26 Temmuz 2016 Salı

Bizans! Anadolu ve Türkler






"Anadolu'nun yerli ahalasi, daha önceki devrelerde olduğu gibi Roma hakimiyeti zamanında da çok heterojen, karışık idi. 
Yer yer Ege kıyıları hariç tutulacak olursa, Anadolu'da bir yerli Grek unsurunun varlığından bahis olunamaz.

Çünkü Bizans yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir Grek Devleti değildi...."
Prof. Dr. Işın Demirkent 






Roma İmparatorluğu, bütün Doğu Akdeniz ülkelerine ve anadolu'nun İran hakimiyet bölgesi dışında kalan, büyük kısmına sahipti. Ancak Hunların batıya yürüyüşü ile ortaya çıkan Kavimler Göçü neticesinde, devlet bütünlüğünü yitirmiş ve ikiye ayrılan devletin batı kısmı, barbar germen kavimlerinin korkunç darbeleri altında yıkılıp gitmişti. Doğu kısmı ise, Roma'nın unutulmaz geleneği olan cihanşümul devlet olmak idesini , her ne kadar 1453'te Fatih'in orduları önünde tarih sayfalarına intikal edinceye dek temsil etmeye çalışmış ise de, bu Romalı olmak hususiyetinin ancak 7.yüzyılın başlarına kadar koruyabilmişti. (1) 


Son devir Bizans tarihçilerinden Georg Ostrogorsky'nin, "Roma devlet geleneğinin Grek kültürü ve Hıristiyanlık inancı ile teşkil ettiği sentez" den ibaret saydığı (2) Doğu roma imparatorluğu, elinde kalmış olan Adriyatik'in doğusundaki devlet toprakları yanında Anadolu, Suriye ve Mısır'ın özelliklerini büyük bir hızla benimsemek suretiyle bütün yapısını kökten değiştirmiş ve bir doğu devleti halini almıştır. Öte yandan Doğu Roma imparatorluğunun bu bünye değişikliğinde etkisi olabilecek Avrupa'daki arazisi, yani Balkanlar, Kavimler Göçü'nün buralara kadar uzattığı barbar İslav dalgaları ile etnik çehresini daha 4.yüzyıldan beri değiştirmişti. (3) Böylece İslav kabileleri ile Avarların Balkan yarımadasına yerleşmeleri, Doğu Roma devletinin batı ile bağlantısını tamamiyle denilebilecek bir ölçüde kesmiş bulunuyordu.


7.yüzyıl başında, daha sonraki asırlarda son büyük Roma imparatoru olarak hatırlanan Herakleios (610-641), İstanbul'da iktidarı eline aldığı sırada imparatorluğun bir zamanki bütünü ile ihyası için sarfedilen son büyük gayret, yani Justinianus'un restorasyan hareketi (4), çoktan geride kalmış bulunuyordu. Ancak devlet, kendisine hiçbir fayda sağlamamış olan bu çabanın hala yorgunluğu içinde idi.


Bu uğurda doğunun imkanları, kudret kaynakları insafsız ve hasapsızca harcanmış, tüketilmişti. Roma lejyonlarının kılıç şakırtılarının Britanya adalarından Fizan çöllerine, Septe Boğazı'ndan Fırat kıyılarına kadar aksettiği, medeni dünya hazinelerinin oluk oluk devlet kasasına aktığı devirler artık hayallerde yaşıyordu. Herakleis, Roma tarihinin en güç ve karanlık devresinde görev başına gelmişti: 


Avarlar, önlerinde ve yanlarında sürdükleri yeni İslav kabileleri ile Balkanları hemen bütünüyle devletten koparmışlar, bir taraftan Selanik'i, öte yandan da doğrudan doğruya başşehir İstanbul'u tehdit etmeye başlamışlardı. (5) Çözülme ve dejenerasyon sancıları içinde pek yakında yıkılacak olan İran, gücünün çok üstünde bir şahlanış ile imparatorluğun ana eyaletlerini istila etmekte idi.


Herakleios'un ilk saltanat yıllarında Sasani orduları Anadolu'yu baştan başa katederek Boğaziçi kıyısına kadar sokulmuşlar ve hatta İstanbul'u düşürmek için Avarlarla ittifak etmişlerdi.


