28 Şubat 2017 Salı

The Smyrniote Crusades and The Turks






UMUR BEY of AYDIN DYNASTY: "THE LION OF THE SEAS"

Statue of Gazi Umur Bey and Aydınoğulları Dynasty Tomb in Birgi-Ödemiş/İzmir
photo of the film "The Season Of The Witch with Nicholas Cage-2010"
Sultan Mehmet "The conquerer" İstanbul 




"Season of the Witch - Nicholas Cage" is just a film, a fantastic/sci-fi film yes, but there is a truth in it!.. Which these types of movies work on subconscious...


The story in the film: "In the 14th century, Teutonic Knights Behmen von Bleibruck and Felson are engaged in a crusade, taking part in several different battles throughout the 1330s and eventually taking part in the Smyrniote crusades. After witnessing the massacre of civilians during the 1344 capture of Smyrna, the two knights choose to desert the Order and the crusade and return to Austria."


Who were those peoples, that was massacred in Smyrna then?.. The TURKS of course....


The Smyrniote Crusades (1343–1351) were two crusades sent by Pope Clement VI against the Emirate of Aydın under Umur Bey (BEY=Mr.,sir, lord, gentleman) which had as their principal target the coastal city of İzmir (Smyrna) in Asia Minor. Umur Bey was called "The Lion of The Seas".


Principality of Aydin - Aydın Dynasty (Aydınoğulları Beyliği)
Its capital was at first in Birgi, and later in Ayasluğ (present day Selçuk), was one of the frontier principalities established in the 14th century by Oghuz Turks after the decline of Sultanate of Rûm. It is named after its founder Aydınoğlu Mehmed Bey.


Especially during the reign of Umur Bey (Umur Paşa/Pasha, Umur Gazi) , the sons of Aydın were a significant naval power of the time. The naval power of Aydin played a crucial role in the Byzantine civil war of 1341–1347.


Umur Ghazi (GAZİ=Veteran) was a loyal ally and friend of Emperor John Cantacuzenus of the Byzantine Empire , and provided him with material aid during his military campaigns. Umur was killed by a barrage of arrows, climbing the walls of Smyrna Castle during a recapture attempt and the raids of the Crusaders stepped up in Izmir. Modern İzmir's district Gaziemir (Gazi Emir/Umur became Emir) is named after him.


Umur Bey overland his ships in Corinth 115 years ago, before Mehmed the Conqueror overlanded his galleys in Golden Horn / İstanbul. The harbor of the Golden Horn was blocked by a boom chain and defended by twenty-eight warships. Mehmed transported his lighter warships overland, around the Genoese colony of Galata and into the Golden Horn's northern shore; eighty galleys were transported from the Bosphorus after paving a little over one-mile route with wood. 



Besides that İstanbul was conquered by the Ottoman Turksother Turkish tribes as; Scythians, CimmeriansHuns, AvarsPechenegs, Bulgarians and Khazars (even emperor Leo IV was a halfblood Turk- "The Khazar")Seljuks, MamluksAbbasid Dynasty; had surrended İstanbul, or lived in the city before the Ottoman Turks...(Ottoman, Seljuks, etc.,a are not an ethnic name! it's a family or tribe name, the ethnic is Turk)



Sultan Fatih Mehmet "The Conquerer"... Golden Horn
by Bertrandon de la Brocquiere, 1455



On the other hand, the West use Greek and the Greeks use Hellens as their nation name...


In 800 AD Holy Roman-German was built, Charlemagne was crowned as Roman Emperor, officially rejecting the Eastern Roman Empire as true Romans. But the emperor in Constantinople says " the owner of this title is me". 


At this point Charlemagne use the word Greek, as in 200 BC. when the Romans take over the land Greece, they called them "Greek", meaning "Slaves" " Servants" ... So, Charlemagne began to use "Greek" for the East Romans. The West claims that as his legal heir and the emperor was known as "Imperium Romanum" and the East as "Emperor of the Greeks" and their land as "Greek Empire" "Imperium Grecorum." This meaning "Slave" of "Greek" , was in the old edition of the books, but Greece went to court, and new editions doesn't have this meaning anymore.


"The idea of Byzantium remained contested : for J.B.Bury, quite simply, no "Byzantine empire" ever began to exist; the Roman empire did not come to an end until 1453. Byzantium was not classical Greece; it could not easily be accommodated either by romantic Hellenists in the eighteenth and nineteenth centuries or by classicists since....." Byzantines by Averil Cameron



Before the conquest of "Constantinople",
Fourth Crusade (1202 -1204)
The Entry of the Crusaders into Constantinople 
by Eugène Delacroix, 1840 


The most infamous action of the Fourth Crusade was the sack of the Orthodox Christian city of Constantinople.
But today nobody speaks about the "The Catholics plundering The Orthodoxes"....



"There is no doubt that many important events occurred during the long history of the East Roman Empire (Byzantine) lasted more than a thousand years. In these events the tragedy in İstanbul in 1204 has a special place. According to some Byzantinists this date is considered as the date of the actual fall of the East Roman Empire and the beginning of the Post-Byzantine period. (...) East Roman Empire was not called till the 16th centuries as Byzantine."

Corpus Historiae By­zantinæ
by Hieronymus Wolf, 1557
(Corpus Scriptorum Historiæ Byzantinæ), 1648, Du Cange'nin Historia Byzantina, 1680




Salute to the truths,
Semra Bayraktar



















27 Şubat 2017 Pazartesi

İskitlerin arasında yaşayan Ovid...




"Bir hükümdar cezalandırırken, yavaş, ödüllendirirken hızlı olunmalıdır." 
Ovid/Ovidius
"A ruler should be slow to punish and swift to reward."







OVİD (MÖ 43- MS 17/18) Romalı şair, Augustus döneminde yaşamış ve onun tarafından da Tomis'e sürgüne yollanmıştır. Romalı tarihçi Jordanes’e göre (MS 6.yy) Karadeniz kıyısındaki Tomis şehrini (Tomi-Romanya), (Alp Er Tonga'nın torunu) Massagetlerin Kraliçesi Tomris kurmuştur. 


Eugene Delacroix (1798-1863) "İskitlerin arasında Ovid" resminde Ovid'in gayet rahat bir hayat sürdüğü görülürken, Ovid kitaplarında dert yanıyor, çok iyi ya :) ... Bir de Kısrak Sütü sağıyorlar... Hangi "Hint-Avrupalı/İranlı" kavim/millet içiyormuş bu kımızı? Anlatın bakayım bilelim... Semra Bayraktar




*


Emel Gülşah Akın
TRİSTİA

Ozanın sürgün yolculuğu sırasında ve sürgündeyken yazdığı, hepsi elegeia vezninde olan eseri Tristia yaklaşık 3500 dize eden 5 kitaptan oluşmaktadır. Bunlar genelde ozanın arkadaşlarına ve yakınlarına yazdığı şiir - mektuplardır. I. Kitaptaki mektuplar ozanın Tomis'e yaptığı deniz yolculuğunu kapsamaktadır. II. kitapsa tek başına 578 dizeden oluşan uzun bir elegeia'dır; ozan İmparator Augustus'a, sürülmesine neden olan şiiri Ars Amatoria'nın savunmasını yaptığı bu kitabını M.S. 9'da tamamlamıştır. Diğer iki kitapsa M.S. 9-12 yılları arasında yazılmış ve birbirlerinden ayrı olarak yayımlanmıştır. Ovidius Tristia'da hitap ettiği arkadaşlarının, belki bir zararı dokunur düşüncesiyle, adlarını vermekten kaçınır.


