9 Mart 2016 Çarşamba

Kırkkız - Fortygirls




Kırgız Adı ve Kırkkızlar


Alman kökenli Rus bilim adamı Radloff’a göre ‚Kırgız‛ adı ‚kırk yoz‛ (kırk boy) anlamına gelmektedir. Manas destanında ‚Kırgız – kırk kabileden oluşmuş‛ söylemiyle uyuşmaktadır.


Kırk kız adıyla ilgili başka bir rivayet de şöyledir: Han’ın kızı kırk kız arkadaşı ile gezmek için uzaklara gider. Bu sırada düşman saldırıya geçer, Han’ın ülkesini talan eder ve herkesi öldürür. Obadan sadece kızıl bir it ve geziye giden kırk kız sağ kurtulur. Bu kırk kızdan türeyen boya da Kırgız adı verilir.


XIX. yüzyılın ikinci yarısında Kırgızistan’da seyahat eden Rus bilim adamları bu efsaneyi derleyip yazıya geçirmiştir. Özellikle 1856 yılında Kazak bilim adamı Ç. Valihanov’un ‚Zapiski o Kirgizah‛ (Kırgızlar Hakkında Yazılar) adlı çalışmasında bu efsane hakkında geniş bilgiler verilmiş ve efsanenin İslam dünyasında yayılmasında rolü olmuştur. 


1860 yılında Kırgızistan’a gelen M. İ. Venyukov da aynı efsaneye ‚Puteşestviya pookrainam Ruskoy Azii i zapiski o nih‛ (Rus Asya’sına Seyahat ve Onlar Hakkında Notlar) adlı kitabında yer vermiştir. XIX. yüzyılın Rus tarihçisi N. A. Aristov 1895 yılında Sank Peterburg’da yayımlanan ‚Vıyasneniya etniçeskogo sostava kirgizov – kazahov bolşoy ordı i karakirgizov‛ (Kırgız- Kazak büyük boyunun ve Karakırgızların etnik içeriğinin araştırılması) adlı çalışmasında ‚Kızıl it ile ilgili efsane, büyük ihtimalle eski dinlilerin ata babaları olan Usunlardan söz etmekte‛ demiştir. Çünkü Kırgızların ata babaları sanılan Usunlar sarışın, mavi gözlüdür....


Kırgızlar arasında Kırgız kelimesinin etimolojik anlamıyla ilgili çeşitli efsaneler anlatılmakta ve görüşler öne sürülmektedir. Kırk kızla ilgili halk arasında anlatılan ikinci efsane de şöyledir: 


Çok eskiden Akeşe (Kendisi Arap kökenli olup, Stam kabilesinden olduğu söylenmektedir) adında bir adam Sibirya ve Yeniysey’de yaşayan Kalmuklar’a İslam dinini yaymak amacıyla varır. Akeşe’den Mansur adında çocuk dünyaya gelir. Akeşe ölünce oğlu Mansur Kalmuklar’ın değerli adamı Iroo – Cıroo’nun evinde hizmetçi olarak yaşamına devam eder. Iroo – Cıroo Mansur’u çok sever ve kendi kızıyla evlendirir. Mansur yavaş yavaş Kalmuklar arasında İslamiyeti yaymaya başlar. Zaman geçer, iki çocuğu olur. Kızının ismini Apal, oğlunun ismini Minal koyar. Kızı on bir, oğlu yedi yaşına gelince Mansur ölür. Bu sırada halk arasında Apal’ın geceleri evden çıkıp sabaha doğru eve geldiğiyle ilgili dedikodular başlar. Halk küçük Minal’a ablası Apal’ın kötü yola düştüğünü söyler. Minal bu söylentinin doğru olduğunu öğrenmek için gece ipin bir ucunu ablasının ayağına, diğer ucunu da kendi ayağına bağlar, yatağına girer. Amacı ablası kalkarsa kendisinin de uyanmasıdır. Gerçekten de gece yarısı ablası kalkar, dışarıya doğru yönelir.