Bu büyük ümitsizlik devresi içinde Roma İmparatorluğu'nda hiç de beklenilmeyen , beklenilmediği için de hemen bütün tarih yazarlarınca bir mucize addedilen rejenerasyon, yani kendi kendini yenileme oluşumu ortaya çıktı. İlk adımları Herakleios devrinde atılmış olduğu için bütünüyle ona izafe edilen, maruf tabiriyle Herakleios reformları, tarihi akışın yönünü geri çevirmek kudret ve başarısını gösterdi. 


Bu reformların en önemlisi, hiç şüphesiz, o sıralarda devletin elinden henüz çıkmamış olan Anadolu topraklarında Thema'lar Sistemi'nin uygulanmaya başlanmasıdır. (6) Anadolu toprakları, Anatolikon, Armeniakon, Opsikion kara ve Kibyrraioton deniz askeri bölgeleri, yani thema'lar halinde organize edildiler. Aslında thema, askeri birlik veya ordu demektir. Fakat burada askeri birliklerin yerleştirildiği iskan sahasına verilen isim olmuştur.


Bu suretle İstanbul'un yeni kurucusu ve bazılarına göre de Bizans devletinin ilk müessisi olan Büyük Konstantinos devrinin idare nizamı, yani Roma idare nizamı, kesin olarak sona ermekteydi. Bu dört thema düzeni içinde, bir thema'nın arazisinde birkaçı birden yer alan eski sivil eyaletler daha bir süre için varlıklarını muhafaza ettiler; fakat bunların prokonsülleri, themaların askeri ve sivil idaresini ellerinde tutan strategos'lar, yani ordu kumandanları yanında nüfuz bakımından önemlerini kaybetmişlerdi.


Sistem aslında Roma'nın limes, yani sınır bölgelerinde tatbik edilen, askerlerin toprağa bağlanması usulü ve yerine Roma'nın 6.yüzyıl içinde sınır bölgeleri olarak kabul olunan Ravenna ve Kartaca ekzarkh'lıkların temsil ettiği düzen ile uygunluk arzetmektedir. (7) Ancak üzerinde bilimsel tartışmaların henüz sona ermediği bu pek önemli konuda, Herakleios devrinde kurulan themaların, Sasani İran'in buna benzer müesseselerini ve hatta Turani gelenekleri örnek edindikleri görüşü, özellikle son yıllarda kuvvet kazanmaktadır. (8)


Son zamanlarda sübjektif düşüncelerle ve sırf doğuyu özellikle Türk devlet ve toplumunu küçümsemek gayesiyle bir çok batı bilginin, İslam dünyasındaki ikta ve Türklerdeki dirlik sistemlerini Bizans müesseselerine bağlamak temayülü göz önüne alınacak olursa (9), 7.yüzyıl başında kurulmuş olan önemli bir müessesenin Turani menşelere dayanabileceği iddialarını önemsememek mümkün değildir. Eski Türk kültürünün buna benzer müesseselerinin etraflıca incelenmesi, bu bakımdan bizim için pek önemli bir vazife olsa gerekir.


Thema'lar idaresinin en önemli özelliği, mevcut askeri birliklerin, Anadolu'nun belirli bölgelerine iskan edilerek, bu birliklerin mensuplarına arazi tahsis edilmesidir. Burada belirtilmesi gereken en önemli nokta, themaların ,dari bölgeden ziyade askerlerin iskan bölgesi oluşlarıdır.


Bu arazi, babadan oğula intikal eden, askeri mükellefiyetler karşılığında tevarüs edilebiliyordu. Böylece askerlere tahsis edilen arazi, kuvvetli bir yerli ordunun teşekkülüne temel oldu. ayrıca devlet, hiçbir zaman emniyet telkin etmeyen ve sayı bakımından da yeterli bir çoğunluk sağlamayan ücretli asker aramak külfetinden kurtulmuş oluyordu. Kaynaklarda açıkça belirtilmemesine rağmen, devletin köylü-yerli ahalisinin de askeri arazi ile teçhiz edilmek suretiyle askerlikle mükellef kılındığı kabul olunabilir.(10)


Anadolu'nun yerli ahalasi, daha önceki devrelerde olduğu gibi Roma hakimiyeti zamanında da çok heterojen, karışık idi. Yer yer Ege kıyıları hariç tutulacak olursa, Anadolu'da bir yerli Grek unsurunun varlığından bahis olunamaz.


Burada uzun asırların birbiri yanında ve birbiri üstünde yığmış olduğu, kısmen Akdeniz dünyasının uzak bölgelerine göç etmiş olan kavimlerin kalıntıları, Roma hakimiyeti altında yaşamaktaydılar. Bunlar, kendi geleneklerine uygun, zamanla birbirine yaklaşmış, fakat esasında birbirinden farklı yaşantılarını sürdürmekte idiler.


Hunların önünden kaçarak veya onlarla birlikte Roma dünyasına gelen Germenler, Vizigotlari, Ostrogotlar, İslavlar ve Hun kavimler topluluğuna bağlı Türk asıllı kabileler, barış veya savaş yolu ile kısmen imparatorluk bünyesine girmekte idiler. Bunların büyükçe bir kısmı devlet tarafından Trakya ve Anadolu'ya yerleştirilmekte ve Roma ordusunda bunların savaşçılık gücünden faydalanılmakta idi. Böylece 4.yüzyıldan itibaren Anadolu'nun yerli ahalisi içine, Got, İslav ve Türk unsurları da karışmış bulunuyordu.


Roma'nın fiilen Bizans'a dönüştüğü Herakleitos devrinde ise, ülke etnik bakımdan daha da renkli bir yapı kazanmaya başladı. (11) Çünkü themalar bölgesine iskan edilen orduların önemli bir kısmını, imparatorluğun diğer kavimlerle meskun bölgelerinden veya Hazar Türklerine tabi olan Kafkasya'dan derlenen, yabancılar teşkil etmekte idi. (12) Bunlar Herakleios reformları sayesinde Anadolu'da toprak sahini olarak zamanla yerli ahaliye karıştılar.


Herakleios bu organizasyon ile İranlıları yendi. Onları Anadolu topraklarından sürüp çıkardı; ama ancak o kadar. Organizasyon bütün cephelerde devleti tam olarak restore edebilmek için henüz pek yeni idi. İranlıların zaptetmiş oldukları Suriye, Filistin ve Mısır'ı yeniden kazanılması, Herakleitos ordularının gücünden ziyade İran'ın içine düştüğü büyük buhranla ilgilidir. Bizans kuvvetleri her ne kadar bu bölgelere girdiler ise de, sendeliyorlardı, güçleri tükenmişti. Bu durumu, gayet açık olarak, hemen bu sıralarda başlamış olan İslam fütuhatının neticeleri göstermektedir.(13)


Büyük bir hamle gücü ile dünyayı fethe girişen Araplar, İran'ı kolayca ve uzun bir süre kalkınamayacak şekilde yıktılar. Daha ancak birkaç yıl önce yeniden Bizans İmparatorluğu'na katılmış olan Filistin ve Mısır, inanılmaz bir kolaylıkla Müslümanların eline geçti. Herakleios'un Suriye'yi kurtarmak çabaları da bir netice vermedi. Son büyükçe Bizans orduları Suriye topraklarında Müslümanlara karşı bozguna uğramaktan kurtulamadılar. (14)


Ama, Anadolu, Müslümanları taarruzları karşısında başka bir takım sebeplerin de katılması ile arap fütuhatı bir duraklama devresine girince (15), themalar organizasyonu, Herakleios'dan sonra gelen Bizans imparatorları tarafından rahatlıkla geliştirildi. Bu organizasyonu geliştirmeyi kolaylaştıracak bir husus da, hiç şüphesiz, 7.yüzyıl başlarına kadar devlet içinde önemli rol oynamış görünen büyük arazi sahiplerinin, ülkenin her taraftan saldırıya uğraması sebebiyle harap olan büyük mülklerini terk etmiş olmalarıdır.


