OD ANA - ALTAY
ALTAY OD ANA (ENE) - Алтай кай – От Эне
Altay Türklerinin inançlarına göre her ev iyelidir. Fakat ocağın ve ateşin iyeleri başka başkadır. Güzel, genç kızlar olan bu iyeler, kimseye görünmeyip ateşi saf ve temiz tutarlar.
Ateşe yiyecek verildikten sonra Altay Türkleri aşağıdaki gibi dua ederler:
Tört talalu taş oçok - Dört kenarlı taş ocak
Tört kindiktü Ot-ene - Dört göbekli Ateş Ana
Taklan-külin töjöngön, - Kavut gibi külünü döşenmiş,
Ak kubarın castangan, - Ak tozuna yaslanmış,
Ak calbıştu Ot-ene. - Ak alevli Ateş Ana.
Köbö canıs kiñi bar, - Tek göbeği var,
Tört kayın tözölü, - Dört kayın destekli,
Tönön sarı kıyralu, - Tönön sarı kıyralu (4),
Törölü curtı curtatkan, - Töreli yurdu yaşatan,
Töbölü baştı cırgatkan, - Tepeli insana keyif veren,
Tört kindüktü Ot-ene. - Dört göbekli Ateş Ana
Bay sabaa tuturgan, - Kutsal kabı tutturan,
Bayzın curttı curtatkan, - Zengin yurdu yaşatan,
Ar-camannañ ayrıgar, - Kötülükten kurtarın
Aza ceekten kaçalar. - Şeytandan uzak tutun.
Kaburtugar bek salar. - Otlayanı (hayvanımız) sağlam tutun.
Törtön baştu Ot-ene. - Kırk başlı Ateş Ana
Bir alkıjıgar beriger, - Bir alkışınızı verin,
Bir bıyanıgar cetiriger, - Bir rahmetinizi yetirin,
Bir camanım taştagar. - Bir kötülüğümü affedin.
Op-kuruy, op-kuruy!” - Op-kuruy, op-kuruy!”
(Muytuyeva 1996: 38)
(4) Dört yaşındaki atın yele veya kuyruğundan bağlanan parçalar.
Radloff Altay Türklerinde gelinin yeni evine geldikten sonra ocağın önünde yere kadar eğildiğini, ocağa bir parça et atıp, kımız döktüğünü kaydeder (Radloff 1994: 75, 77). Gelin ateşe saygısını sunduktan sonra ailenin büyüklerinden biri;
Odurgan odı çoktu bolzın, - Yaktığı ateşi harlı olsun,
Oturgan boyı ençü bolzın, - (Bu evde) oturan huzurlu olsun,
Altın oçok taykılbazın, - Altın ocak yerinden oynamasın,
Askan kazanı kelteybezin! - Astığı kazanı yerinden kaymasın!
Eelgelü curt tutsın . - Kutsal yurt tutsun.
Ercinelü mal azırazın. - Kıymetli hayvan yetiştirsin.
Aydap cürgeni mal bolzın. - Sürdüğü mal olsun.
Azırap cürgeni bala bolzın. - Yetiştirdiği çocuk olsun.
Amadap cöögön keldiler - Bir amaç için geldiler
Irıs bolzın. - Bahtları açık olsun.
Taş oçok taykılbazın - Taş ocak yerinden oynamasın
Talkan-küli çaçılbazın. - Kavut gibi külü saçılmasın
Aytkan sözim alkış bolzın. - Söylediklerim alkış olsun.
(Ukaçina 1993:85-86)
şeklinde alkış sözler söyleyerek evli gençler için iyi dileklerde bulunup dua eder.
Sibirya Türklerinde Ateşle İlgili İnançlar,Törenler ve Bazı Efsaneler
Dr. İbrahim DİLEK
OD İYESİNİ KIMIZ İLE BESLEYEN SAKHA/SAKA/YAKUT
Sakha Türklerinde kutsal kabul edilen ateş evin merkezidir.
Aal uokkun otun - Kutsal ateşini tutuştur,
Alaha cieğin terin - Ferah ve sevimli evini kur ;
diye dua ederler.
