credited to an illustrator known only as Chazaud. This map expands the details of the earlier map by adding the cities of Samara (which has disappeared from the maps provided by websites), Shangara (though I've encountered no written reference to this city), and Sultanapur, as well as adding physical features like the Ilbars Mountains and other unidentified ranges to the north and south. Turan's boundary remains the same on each map.




Çizgi romandan yola çıkmış ama Conan Gerçek. Turan’da yaşayan Kimmerli Conan. Turan dediği yer Kafkaslar. Kimmerler karanlık ve dumanlı Hyperborean’dan geliyorsa karanlık ve bulanık anlamına gelen Buru olarak adlandırılmış olabilir mi? Kimmerler de vahşilikleri ile ün yapmıştı tıpkı Hyperboreanlılar gibi. Peki Kimmerler Hyperboreanın kendisi olabilir mi? Mümkün…. ve bizler Kimmer, İskit, Hun ve Avar diye sıralarken kronolojiyi, karşımıza Avar'ın Hunlardan önceki varlığı söz konusu da olabilir....




"Göktürk yazıtlarında Apar olarak geçen Avarlar." - Doç.Dr.Osman Karatay

"Avar’lar, Avrupa tarihinde Hun’lardan sonra büyük ölçüde etkili olan ikinci Türk kavmidir. Hazar denizinin kuzeyinden Fransa içlerine kadar çok geniş bir sahaya yayılan Avarlar, Bizans kaynaklarında “Abares, Abaroi”, Latin kaynaklarında “Awares”, Slav kaynaklarında “Aban, Obri, Obor” şeklinde zikredilmişlerdir.Grek coğrafyacısı Strabon, M.S.1. yüzyıl eserinde “Abar-Noi’lardan” bahsetmekte, üstelik Grek efsanelerinde karışık olarak “Abaris” adının geçtiği bilinmektedir." - Prof.Dr.Ahmet Taşağıl


"Seuthes'ın oğlu olan Hyperborealı Abaris bir şifacı (şaman!) ve Apollo rahiplerindendir. Eğitimini Kafkas yakınındaki Hyperborea'da aldığı, bir salgın yüzünden ülkesini terkettiği anlatılır. Bir aziz, peygamber, filozof gibi konuşması, şifacılığı, İskitli giyimi ve dürüstlüğü ile Yunanlılar arasında saygınlık kazanır. İskit'in oğlu Seuthes'in oğlu Abaris'in İskit Efsanelerini yazdığı söylenir. Dünyayı efsaneleşmiş oku ile yemeden içmeden dolaşabilir, ok ona Apollo tarafından, ülkesi Hyperboreans'tan Yunaninstan'a giderken verilmiş."

"Hyperborelilerden gelen genç kızlar, Delos'da ölmüşlerdir, bunlara saygı olmak üzere bu adada kızlar ve oğlan saçlarını dibinden keserler. Kızlar evlenmeden önce saçlarını keserler; bir çubuğa dolayıp iki bakirenin mezarı üzerine koyarlar." Heredot, IV. Kitap 


Yani Türklerde yas ifadesi ve kansız kurban  !



Arimaspilerle komşu Hyperborealılar

"Aristey, “Arimaspeya” destanındaki Arimasplar için "Onlar, sıradan insanlar değil, ilâhî güç ve kuvvete sahip halktırlar." der. Destanda bu halk, demirciliği, büyücülüğü, aleve hâkim olmayı bilir. Yurtları cennet gibidir ve insanları tek gözlüdür. Kaynaklarda tekgözlüler hakkındaki mitlerin tarihî esasa dayandığı yazılmıştır. Özellikle Türk kavimleri, başlarına demirden miğfer giymişlerdir. Bunu yanlış yorumlayan Yunanlılara Arimasplar, bir gözlü devler şeklinde tecessüm etmişti." - Doç.Dr.Cabbar Işankulu




Güçlü Kuvvetli, Büyücü, Demircilik.... Alp/Kam/Tarkan.


