memluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
memluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2025 Cumartesi

Beş Köşeli Yıldız


Beş Köşeli Yıldız

Saka Türkleri, MÖ 7.-6.yy, Şilikti Kurganı, Kazakistan,


Balbal, Altay Devlet Yerel Tarih Müzesi,


Pazırık MÖ 5.yy, Altay & Sumer MÖ 3500, Mezopotamya.


Hakasya Kaya Resimleri




Beş köşeli Kutup Yıldızı (Demir Kazık) veya Güneş ki o da bir yıldız; Sekiz köşeli ise Selçuklu yıldızı, tanrının yer ve gök güçleri (sekiz bucak) üzerindeki egemenliği, Pazırık dahil halı ve kilimlerimizde görürüz.





_____________

28 Eylül 2024 Cumartesi

Baybars, Bundukdar

Blown and tooled, with fired enamels and gold, height 19 cm

Egypt or Syria, late 13th - early 14th century AD


Enamelled glass stand featuring a #Mamluk princely blazon of courtly office (bow and two arrows, for a "bunduqdar", or Keeper of the Bow), with Chinese-style lotuses and phoenixes and bands with processions of real and mythical quadrupeds.

The Al-Sabah Collection


* Bunduqdar - Bundukdar was used by the Mamluk - #Kipchak #Turks as a title.

- Baybars I (1223-1277), full name; el-Melikü’z-Zâhir Rüknüddîn es-Sâlihî el-Bundukdârî, was the kağan (kaghan) of the Mamluk Turkish State, which was called as "Dawlat al-Turk (State of Turk)" or as "Dawlat al-Turkiyya (Turkish State)", who ruled (1260-77) in Egypt and Syria. So, the two arrows means = Keeper of Two Lands. And Turkish male name Baybars means "bay  -rich person, noble, sir" , "pars/bars - leopard, panther".




SB


#ArtofTurks

#art

#Turks


PS: A note to Mr. Alami;
It may be the Fatimid period, but it's a Mamluk, i.e. Kipchak-Turk Art. Even the "cup" (the Kipchak Tamga-sign) on it says "I'm Turk", along with "Art of the Steppes."



Example: Mamluk Armor with the "cup" tamga, 1428/43




12 Aralık 2016 Pazartesi

Mangup Kale - Kırım






Doğu Roma tarafından Doros ya da Dory olarak adlandırılırken Kıpçaklar döneminde Mangup adını almıştır. Hazarlar, Bulgarlar, Peçenekler, Kıpçaklar ve Karaim-Karay Musevi Türkleri yaşamıştır. Kalenin  I. Justinianos döneminde yapıldığı söyleniyor. Ancak Kale kapısının üzerindeki bezemeler Hazar ya da Karaim Musevi Türklerinden kalmadır. Kıpçak ve Selçuklu dönemi benzeri motiflerde gözden kaçmamaktadır. Zaten Karayların Türkçesi de Kıpçaklar grubuna girer.

SB





"Mangupkale, Karay Türkleri'nin Kırım’daki en kutsal yerlerden birisidir. Vaktiyle bu kale ve çevresindeki önemli miktarda Karay Türkü yaşamaktaydı. Kösele ve güderi işleriyle uğraşan Karayların ürettiği "Mankub Köselesi" 
Kırım genelinde çok meşhurdu."


ilgili:
KIRIM KARAYLARININ ATASÖZÜ VE DEYiMLERİNDE GÖÇEBELİĞİN İZLERİ


Ayrıca Kıpçak olan Memluk Türklerinden kalan Halep Kalesi'ne de göz atın, benzerliği göreceksiniz.




Mezar taşlarındaki bezemeler Kıpçak-Kuman Türk mezar taşlarındaki bezemeler arasındaki birebirlik.


Kıpçak Mezar Taşı / Kuyucuk Köyü - Kars 





// Koy kopeksiz bag dereksiz...



19 Aralık 2015 Cumartesi

Tılsım Kapısı






TILSIM KAPISI - BAĞDAT
Bab al-Talsim - Baghdad


Artuklular döneminde Bağdat'ı korumak için yaptırılan eserin yapım tarihi tam olarak net değil, ama 1183'te Granada'dan hacca gitmek için yola çıkan İbn-i Cübeyr (1144/5-1217) "Endülüs'ten Kutsal Topraklara" adlı eserinde buradan bahsetmekte. Binanın üzerindeki yazıta göre Abbasi Halifesi Nasır tarafından 1221 yılında restore ettirilmiş. Öncesinde kapıya Beyaz Kapı, ya da Bab Halba denilirken, üzerindeki yazıtlar ve rakamlar yüzünden restorasyondan sonra TILSIMLI KAPI adını vermişler.


F.Langenegger "Beiträge zur kenntis der baukunst des Irâq,1911" kaynağına göre, 1086 yılında Bağdat ziyaretinde bulunan Selçuklu Sultanı Melikşah buradaki hipodromda Çevgen /Çöğen (polo) oynamıştır, 1683 yılında Bağdat'ı fetheden IV.Murad'ta bu kapıdan girdikten sonra kapıyı kapattırmıştır. 1917 yılında tahribata uğramış.


(İngilizce kaynakta Osmanlı ordusu çekilirken diyor, ama İngilizlerin Bağdat'a girmesinden bahsetmiyor, sanki biz cinlerle savaşıyorduk ta kapı hasar gördü! Sabır...SB)



Kut-ül Amare 1916

1914 sonlarında Irak’a asker çıkaran İngiliz ve Hint askerleri, General John Nixon ve General Charles Townshend komutasında 1915 sonbaharında Bağdat’a doğru yürüyüşe geçti. 

Albay Nureddin Bey ( Nureddin Paşa) 27 Eylül 1915'’te İngilizleri Kut önünde karşıladı. İlk önce Bağdat'’ın 30 km güneyine kadar çekilen Türk ordusu, İngilizleri püskürttü ve General Townshend etrafı Dicle nehri ile çevrili Kut yarımadasında kuşatıldı.  Nureddin Bey'’in yerine Irak komutanlığına getirilen 52. Tümen Komutanı Halil Paşa kumandasındaki kuşatmayı yarmak için Basra’'daki İngiliz genel karargahının yaptığı üç taarruz da büyük kayıplar ve fiyaskoyla sonuçlandı.

İngiltere, General Aylmer komutasındaki birliklerin başarısız olan birinci taarruzun ardından Irak cephe komutanı J. Nixon'’ı azledip Percival Lake'’i bu göreve getirdi; ancak yeni komutan da kuşatmadaki birliklerini kurtaramadı. Çaresiz kalan İngilizler, savaşa birlikte girdikleri Rusya’'dan yardım istedi. O dönemde İran'’ın Kirmenşah bölgesini işgal etmiş olan Rus kuvvetlerinin komutanı Baratov’'un Kut üzerine yaptığı saldırı da sonuçsuz kaldı. 

Kurtuluş ümidi kalmayan, erzak ve cephane sıkıntısı çeken General Townshend, Halil Paşa'’ya 26 Nisan'’da mektup yazarak Kut'’u teslim etmeye hazır olduklarını bildirdi.  Halil Paşa ise birlik, silah ve cephaneleri teslim etmesi şartıyla istediği yere gidebileceği cevabını verdi. Townshend ise tüm silah ve cephanesini yok ettirerek 29 Nisan 1916'’da teslim oldu.  Yaklaşık 5 ay süren kuşatmanın ardından, 13 general, 481 subay ve 7 bini Hintli 13 bin 300 İngiliz askeri Türk birliklerine teslim oldu. Tarihe Kut'ül Amare Zaferi olarak geçen savaşlar sırasında İngilizler 40 bin kayıp ve esir verirken Türk birlikleri ise 25 bin askerini kaybetti. 