Sibirya Türklerinde Ateşle İlgili İnançlar,Törenler ve Bazı Efsaneler
Dr. İbrahim DİLEK
OD İYESİNİ BESLEYEN HAKASYA TÜRKLERİ
"Türk kültüründe yalnızca bir tane ateş ve ocak iyesi yoktur, her evin, her yurdun ocak iyesi ayrıdır. Bu ocak iyesi o evi ve evin içinde yaşayan insanları, hayvanları kötülüklerden, belalardan, hastalıklardan korur. İyiliksever ve koruyucu bir ruhtur. Eve bolluk ve bereket getirir.
Örneğin Hakaslar'da aileyi kötü ruhlardan koruyan, eve şans ve zenginlik getiren, zamanını evin birliğine sarf eden ot-ine’ye “çurttıñ eezi” (evin sahibi), “çurttıñ hadarçızı” (evin koruyucusu), “kiziniñ huyagı” (insanın koruyucusu), “hadargannıñ halhazı” (hayvanların koruyucusu) gibi isimlerle de hitap edilir.
Hakasya Türkleri
Bu yüzden her evde “ocak”a ve “ocak iyesi”ne hürmet edilir, saygıda kusur edilmez. Ocak iyesinin hoşlanmayacağı davranışlar yapılmaz. Zira böyle bire şey yapıldığında bu iye ne kadar iyiliksever bir ruh olsa da, yapılan kötü muamelenin karşılığını vererek cezalandırır.
Bu noktada ateş ve ocak iyesinin insanî bir takım vasıflarla algılanması, bu iyenin de insana benzer bir şekilde karnının acıkacağını ve doyurulması gerektiğini düşündürtür. O yüzden ateş iyesini doyurmak için bazı zaman ve durumlarda ocağa bir takım takdimeler sunulur.
Türk kültüründe “ateş” ve “ocak”, etrafında oluşan çeşitli inanış ve uygulamalar neticesinde bir kült halini almıştır. “Ateş” ve “ocak”ın hâkim bir ruhu olduğuna inanılmış ve genel olarak bu ruha “ateş ve ocak iyesi” adı verilmiştir. Ateş ve ocak iyesinin canlı olduğuna inanıldığı için de bu iyeye bir canlıya davranılır gibi davranılmış, hatta bu iyeye birtakım insan vasıfları da yüklenmiştir. Ancak Türk dünyasında ateş ve ocak iyesine genel olarak “ot ana” diye hitap edilmiş ve bu iye kadın gibi tasvir edilmiştir.
In Turkish culture "fire" and "hearth" has become a cult as a result formed around the various beliefs and practices. It is believed to be familiar spirit of fire and hearth and called “familiar spirit of fire and hearth” to this spirit in general. Because familiar spirit of fire and hearth is believed to be alive, it has been treated like a creature is treated this familiar spirit, insomuch that it was loaded with some human characteristics to this familiar spirit. But, it is called “ot ana” to the familiar spirit in the Turkish world in general and this familiar spirit is illustrated like a woman.
Türk Kültüründe Ateş ve Ocak İyeleri
Dr.Satı Kumartaşlıoğlu
Alevilik-Bektaşilikte Ocak
Alevilikte ocak; çiğ nesneleri pişiren makam, din ulularının soyu (Sümer,1999), ibadet yeri olarak tanımlanmaktadır. Alevi inanç sistemindeki tüm ocaklar, “El ele, el hakka” ilkesinden hareketle birbirine bağlıdır. Kocadağ’a göre Horasan’daki İmam Ali Rıza’nın çocukları, günümüzdeki dedelerin ve seyyidlerin atalarıdırlar. Ancak, seyyidlerin çoğalmaları sonucu, bugünkü ocaklar oluşmuştur. Bu ocaklar içinde en bilineni Hacı Bektaş Velî Ocağı’dır.
Ocak kelimesi, ontolojik boyutta hem somut hem soyut tabakaya hâkimdir. Dolayısıyla Alevi inanç sisteminde ocak;
• Ev (ata ocakları)
• Aile (boy ve aşiret)
• Uzamsal mekân (türbe ve tekkeler)
• Sosyal sorumluluk düzenleme alanı (düşkün ocakları)
• Tedavi yeri (sağaltım ocakları)
• Meslek erbabları (Tahtacılar, Demirciler)
• İnanç merkezi anlamlarına sahiptir.