Araya girelim çünkü aşağıdaki yazı da çok ilginç:

A.W.Buckland Anthropological Instıtute in London March 10,1874 on "The Serpent in connection with Primitive Metallurgy". In this learned monograph the writer maintains that a connection may be observed between the early serpent-worship and a knowledge of metals, and indeed that the Serpent was the sign of Turanian metallurgists in the same way as I have suggested that in egypt and Assyria it was the sign of physicians. She believes that the Serpent must have played some part in the original discovery of the metals and precious stones by man, in recognition of which that animal was first assumed as a totem and thence became an emblem. She states that traditional and ornamentational evidences show that the Turanian races were the first workers in metals, and that they migrated westward, probably from India to Egypt and Chaldaea, and thence to Europe, and even to America, bearing their art and its sign; and that they fled before the Aryans, who had the further art of smelting, and that the Aryan myths of serpent-slaying record the overthrow of the Turanian serpent-worshippers."
Demonology and Devil-lore: The Devil World- Moncure Daniel Conway (ejderha-yılan-süt-ilk ruh-demir)





Gelelim Orhun Yazıtlarındaki Borça'ya:



KT D 37:
türgiş kagan süsi Bolçuda otça borça kelti
‘Türgiş kağanın ordusu Bolçu’da (üzerimize) ateş gibi, kor gibi geldi’.

Köl Tigin Yazıtı’nda geçen bu cümle, Türgişlere karşı yapılan ve Bolçu bölgesinde cereyan eden savaş esnasında Türgiş Kağanının ordusunun Kök Türkler üzerine yaptığı saldırıyı anlatmaktadır.

Otça ve borça kelimelerinden özellikle ikinci kelime borça üzerinde yoğunlaşılmıştır. Borça ~ boraça ~ buraça gibi değişik şekillerde okunup genellikle ‘bora gibi’ ya da ‘fırtına gibi’ şekillerinde anlamlandırılan bu cümlede hem otça hem de borça ile benzetme ilgisi kurulduğu açıktır. M. Adamoviç 1996 yılında yayımladığı makalesinde ikinci kelimenin (bor) Toharca pōr ‘ateş’ olarak açıklanması gerektiğini ortaya koymuştur. Böylelikle Türgiş Kağanın ordusu ateşe benzetilmekte, ot kelimesi bor (< Toh. pōr) ile ikileme (hendiadyoin) oluşturmaktadır (Adamoviç 1996: 171-172).

T 25-26: öŋreki er yugurça ıdıp ı bar baş aşdımız ‘Öncü askerleri (karları) yoğururcasına yürütüp ormanla kaplı doruğu aştık’ (Tekin 1994: 11-13).

T 39-40 ekinti kün örtçe kızıp kelti ‘İkinci gün ateş gibi kızıp (üzerimize) geldiler’ (Tekin 1994: 17).

O 9: Tabgaç bodun [...] tokıdım, yıgdım, basdım, yaydım [...] buzkunça (Tekin 1968: 256) ‘The Chinese People .... I beat, frightened, suppressed and routet (them) .... Like a storm (?)’ (Tekin 1968: 292).

Tekin’in, buzkunça ‘Like a storm (?)’ şeklinde anlamlandırdığı kelimeyi Clauson ise bo:zku: ança: (=bōzkū ançā) şeklinde okumaktadır (Clauson 1957: 186). Dobrovits de bozkunça okumuştur (Dobrovits 2000: 148). Eğer kelime Tekin ve Dobrovits’in okuduğu gibi bozkunça ~ buzkunça ise + çA eki ile kurulmuş benzetmeli kullanımlara örnek oluşturur.


Yrd. Doç. Dr. Erhan AYDIN






TÜRGİŞ: KAGAN: SÜSİ: OTÇA: BORÇA: KELTİ:
Türgiş kağanının sü'si ateşce, boraca [üstümüze] geldi.





SB:


Göktük yazıtlarında Bora - Borça - Buraça - Boraca - Buzkunça gibi farklılık görüyoruz. Hangisi doğru bilmiyorum, ama çok iyi araştırılması gerek....
Buraya ekstra bir not düşmek istiyorum; o da Celt denilen kavmin adını Türklerin verdiği teorisi… Kelti ; Gelmek fiilinden geldi – den türetilen ad. Fazla araştırma yapmadığım  için Celtlerin Türk olduğunu söyleyemem, ama söyleyenler de var.… [Bununla ilgili daha fazla araştırma yapmam gerek demek, ama birazı yukarıdaki linkte.]