Kut'ül Amare savaşı sırasında Türk birlikleri sınırlı sayıda uçakla önemli görevler yaptı. Keşif görevleri yapan Türk uçakları bir taraftan da düşman hedeflerini bombardıman etti. 26 Nisan 1916’'da Kut'ül Amare'’deki İngiliz kuvvetlerine erzak yardımına çalışan bir İngiliz uçağı da Türk avcı uçağı tarafından düşürüldü. 

Ancak kazanılan bu tarihi zafere rağmen savaşın genelinde mağlup olan Türk ordusu, takviye edilen İngilizlerin bölgeyi Şubat 1917'’de işgal etmesine engel olamadı. Irak’'ın güneyine 1914 sonlarında çıkarma yapan İngilizler, ancak Mart 1917’de Bağdat'’a ulaşarak kenti işgal etti. (linkten)




"I.Dünya Savaşı'ndaki 2 zaferimizden biri durumundaki Kut'ül Amare Zaferi (29 Nisan 1916) 1952'ye kadar Kut Bayramı olarak kutlandı." - Sinan Meydan


Türkiye’nin NATO’ya üyeliğiyle birlikte, 1952’de İngilizlerin isteği ve baskısıyla eğitim müfredatlarından çıkarılmış, bayram olarak kutlanmaktan da vazgeçilmiştir!..









kaynak:
from the link above, but I wanna say some words....

"The Talisman gate in Baghdad was destroyed by the Ottoman army in 1917 when they withdrew from the city.... " - You say so, but why do you not say about the British Army and the Fall of Baghdad (1917)? To who belonged that land before it was Iraq (Irak) ? Who did the Ottoman Turks fight with? The borders were drawn by the spy Gertrude Bell....Not nice to not mention about this action.

Dragon is the Master of Time in Turkish Cosmology. And Polo is invented by the Turks.






from the link
The Talisman gate in Baghdad was destroyed by the Ottoman army in 1917 when they withdrew from the city. Its destruction was a great loss as it had some fine thirteenth century carving and distinguishing ornamentation. 

The date of its construction is not clear but it was described by Ibn Jubayr in 1185 and is mentioned in the accounts of the Mongol siege. The inscription on the building reads that it was built and restored in 1221 by the Abbasid Caliph Nasser li-din-Illah as part of the construction of a large defensive wall intended to protect Baghdad from invaders and floods. It was named "Talisman" after the unusual inscriptions and figures carved on its upper walls and gate. 

Before 1221 it was known as the White Gate and as Bab Halba meaning racecourse referring to a hippodrome located outside the wall limits. It is said that the Seljuk Sultan Malik Shah on his visit to Baghdad in 1086 rode from his palace to that spot where he played a game of Polo (or Suljan), after which the field was commonly used to play this game. In 1638 the gate was been closed after the Ottoman Sultan Murad IV conquered Baghdad and entered its gate.

The gate is built of burnt bricks and consists of a cylindrical tower connected to Baghdad's northeastern ramparts surrounded by a moat. Its façade is punctured at approximately mid-height by a series of loophole windows toped by an inscription band wrapping around the building. The façade ends with a second line of pointed arch openings on the entire circumference serving as access doors to a circular balcony supported on brackets. 

The inscription and the carvings are the most important features in the building. Despite the information it carries concerning the gate's construction, its sponsors and restoration by Nasser li-din-Illah, the high relief above the gate presents unfamiliar pictorial representations of human figures that must have roots in Mongol sculptural animation. The gate's arch is built of intersecting stone voussoirs set in a decorated frame. The decoration shows a pair of winged dragon-snakes and a human figure sitting cross-legged between them in a way to represent the glorious conqueror. They haven't been attributed to any sultan although they might be of a later addition carved to commemorate Sultan Murad IV entering Baghdad by. These figures are carved in stone and lie on an intricate background of floral interweaving patterns incised in stone.


Sources:

Langenegger, Felix. Beiträge zur kenntis der baukunst des Irâq (heutiges Babylonien) Bautechnik,/b baukonstruktionen und aussehen der baugegenstände unter teilweiser bezugnahme auf die baukunst der vergangenheit des landes sowie auf die gesamte baukunst des Islâm, 88-90. Dresden, G. Kühtmann, 1911.

Le Strange G. Baghdad During the Abbasid Caliphate, 291-292. Greenwood Press. Connecticut, 1983.









Khakassia - Kırgız /Turkish Culture


Cizre Grand Mosque doorknop - Turkish Culture - Artiquids Period 12th c






"ARTUK OĞULLARI; BU GÜN EN GÜZEL ESERLERİNİ MARDİN DE BIRAKMIŞLAR, TAŞ USTASI BU TÜRK BOYU ZAMANLA DİLİNİ, SELÇUKLU VE OSMANLININ İHMALİ İLE KAYBEDİP KÜRTLEŞMİŞLER. EY KENDİNİ KÜRT ZANNEDEN MARDİNLİ KANDAŞIM, SENİN ATAN ARTUKOĞULLARI. YA SEN ARTUKOĞLUSUN YA DA SEN ARTUKOĞULLARINIIN SOY KIRIMCISISIN. TIPKI BİTLİS VE HAVALİSİNDE YAŞAYAN AK-KOYUNLAR KARA- KOYUNLARIN DURUMU GİBİ. BAK AŞAĞIDAKİ ARTUKOĞULLARINA AİT CİZRE ULU CAMİ KAPI TOKMAĞI, SENİN TARİHTE VAR MI BÖYLE GÜZEL BİR İZİN? HADİ AZ CESUR OL, BU BENİM DE! ASLINI İNKAR ETME! BİLİYORSUN SÜRÜDEN AYRILANI İSRAİL KAPIYOR ARTIK"...Mehmet Ali Esmer/Mimar








The Artquids Turks or Artuqid Turkish Dynasty (1102-1409) Coin:
A iconography, like Shaman riding on a dragon, uses snake as whip . In Anatolia there are legends, myths of saints riding lions using snake as whip. like Saint "Hacı Bektaş Veli" impersonate Dragon . I think it is quite a shamanic myth .. Dragon is the TIME GOD .. May represent that "the Shaman is controlling the Tıme" ...

A Shaman called in Turkish = Kam ; and whip = Kam-çı)








Dragon-headed Stand, 13th century, cast brass inlaid with silver
Northern Iraq or Syria






Brazier of Mamluk period
second half of 13th century - Egypt
Mamluk Dynasty is a Turkish Dynasty, (Kipchak Turks), 
no mention in museum's info of that!
I condemn these museums
it is TURKISH CULTURE.
SB





Kurt-Ejder, Hayat Ağacı, Ahşap Kapı MS.3.yy, Niya Antik Kenti - Tarım Havzası
Kurt-Ejder, Hayat Ağacı, Rölyef MS 13.yy Selçuk Türkleri - Anadolu








Türk Tarih Tezine karşı çıkanlara sormalı ; "Farklı isimler altında farklı zamanlarda hüküm sürmüş medeniyetlerde devamlılığı görülen bir çok kültür etkileri neden acaba 'Indo-European, Indo-İranian" da görülmüyor da Türklerde görülüyor?"... SB








31 Ekim 2015 Cumartesi

Polo ya da Çögen Çevgen





- MÖ.6.yy'dan beri oynanan "oyun" Türklere aittir, batılıların Polo dediği Çevgen/Çöğen bir "Binici Eğitimi" olmasının yanı sıra eğlence amaçlı olarak da icra edilmiştir.


- Şehname'de Persler ile Turanlar karşılıklı bir maç yapar ve "acemi" olan Türkler kazanır...Darius'un İskender'e çevgan gönderdiği de yazar. Bunu İskoçya'da Kral Alisaunder (yani Alexander) epiğinde ve Shakespeare'de V.Henry'de kullanmış. Şehname'nin yanlı tarih ile 11.yy'da yazıldığı göz önünde bulundurulmaz, bölgenin eski sakinleri olan Part / Saka / İskit Türkleri de, ama bütün kaynaklarda Polo'nun Persliler tarafından icat edildiği anlatılmaktadır. Lakin bazı kaynaklarda pers'in sadece coğrafya olarak verildiğini okudum...