Bunlara ek olarak yukarıda yer alan genel anlam alanı, Alevi inanç sistemi içerisinde “ocakçı” şeklinde bir sorumluluk bildiren terim oluşmasına zemin hazırlamıştır. Ocakçı, gürgürcü olarak da bilinmektedir ve ocakçı, ocağı yakan, bunun sönmemesini sağlayan ve ocağa sac koyarak fazla ısının cemaati rahatsız etmemesini sağlayan kişidir (Arslanoğlu, 1998).
Ocak, Od / Ateş İyesi
Ocak kelimesi Eski Türkçe od (ateş), oç/oc, köküyle yer bildiren ag/ağ (-ak) ekinin birleşmesiyle oluşmuş bir kelimedir. Kelime odag>odağ>oçag>oçağ>ocag>ocağ şeklinde bir gelişme göstermiş olmalıdır. Bu kökten hareketle dilimize kazandırılan ve kültürün yansımaları olan kelimeler, ocak kavramı etrafında büyük bir kelime hazinesi oluşturmuştur.
Körocağ / Körocak = Çocuksuz Aile
Deyim ve atasözlerinin oluşması dil sosyolojisi bakamından oldukça önemlidir. Çünkü, toplum hayatını yansıtan bir durumu belirtme, hüküm bildirme, o dili kullanan insanların uzun süreli birlikteliklerini, paylaşımlarını ifade eder. Hele ki deyim ve atasözlerinin altında yatan bir söylence olduğu düşünülürse bu söylencenin oluşması için geçen süredeki ortaklık o toplumun birlikteliğini yansıtır (Günay, 2007: 244). Ocak kavramı da deyim ve atasözlerinin oluşturulmasında oldukça sık kullanılmıştır. Kelimenin toplum içindeki yeri, önemi ve zengin kullanım şekli, atasözü ve deyimlerin parçası olmaya zemin hazırlamıştır.
Ocak kelimesinin sıkça geçtiği ve yeni anlamlarla karşılaşılan kaynaklardan biri de Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’dür. Burada yirmi iki maddede ocak geçmektedir. “Ocağına düşmek, ocağına incir dikmek” deyimleri dışındaki kelimeler, yeniçeri teşkilatıyla ilgilidir. Daha çok tamlama şeklinde ve meslek, iş sorumlusu ifade etmektedir: “ocak ağa-sı(ları), ocak başçavuşu, ocak bazirgânı” örneklerinde olduğu gibi. Buradaki ocak, yeniçeri ocağı anlamındadır.
Türk toplumunda eski zamanlardan bu yana var olan ocak kültü, Alevilikteki ocak kavramıyla ilişkilidir. Ocağı kutsamak amacıyla kurbanların kesilmesi, adakların sunulması Anadolu uygarlıklarından bu yana var olmuştur. Onarlı’ya göre ocak kültünü daha da ileri bir üst düzeye getirerek dinî bir veçhe kazandıran Alevi toplumu; dinî önderleri dede ve baba evlerini “ocak” kabul edip kutsayarak İslami daire içine almışlardır. Binlerce yıllık tarihin derinliklerinden gelen bu inanç; “dede ocakları” şeklinde kurumlaşarak, 9. yüzyılda filizlenmeye başlamış ve 13. yüzyılda coğrafi olarak yaygınlaşarak Ocakzâde dede ve babanın adıyla anılan cemevi, tekke ve zaviye şekline dönüşmüştür. Dolayısıyla Alevilikteki ocak kavramının içerisine tekke, zaviye kavramlarını da almak gerekmektedir. Karakurt’a göre tekke, dervişlerin barındıkları, ibadet ve tören yaptıkları yerdir ve Türklerde ocak olarak da bilinir (Karakurt, 2011: 90). Bu bilgiden de hareketle ocak kavramının içeriğinin mekân boyutuyla da geliştiği görülür.
Pakalın’a göre ise ocak, Bektaşi tabirlerindendir. Bektaşi tekkelerinin meydan odalarında kıblenin olduğu yerdeki ocağın adıdır. Ocak bulunmayan meydanda köşenin biri ocak ittihaz edilir. Ocağın bir tarafında Seyyit Ali postu, öbür tarafında Horasan postu vardır (Pakalın, 1993: 710). Yeniçeri ocağı bünyesindeki birçok ritüel, sosyolojik boyutta yer almış ve ocak kelimesiyle edebî, tarihî karşılaşmalar yaşanmasını sağlamıştır.