Bora Rüzgarları Alp Dağları'ndan güneye doğru eser. Avrupa dillerinde hiçbir anlamı olmayan ALP Türkçe'dir ve Truva, Etrüsk ve İskandinavlarda da görülür.

"Alber, the name of a Trojan commander, is the same old Turkic Alper, denoting “hero”, “brave” (O.Turk. alp, alb, “hero”, “brave” - er “man”) which was widely used as a component of Old Turkic personal names, and in the name of Alper Tonga, a Turanian ruler."- Prof.Dr.Chingiz Garasharly (Çingiz Karaşarlı)... derken


Zaur Hasanov'da Heredot'un Mars/Ares diye nitelendirdiği İskit Tanrısının Alp olması gerektiğini söyler. Çünkü Ares savaş tanrısı olmasına rağmen yıkıcıdır, ama Alp aksine yıkıcı değil, savaştan galip çıkan tanrıdır ya da en iyi ifadeyle yiğittir. Ve Alp'in sembolü de kılıçtır. Heredot kısaca "İskitler yalnızca Ares'e tapınak yapar, kılıç şeklinde kutsal bir alanda, yakacak odun yığınlarının tepesine kılıçlarını dikerler, kurbanlar verirler" der.  Hunlar da kılıçlarını kayaya saplarlar. [Arthur ve Excalibur Efsanesi] ... Ve Nuray Bilgili'nin de dediği gibi 'Kızıl renginden dolayı Kan, Demir ve Kılıç Mars'ın sembolüdür'. Geldik mi yine Demir'e.... Bora'nın isim anlamını araştırırken karşıma "demirin dışkısı" yani maden cürufu çıktı. Tabi ne kadar doğru bilmiyorum ama Heredot'ta bir şey dikkatimi çekti : 




"Şöyle bir şey anlatırlar, güya Atinalılar, bir orakle uyarak Boreas’ı yardıma çağırmışlar, çünkü özel bir orakl almışlar, güveyinizden yardım isteyiniz, diyormuş. Bir Yunan anlatısı var, Boreas, Erekhtheus kızı Oreithyia adına Attikalı bir kadının kocasıdır; anlatının gelişine göre, güveyi deyince Atinalıların aklına Boreas’ın gelmesi bundan. Euboia’da Khalkis’deydiler; fırtına belirtileri başlar başlamaz, hatta daha önce, Boreas ve Oreithyia’yı yardıma çağırdılar, kurbanlar kestiler, kendilerini korumaları ve Barbar gemilerini, daha önce Athos dağı yakınlarında yaptıkları gibi, parçalamaları için dua ettiler. Sahiden bundan ötürü mü saldırdı Boreas, DEMİR ÜZERİNDE DURAN BARBAR GEMİLERİNİN ÜZERİNE? Evet diyemem; ama Atinalıların bu iyiliği Boreas’dan bildikleri bir geçektir." Heredot:7;189


Kuzey rüzgarı Boeras (Bora) ve Demir üzerinde duran barbarların (yani Hellence konuşmayanlar) gemileri!?  Antik çağda Demir üzerinde duran gemiler hayli ilginç ama bu konu hayli derin...  ;) Neyse, belki de gerçekten Bora'nın isim anlamında maden cürufu yani Demir dışkısı vardır....



