15 Eylül 2014 Pazartesi

HİTİTLERDE KADIN








Hitit kraliçesi Puduhepa güçlü bir politik kimliğe sahipti. 
Hattušili, Puduhepa ile evliliğini bir metinde şöyle anlatır:

“Mısır Ülkesi’nden geri dönerken, Lawazantiya’ya tanrıya kurban sunmak için gittim ve tanrıya görevimi yerine getirdim. Rahip Pentipšarri’nin kızı Puduhepa’yı tanrının isteğiyle eş olarak aldım ve evlendik ve o bize karı-koca sevgisini verdi.”






Eskiçağ Tarihini oluşturan öğeleri; yani savaşlar, anlaşmalar, isyanlar, fikir ve sanat akımları gibi tarihi oluşturan olayları şöyle bir sayacak olursak, başrolünde insanın yer aldığını, bazen arkeolojik ya da filolojik olarak tam açıklanamayan halkların payının büyük olduğunu görürüz. 

Bunların en azından yarısını kadınların oluşturduğunu da görmezlikten gelemeyiz. 

Hitit toplumunda kadından bahsedeceksek, hemen Hitit öncesi Anadolu’suna yani Assur Ticaret Kolonileri Çağına kısa bir göz atmamız gerekir.

Yazının Assurlu tüccarlar sayesinde Anadolu’ya geldiği bu dönemde, artık pek çok konuda arkeolojik verilerin yanı sıra yazılı belgeler de konuştuğu için, kadınlar hakkında da aydınlatıcı bilgiler elde edilmeye başlanmıştır. Orta Anadolu MÖ 2. binyıl başlarında (1950-1700) Assur Ticaret Kolonileri Çağını yaşarken, zengin ticaret kentleri olan ve Kārum adı verilen pazar merkezleri kurulmuştur. Bunlardan en önemlisi Kayseri’deki Kārum-Kaneš ’tir.

Kārumların başındaki yöneticiler, Anadolulu yerel idareciler idi ve rubaum yani “kralya da bey” olarak adlandırılırdı. 
Rubaumların yanında ticari hayatta ve idarede söz sahibi olan rubatumlar yani “kraliçe ya da beyçe”ler vardır. Rubatumların kral eşleri yanında ciddi yaptırım güçlerine sahip olduklarını biliyoruz. 

Örneğin, bir tabletten öğrendiğimize göre Pušuken adlı birtüccar “kaçak bir malı” kabul ettiği için, dönemin rubatumu tarafından tutuklanarak hapse atılmıştır. Ayrıca Kārum-Kaneš ’te bulunan kontrat (iq-qati) nitelikli bir belgede, Kaneš kraliçesinin tek başına Ankuwa şehrinin hükümdarı olarak belgelendiği bilinmektedir.

Bir Kaneš kraliçesi, Hitit mitolojisine de konu olmuştur. Kendi etnik kökenlerini açıklamaya çalıştıkları, ya da başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Hititlerin Anadolu’ya gelişleriyle ilgili bazı ipuçları içeren Zalpa Hikâyesi’ne konu olmuş, hatta başrolünü üstlenmiştir. Boğazköy kazılarında Hititçe olarak bulunmuş olan hikâyeden bir pasaj şu şekildedir:

“Kaneš kraliçesi bir yıl içinde 30 erkek çocuk doğurdu. ‘Ben ne biçim bir şey doğurdum!’ dedi. Kraliçe kapları pislikle doldurdu, çocukları içine koyup, ırmağa bıraktı. Irmak onları Zalpuwa Ülkesi’nde denize çıkarttı. Tanrılar,çocukları denizden alıp, büyüttüler”.

Çocukların bir ırmağa atılması ve daha sonra tanrılar tarafından bulunup büyütülmesi, Önasya’da sıkça karşılaşılan bir motifir. Hatırlanacak olursa Assur Kralı Sargon ve Hz. Musa ile ilgili benzer anlatılar vardır.

