20 Şubat 2017 Pazartesi

Konstantin - Papa - Vatikan'ın Sahtekarlığı







Sahte vasiyet, İmparator Büyük Konstantin'in Doğu Roma'ya çekilme kararı ile Batı Roma'yı Papa'nın irade ve hükmüne (potestas) bağladığını açıklamasıyla bitiyordu.

Bu irade ve hüküm makamı, Papa'yı eski Batı Roma topraklarında oluşan ya da oluşacak tüm devletlerin üstüne çıkarıyor, kral ya da prens, devlet muktedirlerini Papa'nın vesayetine sokuyordu.

Roma'daki Papalığın, Hıristiyan alemine önder ve Avrupa'ya egemen olmasını sağlayan "Konstantin'in Bağışı" belgesinin özgünlüğünden ilk kez, ortaya çıktıktan tam 300 yıl sonra kuşkulanılmaya başlandı.

Bu kadar gecikilmesinin nedeni "Konstantin'in Vasiyeti"nin Papalık tarafından Hıristiyanlık "dogma"sı ilan edilmesi ve Ortaçağ'ını yaşayan Avrupa'da herhangi bir din dogmasına karşı çıkana engizisyon işkencesiyle ölüm cezası verilmesiydi.

Nitekim 1140 yılında belgenin sahte olduğunu ileri sürmekle kalmayıp, "şeytan eliyle yazılmış" olduğunu söyleyen Arnaldo da Brescia, 1155 yılında asıldı, cesedi yakıldı ve külleri Tiber Nehri'ne atıldı.

Bu olaydan yarım yüzyıl sonra, 1193'te Antakya Ortodoks Kilisesi patriği Theodoros Balsamon, idam edilen Arnaldo da Brescia'nın "sahtelik" tezini yeniden ele alarak Papalık makamına bir mektup gönderdi. Balsamon, mektubunda vasiyet belgesinin sahteliğini mantık uyumsuzluğuyla açıklıyordu: Roma imparatoru Büyük Konstantin, emperyal başkenti 330 yılında Marmara Boğaziçi kıyılarındaki Konstantinopolis'e taşımakla, İtalik Yarımadası'ndaki eski başkent Roma'nın ruhani ve maddi iktidarına son vermişti. Hıristiyanlık aleminin önderliğini, yetkilerini elinden aldığı Roma Patrikliğine bağışlamasının mantığı yoktu. Dolayısıyla Roma Papalığının kurucu yasasını oluşturan vasiyet belgesi gerçek olamazdı!

1324'te Marsilio da Padova, "Konstantin'in Bağışı" belgesinin içeriğini, yine mantık metoduyla tartışmaya açtı: İmparator Büyük Konstantin, Papa'yı Hıristiyan alemi üstünde ezelden ebede mutlak hakimiyet yetkisiyle donatma hakkına sahipse, kendisinden sonra tahtına geçen Roma imparatorlarının (yani Konstantinopolis'teki imparatorların) da Papa'nın üstünde yetkisi vardı. Belge de Roma imparatorunun Papalık üstündeki makam yetkisinin kanıtıydı.

1327 ile 1329 arasında İngiliz Fransisken papazı Ockhamlı William, belgenin özgün olmadığından yana kuşkusunu açıkladı.

Ve nihayet Lorenzo Valla "Konstantin'in Bağışı" belgesini dil temelinde incelemeye başladı. Valla'nın vasiyetin sahteliğini kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlayan bilimsel çalışması, 1440 yılında Floransa'da toplanacak dini kurultaya sunulacaktı. Ama sunulmadı, gizlendi. Vall'nın incelemesi, ancak kendisi öldükten sonra 1506 yılında yayımlanabildi.

Papalığın kurucu yasası - tartışması yasak, çünkü - ulvi ilan edilip "Konstantin'in Bağışı" diye anılan dogmanın sahte olduğu, 1506 yılından öteye, başta Papalık, tüm ilgililerce biliniyordu. İmparatorun öldüğü 335 yılından önce yazıldığı iddia edilen vasiyetin, 700'lü yıllarda kaleme alındığı ve tümüyle uyduruk olduğu kanıtlanmıştı.