Tristia bir hüzün şiiridir.Tristia'nın ilk kitabı, Ovidius'un sürgün şiirlerinin tüm baskın motiflerini içeren bir özelliğe sahiptir. Sürgün yolculuğu sırasında eserin yazımı başlamıştır. Olayların ani gelişiminden kaynaklanan endişe, şaşkınlık, hızlı bir vicdan muhasebesi, suç ve ceza şuuru kendini derhal gösterir. Burada hemen şu ara notu da vermek gerekir. Maziyi bir türlü arkasında bır akamayacak olan Ovidius'un bir şair olarak kariyeri boyunca sürdürdüğü sınır tanımayan kişisel metamorfozu ile birlikte düşünüldüğünde, geçmişte yazdığı kimi şeyler tuhaf şekilde kahince görünmektedir.


Bu eser, Ovidius Roma'dan ilk uzaklaştığı sırada yazdığı bir eserdir ve bu yüzden dizeleri hem Tomis' e hem de orada yaşayan, uygarlıktan nasibini almamış halka olan nefretiyle doludur.


“Buraya Tomis deniyor, çünkü derler ki, burada kızlar erkek kardeşlerinin bedenlerini parçalara ayırırlarmış.”


“Tomis kasabası nasıl bir yerdir ve içinde yaşayanlar nasıl alışkanlıkları olan insanlardır bilmek ister misin? Bu sahil boyunca hem Yunan hem Getae karışımı bir ırk yaşar, ama Getae etkisi daha çok görülür. Sarmatia ve Getae aşiretleri atları üzerinde gidip geliyorlar yol boyunca. İçlerinden biri bile eksik etmez sırtından uçları sarıya boyanmış oklarla, okçuklarla dolu sadağını. Kulak tırmalayıcı sesler, korkutucu suratlar, Mars'ın hakiki görüntüleri, ne saçları ne sakallarına insan eli değmiş. Sağ elleri hançer kullanmak için yavaş değil ve her barbar gibi bıçak yarası var böğürlerinde. Heyhat şimdi böyle adamlar arasında, bunları görerek, bunları duyarak yaşıyor, oyuncağı olan aşıkları unutan şair, senin şairin, arkadaşım. Burada yaşamasa, ama aralarında ölse, o zaman gölgesi bu nefret edilesi yeri terk eder belki.”


“Eğer orada hala sürgün edilen Naso'yu hatırlayan varsa, eğer adım bensiz hala o şehirde hayatta kalmışsa, söyleyin onlara denizlere asla dokunmayan yıldızların altında ben barbarların dünyasının ortasındayım.”


“Ey ilk defa Iason‟un küreğini vurduğu deniz, ey korkunç düşmanlardan ve kardan bir an bile kurtulamayan diyar, öyle bir zaman gelecek mi? Ben, Naso, seni terkedebilecek, daha az korkunç bir yerde devam edebilecek miyim sürgünüme? Yoksa sonsuza kadar bu barbar ülkede mi kalmalıyım, kaderim Tomis topraklarındaki mezarımda yatmak mı yoksa ?


“Ölmek için dua ediyorum sıklıkla, ama öte yandan ölümden de af diliyorum korktuğum için, Sarmatia toprakları kemiklerimin üzerini örtecek diye.”


Ovidius Augustus'un affediciliğini düşündüğünden, hala o topraklardan kurtulma imkânı olduğunu ummaktadır. Mektuplarında Augustus'a söyledikleriyle kendisini Roma'ya, dünyanın merkezine çağırması için adeta yalvardığı görülmektedir.








*




"Sakas and Scythians were Türkic."


Amu Darya - Oxus
The ancient name of the Amu Darya, encountered in the form of Oks or Oxus (10), is accepted as an ancient Türkic toponym Oguz or Okuz ”river” (11). M. Kashgari in his ”Divan” wrote: ”Okuz - is a name for such large rivers as Djeykhun, Euphrates ... In the land of the Türks several other rivers are also called by that name” (12).

A.I. Bisebaev 
(is an archeologist involved in studies of Kazakhstan ancient Türkic cities and fortresses.)

translators note:
Elucidation by Sh. Kamoliddin, p. 27:
The largest river in the Middle Asia, Amu Darya, mentioned in the ‘‘Avesta’‘, was called Vahvi Daitya [Hodjaeva, 2003, p. 67-79], the ancient Greeks called it Oxus and identified it with the name of the river Vakhsh [Steblin-Kamensky, 1978, p. 72]. The Türks simply called it Okuz, i. e. ‘‘river’‘ because the ancient Türks called any big river okuz [Kashgari, vol. 1, p. 91, 411, 469; vol. 3, p. 166, 260], and this word also has a second meaning ‘‘bull’‘ [Khasanov, 1962, p. 95]. The name Amu comes from the Ket words om - "mother" pul - "river" and means "water-mother." (See: Yaylenko, 1990, pp. 37-40). The Avestan name of the river Vahvi Daitya, as well as the later Iranian forms of the name Vaxshu and Vehrot, are calques of the original Yenisei word (See: Дульзон, 1971, pp. 198-208).26

Ancient Türkic toponymy
A.I. Bisebaev / read more
Ancient Türkic toponyms of Sakas and Scythians in the works of classical authors







*


"Now in us you will have incorruptible guardians both of Asia and Europe: there is only the Tanais between us and Bactria, and beyond the Tanais, we extend our selves as far as Thrace, and Thrace is said to border upon Macedonia. Thus you see we are your neighbours in both your empires. Consider therefore, whether you will have us for your friends, or enemies..." 

A Turkish Empire, with different names, in BC times, from China to the Hungary plateau.....
Today... nothing is changed... think!





ilgili:





ALACAHÖYÜK - HATTİ - DİNGİR




Alaca Höyük'te Eski Tunç Çağı mezarlarından beri bildiğimiz o eski Hatti geleneklerini Hitit İmparatorluk devrinde de korumuştur. Hitit siyasi hakimiyetine rağmen hala bir Hatti kentidir. 


Ortostatlarda tasvir edilen sahneler de Hitit dinini değil, Hatti dinini, örf ve adetlerini, efsanelerini yansıtmaktadır. Burası aynı zamanda Hatti tanrısı TeteShapi'nin kült merkezidir. Eğer TeteShapi'nin kült merkezinin Hititçe adını bilseydik, burası Alaca Höyük'ün antik adından başkası olamazdı. 


İnsan tasvirleri ve av sahnelerinde gördüğümüz canlılığı ise, yerli Hattili yontu ustalarının becerilerine borçluyuz. Burada elbette yabancı etkiler söz konusudur; ama bu etkiler 35 kilometre uzaklıktaki başkent Bogazköy'den gelmemiş; geçen yaz Nişantaş yakınında bulunan Mısır tiplerine tıpkı benzeyen bir sfenksin gösterdiği gibi, Mısır'dan gelmiştir. Yani Alaca Höyük kent kapısı girişi, en az iki sıra halindeki ortostatları, kabartmaları ve dev sfenksleriyle, Bogazköy'deki Hitit hanedanının verdiği sipariş üzerine, Hattili ve Mısırlı taş yontu ustalarının yarattıkları ortak bir sanat eseridir; konusunu ise, Hatti dininden ve günlük yaşamından almaktadır.