Tabii ki sadece kraliçeler olarak değil sade vatandaşlar olarak da kadınlar Assur Ticaret Koloniler Çağında belgelenmiştir. Eskiçağlarda günlük yaşamın getirdiği uğraşlar ve yükümlülükler doğa ile iç içe yaşayan eskiçağ insanı için günümüzden katbekat fazla idi. Bu durum evleriyle meşgul olan ev kadınlarını da etkilemekteydi. 

Bunlar arasında iş dünyasına geçiş yapmış, günümüz tabiriyle “işkadını” statüsünde olanlar da vardı. Kaneš’te ticaret yapan tüccarların birçoğunun, yıllarca evlerinden uzak kaldıkları bilinmektedir. Bu süre zarfında Assur’da bulunan eşlerinden ayrı olan tüccarların, Kaneš’te Anadolulu kadınlar ile tekrar evlenmeleri az görülen bir durum değildi. Bu nedenle Assurlu kadınların, kocalarının tekrar evlenmelerine engel olmak için, kontrat imzaladıkları bile belgelenmiştir. 

Bu açıdan, bugün Fransa’daki Rouen Müzesinde bulunan bir mektup önem kazanır. Çünkü hem dönemin ticaret hayatı, hem de bir tüccarın özel hayatı hakkında duygusal bir şekilde bilgi vermektedir:

“Şöyle konuşur Ašur-taklaku, İštar-ummi’ye ve babası Ša- Ašur-madda’ya: İštar ummi! Neden sık sık yolladığın haberleri yollamaz oldun? Senden başka kimim var benim? Burada mallarıma karşılık ve ayrıca borç olarak aldığım gümüşler, orada senin emrinde değil mi? Neden artık benim emrime girmiyorsun? Gökler gibi geniş işlerin mi benim yerimi aldı? Bunun için mi bana sık sık haber yollamaktan vazgeçtin? Sana 10 šekel ve 1/3 mina gümüşü gönderdim. Artık yeter! Bu benim halis gümüşümdü. Babanın bana verdiği kumaş işi nereden çıktı? Sana önemle rica ediyorum, ilk seferle buraya gel, küçük oğlanı orada (Assur kentinde) bırakma, beraber getir. Sana fazladan ancak 1 veya 2 šekel gümüş verdirtebilirim, senin için başka bir şey yapamam. Gerçekten beni seviyorsan, buraya gel. Burada evlendiğim kadına gelince, gerektiği gibi, senin için kenara çekilecektir…. Şimdi bana gelince, iyi cins bir çift ayakkabı getir. Vakit kaybetmeden hareket et…(yola) çıkmamazlık etme. Beni mahvetme. İlk seferle hemen gel!” 

Bu örnekte görüldüğü gibi, kadınlar ticaret hayatına fiilen katılmaktadırlar. Buna ilaveten tek başlarına ticaret yaptıkları, örneğin kendi adlarına dokuma sipariş ettikleri de bilinir. 

Assur Ticaret Kolonileri Çağında, Anadolu’daki ticaret ağında, sadece Assurlu tüccarlar etkin değildi. Yazılı kaynaklarda geçen bazı tüccar isimleri, bu tüccarların arasında yerli Anadolu insanlarınında olduğunu ortaya koymuştur. Bu Anadolulu tüccarların arasında kadınların da olduğunu ve bu kadınların, genellikle köle ticareti ile uğraştıklarını da biliyoruz.

Yeri gelmişken biraz da köle kadınlardan söz edelim. 

Koloni Çağında ticaret ile uğraşan ya da ev kadını olanların yanı sıra, köle konumunda satılıp alınan kadınlar da vardı. Pek tabii ki o dönemde toplumda bir sosyal tabakalanmadan bahsedilebilir, insanlar hür olanlar ve olmayanlar şeklinde gruplandırılmıştı. Örneğin borcu olan bir hür kadının, borcunu ödeyemediği için esir düştüğünü yazılı belgelerden öğreniyoruz ya da Assurlu zengin tüccarların Anadolulu isimler taşıyan bazı genç kızları satın aldıklarını yine makbuz nitelikli çivi yazılı belgelerden bilmekteyiz. Hemen belirtmek gerekir ki, kölelik müessesesinde kadın ve erkek köle arasında fazla fark olmayıp, fiyatlandırma iş yapma gücü ile orantılı idi. 