Ne var ki aradan geçen 800 yılda Papalık, sahte bir dogmaya dayandırdığı liderliğini, tüm Hıristiyan alemine kabul ettirmişti. İtalya'yı ele geçirmiş, Roma Katolik Kilisesi'ni tüm Hıristiyan mezheplerinin üstünde söz sahibi yapmış, Papalığı da Avrupa'daki kralların, siyasal iktidarların ve halkların, fetvalarına sıkı sıkıya bağlı olduğu kutsal önderlik makamı haline getirmişti.

Üstelik Roma'daki ruhban iktidarı, Büyük Konstantin'e atfedilen sahte vasiyeti dogma ilanıyla yetinmemiş, yeni mülk ve yetkilere ihtiyaç duydukça, bu sahte vasiyete göre eski çağlarda yazılmış da yeni bulunmuş gibi yaptığı, sahte "Papalık Fetvaları" da imal etmişti. Tabii ki kadim çağlara aitmiş de kaybolmuş ve sonradan bulunmuş gibi ortaya çıkan bu fetvalarda da dogma ilan edildiler.

Günümüzde "Sahte Fetvalar" diye anılan fetvalara her "yeni bulunan eskisi" eklendiğinde Papa'nın toplumsal yaşamı düzenleyen kutsal emir egemenliği genişliyor, Papalığın topraklarına yeni bir toprak parçası ve üzerinde yaşayan bir müminler topluluğu daha katılıyordu.

Vatikan gerek kurucu yasası "Konstantin'in Bağışı" vasiyetinin, gerekse vasiyete bağlı olarak çıkarılan "Papalık Fetvaları"nın sahte olduklarını, ancak 19.yüzyılın sonlarında "kerhen" kabul etti. Ama o günden bugüne, iki bin yılın en müthiş sahtekarlığının üzerinde oturduğunu asla itiraf etmedi. Belgelerin sahte olduklarına ilişkin hiçbir resmi açıklama yapmadı; hatta konuyu dillendirmemeye özen gösterdi!

Hıristiyan jargonunda "İsa'nın kuzuları" diye anılan mümin tabanın sözde vicdanını yaralamak, özde kafasını karıştırmamak için üstü örtülen sahtekarlık, tarihten günümüze sürdürülen sessiz bir anlaşmayla, Katolik Kilisesi'ne isyanla kurulmuş Protestan ve Anglikan mezheplerinin ruhban sınıflarınca da gizlendi.

Ne tuhaftır ki, kazığını yediği Katolik Kilisesi'nden nefretini gizlemeyen Ortodoks ruhban sınıfı tarafından bile açık açık ihbar edilmedi!

Papalığın tahtını elinden aldığı Konstantinopolis Ekümenik Patrikliği, Katolik Papalığa beslediği husumete, tarihte Katolik Haçlıların hazinelerini defalarca yağmalamasını, Hilal'in saldırıları karşısında Papa'ya bağlı Avrupa tarafından yalnız bırakılmasını ve daha bir sürü gerekçe gösterdi. Ancak yediği en büyük kazık, kurucusu Büyük Konstantin'in mirası, Hıristiyan alemi önderliğinin elinden cebren ve hileyle alınmasını yutkunarak geçiştirdi!

Hala da yutkunur, dillendirmez...

Çünkü herhangi bir Hıristiyan mezhebi, Kilisesi ya da ruhban sınıfının 1200 yıldır oldubittiyle önder bellediği Papa'nın kutsal yetkilerini hükümsüz kılacak sahtekarlığı resmen kabulü, Hıristiyanlığın tüm dogmalarını tartışmaya açacak ve müminlerin kutsal metinlere olan inancını kökten sarsacaktır.

Konstantin'in "Sahte" Vasiyeti, bu anlamda da dünya ve insanlık tarihinin en şaşırtıcı "bakarkörlük" örneğidir!