Hitit metinlerinde Siyah Tanrıça (DINGIR.Ge6) olarak geçen bu demonik kökenli tanrıçanın, aslında Babil metinlerinde sık sık karşılaştığımız, arslan başlı, kadın gövdeli, yeleleri omuzlarından sarkan, kanatlı ve ellerinde yılanlar tutan karışık varlıklarla aynı olduğunu bir çalışmamda göstermiştim. 


detaylı:
BOĞAZKÖY METiNLERiNlN IŞIĞI ALTINDA HlTlTLER DEVRl ANADOLUSUNDA FlLOLOJiK VE ARKEOLOJIK VERlLER ARASINDAKi İLİŞKiLERDEN ÖRNEKLER 
Prof. Dr. Ahmet Ünal






DİNGİR - TENGRİ - TÜRKÇE'DİR.
HATTİLER PROTO TÜRKTÜR.
MÖ 3000-2000'lerde Anadolu'da yaşayan Hattilerin diline Khattic/Khattish, Hattic derler, eklemeli dil grubundandır, Ne Hint-Avrupa Ne de Semitic dil grubuna girer! Hattilere "proto-Hitit" denilmesi anlamsız ve saçmadır!
"ANADOLU" OLARAK ADLANDIRILMADAN ÖNCE "HATTİLERİN ÜLKESİ" (MÖ 2300) OLAN TÜRKİYE... 
SB





"Mısır ve Asur yıllıklarında Kapadokya, "Khita / Khatai / Khata (anlamı Demircilerin Ülkesi), TOURAN THE KHATAİ" olarak geçer, yani TURAN KHATAİ. Hatti şeklini de hatırlayın."
Elşad Alili







Khattish language can not be proto-Hittite language! 
Don't mislead the world!

Hittites invaded the Hattian Land! and Hittites used their, culture pantheon of gods and language.... Hattians, a non-Indo-European, Agglutinative Language, like the Scythians, Cimmerians, Partians.... The land of Hatti became Hittite....and The Capital city Hattusa was originally founded by the Hattians.... Hittites actually called themselves as "Nesili" (Nesi / Nesa), by misreading from Aramic Torah "hittim" or "khetim" was is called Hittite. While in Assyrian and Boğazköy inscriptions (even in Arabic and Egypt) is written as "Hatti". In the 19th century people didn't know much about these people. When Torah was translated into western languages, the German translation was made by Martin Luther; "Ht" as "Hethit"; then English and French translaters read that as "Hitite" and wrote as "Hitite". Turkish scholars took that translate to from French/English translating.
So, Hittites didn't came with culture, like C.W.Ceram wrote : 
" Hittite Empire does exist, but Hittite Culture doesn't exist at all"....
SB.















20 Şubat 2017 Pazartesi

Konstantin - Papa - Vatikan'ın Sahtekarlığı







Sahte vasiyet, İmparator Büyük Konstantin'in Doğu Roma'ya çekilme kararı ile Batı Roma'yı Papa'nın irade ve hükmüne (potestas) bağladığını açıklamasıyla bitiyordu.

Bu irade ve hüküm makamı, Papa'yı eski Batı Roma topraklarında oluşan ya da oluşacak tüm devletlerin üstüne çıkarıyor, kral ya da prens, devlet muktedirlerini Papa'nın vesayetine sokuyordu.

Roma'daki Papalığın, Hıristiyan alemine önder ve Avrupa'ya egemen olmasını sağlayan "Konstantin'in Bağışı" belgesinin özgünlüğünden ilk kez, ortaya çıktıktan tam 300 yıl sonra kuşkulanılmaya başlandı.

Bu kadar gecikilmesinin nedeni "Konstantin'in Vasiyeti"nin Papalık tarafından Hıristiyanlık "dogma"sı ilan edilmesi ve Ortaçağ'ını yaşayan Avrupa'da herhangi bir din dogmasına karşı çıkana engizisyon işkencesiyle ölüm cezası verilmesiydi.

Nitekim 1140 yılında belgenin sahte olduğunu ileri sürmekle kalmayıp, "şeytan eliyle yazılmış" olduğunu söyleyen Arnaldo da Brescia, 1155 yılında asıldı, cesedi yakıldı ve külleri Tiber Nehri'ne atıldı.

Bu olaydan yarım yüzyıl sonra, 1193'te Antakya Ortodoks Kilisesi patriği Theodoros Balsamon, idam edilen Arnaldo da Brescia'nın "sahtelik" tezini yeniden ele alarak Papalık makamına bir mektup gönderdi. Balsamon, mektubunda vasiyet belgesinin sahteliğini mantık uyumsuzluğuyla açıklıyordu: Roma imparatoru Büyük Konstantin, emperyal başkenti 330 yılında Marmara Boğaziçi kıyılarındaki Konstantinopolis'e taşımakla, İtalik Yarımadası'ndaki eski başkent Roma'nın ruhani ve maddi iktidarına son vermişti. Hıristiyanlık aleminin önderliğini, yetkilerini elinden aldığı Roma Patrikliğine bağışlamasının mantığı yoktu. Dolayısıyla Roma Papalığının kurucu yasasını oluşturan vasiyet belgesi gerçek olamazdı!

1324'te Marsilio da Padova, "Konstantin'in Bağışı" belgesinin içeriğini, yine mantık metoduyla tartışmaya açtı: İmparator Büyük Konstantin, Papa'yı Hıristiyan alemi üstünde ezelden ebede mutlak hakimiyet yetkisiyle donatma hakkına sahipse, kendisinden sonra tahtına geçen Roma imparatorlarının (yani Konstantinopolis'teki imparatorların) da Papa'nın üstünde yetkisi vardı. Belge de Roma imparatorunun Papalık üstündeki makam yetkisinin kanıtıydı.

1327 ile 1329 arasında İngiliz Fransisken papazı Ockhamlı William, belgenin özgün olmadığından yana kuşkusunu açıkladı.

Ve nihayet Lorenzo Valla "Konstantin'in Bağışı" belgesini dil temelinde incelemeye başladı. Valla'nın vasiyetin sahteliğini kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlayan bilimsel çalışması, 1440 yılında Floransa'da toplanacak dini kurultaya sunulacaktı. Ama sunulmadı, gizlendi. Vall'nın incelemesi, ancak kendisi öldükten sonra 1506 yılında yayımlanabildi.

Papalığın kurucu yasası - tartışması yasak, çünkü - ulvi ilan edilip "Konstantin'in Bağışı" diye anılan dogmanın sahte olduğu, 1506 yılından öteye, başta Papalık, tüm ilgililerce biliniyordu. İmparatorun öldüğü 335 yılından önce yazıldığı iddia edilen vasiyetin, 700'lü yıllarda kaleme alındığı ve tümüyle uyduruk olduğu kanıtlanmıştı.

Ne var ki aradan geçen 800 yılda Papalık, sahte bir dogmaya dayandırdığı liderliğini, tüm Hıristiyan alemine kabul ettirmişti. İtalya'yı ele geçirmiş, Roma Katolik Kilisesi'ni tüm Hıristiyan mezheplerinin üstünde söz sahibi yapmış, Papalığı da Avrupa'daki kralların, siyasal iktidarların ve halkların, fetvalarına sıkı sıkıya bağlı olduğu kutsal önderlik makamı haline getirmişti.

Üstelik Roma'daki ruhban iktidarı, Büyük Konstantin'e atfedilen sahte vasiyeti dogma ilanıyla yetinmemiş, yeni mülk ve yetkilere ihtiyaç duydukça, bu sahte vasiyete göre eski çağlarda yazılmış da yeni bulunmuş gibi yaptığı, sahte "Papalık Fetvaları" da imal etmişti. Tabii ki kadim çağlara aitmiş de kaybolmuş ve sonradan bulunmuş gibi ortaya çıkan bu fetvalarda da dogma ilan edildiler.