MÖ 1650 yıllarında Anadolu köklü değişimlere sahne olmuş, çünkü gerçek adı Labarna olan bir soylu, önceleri bir Kārum olan Hattuš (Çorum-Boğazköy) kentini kendine merkez seçmiş ve böylece Anadolu’nun ilk devletini kurmuştu. 

Bu devletin kurulması ile Labarna, ismini “Hattuša kentine ait” anlamına gelen “Hattušili” olarak değiştirmiş ve böylece yaklaşık 450-500 yıl sürecek olan Hitit Devleti’nin kurucusu unvanının da sahibi olmuştur. 

Dolayısıyla Koloni Çağı yazılı belgelerini, daha sonra Hitit yazılı belgeleri takip eder ve kadının Hitit toplumundaki önemli yerinin oluşumunda, Koloni Çağında atılan temellerin rolü atlanamayacak kadar önemlidir. 

Başta Hattuša’da olmak üzere, şimdiye kadar bulunan tablet arşivlerinin tümü devlete ait yapılarda tespit edilmiştir, dolayısıyla devletin tuttuğu kayıtlardan oluşmaktadır. Mezopotamya’da ya da Assur Ticaret Kolonileri Çağında olduğu gibi şahıslar arası ticari antlaşmalar, kira kontratları, satış belgeleri ya da mektuplar gibi belgeler bulunamamıştır. Başka bir şekilde söyleyecek olursak, Hitit Dönemindeki Anadolu sivil halkı hakkında bilgilerimizin tümü, devletin düzenlediği belgelere dayanır. Bu nedenle Hititlerde kadından bahsederken çivi yazılı belgelerin sağladığı veriler, Assur Ticaret Kolonileri Çağında olduğu kadar renkli ve çeşitli değildir. 

Bu dönemde çivi yazılı belgelerin yanı sıra Luwi hiyeroglif yazısı ile yazılmış mühür, mühür baskıları ve kaya kabartmalarıda yine kadınlar hakkında bilgi sağlayan önemli bir kaynaktır. Hititler Hint-Avrupalı bir toplumdur (acaba? -SB), Hititçede Hint Avrupa Dillerinin şimdiye kadar tespit edilmiş en eskisidir. Hitit çivi yazılı metinlerde “kadın” kavramını ifade etmek üzere Sümerce MUNUS, Akkadca SINNIŠTUM ve Hititçe Kuwana- kelimeleri tespit edilmiştir. 

Günümüzde İngilizce, Fransızca ya da Arapça kelimelerin Türkçedeki kullanımı gibi, Hititçe metinlerde de farklı dil ailelerine mensup dillerden kelimeler kullanılmaktaydı. Eski Anadolu’da kadından bahsedilecekse, hocalarımızdan Prof. Dr. Muhibbe Darga’nın Eski Anadolu’da Kadın başlıklı kitabını zikretmeden geçmek olmaz. Kendisi gerek adı geçen kitabında, gerek bu kitabı takip eden değerli çalışmalarında Eskiçağ Tarihinde kadının toplumdaki sosyal konumu hakkında detaylı bilgiler sunmaktadır. 

Hitit toplumunda kadının yerini anlamak için birincil kaynağımız çivi yazılı belgelerdir. Ancak soylu kadınlarla ilgili sınırlı da olsa arkeolojik veri vardır. Hitit başkenti Boğazköy’deki Yazılıkaya rölyeferinde yer alan tanrıçaların betimi ve kıyafetleri, dönemin kadın profili hakkında az da olsa fikir vermektedir. 