Maden cürufu: “ Erime durumundaki madenlerin yüzeyinde toplanan madde, demir boku, dışık.”
Ayrıca Bor madeni ile olan ilişkisi:
“Demir-çelik sektöründe tozlaşan cürufa bor ürünü ilave edilerek kompakt yapıda cüruf elde etmek amacıyla deneysel çalışmalar gerçekleştirilmektedir.” Etimaden




Konu Alp'lerden açılmışken Osman Karatay'a da bir bakalım;




“Türkçenin Alp kelimesi ile Kuzeylilerin Elf sözcüğü…”

“Türkiye, Azerbaycan, Türkmen, Kırgız, Karakalpak Türkçelerinde “alp”; Çuvaşça’da “ulıp”;     Kazak, Tatar ve Hakas Türkçelerinde “alıp” şekillerinde kullanılmaktadırlar. Destan çağlarından, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonraki dönemlere dek Alp unvanı, birçok boy tarafından ve hükümdarlardan küçük komutanlara kadar yayılan bir yelpazede kullanıldı. İslamiyet’ten sonraki devirlerdeki       Alp‐Gazi ve Alp‐Eren kullanımları yaygınlaşmıştır. Kişi ismi, sıfat, unvan   olarak çeşitli kullanımları vardır.        

Alplar, süreğen savaş şartlarında yaşayan göçebe boylarda önderlik ve savaşçılık yetenekleriyle sivrilen kimselerdir. İyi binicilerdir, savaş aletlerini  çok  iyi kullanırlar ve savaşlarda kişisel kahramanlıklarını sakınmadan sergilerler. Uzun boylu,      bahadır ve güçlüdürler.”





Truvalı komutan Alber (Alp+er) ,  Etrüskler'de Alpan Turce ve Turan ,  İskitlerdeki tanrının Mars değil de Alp olarak anılması gerektiği, bize neyi hatırlatıyor; tabi ki Avrupa'daki Alp Dağları'nı...



Alber, the name of a Trojan commander, is the same old Turkic Alper, denoting «hero», «brave» (O.Turk. alp, alb, «hero», «brave» - er «man»). Alper was widely used as a component of Old Turkic personal names, and in the name of Alper Tonga, a Turanian ruler. The Trojans, who settled in North Europe after the collapse of Troy, left this name in old Germanic sagas. «The saga about Nibelungs» tells us about the albs («heroes») and their king Alberikh - Trojan by origin. 

Prof.Dr.Garasharly Chingiz (Çingiz Garaşarlı)
The Turkic Civilization Lost in the Mediterranean Basin (e-book)



O zaman, Alp kelimesi Truvalılar ile Avrupa içlerine gitmiş...."Etrüskler kuzeyden de İtalya'ya doğru inmiştir" ve "Etrüskler gemilerle Ege Denizi'nden İtalya kıyılarına varmıştır" cümlelerin her ikisi de doğrudur. Ve Osman Karatay'ın dediği gibi Alp-Elf kıyaslaması da doğrulanabilir, çünkü Odin Truvalı soyundan gelir.



" Eski İskandinav kaynaklarında Truva'dan Avrupa'nın kuzeyine geldiği belirtilen ulusun hem Truvalılar, hem de Türkler diye anılması, onların aynı ulus olduğunu belirten çok önemli bir kanıttır. Örneğin, "Yerin Tanımı" adlı coğrafi kaynakta Asya'dan (Anadolu) gelmiş Türklerin kuzey ülkelerine ulaştıkları yazılıdır. Aynı kaynakta bu ulusun önderinin Tor'un oğlu Odin olduğu da bildirilmektedir.  "Skioldinglerin (Skjoldinglerin) Kahramanlık Öyküsü" ve Snorri Sturluson'un "Küçük Edda" adlı yapıtı gibi 12.yüzyılda yazılmış başka kaynaklarda söylendiğine göreyse, Truva Hakanı Priam'ın ulusu Odin'in önderliğinde Asya'dan (Anadolu) Avrupa'nın kuzeyine göç etmişlerdir." Prof.Dr.Çingiz Garaşarlı, Azerbaycan Truvalılar ve Etrüskler Türk İdiler, Kömen Yayınları




Mars derken de Ares'e, Demir'e ve Tarkan'a geri dönelim;




Tarkan kelimesi Türk imparatorluklarının merkezinde bulunan Türklerce «imtiyazlı hukuklara malik devlet adamı» manasına kullanılmıştır. Orhon kitabelerinde de bu manada kullanıldığı anlaşılıyor. Halbuki aynı kelime Tiyanşan kırgızlarında, ve hâlâ eski Türk kültürü tesiri altında yaşıyan Moğollarda «demirci ustası«» demektir ki, iptidaî manasında hâlâ yaşadığı görülüyor. İptidaî devirlerde, Türklerde demircilerin imtiyazlı hukuklara malik olduğu Kırgız, Altay ve Yakut Türklerin in ananelerini tetkikten anlaşılmıştır [1].

[1] Eski devirlerde «demirci», genel olarak bütün san’at sahipleri İlâhî menşeden olduğuna veyahut bir «ruh» un himayesinde bulunduğuna inanılmıştır. Yakutlara göre Kam-Şaman ile demirci bir yuvadan çıkmışlardır (« us da oyun bir uyalah», «oyun us bir sirten turar» Seroşevski. Yakutlar,I,631). Islamiyeti kabul etmiyen Türklerde «târhan» kelimesi XI. asırda «emir» manasına kullanılmıştır (D.L.T.,I,364).


Okutan ABDÜLKADİR İNAN
Türkoloji II, 1936






Tar ve Tur kelimesi Türklerle ilişkili ise ; Hititlerde gördüğümüz Tarkandemos, Demirci olan Hattilerden geçmiş ise ; bu yüzden Hititlerde Kılıç Tanrısı Negral'i görüyorsak ;  Hatta   Adilhan Adiloğlu , Nart Destanında gördüğümüz Demirci Ustası Debet'in Saka/İskitlerden geçtiğini, Ares'in adının Hellenlerden İskitlere geçtiğini bu yüzden de Alp Er Tonga'nın oğlunun adının Alp Arız olduğunu yazıyorsa;  ayrıca  “Kurd Alagon” [Kurt soylu Alagon  <  Alawgan] adının da: Kurd < Kurç [demir - çelik] + al  [ateş] + agon < ogan [eski Türkçe‟de tanrı] yani “demirci-ateş tanrısı” şeklinde açıklıyorsa; bize toparlamak düşer....

Tüm bunlar, Boy adı olarak ta geçen; Bora'nın  Kurt - Demir - Ateş ve Kızıl ile olan ilişkisini ortaya koymaya yeter mi?... Lenormant demiyor muydu : " İsa'nın doğumundan en az yirmibeş asır önce Turanlılar demiri işliyorlardı.".... 




Çok dağınık bir milletiz, her yere gitmişiz. Pelasglar, Truvalılar ve Etrüskler, Kimmerler ve Hunlar, İskitler ve Oğuzlar... Bora; Ateş; Demir; Alp; Tarkan.... Liderlerini kaybeden boy/kavim ya başka yere göçmüş ya da oraya yerleşmiş ve zamanla da asimile olmuş. Bunlara en iyi örnek Anadolu'da ve İran'da yaşayan ve adını korumuş olan İskit - Hun boyu olarak ta geçen Ağaçeriler sanırım... Her yere damgamızı vurmuşuz, birçoğunu koruyamadık belki ama hala Türkçe olarak anılıyor....




Ve Türgiş Kağan'ın ordusu Ateş ve Bora gibi geldi.....




Tüm bunlara bir ekleme yapacağım : Geçtiğimiz aylarda Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu'nun paylaşımı, Bora konusunda doğru yolda olduğumu gösterdi. 

Bor-Boz r/z değişimi. "Bozkurt Kültü" bölümünden:

"Daha çok Oğuz Türklerinin işlediği "bozkurt" deyiminde boz sözü z-r dialekt farkına göre, bor sözüyle aynı anlam taşır, bor variantından börü yaratılmıştır. İhtimal etmek olur ki "göy börü" (gökbörü) deyimindeki göy de, boya ile değil, göyle (sema ile) ilgilidir, yani göybörü "göylerden inmiş kutsal" anlamındadır, çünkü göybörü ile bağlı bazı efsanede tanrının gönderdiği börü hilaskar kurt (kurt-aracı) gibi göyden ağ ışığıyla yere iner. Saka Türklerinin bozkurda xallan uola (göyün oğlu) ve tanara uola (tanrıoğlu) demesi de bellidir. Çinliler Hun-Türk atlılarına börü (puri) anlamında fuli derdi, çünkü bu atlıların kurtbaşlı tuğlar taşıyan börüler adlı bir takımı vardı. Başkortların içinde "börüsoy" anlamında börüler tohumu adlanan boyların yaşadığı kentler "Sakmarbure, Başbure, Urtabure" adlanır. Orta asırlarda börü boyunun bir kısmı Kırgızlardan doğuda meskunlaşmıştı. Azerbaycan tarihinde Börüler Atabeyliği ve Bröütekinler bellidir, bu da bellidir ki, Azerbaycan'da börü ile bağlı yazılı belgelerin tarihi daha kadim çağlara gelip çıkar."  V.Bitik- Ağasıoğlu











ilgili:
Türkçe en az 5000 yıllık




Eylül'de ulaştığım bir başka bilgi: 
Boranlar'ın Suvar Türklerinden olma ihtimali! 
Yani Bora adı onlardan da kalma olabilir.


Gotlarla ittifak halinde Trabzon çevresinde yaptıkları akınlardan 3.yy'da Karadeniz'in kuzeydoğu sahillerinde Boran adlı bir kavmin bulunduğunu anlıyoruz.

Hem Batı bozkırlarında Kıpçak dünyasın içinde , hem Oğuzlar arasında, hem de Moğol birliğinde bu isim etnik bir birim olarak geçmektedir. Trabzon'a saldıran Boranları bu sonrakilere bağlamak için haklı tarihi sebepler vardır. Muhtemelen İdil boylarının eski halklarından olan bu Türk topluluğu, Kıpçak yayılması ve daha sonra Cengizli istilaları sırasında yaşayan etnik süreçlere dahil olmuş ve Avrasya'nın çeşitli yerlerine dağılmış gözüküyor.

Burada, daha önce iki yerde kısaca temas etmiş olduğum bir konuyu açmak istiyorum. Milat'tan sonraki dönemde Batı Bozkırları'nda yaşayan halklarla ilgili genel yaygın ve maalesef yanlış kanaatlere kapılmayarak, bu halklardan birisi olan Boranların İrani asıllı olduğu iddiasına peşinen itiraz ettik. Daha sonraki araştırmalarımız hem bunların İrani olmadığını gayet açık gösterdi, hem de o zaman ve zemin içinde Türklük aramanın gayet mantıklı olacağı noktasına ulaştık.

Doğu Avrupa'ya erken dönemde doğudan gelen ırklar içinde en fazla ve neredeyse tek şans İrani topluluklara tanınmaktadır. Bunun tarihi temeli Kimmer-Saka-Sarmat dünyasında, nihayet Sarmatlığın uzantısı sayılan Alan-As birliğinde görülmektedir. Kimmerlerin İrani oluşu iddiası "beyaz" olmalarına dayanır (Kafkas veya Fin-Ugor kavimleri ne renkti?). Yaygın Batılı bilime göre siyah veya sarı ırktan olmadıkları müddetçe bunun aksini söylemek sözkonusu değildir. Sakalar ve onlarla aynı dili konuştukları belirtilen Sarmatların kimliğini İrani bir asla bağlamak da aynı ölçüde zorlamalar içermektedir. Kendi haline bırakıldığı zaman ise bunlar eski Türk kimliği içide yerlerini bulmaktadırlar.

İranilikleri konusunda en fazla delinin bulunduğu sözde Alan-As halkı ise ayrı bir muammadır. Öncelikle bu ikilisini birbirinden ayırmamız gerekiyor, çünkü kaynaklar daima ayırıyor.lar. Macaristan'daki Yaş Sözlüğü hariç tutulursa, Aslar kaynaklarda daima Türk olarak sınıflanıyorlar. Alanların dillerinde kalıp, tamamına yakını kişi adı olan kelimeler içinde ise Türkçe ile açıklanabilenler ezici çoğunluğu oluşturmakta, buna karşılık İrani dilde açıklanabilen tatmin edici bir kelime neredeyse bulunmamaktadır.

Doğu Avrupa'da İrani asıllı kimseleri arama çabaları sonuçsuz kalmaya mahkum gözüküyor.

Türkler ise Doğu Avrupa'da her yerde her zaman vardılar. Saka ve Sarmat dünyaları içinde yoğun Türk varlığının yanında, eski kaynakların ısrarla Kimmerleri Bulgarlara bağlama çabalarını da eklersek, Kimmerler arasında bile Türklüğün izlerini sürmemiz, en azından bu ihtimali iyi değerlendirmemiz gerekiyor. 

Kaynaklar her iki kurama göre de bölgede Hun öncesi yoğun bir Türk varlığına işaret ediyor. Bizzat Hun kelimesi 2.yy'da Ptolemeus'ta (Kounoi) ve çağdaşı Dionisius Parigetus'ta geçer. Czegledy'nin Hiungnu, Hun ve Kun kelimelerinin benzerliğinin aradaki sorunları ortadan kaldırmayacağı ifadesi kendi başına bir sorunlar yumağıdır. Burada açıklanması gereken şey benzerliğin oluşu değil, olmayışıdır. Zira benzerlik açıktır. 

Heredotos'taki lyrkai'nin açıklaması tartışma götürür ama Sarmatların çağdaşı Pompeius Mela ve Plinius Secundus'ta geçen Tyrkae budun adının Türk'e işaret ettiğine artık itiraz yoktur.

Bu konudaki örnekleri bir düzineye kadar çıkartmak mümkündür ve eğer bir bölgede bir düzine Türkçe budun adı geçiyorsa artık bu konuda fazla konuşmaya gerek kalmaz. 

Ptolemeus'ta Orta İdil boyu halkları arasında Savaroi ve Soubinoi isimli topluluklar geçer. Birincisinin aynı bölgede iki yüzyıl sonra isimleri tekrar karşımıza çıkan Savar/Sabir, ikincisinin ise bugün Subin adıyla Kazak ve Başkurtlar arasında hala yaşayan Orta İdil'in eski yerlileri Sabanlar olduğu konusunda kuşku duyulmaz. Biz doğuda, Çin kaynaklarında Sabir arayıp bulamazken, Sabirler batıda bulunmaktadırlar. Eğer Ptolemeus gibi allame bir yeryazımcıyı değil de, Priskos gibi kuşkuların insanları kovaladığını yazan budala bir diplomatı kaynak alırsak, ne Sabir, ne Bulgar ne de başka bir meseleyi çözemeyiz.

Batı bozkırlarında Sabir, Saban, Türk, Hun, Ağaçeri gibi kavimlerin dolaşıp durduğu aynı günlerde, Don nehrinin aşağı boylarında Boranlar adlı br kavmin de ismi geçer. Bunlar Heredot'ta geçen Hyperbore'lilerle ilişkilendirmek konusunda şimdilik delil yoktur ve bu aceleci bir girişim olur.

...Suvarların o dönemdeki göçü tam tersine, Orta İdil'in doğusundan Hazar sahiline olmuştur.

Mısır'da Akşitler (Türk-İslam Devleti-SB) devletini kuran Tuguç'un atalarından biri Boran (kaynakta Furan) olarak geçer. Bilindiği üzere bunlar Fergana kökenlidir.

Kafesoğlu Boran ismini hali tavır bildiren budun adlarından olarak açıklar. Sözkonusu kavim için Baran veya boran'dan hangi biçimi esas almamız gerektiğine karar vermek zordur. Zira hem yaklaşık bütün Türk dillerinde geçer, hem de buna kaynaklık edecek bir fiil kökü vardır. Koç anlamındaki baran'ı İrani bir kelime saymak ise içinde acelecilik barındırır. Bu kelime Eski İran veya Avesta dilinde de geçmez. Buna karşılık özellikle kuzeydeki Türk lehçelerinde yaygın kullanımda olup, oradan Rusça'ya girmiştir. Unutmayalım ki, eski Türkçe kayıtlarda geçmeyen pek çok sözcüğü biliyoruz ve Türkçenin öz malı olarak duruyorlar. biçim her ne ise, bu ismi kullanan toplulukların tamamının Türk olduğu görülüyor. Türkleşmiş ifadesi son derece keyfi ve mesnetsiz bir tercihi yansıtır.

