26 Haziran 2014 Perşembe

ESKİ TÜRK VE RUS GELENEKLERİNİN ETKİLEŞİM İZLERİ






Türk ve Doğu Slav (Rus, Ukrayna, Belorus) halklarının ilişkileri çok eski dönemlere uzanmaktadır. Türkler ve Ruslar yüzyıllar boyunca farklı nedenlerle sürekli etkileşim halinde olmuşlardır. Aynı coğrafyayı paylaşmaları, birbirleriyle komşu olmaları her iki halkın maddî ve manevî kültüründe büyük izler bırakmıştır. 

Her halkın kendine özgü kültürü içerisinde geleneklerin özel yeri vardır. Bu gelenekler halkın bütünlüğünü koruyan ve onu geleceğe taşıyan önemli etkenlerdir. Yaşamın her yönüyle ilgili olan gelenekler, aynı zamanda insanın bir taraftan doğa, diğer taraftan toplumla olan ilişkilerinin yasası niteliği taşımıştır. 

Türklerin ve Rusların yılın belirli günlerinde, aile ve toplum yaşamının en önemli anlarında, hastalık, doğal afetler vs. karşısında yerine getirdikleri, kendilerine özgü birçok gelenekleri olmuştur. Bazen bu geleneklerin ilginç bir şekilde örtüştüğünü görmek mümkündür. Bu durum bazı bilim adamlarının dikkatini çekmiştir. 

Büyük Kazak şairi ve bilim adamı Olcas Süleyman, Rusların en eski destanı sayılan “Slovo o Polku İgoreve” (İgor Yürüyüşü Destanı) eserini farklı bir bakış açısıyla incelerken bir hususa özellikle dikkat etmiştir. 

Destanda Kıpçaklar üzerine yürüyüş yapan fakat esir düşen Knez (Bey) İgor anlatılırken Knez Svyatoslav’ın rüyası ve onun yorumuna da yer verilmiştir. O. Süleyman, “Az’ı Ya” isimli eserinde şöyle yazar: “Svyatoslav rüyada görmüş ki onu Türk, Tengri âdetine göre defne hazırlıyorlar”. 

Her halkın örf ve âdetleri arasında çok özel bir yeri olan cenaze töreni geleneklerinin başkaları tarafından kolaylıkla benimsendiği söylenemez. 

I. Petro’ya kadar bütün Rus knez ve çarlarının başka ülkelerden gelen elçileri karşılama merasimlerinde tamamen Türk geleneklerine uydukları kaynaklarda belirtilmiştir.

Birbiriyle örtüşen geleneklerin bazıları Pagan düşüncelerinin izleridir. Onların araştırılması bizi daha eski dönemlere götürmektedir. Onlardan bazılarını gözden geçirelim: 

XX. yüzyılın başlarına kadar Ruslar arasında “opahivaniye” (toprak sürme) isimli bir gelenek varlığını sürdürmüştür. Bu geleneğin tasvirini etnografik çalışmalar dışında, İ. Bunin’in “Köy” isimli öyküsünde ve M. Musorgsky’nin “Hovanşina” operasında görmek mümkündür. V. İ. Dal’, “Tolkovıy Slovar Russkogo Yazıka” isimli kapsamlı sözlüğünde bu gelenekten bahsetmiştir. 

E.V. Pomerantseva tarafından geniş tasviri verilmiş olan “opahivaniye” törenini şöyle özetlemek mümkündür: 

Bulaşıcı insan ve hayvan hastalıkları baş gösterdiğinde köyün daha çok kadınları tedbir alırlar. Önceden kimsenin dışarı çıkmaması tembih edilir. Gecenin karanlığında kadınlar toplanırlar. Önde bir genç kız aziz tasviriyle gider, arkasından bir kadın ya süpürge üstünde ya da karasabanla kendinden geçmiş bir şekide dans ederek büyü sözleri söyler. Diğer kız ve kadınlar ellerinde maşalarla, oraklarla, tırpanlarla korkunç gürültü yaparak onu takip ederler. Söyledikleri şarkı sözlerinde kadınların sayısı genellikle dokuz kız, dokuz karı, üç dul kadın, üç evli kadın diye geçer. Hepsi yalınayak ve saçları açık bir şekilde beyaz geceliklerle köyün etrafında dönerler. Tehditkâr sözleri ve gürültüleri ile hastalıkları korkuttuklarını düşünürler. 

E.V. Pomerantseva, bazı halklarda da (örn. Ukrayna, Alman, Çek, Mordva) görülen bu hastalıkla mücadele şeklinin zamanında Çuvaşlarda höraki, hiraki adıyla yaygın olduğunu, hatta bazı araştırmacılara göre Çuvaşlardan Ruslara geçmiş olabileceğini belirtmiştir.