Günümüzde "Sahte Fetvalar" diye anılan fetvalara her "yeni bulunan eskisi" eklendiğinde Papa'nın toplumsal yaşamı düzenleyen kutsal emir egemenliği genişliyor, Papalığın topraklarına yeni bir toprak parçası ve üzerinde yaşayan bir müminler topluluğu daha katılıyordu.

Vatikan gerek kurucu yasası "Konstantin'in Bağışı" vasiyetinin, gerekse vasiyete bağlı olarak çıkarılan "Papalık Fetvaları"nın sahte olduklarını, ancak 19.yüzyılın sonlarında "kerhen" kabul etti. Ama o günden bugüne, iki bin yılın en müthiş sahtekarlığının üzerinde oturduğunu asla itiraf etmedi. Belgelerin sahte olduklarına ilişkin hiçbir resmi açıklama yapmadı; hatta konuyu dillendirmemeye özen gösterdi!

Hıristiyan jargonunda "İsa'nın kuzuları" diye anılan mümin tabanın sözde vicdanını yaralamak, özde kafasını karıştırmamak için üstü örtülen sahtekarlık, tarihten günümüze sürdürülen sessiz bir anlaşmayla, Katolik Kilisesi'ne isyanla kurulmuş Protestan ve Anglikan mezheplerinin ruhban sınıflarınca da gizlendi.

Ne tuhaftır ki, kazığını yediği Katolik Kilisesi'nden nefretini gizlemeyen Ortodoks ruhban sınıfı tarafından bile açık açık ihbar edilmedi!

Papalığın tahtını elinden aldığı Konstantinopolis Ekümenik Patrikliği, Katolik Papalığa beslediği husumete, tarihte Katolik Haçlıların hazinelerini defalarca yağmalamasını, Hilal'in saldırıları karşısında Papa'ya bağlı Avrupa tarafından yalnız bırakılmasını ve daha bir sürü gerekçe gösterdi. Ancak yediği en büyük kazık, kurucusu Büyük Konstantin'in mirası, Hıristiyan alemi önderliğinin elinden cebren ve hileyle alınmasını yutkunarak geçiştirdi!

Hala da yutkunur, dillendirmez...

Çünkü herhangi bir Hıristiyan mezhebi, Kilisesi ya da ruhban sınıfının 1200 yıldır oldubittiyle önder bellediği Papa'nın kutsal yetkilerini hükümsüz kılacak sahtekarlığı resmen kabulü, Hıristiyanlığın tüm dogmalarını tartışmaya açacak ve müminlerin kutsal metinlere olan inancını kökten sarsacaktır.

Konstantin'in "Sahte" Vasiyeti, bu anlamda da dünya ve insanlık tarihinin en şaşırtıcı "bakarkörlük" örneğidir!

Avrupa kütüphaneleri, konu hakkında sayısız belgesel yapıtla doludur; internet arama motorlarına herhangi bir dilde "Konstantin'in Vasiyeti" tamlamasını girdiğinizde, belgenin sahteliğine ilişkin yüzlerce bilimsel makale gelir önünüze. Ama bu bilgi, asla geniş kitlelere yansımamıştır, yansımaz...

Bugüne değin dünyada tek bir televizyon kanalı, BBC sahte vasiyetle ilgili bir televizyon belgeseli yapıp yayınlamıştır: Donation of Constatin, Lies of Faithful...

BBC de bilindiği gibi, 16.yüzyılda Papa'nın kutsal hegemonyasını reddederek Anglikan mezhebini kuran Sekizinci Henry'nin ülkesi İngiltere'nin devlet televizyonudur.

tarihsel sahtekarlığın dünya kamuoyundan saklanabilmesinde, küresel medyanın bir yanda tarihi didik didik eden belgeseller yayınlarken öte yanda adeta sessiz bir sözleşme yapmış gibi, bu olayı bilmezden ve görmezden gelişinin payı büyüktür.

Dan Brown'ın Da Vinci Şifresi gibi dine dayalı komplosu ve çoğu saçma sapan kurgulu binlerce popüler romandan hiçbirinin, Hıristiyanlık tarihindeki temel komplo, Konstantin'in sahte vasiyetinden esinlenmemiş olması da ilginçtir!

Ama açıklaması daha da ilginç olabilir:

Özelinde Avrupa, genelinde Batı diye anılan Yahudi/Hıristiyan kültür topluluğunun, tarihsel gerçeklere verdiği büyük öneme rağmen kültür temelini oluşturan sahtekarlığı mümin kitlelerden saklı tutmaya çalışması, Türklerle yakından ilişkilidir.

Batı'nın din örgütlenmesini sağlayan İmparator Konstantin'in Hıristiyan aleminin önderliğini Papa'ya bırakmadığının alenen kabul ve ilanı, Hıristiyanlığın temsil ve hüküm makamının hal Konstantinopolis Ekümenik Patrikliği olduğu anlamına gelir ki; bu makam ve payitahtı artık İstanbul olup, Türklerin elindedir.

İncil'in yazılıp yayıldığı Ortadoğu'yla birlikte İsa ve havarilerinin doğduğu Kudüs'ten sonraki en kutsal mekanı, ilk Hıristiyan başkenti Konstantinopolis/İstanbul'u da Müslümanlara kaptırmak, Hıristiyan aleminin iki büyük travmasıdır!

Kudüs'ü geri almak amacıyla yapılan Haçlı Seferleri'ni düşünürseniz, birinci travmayı anlamakla kalmaz; Hıristiyan Batı'nın İkinci Dünya Savaşı öncesi, sırası ve sonrasında bölgede bir Yahudi devleti kurulmasını niçin desteklediğini de kavrarsınız.

Batı'nın bugün siyasal anlamda artık savunulması çok zor bir İsrail'in hala arkasında durmasını, salt Amerika ve Avrupa'daki Yahudi lobilerinin başarısına bağlamak, eksik bir açıklamadır. Batı'nın İsrail'e verdiği desteğin nedenleri arasında, Kudüs'ün Hıristiyanlara değilse bile İncil'de kayıtlı sahiplerine dönmesi de vardır, Hıristiyan Batı'nın Yahudilere yaptıklarından getirdiği nedametin bedeli de...

Hıristiyanlık, ilk çağlarda başlı başına yeni bir din öğretisi değil, bir Yahudi mezhebi olarak algılanıyordu. Hıristiyan alemi, boynuzun kulağı geçtiği gibi, zaman içinde Yahudiliğin önüne geçmekle kalmadı, beslendiği kaynağa düşmanlık yaptı. "İsa'nın çarmıha gerilmesi"nden sorumlu tuttuğu Yahudiliği aşağıladı ve Yahudilere soykırım dahil, çeşit çeşit eziyet etti. (*)

Ama akraba olduğunu hiç unutmadı ve Yahudiliğe karşı işlediği günahlardan nedamet getirdiği 20.yüzyılın ikinci yarısında, Batı kültürünü bu nedametin göstergesi olarak Yahudi/Hıristiyan ortak kökeni ilan etti. Günümüzde de İsrail'i "İncil efsanesinin gerçeğe dönüşümü" olarak koruyup kolluyor.

Unutmayalım ki İncil "Eski Ahit" ve "Yeni Ahit" olarak adlandırılan iki kutsal kitabın birleşimidir. Eski Ahit, İbranilerin, İsa'dan önceki kutsal metinlerinden oluşan Tevrat ve Zebur'dur. Yeni Ahit ise, eskisine eklenen 27 bölümde İsa ve sonrasını, havarilerin kutsal metinleriyle anlatır.