Ayrıca, İnandık vazosu ile Bitik vazosu gibi kabartmalı vazolar üzerindeki kadın tasvirleri ile Fraktin ve Taşçı kabartmalarındaki kraliçe Puduhepa’nın giyimi Prof. Dr.M. Darga’nın ifadesiyle; Mısırlı, Giritli ve hatta Mezopotamyalı örneklerle yarışamayacak kadar monotondur.

Halktan kadın bireyler hakkında en iyi bilgi sağlayan çivi yazılı belge grubu kanun metinleridir. Hitit kanunlarında genel olarak erkek ve kadın ayrımı yapıldığını söyleyemeyiz. Ayırım daha çok insanların özgür ve köle olmasına göre yapılıyordu. 

Örneğin; eğer bir kavga sonucunda herhangi biri bir erkek ya da kadını öldürürse, ölenin yerine 4 baş erkek ya da kadın yani kişi verir. Pek çok kanun maddesinde de “herhangi biri” ifadesi kullanılarak fazlaca cinsiyet ayrımına gidilmemiştir. 

Ancak sosyal yaşamda sadece kadınlarla ilgili sorunları içeren kanunlar da mevcuttur. Söz konusu yasalar sayesinde Hititli bir kızın evlendiğinde, ailesine başlık parası (kušata) ödendiğini, kendisinin de çeyiz (iwaru) getirdiğini biliyoruz. Evlenirken kadın kocasının evine gittiği gibi biz de içgüveysi anlamına gelen, kocanın kayınpederin evine geldiği de bilinmektedir. Ayrıca kadınların boşanma hakları olduğunu da biliyoruz. Ensest ilişkinin, Hitit kanunlarında kesinlikle yasaklandığını ve hatta kızı ile ensest ilişkiye giren bir babanın ölümle cezalandırıldığını da yine kanun metinlerinden öğreniyoruz. 

Diğer yandan Hititli kadınları veraset ve miras konularında hak sahibiydiler. Kadının ölen eşinin ardından hayatını garanti altına almak amacıyla dul olan kadının kayınbiraderiyle evlendirilmesi de söz konusuydu. (bu töre bazı bölgelerde hala devam etmektedir!-SB)

Hitit kadınının ailevi yaşamının yanısıra bir de iş hayatına göz atmak gerekirse, öncelikle Hititli kadınların mesleklerinden bahsedebiliriz. 

Kadınları dini görevlerde sıkça görmekteyiz. Ruhban sınıfının önemligörevlerine sahip rahibeler, büyükrahibeler, tanrı anaları, daha çok majik ritüellerde ve kehanet ve fal gibi uygulamalarda adı geçen MUNUSŠU.GI yani yaşlı kadın ya da bilgekadınlar vardır. 

Ancak, “kâtiplik”gibi uzun bir eğitim hayatı gerektiren ve çivi yazısını ya da hiyeroglif yazısını yazmayı bilen, günümüze ulaşan tüm tablet ve mühürleri yapan meslek grubunda maalesef hiçbir kadın adı belgelenmemiştir. 

Buna karşın, 
MUNUS TÚG “Kadın Terzi (?)”, 
MUNUS UŠ.BAR “Kadın Dokumacı”, 
LÚ/MUNUS KÚRUN.NA “Bira imalatçısı, Meyhaneci (erkek ya da kadın)”, 
MUNUS ARA “Kadın Değirmenci“ 
gibi farklı meslek gruplarına mensup kadın isimlerini bilmekteyiz. 

Yaptığı bir işe karşılık ödenen ücretler ise kadın ve erkekte farklıdır. Erkeğe ödenen ücret kadınınkinin iki katıdır. Hitit mitolojisi içerinde geniş yer tutan Hurri kökenli mitolojilerden biri, masal nitelikli ve bir aile yaşantısını konu alır.