Alevi inanç sisteminde ocak kelimesinin bir diğer karşılığı, sağaltım sağlanan yerdir. Şifa bulunan yerlere de ocak denir. Bu olgunun çağdaş yansıması Sağlık Ocağıdır. Fakat doğaüstü güçlerle bağlantılı olarak şu ocaklara rastlanır ve buralarda bazı rahatsızlık ve sıkıntılardan kurtulunabileceğine inanılır: Al Ocağı, Kül Ocağı, Uçuk Ocağı, Alaz Ocağı, Sarılık Ocağı, Arpağ Ocağı, Bağı Ocağı, Göz Ocağı, Alaca Ocağı, Kurşun Ocağı, İnme Ocağı, Kumru Ocağı, Karınca Ocağı, Siğil Ocağı, Kısır Ocağı, Mum Ocağı, Yel Ocağı, Kızıl Ocağı buna örnektir (Karakurt, 2001).
Bir tanıma göre herhangi bir hastalığı okumaya izinli ve bu izni babadan oğula devreden kişiler hakkında da ocak tabiri kullanılır (Tercüman,1982’den akt. Arslanoğlu, 2001). Şeyh Hasan’ın 1224 yılında yaptırdığı Büyük Ocak Tekkesi (Onarlı, 2000), hastalara şifa dağıtan ve şifa bulanların adaklarını yerine getirdikleri yer olarak bilinir.
Alevilikte ocağın bir diğer işlevi, sosyal sorumlulukları düzenlemektir. Bu görevi ise düşkün ocakları üstlenir. Alevi inanç yapılanmasında Hıdır Abdal Ocağı bu görevi üstlenmiştir. Suç işleyen talip, bu ocağa gönderilir ve uygun görülen süre boyunca kendine verilen işi yapar. Devamında talibin eğitimini tamamladığına ve cezasını çektiğine kanaat getirilirse talip, bağlı oluğu ocak dedesine geri gönderilir.
Alevi inanç sistemi içerisinde ocak kavramına yüklenen bir diğer anlam ise “ev, hane, yuva”dır. Menkıbeye göre Yunus, Hacı Bektaş Velî’den müsaade isterken, “Bire erenler, üç gündür beni mihman ettiniz. Artık buğdayımı verin de ben ocağıma döneyim (Arslanoğlu, 1999).” der. Alevi gülbenglerinde de “Dârların mamur olsun, muradın hasıl olsun, evin ocağın şen olsun” ifadeleri yer alır. Deyimler arasında yer alan “ocağı sönmek” ifadesinin kökeninde insan olan bir evde ateş söndürülmemesi inancı yer alır. Onarlı , bu durumu şu ifadelerle açıklar: Ateşin sönmesi istenmiyorsa ocağa tezek yerleşitirilerek, için için yanması sağlanır ve üstü külle örtülerek dinlendirilir, tekrar odun ocağa atılarak ateş çoğaltılır. Ocak kendiliğinden sönerse “hayra alamet” sayılmaz. Bir kimseye beddua edilecekse “Ocağın Sönsün” diye dua edilir (Onarlı, 2000). Ocağın sönmesi, Alevi ve Bektaşi inanç sisteminde sır etmek, uykuya varmak anlamında da kullanılır. Tüm bu ifadeler, ocağın mekânsal boyutta karşıladığı “ev, yuva” anlamlarını kanıtlar niteliktedir.
Gülçiçek , Anadolu ve Balkanlardaki Alevi Bektaşi dergâhları/tekkelerini ele alan çalışmasında “Tekkelerin o meşhur kara kazanları ocaktan hiç indirilmezdi; gelip geçenler (âyende ve revendeler) hazır bulunan Baba çorbasından muhakkak nasibini alırlardı.” ifadesini kullanmaktadır. Bu da tekkenin/ocağın “yuva” yahut “misafirhane” işlevini göstermekle birlikte “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer.” şeklindeki yerleşik atasözünün kaynağına da işaret etmektedir. Engin de Alevilikte ata/baba ocağı kurumundan bahsederken “Ata ocağı kavramı; dede ocağını kapsamamaktadır, tam olarak karşılamasa da kutsallık yüklenilen hane anlamındadır, bu anlamda dinî bir kurumdur (Engin, 1999).” diyerek ata ocağını dinî içerikten ayırmadan bir hane, ev, yuva olarak kabul eder.