- Polo, Hunlarla Himalaya'dan Hindistan'a girmiştir. Babür Türkleriyle pekişmiştir.


- Çinlilerin Polo ile tanışmaları Türk olan Tang Hanedanlığı dönemine rastlar ve Türkler gibi Süvarilerini eğitmek için kullanmışlardır. 


- Selçuklu ve Osmanlı döneminde keyifle oynanan çevgen, 12.yy'da Doğu Roma'da asiller tarafından da oynanmıştır.


- Türk kadınlarının da erkekleri zorlayacak şekilde oynadığı bilinmektedir.


- Hz.Hüseyin'in şehit edilmesinden sonra başının çevganla oynanmasından sonra yasaklanan oyun, zamanla Müslüman-Türk camiasını özellikle de Türkiye'yi etkilemiştir. Tabii Türk'ün attan inmesi de...


- 1850'li yıllardan sonra Hindistan'dan sömürgeci İngilizlerin tekeline geçmiştir.


- Artık bir batı ve zengin sporu olan Çöğen'e, yani  ATA Sporuna sahip çıkamadık, süvarilerimize sahip çıkamadığımız gibi...AMA...


- Azerbaycan Türkleri sahip çıktı ; Çevgân/Chovgan (Eski Karabağ atı- spor oyunu) şeklinde 2013 yılında, UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne girmiştir.


- Böylece İran, Çin, Hindistan ve İngiltere bu oyunun kendilerine ait olduğu iddialarını da boşa çıkarmıştır.


- Zafer Türk Dünyası'nındır.





GÖNÜL RAHATLIĞI İLE BİZİM DİYEBİLİRSİNİZ....





Polo/çevgân’ ın proto tipinin ortaya çıkışı ve kıtalararası yaygınlaşması hakkında birçok yorumlara  rastlanılmaktadır. Yorumların birçoğu polonun ortaya çıkışında, Türk toplumlarının tarihi rolünü görmezlikten gelmekte ya da çok sınırlı rol biçmektedirler.



Özellikle bazı araştırmacılar çevgânın kökeni konusunda engin ve zengin “Türk Atlı Kültürü”nü, bu kültürle kurulmuş güçlü devlet ve medeniyetlerini, geleneksel zemini poloya benzeyen onlarca binicilik sporlarını görmezlikten gelmeleri ilginçtir. Daha da ilginci; çevgânın proto tipinin doğduğu Asya bozkırlarında, o zamanın henüz devletleşmemiş bazı halklarını gösterirlerken, onlara uzun yıllar gelişmiş atlı kültürleriyle hükmeden Türkleri göstermemeleridir.



Bu taraflı ya da önyargılı durum, Türkiye ve Türk dünyasındaki uzmanları ciddi araştırmalara sevk etmiştir. Ayrıca, konuyla ilgili getirilen yorumlarda, araştırmacılardan oyunların ritüel, törensel ve ya sosyo-ekonomik kökenlerinin tarafları olmamaları beklenir. Oyunun ilk ortaya çıkışı ve gelişim sürecinin doğasına yönelen bakışın tarafsız ve objektif olması, bilim teorisinin temellenmesi doğrultusunda ve kaynağını kendi karakteriyle doğru yansıtması beklenir. Bu bağlamda polo/ çevgânın ortaya çıkışı, geçirdiği aşamalar tarihi ve sosyalizasyon süreci dikkate alınarak açıklanmaya çalışılacaktır. Bu araştırmada, Türk dünyasına verilmeyen polonun tarihi rolü; verilerek dünya spor literatürlerinde hak ettiği bir şekilde yer alması amaçlansa da, bunun kolay olmayacağı bilinmelidir.



Çevgân/Poloya Terminolojik, Tarihi ve Sosyalizasyon Sürecinden Bakış XIX. asrın ikinci yarısında çevgân ile Assam, Burma, Manipuri gibi Hindistan’ın kuzey bölgelerinde tanışan İngiliz askerleri, Hint yerlilerinin “sağol kangei” dedikleri bu spora, Tibet’ten gelen çok daha kısa olan adı seçerler ve “polo” derler. Polo, Tibet dilinin Batlı dialektinde “pulu” yani “top” anlamına gelmektedir. Selçuklu ve Osmanlı dönemindeki eski metinlerde  “çevgân” olarak geçen bu oyuna, XIX. asrın sonları ve XX. asrın başlarında Türkler’in “çöven/çöğen”, “çevgen”,  “çevkan”, “çöken”, “çöğan”, ve “çöğen” dedikleri görülürken, günümüz Türkistan’ında da yine “çevgen” denildiği görülebilmektedir.



Kaşgarlı “çevgân” kelimesini açıklarken karşılığını “çevgen” olarak belirtmektedir. Yine Kaşgarlı “talas” sözcüğünü açıklarken “At yarışında, top oyununda, (çevgende) meydanın çevresine dikilen ip” olarak tarif etmekte, yine “topık” terimini açıklarken “çevgen ile vurulan top, topaç” ifadesini kullanmaktadır. Kaşgarlı “top”  kelimesini “topık” kelimesinin kısaltılmışı olarak belirtir ve yine “eğtürdü” kelimesini açıklarken “ucu eğri ve ya ucu eğdirilmiş ağaç sopa ve bu sopayla çöğen oynanır” ifadesini kullanır.



Görüldüğü gibi “çöğen/çevgen/çöven” ucu eğri ağaçtan yapılmış sopa olup bununla çevgen/polo oynanır. Yani  bu sopayla top çevrilir. Dolayısıyla oyun adını bu sopadan almaktadır ve Türklerin bu oyuna niçin çevgen/çöğen/çöven dedikleri anlaşılabilmektedir. Bu kelimelerin Farsça ve Türkçe dillerindeki etkileşim ve Arap alfabesinin bu dillerde kullanılması, terimin açıklanmasını gösterebilecek durumdadır. Bilindiği gibi 1056 yılından itibaren Türk dili özellikle edebiyat alanında Farsçadan etkilenmeye başlamıştır. Arapların “savelcan”, Bizanslıların “tzunkanion”, Çinlilerin “pu-lo”, Japonların “ki-yu” dedikleri polo oyununa, Türk ve Farslar’ın etimolojik bağlamda açıklayıcı olabilen ve aynılığı görülebilen “çöğen” ve çevgân kelimesini kullanmışlardır.



Çevgânın yazılış şekli Farsça “çaugan” olarak okunabilmektedir. Türkçede daha ziyade “çöğen” okunuşu, kelimenin kökeninin aynılığını gösterebilmektedir. XIV. yy. itibaren Arapça ile Farsça tamlama sözcüklerinin Türk edebiyatında arttığı yönünde edebiyatçılar hemfikirdir. Hatta Türk divan edebiyatı Fars ve Arap edebiyatı ile sadece dil bakımından değil, kültürel etkileşimin yanında efsanevi aşklar, tasavvuf ve dini konular gibi bazı unsurları ortak işlediklerinin görülebilmesi doğaldır. Bu etkileşimden çöğen de kendisine düşen payı almış ve çevgen sopası, topu, sahası vb. unsurlar özellikle Osmanlı şairlerince bazı benzetmeler yapılarak kullanılmıştır.



Türkler XI. Yy. başlarında İran topraklarına geldiklerinde ve Selçuklu Devleti’ni kurduklarında İran’ı temsil eden siyasi, askeri, ekonomik ve idari herhangi bir gücünün henüz olmadığı bilinmekteydi. Çünkü Türkler oralara geldiklerinde Emeviler 400 yıl önce İran’ı temsil eden Sasani Devleti’ni ortadan kaldırmışlardı. 1040 Dandanakan Zaferi’nden sonra Selçuklu Türkleri, İran, Azerbaycan, Irak ve Suriye de tamamen hâkim olmuşlar, hatta 1071 Malazgirt Zaferi ile de Anadolu’yu vatanlaştırmışlardı.