Minal uyanır peşinden gider. Ablası Apal koşarak dağda bir mağaraya girer. Minal da peşinden girer. Gözlerine inanamaz. Mağara altından yapılmış, başköşede de kırk çilten oturuyor. Onların aksakalı: ‚Neden insanoğluyla geldin?‛ diye Apal’a kızar. Apal ‚Hayır, ben kendim geldim‛ der ve arkasına bakar, küçük Minal’ı görür. Tam bu sırada kırk çiltenden biri kalkıp Apal ile Minal’a su gibi sıvı bir içecek verir. Minal içeceğin tadına bakar. Bal gibi tatlı içeceği içen Minal deli olur. Fakat onun gönlünde hep ablasının temiz olduğu kalır. Bundan dolayı hep ‚Apal ak‛ diyerek gezer. Bunu duyan Kalmuklar ‚Ak, Allah’ın adı, Apal da Allah; Minal da Allah’ım diyor, bunları öldürmek gerek‛ derler ve ikisini de yakıp külünü suya bırakırlar. 


Suya bırakılan küller, rengârenk köpük olur ve yavaşça akmaya devam eder. Tam bu sırada hanın kızı kırk kızla su kenarına geziye çıkmıştır. Kızlardan biri bu rengârenk köpüğün tadına bakar, köpüğün lezzetine dayanamayıp öbür kızları çağırır. Onlar da köpüğün tadına bakarlar. Böylece kırk kız bu köpükten gebe kalır. Bunu duyan han çılgına döner. Kızların öldürülmesini emreder. Hanın veziri kızları öldürmek için dağa götürür fakat kıyamaz. Sağ bırakır. Bu duruma üzülen, dertlenen han kızı şu şarkıyı söylemiş:



Akıykatsız ataga, 
Han da bolso calınba, 
Ölüp ketsin öz kızı, 
Ümüt kılıp taarınba, 
Kırk kız baarı bir künü, 
Boozuyt degen bolobu. 
Kırk kızdı bütün öltürü, 
Kanıbızga toyobu.?!

Adaletsiz babaya,
Han da olursa yalvarma,
Ölürse ölsün öz kızı,
Umut edip darılma,
Kırk kız hepsi bir günde,
Gebe kalabilir mi?
Kırk kızı bütün öldürüp,
Kanımıza doyar mı?!


Bu kırk kızdan doğan çocukların neslinden Kırgızlar oluşur. İslami motifler içeren bu efsanenin, İslamiyet’in kabulünden sonra yeniden şekillendiği görülmektedir. 


Sonuç olarak Kırgız kavramının kökeni ve anlamıyla ilgili çok sayıda rivayetin yanı sıra yazılı kaynaklarda bilgiler mevcut olduğu görülmektedir. Ancak yukarıda görüldüğü gibi Kırgız Türkleri ile ilgili pek çok anlatmada ortak ata babalarının çıkışı, kırk kız ile bağdaştırılmaktadır.


Kırk kız ile ilgili efsanede yer alan ortak unsur köpükten hamile kalma motifidir. Bu efsanelerde bahsi geçen köpük, ölümsüzlük getirmese de bizzat hayatın kaynağı olarak görülmektedir. Hayat suyuyla ilişkilendirilecek olursak, bu efsanelerin İslam öncesi dönemlerde teşekkül etmiş olduklarını söyleyebiliriz. 



KIRGIZ ADI ÜZERİNE
Dr.Mayramgül Diykanbayeva
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, Öğr. Gör
A.Ü.Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 43
Erzurum,2010/PDF











Kırgız ve Kazak adları üzerine

Hemen hemen her halkın adının ortaya çıkışıyla ilgili birtakım kayıtlar tarih kitaplarında yer almıştır; ama bunların çoğu halk etimolojilerine dayanır ve pek çoğu halkın muhayyelesinde beslediği bir takım efsanevî hikayelerden gelir.


Kırgız adının ne anlama geldiği değilse bile, ortaya çıkışıyla ilgili birkaç rivayet anlatılır. Bu rivayetlerden birisi İlya Kazantsev’e aittir. Bu rivayete göre Alaça-han zamanında bazı kadınlar benekli çocuklar doğurmaya başlarlar. Fakat halk bu benekleri şeytanın alâmeti olarak kabul eder. Halk da han da bu durumdan endişelenir ve sonunda han benekli çocuk doğuran kadınların öldürülmesini emreder. Ancak, o sıralarda hanın da hanımı hamiledir ve o da benik bir çocuk doğurur. Han onun öldürülmesini emreder, fakat araya giren veziri, “onu öldürmektense, yanına kırk kız verip bozkıra sürelim” der. Han bu görüşü makul bulur ve hanımının yanına kırk kız vererek bozkıra gönderir. Bunlar orada çoğalırlar ve böylece Kırgız (kırk+kız) adı ortaya çıkar.


Bir diğer rivayet ise daha farklı. Aristov’un Türk Halklarının Etnik Kökeni adıyla çevirdiğimiz kitapta anlatıldığına göre M. İ. Venyukov’un dinlediği rivayette şöyle anlatılıyor:


Bilmem hangi hanın kızı kırk kızla birlikle bir gezintiden eve döndüğü sırada aulunu tamamıyla yağmalanmış halde bulur ve canlı olarak yalnızca kızıl bir köpek (kızıl-taygan) bulur. Rivayete göre bütün kız arkadaşları hamile kalır. Çocukları da onların hatırasını yaşatmak için kendilerine Kırk-gız adını alırlar.


Bu efsane başka bir hikâye ile tamamlanır ve bazen başka bir hikâye onun yerini alır. Buna göre prenses ve kız arkadaşları, dalgalı bir gölün tadına baktıkları köpüğünden hamile kalırlar. Bunun üzerine kabiledaşları onları evden kovarlar. Uzun süre çölde prensesleriyle birlikte dolaşırlar, fakat sonunda bu uğursuzluğun sebebi olarak gördükleri ona karşı isyan edip Çu nehrinin öte tarafına kovarlar. Zavallı prenses burada tüm Kırgızların beyine rastlar. Bey, onu hanım olarak alır ve evlilikten hemen sonra Kırgız-bay adını verdikleri çocuğu doğurur. İşte Kırgızlar bu çocuğun sulbünden inenlerden oluşmuştur.


Evliya-ata’daki Kara-Kırgızların anlattıklarına göre Kara-Kırgızların atası serap (sagım) içinden çıkıp gelmiş; Kırgızların başına hükümdar olmuş ve onlardan bir kızla evlenmiş. Bu evlilikten tek bir kızı olmuş. Babası ona kırk hizmetçi kız vermiş. Kız, bir gün kırk hizmetkârıyla birlikte büyük bir nehrin kenarına gitmiş. Köpüklerin kaynamakta olduğunu farketmiş. Kızlar köpüğe bakarken ondan bir ses duymuşlar: “Sen gerçeksin, ben de gerçeğim” Kızlar, şaşkın vaziyette parmaklarını köpüğe daldırıp ağızlarına götürmüşler ve hemen hepsi hamile kalmış. Sagım-han, onları öldürmek istemediği için hepsini yüksek bir dağa sürmüş. Onlar dağlarda karınlarını doyurmayı başarmışlar ve 40 erkek, 40 kız çocuğu dünyaya getirmişler. Böylece seksen çocukları olmuş. Bunlar büyüyünce birbirleriyle evlenmişler. Onlardan türeyen insanlar kendilerine Kırgız (Kırk-kız) demeye başlamışlar.


Gelelim Kazak adının nasıl ortaya çıktığına. Babür, hatıralarında bir çadırda geçirdiği günlerden bahsederken “kazakâne” bir hayat yaşadığından söz eder. Kelimenin Kaz ve Az adlı kabilelerin adlarının birleşmesinden meydana geldiği, daha sonra “z” sesinin “k”ye dönüştüğü ileri sürülürse de, pek gerçekçi görünmüyor. Daha buna benzer pek çok iddia mevcut, ama bunlar arasında en gerçekçi olanı Babür’ün halasının oğlu Mirza Haydar Duğlat’ın Tarih-i Reşidi adlı eserinde söyledikleri ile Zeki Velidi Togan’ın görüşüdür.


Muhammed Haydar Dulat Tarih-i Reşidi adlı eserinde Ebulhayr Han’a karşı çıkıp, Deşt-i Kıpçak bozkırından batıdaki Yedisu’ya göçen Kazak boyları hakkında bir takım malumatın ardından: “Ebulhayr Han öldükten sonra Özbek ulusunda ayrılık çıkıp, bozkırda yaşayan halk kendi güvenliğini sağlamak için Kerey Han ile Canibek Han’dan himaye talep ettiler. Böylece bunlar güçlendiler. Önceleri kaçak göçebeler, sonraları daha başkaları da kendi ulusundan ayrılıp geldiler. Bunlar bir süre malsız-mülksüz, başıboş olarak gezen adamlar olduğu için, bunlara yurt Kazakları denildi. Böylece onlara takılan bu ad baki kaldı” der.


Zeki Velidi Togan ise şöyle der: “‘Kazak’ sözcüğüyle, aslında siyasi bir maksat gözeten, siyasi isyan yapıp neticesinde tek veya hane halkıyla beraber kendi kavminden ayrılıp uzağa gidip, hükumet yönetimini eline almayı düşünüp dağ-taşa yerleşip, bağımsız ömür süren adamlar kastedilmektedir. ‘Kazak’ adı önceleri sadece sultanlara aitti, daha sonraları bunlara tabi boyların ve onların kurduğu memleketin adı oldu.”


Bunun yanı sıra Kazak adının ortaya çıkışı konusunda bir de halkın uydurduğu efsanevi rivayet vardır. Buna göre eski zamanda Kalça Kadır adında bir yiğit asker toplayıp, baş olup, nice nice düşmanlar ile savaşır. Bir seferinde ağır yaralanan Kalça Kadır, halksız, susuz, ıssız bozkırda yalnız kalır. Yaralarının acısı gittikçe artan ve iyice halsiz düşen yiğidin, ne kadar gayret etse de, yürümeye dermanı kalmaz ve yere yığılır. Ölüm halinde iken gökten bir beyaz kaz (kaz+ak) uçarak gelir, ağzına su damlatıp onu susuzluktan kurtarır ve parlak, geniş bir göl kenarına doğru götürür. Bu kaz, ak kaz olup gelen bir perikızı (ak kız) imiş. Üzerindeki ak kaz kılığını soyarak çıkarır, saf kıza dönüşerek Kalça Kadır’ın yarasını iyileştirir. Kalça Kadır bu ak kız ile evlenir. Bu evlilikten doğan erkek çocuğuna “Kazak” adı verilir.


Ak kaz kılığına girip, gökten uçup gelip, parlak bir göle konan perikızı güzellerine aşık olup evlenmek Kazak masallarında çok rastlanan bir motiftir. Kazaklar ak kazı uğurlu kuş sayıp, onu vurmayı yasaklamışlardır. Kazakların insanları iyi eden baksıları ak kazın tüylerini başına giyip ona sığınır. Kazaklar ölen ak kazı duvara asar, tüylerini çocukların göğsüne takarlar. Bunların hepsi ak kaza sığınmanın, eski putperest inanışın kalıntılarıdır.



D. Ahsen Batur. link:










12. Yüzyılın ilk çeyreği



Tarihçi A. Gabriel’in tespitine göre kayıp kitabesinde,  Sivas I. Keykavus Darüş- şifası’nı yapan Mimar Ahmet bin Ebubekir’in 1220 yılında yaptığı belirtilmektedir. Sekizgen planlı, piramit külahlı tuğla malzeme ile örülmüş anıtsal bir kümbet.


“Kırkkızlar’ın, zalim hükümdarların muhafızları aracılığıyla halktan zorla topladıkları haraçları, geceleri tebdili kıyafet olup, muhafızların elinden alarak, yoksul halka geri dağıtmaları kendilerini ‘hak ve adalet kahramanları’ haline getirmiştir. Kimliklerini gizledikleri içinde adeta efsaneleşmişlerdir.”


“Niksar’ın fetih sürecinde Kale kapıları kapatıldığı için dışarı çıkamayan kırk kız, bu defa, kaleyi kuşatan Danişmendli askerlerine içerden bilgi sızdırarak, fethi kolaylaştırıcı rol üstlendiler. Surların yakınına kadar gelen Danişmendli askerleriyle kendilerine özgü metotlarla iletişime geçen kızlar, haberleşmenin de ötesinde zamanla İslamiyet hakkında edindikleri bilgiler ışığında Müslüman olmuşlardır. Danişmendli askerleriyle olan iletişimleri fark edilip ceza olarak başları vurulana kadar, kırk kızların sırrı çözülememiştir....


... O günkü şartlarda, içerden yardım olmadan Niksar Kalesi’nin fethi zordur. İçerde her türlü sosyal ihtiyaca cevap verecek gıda ambarları, su sarnıçları gibi tesisler yer almaktadır. Kapılar açılmadan üç-dört ay barınmak mümkündür. Niksar Kalesi bu yönüyle, sadece savunma kalesi değil aynı zamanda yaşam kalesidir, şehir kaledir. Kırkkızlar’ın Niksar’ın fetih sürecinde verdikleri destek bu bakımdan çok önem arz eder.” 


“Sofia’nın da içinde bulunduğu kırk kızın, başları vücutlarından ayrılmış bedenleri surlardan aşağı atıldığında, Danişmendli askerleri gözyaşlarını tutamamışlardır. Fetih sonrası evlenme planları yaptıkları sevdalıların kanlar içindeki bedenlerini görmek onları çileden çıkarmıştır. Melik Ahmet Gazi tarafından kılınan cenaze namazlarından sonra, Kale’yi karşıdan gören bugün türbelerinin yer aldığı Düztepe yamaçlarına defnedilmişlerdir.” 

Abdullah Yıldız 
Araştırmacı-Yazar












"Forty Girls-Maiden" in Turkish Culture

“The Forty Maidens,” which is popular among the Kirgiz, Karakalpak, and other Turkish tribes, was woven into the first part of "Manas Epic", providing Manas with noble origins by depicting him as the son of a princess. 



Local tradition connects it with the well-known national legend in which the princess Gulaim and her forty girls bravely struggled against enemies, and descendants of Kyrk-Kyz called themselves "Kyrgyz" 
(Kyrgyzstan,Turkic Tribe)



For millennia, people have made legends of fearless Amazons. Many armies fled from warlike maidens. There is a legend of Samarkand Amazons. A Kirk Kiz Girl Squad stayed in the fortress of Kirk Kiz Tepe. Enemies surrounded the walls of the fortress and began to siege the castle. Samarkand girls, led by their leader Gauhar defended the fortress. Countless days and nights they repulsed the enemy’s attack. Many enemies were killed on the battlefield. Detachment of girls also sustained heavy losses. Only Gauhar and some girls survived, but help did not come. They prepared to defend the city.


The fortress was burning, groans and cries were heard in flames of fire, the walls were destroyed. Girls lost any hope. But Gauhar, having collected all remaining arrows, neatly hit enemies. When the arrows ended, Gauhar, mortally wounded, left the fortress. The soldiers of the enemy became rigid. Gauhar slowly stood up, a bloody helmet fell down from her head and luxurious tresses fell down on the armor. The girl raised her sword and with said: "My name is Gauhar, my squad of girls was killed in the battle, and I call your commander to a duel".


The army responded with a roar of astonishment. No one fought with this mighty army as bravely as the girl squad did. The leader threw a piercing glance at the girl and whispered: "I’d like to have such men in my army". Leaping from his horse, he politely came up to Gauhar and carefully looked into her eyes. He realized that he would not occupy Samarkand, but would find his death there. The commander bowed his head and kissed the hand of Gauhar. Then he turned to his men and shouted: "I saw the pearl of Samarkand and it’s enough for me. Back home!" The army approved it and, saddling their horses, the riders shaded from view.


Brave Gauhar followed the last enemy soldier with her eyes and a smile of joy lit up her face when they disappeared over the horizon, leaving the land of Samarkand. At that point, the riders appeared out of the fortress hurrying to aid the Amazons. Gauhar bowed her head with relief and whispered: "Finally!" and fell flat on her back. All her body was wounded. Closing her eyes she remembered her parents: how mother cooked bread and father told fairy tales, how her sister and she ran to the market for sweets and her betrothed told of his love. It flashed before misty eyes of Gauhar and looking at the steppe, gardens and the city of Samarkand, the radiant joy lit up in the depths of her eyes. "The city is saved!" - a happy inspiration flashed across her mind.




Özbekistan (Uzbekistan Turkish Woman in Traditional Clothes)