30 Ocak 2025 Perşembe

İskit-Saka Türkleri

 




İSKİT-TÜRK

İskitler uzun süre tarih sahnesinde kalan ender toplumlardandır. Hem uzun süre hakimiyetlerini sürdüren, hem de geniş bir coğrafyada varlıklarını hissettiren İskitlerin bakiyelerinin olması ve yeni devletlerin teşekkülünde yer almaları gayet tabidir.

Yaklaşık olarak MÖ VIII. yüzyılda tarih sahnesine çıkan ve bu tarihten itibaren MS II. yüzyıla kadar hakimiyetlerini devam ettiren İskitler, doğuda Çin seddinden batıda Tuna Nehri'ne kadar uzanan geniş bir sahada varlıklarını yaklaşık olarak 1000 yıl gibi oldukça uzun bir zaman korumuşlardır. Onlar bu coğrafyada atlı kavimler medeniyetini oluşturan teşekküllerin ana grubunu meydana getirmişlerdir. Oldukça geniş coğrafyaya yayılmış olan İskitler değişik kavimler tarafından tanınarak onların kaynaklarına geçmiştir. Bundan dolayı İskitlerin adı Grek kaynaklarında Skythai, Pers kaynaklarında Saka ve Çin kaynaklarında Sai (Sak) şeklinde alınmıştır. Pers kaynaklarında üç Saka grubundan bahsedilmektedir: Saka-tiay-para-daray, Saka haumavarga ve Saka-tigrakhauda. Saka-tiay-para-daray, yani Hazar Denizi'nden Tuna Nehri'ne kadar uzanan coğrafyada yaşayan Sakalar, Grek kaynaklarında Skythai olarak adı geçen İskitlerle aynıdır.

Antik kaynaklar ve arkeolojik malzemelerle haklarında bilgi sahibi olduğumuz İskitlerin kökleri de bu çalışmalarla araştırılmaya başlamış ve konuya ilişkin çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlar, İranilik, Slavlık ve Ural-Altay ırkı nazariyeleridir. İskitlerin İranî bir kavim olduğu fikrini daha çok Almanlar, Slav olduğu fikrini ise, yalnız Ruslar savunmuştur. İranî bir kavim olduğu nazariyesinin savunucuları kazılar sonucunda ortaya çıkarılan az sayıda filolojik malzeme ve dinlerini dikkate alarak İskitlerin İranî bir kavim olduğunu, hatta bir kısmı Almanların ataları olduğunu ileri sürmüştür. Slav kavmi olduğunu savunanlar, arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan vazolar üzerindeki resimlerden hareketle, o vazolar üzerindeki insan figürlerinin Slavların ataları olduğunu iddia etmişlerdir.

Eskiden bu yana en kuvvetli nazariye olan Ural-Altay ırkı nazariyesi ve bunlar içerisinde de İskitlerin Türklüğü fikri gitgide daha fazla taraftar bulmuş ve bilim adamları çeşitli yönleriyle meseleyi değerlendirmiştir.

Bu tezin en meşhur taraftarı olarak B. G. Niebuhr bilinmektedir. ... Niebuhr, Herodotos'un eserini gayet tarafsız bir metotla inceledikten sonra, İskitlerin Tatar veya Moğol kavimlerinden oldukları fikrini ileri sürmüştür. Dayandığı esas, İskitlerle Tatarların örf ve adetlerindeki benzerliklerdir. Bu fikri meşhur Yunan tarihi mütehassıslarından George Grote de aynen kabul etmiştir. Niebuhr ve Grote'den sonra İskitlerin Moğolluğu tezini Neumann takviye etmiştir. Heinrich Kiepert ise, Orta Asya'dan Güney Rusya'ya gelen İskitlerin gelenek ve göreneklerinin atlı kavimlerin göçebe hayat tarzına uyduğunu belirterek, bunların Moğol ya da Türk-Tatar ırkından olduklarını ileri sürmüştür. G.Nagy de İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup bir kavim olduğunu belirtmiştir.

Niebuhr'un ileri sürmüş olduğu nazariye gitgide daha da çok taraftar bularak, mesele çok yönlü olarak incelenmiştir. Bu araştırmacılar arasında yer alan pek çok meşhur tarihçi, filolog ve arkeolog yaptığı çalışmalarda görüşlerini değişik şekillerde açıklamışlardır. Bunlar arasında meşhur çivi yazısı mütehassısı Mordtmann, Saka tigrakhauda ve Saka haumavarga'nın Türklüğünü çivi yazılı metinlere dayanarak ispatlamaya çalışmıştır. Filolojik malzemeleri Türkçe kelimelerle karşılaştıran Geza Kuun da, "Artık belgelerin bolluğu İskitlerin kolektif adının farklı Türk soylarını içerdiğini açıkça gösteriyor" demekle İskitlerin Türklüğünü kabul etmektedir.

İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup bir kavim olduğu nazariyesi doğrultusunda asrımızda da birçok çalışma yapılmıştır. Bunların başında Minns gelmektedir. Ellis Minns yazılı kaynakları ve çok sayıda arkeolojik malzemeyi değerlendirerek, onların Hint Avrupai bir kavim olmadıklarını, dolayısıyla Ural-Altay ırkına mensup olduklarını kabul etmiştir. Otto Franke de İskitlerin Türk olduğu fikrindedir. Eduard Meyer ise göçebeleri genelde İrani olarak görmesine rağmen; Oxus (1) ve Jaxartes (2) dolaylarında ve buraların biraz daha kuzeyinde oturan Sakaların vaktiyle bir Türk soyundan olabilecekleri fikrini beyan etmektedir. G.W.B. Huntingford da İskitlerin Asya kökenli, Tatar veya Moğol ırkına mensup olduklarını kabul etmektedir.

Walter Ruben ise İskitlerin lisanı İran lisanı olsa bile, onların Herodotos tarafından tasvir edilen adetlerinin İran adetleri olmadığını belirttikten sonra, Herodotos'un onların Dede Korkut'taki gibi Tepegöz'e benzeyen varlıklara itikatlarını tasvir ettiğini, gözleri kör olan köle hakkındaki hikâyelerin Köroğlu destanlarına geçtiğini vurgulayarak İskitlerin Türk olduklarına inanıyor. H.H.Von der Osten ise, İskitleri İranî saymasına rağmen, "Avrasya bozkır kuşağı içinde büyük hareketlerle daima başka ırka mensup grupların da bir göç dalgası oluşturdukları ortaya çıkıyor. Bu durumda Türk toplulukları da söz konusu olmalıydı", diyerek, İskitlerin içerisinde Türk topluluklarının varlığını da kabul ediyor.

İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup olduğunu kabul eden ve bu konuda görüşlerini belirten Türk bilim adamları da vardır. Bunlardan biri, Molla Mehmed El'abeşi'dir. Bu bilim adamı, "Türk uruğlarından ve dünyanın büyük eski kavimleri zümresinden biri İskit Türkleridir" diyerek, İskitlerin bir Türk kavmi olduğunu kabul ediyor. Sadri Maksudi Arsal ise antik kaynakları ilmi metotla inceleyerek, "İskitlerin (Sakalar) Türk olduklarını" beyan,ediyor. Şemseddin Günaltay da Sakaların Türklüğünü kabul ediyor.

İskitlerin Türklüğünü kabul eden Türk bilim adamları arasında Zeki Velidi Togan da bulunmaktadır. Togan, "Zamanımızda İskitlerin menşei ve kültürleri mesele ile uğraşan E. Minns, H. Triedler ve B.Laufer gibi, ben de bu kavmin hâkim tabakasının Türk olduğu kanaatindeyim" dedikten sonra, bunların hayat tarzı, kıyafet ve simaları, adet ve ahlakları hakkında Hippokrates tarafından verilen bilgilerin Hunlar ve Göktürkler hakkında yazılanlarla aynı olduğunu kabul etmektedir. Fahrettin Kırzıoğlu "İskitlerin bir Türk kavmi" olduğunu aynen kabul ediyor. İskitlerin Türk asıllı olduğunu kabul eden bilim adamlarından birisi de Mihail Guboğlu'dur. Bu bilim adamı, İskitlerin Orta Asya ya da Turan'dan Doğu Avrupa'ya göç ederek, tarihte "Scytsi" ya da 'İskit'' adıyla tanınan "Proto-Türkler" olduğunu belirtiyor.

Taner Tarhan ise İskit araştırmalarının, Kimmerlerinkine nazaran çok daha ileri bir safhada bulunduğunu, aradaki bir takım problemlere ve karşıt hipotezlere rağmen, kökenlerinin Orta Asya'ya bağlandığını ve bunların Türk asıllı olduklarının katiyetle kabul edildiğini belirtmektedir. Arkeolojik materyal ve kaynakların bu tezin ana dayanak noktasını teşkil ettiğini ve diğer görüşleri objektif bir şekilde bertaraf ettiğini de ileri sürmektedir.

Mireli Seyidof ise Sakaların esasını Türk dilli kabilelerin teşkil ettiğini belirtmekte ve  "Türk boyunun, bilhassa Yakutların, Kazakların ve Azerilerin soy kökünde-etnik oluşumunda rol oynayan Sakalar, yalnız ve yalnız Türk dilli olmuşlardır", demektedir. Y.Öztuna da Sakaların geniş ölçüde Arî unsurlarla karışmış "Türkler olduğunu, hanedanın ve hâkim unsurun Türklüğünü" kabul etmektedir.



Biz de İskit tarih ve kültürü üzerine yazılı kaynakları inceleyerek ve arkeolojik malzemeyi de değerlendirerek yaptığımız bu çalışmamızda, ilk yurtlarının Türk coğrafyası olduğunu belirterek, adlarının Türklükle olan bağlantısını ortaya koyduk. Gerek Sus ve çevresinden toplanılan çivi yazılı metinler ve gerekse antik kaynaklardaki bazı adlardan İskitlerin diliyle Türk dili arasında bağlantı kurarak, elde edilen kelimeleri Türkçe ile irtibatlandırabiliyoruz. Saka-tigrakhauda'ya ait olduğu kabul edilen Esik Kurganı'ndan çıkarılmış olan yazı ve onun dili de bizi Türkçe ve Türk yazısına götürmektedir. Bu kurgandan çıkartılmış olan yazının daha sonraki Türklerin, özellikle Göktürklerin kullandığı Orhun yazısının prototipi olduğu kabul edilmektedir.

İskitlerin hayat tarzları, kullandıkları arabalar, besledikleri hayvanlar, ata iyi binebilmeleri ve hayatlarının büyük bir kısmının at üzerinde geçmesi diğer eski Türk topluluklarını hatırlatmaktadır. Aynı hayat tarzının önceki yüzyıla kadar yaşamış olan bozkır Türk topluluklarında varlığını da biliyoruz.

İskitlerin gelenek ve göreneklerine bağlılıkları, genelde at kurban etmeleri ve onlarda domuz kültürünün olmaması, hatta ölü gömme adetleri eski Türk topluluklarınınkine aynen uymaktadır. İskit kurganlarından çıkarılan sanat eserleri de büyük önem taşımaktadır. "Göçebe Hayvan Üslubu" adı verilen ve stilize hayvan figürleriyle süslenmiş olan buluntular eski Türk sanat eserleriyle bağlantı kurabilmemize imkan vermekte ve özellikle Hun sanatının, İskit -sanatının bir devamı olduğunu söylememizi mümkün kılmaktadır.

İskitlerin dinlerinin, dillerinin, sanatlarının, gelenek ve göreneklerinin eski Türklerinkiyle bağlantıları ve bu kadar çok yönlü benzerliklerin olması, İskitlerin büyük çoğunluğunun, özellikle hakim tabakanın Türk olduğu kanaatini doğurmaktadır. Çünkü bu büyük benzerlik ve hatta ayniyet bizi bahis mevzu düşünceye sevk etmektedir. Fakat zaman içerisinde batı kolu olarak kabul ettiğimiz grup, diğer etnik gruplar içerisinde eriyerek kaybolmuştur.

İskitlerin boy ve boylar birliği esasına göre yapılandıkları görülmektedir. Askeri bakımdan süvari birliklerinin oluşturulduğu ve turan taktiği ya da kurt oyunu adı verilen savaş taktiğinin en iyi uygulayıcıları oldukları dikkati çekmektedir.

Türk kökenli kavimlerin kültürleri ile İskit kültürü arasındaki paralellik ve benzerlikler... ortaya çıkartılan buluntular her geçen gün bu bağlantıları daha da güçlendiriyor. Artık İskit/Saka adıyla anılan toplulukların Türk kültür dairesi içerisinde yer aldıkları sağlam temellere dayalı olarak ortaya konulmuştur.

Prof.Dr. İlhami DURMUŞ / İskitler (özet)

("Doğu Avrupa Türk Tarihi" içinde, Kronik 2021)

(1) Oxus = Oğuz / Ceyhun ile (2) Jaxartes = Seyhun; tarihi Maveraünnehir bölgesini oluştururlar.


Tıpkı Esik kurganından çıkanlar gibi, Giysilere dikilen altın süslemeler




28 Ocak 2025 Salı

Bu Türklerin alınlarında siyah dövmeli haç işareti vardı


Maurikius (20 yıl), 7.Yıl (MS 588/589)

Bu yıl; Pers (SB) hükümdarı Khosroes'i (1) oğlu olarak kabul eden kıvrak zekalı imparator Maurikius, Melitene (2) Piskoposu olan akrabası Dometianus'u, savaş komutasını teslim ettiği Narses'le birlikte ona [Hüsrev'e] gönderdi. Onlar, Khosroes'in ve Doğu Roma'ın (SB) askeri gücünün tümü ile birlikte Pers (SB) ülkesini istila ettiler. 

Baram [Behram] bunu öğrendiği zaman, emri altındaki kuvvetleri topladı ve Alexandrina (3) denilen bir yerde ordugahını kurdu; buraya yerleşmekle, Armenia'dan ilerleyen orduların Narses ile birleşmesini önlemeyi amaçlıyordu. Çünkü İmparator Maurikius, Baram'a karşı birlikte savaşsınlar diye, magister militum per Armeniam (4) İoannes Mysrakon'a, ordularını yanına alıp Narses'le birleşmesini emretmişti.

Gece boyunca Doğu Roma (SB) kuvvetlerin tümü birleştirildi ve Baram'a karşı savaşmak için hazırlık yapıldı. Korkuya kapılan Baram ise bir tepenin yanında ordugah kurmuştu. Yaşanan korkunç çatışmada cereyan ederken Hintli hayvanları, yani Baram'ın fillerini küçümseyen Narses, barbarların (Perslerin, SB) ordusunun merkezi phalanxını (5) bozguna uğrattı. Bu gerçekleşirken Baram'ın diğer phalanxları da karşı koyamadılar ve gaspçının kuvvetlerinin çoğu kaçtı. 

Narses Persleri (SB) takibe başladı ve öldürdü, 6.000 kadar esiri de Khosroes'e getirdi. Khosroes onların tamamını cezalandırarak mızrakla infaz ettirdi. Ancak içlerindeki Türklerin tümü Byzantium'daki [başkent] imparatora gönderildi.

Bu Türklerin alınlarında siyah dövmeli haç işareti vardı, imparator kendilerine bu haç işaretini nasıl elde ettiklerini sorduğunda, uzun yıllar önce Türkiye'de (6) bir salgın hastalığın ortaya çıktığını, aralarından bazı Hıristiyanlar'ın (7) kendilerine bunu yapmalarını önerdiğini ve o zamandan beri ülkelerinin emniyette olduğunu söylediler. (SB)

Roma (SB) askerleri, Baram'ın çadırını ve ordu yükünü filleriyle birlikte ele geçirip hepsini Khosroes' e [Hüsrev' e] getirdiler. Baram, Pers (SB) ülkesinin iç bölgelerine kaçtı ve böylelikle savaş onun aleyhine sona ermiş oldu. Büyük bir zafer elde eden Khosroes, tahtını yeniden ele geçirdi ve Romalılara (SB) bir galibiyet ziyafeti verdi. Fakat Narses, ülkesine dönmek üzere iken Khosroes' e, "Bugünü unutma, hatırla Khosroes! Hükümdarlığını sana dostça bağışlayan Romalılardır! (SB)', dedi.

Bir suikasta kurban gitme endişesine kapılan Khosroes, Maurikius'tan 1.000 Romalıdan meydana gelen bir muhafız alayı talep etti. Bu barbara karşı büyük bir sevgi besleyen Maurikius, onun isteğini yerine getirdi. Böylece Romalılar (SB)'ın Pers savaşı sona erdi.


Theophanes Confessor'ün Kroniğinde Türkler

Çev. Hatice Aydın, 2021

Dipnotlar:

(1) Chosroes: Sasani İranı'nda 590-628 yılları arasında hüküm sürmüş olan II.Hüsrev Perviz'dir. IV Hürmüz' ün oğlu ve Sasaniler'in büyük hükümdarlarının sonuncusudur. Meşhur İranlı kumandan Behram Çubin'in, babası IV Hürmüz'e karşı giriştiği isyanı bastırdıktan sonra tahta oturmuştur. Sasaniler bu dönemde Hazarlar, Müslüman Araplar ve Bizans ile yoğun ilişki ve mücadele halinde olmuşlar.

(2) Bugünkü Malatya

(3) Muhtemelen Arbela (Erbil).

(4) Magister militum per Armeniam: Anadolu'nun kuzeydoğusundaki Doğu Roma ordularının başkumandanı. İmparatorluğun bu bölgedeki askerleri ağırlıklı olarak Ermenilerden oluşmaktaydı.

(5) Phalanx. Falanks. Mızraklı ve kalkanlı birlikler. Geçmişi MÖ 25. yüzyıla kadar uzanan phalanx, MÖ 8. yüzyılda Homeros aracılığıyla ilk defa Grek kaynaklarında görülmüş, o tarihten itibaren Grek savaş stratejisiyle ilişkilendirilmiştir. Antik Çağ savaşlarının en etkili ve kalıcı askeri oluşumlarından biri olan phalanx, kelime olarak da Grekçe "parmak" anlamına gelmektedir. Phalanx birlikleri, uzun mızraklarla ve birbirine kenetlenen kalkanlarla donatılmış savaşçılardan oluşuyordu.

(6) Türkistan (Orta Asya), Türk Kağanlığı toprakları. Tarihte Türk toprakları için kullanılmış olan "Türkiye" kelimesi Theophanes'in kroniğinde iki yerde geçer. İlki 588-589 yıllarının anlatıldığı kısımda Türk Kağanlığı (Göktürk) toprakları olarak geçerken, ikincisi 730-731 yıllarının anlatıldığı kısımda, Hazar Kağanlığı topraklarını ifade etmek için kullanılmış. Dolayısyla "Türkiye" kelimesi tarihte ilk defa 6. yüzyıla ait Doğu Roma (Bizans) kaynaklarında görülmektedir. 9. ve 10. yüzyıllarda ise İdil Nehri'nden Orta Avrupa'ya kadar uzanan saha için kullanılmış olup bu kullanım Kafkasya bölgesinde bulunan Hazar Kağanlığı'nı ifade etmek için "Doğu Türkiye'si", Arpad Hanedanı'nın kurmuş olduğu Macar Devleti için de "Batı Türkiye'si" şeklinde kendini göstermiştir. Yine "Türkiye" adı, Bizans İmparatoru VII. Constantinus Porphyregenitus tarafından bizzat kaleme alınmış olan De Administrando İmperio adlı eserde, Arpad'ın Macaristanı'nı ifade etmek için defalarca anılmıştır.

(7) Burada bahsedilen Hristiyanlar, Orta Asya'daki Nasturilerdir.


SB NOTLAR

Parantez içine aldığım SB olan yerlerde İngilizce çevirisinin aksine Türkçe çevirisinde "Bizans" ve "İran" kelimeleri kullanılmış. Yanlıştır.



- İtirafçı Theophanes (8.-9.yy) Hazarlı IV.Leo'nun* döneminde sarayda görev aldı. 787'deki İkinci İznik Konseyi'ne katıldı. İkonoklazmaya** direndiği için V.Leo'nun*** döneminde hapse atıldı. 818'de öldü. Doğu Roma'nın 285-813 arası tarihi olaylarını yazdı.

* Hazarlı IV.Leo'nun (750-780) babası V.Konstantin, annesi Hazar Kağanı Bihar'ın kızı Çiçek (Tzitzak)'tir.

** İkona : Türkçe "ay-kön" kelimesinden gelir ve "gerçeği söyle" anlamındadır;

-Ay, ayğ, "söz, kelime, söylemek", (Tonyukuk yazıtı).

-Kön, "doğru olmak, itiraf etmek, doğruyu söylemek".

*** V.Leo (775-820) için her ne kadar "Ermeni" kökenli deseler de babası Bardas'ın Türk kökenli olma olasılığı var. Çünkü, Kaşgarlı'da Bargan, Kıpçaklar'da Barkan adı görülmekte ki Kıpçakların "Ermenileştiği" de bilinmekte. Ayrıca V.Leo bir Türk olan general "Bardanes Tourkos"un kızıyla evlenmişti.

Hatice Aydın'ın dipnot 7'de belirttiği Suriye'den gelen Nasturiler Orta Asya Türkleri arasına Hristiyanlığı yaymıştı. Ancak haç işareti Türklerin Tengri için kullandıkları bir damgaydı ki Kimmer-Türkleri bile Tengri'yi daire içinde haç ile temsil ederdi. Nasturi inancında olan Türkler ise yazıtlarında Asur abecesini kullanmış olsalar da Türk diliyle yazmıştı. Hristiyanlık 6.yy'da Hunların (Akhunlar) arasında da yayılır, hatta İncil Hun-Türkçesine çevrilir. Ve bırakın İsa'nın dönemini, İsa'dan 400 yıl sonra bile "haç" Hıristiyanlığın sembolü değildir.

"Haçlar ile ilgili olarak, onlara ibadet etmiyoruz - biz Hıristiyanların - onlara ihtiyacı yok; sen, putperestler, ahşap putları kutsal sayanlar, ahşap haçlara tapıyorsunuz."- Minucius Felix (MS 3.yy,kilise babası)

Nasturiler Nestorius'un takipçileri için kullanılan bir terimdir. Nestorius Meryemana'nın 'insan İsa'yı doğurmasından dolayı ona Theotokos değil Kristokos denilmesini önerir. Çünkü tanrının oğlu olamazdı. Ancak 431'deki III. Efes Konsili'nde bir sonuca varılamayınca imparator 433'te bu tartışmaya son verir. İskenderiye Piskoposu Kyril'in önerisi kabul edilir ve İstanbul patriği olan Nestorius görevinden alınarak Antakya'daki manastıra sürülür. Kyril ise ödüllendirilir. Ayrıca İskenderiye Kütüphanesi'nin bilim insanı Hypatia'nin ölümünü azmettiren kişi işte bu Kyril'dir (Cyril). Kyril daha sonra "aziz" (!) ilan edilmiştir.












Görseller: Çeşitli bölge ve zamanlardan Türklere ait "Tengri" damgaları; Orta Asya'dan Taşbaba, Saymalıtaş, Turova ağırşakları, Kimmer Taşbabaları, Hasankeyf, Spiti Vadisi, Gemikaya, Hatti, Özbekistan, Taşkent, Samsun, Çeçenistan ve Aydın Yörükleri.



4 Ocak 2025 Cumartesi

Kimmer Türkleri

 

Kimmerlerin esas işareti haç olup...

Ekber Necef / video

"Türklərin Qafqazdakı varlığını 11-ci əsrdən götürmək utopiyadır | QƏRBİ AZƏRBAYCAN XRONİKASI, Baku TV"

Kimmer Türkleri - Tengri tamgasıyla Taşbaba / Ukrayna


Mamikonyanlar "Kara Hunlar"dır ve Fergana bölgesinden buraya gelmişlerdir.

Kafkas Hunları; Hristiyanlığın yayılması, Kayseri Piskoposluğuna bağlı kalması ve dilinin de Süryanice olması; Albanlar Massaget+İskitler'dir, Batı kaynakları onlara Alban demiştir; Oğuz ve Kıpçak birdir, sadece dilde "lehçe" olarak ayrılır. - Ekber Necef

______

Torbalı Gurgur Dağı Lahti; bir Kimmer Lahtidir.






Prof. Dr. M.Taner Tarhan. / İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi - Türkiye

Ön Asya Dünyasında İlk Türkler: Kimmerler ve İskitler

"Kimmerler ve İskitler Eskiçağ'daki "Türk Kültür Tarihi"nin, daha genel bir deyişle de "Milli Tarihimiz"in ilk temsilcileridir. Çünkü, Eskiçağ ve devamındaki çesitli yazılı kaynaklardan edindiğimiz bilgilerin ışığı altında ve bu bilgileri doğrulayan, zenginleştiren muhteşem arkeolojik bulgular yardımıyla, adları günümüze kadar ulaşmış olan ilk Türkler ve ilk Türk Devletleridir. Onların öyküsü "tarihî gerçekler" olarak, bir anlamda -çok uzun süreli- Eskiçağ'daki "Türk Dünyası"nın öyküsüdür. Her ne sebeple olursa olsun, inkârı mümkün olmayan gerçekleri vurgulamak için "İlk Türkler" başlığın özelliğini özellikle kullandığımızı, öncelikle ifade etmek isteriz."

"Kimmer ve İskitler'in -hâlâ- 'İndo-İranî" kökenli olduklarını savunanları, insafa davet ediyoruz."


Prof. Dr. Mir Fatih Zekiyev / Kazan Devlet Üniversitesi - Tataristan

Ön ve Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz'in Kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya'daki Eski Türkler

 "Karadeniz'in kuzeyinde milattan çok öncesinden itibaren Tavr, Trak, Onogur, Kimmer, Sıkıdı (Rusçası: Skif) vb. gibi isimleri taşıyan Türki dilli kavimler yaşamıştır."


Prof. Dr. Ekrem Memiş / Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi - Türkiye

Ortadoğu'da Türklerin Varlığı Tartışmaları

"Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu'ya giren Kimmer ve İskit kavimleri de Urartu'nun zayıf düşmesinde yardımcı faktor olarak rol oynamış olabilir. ...

Troyalıların İtalya kıyılarına ayak bastıkları bu ikinci göç (MÖ 8.yy) hareketinin cereyan ettiği sıralarda Avrasya steplerinden gelerek Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu'ya giren iki Türk kavmi ile karşılaşıyoruz. Bunlar, Kimmer ve İskit kavimleridir. Kimmerler, Anadolu'da Frig Devleti'ni yıkarak yaklaşık bir asır bu ülkede egemen olmuşlar, sonra da Lidyalılar tarafindan ortadan kaldırılmışlardır. İskitler ya da diğer adıyla Sakalar denilen Türk kavmi ise 28 yıl Doğu Anadolu'ya hükmettikten sonra, Kimmerlerin boşalttığı Güney Rusya'ya yerleşerek orada Büyük İskit İmparatorluğu'nu vücuda getirmişlerdir. Fakat bir kısım Sakalar, Güney Rusya'ya dönmek yerine batıya doğru yürümeye devam ederek, Anadolu'yu baştan başa geçtikten sonra deniz yoluyla İtalya'ya gelmişlerdir. İşte Sakaların bu grubu ile daha önceden İtalya'ya göç etmiş olan Batı Anadolulu Troyalılar İtalya'da karışıp kaynaşarak, bizim Etrüskler ya da Tursakalar dediğimiz kavmi meydana getirmişlerdir. Bir başka deyişle, Etrüskler adı verilen kavim, Troyalılar ile Sakaların birleşmesiyle oluşmuş yeni bir Türk topluluğudur."


****


R1b Haplogrubu (M343, M269, L23)

İlhan Cengiz

Tengritagh Akademiyesi, 24. Juli 2015 

Uyghur Academy of Art and Science/link

R-M343 olarak da bilinen R1b haplogrubu, Türk halklarında görülen Y-DNA (baba hattı) haplogruplarından biridir. R1b haplogrubu, çok eski zamanlara dayanması nedeniyle günümüzde doğal olarak çok sayıda millette görülmektedir.

R1b’nin Yaşı ve Kolları

R1b, 22200 yıl önce R haplogrubundan ayrılan koldur. R1b’nin yaklaşık 22200-18700 yılları arasında yaşayan ataları M343 olarak adlandırılmaktadır. R1b haplogrubunun büyük çoğunluğunu tahmini olarak 16700 yıl önce ana koldan ayrılan R1b1a (L389 veya bir alt dalı P297) oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra R1b1b ve R1b1c adlarıyla diğer minör kollar da mevcuttur.

R1b1a’nın çok fazla kolu olması nedeniyle bu kollar hakkında fazla detaya girmeyeceğiz. Ancak R1b1a’nın 15900 yıl öncesinden itibaren kollara ayrıldığı ve yaklaşık 6000 yıl öncesinde bu ayrışmanın daha da çeşitlendiği görülmektedir. Aşağıdaki görselde R1b’nin ana kollarını gösteren bir soy ağacı yer almaktadır.

R1b haplogrubu, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında görülmektedir. Bu haplogrubun yaklaşık 16700 yıl önce belirginleşen üç farklı dalı belirli bölgelerde daha fazla görülmektedir.

R1b1a, hem Asya’da hem Avrupa’da görülen bir daldır. R1b1a’nın alt kollarından L23, hem Batı Avrupa’da hem Orta Asya’da en çok görülen R1b dalıdır. Bu dal aynı zamanda Türkiye’de de görülmektedir. L23’ün Batı Avrupa’da görülen alt dalları genel olarak P312 gibi Türklerde pek görülmeyen dallardır. L23’ün alt dallarından Z2103’ün türevleri hem Asya hem Avrupa’da görülebilmektedir.

R1b1b, pek yaygın olmayan bir daldır. Bu dal ile ilgili pek fazla veri bulunmamaktadır. Ancak bazı çalışmalara göre Türkiye’de ve Orta Asya’da mevcuttur.

R1b1c, genel olarak Afrika’da Nijerya, Çad, Kamerun, Sudan gibi ülkelerde görülen R1b dalıdır, ancak bu dal Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu’da da az miktarda görülmektedir. V88 olarak da bilinen R1b1c ile ilişkili SNP’ler, genel olarak PF6279, PF6281, F3867, PF6289, M18, V35, V69 şeklinde sıralanabilir.

Türklerde R1b’nin Kolları 

Haber et al (2012), Cristofaro et al (2013) ve Balaresque et al (2015)’in yaptıkları çalışmalarda, Orta Asyalılarda R1b1a’nın P297, M478 ve M269’un dalları görülmektedir. L23, U106, U152 gibi dallar da yine Orta Asya’da görülen M269’un alt dallarındandır. Yine Trofimov(2007)’un ve Lobov(2009)’un çalışmalarına göre Rusya’da Başkurtlar ve Tatarlarda görülmektedir. FTDNA Kazakistan DNA projesinde R1b1a’nın iki ana kolu olan M73 (R1b1a1) ve M269 (R1b1a2)’un alt dalları (L23 gibi) çeşitli Kazak, Kıpçak ve Tatar boylarında görülmektedir.

R1b, Türk halkları arasında en fazla Rusya’da yaşayan Başkurtlarda görülmektedir. R1b haplogrubu, Başkurt halkında, Trofimov (2007)’un çalışmasına göre %45 oranında, Lobov (2009)’un çalışmasına göre %35.2 oranında en fazla görülen haplogruptur. Bu haplogrup, Rusya’da Tuymaznskyli Tatarlar’da %16 oranında görülmektedir (Trofimov, 2007). Yine Cristofaro (2013)’nun çalışmasına göre Afganistan Özbeklerinde %11 oranında görülmektedir. R1b, Balaresque (2015)’in çalışmasına göre Orta Asya’da Özbekler, Karakalpaklar ve Taciklerde mevcuttur. Bu çalışmada özellikle Karakalpaklarda görülmesi dikkate değerdir. Cristofaro (2013)’nun çalışmasına göre R1b haplogrubunun çeşitli alt dalları Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar, Moğollar, Tacikler ve Hazaralarda mevcuttur.

R-U106, 4900 yaşındadır ve L23’ün alt dallarındandır. Bu dal hem Orta Asya’da hem Doğu Avrupa’da görülmektedir. Özbeklerin yanı sıra Tacikler ve İranlılarda da kısmen görülmektedir.

Aşağıdaki bağlantıda çeşitli genetik makalelerden derlediğimiz 248 adet R1b örneği, ülkeleri, etnik kimlikleri ve 12 marker y-str bilgileri ile tablo halinde sunulmuştur. Tabloda Asyalı halklar mavi zeminde, Avrupalı halklar ise farklı zeminde gösterilmiştir. Ayrıca y-str sıralaması, FTDNA projelerindeki y-str marker sıralaması temel alınarak yapılmıştır. Listede Orta Asyalılarda R1b’nin çeşitli dalları ve L23’e bağlı dallar mevcuttur.

Antik R1b Örnekleri 

Antik R1b örnekleri içerisinde en eskisi Haak (2015)’ın çalışmasından M.Ö. 5650-5555 yıllarına tarihlendirilen Tataristan’daki R1b1a örneğidir. Bu örnek taşıdığı kültürün izleri nedeniyle Mezolitik (Orta Taş Çağı) dönemine tarihlendirilmektedir. R1b’nin Afrika’da yaygın görülen dalı R1b1c (V88) ise İspanya’da Neolitik döneme ait bir alanda tespit edilmiştir. Bu örnek ise M.Ö. 5178-5066 yıllarına tarihlendirilmiştir. R1b1c, muhtemelen çok daha eski çağlarda ana kol R1b1’den ayrılarak İspanya’ya gitmiştir. Bu noktadan hareketle R1b1c’nin Afrika’ya geçmiş olabileceği üzerinde durulabilir.

R1b1a’nın bir kısmı Ural dağlarının güneyinde kalırken bir kısmı M.Ö. 2000’lerde İç Avrupa’ya, bir kısmı M.Ö. 700 -1500 civarında Kafkasya’nın güneyine inmişlerdir. R1b’yi bugünkü Türkiye topraklarına taşıyan halklar arasında İskitler, Kimmerler ve Türkler etkili olmuştur. Tataristan ve Başkurdistan çevresinde bulunan antik R1b verilerinden anlaşıldığı üzere, R1b’nin bir kısmı da aynı dönemlerde veya daha eski zamanlarda Orta Asya’ya yayılmıştır. Orta Asyalı ve Urallı R1b’ler Ön Türklerin oluşumunda yer alan gruplardandır. Bir miktar R1b de yine M.S. 11. ve 13. yüzyıllarda Moğol istilasına paralel olarak kitlesel Türk göçünde yer alarak Orta Asya’dan Güney Asya ve Ön Asya’ya göç etmişlerdir.

R1b Göç Yolları 

Jean Manco’nun çeşitli makalelerden derlediği antik R1b örneklerinin konumlarını gösteren bir harita hazırladık. Bu haritada mavi yıldız bugüne kadar bulunan en eski R1b1a örneğidir. Turuncu kareyle gösterilen antik örnekler M.Ö. 1000-3000 arasına tarihlendirilen örneklerdir. Görüldüğü üzere bir kol Ural Dağlarının güneyinde kalırken diğer kol Avrupa içlerinde yer almıştır. Her iki kolda da L23 dalı görüldüğü için, ayrılma M.Ö. 4000’lerde gerçekleşmiş olabilir.

ELEŞTİREL BAKIŞ AÇISI

R1b, diğer haplogruplar gibi çok sayıda alt dala sahiptir ve bilinen dalları bir çok halkta görülmektedir. 6000 yıllık geçmişe sahip olan L23 dalı da hem Türki halklarda hem de Ermeniler ve Avrupalılarda görülen ortak dallardan biridir. Ancak burada vurgulanması gereken husus şudur. Antik DNA verileri R1b’li Ermenilerin atalarının kuzeyden, yani Ural bölgesinden veya Kafkasya’nın kuzeyinden geldiğine işaret etmektedir. Bu da Ermenilerin önemli bir kısmının aslında Türklerle aynı kökenden olduğunu açıkça göstermektedir.

Ancak Türkiye’de genetik konusunda yeterli bilgisi olmayan bazı kimseler, genetik test yaptırdıklarında sonuç R1b çıktığında maalesef kendilerini Ermeni kökenli zannedebilmekte veya kökenleriyle ilgili şüpheye düşebilmektedir. Oysa ki bu yazımızda da ifade ettiğimiz gibi R1b haplogrubu, Orta Asya’da Türk halklarında yaygın görülen bir haplogruptur; ancak Orta Asya’dan yeteri kadar test yaptıran olmadığı için bunu ancak bilimsel çalışmalardan takip edebilmekteyiz. Nitekim dünya genelinde genellikle Ermeni, Yahudi, Arap ve Avrupa kökenliler genetik testlere yoğun rağbet göstermektedir. Diğer taraftan Orta Asya ve Rusya’da yaşayan Türkler, bu konulara pek meraklı olmamaları nedeniyle veya yeterli mali güce sahip olmadıkları için test yaptıramamaktadırlar. Bunun neticesinde test yaptıran nadir bir Türk vatandaşı 20.000 ilâ 3000 yıllık haplogrup dallarında Ermeniler, Avrupalılar, Yahudiler vb ile 12-25 marker bazında eşleşebilmektedir. Oysa ki bu eşleşmeler test yaptıran kişilerin 4000 ilâ 30.000 sene önce, henüz günümüz etnik gruplarından çok daha eski zamanlarda, ortak ataya sahip olduklarına işaret etmektedir. Bir kimsenin Ermeni veya başka kökenli olduğunu kanıtlayabilmesi için yakın dönem 67 ilâ 111 marker bazında bir Ermeni ile eşleşmesi gerekir. Çünkü Ermeni toplumunun oluşum süreci M.S. 500’lere dayanmaktadır.

Dikkat edilirse R1b olan Ermenilerin büyük bir çoğunluğu da R1b olan Orta Asyalı ve Türkiyeli Türklerle yaklaşık 6000 yıl öncesinden aynı kökten gelmektedir. Nitekim Güney Kafkasya’da bulunan iki adet antik R1b örneği M.Ö. 1000’lere tarihlendirilmektedir. Aynı dönem Kimmerlerin Kuzey Kafkasya’da faal oldukları dönemdir. Bu dönemi müteakip Kimmerler, Anadolu ve Azerbaycan’ı istila ettiler. Ancak R1b’yi sadece Kimmer ve İskitlere bağlamak da doğru değil. R1b, Güney Kafkasya’ya daha eski zamanlarda da gelmiş olabilir. Fakat mevcut antik DNA bilgileri R1b’nin Türkiye, Azerbaycan ve İran coğrafyasında M.Ö. 1700 senesinden daha eski zamanlara gitmediğine işaret etmektedir. Ancak ileride daha eski R1b örnekleri bulunursa bu bilgiler güncelliğini kaybedebilir.

Kafkasya’nın kuzeyinden gelen Kimmerler (belki İskitler veya her ikisi) kuşkusuz, Ural’ın güneyinde yaşayan Türk halklarıyla ortak haplogruplara sahipti. R1b haplogrubu zaman içerisinde Orta Asya’nın bir çok köşesine, belki daha eski devirlerde Altaylar ve Moğolistan’a kadar çok geniş bir alana yayılmışlardır. Kuşkusuz bundan 3-4 bin sene önce de insan grupları tek bir haplogruptan değil, çeşitli haplogruplardan oluşuyordu. Nitekim Neolitik ve Bronz dönemlere özgü arkeolojik alanlarda birden fazla haplogrup çeşitlerine rastlanmaktadır. Bu da farklı ata soylarından insanların Paleolitik devirlerden beri bir arada ortak dil ve kültür çevresinde yaşadıklarını göstermektedir.

R1b haplogrubu, Türkiye’de %16 gibi yüksek bir oranda görülmektedir. Tarihsel bağlamda değerlendirme yapıldığında, R1b haplogrubunun Orta Asya ve İdil-Ural bölgesinde mevcut olması bu haplogrubun tamamı olmasa da büyük bir kısmının Türkiye topraklarına yaklaşık 800 yıl önce Orta Asya’dan geldiğine işaret etmektedir. Kendini Ermeni, Laz, Rum vb olarak tanımlayan gayri-Türk R1b’ler ise yine aynı topraklardan (Kafkasya’nın kuzeyinden) 3000 sene önce bu topraklara gelen Kimmer veya İskitlerin torunlarıdır. Özetlemek gerekirse R1b’nin Orta Doğu’ya varışı, M.Ö. 1700’den itibaren ve akabinde M.Ö. 1. milenyumda İskit-Kimmer aracılığıyla ve M.S. 6.-13. yüzyıllar arasında ise kitlesel Hun-Türk göçleriyle gerçekleşmiştir.

Kaynaklar: 

1. Haber et al (2012). Afghanistan’s Ethnic Groups Share a Y-Chromosomal Heritage Structured by Historical Events. PLoS One. 2012; 7(3): e34288.

2. Cristofaro et al (2013). Afghan Hindu Kush: Where Eurasian Sub-Continent Gene Flows Converge.

3. Balaresque et al (2015). Y-chromosome descent clusters and male differential reproductive success: young lineage expansions dominate Asian pastoral nomadic populations.

4. Trofimov, (2007) Variability of Mitochondrial DNA and Y-DNA in Populations of Volga-Ural Region, 03.02.07, P.111, Institute of Biochemistry & Genetics, Russia.

5. Artyom Sergeevich Lobov (2009). Structure of the Gene Pool of Bashkir Subpopulations, Russian Academy of Sciences, Institute of Biochemistry and Genetics, Ufa Scientific Center.

6. Kazakhstan DNA Project, FTDNA, 2015.

7. Haak et al (2015), Massive migration from the steppe is a source for Indo-European languages in Europe, Web: http://biorxiv.org/content/early/2015/02/10/013433

8. Ancient DNA Samples, Jean Manco, http://www.ancestraljourneys.org






Yoksa bazılarımız hâlâ "Batılıların" masallarına inanmayı mı tercih ediyor?..

SB

Beş Köşeli Yıldız


Beş Köşeli Yıldız

Saka Türkleri, MÖ 7.-6.yy, Şilikti Kurganı, Kazakistan,


Balbal, Altay Devlet Yerel Tarih Müzesi,


Pazırık MÖ 5.yy, Altay & Sumer MÖ 3500, Mezopotamya.


Hakasya Kaya Resimleri




Beş köşeli Kutup Yıldızı (Demir Kazık) veya Güneş ki o da bir yıldız; Sekiz köşeli ise Selçuklu yıldızı, tanrının yer ve gök güçleri (sekiz bucak) üzerindeki egemenliği, Pazırık dahil halı ve kilimlerimizde görürüz.





_____________

2 Ocak 2025 Perşembe

Mitolojide Üç Büyük Tanrılar Savaşı

 


Tanrılar ile Devlerin Savaşı: Gigantomachy - MS 2.yy.

Afrodisias çeşme (Nymphaeum) frizlerinden

İstanbul Arkeoloji Müzesi

______________________

Üç savaş olmuştur:


* Titanomachy / Titanlar Savaşı;

Uranüs öldürülür; yerine Kronos geçer; devleri Tartaros'a hapseder; Zeus doğar.

Titanlar İapetos, yani Yafes'in soyudur 😉


* Gigantomachy / Devler Savaşı;

Zeus Kronos'u devirir; Olympos'a yerleşir, tanrılar tanrısıdır.


* Theomachy / Olympos'taki tanrılar arasındaki  GÜÇ savaşıdır.

Yani TUROVA SAVAŞI’nda tanrılar arasındaki çekişmedir.

- Akha taraftarları: 

Athene, Here, Poseidon, Hermes, Hephaestus, Thetis (Ak-İl'in annesi).


- Turova taraftarları: 

Aphrodite, Ares (Mars), Apollo, Artemis, Skamander, Leto.


Zeus, Hades, Dionysus, Hestia ve Demeter güya tarafsızdır !..

Tanrıların arasındaki güç savaşının acısını insanoğlu çekmiştir!

Hep öyle değil midir zaten, filler tepişir çimenler ezilir...


SB

Not:

1- Zeus'un adı (ki o bile tartışmalıdır) hariç tanrı ve tanrıça adlarının hiçbiri Grek kökenli DEĞİLDİR. Hatta Hint-Avrupa bile değildir.

2- Gigantomachy, Berlin'e kaçırılan Bergama Zeus Sunağı'nda da işlenmiştir. 


Athena, Athene, Akene


 Athena/Athene 'Ak-Ene'nin Grekleştirilmiş şeklidir. Türkçedir.

Ögel'den Ak-Ene;

Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi, yaşardı su içinde,
Ülgen'e şöyle dedi, göründü su yüzünde:
- Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren! De ki hep ," Yaptım oldu!" Başka bir şey söyleme! Hele yaratır iken, "Yaptım olmadı!" Deme!

Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi. Denize dalıp gitti, bilinmez noluverdi. Ülgen'in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı. İnsana buöğüdü iletmek bıkmadı.

(Verbitskiy'in Derlediği Altay Yaratılış Destanı)

"Ak" renkli "Deniz İlâheleri":
"Deniz İlâhesi" Türk mitolojisi içinde yabancı bir Tanrı değildir. Altay Türklerinin yaratılış destanlarını incelerken, Verbitskiy'in topladığı efsanede bir "Ak-Ene", yani Ak-Ana görmekteyiz. Tanrı Ülgen dünyayı yaratmayı düşünürken, su içinden birdenbire Ak-Ana görünüyor ve Ülgen'e akıl veriyor. Efsanenin metni, "Ak-Ana'nın buyruğu üzerine Tanrı böyle yaptı", demektedir. Bundan anlaşılıyor ki Ak-Ana, Tanrı Ülgen'den güçlü olmasa bile akıllı ve bilgili idi. Ayrıca Tanrı Ülgen'in kızlarına da "Ak-Kızlar" denirdi.

"Ak" sözü Altay Türkçesinde cennet anlamına gelirdi. Cennette oturan tanrılara da "Aktu", yani "Aklılar", rengi ve ruhu apak olan derlerdi. Bunlar göğün üçüncü katında otururlardı. Aynı katta "Süt-Ak-Köl" yani süt rengi gibi ak olan göl de vardı. İnsanların bütün hayatı ve ruhu bu göle bağlı idi. Bir çocuk doğacağı zaman Tanrı Ülgen oğluna emir verir, o da "Yayuçı", yani yaratıcılardan birine bu işi havale ederdi. Yaratıcı, bu Süt-Ak-Göl'den ruh alır ve doğan çocuğa verirdi. Başka Altay söylentilerine göre, "Enem Yayuçı", yani Anam-Yaratıcı göğün beinci katında oturur ve insan ruhlarının tek hazinesi olan Süt-Ak-Göl'ün işlerine bakardı. Doğacak çocuklar için ruhu gönderen de o idi. Bunun için Altay Türkleri ona bir hükûmdarlık ünvanı da verirler ve Hanı-Anam-Yaratıcı (Kan-Enem-Yayuçı) derlerdi.

Yakutlarda da bütün dünyayı ve her şeyi yaratan en büyük Tanrı Ak-Yaratıcı (Ürüng-Ayığ-Toyon) idi. Fakat bu erkekti. Ayrıca bir dişi yaratıcı da (Ayığsıt) vardı ki, bunun adının başında beyazlık veya aklık gösteren bir renk özelliği görmüyoruz. Ancak Ak-Ene/Ana gibi Beyaz Kadın Yaratıcı olması da çok muhtemeldi.  Yakutların esas Ana Tanrıları Hayat Ağacı'nın kökünde yaşayan ve insanlara can veren kutsal bir Tanrıça idi."

Ögel, Türk Mitolojisi, Cilt 1

Peki Athene/a neyi temsil ediyordu? Zeka, savaş ve sanatı, yani yaratmayı temsil ediyordu. En önemli sembolü de baykuş idi. Türk Dünyasında "ügi, ühi, ügü" ya da "bayğız" olarak söylenen "baykuş" kamların hayvanıydı. Bilgeyi, kehâneti, anneyi ve koruyucu vasfıyla nazarı temsil ediyordu. Bozoklar'dan gelen Bayat boyunun da ongunu baykuş olarak verilir ki gece doğanları idi.


Athene aynı zamanda zeytin ağacını Atina'ya getiren tanrıça olarak da kabul edilmişti. Bu da onun bir nevi "hayat ağacı" tanrıçası yapmıştı. Öyle ki Atina'ya da adını veren Athene (Ak-Ene)'nin heykellerini zeytin ağacından yaparlardı.

SB


Bergama Zeus Sunağı'ndan detay "Athena", MÖ 2. yy
Berlin Pergamon Müzesi.


___________






Ayaz, Ayas, Ajax

 



AIAS = AYAS / AYAZ ; Türkçedir.

(İngilizcede Ajax)

Kaşgarlı; "ayas kök, Berrak gök. Kölelere (Memluk), yüzlerinin parlaklığı buna benzetilerek ayas denir."


İlyada'da iki Ayas/z var;

* Kral Pirim'in ablasının oğlu 'Yeğen Türker'in babadan kardeşi ve Akil'in de amcaoğlu olan Büyük Ayaz.

* Pirim'in kızı Kassandra'ya Athene (Akene) tapınağında tecavüz eden Küçük Ayaz.

SB