İnsanların ve hayvanların kötü ve bulaşıcı hastalıklardan korunması için yapılan bu etkileyici tören, Sahaların çocuk isteme ile ilgili eski şaman geleneklerine de benzemektedir. N. A. Alekseyev, kökünün çok eskilere uzandığını belirttiği bu töreni özetle şöyle anlatmaktadır:

Kışın çadırda, yazın avluda yapılan tören şaman tarafından yönetilmektedir. Fakat şaman geleneksel kıyafetini değil, beyaz giyer. Dokuz genç kız ve dokuz delikanlı şamanın sağ ve sol tarafında durarak at kılından yapılmış ipe tutunurlar. Çocuğu olmasını isteyen kadın iki yaşlı kadının arasında oturur. Onlar önlerini iliklemez ve  saçlarını açarlar. Onların neşeli bir şekilde gülümsemesi şarttır. Şamanın duası katılımcılar tarafından tekrarlanır, tanrıça Ayıısıt’tan çocuk istenir. 

Görüldüğü üzere bazı farklılıklarla (dokuz delikanlının bulunması, gülümseme, ipe tutunma gibi motifler) beraber benzerlikler çoğunluktadır: beyaz kıyafetler, dokuz genç kız, üç kadın, saçların açılması vs. Yine kötü ruhları korkutmak için saçlarını, kemer ve düğmelerini açarak gürültü yapma çocuk doğumu sırasında gerçekleştirilir.

İlkbaharın ilk gök gürültüsü hem Türklerde, hem de Ruslarda önemli bir olay sayılmış ve bununla ilgili çeşitli ritüeller yapılmıştır.

Eski inançlara göre kıştan sonra ilkbahar fırtınası insanları hastalıklardan ve kötülüklerden arındırır, sağlık ve iyilik sağlar. Türklerde de Ruslarda da bu durumda ritüellerin bazıları için ağaç kullanılması eski ağaç kültü ile açıklanabilir. Yüzün yıkanması, mum ve ardıç yakılması da benzer motifler arasındadır. Ayrıca dolu yağarken onun ekine zarar vermesi korkusuyla yapılan işlemler arasında da ortak özellikler görülebilir (örn.: çocuğun bir veya üç dolu tanesini ısırması). 

Eski geleneklerin birçoğu zamanla unutulmuş ve kaybolmuştur. Fakat hâlâ izlerini dilde korumakta olan gelenekler de vardır. Rusça’da olan “kudıkinı gorı”, “ni puha ni pera” gibi deyimler eski avcılık geleneklerinde kullanılan tabuları yansıtmaktadır. 

Çağdaş Rusça’da gidilecek yerin belli olmaması veya belirtilmesinin istenmediği zamanlarda “kudıkinı gorı” ifadesi kullanılır. “ni puha ni pera” deyimi ise şakayla başarı dileme ifadesidir. Bu deyimin kelime anlamı “ne bir ince tüy, ne de kalın tüy” diye çevrilebilir. İlk önceleri avcılar doğrudan başarı dilemelerinin başarısızlığa götürebileceğine inanırlardı. Başarısızlık dileği ile av hayvanlarının kandırıldığı düşünülürdü. Böylece avcı onları rahatlıkla avlayabilirdi. 

Türk topluluklarında da avla ilgili çok ciddi kurallar, yasaklar ve tabular mevcut olmuştur. Avla ilgili yüksek sesle konuşmama, av hayvanlarının isminin değiştirilmesi vs. Bu konuda da onlar arasında benzer motifler görülebilir. 

Rusça’da “leylek” anlamında olan “aist” kelimesi de dikkat çekicidir. Diğer Slav dillerinde görülmeyen ve sadece Rusça’da olan aist kelimesi Eski Türk inanç ve gelenekleri ışığında incelenebilir. Rusça’da bu kelimenin kesinlikle yabancı olduğu ve gagasının uzunluğu nedeniyle Türkçe “agıs” (ağız) kelimesinden geldiği kanaati vardır

Bize göre ise aist, ayıısıt kelimesinden gelmiş olabilir. Ayıısıt Türkçe ana tanrıça Humay’ın isimlerinden biridir. Eski inanışlara göre bir ailenin çocuğa sahip olması yalnız Humay’la ilgilidir. Humay’ın çeşitli görüntüleri arasında onun kuş şeklinde görünmesi de yer almaktadır.Ruslarda da şöyle düşünce olmuştur; ailelere çocukları leylekler gagasında getirir. Göçebe kuşlar olan leyleklere saygı geleneği vardır ve onu öldürmezler. 

Rusça’nın kelime hazinesinin bu açıdan incelenmesi eski Rus geleneklerine olduğu gibi eski Türk geleneklerine de ışık tutabilir ve eski kültür ilişkilerinin incelenmesinde yardımcı olur. 



Leyla HACIZADE
Araş. Gör., Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi 
Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü



UMAY ANA



___________________