Ocaklardan bir kısmı meslek erbabı ve bir mesleği babadan oğla devrederek yürüten oymaklardır. Bunlar içerisinde Tahtacılar, Demirciler, Kuyumcular, Keçeciler, Dericiler vb. önemli bir yer tutmaktadır (Yalçın ve Yılmaz, 2002). Alevi inanç sisteminde yer alan ocaklar, toplumsal bir yapılanmayı da böylece beraberinde getirmiştir. Genel kabul, ocak liderinin sahibinin yahut hane reisinin erkek olduğu yönünde olsa da Türk geleneği ve Alevi inanç sisteminde kadının ocakta/ailede asıl söz sahibi olduğu görülür. “Eski Türklerde kadın saygın bir statüye sahipti. Otağın asıl sahibi kadındı. Yolda yürürken kadın önden giderdi, aşa önce kadının el atması beklenirdi. Aile ocağı kutsaldı ve ailenin sürekliliğini koruyan Tanrısal bir gücün varlığına inanılırdı. Onun için her aile bu güç adına kurulmuş bir mabet niteliği taşımaktaydı.
Bu nedenle aile kutsaldı. Bu mabetteki ateşin sönmemesi, ocağı uyanık tutmak görev ve sorumluluğu kadına verilmişti (Temren,1999’dan akt. Arslanoğlu, 2001).” Aksüt’e göre, dede ocağı üyesi kadınlara Ana denir.
Alevi ocaklarına baktığımızda isimlendirmede Baba Mansur Ocağı, Celal Abbas Ocağı, Dede Garkın Ocağı, Derviş Cemal Ocağı, Garip Musa Ocağı, Güvenç Abdal Ocağı, Emirbeyliler Ocağı, Hıdır Abdal Ocağı, Seyyid Sabun Ocağı, Şeyh Delil Berhican Ocağı, Şeyh Hasan Ocağı, Şeyh Samut Ocağı, Üryan Hızır Ocağı, Yalıncık Abdal Ocağı gibi eril isimlerin hâkim olduğu düşünülse de , Anşa Bacılılar Ocağı, Kız Süreği Ocağı gibi dişil ocak isimleri, dil sosyolojisi bakımından iki cinse de yer veren bir katmanlaşmanın olduğunu göstermektedir.
Ocaklar yanmıyor pişmez aşımız
Acep ne olacak bizim işimiz
Hazret-i Hünkâr’a bağlı başımız
Garip gördüm bugün Hacı Bektaş’ı
(Fakir Edna, 2005)
DİL SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN “OCAK” KAVRAMI
Yrd. Doç. Dr.Kemalettin Deniz
Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü
*
Hellen-Hestia ya da Roma-Vesta kültü
Hellenler döneminde baba çocuğu kabul ederse evin ocağı/ateşi etrafında çocukla beraber tur atardı. Romalılar döneminde ise ata ruhlarının evin ocağı/ateşi etrafında dolaştığına inanılarak yiyecek ve içecek sunumu yapılarak korunmaları sağlanırdı. Gençkız evlilik töreninden önce tüm oyuncaklarını ateşe atarak ana tanrıçaya sunar ve kendi ailesini kurmasında ona yardımcı olması için dilekte bulunurdu. Hestia/Vesta tapınaklarının yapımından sonra , görevli rahibelerin ayinlerde ateşe/ocağa tahıllı tuz serpmeleri de bereketi simgeler. Tüm bunlar Türk Dünyası'ndaki ocağın-ateşin beslenmesiyle de örtüşür.
Bu yüzden, Aile-Ocak Tanrıçası Hestia/Vesta kültünün kökeni ATEŞ RUHUNUN İYESİ BAKİRE OD ANA'ya yani Türk Kültürüne dayanır. Ocak-ateş kültürünün Türk Dünyasında ve Alevi-Bektaşi Ocakları'nda HALA devam etmesi de bunun en belirgin kanıtıdır.
"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son OCAK"
SB.