Kaşgarlı ünlü eseri DLT’ü kaleme aldığı aynı yıllarda (1070), siyasi gücü hiç olmayan Farslardan, Türklerin özellikle atlı kültür unsuru alacak kadar bir beraberlikleri olmamıştır. Türklerin hâkimiyetinde olan bu coğrafyada, kendisine tabi olan Fars ve Arap unsurlardan yukarıda da belirtildiği gibi bazı kelimeleri alıp kullandıkları bilinir. Ancak, çevgân gibi kelimelerin kullanılması, dilerinde olmadığı için değil, tâbi unsurları daha iyi anlamaları ve idareye ısınmalarını temin için olabilir. O tarihlerde atlı kültüre ve bu kültürün ürünü olan çok sayıda binicilik sporlarına hâkim Türkler, kendi himayesine aldığı devletsiz bir azınlığın, bu tarihten 100 yıl sonra kullandığı (Firdevs) bir kelime (çevgân) ile Büyük Türk Atlı Kültürü’nü görmezlikten gelmeleri düşündürücüdür.



Pers şair Firdevsi, “M.Ö. 600’de oynandığı var sayılan bir maçı tarif etmiştir. Bununla birlikte Firdevs 1500 yıldan fazla bir süre sonra bunu yazmıştır. Bu nedenle tarifi tarihi olarak doğru olmayabilir”(*23). Bunu söyleyen otoritelerin dışında, dünyanın en ciddi polo kurumlarının sitelerinde, yine aynı tarihlerde (M.Ö. 600) Türkmenler ile Perslerin karşılıklı polo maçı oynadıklarını; Türkmenlerin Persleri/Farsları/İranlıları yendiklerini açıkça belirttiler ve bu maçların dünyanın ilk polo maçı olduğunu yazarlar. (*24)



Dünyada bilinen ilk maçı kazanacak kadar mahir olan bir kavmin adını, polonun proto tipinde ve özellikle organizasyonunda geçirmemekte ısrarlı gözüken sözde otoriteler, bu maçın mağlubuna polonun ortaya çıkışını mal etmelerine şaşırmamak elde değil. Bu yorumların polo otoritelerine nasıl yakışacağını kendilerinin irdelemesi gerekmektedir.



Spor otoriteleri ve özellikle sosyologları; bir toplumda çağdaş ve ya geleneksel bir sporun, o toplumun “ata sporu” olabilmesi için, söz konusu sporun o toplumun sosyal yapı ve yaşayışlarının her safhasında yer alması gerekir derler. Yani söz konusu sporun o toplumun sanat, edebiyat adet ve geleneklerinin teşekkülünde mühim bir yer teşkil etmesi gerektiğini belirtirler.(*25)



Bu bağlamda bakıldığında; çöğenin özellikle Türkistan coğrafyasındaki Türker’in sosyal yapı ve yaşayışlarının her safhasında görülebilmekte; aynı zamanda Türk minyatür sanatı, edebi metinler, temel eserler, divan edebiyatı, Yunus gibi ozanlarının eserlerinde de görülmektedir.



Polonun dünyanın en eski takım sporlarından biri olduğu ve Asya kökenli olduğu konu artık otoritelerce tartışılmamaktadır. Türk-Moğol halkları arasından çıktığı birçok kaynaklarca belirtilse de, muhtemelen gözüyle bakılmaktadır. Buna rağmen polonun ilk formunun İç Asya/Orta Asya’dan Çin’e, Japonya’ya, Tibet’e, Hindistan’a, Bizans’a ve Mısır’a yayıldığına dair kesin ifadeler yer almaktadır. Bu yorumun yüzeysel bakışının Türklerin lehine poloyu çevirdiği gözükse de, biraz irdelendiğinde çelişkilerle karşılaşılacaktır. Örneğin, polonun Hindistan’a gidişini Moğol olan Babür’e bağlarlar. Hâlbuki Babür kendi ifadesiyle “bir Moğol değil Türküm” demektedir. Kaldı ki, polonun dünyanın ilk takım sporu olması da tartışılır. Çünkü polo atla oynanır, atın evcilleştirilmesi, koşum takımının icadı vs. çok süreç istemektedir.



Batı dünyası poloyu M.Ö. VI. Asırda Türkmenlerin oynadığını açıkça belirtseler de, sonraki yıllar içinde oyunun Türkler tarafından oynandığına dair pek malumat vermezler. Oysa belirtildiği gibi Türkler bu oyunla XIX. asrın başlarına kadar literatürlerde hak ettiği yeri alabilecek kadar meşgul olmuşlardır. Fakat polonun Türkistan ile Türkiye’de oynanışında bir sınıfsal kaygı görülebilir. Çünkü Türkmenistan’da halkın her kesimi polo oynarlarken, Küçük Asya ve batı Türklerinde sosyal statüsü üst düzeyde olanların oynadığı görülebilir. Poloya “kral oyunu” ve ya “oyunların kralı” denmesinin nedeni de bu olabilir. Oysa böyle bir deyime Türkistan coğrafyasında rastlanılmamıştır.



Tarcan 1911 yılında Sivas ve Erzurum yörelerinde çöken adıyla oynandığını söylese de, bu konuda herhangi bir kayda şimdilik rastlanılmamıştır. 1820 tarihinden sonra çöğenin Türkiye’de Türkler tarafından oynandığına dair bir kayıt şimdilik gözükememektedir. Fakat İngiliz işgal kuvvetleri poloyu 1903-12 yıllarında İstanbul Büyükdere çayırında oynamışlardır.



M.S. VII. asır Türkistan’ın Fergana vadisinde, bu bölgeye çok yakın olan Talas ve Narın’da da XVIII.-XX. asırlarda oynandığını etnograflar bildirirler. Çöğen aynı şekilde XIV.-XVII. asırlarda Buhara, Semerkant ve Taşkent civarlarında oynandığı belgelenmektedir. Daha aşağı tarihlere inildiğinde; VII.-VIII. asırlarda Türkistan Türklerinin o zamanlar kültür merkezi sayılan Hotan’dan başlayarak M.S. 707 yıllarında polonun Çin’e geçtiği görülür. Çin imparatoru H’üan-dzung’un poloyu zevkle oynadığı anlaşılır. Bunun için iyi atları Türk Moğol sahalarından ipek karşılığı getirttiği kaydedilir. Çöğen oyunu için geniş sahalar düzenleyen ve oyunu severek oynayan, Çin’de de yaygınlaşmasını sağlayanların Maniheizim dinini benimsemiş Uygur Türkleri’nin olduğu belirtilmektedir.



Batılı tarihçilerin belirttiği gibi M.Ö. VI asırdan itibaren iyi bir polo oyuncusu olan Türkler, M.S. Kırgızlar, Kazaklar, Uygurlar, Özbekler, Türkmenler ve daha sonra Karahanlılar, Gazneliler, Akkoyunlu ve Karakoyunlular, Memluklular, Selçuklular ve Osmanlı Türklerince oynandığı gözükebilmektedir. Çöğen oyunu klasik tarzıyla en son Kırgızistan’ın Frunze/Bişkek kentinde 1972’de oynanmış, bu tarihte oynandığına dair bir de resim bulunmaktadır.



Genceli Nizamî (1126–1200) bir çöğen oyununda; Türk kadınının da erkelerle beraber ve onları çok zorlayacak kadar usta bir şekilde oynadığından bahseder. Bilindiği gibi eski Türk toplumlarında kadının sosyal hayatta üstün bir mevkisi vardır. Bu durum Türk spor geleneğine yansımaktadır. Söz konusu tarihlerde Fars ve Araplar da kadına ticari bir tema, batı dünyasında ise zevk ve eğlence unsuru olarak bakılabilmektedir. Yine “çevgen” adıyla Kafkasya coğrafyasında bulunan Türkler ve akraba toplumlarının bu oyunu yakın tarihe kadar en az İç Asya Türkleri kadar oynadıkları görülebilmektedir.



Günümüz Türk dünyasında çöğenin geleneksel tarzıyla oynandığını görebilmenin zorluğu ortadadır. Hatta modern polo oyunuyla meşgul olabilen Türk halklarına rastlayabilmek de oldukça zordur. Türkistan coğrafyasından C. Musin, M. Saralayev, D. Ömürzakov, M. Bukayev, K. Cusupov ve S. Toktorbayev gibi geleneksel sporlar ve spor tarihinde uzman akademisyenlerle kurulan irtibatla öğrenildiğine göre; Türkistan’da son 20-30 yıldır geleneksel ve modern tarzda polo oynanmamaktadır. Ancak, biraz bu coğrafyanın güneyine inildiğinde ve eskiden Türk hâkimiyetinde olan Pakistan’ın kuzey doğusu ve Afganistan’ın güney bölgelerinde klasik tarzda “gilgit” adıyla polo oynandığı görülebilmektedir. Pakistan’da 1920 yılından beri devam ede gelen “Gilgit Kupası”, Batı Avrupa ve Amerika’nın “Palm Beach”i sayılmaktadır. Söz konusu bölgelerde yaşayan Türklerin olduğu ve bunların gilgiti Pakistan ve Afgan halkından daha iyi oynadıkları vurgulanmaktadır.



Her şeye rağmen Büyük Asya Türk dünyasının çöğeni Anadolu ve Küçük Asya Türklerine göre daha uzun süre koruyabilmişlerdir. Elbette bunda sosyalizasyon sürecinden Anadolu Türkistan’a göre daha çok etkilenmiştir. Ayrıca, önce de belirtildiği gibi Türkistan ve Türkiye’de çöğenin hitap ettiği sosyal taban farklı konumdadır. Örneğin; 1826 yılında II. Mahmut Osmanlı Devleti’nde atlı cirit oyununu yasaklar. Fakat atlı cirit sadece saray ve çevresinde oynanmayıp halk arasında da muteber olduğu için, bu yasağa rağmen günümüze kadar gelir. Eğer halk arasında atlı cirit oynanmamış olsaydı, belki de günümüz Türkiye’sinde tıpkı çöğenin olmadığı gibi atlı cirit de olmayacaktı.



Bir başka kaynakta 1800 yılına gelindiğinde çevgânın Hindistan’ın dağlık bölgelerinin dışında oynanmadığını belirtir. Hindistan’daki İngiliz Ordusu’ndan Teğmen J. Sherer 1857 yılında Hindistan’ın kuzey doğusundaki Assam şehrinde maç yapan kabile üyelerini görür ve şöyle der: “Bu oyunu öğrenmeliyiz”. Sherer’in komutanı Albay R. Stewart da aynı fikre katılır. Stewart, Sherer ve yedi İngiliz çay üreticisi 1859 yılında Silcher Polo Kulübü’nü kurarlar. Kulüp üyeleri yerel Manipuri kabile üyeleri ile düzenli maçlar yaparlar.



1861 yılında Stewart poloyu Kalküta’da tanıtır. 1870 yılına gelindiğinde polo tüm Hindistan’a yayılır. 1870’lerin başında İngiltere’de polonun kuralları resmileşir ve düzenli maçlar oynanır. 1886 yılında Hurlingham Kulübü kurulur. 1875 yılında polo Amerika’ya İngiltere’den gider. Bu arada Batı Avrupa ve Güney Amerika’da da yaygınlaşır. 1908 yılında Olimpiyat Oyunlarına dâhil edilen polo, 1936 Berlin Olimpiyatlarında Arjantin’in Britanya’yı 11-0 yenmesinden sonra, polo Olimpiyatlardan çıkarılır. Ancak modern polonun hala düzenli bir şekilde dünya ve Avrupa kupaları yapılmaktadır. Düzenli, disiplinli ve büyük maddi güçle yapılan polo sporu, kulüpleşme düzeyinde de oldukça güçlüdür.



Ancak Azeri Türkleri “Çevgân” adıyla bu yarışı oynamaya en azından Büyük Selçuklu Devletinden bu tarafa hiç ara vermeden oynamışlar ve oynamaya da devam etmekteler. XI. Yüzyıldan itibaren Kafkas akraba toplumlarına (Karaçay-Çerkez, Çeçen, Adige, Avar, Kıpçak, Gürcü vb.) da taşımışlardır. Azeriler çevgânı şimdilerde Ermeni işgalinde bulunan Karabağ Atı ile oynamaktalardı. Karabağ Atı çevgân için biçilmiş kaftan idi. Fakat Sovyet ideolojisi bu seçkin at ırkını özellikle Stalin döneminde yok etmek için büyük çaba sarf etti ve bunda da muvaffakiyet sağladı. 



Şimdilerde eski saf ırkın diğer bazı kanlarla karışıp melezleşmiş durumdadır. Bunun için olsa gerek Azeriler çevgân oyununa aynı zamanda “Eski Karabağ atı- spor oyunu" da demekteler. En önemlisi Azerilerin uluslararası lobiler oluşturup büyük mücadeleler sonucunda “Çağdaş polonun atası. Azerbaycan geleneksel sporu Çevgân/Chovgan (Eski Karabağ atı- spor oyunu)” şeklinde 2013 yılında, UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne sokmuşlardır. Çevgânın UNESCO da bu şekliyle yer alması; başta İran, Çin, Hindistan ve İngiltere olmak üzere çoğu büyük ülkelerin oyunun geçmişine olan iddialarını boşa çıkarmış, netice Türk dünyasının zaferi olmuştur.




SONUÇ


Türkistan Türkleri tarafından M.Ö. VI. yy. çöğenin oynandığı ve bu tarihin aynı zamanda dünyanın ilk polo maçı olduğu; maçında Persler ile Türkmenler arasında geçtiği; maçın galibinin de Türkmenler olduğu belirlenmiştir. Çöğenin ortaya çıkışında Pers, Türk ya da Moğol gibi hangi ulusun rolü olduğu konusunda dünya literatürlerinde kayda değer herhangi bilgiye rastlanmasa da, “Atlı Bozkır Kültürü”nün etkisiyle ortaya çıktığı; bunun şekillenmesinde de iktisadi hayat, coğrafi faktör ve diğer sosyo-kültürel unsurların olduğu anlaşılabilmiştir. 



Polonun orijininde kaynaklar Türklerden ziyade Persleri işaret etseler de, bu görüşlerin tutarlı olmadığı belirlenmiş, işaret edilen tarihlerde Perslere göre Türklerin “Atlı Kültür” ve atlı sporlarda çok ileri düzeyde oldukları anlaşılmıştır. Aynı zamanda Pers Şair Firdevs ile birlikte zikredilen ve dünya literatürlerinde de böyle anılan çevgân, anılan tarihten 400 yıl öncesi ve 200 yıl sonrası Perslerin Türklere karşı siyasi, askeri, ekonomik hiçbir gücünün olmadığı; bu bağlamda Türklerin Perslerden değil, Perslerin Türklerden siyasi, sosyal ve ekonomik bir şeyler almaya ihtiyaçlarının olduğu görülebilmiştir.



Çöğen ve çevgânın etimolojisinin aynılığı dikkat çekerken, Türklerin poloya çöğen/çevgen vb. demelerinde çevirmek, bükmek, eğmek fiilinden türeyen ve çevgân oynanan sopaya istinaden bu adı verdikleri anlaşılmıştır. Batı Türklerinde oyun saray ve çevresiyle sınırlı kalırken, Doğu Türklerinde her türlü sosyal kesime hitap ettiği; onun için de oyunun Türkiye’ye göre Türkistan’da daha fazla yaşatabilindiği anlaşılabilmiştir. Çöğenin Türklerin sanat, edebiyat ve temel eserlerinde yer aldığı; bunun yeterince dünya literatürlerine yansıtılamadığı; yansıtmada Farsların Türklerden daha gayretli oldukları; Türklerin bu konuda daha ciddi araştırmalar yapması gerektiği ve çöğenin dünya spor literatürlerinde Türk tarihi bağlamında hak ettiği yere getirilmesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır.