Appu adlı bir adam ve eşi çocuk sahibi olmak istemektedirler. Sonunda “İyi” ve “Kötü” adını verdikleri iki oğulları olur. Metindeki anlatımda, Appu ve adı metinde verilmeyen eşinin bir diyalogu oldukça ilginçtir: 

MUNUS-anza-wa-za MUNUS-nili-ya-az zik [nu]-wa ŪL kuitki šakti / “Sen bir kadınsın ve kadınca davranışlısın ve hiçbir şey bilmiyorsun”.

Hitit idaresinde önemli bir yeri olan Hitit kraliçelerinin, krallarının sahip olduğu gibi özel bazı unvanları vardır. Hitit Kralları “egemen kral” olarak yorumlanan Labarna/Tabarna unvanlarını kullanırken, kraliçelerde “egemen kraliçe” olarak yorumlanan “Tawananna” unvanını taşırdı.

Unvandan da anlaşılacağı üzere, kraliçeler Hitit Devleti’nin kuruluşundan beri yönetimde söz sahibi idi. Bununla beraber Hitit Devleti’nin idaresinde kral ve kraliçenin yanısıra panku denilen bir idari meclisde vardı. Ancak Hitit Devleti MÖ14. yüzyılda bir İmparatorluk haline gelmeye başlayınca, pankunun daha pasif olmaya başladığını karar mekanizmasında kralın mutlak kararlarının önem arz ettiğini görmeye başlıyoruz. 

İmparatorluk döneminde yönetimde aktif olan kraliçeleri de görmeye başlıyoruz. Bunlar arasında en ünlü olanı, daha önce de adı geçen III. Hattušili’nin eşi Puduhepa’dır.

İlk resmi Hitit kralı olan I. Hattušili vasiyetnamesinde, kızı ile arasının bozuk olduğundan bahseder ve onu bir yılana benzetir. Hatta baba-kızın ilişkileri o denli kötüdür ki, babası kızını evlatlıktan reddetmiştir. 

Diğer Hitit krallarından II./III. Tuthaliya’nın eşi Nikalmati ve I. Arnuwanda’nın eşi Ašmunikal’i gerek mühür baskılarından, gerek tabletlerden dönemin kraliçeleri olarak tanımaktayız. 

Hitit tarihinde sadece bir örneği olan haç biçimli bir mührün baskısında kral isimlerinin yanında kraliçelerin isimleri de yeralmaktadır. II. Muršili dönemine tarihlenen bu mühür baskısından Hitit hanedanına mensup pek çok kraliçe ismini öğrenmek mümkündür.

Hitit sarayının son derece huzurlu bir yer olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Entrikalar, kardeş öldürmeler ve taht kavgaları gibi diğer imparatorluklarda da görülen saray hadiseleri Hititlerde de mevcuttur. Buna en iyi örnek II. Muršili dönemindeki bir hadisedir. 

II. Muršilitahta çıktığı zaman üvey annesi Tawananna kraliçelik unvanına sahipti. Kendisi Babilli olup Hitit sarayına I.Šuppiluliuma’nın eşi olarak gelmiş ve Hitit egemen kraliçelerinin unvanı olan Tawananna’yı şahıs ismi olarak almıştır. Babilce ismi ise bilinmemektedir. Çivi yazılı metinlerden, Tawananna ile Muršili arasında bazı sorunlar olduğunu ve Tawananna’nın, saraydan sürgüne gönderildiğini biliyoruz.

Tawananna’nın suçlandığı hususlardan biri, Muršili’nin karısı Gaššulawiya’yı büyü yoluyla hasta etmek ve ölümüne neden olmaktır. Muršili’nin ağzından tanrılara hitaben yazılmış olan çivi yazılı metinden bir pasaj şöyledir:

“Onun hayatında eksiklik bırakmadım. Ekmeği de, suyu da vardı.Tümü veriliyor. Onun hiçbir eksi-ği yok. O hayattadır. O gözleri ile Göğün Güneş Tanrısını görüyor…Ben onu şöyle cezalandırdım: onu saraydan gönderdim ve onu tanrılara šiwanzanni rahibelik görevinden aldım…. Benim cezam karımın ölümüdür. O sevilmişti. Onu öldürdüğü için, hayatımın günlerinde benim ruhum aşağıya karanlık yeraltı dünyasına, gidiyor. … Bak, ben Muršili, Hatti Ülkesi’nin Büyük Kralı bana kulağınızı verin ve beni dinleyin”.