Cengiz Han'ın ilk faaliyetleri sırasında oynadıkları role ve yurtlarına bakıp, bunları Moğol olarak görmek mümkündür. Kuzeyev de böyle düşünür ve daha sonra iki yola ayrıldıklarını, İdil boyları ve Yedisu'da (Başkurtlar ve Kırgızlar arasında) Türkleştiklerini söyler. Ancak burada üç sorun karşımıza çıkmaktadır. Birincisi Moğolistan'da dahi olsa, ilk dönem Moğol hadisatı içinde anılan, hatta Cengizli birliğine dahil olan kavimlerin illa da Moğol asıllı olmaları gerekmez. Unutmayalım ki, başta Uygurlar olarak pek çok Türk boyu gönüllü olarak Moğol birliğine girmiş ve böylece Türklşemeden bahstemeye gerek kalmaz. Hatta isimlerini bile baran'ı (koç) bir kenara atıp, tıpkı Bayındır, Bayat ve Baydar örneklerinde olduğu gibi, Türkçe Bar (zengin, var) kelimesine -in budun ismi yapma eki ekleyerek açıklamak mümkündür. İkincisi güneydeki Baran ve kuzeydeki Barın'ı birbirinden ayırmak için yeterli delilimiz yok. F.Sümer'in dediği gibi Oğuzların içinde böyle bir etnik isim geçmiyorsa bu durum kuşkusuz onların doğudan, Oğuz dışı dünyadan geldiklerini gösterir. 

Bir diğer sebep de , yukarıda geçtiği üzere, Moğol istilasından önce Kıpçaklık içinde bu isme rastlanmasıdır. Ama sonuçta Türk-Moğol dünyasına ait bir kavimden, topluluktan bahsediyoruz ve hiçbir yerde, hiçbir İrani niteliğe gönderme bulunmuyor. Trabzon'a saldıran Boranların da bunların erken dönem bir kopuntusu olması mümkündür. Zaten bundan birkaç yüzyıl sonra Batı Türkistan'da isimleri geçmektedir. Üstelik Moğolistan'daki anayurt hadisesi de tartışmaya olabilir. Dolayısıyla, Hun öncesi dönemde bir Türk topluluğunun daha Avrupa sınırları içindeki, dahası Trabzon ilimizdeki faaliyetlerine şahit oluyoruz.



3 nolu dipnottan.
Bir istisna kaydı düşmek istiyorum. Heredotos'da geçen Argipai halkı (IV:23-26) Tomaschek'e göre tarihteki ilk Türk devletini kurmuştur. bunu böyle alan ve yurtlarını Tanrı görüyorlardı ve kendilerine kimse dokunmazdı. Lakin yunan tüccarların görüş ve faaliyet alanındaki bir sahada yaşayan insanları Tanrı dağlarına değil, Uralların berisine yerleştirmek gerekir. Esas gözden kaçan şey ise Heredot'un bu kimselerden sürekli "kel başlı" olarak bahsetmesidir. Adeta isimlerinin anlamlarını vermektedir. Üstelik bunu adetlerine değil, etnik kimliklerine vurgu esnasında söyler. Bu budun adının sonundaki Pai kısmı açıkca Fin-Ugor "baş" kelimesini gösterir. Bitirmiş olduğun ve bu yıl içinde yayınlamayı tasarladığım Bey ile Büyücü: Avrasya'da Tanrı, Hükümdar, Devlet ve İktisat adlı kitabımda (kitabı çıktı-SB) bu Fin-Ugorca biçimlerin Türkçe baş ile aynı köke gittikleri ve Türkçe kelimenin de Bag-bağ-ba biçiminden geldiği iddiasında bulundum. Ancak, söz konusu iddiayı bilim dünyasına sunmadan burada zikretmeyi uygun bulmuyorum. Eğer iddiamız doğru ise Argipai'lar Türk veya Fin-Ugor herhangi bir topluluktan olabilirler. Şimdilik ikincisinden görülüyor.












TÜRK ALPLERİ ve BORA
SB.