Hıristiyan alemi, tarihinin ilk travmasıyla İsrail'in Kudüs'ü Müslümanlardan geri alıp Eski Ahit'te yazılı olduğu gibi sahiplenerek korumasına verdiği maddi manevi destekle başa çıktı.

Ya ikinci travmayı, ilk Hıristiyanlık başkenti Konstantinopolis'in kaybını nasıl atlattı?

Yanıtım kısa ve açık olacak: Atlatamadı.

Atlatamadığının kanıtlarını, bu kitabın ilerleyen sayfalarında bulacaksınız. Hem de mantık çıkarsamalarıyla değil, tarih belgelerinde yazılı biçimiyle!

Kitle psikolojisi, birey psikolojisinin kaba hatlarıyla yoğunlaşmış biçimidir. Bir travmayı atlatamayan insan ne yapar? Gerçeğin acıtıcı yönüyle başa çıkabilmek için anısını bilinçaltında deforme eder, daha az acıtacak bir anlam yükler ve bilinçüstünden gizler.

Hıristiyanlık alemi de Konstantinopolis'in Müslüman Türklerin eline geçmesiyle yaşadığı travmayı, aynı yöntemle azaltmaya çalıştı: 1453'ten öteye kendi Doğu kültür mirasına, antik ve klasik çağlarına sırtını döndü, Hıristiyanlık Doğu Roma İmparatorluğu'nda doğmamış gibi yaptı. Hatta ilk Hıristiyan imparator Büyük Konstantin'i toplumsal bellekten silmeye özen gösterdi. İlk ve orta öğretim tarih kitaplarına koymayacak kadar unuttu, unutturdu.

Ama travma o denli derindi ki, unutmak yetmedi. Kaybedilen imparatorluğun adını değiştirmek gerekti. Doğu Roma'ya Roma dememek için kaybedildikten 100 yıl sonra tam olarak 1557'de Bizans adını verdi!. Böylece Müslüman Osmanlı, Doğu Roma ve ilk Hıristiyan başkentini değil, Bizans ve başkentini ele geçirmiş oluyordu.

Travma o denli yoğundu ki, kaybedilen Hıristiyan imparatorluğun bizzat Batı tarafından zayıflatıldığı, kutsal başkent Konstantinopolis'in dinsel önderliğinin Papalık tarafından gasp edildiği ve başkente Hıristiyanlığın ilk çağlarından miras kalan kutsal kalıtların Haçlı ordularınca çalındığı gerçeğini bilen Katolik ruhban sınıfında, kimi vicdanları da kanatıyordu.

Oysa aynı gerçekler bazı günahkar vicdanları da belki ilk kez, böylesine rahatlatıyordu: Batı Roma, iyi ki Konstantin'in sahte vasiyet belgesiyle Papa'yı Hıristiyanlığın önderi kılmış, iyi ki Konstantinopolis'i yağmalayıp kutsal kalıtları Batı Roma'ya getirmişti!

Bu yalan ve talan olmasa, Ekümenik Konstantinopolis Patrikliğiyle birlikte 1453'te Hıristiyanlığın karar mercii, yetki makamı ve kutsal kalıtları Müslüman Osmanlı'nın eline geçecek, Hıristiyan Avrupa başsız kalacaktı.

İşe bakınız ki tarihin en büyük sahtekarlığı, Konstantin'in uyduruk vasiyeti, sonuç olarak dünyanın en geniş mümin kitlesine sahip Hıristiyanlığın geleceğini kurtarmış, bekasına ve kıtalararası yayılmasına yaramıştır!

Üstelik makam üstünlüğü Papalık tarafından cebren ve hileyle gasp edilen Konstantinopolis Ekümenik Patrikliğinin, Müslüman Osmanlı'nın eline düşmesi, Hıristiyanlığın Ortaçağ'ın karanlığından kurtulup aydınlanmasını sağlamış Rönesans'ı başlatmıştı.



Mine G. Kırıkkanat 
"Bir Hıristiyan Masalı" : Tarihin En Büyük Sahtekarlığı






BASIN:
... kimi bölümlerine itiraz hakkımı saklı tuttuğum...
Ali Sirmen


BASIN:CNN
İstanbul’un kurucusu Büyük Konstantin’in vasiyeti olarak bilinen belgenin, insanlığı kana bulamış en büyük yalan, Hıristiyan dinini bölmeye yarayan uyduruk bir vasiyet olduğunu, bu yalanın, insanlık tarihinin son iki bin yıldaki “temel sahtekârlığı” olma özelliğini taşıdığını, bu yalanın Katolik mezhebinin dogmatik varlık nedeni olup Papalığın temelini atmaya hizmet ettiğini belgelere dayanarak kanıtlamaya çalışan kitap "Papa’nın adamları" tarafından 8. yüzyılda imal edilen bu sahte vasiyet olmasaydı, Hıristiyanlığın merkezinin bugünkü Vatikan’da değil, bizim coğrafyamızda olacağını ortaya koyuyor.



BASIN:
Tüm bu konuları da bir kenara bırakıyorum. Bir dekoder gibi tarihin şifrelerini çözen bu çok önemli kitap bilgi dağarcığımı genişleterek bana keyif verdi ama bir Türk olarak benim duygu dünyamda bir karşılık bulamadı. Sanki başka bir dünyanın özlemlerini yansıtıyor gibi geldi bana. Her şeye rağmen Vatikan’ın asırlardır süren sahtekârlığını belgeleme konusunda hedefini tam on ikiden vuran kitap, sizleri tarihin derinliklerinde keyifli bir yolculuğa çıkarıyor.


E. Amiral Soner Polat








(*) İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA ÖLDÜRÜLEN "YAHUDİ"LER ASLINDA MUSEVİ HAZAR TÜRKLERİ'DİR ; İSTANBUL'DAKİ EKÜMENİKLİK KAVGALARINI, KANAL PROJESİNİ, KENTLEŞME ADI ALTINDA BİR GELİN GİBİ SÜSLENMESİNİ; ANADOLU'NUN BİR ÇOK YERİNİN İNCİL'DE YER ALMASINDAN, YEDİ KİLİSELERİNDEN, ANTAKYA'NIN İLK PAPA MAKAMI OLMASINDAN, PAVLOS'UN YOLUNDAN; GÜNEYDOĞU ANADOLUNUN TEVRAT'TA GEÇEN YER OLMASINDAN, İBRAHİM'İN HARRAN'INDAN.... TÜM BUNLARDAN DOLAYI ANADOLU'YU ELE GEÇİRMEK İSTEMELERİ, BU KİTAPTAN SONRA DAHA ANLAŞILIR BİR HALE GELMEKTEDİR. 

Okumalıyız....
SB






EK:


İSTANBUL'UN ANTİKÇAĞ TARiHİ - Klasik ve Hellenistik Dönemler

"Byzas adı Trakya kökenlidir." ... "Byzantion ‟un Trakçadan gelme adı, daha sonradan bölgeye koloni kurma amaçlı gelen Hellenler tarafından efsaneleştirilerek Megara‟lı kahraman Byzas ile synkronize edilmiştir. (Daha detaylı bilgi ve tartışmalar için bk. Georgacas 1947, 349 vdd.)"

Byzantion ismi G. Curtius‟a (1879, 291) göre, Βπδα-λη-; Βπδα-ελη- kökünden türemiş olup „kartal yuvası‟ anlamına gelmektedir (ayrıca bk. L. Grasberger 1888, 110; 278).

Pape-Benseler (1863-1870, 232b), Byzantion‟un isminin „su yurdu/ülkesi‟ anlamı içerdiğini iddia eder. K. Ostir‟e (1929, 23 vdd) göre ise Byzantion adı, Hint-Avrupa kökenli dil grubuna ait değildir. Pre-Trakya kökenli olup, βπδ- kökünden türemiştir. Su ile ilişkilidir. Bu durum benzer şeklilde Βύδε, βπδία, Βύδεξεο, Βαξβύδεο örneklerinde de görülmektedir.

K. Ostir‟i izleyen N. Zupanić (1939, 337) ise, Byzantion isminin Kafkas ya da Etrüsk kökenli olduğunu düşünerek, Βπδάληηνλ‟un „su kenti‟ anlamına geldiğini ileri sürmüştür. W. Kubitschek (19702, col. 1127); W. Tomaschek (19702, col. 1158) ve J. Miller‟e (19702, col. 1158) göre de Byzas ve Byzantion isimleri, Βύδεο, Βύδνο, Βαξβύδεο gibi Trakya kökenlidir. P. Kretschmer (1935, 217 vd.) ise, Byzantion ismini gerek etimolojik gerekse filolojik bakımdan açıklamaya çalışırken, kelimenin sonuna getirilen –ηνλ son eki ihtiva eden isimlerin iyelik/mülkiyete işaret ettiğini ifade etmiştir.

Benzer örneklere Phrygia Bölgesi‟ndeki yer adlarında [Μίδαο‟tan Μηδάηνλ; Γόξδηνο‟tan Γνξδίεηνλ; Μάλεο‟ten Μαλήζηνλ; Γαζθπινο‟tan Γαζθύιεηνλ etc.] rastlandığını belirtmiştir. Yazar (1934-1935; 385; 1935, 217) ayrıca Hellenler tarafından Byzas, Byzant şeklinde okunan, Illyria‟lıların Beuzas- Beuzant isimlerinden türetilmiş Byzantion isminin Illyria ve Trakya öğeleri içerdiğini ileri sürmüştür. Zira Βπδ- hem Illyria hem de Trakyalılar tarafından kullanılan bir isim köküydü (ayrıca bk. Etym. Magn. s.v. Βπδάληηνλ=Byzantion; s.v. Βύδαληεο=Byzantes)

Bu bakımdan İÖ. VII. yüzyılın ilk yarısında buraya yerleşen Dor kolonistlerin kentin yerel ismini Hellence‟ye uyarlayarak
Byzantion şeklinde kullandıklarını belirtmiştir. Bu durum E. Schwyzer (1939, 66; 526); H. Krahe (1937, 287 dn. 20) ve F. v. Duhn (1939, 3) tarafından kabul görmüştür. (Daha detaylı bilgi için ayrıca bk. Georgicas 1947, 350 vdd.; Erzen 1954, 136 vdd.)

Bununla birlikte G. Semerano (1994, sv. Byzantion) ise, Byzantion adının Byzas ya da Byzia‟dan kaynaklanmadığını ileri sürmüş ve byssos‟un Sümerce kökenine kadar ulaşmıştır.


Sayfa : 7-10-11
İSTANBUL‟UN ANTİKÇAĞ TARiHİ - Klasik ve Hellenistik Dönemler/kitap
Prof.Dr.Murat ArslanAkdeniz Üniversitesi


Bizans'ın kendilerine ait olduğunu kanıtlamak için bir mitolojik kahraman uydurdular ve adına efsaneler yazdılar, adına da Byzas dediler, tıpkı diğerlerini kendilerine uydurdukları gibi.... Anadolu'da Truva Savaşı'ndan önce Hellenler yoktur....Ayrıca Trak Gazanfer Kazimov hocanında dediği gibi "Türk kelimesinin fonetik varyantıdır." Traklarda Türk özel adlara rastlanmıştır





ilgili:


Basından:
İstanbul'u Türksüzleştirme Projesi: Yeni Boğaz (City of Istanbul'a Yer Açılıyor) 
Behiç Gürcihan / Açık İstihbarat (İstanbul'un Bir Gelin Gibi Süslenmesi)









19 Şubat 2017 Pazar

Artemis Bendis'in başlığında ve elbisesinde Çintemani



Artemis Bendis, Apollo ve Hermes 
"Bendis Painter" - MÖ 380-370
Artemis Bendis'in başlığında ve elbisesinde ÇİNTEMANİ






Dacia (Daçya) - Romanya belgeselinde:
The Other Land of the Gods 
(artık ne kadar ciddi, ne kadar fantezi bilmem, kısa bir bölümü free)

AMA...


Strabon, Atinalıların birçok yabancı tanrıları ve ibadet adetlerini kabul ettiklerini, lakin bu törenleri o kadar çok seviyorlardı ki, komedi yazarları tarafından özellikle Trakya ve Frigya törenlerini alaya aldıklarından bahseder. (Strabon 10:3) Haksız da değildir....Gerçekten de "Yabancı"dır Atinalılara....


Belgeselde, Yunanlılar aşağıdakileri Trakyalılardan ödünç almıştır;
"Zeus - Gebeleizis
Artemis - Bendis
Dionysos - Sabazius
Apollon - Orphee
Dişikurt efsanesi Dacia kökenlidir ve Romalılara oradan geçmiştir" der.....



Bir kere;

SABAZİUS - İskit Boyu Saban'dan gelir. Suvar-Sabar Türkleridir. Hatta Sabantuy Festivalleri bilem var :) Dionysos ondan türetilmiştir ( Zeus kelimesi de türetilmiş olabilir)...

ORPHEE - Hep İskit başlığı ile tasvir edilir. Homer ve Hesiod'ta geçmez, Trak kralı Oeagrus'un oğlu olarak geçer. Apollo'nun da Yunanca olmadığı düşünülürse mümkündür, ama Apollo Anadolu kökenlidir.

GEBELEİZİS - Getaelerin şimşek/yıldırım ve fırtına tanrısıdır. Kelimenin kökenini araştırmadım. Getae İskitlerin diğer adı MASSAGETAE'dan gelir, aynı zamanda da Helenler Daçyalılara Getae der. Tomris Ece'nin mensup olduğu boydur. Hatta, Romanya'daki Tomi antik şehrini onun kurduğunu söylerler.

BENDİS - Avcılık ve Ay tanrıçası. Kılık kıyafeti ile Asyalıdır. Kelimenin kökenini araştırmadım. Plato kült haline gelen Bendideia festivallerinden birini kitabında şu şekilde tasvir eder: 

"Adeimantos söze karışarak, “Bu akşam tanrıçanın şerefine bir atlı meşale koşusu yapılacak, haberiniz yok mu?” dedi.
“Atlı mı!” dedim, “Bu da yeni çıkmış herhalde, yani şimdi atlar yarışırken, sürücüler de meşaleleri elden ele dolaştıracaklar, öyle mi?” (Devlet:328a) 



Daçyalar tıpkı Göktürkler'deki gibi Kurt şeklinde Tuğ taşır. Kılık kıyafetleri "Asyalı" özelliği adı altında geçer ve Sanat eserleri İskit/Saka eserleriyle aynıdır. Bendis Artemis'in kıyafetindeki Çintemani bile kör gözüme giriyor....

Dişikurt efsanesi Türklere ait olmasının yanısıra, Romalılara Etrüsklerden geçmiştir. Etrüskler karadan ve denizden olmak suretiyle İtalya'nın kuzeyine göçmüştür. Yani Hyperboreanlıların hayvanı Kurt'u ve efsaneyi bu şekilde getirmiş ve Latinler de onlardan çalmıştır. (Etrüsklere ait ne kadar kitap/Papirüs varsa da Roma krallarının-rahiplerinin emriyle yakılmıştır.)

Belgeselde bahsedilen uzun boylu Roma imparatoru Maximus Thrax (MS 173-238) Prof.Mirfatih Zekiyev'e göre babası Gotlardan annesi ise Alan kökenlidir, ve adı da Ababa'dır. Ababa'nın anlamı Avın Annesi veya Evin Annesi'dir, Alanlar Türk'tür. Ve Gotlar'da İskitlerin bir koludur.

Ayrıca belgeselde; "Hyperboreanlılar Kutuplarda yaşardı, sonradan buralar Asgard olarak anıldı, güneye indiler, birçok yerin atasıdırlar. Bir kısmı Kafkaslara gitti ve yeni başkentleri Asgard'ı kurdu. Bir kısmı Tibet'e gitti, ve son olarakta Archipelagos'a gittiler, şimdiki Meksika Körfezi..." diyorlar.

Hyperboreanlılar ise yine bir İskit boyudur ve de kurtların eşliğinde Tanrıça Leto güneye inmiş, Artemis ile Apollo'yu doğurmuştur. Apollo'nun lakabı Kurt'tur. Artemis'in ay tanrıçası olması sebebiyle de hayvanı Kurt'tur. Başka bir anlatımda da Leto Dişi Kurt'tur. Asgard Türk olan Odin'in geldiği yer Azerbaycandır, Türklerin yaşadığı yerdir. Hyperboreanlı Abaris Apollo'nun rahibi olarak geçer, ama o bir Şamandır ve Abaris Orhun anıtlarında Apar olarak geçen Avar Türkleri'nin antik dönem adıdır. 

Tibet'te Türklere Drugu derler ve Orta Asya Türklerinin yurdudur... Meksika Körfezi bölgesi, hatta Amerika kıtasındaki Yerliler ile de ata dışında, dil ve kültür bağımız da vardır.

Belgeselde Türksüz anlatılan bir tarih var, kendilerinden eminler bir de. 
Ama hiç kimse sorgulamıyor...
"Peki bu kültürü, geleneği kim sürdürmüştür? Çünkü hiçbiri bizim geleneğimizde devam etmiyor..." diye... 
Romanyalıların asıl sorması gereken şey; 
"Bizim atalarımız kim?" Slav mı? 
Yoksa, biz Türklerle aynı ataya mı sahibiz?... ;)


Bu gibi anlatımlara çok rastladım, mesela en yakın örnekleri ; 
Hazar Türklerine Slav diyenler, Safavilere İrani diyenler, Osmanlıyı farklı bir Etnik sananlar...
Ah be güzeller, işinize geleni Avrupalı, gelmeyeni Asyalı diyerek kestirip atıyorsunuz.
Tarihi çarpıtıp, eksik anlatmayın!...
Türkiye'den selamlar,
SB.





Troyalılar Türktür.




" Artıq elmi ədəbiyyatda troyalıların türk olduğu sübut olunmuşdur."
" Trak sözü «türk» sözünün fonetik variantıdır."
" Pelaskların da türk tayfalarından olduğu məlumdur."
" Tor oğlu Odinin başçılığı altında türklər Asiyadan (Kiçik Asiya nəzərdə tutulur) Avropanın şimalına gəlmişlər."
" Kimmerlər saklar və skiflərlə bir kökdən olub, ən qədim türk tayfalarındandır."


Hektor'un naaşı, atlı araba tarafından çekilirken.
Pantalonlu Troyalı Esir, Aşil'in önünde öldürülürken.
"Aşil'in Efsanesi" Lahitinden Detay, 
MS 2.yy, Roma Dönemi - Tyre [(Sur)
[TOR'shaların (Etrüskler /Sea People/) bir kısmı buraya yerleşmişti...]
Beyrut Ulusal Müze, Lübnan










HOMERİN POEMALARI VƏ «KİTABİ-DƏDƏ QORQUD»



Bütün bunlar göstərir ki, e.ə. 1260-1240-cı illərin hadisələrindən bəhs edən «İliada» və «Odisseya» əsərləri ilə bizim 1300 illiyini qeyd etdiyimiz «Kitabi-Dədə Qorqud» yaşıddır, eyni dövrdə, eyni real və mifik hadisələr zəminində yaranmışlar. 

"Artıq elmi ədəbiyyatda troyalıların türk olduğu sübut olunmuşdur."

Lakin onların müttəfiqləri qarışıq qəbilələrdən ibarət idilər. Müttəfiqlər müxtəlif olduğu kimi, dilləri də müxtəlif olmuşdur:

Priamın paytaxtında çoxdur bizim müttəfiqlər,
Burda çoxdur qəbilələr, hərənin də öz dili var. 

Və ya:
Troyanın qoşunu da eynən belə bağrışırdı.
Ancaq hərə başqa cürə çığrışaraq danışırdı:
Qarışmışdı bir-birinə başqa-başqa xalqın dili… 

Aydın olur ki, troyalılar yekcins olmamışlar. Lakin, şübhəsiz, onların əsas kütləsi türklərdən ibarət olmuşdur, çünki Priamın xalqı Troyada üstünlük təşkil etmişdir. Bu cəhətdən aşağıdakı misralarda «barbar dilli Karlar» ifadəsi çox maraqlıdır:

Barbar dilli Karların da sərkərdəsi mərd Nast idi.
Onlar Milet şəhərində dik Mendra sahilində
Bol meşəli Ftirosla qarlı Mikal dağlarında yaşardılar.

Şumerlər özlərini kar-rir, yəni «qarabaşlar» adlandırırdılar. Bu da Kenqir- şumer sözünün bir oxunuş variantı idi. Kar-r-ir sözündə «qara» sözü aydın seçilir. Şumer tayfaları e.ə.23-cü əsrdə Akkad istilasından sonra ətraf ərazilərə dağılmışdılar və onlar Troya ətrafına da asanlıqla gələ bilərdilər.

Eyni zamanda, axeylilər də müttəfiqlərdən, qəbilələr ittifaqından, müxtəlif dilli qəbilələrdən ibarət olmuşlar; məsələn, təkcə Krit adası sakinlərinin təsvirinə baxaq:

Tünd suların qucağında Krit adlı bir ada var;
Çox zəngindir gözəlliyi, vəsfə gəlməz həmin ada.
Şəhərlərin sayı doxsan, xalqı saysız-hesabsızdır.
Neçə dilə rast gələrsən. Axeylilər, kidonlular,
Eteokrit tayfasına rast gələrsən o adada;
Düz üç dori sülaləsi, pak pelask tayfası var.

Buradakı pelaskların da türk tayfalarından olduğu məlumdur. Lakin bu hələ axeylilərin hamısı deyildir.

Bütün bunlar göstərir ki, e.ə. 1260-1240-cı illərin hadisələrindən bəhs edən «İliada» və «Odisseya» əsərləri ilə bizim 1300 illiyini qeyd etdiyimiz «Kitabi-Dədə Qorqud» yaşıddır, eyni dövrdə, eyni real və mifik hadisələr zəminində yaranmış dastanlardır. Lakin poemaları yunanlar yazıya alıb saxlamışlar, təbii ki, əlavələr də etmişlər, dastanı isə ya vaxtında yazıya almamışlar, yaxud da vaxtaşırı üzərində işləmiş, ilkin formadan fərqli bir formaya salmışlar. Hətta hiss olunur ki, bu və ya digər boyu atmış, yeni boylar yaratmışlar. Və ya obrazların adlarını, bəlkə arxaik rəng aldığını görərək lap səciyyəsini də dəyişmişlər. Nə qədər dəyişmiş olsa da, yenə izlər qalmışdır. 

Poemalarda, xüsusilə «İliada»da türk mənşəli xeyli toponim, etnonim, hidronim və antroponim işlənmişdir. Doğrudur, poemalarda, xüsusən də «Odisseya» əsərində mifik adlar da çoxdur, lakin Malay burnu, Krit adası, İardançay mənsəbi, Misir sahili, Afina, Sparta, Frakiya, Kipr və s. kimi real tarixi toponimlər göstərir ki, poemalarda işlənmiş hər xüsusi adı mifik ad hesab etmək olmaz.

Xüsusi adların bir qismini nəzərdən keçirək. Məqsəd yunanlarla türklərin mədəni yaxınlığını qeyd etməkdir. Troya. «İliada» və «Odisseya» toponimləri içərisində ən çox işlənəni və «İliada»da hadisələrin cərəyan etdiyi məkanı göstərən söz İlion və Troya sözləridir. Əsərdən belə duymaq olur ki, Troya həm axeylilərin dağıtmaq və qarət etmək istədikləri mərkəzi şəhərin, həm də padşahlığın, troyanların hökmü çatan ərazilərin ümumi adıdır. Elmi ədəbiyyatda troyalıların Kiçik Asiyanın qərbində, Egey dənizinin şərq sahillərində çox qədim dövrlərdən məskunlaşdığı qeyd edilir. 

İngilis alimi K.Blegen troyalıların e.ə.3000-2500-cü illərdə Şərqi Avropadan gəlmiş trakların nəsilləri olduğunu qeyd etmişdir. Trak sözü «türk» sözünün fonetik variantıdır. Türk sözündə –k cəm şəkilçisidir ; tor, tur - «doğmaq», «törəmək» mənasında eyni sözün qədim variantlarıdır. Troya sözündə -oya yunan elementidir, sözü nominativ formaya salan şəkilçidir – türk yurdu, türk şəhəri deməkdir. 

Antik ədəbiyyatda qohum və müttəfiq olduqları daim vurğulanan traklar və troyalılar eyni etnosun daşıyıcılarıdır. 

«Qərbi Avropanın tires-turşa mənşəli xalqları (etrusklar, traklar, pelasklar), Kiçik Asiyada isə troyalılar (turşa) prototürklərin qərb qolunun nəsilləri idilər. Avropanın şimalında Tor oğlu Odinin başçılığı altında troyalıların məskunlaşmasından bəhs edən qədim Skandinaviya coğrafiya əsərləri bu xalqı həm də türklər adlandırır. Burada göstərilir ki, Tor oğlu Odinin başçılığı altında türklər Asiyadan (Kiçik Asiya nəzərdə tutulur) Avropanın şimalına gəlmişlər. Gələnlərin «Priamın xalqı» adlandırılması onların Kiçik Asiyadan – əfsanəvi Troyadan gəldiklərinə aydınlıq gətirir… İtaliyaya köçmüş troyalılar orada etrusk xalqının əsasını qoymuş, Avropanın şimalına gələnlər isə sonralar Skandinaviya saqalarının surətlərinə çevrilmişlər». 

«Atoynadan Troil yox, allahsifət Mestor yoxdur, Hektor da yox!» - sözlərindən göründüyü kimi, Tor (-o-il) adı hadisələrin cərəyan etdiyi dövrdə antroponim kimi də işlənməkdə imiş. 

İlion. Poemalarda Troya şəhəri eyni zamanda İlion adlanır... Fikrimizcə, İlion yalnız qalanın adını bildirir, Troya isə geniş mənaya malikdir və bütün müttəfiq ərazilərini əhatə edir. Təbii ki, konkret halda şəhərin adı kimi də çox işlənmişdir. İlion – «İl» sözündəndir; -ion yunan elementidir. «İliada» əsərində İl düzü, İlin qoca məzarı kimi ifadələr vardır: «İl düzüylə qaça-qaça, İda dağı ətəyində sıx meşədə… gizlənərəm». «Qocalarsa ötmüşdülər İlin qoca məzarını».

Aydın olur ki, İl troyanların görkəmli dövlət xadimlərindən olmuş, onun dəfn edildiyi düzü İl düzü adlandırmış, şəhərə onun adını vermişlər. İl xalis türk sözüdür. Poemanın adı da buradandır: İl-iada – «İl (haqqında) oda», «İlnamə, İl nəğməsi» mənasında. İl//el qədim türklərdə xüsusi ad və titul bildirən söz kimi işlənmişdir: İl bilge qadun.

Yunan dilində Kimmerioi, Kimmerii şəkillərindədir. Kimmerlər saklar və skiflərlə bir kökdən olub, ən qədim türk tayfalarındandır.

Qam (kahin) ər mənasında olan kimmer sözünün daşıyıcıları geniş ərazilərdə yayılmış, Azərbaycanda dərin izlər qoymuşlar. 

Troya şəxs adlarını diqqətlə nəzərdən keçirdikdə, yunan tələffüzü ilə təhrif edilməsinə baxmayaraq, onların bir çoxunun türk mənşəli olduğunu üzə çıxarmaq olur.... Troya, İlion, Qarqar, İda, Skamandr, Skandiya, Askaniya, Skey, Pelask, Ksanf, Dardaniya, dardanlar, Batı, Kimmerlər, Priam, Hektor, Eney, Paris və s.


Qəzənfər KAZIMOV / PDF
Filologiya elmləri doktoru, professor




"Troyalılar Türktür." 
Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu, Prof.Dr.Çingiz Garasharlı
Azerbaycan







___ENG___


"Troya is a Turk town, and the Troyans are Turk tribes."

Homer’s Poems and ”Kitabi-Dede Qorgud” (Book of Dede-Korkut)
Professor Gazanfar Kazimov

In his article professor Kazimov investigates the Troyan events of the 50s of the XIII century B.C. and topic relations between the poems of “Iliad” and “Odyssey” and “Kitabi-Dede Qorgud”. Such chapters of “Dede Qorgud” as “How does Basat kill Depegoz”, “Gam Bore’s son Bamsi Beyrek”, “Salur Qazan’s house theft” and in some other chapters in the depiction of political events, in composition and structures, in the ways of depiction, in religious world outlook one can find a very close coincidence between “Iliad” and “Odyssey” and “Dede Qorgud”.

These once again show that though “Kitabi-Dede Qorgud” later was brought to Islam isues, and some modernizations were done in poem, this work is a good example of military democratic period, and it is the monument of Homer’s period and of his age. Both Homer’s poems and “Kitabi-Dede Qorgud” took their beginning from the same root. It becomes clear that Indo-europeans and turks lived together and side-by-side and created original masterpieces of art on the basis of the same social events.

The second major reason is that the investigation of Troya toponyms, etnonyms, hidronyms, and antroponyms show that they are of turk origin. And it once more proves the thesis that the Troya is a turk town, and the troyans are turk tribes. 

Photo: The corpse of Hector and killing a Trojan prisoner (with pants!) Detail from "Legend of Achilles" Sarcophagi, 2nd AD, Roman Period - Tyre, National Museum Beyrut, Lebanon.







İlgili: