Şehrin Azizi Saint Mark'ın sembolü olarak Venedik'te bulunan Pire Aslanı.
17.yy'da Venedikli Amiral Francesco Morosini tarafından Atina'nın Osmanlı İmparatorluğu'ndan alınmasıyla (IV.Mehmed dönemi) Atina'dan Venedik'e getirilmesiyle , Şehrin Azizi "Saint Mark"a ithafen Venedik Tersanesi'ne konulur. İtalyanlar tarafından "Aslan Kapısı" olarak adlandırılan Pire limanına , MS. 1. veya 2.yüzyılda getirildiği varsayılıyor. Beyaz mermerden yapılan aslanın boyu 3 metreyi buluyor.
Üzerindeki Runik yazıların Bizans İmparatorluğun'daki İskandinav askerleri tarafından yazıldığı biliniyor. ( Ayasofya'daki Runik harfler gibi). Yazıt 18.yy İsveçli diplomat Johan David Akerblad tarafından çözümlenir, tercümesi de 19.yy'ın ortalarında Carl Christian Rafn tarafından yapılır.
Rafn tarafından yapılan çözüm:
ASMUDR : HJU : RUNAR : ÞISAR : ÞAIR : ISKIR : AUK: ÞURLIFR : ÞURÞR : AUK : IVAR : AT : BON : HARADS : HAFA : ÞUAT : GRIKIAR : UF : HUGSAÞU : AUK : BANAÞU :
"Asmund cut these runes with Asgeir and Thorleif, Thord and Ivar, at the request of Harold the Tall, though the Greeks considered about and forbade it."
Sol:
HAKUN : VAN: ÞIR : ULFR : AUK : ASMUDR : AUK : AURN : HAFN : ÞESA : ÞIR : MEN : LAGÞU : A : UK : HARADR : HAFI : UF IABUTA : UPRARSTAR : VEGNA : GRIKIAÞIÞS : VARÞ : DALKR : NAUÞUGR : I : FIARI : LAÞUM : EGIL : VAR : I : FARU : MIÞ : RAGNARR : TIL : RUMANIU . . . . AUK : ARMENIU :
"Hakon with Ulf and Asmund and Örn conquered this port. These men and Harold Hafi imposed a heavy fine on account of the revolt of the Greek people. Dalk is detained captive in far lands. Egil is gone on an expedition with Ragnar into Romania and Armenia."
Öbür yandan, İsveçli dilbilimci, Runolog Erik Brate'nin 1914 yılında yapmış olduğu çeviriyi daha çok başarılı buluyorlar.
hiuku þir hilfninks milum hna en i hafn þesi þir min eoku runar at haursa bunta kuþan a uah riþu suiar þita linu fur raþum kul uan farin - tri(n)kiar ristu runar [a rikan strin]k hiuku þair isk[il-] [þu]rlifr - litu auka ui[i þir a] roþrslanti b[yku] - a sun iuk runar þisar. ufr uk - li st[intu] a[t haursa] kul] uan farn
"They cut him down in the midst of his forces. But in the harbor the men cut runes by the sea in memory of Horsi, a good warrior. The Swedes set this on the lion. He went his way with good counsel, gold he won in his travels. The warriors cut runes, hewed them in an ornamental scroll. Æskell (Áskell) [and others] and ÞorlæifR (Þorleifr) had them well cut, they who lived in Roslagen. [N. N.] son of [N. N.] cut these runes. UlfR (Úlfr) and [N. N.] colored them in memory of Horsi. He won gold in his travels."
Hakon Türkçedir !
Haakon Haakonssons Saga
Hakon, Hakun, Haquon or Hakan is Turkish of etymology; a title, used by the rulers of the Turkish States.
Today used as male name "Hakan", among Turks and Scandinavians.
SB
Haakon Haakonssons Saga
Hakon, Hakun, Haquon or Hakan is Turkish of etymology; a title, used by the rulers of the Turkish States.
Today used as male name "Hakan", among Turks and Scandinavians.
SB
Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları, (1683-1699) Osmanlıların II. Viyana Kuşatması'nda başarısızlığa uğramasından cesaret alan bir grup Avrupa ülkesinin Kutsal İttifak adı altında birleşip Osmanlılara karşı giriştikleri ve bu ülkelerin Macaristan ile Dalmaçya'da hâkimiyet kurup, Balkanlar'daki Osmanlı hâkimiyetine büyük darbe vurmaları ile sonuçlanmış bir takım savaşlar dizisidir. Osmanlı tarihinde Felaket Seneleri olarak da geçer. Yabancı kaynaklarda ise genelde Büyük Türk Savaşları olarak bahsedilir.
“Parthenon'u Türkler yıktı” yalanından vazgeçmiyorlar
Yunanistan kapı komşumuz. Dünya döndükçe komşuluğumuz da sürecek. İlişkilerimiz, birçok soruna rağmen devam ediyor. Turizm sektörünün 2 ülke halkı arasındaki ilişkilere yaptığı katkı ise yadsınamaz derecede büyüktür.
Bodrum'un hemen karşıdaki İstanköy (Kos), Datça'nın komşusu Sömbeki (Simi), Kaş'a birkaç kulaç mesafedeki Kızılhisar (Meis), Ayvalık'ın dibindeki Midilli, karşılıklı ziyaretlerde en çok öne çıkan isimlerdir. Yakın adalardaki Yunan komşularımız, Türkiye kıyılarındaki ilçelerde kurulan pazarlara her hafta gelerek, alışveriş yaparlar. Bazı Yunan esnaflar da, bizim pazarlardan aldıklarını, adalara gelen turistlere, kendi ürünleriymiş gibi satarlar.
Simi'ye ya da Meis'e her gittiğimde, bana bizim malları satmaya çalışan tanıdık Yunanlara, kaç kez “Tereciye tere satmayın” dediğimi unuttum. Gerçek şu ki, alan memnun, veren memnun durumunu sonuna kadar yaşıyoruz.
Paris'teki üniversite öğrenciliğim ve çalışma yaşamım boyunca çok sayıda Yunan tanıdım. İyi arkadaşlar edindim. Büyük bir bölümü sanatçı, öğrenci, akademisyen ve politikacı olan Yunanların beni en çok şaşırtan hem de üzen yanı, Türkler hakkında sahip oldukları yanlış bilgilerdi.
Ortak değerler arayarak asgari müştereklerde buluşma çabama mutfakları alet etmeye çalışırdım. İmam Bayıldı, Dolma, Sarma, Cacık, Baklava gibi yemek adlarını saymaya başladığımda, onlar da Türkçe olarak aynı adları, I harflerinin üstüne nokta, bazı kelimelerinde sonuna S ekleyerek tekrarlar, ardından da, bunlar Yunan yemekleridir diyerek kestirip atarlardı. Ben Türk Kahvesi derdim, onlar “Ohirepedimu” yani “Hayır olamaz, Grek Kahve” diye tepki gösterirdi.
O dönemde Paris'te, döner satılan büfelerin, restoranların çoğunun sahibi Yunandı. Menülerinde ve camlarında “Grek Spesyalitesi Doner Kebap” yazardı. Yunancada, “Döner” diye bir kelime var mı diye sorar, bunun Türkiye'ye ait bir kebap olduğunda ısrar ederdim, ama dinleyen çıkmazdı. Ne yazık ki, Türkler de bu tür işletmeler açmaya başladığında, döner için “Grek Sandviçi” adını kullandılar.
Bazılarına gidip, “Kardeşim döner, ne zamandan beri Grek Sandviçi oldu” diye sorduğumda, aldığım yanıt evlere şenlik türdendi; “Grek diyince Avrupalılara sempatik geliyor, hemen alıyorlar. Türk desek ilgi göremeyebilir..”
Mutfaktan çıkıp ana konuya gelelim.
Aman dikkat, anlattıklarımdan, Yunanların topyekûn Türklere düşman olduğu sonucu çıkarılmasın. Derdim, tarihten gelen önyargıların etkisindeki komşularımızın yanlışlarını göstermek, bunların gerçekmiş gibi Yunanistan'daki turistlere de anlatıldığına dikkat çekmektir. Ayrıca Atina'nın önde gelen ailelerinden birinin küçük kızı Anastasia ile evlenmenin eşiğinden dönen bendenizde ne Yunan'a ne de bir başka halka düşmanlık söz konusu olamaz.
Atina'ya ilk gittiğimde, Anastasia'nın ailesi beni gezdirmek istedi.
Paris'te rehberlik yapan biri olarak, kendi başıma gezmeyi, keşfetmeyi tercih edeceğimi söyledim. Anlayışla karşıladılar.
Daha önce Paris'te tanıştığım ve Atina yakınlarındaki önemli bir ilçenin belediye başkanı olan Donnakis'in, “Yunanistan'ı işgal ettiğiniz dönemde, Akropol'dekiParthenon'un giriş kapısını ve on dört sütununu yıkmıştınız. Ayrıca ünlü Atena heykelini de parçalamıştınız” şeklindeki iddiası zihnimde tazeliğini koruyordu.
Atina'yı dolaşırken de, kaçınılmaz durağım olan Akropol'e geldiğimde, turist gruplarını gezdiren Yunan rehberlere kulak kabarttım. Rehberler, Parthenon'un tarihini anlatırken, Türklerin verdiği zararın altını çizerek, “Vandallar, top atışlarıyla bu yapının sütunlarını yıktılar. Atena heykelini de parçaladılar” diyordu.
Belediye Başkanı Donnakis'ten bu iddiayı ilk kez duyduğumda, “Parthenon'a bu kadar zarar verdiysek, neden hepsini yıkmamışız” sorusuna uzun süre yanıt aradım.
Ulaştığım tarihi belgelerdeki bilgilerin, anlatılanlarla örtüşmediğini gördüğümde rahatlamıştım.
Olayın özeti şöyleydi; Venedikliler, 1685 yılında, Osmanlı hâkimiyetindeki Yunanistan'a bir sefer düzenlemişti. Yetmiş yaşındaki Dük FrancescoMorosimi komutasında Mora Yarımadası'na çıkan ve Türklerle uzun sürecek bir savaşa tutuşan Venedik ordusu, 1687 yılında Korint Boğazı'nı aştıktan sonra, hem karadan hem de denizden Pire'ye ulaşır.
Akropol yakınlarında direnen Türk askerlerini on gün süreyle aralıksız top ateşine tutan Venediklilerin gönderdiği güllelerinden birinin cephaneliğe isabet etmesi sonucu meydana gelen büyük patlama, Partenon'un giriş kapısı ile on dört sütunu yerle bir eder.
Birkaç gün sonra da, Dük Morosimi, askerlerine Parthenon'un batı cephesinde bulunan Tanrıça Atena heykelinin sökülmesi emrini verir. Dük'ün Venedik'teki evinin girişine yerleştirmek amacıyla sökülen Atena heykeli düşürülür ve parçalanır.
İşin aslı budur. Ama kendilerini Avrupa uygarlığının yaratıcısı olarak pazarlayan Yunan komşularımıza gerçekleri kabul ettirmek imkânsızdır.
GÜRBÜZ EVREN
_____________
The Demolition of Parthenon
The Demolition of Parthenon
"..What has left indelible damage and major losses is the bombardment of the Parthenon by the VENETIANS under general FRANCESCO MOROSİNİ on September 26,1687. Serving as the Turks's gunpowder magazine, the Parthenon exploded when hit, sending the marble roof, most of the cella walls, columns from the north and south peristyles, and carved metopes and frieze blocks flying, crashing to the ground and smashed to smithereens.
As if that wasn't enough damage (not to mention the loss of human life) Morosini proceeded to loot the building of some of its larger sculptures - yet more horses for Venice - but his faulty trackle snapped, dropping an over life size Poseidon and the horses of Athena's chariot from the west pediment to the rock of the Acropolis forty feet below. Fortunately for art historians thirteen years earlier (1674) Jacques Carrey, an artist in the entourage of a French embassy sent to Athens By Louis XIV, made drawnigs of the pedimental scultures, the south metopes, and over half of the frieze.
What Morosini did not manage to take, Lord Elgin's agents stripped in 1801 to 1805. Keen to find antiques to decorate his new house in Scotland, Elgin used his ambassadorial position to obtain a firman from the sultan allowing his agents to take "some pieces" from the Acropolis.
In addition to the fifteen well-preserved metopes from the south side and all but two of the remaining pedimental figures, he removed sixty-seven frieze blocks, the back halves of which were sawed off for ease in transport. In spite of this, the central east-and most important- frieze slab broke in two during loading.
In light such depredations it is a wonder that any decoration survives on the Parthenon at all. Occasionally the survival of a sculpture is due to an erroneous identification. On example is the last metope on the north side where the two well-preserved drapped woman might have been read in Christian times as the angel Gabriel with the Virgin Mary and so were spared. Another is the seated group of an embracing man and girl in the west pediment, which was identified as the Roman emperor Hadrian with his wife Sabina and so was left in situ by Elgin's agents.
Some fragments of sculpture became buried on the Acropolis after the explosion to be dicovered when Greek excavations began in the 1830s; others were embedded into the fortification walls and are still coming to light today..."
The Parthenon: From Antiquity to the Present
by Jenifer Neils - book
Thus ; The Ottomans did not make the demolition but the Venetians did. Yes, the marbles are allowed by the Ottomans to take by Elgin, but the "west" took also from Anatolia...... So you can not accuse the Turks with the demolition of the Parthenon. SB.