Burada adı geçen Muršili’nin eşi Gaššulawiya, yakalandığı hastalığı nedeniyle tanrılara bir dua metni de yazdırtmıştır. Bu Hititçe metindeki anlatıma göre, tanrıların gönlünü hoş etmek ve duasının kabul olmasını garanti etmek için onlara pek çok kurban sunusunda bulunur ve şöyle der:

“Sen ise, büyük kız evladına tekrar iyilikle yönel ve onu bu hastalıktan kurtar, ondan bu hastalığı tamamen uzaklaştır. O sağlıklı olsun ve sonra büyük kız evladı gelecekte seni, tanrıyı, sürekli olarak över. Senin tanrının adını devamlı olarak söyler”.

Hititli kraliçelerin dualarına bir diğer örnek de III. Hattušili’nin eşi olan Puduhepa’nın duasıdır. Duasında, eşinin çocukluğundan beri devam etmekte olan bir rahatsızlığı olduğunu ve sağlığına kavuşması için bir eş olarak neler yapması gerektiği konusunda tanrısının kendisine yol göstermesini diler. Puduhepa’ya ait başka çivi yazılı metinlerden Hattušili’nin rahatsızlığının kendini sık sık tekrar ettiğini, her fırsatta eşinin sağlığı için dua ettiğini öğreniyoruz. Yukarıda da bahsedildiği gibi Hitit kraliçeleri arasında Puduhepa güçlü bir politik kimliğe sahipti. 

Bunun en iyi göstergesi, uluslararası yazışmalarıdır. II. Ramses’in, Puduhepa’ya yazdığı bir mektupta, eşi III. Hattušili ve ağabeysi Kadeš Savaşı’nı gerçekleştiren II. Muwatalli arasındaki kardeşçe ilişki, Hattušili ile Ramses arasındaki kardeşçe ilişkiyle karşılaştırılmıştır. Bu ifade, II.Ramses’in bir dönem rakibi olan II. Muwatalli’ye karşı, artık düşmanca duygular beslemediğini düşündürmektedir. Bu ifadeler ancak iki kral arasında konuşulacak politik konulardır. Dolayısıyla kısaca içeriği verilen mektuptan da anlaşıldığı kadarıyla, dönemin iki süper gücü olan Mısır ve Hitit ülkelerinin politik meseleler, o dönemde örneğine az rastlanır şekilde bir kraliçe ile yazışmaya konu olmuştur.





Hattušili henüz prens iken, Kadeš Savaşı’nda ağabeysi II. Muwatalli’ye yardımcı olmuş ve elde ettikleri zafer sonrası ülkesi Hatti’ye dönüş yolunda tanrılara kurban sunmak üzere, önemli bir kült merkezi olan Lawazantiya’ya uğramıştır. Burada Pentipšarri adlı bir rahibin kızı olan Pu-duhepa ile evlenmiştir. Hattušili, Puduhepa ile evliliğini bir metinde şöyle anlatmaktadır:

“Mısır Ülkesi’nden geri dönerken, Lawazantiya’ya tanrıya kurban sunmak için gittim ve tanrıya görevimi yerine getirdim. Rahip Pentipšarri’nin kızı Puduhepa’yı tanrının isteğiyle eş olarak aldım ve evlendik ve o bize karı-koca sevgisini verdi. Bizim oğullarımız ve kızlarımız oldu. Ayrıca bana Tanrıçam, Beyçem rüyada göründü ve konuştu: ‘evinle beraber benim hizmetime girin!’ ve tanrıya evim ile beraber hizmet ettim ve var ettiğimiz evimize tanrıça da katıldı ve evimiz gelişti. Bu Beyçem Ištar’ın lütfu idi”.

