21 Şubat 2015 Cumartesi

DAĞLI İSKİT TÜRKLERİ ARİMASPİLER









Mit, örf ve âdetlerin karşılaştırılması da Sümer meselesinde bize zengin bir bilgi verir.Sümerlerin asıl vatanlarını tespit etmek için Türk kavimlerinin oluşmaları, çoğalmaları ve büyük göçleri hakkındaki mitlerine müracaat etmek zorundayız.

Şunu hatırlatmak gerekir ki, Sümer devleti Yeni Neolit devrinde, Mezopotamya’da kurulmuştur. Sümerler, evvelâ, üzerine kamış örtülü kulübelerde ve yer altı evlerinde yaşadılar. Bu hayat tarzları ve muhafaza ettikleri gelenekler Sümerlerin dağlı halk olduğunu gösterir. Sümerlerin aslının dağlı oldukları konusunda, âlimlerin aynı fikirde olmaları ilginçtir. Sümerler göç ettikten sonra bakırdan eşya yapmaya başlarlar ki, bu zanaat medeniyettarihinde büyük bir inkılâp idi.

Bakırcılık ve demircilik, Türklerin temel zanaatıdır.

Buna bağlı olarak Türk kavminin ilk mesleklerinden biri de “demircilik” olmuştur. Demircilikle ilgili mitler başka milletlerde de vardır.

Türklerde en yaygın olanı“Ergenekon” destanındaki mitlerdir. Bu destandaki hikâyeye göre Türkler düşmanlarına yenilir. Yapılan savaşta Elhan'ın oğlu Kıyan ve Noguz’un aile üyelerinin hepsi ölür. Kıyan ve Noğuz mal ve mülklerini, ailelerini yanlarına alarak kaçarlar. Büyük zorluklar çektikten sonra, Tanrının merhametiyle dağların arasındaki cennet gibi bir mekâna gelip yerleşirler. Etrafı dağlarla kuşatılan bu yere bir tek kişinin ve düşmanın gelmesi hiç de mümkün değildir. Bu yer cennet kadar güzeldir. Ergenekon yeri, suyu, havası ve bol nimetleriyle şahane bir yerdir. Bu iki aile burada yaşamaya başlarlar. Bunlar, burada ziraat, bağcılık, bostancılık ve demircilikle meşgul olurlar. Burasını mamur bir yurda çevirirler. Onlar burada 400 yıl yaşarlar.

Kavim cennet kadar güzel olan bu yurda sığmayacak kadar çoğalırlar. O zaman kurultay yaparak kendi yurtlarını genişletmek isterler. Etrafı aşılmaz sarp kayalarla çevrili olan Ergenekon'dan çıkmak hiç de kolay değildir. İçlerinden bir demirci ustası bu kayaları büyük bir maharetle eritip geçit açar.Yol açıp Ergenekon'dan yeni dünyaya çıktıkları güne atfen (3) her yıl ilkbaharın ilk gününde, Türk hakanları şölen yaparlardı.

Onlar çekiçle örste demir döverek Ergenekon'dan çıkışı sembolize ederlerdi. Sonra bu kutlamalarda büyük toy verilirdi. Divanü Lûgati't-Türk'ün 1. cildinde şu bilgi vardır:

Kırgız, Yabom, Kıpçak ve başka kavimlerin halkı yemin veya anlaşma merasimlerinde demiri ululamak için kılıcı çıkarıp, gözlerini kapatarak öne doğru yürür ve “Gök girsin, kızıl çıksın.” (Yani sözümde durmazsam, kılıç kanıma bulansın, demir senden öç alsın.) derlerdi (Epos).

Çünkü onlar demiri kutsal sayarlardı. Altay Türklerinin tanrısı Erlik Han’ın sarayının damı da kılıcı da kalkanı da demirdendir. Demirle, Şaman kavramları buradan çıkmıştır. (Şaman, kavmin yol göstericisi, ilâhîyatçısı, onlara yardım edicidir.) Anlaşıldığı gibi Altaylarda da demir mukaddestir. Türkler kayayı eritip, yeni dünyalara yol açarlar ve çeşitli yerlere doğru giderek, tıpkı Ergenekon gibi cennet yurtlar aramaya koyulurlar.

“Demirci” lâkabı,Türklere işte bu efsaneden kalmış olabilir. Kaynakların ve yadigârların gösterdiği cennet gibi mekân Altay'da dağlar arasında bulunmuştur. Destanda bu ahali mert,marifetli, hüner sahibi, varlıklı ve cesurdur. Yurtları ise müreffehtir. Destanda, düşmandan gizlenerek tılsımlı yurda gidip, orada kalma konusundaki anlayışın kökleri çok eskiye dayanmaktadır.

Türklerin kozmogonik görüşlerine göre insanlar, Tanrılara dağlar üstünde rastlamış ve onlara tapmışlardır. Tanrıya gökyüzüne, dağlara ve tepelerin üstüne çıkılarak ulaşılır diye inanıyorlardı.
Eski Yunan kaynaklarında da doğuda; mutlu,güzel, müreffeh Giperlera halkının yaşadığı hakkında kayıtlara rastlanır (Kaşgarlı,1991).

Milâttan önce VII. yüzyılda doğuya seyahat eden Yunan Aristey'in hatıralarında da bunun gibi bilgilere rastlanır (Änoxin). Aristey, bu seyahatini destan olarak anlatmıştır. Bu destan, Türklerin yurdu hakkındaki en eski yazma kaynaklardan biridir.

Aristey, “Arimaspeya” destanındaki Arimasplar için "Onlar, sıradan insanlar değil, ilâhî güç ve kuvvete sahip halktırlar." der. Destanda bu halk, demirciliği, büyücülüğü, aleve hâkim olmayı bilir. Yurtları cennet gibidir ve insanları tek gözlüdür.

Kaynaklarda tekgözlüler hakkındaki mitlerin tarihî esasa dayandığı yazılmıştır (Sülåymånovä, 1991).Özellikle Türk kavimleri, başlarına demirden miğfer giymişlerdir. Bunu yanlış yorumlayan Yunanlılara Arimasplar, bir gözlü devler şeklinde tecessüm etmişti.

Umumî olarak Aristey'in doğu hakkındaki destanı, Yunan edebiyatına büyük bir ölçüde nüfuz etmiştir. Orada Arimaspların sihirli güce sahip olduklarından bahseder. Cennet gibi yurt hakkındaki bu kaynak, demirciliğin ve medeniyetin vatanının Orta Asya ve Altay etrafındaki yerler olduğunu belgelemektedir.

Kuzeyde bulunan "cennet gibi yurt" hakkındaki rivayetlere Çin kaynaklarında da rastlanır. Eski Çin mitlerinde; "kuzeybatıda çok zengin, müreffeh ve güçlü İmu memleketi vardır" denir. İmu, tıpkı Aristey'in tasvir ettiği gibi tek gözlüler memleketidir.

Bunun dışında Hint mitlerinde de kuzeydeki tekgözlü insanlar hakkında bilgiler vardır. Demek ki tek gözlü insanların memleketi gerçektir. Buradaki halk demirden miğfer giydikleri için böyle tasvir edilmişlerdir.Bahsedilen bu halk Baktriya ve Hindistan'ın kuzeyinde, Çin'in kuzeybatısında, Yunanistan'da ve Uzakdoğu'da yaşamıştır.

Haritaya bakarsak bunun Orta Asya, Sibirya ve Altay ülkeleri olduklarını görürüz. "Cennet gibi yurdun" aynen bu sınırda olduğuna Yunan, Çin ve Hint kaynakları şahitlik eder.

Bunun dışında, dağ arasındaki tılsımlı yurt anlayışı Özbek sözlü edebiyatında da muhafaza edilmiştir. Özellikle, Malike-i Ayar(Ayar, “kurmay” demektir.) destanı tılsımlı ve güçlü Türkistan hakkındadır.
Avaz,Malike-i Ayar'ı (kurmayı) bu memleketten kaçırarak gelir. (4) Türkistan'da destan kahramanları altından, metalden arslan yaparlar. Bu bölüm, Türklerin demircilikle eskiden beri uğraştığını teyit eder.

Sibirya Türklerinin etnografisini araştıran V.Radlof’un yazdığına göre, Altay ve Sayan dağları altın ve bakır yönünden zengindir. Buna göre söyleyebiliriz ki; bu yerin eski ahalisi bakır ve altın gibi çeşitli metalleri kendileri kazarak çıkarmış, bunlardan çeşitli eşyalar yapmışlardır (Pyankov, 1978).

Radloff, Altayların 180 türde bronz eşyanın yanında, küpe, yüzük, boncuk yaptıklarınıda söyler. Keza Altayların eski mezarlarında da metal, altın, bakır, gümüş, bronze şyaları bulunmuştur. Milâttan önce 3000 yılının başıyla ilgili kazıda Malike Şubad’ın mezarında çok ince ve sanatkârane işlenen mücevherler ve metal eşyalar bulunmuştur (Arxialogiçeskix, 1961). Altaylar ve Sümerlerin gümüş bir masa üstünde, mezara demir eşyalar koyma âdetleri aynıdır. Bazı âlimler bu benzerliğe dayanarak, eskiden bu halkların dininin aynı olduğu fikrindedirler.

Rus âlimi I. Ragozine, çok içtenlikle elindeki Sümer ve Türk kaynaklarına dayanarak şöyle der: Bunlar topraktan yararlanmayı, madenciliği, demiri işlemeyi bu yere getirdiler. Ayrıca onlar bataklık yerleri kurutup kanallar kazarak buraları verimli hâle getirdiler. Taşlardan ve tuğladan evler yaptılar.

Bu tip evleri ilk yapanlar Sümerlerdir. Akad yani “dağ”, “kaya”kelimeleri bile bu halkın dağlı yurtlardan geldiğini belirtmektedir. Asıl vatanları olan Dicle ve Fırat ırmaklarının kuzeydoğusunda yerleşerek, kendilerini Elâm diye adlandırmalarına rağmen onların esasen eski Türk kavmine mensup oldukları gerçeğe daha yakındır. Sibirya'daki Altay (dolayısıyla Ural) sıradağlarının eskiden demir madeni/ocağı olduğu bilinir. Bu ülkede Turan kavimlerinin yaşadığı, sonra güneye ve kuzeye doğru dağıldıkları, ayrıca onların bir kısmının orada da göçebe hayat sürdürdükleri dikkate alınırsa, Sümer ve Akadların ilk önce bu ülkede yaşadıklarını anlamak da kolay olur. Ural-Altay halklarının sözlü kaynakları ve yadigârları da bunu teyit eder.

Castren, inceleme ve araştırma sonuçlarına göre, onların (Sümerlerin) dünya yaratıldığından ve büyük felâketlerden beri, (yeryüzünü suların basması kastediliyor.) bu güne kadar dedeleri, babaları Altay'ın derya ve ırmaklarından su içerdi. Onların tılsımlı vadide (cennet gibi yurt) yaşadıklarını göstermek için güzel efsaneyi örnek olarak verir.

Efsaneye göre bu vadi, dört taraftan geçilemez kayalarla çevrilidir. Onların ecdatları nice yüzyıllar bu vadide yaşadılar. Neticede vadiden çıkıp gitme, onu genişletme yolunu aramışlar, ama bulamamışlardır. O zaman kavmin nalcılarından biri kayayı inceler bakar, onun baştan sona demir olduğunu tespit eder. Onun teklifiyle büyük bir ateş yakarlar, çekiçlerle kayayı eritirler. Böylece aşılmaz kayadan kendilerine yol açarlar. Bu efsane, demiri işlemenin sarı kavmin temel uğraşı, işi olduğu hakkındaki görüşleri tasdik eder.

Sümer ve Akadlar da bu konuda mahirdirler. Keza, bu onların mezarlarında bulunan altın ve sanatkârane bir şekilde demirden yapılmış eşyalarda da görülür (Ayår, 1998).

E. Ragozina'nın örnek olarak verdiği efsane daha önce bahsedilen efsanenin aynısıdır.Aslında demirciliğin keşfedilmesi ve işlenmesi medeniyetin başlangıcıdır. Altay ve Ural sıra dağları arasında yaşayan Türk kavimlerinin kendilerine yurt arayarak, dağ sıralarını aşıp Kafkasya’yla Mezopotamya'ya gelmesi ve oradan da dünya uygarlığını başlatması hakikattir.


Doç.Dr. Cabbar IŞANKULU
Aktaran: V. Savaş YELOK
Özbek Türkçesinden aktarılan bu makalede Türk dili ile Sümer dili arasındaki ilişkiden yola çıkılmıştır.Yazar sadece ortak kelimeleri değil Türk boylarının destanları ile Sümer destanları arasından benzerlikleri esas alarak, Sümerler ile Türkler arasındaki akrabalığı tespite farklı bir yönden yaklaşmıştır.
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 22, Sayı 3 (2002)

3) Bugüne Murat Uraz 9 Mart diyor. Anlaşılan o, ay ve güneş yıllarına göre hesaplama yaparken yanılmıştır. Çoğuna göre bugün 19-21 Marta tekabül eder. Yani yeni gün önceden 21 Mart, yani Nevruz günü sayıla gelmiştir. 
4) Age., s. 16








Arimaspiler, Dağlı Altaylı İskitler


İlk antik Yunan kaynaklarına göre bizim merak ettiğimiz topraklarda İssedonlar, bir gözlü Arimaspiler, ve "Altını Muhafaza Eden Akbabalar" yaşıyordu.

İlmi araştırmalara dayalı olarak Arimaspilerin Doğu Kazakistan'da oturan göçebeler olduğu bilinmektedir, efsanevi "Altını Muhafaza Eden Akbabalar" ise dağlı Altay İskitleridir. Eski zamanlarda Dağlı Altay'da altın çok miktarlarda çıkarılmıştır.

Antik Yunan kaynaklarındaki Arimaspiler ilmi araştırmalara göre,Tarbagatay dağlarına bitişik olan topraklarda, İrtiş nehrinin kaynak cihetinde, Zaysan gölünde ve onun doğu tarafındaki bölgede meskundurlar. Arimaspi ıstılahında eski Türkçe’deki “arima”s kelimesinin eski yapısını ya da devingenli şeklini görebiliriz. Arimas eski Türkçe “arim” (ayrım, ayırma) kelimesi ve “az(as)” etnik isminden oluşabilir, yani arim-az(as), arimas-“diğer, öbür, farklı ayrı olan Azlar” manasındadır.

Bu göçebelerin etnik isimlerinin arimas olabileceği tarihi haberler ile ispatlanabilir. Antik yazar Strabon’un haberlerine göre Büyük İskender, Maveraünnehir’de bir dağı ele geçirmiştir. Onun adı “Oks (Okus) veya Arimaz” kayası diye zikredilir . Kvint Kurtsiy Ruf’un verdiği habere göre: Bu dağ Arimaz’ın elindedir. Arimaz, orada 30.000 asker ile oturmuştur. Bize göre, Arimaz bu komutanın ismi değil, o kabilenin adıdır. Eski Türk adetine göre, her boyun üyesi o boyun ya da oymağın etnik ismiyle adlandırılırdı bunun içinde “Arimaz” etnik isim şeklinde kullanılmış olabilir. Arimaspiler, hem arkeolojik hem de antropolojik açıdan Pazırık kültürüne mensup olan göçebelerdir ve Dağlı Altay İskitleri ile aslen aynı köktendir.

Etimolojik araştırmalara göre İskitlerin gerçek etnik adı Az (as) ıstılahından ve diğer eski Türk unsurlarından teşkil edilmiştir.


Dr. Kılıç OSMANOV
Kırgız Devlet Pedegoji Üniversitesi, Şarkiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. 
Kırgız Türkçesi’nden Aktaran-İlmî Redaktör: Dr. Mustafa KALKAN










"TÜRKLER, GÜNEŞİN DOĞDUĞU YERDEN BATTIĞI YERE KADAR HAKİMDİRLER" ve "CARTHASİS"



Kaynaklarda "İskit kralının kardeşi Carthasis" diye kullanılan "CARTHASİS" ismi, aslında "KARDEŞİ" kelimesinin ta kendisidir.

Mispronunciation of Kardashi (Kardeşi / Brother) , mislead everyone, and they used as a person's name in books : Carthasis....

Yanlış kullanım sonucu kaynaklarda:

1 - ) "They were led by Carthasis, brother to the Scythian king..."
- "İskit kralının kardeşi Carthasis tarafından...."
The Macedonian Empire: The Era of Warfare Under Philip II and Alexander the ...: James R. Ashley

2 -) "... whose name was Carthasis..."
- " ..adı Carthasis olan..."
The History of Alexander : Quintus Curtius Rufus

3- Quintus Curtius'un İskender kitabının 36.sayfasında da aynı ifade vardır." İskit kralı kardeşi Carlofis ..." ( eski bir baskı; s yerine f kullanıyorlardı, yani Carthasis) 
"

The king of those Scythians whose empire lies beyond the Tanais, lookin on the new built town as a yoke the Macedonians had put about their neeks, sent his borther Carlosis with a great body of horse...."

Büyük İskender , İskit kralı ve Kardeşi

Almanca kaynak: Die Türken und das Osmanische Reich-Eugen Oberhummer book:



 * * *


Quintus Curtius 'in " İskender " kitabında :

İskender Makedonya'dan çıktıktan sonra 328 lerde Semerkant civarında bir yere gelir ve Sakaların komutanı kendisini karşılar. Komutan kendisine şöyle der ;

'' Buraya dost olarak geldiyseniz mesele yok, sizi ağırlamaktan şeref duyarız. Yok düşman olarak geldiyseniz , unutmayın ki biz sizinle Tuna'da hemhududuz."

İskitler ,Sakalar veya Divan-ı Lügati Türk'te, İskender'in karşılaştığı Chou'lar , hepsi aynı millet . Buradan da şuraya varıyoruz, demek ki M.Ö.7 .yy'da Zeki Veli Togan'ın dediği gibi Macaristan ovalarından Çin sınırına kadar uzanan yekpare bir Türk İmparatorluğu var.

Prof.Dr.Dursun Yıldırım
Hacettepe Üniv.Öğr.Üyesi
Türk Kültürünü Araştırma Ens.Başkanı




Scythians in the east are called Saka:
on the border nearby Samarkand, Alexander the Great meet the Saka King:

"Besides, you have no occasion for friends, of whose benevolence you doubt. Now in us you will have incorrubtible guardians both of Asia and Europe : there is only the Tanais between us and Bactria , and beyond the Tanais, we extend our selves as far as Thrace, and Thrace is said to border upon Macedonia. Thus, you see we are your neighbours in both your empires, consider therefore, whether you will have us for your friends, or your enemies."


*Quintus Curtius - His History of the Wars of Alexander, vol 2 (1714) 
Translated by John Digby, book:



" In the 7th c BC, there was a Turkish Empire, with different names, from China to the Hungary plateau..."



//Scythians and Saka speaks Turkish.
//Scythians and Saka are the Turks.


ALL TURKISH PEOPLES, UIGHURS, KÖK-TURKS,OTTOMAN TURKS, BELONG TO THAT CENTRAL GROUP OF EURASIAN HUMANITY WHICH WE ARE CALLING "SCYHTIAN": link








"Not a single Greek, Latin (Roman), Byzantine, Arab, or Persian author ever claimed that the Scythians spoke Persian (Iranian) language, although many of these writers have stressed the finest details of their everyday life, culture, beliefs, customs, and habits.


Especially important is the fact that Herodotus, whose information is routinely used by the Scythologists, was a native of the Asia Minor city of Halicarnassus, in one of the ancient Persian satrapies, he could not fail to distinguish the Persian (Iranian) vernaculars from the others, especially since he visited Persia and not once met Iranians outside of Persia.

However, Herodotus never says anywhere that the language of the Scythians was Persian or Persian-like. He writes that the Scythians and Sauromates are related tribes, close in way of life and language, but cites very little information on their language, but even that limited information, as we shall see below, confirms the paradigm about the Türkic-linguality of the Scythians."


Scythians, Balkars, and Ossetians
K.Laipanov, I.Miziev

Origin of the Türkic peoples





















HANGİ MEDENİYET?


____________________
____________________