Avrupa kütüphaneleri, konu hakkında sayısız belgesel yapıtla doludur; internet arama motorlarına herhangi bir dilde "Konstantin'in Vasiyeti" tamlamasını girdiğinizde, belgenin sahteliğine ilişkin yüzlerce bilimsel makale gelir önünüze. Ama bu bilgi, asla geniş kitlelere yansımamıştır, yansımaz...

Bugüne değin dünyada tek bir televizyon kanalı, BBC sahte vasiyetle ilgili bir televizyon belgeseli yapıp yayınlamıştır: Donation of Constatin, Lies of Faithful...

BBC de bilindiği gibi, 16.yüzyılda Papa'nın kutsal hegemonyasını reddederek Anglikan mezhebini kuran Sekizinci Henry'nin ülkesi İngiltere'nin devlet televizyonudur.

tarihsel sahtekarlığın dünya kamuoyundan saklanabilmesinde, küresel medyanın bir yanda tarihi didik didik eden belgeseller yayınlarken öte yanda adeta sessiz bir sözleşme yapmış gibi, bu olayı bilmezden ve görmezden gelişinin payı büyüktür.

Dan Brown'ın Da Vinci Şifresi gibi dine dayalı komplosu ve çoğu saçma sapan kurgulu binlerce popüler romandan hiçbirinin, Hıristiyanlık tarihindeki temel komplo, Konstantin'in sahte vasiyetinden esinlenmemiş olması da ilginçtir!

Ama açıklaması daha da ilginç olabilir:

Özelinde Avrupa, genelinde Batı diye anılan Yahudi/Hıristiyan kültür topluluğunun, tarihsel gerçeklere verdiği büyük öneme rağmen kültür temelini oluşturan sahtekarlığı mümin kitlelerden saklı tutmaya çalışması, Türklerle yakından ilişkilidir.

Batı'nın din örgütlenmesini sağlayan İmparator Konstantin'in Hıristiyan aleminin önderliğini Papa'ya bırakmadığının alenen kabul ve ilanı, Hıristiyanlığın temsil ve hüküm makamının hal Konstantinopolis Ekümenik Patrikliği olduğu anlamına gelir ki; bu makam ve payitahtı artık İstanbul olup, Türklerin elindedir.

İncil'in yazılıp yayıldığı Ortadoğu'yla birlikte İsa ve havarilerinin doğduğu Kudüs'ten sonraki en kutsal mekanı, ilk Hıristiyan başkenti Konstantinopolis/İstanbul'u da Müslümanlara kaptırmak, Hıristiyan aleminin iki büyük travmasıdır!

Kudüs'ü geri almak amacıyla yapılan Haçlı Seferleri'ni düşünürseniz, birinci travmayı anlamakla kalmaz; Hıristiyan Batı'nın İkinci Dünya Savaşı öncesi, sırası ve sonrasında bölgede bir Yahudi devleti kurulmasını niçin desteklediğini de kavrarsınız.

Batı'nın bugün siyasal anlamda artık savunulması çok zor bir İsrail'in hala arkasında durmasını, salt Amerika ve Avrupa'daki Yahudi lobilerinin başarısına bağlamak, eksik bir açıklamadır. Batı'nın İsrail'e verdiği desteğin nedenleri arasında, Kudüs'ün Hıristiyanlara değilse bile İncil'de kayıtlı sahiplerine dönmesi de vardır, Hıristiyan Batı'nın Yahudilere yaptıklarından getirdiği nedametin bedeli de...

Hıristiyanlık, ilk çağlarda başlı başına yeni bir din öğretisi değil, bir Yahudi mezhebi olarak algılanıyordu. Hıristiyan alemi, boynuzun kulağı geçtiği gibi, zaman içinde Yahudiliğin önüne geçmekle kalmadı, beslendiği kaynağa düşmanlık yaptı. "İsa'nın çarmıha gerilmesi"nden sorumlu tuttuğu Yahudiliği aşağıladı ve Yahudilere soykırım dahil, çeşit çeşit eziyet etti. (*)

Ama akraba olduğunu hiç unutmadı ve Yahudiliğe karşı işlediği günahlardan nedamet getirdiği 20.yüzyılın ikinci yarısında, Batı kültürünü bu nedametin göstergesi olarak Yahudi/Hıristiyan ortak kökeni ilan etti. Günümüzde de İsrail'i "İncil efsanesinin gerçeğe dönüşümü" olarak koruyup kolluyor.