Yine Hitit-Mısır münasebetleri içerisinde dikkat çekici bir yerde karşımıza Puduhepa çıkar.

Tarihin ilk uluslararası barış antlaşması niteliği taşıyan Kadeš Antlaşması, bilindiği üzere II.Ramses ve III. Hattušili arasında yapılmıştır. Mısır kaynaklarına göre, Hattuša’dan gelen antlaşma metninin gümüş tableti bir heyet tarafından II. Ramses’e teslim edilmiştir. Ne yazık ki, tabletlerin orijinalleri korunamamıştır. 

Tabletin ön yüzünde Hattušili’nin mührünün, arkasında da kraliçe Puduhepa’nın mührünün yer aldığı, Mısır kaynaklarında ayrıntılı bir şekilde şöyle anlatılmıştır: 

“Bu gümüş tabletin ortasında, ön tarafında Seth’in tasvirinin yer aldığı betimler ve Hatti’nin Büyük Prensi’nin betimi yer alır. Diğer yüzde, Hatti prensesini gösteren kadın figürü yer almakta, bu da ‘Puduhepa Hatti’nin Prensesi, Kiz-zuwatna Ülkesi’nin kızı’ sözleriyle çerçevelenmiştir”. 

Görüldüğü gibi tarihin ilk barış belgesinde dahi bir kadının imzası/mührü bulunmaktadır. III. Hattušili’nin II. Ramses’e yazdığı bir mektupta, kız kardeşi Mašanauzzi’ye çocuk sahibi olabilmesi konusunda yardımcı olması için bir Mısırlı doktor istemektedir. Ancak, Mašanauzzi’nin 50 yaşında olması nedeniyle bu oldukça zor bir görevdir. Ramses’in “Hititli Kardeşi Hattušili” den gelen bu ricaya cevabı ilginçtir:

“Kardeşim, kızkardeşin Matanazi hakkında şöyle yazdın; ‘onun çocuk doğurabilmesi için ilaç hazırlayabilecek bir adam yollayabilir misin’ ve ben Kardeşime şöyle söyledim: ‘Bak, Matanazi’yi, kız kardeşini tanıyorum. O, 50 yaşında! Asla! O, 60 yaşında! Bak, 50 yaşında bir kadın, hiçbir zaman 60 yaşında olduğunu söylemez! Onun çocuk doğurması için herhangi bir ilaç yapılamaz. Ancak Güneş Tanrıçası ve Fırtına Tanrısı emir verirse, kız kardeşin için bu istek yerine getirilecektir. Ve ben, ona çocuk sahibi olması için bir uzman rahip ve uzman doktor göndereceğim”.

Gönderilen Mısırlı doktor sayesinde Mašanauzzi’nin çocuk sahibi olup olamadığını ne yazık ki bilemiyoruz. 

Görüldüğü gibi kadının Anadolu coğrafyasındaki serüvenini, zengin tarih öncesi ve tarihi devirlere ait arkeolojik belgelerin yanı sıra, Hititlerin egemen olduğu MÖ yaklaşık 1650-1200 yıllarında zengin yazılı belgeler sayesinde ayrıntılı bir şekilde anlamak, kadının toplum içerisindeki sosyal, siyasi ve dini kimliği hakkında bilgi sahibi olmak mümkün olabilmektedir. 



Yrd. Doç. Dr. Meltem DOĞAN- ALPARSLAN
İstanbul Üniversitesi, Hititoloji Anabilim Dalı Başkanı
Aktüel Arkeoloji,2-2013











Bitik Vazosu - Eski Hitit Dönemi

Kabın boyun ve gövdesinde yer alan üç sıra frizde “kutsal evlenme” töreni anlatılmaktadır. Karşılıklı oturan erkek ve kadın profilden gösterilmiştir. 
Hikâyeci bir üslup ile erkek sağ eliyle kadının başörtüsünü açmakta, sol eliyle de ona bir kâse uzatmaktadır.

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi