Moğolistan’in Klasik Türk Dönemi-2 (Göktürk) kültürü ile Klasik Türk Dönemi-1 (Taştık) kültürü arasında doğal olarak ortak pek çok uygulama tespit edilmiştir. Taştık kültürü ile aynı alanın daha erken Tagar, Karasuk hatta Okunyev kültürü arasında da ilginç bağlantılar kurmamız mümkün olmuştur. Bu bağlantılar da gene arkeolojik, antropolojik belgeler ve ölü gömme adetleri üzerindendir.
Yeni Bir Türk Tarih Tezi Olarak Türk-Altay Kuramı: Ana Hatlar
Semih GÜNERİ
Göktürk/Tujue-Taştık/ Dingling Kültürel İlişkiler
Güney Sibirya Kırgızlarının Türklüğünü Çin kaynaklarından anlıyoruz. (87) Taştık Türk kurganlarında bulunan kayın ağacı kabuğu içlerine runik yazıyla yazılmış tek kelimelik Türkçe yazıtların varlığına her fırsatta değinirim. Bir kez de burada tekrarlıyorum. Bu belgeler maalesef bir türlü yayınlanmıyor, ama onların yayınlan-ma-ma-sı onları yok yapmaz. (88) En azından onların, o gün kazıları yürüten ve bugün (2018) Abakan Müzesi müdürü meslektaşım Andrey Gotlib ile birlikte ortak tanığı benim.
Minusinsk vadisinin Taştık Türk kültürü ölü gömme adetleri arasında kremasyon uygulamaları vardır. Aynı uygulamaları Orhun vadisinin Göktürklerinde de görüyoruz. (89) Bu ciddi ve önemli bir paralelliktir. Ölü gömme adetleri arasındaki benzerlikler diğer ortak maddi kültür unsurlarıyla birleşmesi halinde bizi doğrudan tek ortak etnik yapıya götürebilir. Göktürk (Moğolistan) insanının antropolojik özellikleri hakkında maalesef yeterli bilgiye sahip değiliz. Bu konudaki boşluğu Rusya Altaylarında yapılan Göktürk çağdaşı Klasik Türk Dönemi-2 kazılarından gelen materyalle doldurmak zorundayız. Ne ki bu kazılardan gelen antropolojik verilerin detaylı çalışmaları olmadığı gibi, mezarlardan çıkartılan iskeletlerin anatomik özellikleri hakkında en azından şimdilik yeterli bilgi sahibi olamıyoruz. Yapılan bazı rekonstrüksiyonlara ve plastik eserlerdeki tipik anatomik detaylara bakılırsa Göktürk insan tipi bizim T-AAF diye tanımladığımız tipi temsil etmektedir. Taştık Türk mezarlarında Kırgız insanının bire-bir baş modelini tasvir eden masklara ve aynı zamanda kafatası örneklerine sahibiz. (90) Masklardaki insan yüzü modelleri Kırgız insanının da bir önceki cümlede tanımladığımız anatomik özelliklere aynen uyduğunu gösteriyor. Aynı şeyleri MÖ 3. binin Okunyev halkları için de söyleyebileceğiz. (91)
Görünen o ki, sadece dilde değil, aradaki onca mesafeye ve iklim farklılığına rağmen, özellikle de ölü gömme adetlerindeki maddi kültürel ortak paylaşımlar, Göktürkleri arada hiçbir boşluk bırakmadan Güney Sibirya Kırgızlarına bağlamaktadır. Bu şu demektir: MS 2.–MS 8. yüzyıllar, başka bir ifade ile erken Dingling ile geç Tujue arasında uzanan yedi yüz yıllık kesintisiz kültür süreci.
Taştık-Tagar Kültürel İlişkiler
Taştık Türk arkeolojik kültürü ile ilgili bilgileri ağırlıklı olarak erken çalışmaların yürütüldüğü Minusinsk havzasında Oglakhty/Oglahtı kurganlarından gelen bir dizi ilginç malzemeden öğreniyoruz. Lena havzasından Baykal gölüne, Sayan taygalarına, Altaylar üzerinden Moğolistan içlerine uzanan geniş arazide yaşam alanı bulan Taştık Demir Çağı halklarının Türk etnik kimliğini Çin kaynakları da doğruluyor. (92) Taştık kurganlarının erken tarihi Oglahtı buluntuları ve Güney Sibirya’nın diğer yakın noktalarında hâlâ yapılmakta olan kazılarda elde edilen arkeolojik malzeme temelinde MS 2. yüzyıl olarak tanımlanmaktadır. (93) MS 7. yüzyıla kadar devam eden kültürün en ilginç buluntuları daha çok MS 3. ve 4. yüzyıl gömmelerine aittir.
Çin kaynaklarının verdiği bilgiye göre, Taştık Kırgızlarının bölgeye MÖ 3. yüzyıllarda intikal ettiği düşünülüyor. (94) Çin kaynaklarının Dingling hakkında ilk bilgileri kaydetmeye başladığı bu yüzyıllar aynı zamanda bu halkın Minusinsk vadisinde ilk ortaya çıktığı zaman dilimi olarak algılanıyor. Yorum şudur, “...Kırgız halkları Minusinsk vadisine bu tarihlerde geldi...” (95) Tamam da, bu geliş neredendi? Hemen ekleniyor, ‘...daha Güneydeki düzlüklerden...’ (96) Peki. Bir anlığına kabul edelim. Bu iddiayı hangi gerekçeye ya da belgeye dayandırıyoruz? Bir grup halk bir bölgeye göç etmiş de biz bu göçü açıklamaya çalışıyorsak göçerlerin kaynak topraklarını biliyor olmamız beklenir. Anlaşılan o ki sadece tahmin ediliyor. Burada iki ayrı ölümcül hatayı tespit etmemiz gerekiyor: 1) Kırgız halkını Güney Sibirya’nın otokton halklarından saymıyoruz. Gerekçesi Çin kaynaklarına ancak o tarihlerde yansıyor olmasıdır, 2) Kırgız halklarını hiç bilmediğimiz coğrafyalardan bir yerlere sürüklüyoruz. Elimizde kanıtlar yok. Sırf öyle düşünmek istiyoruz diye midir? Değilse ne diyedir?
Bizde de bu türde örnekler çok. “Kök Tengri’nin Çocukları” adlı kitabının 45. sayfasında yazarı Ahmet Taşağıl şöyle diyor:
‘…MÖ Yapılan Türk Göçleri: Anayurttan yani Andronovo bölgesinden ilk göç hareketi MÖ 1700’lü yıllarda Altay ve Tanrı Dağlarına olmuştu. Aynı tarihlerde Baykal gölü civarına bir göç hareketi daha olmuştu…’.
Göç deyip geçmeyelim. Arkeolojik araştırma yöntemlerinde ‘göç’ terminolojisi ciddi anlamlar içerir. Onu kullanana da sorumluluklar yükler. Öyle gelişi-güzel ve emin olunmadan ikinci, üçüncü kaynaktan aktarır gibi ya da bir başkası öyle dedi diye, bir yandan da onu içselleştirerek sanki kendimize aitmiş gibi o lafı kullanamayız. Altay ve Tanrı dağlarına göç oldu da ne oldu? O ki oldu. Sonuçları neydi? Eğer yazara ait değilse bunu kim neye dayanarak söyledi? Dikkat edelim. Her birkaç yılda bir eski bilgiler yerini yeni bilgilere, tespitlere veya önerilere bırakır. Çünkü her geçen yıl yeni arkeolojik kazılardan yeni belgeler gün yüzüne çıkartılıyor. Tarih yeni bulgularla her an değişiyor. Diğer yandan, elli yıllık yalan-yanlış (97) bilgilere yeni bir yayın içinde yer verirsek sorumluluk doğrudan bize ait olur. Bu yüzden ya literatür takip etmek gerekir ya da sadece uzman olduğumuz alanda dolaşmak. Ders notlarında geçer ya da geçmez. Bu, onu verenin sorumluluğudur. Ancak ciddi bir kurumdan çıkan yayında referanssız bu gibi ciddi konular, sanki son tanığı sizmişsiniz gibi, şöyle oldu, böyle oldu, gibi sınıfta ders anlatıyor gibi cümleler içinde sarf edilirse biri de bunu sorgular. Neye göre o göçler? Burada sorumlu olan yazardan başka bir de bu kitabı ‘rapor’ eden ‘raportör’dür.
Konu erken Türk tarihi ise onu denetlemek de çok daha fazla özen gerektirir. ‘Göç’ dediğimiz hadise örneğin MÖ 4. binlerin başında Altayların demografi sini alt üst etmiştir. Yerel kültürlerin içine sızarak neredeyse bin yıl kalmak suretiyle bölgesel kültürlerin tanımını içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Bunu arkeolojik belgeler üzerinden açıkça izliyoruz. Afanas’yev kültürünün hâlâ en tartışmalı kültür süreçlerinden biri olmasının nedeni bu bir çırpıda dile getirilen ‘göç’ hadisesinin yarattığı gelişme ve sonuçlardır. Şu da önemli: Altay Dağlarına Andronovo göçünü gösterecek arkeolojik kanıtlara şimdilik sahip değiliz. Çünkü Altay Dağlarında tek bir Andronovo yerleşme yeri ya da mezarı yoktur. Andronovo yayılımının Doğu sınırları Minusinsk havzasının sadece Kuzey kesimleridir. Burada, yerli yazarlara ait elli yıllık dolaylı bilgiler ve Altayların Batı yamaçlarındaki Andronovo kırıntıları yanıltıcı olmuştur diye düşünüyorum.
Kendisine Türksüzlüğün tarihi yazdırılan Peter Golden bile kitabında Andronovo kültürünün Altaylara yayılmadığı detayını atla-ma-mış-tır. (98). Bu bir. İkincisi, Andronovo kültürünü Türk yapacak somut kanıtlar en azından şimdilik yoktur. Var gibi gösteren kaynakların bütünü bu savı, bilimsel kanıtlara değil daha önce sarf edilmiş ve eskimiş yalan-yanlış bilgilere dayandırır. Türk akademiyasında kültürü Türk yapan kesimin kullandığı kaynak 50 yıl önceki bilgi ve teknoloji ortamında yazılan Rusça kazı raporlarının Bahaeddin Ögel’in Türkçeye çevrimlerinden ibaret metinlerdir, bildiğimiz ‘kazı raporları’nın Türkçeye çevrimleri olan bu tür ‘kaynaklar’ üzerine kurguladığı İslamiyet’ten Önceki Türk Kültür Tarihi adlı kitabındaki ileri sürüşlerden başka bir şey değildir.

Son 20 yıl içinde Avrasya’da yapılan yeni arkeolojik kazıların sonuçları bu tür kitaplarda yer alan konuyla ilgili bilgileri yalan-yanlış sayacak niteliktedir. Ayrıca Andronovo, bilinmeyeni çok bir kültürel süreçtir. Kültür, ana kaynakta (99) tek-tek çürüğe çıkartılan klasik Hint-Avrupacı kriterlerin neredeyse hiçbirine uymayan ölü gömme adetleri ve bir dizi arkeolojik, sosyokültürel özellikler yansıtır. Ama bu detaylara girmeden, son yapılan çalışmaların sonuçlarından haberdar olmadan Andronovo kültürünün Türklüğünü ilan etme lüksüne o kadar kolay sahip olunmaz. Bu arada Mario Alinei’in, içinde Andronovo kültürünün de bulunduğu bütün Güney Rusya Neolitik-Tunç Çağı kültürlerini Türklere bağlayan saçma-sapan hipotezini kimse önüme sürmesin. Kendisiyle halen haberleşiyoruz.
Bu ‘uçuk’ hipotezinin bilimsel bağlantılarını açıklamadıkça ki olduğunu zannetmiyorum, o hipotezin saçma-sapanlığı benim için geçerli olacaktır. Durum böyleyken sırf başkaları yapıyor diye hiçbir kanıtımız yokken bir kültürü oturduğumuz yerden Türk yapamayız. Yaparız. Bunu öğrencilerimiz alabilir. Ama akademik dünya kolayca almayacaktır. Özellikle de Altaylı Türk halklarının antropolojik özelliklerini bilmeden yola çıkarsak pek çok hata yaparız. Üstelik oturduğumuz yerden ve daha da önemlisi bir kazı bilimcisi olmadığınızdan hiç gerekmediği halde Altay Dağlarına Andronovo göçü tasarlamanız doğru olmaz. Türkiye üniversitelerinin tarih bölümlerinde İslamiyet öncesi dönemlere dair eskimiş ve geçersiz bilgileri hâlâ içeren kitap bölümleri, buna ilave olarak son yıllarda yazılan ama son gelişmelerden tamamen bîhaber, eski bilgileri tekrar eden kitapların ilgili bölümleri öğrenciye kaynak olarak gösterilemez. On iki yıl önce yazdığım makalede değinmiş olduğum gibi (100), bu durum Türkiye’de üniversitelerin İslam öncesi Türk tarihi programlarının hâlâ ciddi bir sorunudur.
Diğer taraftan bizim akademisyenlerimizin bu konudaki rahatlığı ve savurganlığı Asyalı ve Avrupalı akademisyenlerin sınır tanımayan ‘hayal gücü’ yanında sönük kalır. Örneğin, Taştık kültürüyle ilgili olarak, Çin kaynaklarına yansımamış olması o etnik unsurun daha önceki dönemlerde Sayan-Altay coğrafyasında var olmadığını göstermez. Bu çok sık yapılıyor. Bir de şu yapılıyor: Sanki Türkler MS 6. yüzyıllarda bölgede birden bire ortaya çıkmış gibi, “...Türkler Çin’in Kuzeyinden hareketle Moğolistan çöllerinin Kuzeyine intikal ettiler...” deniliyor. (101) Ünlü Sovyet tarihçi L.N. Gumilyov’un Drevniye Tyurki, Moskva, 1967 adlı kitabında ‘Vvedyeniye/ Giriş (s. 4 vd.) bölümünden itibaren Türk tarihine Çin ve Göktürk kaynaklarının aydınlığında başlaması gibi. Çünkü Çin kaynakları öyle işaret ediyor. Aslında Çin kaynaklarına yansımış bir kültürün orada ilk kez anıldığı zaman aralığında ortaya çıkmışlığını bir bakıma kabul edebiliriz. Düzenli tutulan yıllıklar düzenli bilgileri içerir. Ama şu da gerçek ki Çin yıllıkları da sınırlı bir zaman dilimine ışık tutar.
Örneğin erken Tagar ile ilgili kayıtlar o kaynaklarda yoktur. Bu durumda Çin kaynakları Dingling dediği bu halkların kendilerinin veya onlarla akraba olan toplulukların, boyların bölgedeki daha erken varlığından nasıl haberdar olabilecekti? Hangi etnik grubun nerede ilk kez ortaya çıktığını, nereden nereye hareket ettiğini, nece konuştuğunu Çin yıllıklarına bakarak tespit edecek değiliz. Çin yıllıklarına tesadüfen düşmemiş olsaydı Taştık Kırgızlarını yok mu sayacaktık? ‘Taştık’ diye tanımladığımız kurganlar gene olmayacak mıydı? O kurganlardaki masklar ve diğer bütün ölü gömme uygulamaları bizi Okunyev dönemine bir şekilde gene çıkarmayacak mıydı? Onca Taştık kurganından çıkan malzemenin bir ya da birkaç önceki yerli kültür birikimi ile arasındaki yakın etno-kültürel ilişkileri saptayabilmemiz elbette mümkün olacaktı. Tagar ve ondan önceki Karasuk ve diğerleri. Bunların hiçbirinin kayıtları Çin kaynaklarında yoktur. Buna rağmen Sayan-Altay’da kurulan kültürlerarası zincirin MÖ 6. binin Yenisey-Lena Neolitik kültürlerine nasıl bağlanabildiğini Türk-Altay Kuram’ı açıklıyor. (102)
Çin kaynaklarına tarihî metinlere sahip olmayan ulusların ihtiyacı olabilir. Ama Türklerin değil. Türklerin sahip olduğu bu tarihi metinler Türklerin erken tarihine açılan kilitli kapıların anahtarı niteliğindedir. Çin kaynakları Klasik Türk Dönemi tarihi metinlerindeki anlatılan hadiseleri doğrular. Detaylandırır. Katkıda bulunur. Yukarıda ve özellikle Taştık Kültürü bölümünde verilen ayrıntılı bilgilerden sonra, Kırgızların Sayan-Altay’ın otokton halklarından olmadığını, bu topraklara başka diyarlardan geldiğini savunabilmek öyle çok kolay değildir. Arkeolojik belgeler zaten Taştık Kültürü evresinde Altaylarda Türklerden başka bir etnik mevcudiyeti göstermiyor.
Pek çok Taştık kurganı, mezar odasını oluşturan ağaç kütükleri ile yapılan çerçeveler üzerine yükseltilmiştir. Ölülerin üzerleri avuç içi büyüklüklerinde ya da daha büyükçe, kıvrımları düzleştirilmiş kayın ağacı kabukları parçaları ile kat kat örtülmüştür. Kayın ağacı kabuğunun kurganlarda kullanılması geleneği aslında Tagar döneminde başlayan bir uygulamadır. Tagar ölü gömme adetleri arasında yer alan bu uygulamanın en güzel örneklerini biz Ulu Salbık kurganında görürüz. Piramidal kurganın yalıtımında, iç ve dış mekânlarda bu malzeme yoğun olarak kullanılmıştır. Kayın ağacı kabuklarının ölü gömme törenlerinde bu kadar yoğun biçimde kullanılıyor olması onun sadece mükemmel bir yalıtım malzemesi olmasından ötedir. Kayın ağacının Tagar ve onun devamı Taştık gibi Türk-Altay kültürlerinde kullanılmasının majik ya da farklı spiritüel anlamları olmalıdır. Sadece gömmelerin fizikî değil aynı zamanda spirütüel koruyuculuğuna da dikkat çekmemiz gerekiyor.
Hiç şüphe yok ki Tagar ve Taştık halkları kayın ağacı kabuğu parçalarının ölünün ruhunu da bir biçimde örtüyor, koruyor olduğuna inanıyorlardı. Özellikle de Ulu Salbık’ta dış ve iç mimarî tasarımda 10-15 kat kabuk yalıtım tabakası dikkat çekicidir. Taştık’ın sıradan kurganlarında bile gömmelerin kapatılması sırasında toprak tabakası öncesinde katmanlarca kayın ağacı kabuğu ile karşılaşmaktayız. Kayın ağacı kabuğunun her iki kültürde bir bakıma kutsanmış olması ve ölü gömme törenlerinde dikkate değer rol üstlenmiş gibi görünmesi, Tagar ve Taştık kültürlerini birbirine bağlayan önemli çıkış noktalarından biri sayılmalıdır.
Taştık halkı mezarlarına erkek ve kadın bireylerden oluşan, kimi zaman birey sayısı 200’e ulaşan çoklu gömmeler yapılmıştır. Ölülerin yüzleri, üzerleri boyanmış alçıdan masklarla kapatılmıştır. Bu uygulamanın aslında Tagar döneminde başladığını biliyoruz. (103) Mezarlarda insan kalıntıları dışında, günlük kullanımla ilgili olduğu anlaşılan deriden, ahşaptan ve madenden yapılmış çok sayıda eşya ile karşılaşılmıştır. (104) Geç dönem gömmelerin buluntuları arasında en ilgi çekici buluntu türü bireyin bedenini temsil eden deriden yapılma bir tür ‘bebek/kukla modeller’dir. Ölü bireylerin ve onları temsil eden bebeklerin başlarının altına ağaçtan ve/veya deriden yastıklar döşenmiştir. Ağaç ve toprak kaplar, minyatür ok yay-sadak ve at gemi gibi ‘işlevsiz nesneler’ olarak tanımlanan diğerleri, kayda değer buluntu türleridir. Bu uygulamaların Tagar döneminde başladığını biliyoruz. (105)
Geç Tagar döneminde başlayan ve erken Taştık evresinde devam eden ölü gömme adetlerinde de bireyin cesedi ‘nihai ölüm’ün gerçekleşeceği mask uygulamasına kadar bir dizi aşamalardan geçmeliydi. Nihai ölümün kabul edilmesi aşamasının ilk uygulaması ise aralıklı bırakılan ağız ve gözlerin önce küçük kumaş parçalarıyla, sonra da üzerleri birer parça alçıyla sıvanmak suretiyle tamamen kapatılması, köreltilmesidir. Artık bireyin ağız ve gözleri hem fiziki hem manevi olarak bir daha açılmamak üzere kapatılmıştır. (106)
Taştık kültürünün bir önceki dönemin Tagar kültürünün devamı olduğundan kimsenin en ufak bir kuşkusu yoktur. (107) Tagar ve Taştık kültürleri ile temsil edilen bu uzun süreç içinde (MÖ 10.-MS 7. yüzyıllar) başta ölü gömme adetlerinde ve el sanatlarıyla ilgili üretimlerde, ekonomik ve sosyal yaşam tarzlarında sürekliliklere tanık oluyoruz. Diğer taraftan, çok ilginçtir, Erken Taştık evresi (MS 2. yüzyıl) seramik kaplarını şekil ve bezeme bakımından hem Tagar hem de öncesindeki Karasuk kültürü geleneklerine yaklaştırabiliyoruz. (108)
Tagar-Karasuk Kültürel İlişkiler
Tagar kültürü, dış etkilerin kolayca ulaşamayacağı izole bir coğrafya parçası üzerinde geliştiğinden (109), tıpkı Okunyev ve Karasuk gibi önceki ve Taştık gibi sonraki kültürlerde olduğu gibi çevre kültürlerden neredeyse hiç etkilenmemiştir. Ve bu nedenle kültürel gelişimini önceki bölgesel kültürlerin devamı niteliğinde bölgenin bir diğer yerli kültürü olarak aynı etnik-arkeolojik yapı içinde sürdürmüştür. Ölü gömme adetleri, mezar mimarisi ve buluntuların analitik incelemeleri Tagar kültürünün (MÖ 1000) önceki Karasuk kültürünün (MÖ 1500) sadece bir devamı olduğunu açıkça gösterir. (110)
Peki. Kültür, aynı dili konuştuğunu var saydığımız kendinden bir önceki kültürün ‘sadece bir devamı olacak’ ama başka bir ad altında varlığını geliştirerek sürdürecek. Bu mümkün. Kültürün etnik yapısında kökten değişiklikler olmadan arkeolojik kültürde küçük farklılaşmalar olabilir. Zaten eğer Karasuk ile Tagar kültürleri başka-başka adlarla anılmışsa bunun nedeni etnik yapıda değil ama maddi kültürde meydana gelen önemsiz farklılaşmalardır.
Başka bir açıdan bakalım. Eğer kültür en azından yeni dış görünüşler kazanmaya başlıyorsa orada bir ‘değişim’ söz konusu değil midir? Örneğin, Karasuk kültürü MÖ 1000’lerde zamanını tamamlamış olmasaydı Tagar kültürü onun yerini almazdı, diye düşünmemize engel yoktur. Her ne ölçüde veya şiddette olursa olsun, anlaşılan o ki arkeolojik kültürde bir şeyler devamlı şekilde değişiyor. Aynı dili konuşan etnik bütünlük içinde kimi nedenlere bağlı olarak maddi kültürde farklılıklar, bölünmeler, başkalaşımlar yaşanabiliyor. Şu örneğe bakalım: Selçuklu Osmanlı’ya evrilirken, arkeolojik kültürde pek çok nedenle pek çok değişimler yaşanmadı mı? Özellikle de tasvir sanatında. İki özel ad ile ifade ettiğimiz ‘Selçuklu’nun ve ‘Osmanlı’nın üslup özellikleri, onları sanki farklı iki kültürmüş gibi ayırmamızı gerektirecek şiddette olabilirdi. Ama bu gözlem onları asla iki ayrı etnik kültür yapmadı. Her iki kültür daima en az etnik ortak paydalarda birleştiler. Çünkü her iki ‘kültür’ün dili şu ya da bu şekilde birdi.
Arkeolojik/kazıbilim yöntemi olarak genel kuralımız şuydu: ‘Arkeolojik kültürde meydana gelebilecek değişimler ancak etnik kültürün köktenci değişimiyle, daha doğrusu çöküşü ya da toptan yok oluşu ile mümkündür’. Bunu bir kenarda tutalım. Karasuk kültürü ile Tagar kültürü arasında ‘geçiş evresi’ olarak basitçe tanımlayabileceğimiz evre, değişimin olup bitiverdiği bir ‘sınırlı’ zaman aralığıdır. Bunu da teorik olarak MÖ erken 10. yüzyıl – MÖ geç 10. yüzyıl diye ifade edebiliriz. Şu şekilde bakalım: Gene teorik olarak yaklaşık 50 yıl, 100 yıl içinde aynı etnik yapının iki farklı arkeolojik kültür kolu, biri bitiyor, o noktada diğeri başlıyor. Anladığımız kadarıyla burada dil değil arkeolojik kültürde bazı ‘değişimler’den söz ediyoruz. İşte asıl sorun budur. Değiştiğini fark ettiğimiz ve bunu verdiğimiz yeni bir adla sabitlediğimiz kültürel yapıların bu değişimi nasıl yaşadığıdır.
O zaman şu soruyu da sormamız gerekiyor: Değişimin şiddeti ne olmalı ki bir kültür diğerinin bir devamı olmaktan çıkabile? Tam tersinden de bakıp şu soruyu sorabiliriz aslında: Hangi ortak paydalar kültürün, değişimlere rağmen, özünde hâlâ aynı (etnik) kültür olarak kalmasını sağlar?
Aslında yanıt bulması zor gibi görünen bu sorunun kazı bilim yöntemleriyle çözümü biraz daha kolay hale getirilebilir. Antik dünyada toplulukların spiritüel inanışlarını, ideolojilerini, dünyayı algılama biçimlerini tek potada toplayan bir ‘kavram’dan söz edebiliriz: ‘Öbür dünya tasavvurları’. Yerleşik ya da göçebe, kültürlerde toplulukları bir arada tutan, onların ortak davranışlarına yön veren en kuvvetli güç ‘duygu ve düşünce birliği’dir. Ve bunun da temelinde ağırlıklı olarak yaratılış öyküsü, yeniden doğma, ölüm ve öbür dünya tasavvurları kavramları yatar. Öbür dünya tasavvurlarından arkeolojik kültürün anladığı ‘ölü gömme adetleri’ ile ilgili bir dizi fizikî uygulamadır.
Kültürlerde zaman zaman küçük ve önemsiz değişimler meydana gelebilir. Seramik yapımında örneğin. Tasvir sanatında, mimaride, vs. Bu alanlarda çok radikal ölçülerde olmamak kaydıyla, meydana gelebilecek değişimler kültürün etnik yapısını kökten değiştirmeyebilir. Ama örneğin çark kullanmayan kültürün yerleşiminin devamında birden bire kapların çarkta yapılmaya başlandığının tespiti veya elde yapılan tek renkli kapların yerini çarkta yapılmış boya bezemelilerle değiştirmesi düşündürücüdür. Değişimin bu minval üzerinde yürüdüğü kısa vadeli süreçlerde, yabancı unsurların kültüre sızdığını anlarız. Değişimlere çevre felaketleri gibi, etnik göçler gibi ve diğer pek çok doğal kaynaklı gelişmeler de neden olabilir. Hatta kültür içinde farklı antropolojik unsurlara rastlanması kültürün değiştiğini gösteriyor da olabilir. Bu değişimler aslında kültürün kısmen ya da tamamen ortadan kalkmasının veya etnik yapının bozulmasının nedenleri de olabilirler. Eğer ölü gömme adetleri bu arada kökten değişiyorsa kültür de artık değişiyor demektir. Örnek verelim; Rus Altaylarında Pazırık kültüründe bir önceki (Mayemir) kültüre göre ölü gömme adetlerinde bazı değişimler olduğunu biliyoruz. Bu değişimi, ortaya çıkan vazo türü yeni bir kap formu, tasvir sanatında ortaya çıkan yenilikler ya da mezar çukurlarının daha derinlere açılması gibi şeyler destekliyor olabilir. Mevcut değişim bölgeye yeni halk gruplarının göçü ile açıklanmak isteniyor olabilir. (111)
Ama bu göçlerin yerli Altay halklarının etnik yapısını değiştirip değiştirmediği konusunda en ufak bir somut iddia ileri sürülmüyor. Sürülmüyor çünkü Pazırık kültüründe Sayan-Altay kültür geleneğine sıkıca bağlı ölü gömme adetlerinde şunlar devam ediyor:
1) Ölü daima sağına ve büzülmüş biçimde mezara bırakılıyor; bu adet MÖ erken 4.-3. bin Okunyev kültüründen geliyor ve MÖ 10. yüzyıl Erken Tagar/İskit kültürlerinde uygulanıyor. Hatta Türklerle en azından şimdilik hiçbir ilgisi yokmuş gibi gözüken Andronovo kültüründe de durum aynıdır,
2) Definler ağaç kütük konstrüksiyon mezar odalarına yapılıyor. Erken Tagar/İskit kültüründen bunları biliyoruz;
3) Taş parçaları kullanılarak mezar üstleri dairesel kurgan örtüsüyle örtülüyor; bu gelenek MÖ 4. bin Afanas’yev kültüründen geliyor ve aynı bölgede Klasik Türk Dönemine kadar kesintisiz devam ediyor.
4) Pazırık halklarının paleoantropolojik tipi bölgeye has T-AAF ile temsil ediliyor. (112) Yani beyaz Avrupalı değiller. Bu üç temel ölü gömme âdeti uygulaması ve antropolojik veri karşısında Pazırık kültürünü, Altay dağlarına dışarıdan gelmiş yerleşmiş yabancılar olarak tanımlayabilmemiz söz konusu olamaz.

Pazırık kültüründe eski geleneklerden farklı olarak mezar çukurlarının daha derin açılması gösterilebilir. Ölü hediyeleri arasında vazo ya da ‘şişe’ diye tanımlanan kaplar gerçekten bölge kültürü için yenidir. Ama hepsi bu kadar. Ve bu kadarcık yenilik köklü etnik değişim iddialarını desteklemesi için yeterli değildir. Daha kuvvetli kanıtlar gerekiyor. Burada ele aldığımız Sayan-Altay arkeolojik kültürlerinde temel ölü gömme adetleri değişmiyor. Birbirine benzeyen, birbirini izleyen defin uygulamaları bir kültür evresinden diğerine naklediliyor. İleri sürülen değişimler ise hayatın normal döngüsü içinde, özellikle de ticarî aktivitelerle, sıradan halk hareketleri sonucunda, sosyal ilişkiler sürecinde meydana gelmiş olmalıdır, diye düşünmemizi gerektirir.
Şunu da kabul etmeliyiz. Her Türk-Altay kültürel oluşumu içine şu ya da bu ölçülerde yabancı kültür sızıntıları tespit edilmiştir. Tagar kültüründe de, Taştık kültüründe de bu türde sızmalar tespit ediyoruz. Belli ki bölgeye şu ya da bu şekilde beyaz insan göçleri olmuş. Ama bu göçler en başta bölge halklarının antropolojik yapısına açıkça yansımış, onu domine etmiş değildir. En azından uzunca bir süre ya da kalıcı olarak yansımış değildir. Yeni arkeolojik belgeler yeni gelenler tarafından getirilmiş olabilir ancak bunların devamlılığı yoktur. Dolayısıyla yeni gelenler çok kısa bir süre içinde yerli kültürler tarafından asimile edilmiştir. Bu gibi sızıntılar bir süreçtir ve her Altaylı yerli kültür evresi içinde sonuçta asimile olmaktan kurtulamamıştır.
Tagar evresinden Karasuk evresine geçişte de arkeolojik kültürde ve ölü gömme adetlerinde ciddi değişimler meydana gelmemiştir. Buna rağmen Minusinsk vadisinde geç evre Tagar kurganlarında, mezara sırt üstü yatırılmış bir grup beyaz insanların varlığından haberdarız. Bu evredeki sızıntıların bir süre devam ettiğini ve sonradan ortadan kalktığını da hatırlamamız gerekiyor. Sonuçta kültür zincirinde kırılmaya neden olmadığı için bu konuyu tartışmaya değer bulmuyorum.
Şimdi de arkeolojik verilere bakalım. Arkeolojik belgelere göre kurulan yakın benzerlikler, geç Karasuk’u erken Tagar’a bağlayan evrede zirveye çıkar. Aynı zamanda bölgede Tunç Çağlarının yerini Demir Çağlarına terk ettiği zaman aralığıdır bu.(113) Minusinsk havzasının bu geçiş evresinde pek çok göçe sahne olduğu düşünülür. (114) Ancak bundan önce şunu düşünmemiz gerekir. Teorik olarak eğer süregiden kültürel gelişimde kırılmalar meydana gelmiyorsa bölgedeki çok kültürlülükten, köklü ve anlaşılabilir bir etnik bozulmadan, dönüşmelerden, üretim biçimindeki değişikliklerden ki bunu adetlerin, davranışların, ürünlerin farklılaşması izler, söz edemeyiz. Unutmayalım, Tagar kültürünün geliştiği Minusinsk havzası doğal çevre olarak uzak-yakın diğer step kültürlerden Kuzey Güney yönde yüksek dağlar ve Doğu-Batı yönde geçilmesi imkânsız taygalarca çevrelenmiş bir ‘izole’ kültür coğrafyasıdır. (115) Bu izole coğrafyada son araştırma sonuçları Demir Çağlarının başlarında, yani Tagar kültürünün Karasuk’un yerini aldığı evrelerde bölgedeki iklim koşullarının insan yaşamına uygun yönde değişmeler kaydettiğini göstermektedir. (116) Ancak bazı araştırmacılar böyle iklim değişikliğinin tetiklediğini düşündükleri muhtemel göçlerin bölgede ‘yeni’ bir kültürel formasyon yarattığını, bunun ise Hint-Avrupalılar ile ilgili olduğunu iddia ederler.
Kimsenin aslında şu ya da bu nedenle göç hareketlerine teorik olarak karşı çıktığı yoktur. Bir koşulla. Gerçekten bir göç varsa, bunun kökenini ve davranış biçimini, hareket yönünü ve sonuçlarını ortaya koymamız gerekir. Bunu da ancak arkeolojik belgeler üzerinden tespit edebilmemiz mümkün görünüyor. Prehistorik çağ ‘göç olgusu’nu, eğer arkeolojik belge ortada yoksa daha başka hangi yollardan izleyebiliriz? Bunun tek yolu kültür belgesinin tanımı ve analizidir. Yeni bir etnik göç iddiası, bütünüyle yeni bir arkeolojik kültür belgeleri topluluğunu, daha ileri boyutta ise duruma göre yeni antropolojik formasyonu gerektirir.

Okunyev’den Taştık’a uzanan en az iki bin beş yüz yıllık devamlılık gösteren Sayan-Altay kültür sürekliliği periyodunda farklı kültürlere atfedilebilecek nitelikte ‘yeni’ (veya ‘yabancı’) bir arkeolojik kültür belgesi topluluğu göremiyoruz. Bu durumda bu göçlerin nesini tartışacağız? Buna karşılık, Minusinsk havzasında yaptıkları kazılardan elde ettikleri arkeolojik malzeme üzerinden konuşan ve her fırsatta tartıştığımız Rus meslektaşlarımızın bir kısmını bu düşünceye sevk eden nedir? Buna yanıt bulmak en azından benim için zor görünüyor. Şu da bir gerçek. Bölgede bugüne kadar muhtemel bir Hint-Avrupa etnosuna işaret edebilecek doğrudan ya da örneğin Çin kaynakları gibi dolaylı herhangi bir yazılı bilgi kaynağı yoktur. Bu normal. Çünkü bilimsel referans olarak kullanılmaları bana göre sakıncalı olan Rig Veda ve Avesta gibi dînî kaynaklar hariç, anılan etnik aidiyetin yani Hint-Avrupalı kavramının Avrasya topraklarında anlaşılabilir, yoruma ihtiyacı olmayan ‘tarihi metin’ karşılıkları asla olmamıştır. Avrasya’da, en azından Sayan Altay’da Türkler dışında arkeolojik kültürü niteleyen başkaca uluslara ait olabilecek tarihi kaynaklar yoktur. Ege’de ve İran yaylasındaki üç boyutlu ve somut ‘Klasik Çağın Hint-Avrupalı kültürleri’ Tagar kültürü ile, Taştık kültürü ile çağdaş olurlar. Yazıyı kullanıyorlarken o ki Minusinsk havzasında da Hint-Avrupalı halklarının varlığı iddia ediliyor, burada da benzer türde ya da farklı türlerde, şu ya da bu biçimde Hint-Avrupaca (Persçe, Grekçe ya da onlarla aynı kaynaktan diğer dillerde) yazılı belgelere rastlamamız gerekmiyor mu? O ki Hint-Avrupaca konuşuyorlardı tıpkı Grekler gibi Persler gibi bu İskitler, bu Tagarlılar, bu Pazırıklılar, nerede Sayan-Altay’daki Hint-Avrupaca yazıtları?
Yukarıda görüldüğü gibi, bölgenin ölü gömme adetlerinde de etnik yapının değiştiğine işaret edebilecek nitelikte köklü değişiklikler yoktur. Olsaydı da bu tek başına hiçbir şey ifade etmeyecekti. Seramik kap-kacak yapımı, detayda bir takım önemsiz farklılaşmalar hariç, aynı teknikte ve birbirlerine yakın anlayışlarda sürdürülmüştür. Genel olarak baktığımızda Güney Sibirya Tunç ve Demir Çağı kültürlerindeki düzenli akışı kolayca görebilmemiz mümkün. Ortada gerçek anlamda bir değişim/ dönüşüm yoksa biz Güney Sibirya’daki hangi Hint-Avrupalı göçünün tartışmasını yapacağız? Bir önceki dönemin Karasuk’u ile bağlantısını açıkça izleyebildiğimiz Tagar’ı ilerleyen satırlarda göreceğiz. Taştık kültürüne sağlam kültürel bağlarla bağlayabiliyorsak, üstelik Taştık insanının Türkçe konuştuğunu da artık bildiğimize göre, Güney Sibirya’daki Hint-Avrupa göçü kurmacası Tagar kültürünü, onun devamı Pazırık kültürünü Hint-Avrupalı yapma gayreti de hiçbir sonuç vermeyecektir. Tagar kültürünün Karasuk kültürü ile olan ilişkilerinin ayrıntıları ana kaynakta verilmiştir. (117)
Okunyev-Taştık Özel İlişkileri
Araştırmalar, Okunyev Kültürü insanının beyaz olmadığını gösteriyor. Okunyev arkeolojisi uzmanı L.A. Sokolova’ya göre de bu Mongoloid özellikleri ağır basan bir anatomidir. (128) M.P. Gryaznov’un bu yöndeki tanımı tek kelimeyledir: Mongoloid. (129) Taştık insanını mezarlarda bulunan mumyalardan ve yüzlerce mask modellerinden ayrıntılıca tanımlayabiliyoruz. Buna göre, yuvarlak bir baş ve geniş yüz, çekik gözler, düz, irice uzun burun, dolgun yanaklar, etli çene şeklinde bir görsel genelleme yapabiliriz. Vurgulamak gerekir, gözler çekiktir. Mask modelleri ve antropolojik somut veriler ışığında Taştık Türk insanının Mongoloid anatomik özelliklerini yansıttığını emin bir şekilde ifade edebiliriz. Bu insan
tipi Türk-Altay Kuramı’nın teknik tanımı ile T-AAF’nun tam karşılığıdır. Mevcut arkeolojik belgeler, Okunyev insan tipi ile Taştık insan tipi arasında böyle bir yakınlık kurabilmemize imkân tanıyor. Gelelim asıl önemli olan ölü gömme adetlerindeki tipik uygulamaların birbirleriyle olan benzerliklerine:
Okunyev kültürü zamanında Minusinsk vadisinde ölü gömme törenleriyle ilgili bir dizi tipik uygulamalar dikkati çeker. Bunlardan biri ‘ölü maskı’dır. Ölü maskı ile ilgili uygulamalar bu kez tüm aşamalarıyla ve en ince detaylarına kadar aynı bölgenin Tagar ve Taştık kültürlerinde izlenebilmektedir. (130) Taştık kültürü ile MS 7. yüzyıla kadar iletilmiş olan bu gerçekten çok ilginç ölü gömme âdeti o noktada tarihin derinliklerinde kaybolup git-me-miş-tir.

Yakın zamana kadar Sibirya ve Rus Uzak Doğusu yerli halklarının Tagar ve Taştık kültürlerinden kalma bu adetleri şaşırtıcı bir benzerlikle sürdürdüklerini tanık oluyoruz (131) İki bin yıl öncesinden gelen bu uygulamalar günümüz Sibirya ve Rus Uzak Doğusu Türk halklarında ölü bireyin yüzüne deri veya kumaş bağlanarak ölümün tespit edilip onaylanması, ölünün tasvirinin/kuklasının yapılması ve o kuklaya ruh yüklenmesi, nihayet bir yıl aradan sonra o kuklanın tahrip edilmek suretiyle nihaî ölümün kabul edilmesi, şeklinde korunmuştur. (132) Bu sarsıcı benzerlik, Türk halklarının bir yandan bin yıllardır geleneklerini nasıl terk etmeden sürdürdüğünü gösterirken diğer yandan önümüzde bizi binlerce yıllık tarihimizle yüzleşmemizi sağlayan, tüylerimizi ürperten ilginç manzaralar ortaya koyar.
Güney Sibirya’nın Yenisey vadisinde, Minusinsk nehrinin suladığı vadinin güneyinde gelişen Taştık kültürü Türk halklarının yerel kültürüdür. (133) Taştık halkının Türkçe konuştuğunu sadece Çin kaynaklarındaki atıfl ardan değil aynı zamanda bulunuşuna tanık olduğumuz somut yazılı belgelerden de biliyoruz. 2001’de Güney Sibirya’da katıldığımız, meslektaşım Andrey Gotlib başkanlığında yürütülen Taştık kurganı kazılarında, ölülerin üzerlerine serilmiş yüzlerce parça kayın ağacı kabuğu parçaları arasında, içine kazıma yöntemiyle yapılmış bir at figürü ve hemen yanında yer alan Türk runik harfl eriyle yazılmış tek kelimelik sözcüğü (aduk) içeren kabuk parçası. (134) Taştık halkının etnik yapısının ne olduğuna, hatta daha da önemlisi ‘ne olmadığına’ yönelik tartışmalara yön vermesi bakımından ciddi bir belgedir. Bu belge ve eğer devamı vardı ise benzer diğerleri, Çin kaynaklarındaki anlatımları tamamlamaktadır. Okunyev kültürüne özgü geleneklerin Karasuk ve Tagar yerel kültürleri vasıtasıyla Taştık kültürüne iletilmiş olması Okunyev-Taştık dönemleri arasında tamamen maddi kültür belgelerine dayanan bağlantılar kurmamızı sağlar. Bu durumda Taştık kültüründeki belli başlı ölü gömme adetlerinin daha Okunyev zamanında ortaya çıktığını ileri sürebiliriz. (135)
Her iki kültürde de ritüeller bireyin biyolojik ölümünden sonra başlıyordu. Yıllarca sürdüğü anlaşılan bu zengin ritüeller dizisinin arka planında E.B. Vadetskaya’nın (136) dikkat çektiği gibi gerçek ölümün, bedenin fizikî ölümünden çok daha sonra gerçekleştiğinin kabul edildiği inancının saklı olduğunu anlamak zor değil. (137) Taştık ölü gömme adetlerinde hızla çürüyen beynin çıkartılması için kafatasına delik açılması (trepanation) uygulamasının Okunyevlilerde de yaygın bir gelenek olduğunu biliyoruz. (138) Kafatası kültü olarak, ölü bireyin geçici ilk gömülme sonrasındaki gömülmeleri için kafatasının korunması ve saklanması, nihayet diğer ölülerin konulduğu mezar odalarında toplanması, birinci ve ikinci gömülmelerden sonra bireylerin toplu mezarlara konulması gibi uygulamalar Okunyev kültüründen Taştık’a aktarılan tipik adetlerdir.
İki kültür arasındaki benzerlikler bunlarla sınırlı değildir. Okunyev masklarının da ölü gömme objeleri olduğu yolunda fi kir birliği oluşmuştur. Masklar, kompozisyonların parçası olarak zengin işlemeli anıtsal steller üzerine işlenmekte, ayrıca mezarlarda tek parça malzeme olarak bulunmaktadır. Kazılarda bir yüzlerine kazıma tekniği ile mask motifi işlenmiş çok sayıda taş plaka ele geçmiştir. Seçilen malzeme ve uygulanan teknikler farklı olsa bile plaka taştan maskların tıpkı Taştık kültüründeki alçıdan masklar gibi biyolojik ölüm ile nihai ölüm arasında geçen sürelerde ölüyü temsil etmiş olduğu düşünülmektedir (139)
Her bir mask işlenmiş taş plaka bir ölüye aitti (140) Bulgular, diğerine göre çok zengin, detaylı ve çok kolayca anlaşılabilir değilse bile Okunyev kültüründe ölülerin ‘nihai ölüm’e hazırlanması için kat edilen ritüel aşamalarının Taştık kültüründeki uygulamalara benzediğini düşündürmektedir. (141) Geç Tagar-Taştık kültür süreçlerinde (MÖ 3. - MS 7. yüzyıllar) yaklaşık sekiz yüz yıl boyunca Güney Sibirya Türk halkları ölü gömme adetlerinin başköşesinde duran maskların aslında heykele doğru evirilen bir gelişim süreci yaşadığına da tanık oluyoruz. Bu sürece giren bir heykel (142) Okunyev sanatı etkilerinin Taştık kültürüne belirgin biçimde iletildiğini gösteren anıtsal belgelerden biridir. Abakan müzesinde bulunan bir stel ilk bakışta orta bölümlerine kabartma tekniği ile mask (143) ya da insan başı (144) işlenmiş tipik Okunyev stellerini andırır. Steldeki mask ya da insan yüzü de hemen hemen aynı noktalara işlenmiştir.
Yüzdeki ifade, gözlerin, burun ve ağzın, çenenin işlenişlerindeki tarz Taştık masklarını hatırlatırken, genel görünüşü ve tarzı onun Okunyev kültürüne ait olduğunu düşündürür. Konunun uzmanlarından meslektaşım Nikolay Leont’yev heykelin Okunyev dönemine ait olduğunda ısrar eder. (145) Okunyev ve Taştık arkeolojisi uzmanı olan diğer bir meslektaşım E.B. Vadetskaya (146) stelin Taştık kültürünün ürünü olması gerektiğini savunur (147) Daha önceleri de defalarca bildirdiğim gibi stel Taştık döneminin ürünü olmalıdır. Stel gerçekten de Taştık evresine aitse görünen o ki bölgede Okunyev tipi heykellerin üretimi yerel özellikler kazanarak devam etmiştir. Bu da kültürel sürekliliğin ciddi anlamda kırılmalara uğramadığını, Güney Sibirya yaşam alanının bu uzun süre içinde yabancı kültürlerin egemenliğine geçmediğini, kültürün başka etnik unsurlarca el değiştirmediğini gösterir. Okunyev ve Taştık hayvan tasvirleri arasında da bir dizi stile dayalı yakınlıklar söz konusudur. Hayvanların gövdelerinde haçlar, daire içinde haçlar yer almaktadır. Bu işaretler aşık kemiklerinde de görülür. (148)
Kazıma-oyma tekniği ile taş yüzeylerine yapılan hayvan tasvirlerinde özellikle yırtıcı hayvanlar ve boğalar benzer sanatsal unsurları paylaşırlar. Kısmen profi lden, kısmen cepheden ya da ters biçimde gösterilen insan figürleri de aynı stillerde tasvir edilmiştir. (149) Erken (2001-2004) OTAK (Orta Asya’da Türk Kültürünün Arkeolojik Kaynakları) projesi Sibirya araştırmaları sırasında Sayan-Altay-Moğolistan bölgesindeki stel ve insan heykellerini sınıfl andırırken Okunyev dönemi ile Klasik Türk Dönemi arasında uzanan iki bin beş yüz yıllık ‘kesintisiz kültür sürekliliğine’ dikkat çekmiştim. O gün o işi yaparken kullandığımız malzeme Okunyev stelleri ve heykelleri başta olmak üzere Karasuk, Tagar, Taştık, Klasik Türk Dönemi arkeolojik malzemesiydi. (150) O gün sadece ham malzeme ve teorik bilgilerle kurmaya çalıştığımız kültür bağlantılarını artık bugün sahip olduğumuz çok daha fazla bilgi ve deneyimlerimizle çok daha sağlam temellere oturtabiliyoruz. O gün genel dizinin çok belirleyici olmadığını zannettiğimiz parçalarından biri gibi görünen Taştık steli kendinden önceki süreci kendinden sonrasına bağlayabilecek birikimiyle bugün artık anahtar malzemelerden biri niteliğinde önem kazanmaktadır. Taştık heykelini gerek amaç gerekse sanatsal detayları bakımından Okunyev heykellerinden ayırmak neredeyse mümkün değildir.
Burada daha önce dediklerimi tekrarlamak gereksizliğine düşmek istemem. Ama pek çok araştırmacının Taştık heykelini Okunyev sanatına sırf bu yüzden dâhil etmek istediğini vurgulamam lâzım. (151) Taştık heykelini yapan Türkler kendilerinden iki bin yıl önceki Okunyevlilerin öz-be-öz torunları mıydı?
Bu kadarını bilmemizi sağlayacak somut belgeye sahip değiliz. Somut belge yoksa orada susmasını bilmek gerek. O halde onların yani Taştık Türklerinin Okunyev heykellerini tasarlayanların sanatsal anlayışlarını, hayat ile öbür dünya tasavvurlarını, ölüleri için nasıl bir öbür dünya yolculuğu izlencesi hazırlayıp uyguladıklarını iyi bilmediklerini kim iddia edebilir? Açıkça görünen o ki Taştık halkı, tuhaf bir şekilde Okunyevlilerin bildikleri bazı çok özel şeylerden haberdardı.
Burada bir nefes alalım ve kendimize şu soruyu soralım: Neredeyse yüz neslin bir ucundan diğer ucuna iletilen ve bu insanın tüylerini diken-diken eden kültür sürekliliğini sağlayan neydi? Bu, yazının bulunmadığı durumlarda halkların etnik yapısı hakkında bir şeyler öğrenebilmek için bakacağımız yegâne şey olan ölü gömme adetlerini içeren bir ‘uzun zaman iletişimi’ meselesiydi. Dolayısıyla sorumuzun ancak tek bir yanıtı olabilirdi: MÖ 3. binden 1. binin sonuna dönen devran içinde bölgede yaşayan halkların dili değiş-me-miş-ti.
Semih GÜNERİ
"Yeni Bir Türk Tarih Tezi Olarak Türk-Altay Kuramı: Ana Hatlar" adlı makalesinden bir bölüm.
(Cevat Başaran’a 60. Yaş Armağanı, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, 2019, içinde)
87) Hyun Jin Kim 2013, 175 vd.; Mair 2006, 111 vd.; Güneri 2005a.
88) Güneri 2005a, 27.
89) Oçir vd 2013.
90) Bak Taştık Kültürü bölümü.
91) Bak Okunyev Kültürü bölümü.
92) Kızlasov 1984, 20 vd.; Mair 2006, 140; Hyun Jin Kim 2013, 175.
93) Bak Taştık Kültürü bölümü.
94) Vadetskaya 1999, 130.
95) Xingliang ve Hongzhen 2013.
96) Xingliang ve Hongzhen 2013.
97) Evet, tam ve doğru tanımlama budur.
98) Bak Golden 1992.
99) Güneri 2018.
100) Güneri 2005a, 15 vd.
101) Xingliang ve Hongzhen 2013.
102) Güneri 2018.
103) Güneri 2018.
104) Kızlasov ve Pankova 2004; Pankova 2013.
105) Güneri 2018.
106) Bak Tagar ve Taştık bölümleri.
107) Kızlasov 1953; Bokovenko 1995, 299 vd.; Bokovenko 2006, 860 vd.; Vadetskaya 1999, 154 vd.
108) Vadetskaya 2000, Res. 5.
109) Sayan-Altay eski kültürlerinin izole bir coğrafyada geliştiği ve yabancı çevre kültürlerden bu nedenle etkilenmediği konusundaki sözleri için bak, Gryaznov 1969, 213.
110) Teplouhov 1929; Gryaznov 1968; Gryaznov 1969, 213 vd., özellikle 216
111) Güneri 2018.
112) Güneri 2018.
113) Paul’s 1983, 70-72.
114) Gryaznov 1968, 186.
115) Karş. Gryaznov 1969, 213.
116) Jacobson-Tepfer vd. 2010.
117) Güneri 2018.
128 Sokolova 2007.
129 Gryaznov 1969.
130 Bak Taştık Kültürü bölümü.
131 Karş. Vadetskaya 2009.
132 Vadestkaya 2005.
133 Hyun Jin Kim 2013, 175 vd.; Mair 2006, 111 vd.; Güneri 2005a.
134 Güneri 2005a, 27.
135 Vadetskaya 2009, 176-180.
136 Vadetskaya 2009, 176 vd.
137 Vadetskaya 1999, 103 vd.
138 Okunyevskiy sbornik II 2006, 84.
139 Vadetskaya 2009, 176-180.
140 Okunyevskiy sbornik 1997, 35.
141 Vadetskaya 2009, 180.
142 Vadetskaya 2009, Ris. 163; Leont’ev ve Kapel’ko 2002, Taf. 83, 213; Kızlasov 1960, Ris. 60/1.
143 Güneri 2005a.
144 Güneri 2005a.
145 Leont’yev vd 2006, 96-97, 190, Nr. 213.
146 Vadetskaya 2000, Ris. 1, 6; Vadetskaya 2009, Ris. 163.
147 Karş. Kızlasov 1960, Ris. 60/1.
148 Kızlasov 1960, 142.; Vadetskaya 2000, Ris. 3.
149 Vadetskaya 2000, Ris. 2; Vadetskaya 2009, 176.
150 Güneri 2005a.
151 Vadetskaya 2000.