Unutmayalım ki İncil "Eski Ahit" ve "Yeni Ahit" olarak adlandırılan iki kutsal kitabın birleşimidir. Eski Ahit, İbranilerin, İsa'dan önceki kutsal metinlerinden oluşan Tevrat ve Zebur'dur. Yeni Ahit ise, eskisine eklenen 27 bölümde İsa ve sonrasını, havarilerin kutsal metinleriyle anlatır.

Hıristiyan alemi, tarihinin ilk travmasıyla İsrail'in Kudüs'ü Müslümanlardan geri alıp Eski Ahit'te yazılı olduğu gibi sahiplenerek korumasına verdiği maddi manevi destekle başa çıktı.

Ya ikinci travmayı, ilk Hıristiyanlık başkenti Konstantinopolis'in kaybını nasıl atlattı?

Yanıtım kısa ve açık olacak: Atlatamadı.

Atlatamadığının kanıtlarını, bu kitabın ilerleyen sayfalarında bulacaksınız. Hem de mantık çıkarsamalarıyla değil, tarih belgelerinde yazılı biçimiyle!

Kitle psikolojisi, birey psikolojisinin kaba hatlarıyla yoğunlaşmış biçimidir. Bir travmayı atlatamayan insan ne yapar? Gerçeğin acıtıcı yönüyle başa çıkabilmek için anısını bilinçaltında deforme eder, daha az acıtacak bir anlam yükler ve bilinçüstünden gizler.

Hıristiyanlık alemi de Konstantinopolis'in Müslüman Türklerin eline geçmesiyle yaşadığı travmayı, aynı yöntemle azaltmaya çalıştı: 1453'ten öteye kendi Doğu kültür mirasına, antik ve klasik çağlarına sırtını döndü, Hıristiyanlık Doğu Roma İmparatorluğu'nda doğmamış gibi yaptı. Hatta ilk Hıristiyan imparator Büyük Konstantin'i toplumsal bellekten silmeye özen gösterdi. İlk ve orta öğretim tarih kitaplarına koymayacak kadar unuttu, unutturdu.

Ama travma o denli derindi ki, unutmak yetmedi. Kaybedilen imparatorluğun adını değiştirmek gerekti. Doğu Roma'ya Roma dememek için kaybedildikten 100 yıl sonra tam olarak 1557'de Bizans adını verdi!. Böylece Müslüman Osmanlı, Doğu Roma ve ilk Hıristiyan başkentini değil, Bizans ve başkentini ele geçirmiş oluyordu.

Travma o denli yoğundu ki, kaybedilen Hıristiyan imparatorluğun bizzat Batı tarafından zayıflatıldığı, kutsal başkent Konstantinopolis'in dinsel önderliğinin Papalık tarafından gasp edildiği ve başkente Hıristiyanlığın ilk çağlarından miras kalan kutsal kalıtların Haçlı ordularınca çalındığı gerçeğini bilen Katolik ruhban sınıfında, kimi vicdanları da kanatıyordu.

Oysa aynı gerçekler bazı günahkar vicdanları da belki ilk kez, böylesine rahatlatıyordu: Batı Roma, iyi ki Konstantin'in sahte vasiyet belgesiyle Papa'yı Hıristiyanlığın önderi kılmış, iyi ki Konstantinopolis'i yağmalayıp kutsal kalıtları Batı Roma'ya getirmişti!

Bu yalan ve talan olmasa, Ekümenik Konstantinopolis Patrikliğiyle birlikte 1453'te Hıristiyanlığın karar mercii, yetki makamı ve kutsal kalıtları Müslüman Osmanlı'nın eline geçecek, Hıristiyan Avrupa başsız kalacaktı.

İşe bakınız ki tarihin en büyük sahtekarlığı, Konstantin'in uyduruk vasiyeti, sonuç olarak dünyanın en geniş mümin kitlesine sahip Hıristiyanlığın geleceğini kurtarmış, bekasına ve kıtalararası yayılmasına yaramıştır!

Üstelik makam üstünlüğü Papalık tarafından cebren ve hileyle gasp edilen Konstantinopolis Ekümenik Patrikliğinin, Müslüman Osmanlı'nın eline düşmesi, Hıristiyanlığın Ortaçağ'ın karanlığından kurtulup aydınlanmasını sağlamış Rönesans'ı başlatmıştı.



Mine G. Kırıkkanat 
"Bir Hıristiyan Masalı" : Tarihin En Büyük Sahtekarlığı






BASIN:
... kimi bölümlerine itiraz hakkımı saklı tuttuğum...
Ali Sirmen


BASIN:CNN
İstanbul’un kurucusu Büyük Konstantin’in vasiyeti olarak bilinen belgenin, insanlığı kana bulamış en büyük yalan, Hıristiyan dinini bölmeye yarayan uyduruk bir vasiyet olduğunu, bu yalanın, insanlık tarihinin son iki bin yıldaki “temel sahtekârlığı” olma özelliğini taşıdığını, bu yalanın Katolik mezhebinin dogmatik varlık nedeni olup Papalığın temelini atmaya hizmet ettiğini belgelere dayanarak kanıtlamaya çalışan kitap "Papa’nın adamları" tarafından 8. yüzyılda imal edilen bu sahte vasiyet olmasaydı, Hıristiyanlığın merkezinin bugünkü Vatikan’da değil, bizim coğrafyamızda olacağını ortaya koyuyor.



BASIN:
Tüm bu konuları da bir kenara bırakıyorum. Bir dekoder gibi tarihin şifrelerini çözen bu çok önemli kitap bilgi dağarcığımı genişleterek bana keyif verdi ama bir Türk olarak benim duygu dünyamda bir karşılık bulamadı. Sanki başka bir dünyanın özlemlerini yansıtıyor gibi geldi bana. Her şeye rağmen Vatikan’ın asırlardır süren sahtekârlığını belgeleme konusunda hedefini tam on ikiden vuran kitap, sizleri tarihin derinliklerinde keyifli bir yolculuğa çıkarıyor.


E. Amiral Soner Polat








(*) İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA ÖLDÜRÜLEN "YAHUDİ"LER ASLINDA MUSEVİ HAZAR TÜRKLERİ'DİR ; İSTANBUL'DAKİ EKÜMENİKLİK KAVGALARINI, KANAL PROJESİNİ, KENTLEŞME ADI ALTINDA BİR GELİN GİBİ SÜSLENMESİNİ; ANADOLU'NUN BİR ÇOK YERİNİN İNCİL'DE YER ALMASINDAN, YEDİ KİLİSELERİNDEN, ANTAKYA'NIN İLK PAPA MAKAMI OLMASINDAN, PAVLOS'UN YOLUNDAN; GÜNEYDOĞU ANADOLUNUN TEVRAT'TA GEÇEN YER OLMASINDAN, İBRAHİM'İN HARRAN'INDAN.... TÜM BUNLARDAN DOLAYI ANADOLU'YU ELE GEÇİRMEK İSTEMELERİ, BU KİTAPTAN SONRA DAHA ANLAŞILIR BİR HALE GELMEKTEDİR. 

Okumalıyız....
SB






EK:


İSTANBUL'UN ANTİKÇAĞ TARiHİ - Klasik ve Hellenistik Dönemler

"Byzas adı Trakya kökenlidir." ... "Byzantion ‟un Trakçadan gelme adı, daha sonradan bölgeye koloni kurma amaçlı gelen Hellenler tarafından efsaneleştirilerek Megara‟lı kahraman Byzas ile synkronize edilmiştir. (Daha detaylı bilgi ve tartışmalar için bk. Georgacas 1947, 349 vdd.)"

Byzantion ismi G. Curtius‟a (1879, 291) göre, Βπδα-λη-; Βπδα-ελη- kökünden türemiş olup „kartal yuvası‟ anlamına gelmektedir (ayrıca bk. L. Grasberger 1888, 110; 278).

Pape-Benseler (1863-1870, 232b), Byzantion‟un isminin „su yurdu/ülkesi‟ anlamı içerdiğini iddia eder. K. Ostir‟e (1929, 23 vdd) göre ise Byzantion adı, Hint-Avrupa kökenli dil grubuna ait değildir. Pre-Trakya kökenli olup, βπδ- kökünden türemiştir. Su ile ilişkilidir. Bu durum benzer şeklilde Βύδε, βπδία, Βύδεξεο, Βαξβύδεο örneklerinde de görülmektedir.

K. Ostir‟i izleyen N. Zupanić (1939, 337) ise, Byzantion isminin Kafkas ya da Etrüsk kökenli olduğunu düşünerek, Βπδάληηνλ‟un „su kenti‟ anlamına geldiğini ileri sürmüştür. W. Kubitschek (19702, col. 1127); W. Tomaschek (19702, col. 1158) ve J. Miller‟e (19702, col. 1158) göre de Byzas ve Byzantion isimleri, Βύδεο, Βύδνο, Βαξβύδεο gibi Trakya kökenlidir. P. Kretschmer (1935, 217 vd.) ise, Byzantion ismini gerek etimolojik gerekse filolojik bakımdan açıklamaya çalışırken, kelimenin sonuna getirilen –ηνλ son eki ihtiva eden isimlerin iyelik/mülkiyete işaret ettiğini ifade etmiştir.

Benzer örneklere Phrygia Bölgesi‟ndeki yer adlarında [Μίδαο‟tan Μηδάηνλ; Γόξδηνο‟tan Γνξδίεηνλ; Μάλεο‟ten Μαλήζηνλ; Γαζθπινο‟tan Γαζθύιεηνλ etc.] rastlandığını belirtmiştir. Yazar (1934-1935; 385; 1935, 217) ayrıca Hellenler tarafından Byzas, Byzant şeklinde okunan, Illyria‟lıların Beuzas- Beuzant isimlerinden türetilmiş Byzantion isminin Illyria ve Trakya öğeleri içerdiğini ileri sürmüştür. Zira Βπδ- hem Illyria hem de Trakyalılar tarafından kullanılan bir isim köküydü (ayrıca bk. Etym. Magn. s.v. Βπδάληηνλ=Byzantion; s.v. Βύδαληεο=Byzantes)

Bu bakımdan İÖ. VII. yüzyılın ilk yarısında buraya yerleşen Dor kolonistlerin kentin yerel ismini Hellence‟ye uyarlayarak
Byzantion şeklinde kullandıklarını belirtmiştir. Bu durum E. Schwyzer (1939, 66; 526); H. Krahe (1937, 287 dn. 20) ve F. v. Duhn (1939, 3) tarafından kabul görmüştür. (Daha detaylı bilgi için ayrıca bk. Georgicas 1947, 350 vdd.; Erzen 1954, 136 vdd.)

Bununla birlikte G. Semerano (1994, sv. Byzantion) ise, Byzantion adının Byzas ya da Byzia‟dan kaynaklanmadığını ileri sürmüş ve byssos‟un Sümerce kökenine kadar ulaşmıştır.


Sayfa : 7-10-11
İSTANBUL‟UN ANTİKÇAĞ TARiHİ - Klasik ve Hellenistik Dönemler/kitap
Prof.Dr.Murat ArslanAkdeniz Üniversitesi


Bizans'ın kendilerine ait olduğunu kanıtlamak için bir mitolojik kahraman uydurdular ve adına efsaneler yazdılar, adına da Byzas dediler, tıpkı diğerlerini kendilerine uydurdukları gibi.... Anadolu'da Truva Savaşı'ndan önce Hellenler yoktur....Ayrıca Trak Gazanfer Kazimov hocanında dediği gibi "Türk kelimesinin fonetik varyantıdır." Traklarda Türk özel adlara rastlanmıştır





ilgili:


Basından:
İstanbul'u Türksüzleştirme Projesi: Yeni Boğaz (City of Istanbul'a Yer Açılıyor) 
Behiç Gürcihan / Açık İstihbarat (İstanbul'un Bir Gelin Gibi Süslenmesi)