XI. yy’da polo Avrupa’ya geçse de tutunamamıştır. XIX. yy.ın ortalarında İngilizler tarafından Hindistan’dan alınıp, aynı asrın sonlarında doğru kulüpleşerek ve kurumsallaşarak Avrupa ve Amerika’da popüler bir spor halini almıştır. 1936 Berlin’den itibaren Olimpiyatlardan kalksa da, dünya ve Avrupa kupaları ile kulüpler ve turnuva maçlarıyla zengin sporu olarak varlığını sürdürdükleri görülebilmiştir.



Neticede Çevgân Azeriler tarafından 2013 yılında UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne sokulması, sporun Türk milli kültürünün ürünü olduğunu ispatlamıştır. Buna rağmen çöğenle ilgili tarihi bakiyelerin araştırılarak ortaya çıkarılması; doğu ve batı Türk dünyasında konuyla ilgili uzmanların varsa çabalarının desteklenmesi; çabaları yoksa gayretlendirilmesi gereklidir. Hala pratikte imkânı olan güney Türkistan ve Azerbaycan’ında desteklenmesi; özellikle yeni elde edilecek kaynaklarla birlikte var olanları da bir an önce Türk ve dünya kamuoyuna sunulması önerilerinde bulunulabilir.





DÜNDEN BUGÜNE TÜRK TOPLUMLARINDA

ÇEVGEN/ÇÖĞEN/ÇEVGAN/POLO OYUNUNA GENEL BAKIŞ
Doç. Dr. Mehmet TÜRKMEN
Türk Dünyası Araştırmaları Sayı:183,sayfa: 479-491,2009



*23 http://www.sportpolo.com/History/default.htm (12-10-2009).

*24 “a short history of polo”, http://www.polo.co.uk/polohistory.htm (11-10-2009).;
http://www.britannica.com/EBchecked/popic/468128/polo/5832/History#ansiklopa (11-10-2009)
*25 Z. BEKTANOV-C. MUSİN, Kirgıdın Eldik Oyunları, Kirgızdın Respublikalık Masması, Frünze 1978, s.
96-97.; O. GÜNDOĞDUEV, “Rol Konya v jizini Türkmen”, Tarih bilimleri doktora tezi özetleri (Avtoreferad),  
Aşkabat 1994, s.5-6.; S. GEDİN, Puteşestviye v 1899-1907 gg. V. Pamir, Tibet i vostoçnıy
Turkestan, SPb., 1931, s. 17-21.; SIMAKOV, ag.e., s. 14-15.




GENERAL VIEW OF ÇEVKEN/ÇÖĞEN/ÇEVGAN/POLO GAME IN

TURKISH SOCIETIES FROM THE PAST TO THE PRESENT


ABSTRACT

The folklore of the “çevgen/çöğen/çevgan/polo” game, as well as its origin, source, geographic distribution, terminology and new dimensions, which were unknown before, were investigated in this study. Even though çöğen is one of the traditional Turkish riding sports, its origin was wrongfully attributed to Persia in most international literature. Some of the Russian literature, especially the Central Asian related ones, indicated in many ways that during the ages where life was centered around horses, çöğen/çevken was the result of   “steppehorse based Turkish culture”. The aim of this study is to define the position of ”çöğen” in the socio-economic and cultural lives of the Turkish communities, to correctly reflect the history of Turkish sport and to place “çöğen” in its deserved spot, by strengthening the role of the Turks, in the history of sport.


Using a historical model method with supporting data that also explains the current state of this sport, the  history of çöğen was systematically reported, especially in the geographical context of Central Asia where the horse’s and riding sports’ historical balance along with practical and theoretical potential were very intensive. Eight different names of çöğen from the same root, which is known as “çevgan” in Turkish literary and Asia Minor culture, can be seen in different Turkish dialects. Çöğen, can be seen to be played in many old civilizations, which were well established in Turkish states such as Karahanid State, Ghanznavid State, Great Seljuk Empire, Babur Empire, and Ottoman Empire. Like other civilizations, class concerns of this game are present in these are Turkish states. However class concerns are not seen in this game’s character, which has been played till present day in Central Asian Turkish communities. Even though it has not been played as extensive as the other traditional Turkish riding sports, it has been played by Turks as much as the other places that were attributed as the origin of this sport. Even the traditional “çevken” style, which was played in Central Asia at the and of 20th century, cannot be seen in any other place or society in the world.


For the first time, this game was played in Yenisey and Issık Köl in 841 and 946 respectively and in all other Turkish states there after. Although records about çöğen were found in major Turkish literary records, medical books, this game can not be seen in Turkish mythology. Same authors put mythology before major literary records. With the declining role of the horse, it was noted that çöğen lost its many functions, which it had previously executed in Turkish societies. Consequently, the game was played less and less and was slowly being forgotten. Polo played in İstanbul by the British in 1912, was not played in Turkey since. It was recorded that this game was played in Frunze (Bişkek) with the name of “çevken” in 1972. Today, it is played in Southern Turkistan and known as “çevken”, “gil-git” or “pulu”. With its modern name, “polo” is continued to be played by wealthy high-class society. 




In 2103 "Polo" or "Çöğen" is in the list of Intangible Cultural Heritage UNESCO, by Azerbaijan Turks proven as Turkish national sport.





İskit -Türk



Gûy u Çevgân öyle tahmin ediyoruz ki çok eski târihî bir geçmişe dayanan bir Asya Kıt‟ası oyundur. Evliyâ Çelebî, Anadolu‟da seyâhat ettiği esnâda, seyrettiği bu oyunu Seyâhatnâmesi‟nde ayrıntılı bir şekilde anlatır. Bu oyunu Eyliyâ Çelebî‟nin Seyâhatnâmesi‟nde okuduğumuz zaman Gûy u Çevgân‟ın bu günkü Batıdan modern hale getirilerek dünya yayılmış birçok oyunun da menşei olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan Evliyâ Çelebî Seyâhatnâmesi, hem dünya kültürü hem de millî kültürümüz açısından çok ehemmiyetli bir eserdir. Bunun farkına ilk defa Batılılar vardılar. Biz maalesef, hâlâ gereği kadar bunun farkına varamadık.


“Gûy u Çevgân “ Orta Çağda çok meşhûr bir oyun. Bu oyunda topa “gûy”, topu çelmeye yarayan ucu eğri sopaya da “çevgân” adı verilmiştir. Çevgân; çelmek, çevirmek kökünden gelir. Tahminen Türkçe‟den Farsça‟ya geçmiştir. 



Oyuncular, iki taraf olup atlara binerek ellerindeki çevgânla gûyu, karşı tarafın iki direk arasındaki kalesinden geçirmeye çalışırlardı. Bunu başaran taraf, oyunu kazanırdı. Mutasavvıf şâirler, bu iki kelimeye çoğu zaman dînî  ve tasavvufî anlam yükleyerek Gûy u Çevgân adlı mesnevîler yazmışlardır. Sonradan çevgâna Türkler “savlecan” adını vermişlerdir. Bu oyunun kaynaklarda bazen “cirit” oyunu ile karıştırıldığını görüyoruz.



Evliyâ Çelebi‟nin yukarıda anlattıklarından şu sonuçlara varıyoruz:


1. Bu gün bildiğimiz kadarı ile bu oyun, Asya Kıt‟ası‟nda oynan çok eski bir tarihi geçmişe sahiptir.


2. Bu oyun, atlar üzerinde biner kişilik kalabalık bir oyuncuya sahip iki takım arasında oynanmaktadır.


3. Taşlar ve direklerden oluşan kalelerden meydana gelen meydanda atların üzerinde çevgân yada gobâl  denilen kalın değnekler ve insan kellesi kadar bir ağaç topla oynanmaktadır. Bu ağaç topu rakibin kalesine  atanlar gâlip gelirlerdi.


4. Yenilen takım, gâlip gelen tarafa büyük bir ziyâfet verirdi.


5. Zaman zaman iki taraf arasında kıran kırana yapılan çekişmede ve ağaç topu kapmada büyük bir meydan   savaşı olup kanlar dökülürdü.


6. Bu oyunun amacı ata iyi bir binici olma ve pehlivan gibi kuvvetli olmayı gerektiriyor. Güçlü ve kuvvetli olanları  savaşa hazırlayan bir oyun.


7. Zaman zaman ağaçtan toplar kırılır, ara sıra da çevgân atların ayağına değen ağaç toplardan atların ayakları  sakatlanır. Bu yüzden atları öyle terbiye ederler ki kedinin fareyi gözlediği gibi çevgân atları da ağaç topu öyle  takip edip gözetirler.


8. Oyunu sözleşerek mesele beş kere veya on kere olmak üzere oynarlardı.


9. Bu oyun klasik edebiyatta işlenmiştir. Özellikle tasavvufi mesnevilerin konusu olmuştur. Bu da klasik  edebiyatta yer alan konuların bir çoğunun hayali olmayıp hayattan alındığını göstermektedir.


10. Evliya Çelebi‟nin verdiği bu bilgiler dışında başka bir kaynağa ulaşamadığımızdan dolayı bu bilgilere göre  bu gün batıda ortaya çıkıp dünya yayıldığı sanılan birçok oyunun menşei olduğunu tahmin etmekteyiz.


11. 11. Yezîd, çevgânla Hz. Hüseyin‟in kesik başına vurduğundan dolayı bu oyun Hz. Hüseyin‟i şehît  edilmesinden sonra İslâm dünyasında yasaklanmıştır.


12. Bazı kaynaklarda bu oyunun cirit oyunu ile karıştırıldığını görüyoruz.



EVLİYÂ ÇELEBÎ SEYÂHATNÂMESİNDE GÛY U ÇEVGÂN OYUNU

Prof.Dr.Turgut Karabey
Erzincan Üniversitesi,2012





Türk Memluklu "Polo Sopası Tamgası" için bakınız:


Memluk Türkleri'ne ait Polo Sopa Tamgası  ile Sakalar'a ait At Başı Toka arasındaki benzerlik



At Başları Şeklinde Bronz Toka, MÖ 10.-5.yy


Aynı stili Urartu coğrafyasında görüyoruz.
ancak bu Urartulara değil Sakalara ait.
At Başları şeklinde Ayna Sapı, MÖ.8.-7.yy - Doğu Anadolu/Türkiye
 Boston Müzesi'nde
Her yaştaki ata ayrı ayrı kelime üreten, ekipmanlarını icat eden Türkler





Çevgân oyunu, Selçuklularda özellikle sultanların zevkle ve yaygın olarak oynadıkları oyunlar arasında  yer  almaktadır. Sultanların yanı sıra emirler ve askerlerin de savaş dönemleri dışında ve her an savaşa hazırlıklı  olabilmek amacıyla oynadıkları oyunlardan biridir. Bu da bize eski dönemlerde görülen savaşa hazırlık uygulamalarının İslamî dönemde de devam ettiğini gösterir. Sultan, emîr ve askerlerden başka halkın da çeşitli  vesilelerle çevgân oynadıkları görülür. Hükümdarın çevgânını taşıyan ve saray hizmetlileri arasında yer alan  çevgândâr isimli resmî bir görevli de bulunmaktadır.


Büyük Selçuklu Devleti’ne en parlak dönemini yaşatan  Sultan Melikşah’ın çevgân oynamasından anlaşılan o ki Sultan Tuğrul Bey ve Sultan Alp Arslan da çevgân  oyununu biliyorlardı. Büyük Selçuklu Devleti’nin üçüncü sultanı olan Melikşah, çevgân oyununda  ve at  binicilikte hem çevik hem de atiktir. Sultan Melikşah, Bağdat’ı ilk ziyaret ettiği mart 1087 tarihinde burada çevgân  oynamıştır.Sultan Melikşah’ın oğullarından  ve Büyük Selçuklu Devleti’nin son sultanı Sencer de çevgân oyunu  oynayan Selçuklu sultanlarındandır. Hatta bir gün çevgân oynadığı sırada, atının sürçmesi üzerine attan  düşmüştür. Sultan Sencer’in durumuna uygun olarak dönemin şairlerinden Mu‘izzî bu hadise üzerine bir rubaî  söylemiştir.



Melikşah’ın diğer oğullarından ve Selçuklu tahtına oturmuş olan Berkyaruk ve Muhammed Tapar’ın da çevgân  oyununu bildikleri ve oynadıkları muhakkaktır.  Ayrıca bu oyunu sadece sultanlar değil emîr ve askerler de  oynarlardı ki böylelikle her daim savaşa hazır olurlardı.



Büyük Selçuklu Devleti’nin bir kolu olan Irak Selçukluları’nın sultanlarının da çevgân oyununu bildikleri ve  oynadıkları görülmektedir. Ancak bu dönemde çevgân oyununda sultanlardan çok emirler ön plana çıkmıştır.  Irak Selçuklu Devleti’nin önemli emirleri arasında yer alan Hasbeg Belengerî, at biniciliği ve çevgân oyunundaki  maharetleri ile hem Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’i hem de diğer emîrleri kendine hayran bırakmıştır.



Çevgân, Anadolu’da başta Selçuklu sultanları olmak üzere, halk arasında da oynanan oyunlar arasındadır.  Devrin meşhur mutasavvıfı Yunus Emre, Dîvân’ında çevgân ile ilgili benzetmeler yapmaktadır. Bunun yanında  Türk minyatür sanatı, edebî metinler, temel eserler ve divan edebiyatında çevgâna dair izler bulabilmek mümkündür. Bu da bu oyunun Anadolu’da halk arasında yaygın olarak bilindiğini göstermektedir. Esasında erkekler tarafından oynanabilecek bir oyun olarak görünse de Türk kadınlarının da bu oyunu erkeklerle beraber  ve onları zorlayacak kadar ustaca oynadıkları bilinmektedir.




SUAT KAYMAK, 2013






_________________



"The Chinese encountered jiju or polo, during their wars with the Turks during the Tang Dynasty. Obeserving the excellent horsemanship of the Turks, the Chinese adopted polo as part of the training of the cavalary. Polo was also played in India, where it was known as sagol kangjei. "


Sports and Games of Medieval Cultures

Sally E. D. Wilkins



Tapınak Tepesi (Haram al-Sharif),
Kudüs Kuzey Kapısı'nda Memluk-Türk Hanedan Sembolü, 1340 /link
The polo stick emblem of a polo-master in the Mamluk-Turks
court flanks the dedicatory inscription on the south façade of the madrasa al-Almalikiyya from 1340.
North Portico of the Haram al-Sharif.



"Polo is believed to have been introduced into India when the marauding Huns swept down the Himalayan  passes and settled in the Punjab and Rajasthan leaving their blood in the Rajput and Punjabi peoples."

Colonial Cousins: A Surprising History of Connections Between India and Australia , 
Joyce P. Westrip,Peggy Holroyde





______________




It is supposed by writers of the ninth and tenth centuries, to have been practised in very early ages, and well known throughtout the East when Prince Sıa’vesh with a select band of seven Iranian or Persian heroes, (about 600 years before Christ), astonished AFRASİA’B king of TURAN of SCYTHİA, by his equestrian skill and the decterity which he displayed at a memorable game, performed to the sound of drums and trumpets, and described with much animation by Firdausi.



Dara or Darius willing to insult Alexander (who had witholden his portion of the tribute exacted by former Persian kings, and had declared that he would resist the demand by force of arms) sent him if he may credit the historian Tabri, a ball and a chugan, as instruments of sport, better suited to his youth and  inexperience than warlike occupations.(1- And he sent to him a chugan and a ball an done kefiz (or considerable measure) of the grain kunjud. MS.Tarikh-i Tabri The great quantity of kunjud or sesame seed (called in Arabick somsom and in Hindustani til) implied the numerous soldiers whom Darius would bring against Alexander should the tribute be witheld. This significant present reminds us of the bird, Mouse, frog and five arrows, sent by the Scythians to a Persian Monarch, the predecessor and namesake of Darius as we learn from Herodotus, History shows that similar tokens were used on many other occasions to express insult and defiance.)



Travels in Various Countries of the East: More Particularly Persia, vol I 
Sir William Ouseley








AFRASiYAB is in Turkish ALP ER TONGA






Safavids are Turkish Dynasty not Persian!

"the Safavids was Turk, Turkic in their ethnic origins. And indead spoke Turkish as a language of daily life." 
Victoria Holbrook - Ohio State University



SAFEVİ DEVLETİ TÜRK DEVLETİ'DİR, 

İRAN (FARS) DEĞİL!
ŞAH İSMAİL TÜRK'TÜR
Şah İsmail'in annesi Alemşah Halime Begim Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'nın kızıdır. Akkoyunlu Hanedanı Oğuz Kağan'ın oğlu Gök Han'ın soyundan geldikleri ve Bayundur boyuna mensup olduğu bilinir.

"Çaldıran Savaşı İki Türk Devletinin, Tarihin En Kanlı Kardeş Kavgasıydı"

video







NE KADAR İÇLİ DIŞLIYIZ...

- Osman Bey'in babası Ak-Koyunlu aşiret reisi Kutlu Bey, annesi ise Trabzon-Rum İmparatorunun kızı Despina   Hatundur (AK-KOYUNLU DEVLETİNİN KURUCUSU KARA-YÜLÜK OSMAN BEYİN HAYATI VE FAALİYETLERİ (?—1435) Ar. Gör. İlhan ERDEM: link)

- KARA YÜLÜK OSMAN BEY AKKOYUNLULAR HANEDANI KURUCUSU, TORUNLARI HATİCE HATUN UZUN HASAN İLE KARDEŞ
- ŞEYH CÜNEYD'IN ATASI FİRUZ ŞAH ya da ZERRİN KÜLAH-KIRMIZI KÜLAH LAKAPLI TANINAN BİR ŞAHIŞ,   LAKİN İRAN VE YA KÜRT KÖKENLİ DEMELERİNE RAĞMEN KIRMIZI ŞAPKALI/KÜLAHLI ONUN BAŞKURT  TÜRKLERİNDEN OLMA İHTİMALİNİ GETİRİR. HZ.ALİ SOYUNDAN GELDİĞİ SÖYLENİR. ALEVİLERE  SONUÇTA KIZILBAŞ DENİLİRDİ.

- ŞEYH CÜNEYD İLE AKKOYUNLU HATİCE HATUN, OĞLU ŞEYH HAYDAR

- DESPİNA BABA TARAFINDAN V.BAGRAT'A (GÜRCÜ KRALI IX DAVİD'IN OĞLU) DAYANIR. BAGRAT NE GÜRCÜ NE DE ERMENİDİR.! DESPİNA ANNE TARAFINDAN TRABZONLU I.ALEKSİOS KOMNENOS'A DAYANIR.
(Kİ, TRABZON'DA KIPÇAK TÜRKLERİ DE VARDI. HIRİSTİYAN DİĞER MİLLETLERLE KARIŞTI. KAYNAK: DOĞU KARADENİZ KIPÇAKLARI Prof.Dr.İbrahim TELLİOĞLU /PDF)
- I.ALEKSİOS KOMNENOS İSE I.ANDRONİKOS KOMNENOS'UN TORUNUDUR.
I.ANDRONİKOS KOMNENOS İSE IRENE DUKAİNA'NIN TORUNUDUR, ISAAKIOS KOMNENOS'UN OĞLUDUR
- ISAAKIOS KOMNENOS ISE ALEXIAD'I YAZAN ANNA KOMNENE'NIN DE BABASIDIR. TRAK ASILLIDIRLAR.
- IRENE DUKAINA 'IN BABASI İSE  IV.ROMANOS DIOGENES'IN GENERALİ ANDRONİKOS DOUKAS'TIR. ANDRONİKOS DOUKAS İSE 1071 DE MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİNDE KOMUTANLIK YAPMIŞTIR.   DÜKAS HANEDANLIĞI
- ALEKSİOS KOMNENOS'UN ATASI VIII MİHAİL PALEOLOGOS İSE ANADOLU SELÇUKLU HÜKÜMDARI   II.İZZEDDİN KEYKAVUS'A SIĞINMIŞTIR.

- ROUSSEL DE BAİLLEUL DÜKAS HANEDANINI İMPARATORLUĞA GETİREN, BİZANS'A İHANET EDEN  KİŞİDİR. NORMAN SOYLUDUR. MS.912 YILINDAN İTİBAREN NORMANDİYAYA YERLEŞEN FRANK VE  İSKANDİNAV KARIŞIMI HALKTIRLAR. 11.YÜZYILDA İNGİLTERE'Yİ FETHETTİLER.

- AKKOYUNLU UZUN HASAN İLE DESPİNA HATUN, KIZI ALEMŞAH BEYİM SULTAN

- ŞEYH HAYDAR, İLE ALEMŞAH BEYİM SULTAN, OĞLU
- I.İSMAİL, İLE KARAKOYUNLU MUSULLU ya da ŞAMLU TAÇLI BEGÜM, OĞLU
- I.TAHMASB, İLE TÜRKMEN KÖKENLİ MUSULLU SULTAN BEGÜM, OĞLU MUHAMMED HÜDABENDE, OĞLU
- I.ABBAS ya da BÜYÜK ABBAS (1571-1629)

PİETRO DELLA VALLE'NİN 1918 DE YAZDIĞI KİTAPTAKİ SAH'H ABBA'S'IN DA TA KENDİSİDİR.





___________________




It was played with the longhandled mallet called chugan, which Persian word came to signify also the game played with it. This is the instrument referred to in the "Thousand and One Nights" and among various earlier passages where it occours is the legend told by the Persian historian of Darius insulthing Alexander by sending him a ball and mallet (gui ve chugan) as a hint that he was a boy more fit to play polo than go to war. When this tale finds its way to Scotland, in the romance of King Alisaunde, these unknown instruments are replaced by a whipping-top, and Shakespeare has the story in the English guise of a newer period in the scene in "Henry V" : " What treasure, uncle?" - "Tennis-balls, my liege."


The study of games

Elliott M. Avedon, Brian Sutton-Smith





___________




The steppe peoples were well-known for their proficiency with horses - the Huns and Mongols were famous for it - and horseback riding and racing were popular (and practical) pursuits. One of the earliest sports in the region developed out of this proclivity: polo, probably first played in nearby Persia (he does not say "by persians" but named the country-SB) in the last couple of centuries B.C.E.


Like many games, polo was a form of simulated warfare, sometimes played with as many as 100 horseman on each side. The "game of kings" - in Persia it was almost exclusive to the nobility - spread across Central Asia as far west as İstanbul and as far east as Tibet, where the word pulu for ball gave the sport its name, later corrupted by the British (who discovered it through India) into polo.


Bill Kte'pi - Independent Scholar

Encyclopedia of Play in Today's Society
ed:Rodney P. Carlisle











"Do the Englishmen know, what their favorite polo game (on horses and with sticks) was popular in Altai before the Great Movement of Peoples? They drove not a wooden ball, but a head of the enemy bound in a leather bag. Türks have not forgotten this game, as well as many other ancient games."



Murad Adji - Turcolog/Russia (link ro read)


and more about Kipchak Turks in his website 







Atla ilgili ekipmanlar - Kremlin Müzesi
Osmanlı Dönemi





Mayıs 2016 - Turfan'da 2800 yıllık Polo/Çevgen/Çögen buluntusu- link ya da link




________________________
________________________