Devlet bu sayede boş kalmış olan araziye hem hür bir köylü tabakasını, hem de themaların stratiotes denilen askeri mensuplarını, küçük arazi sahibi olarak yerleştirmek imkanını bulmuştur. Bu sistem oturdu ve ilk Emevi halifesi Muaviye devrinde girişilen ve Bizans'ın tümüyle ortadan kaldırılması için Arap devletinin bütün gücünü savaş meydanına attığı kesin mücadele devresinde, Bizans'ın yeni baştan başarıya ulaşmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri oldu. İstanbul'u ve imparatorluğu, başşehrin kuvvetli surları ve rum ateşi kadar, Anadolu'nun iyi yetiştirilmiş, toprağına bağlı thema kuvvetleri kurtarmıştı.(16) Themalar sisteminin devlet yapısında gittikçe artan önemini belgeleyen bir husus da, Köylüler Kanunu'nun bu devirde çıkarılmış olmasıdır. Nomos georgikos denilen Köylüler Kanunu (17), hür köylü ve stratioteslerin mülkiyet haklarını garanti altına almakta idi.


Herakleios hanedanının son temsilcisi II.Justinianos'un, özellikle Balkanlar'da geniş tehcir faaliyetinde bulunarak Anadolu'ya büyük çapta yabancı unsur yerleştirdiği bilinmektedir. Bunların çoğunluğunu, İslavlar yanında Avarlar ile Protobulgarlar'ın teşkil etmesi gerekir. (18) Bu devir için yegane Bizans kaynağı olan Theophanes, II.Justinianos devrinde, yani 7.asrın sonu ile 8.yüzyılın başlarında, Bithynia bölgesine iskan edilen ve Bizans ordusuna 30.000 kişilik bir kuvvetle katkıda bulunabilecek büyük Balkanlı gruplardan bahsetmektedir. (19)


Bizans tarih yazarları Vasiliev ve daha sonra bilhassa Ostrogorsky, eserlerinde, themalar sistemine her temaslarında, bu bölgelere büyük bir çoğunlukla İslavların yerleştirilmiş olduğunu iddia ederler.(20) Bilimsel hüviyetleri söz götürmeyen bu ünlü tarihçilerin, her hadiseyi mümkün olduğu nisbette ve hatta kaynakları zorlayarak islav gözlüğü ile müşahedeye çalıştıkları çok açıktır. Theophanes'in Balkanlar için kullandığı Sklavinia (21) tesmiye şeklinde, buradaki bütün halkın İslavlardan ibaret olduğu anlamını çıkarmak, kanaatimizce, olay ve ifadeleri belli bir kalıp içine zorlamaktan başka bir şey değildir, çünkü eski kaynakların, kabile ve hatta millet isimlerini titizlikle birbirinden ayırmadıkları bir vakiadır.


Özellikle Bizans kaynaklarında İskit, İslav, Türk, Pers adları daima dikkatsizce kullanılmıştır. Hatta Selçuklu Türklerine bile, Anadolu'nun pek büyüy bir kısmını fetettikleri , yani kendilerince çok yakından tanınmaları gerektiği halde, Anna Komnene tarafından persler denmekte tereddüd gösterilmemiştir. (22) Bu sebeple, görüşümüze göre, Anadolu'ya muhtelif Bizans imparatorları devrinde yerleştirilen grupların milli karakter ve bünyeleri ayrıca ve dikkatle incelenmediği sürece, bunlara İslav, Türk veya başka genel adlar vermek hatalı olur.


Anadolu topraklarının bütünlüğü bu şekilde 8.yüzyıl boyunca, ekseriya mağlup olarak, fakat yine de hemen hiç bir önemli arazi kaybına uğranmadan korunabildi. Ikonoklasmus (23), Tasvir Kırıcılık cereyanının devlet bünyesinde açtığı yaralar gerçekten ve kesin olarak kapanıncaya, yani 9.yüzyıl ortalarına kadar Anadolu themaları, askeri kudreti temsil etmeye devam ettiler. Themalar, bir taraftan şiddetini zaman zaman artırmakla beraber, hiç arası kesilmeden devam eden İslam akınlarına karşı koydular (24) ; diğer taraftan da Bizans devletine imparator ve hanedan fideliği vazifesi gördüler.


Herakleios hanedanının düşmesinden sonra Bizans'a hakim olan imparatorlar, çoğunlukla themaların kumandanları, yani strategosları arasından çıkmış ve bunlardan ikisi Isaurialı Leo ve Amorionlu Mikhail birer hanedan kurmuşlardı. Ancak kuvvetli thema strategoslarının, hükümdarların şahsı bakımından arzettikleri tehlike, bizzat aynı yoldan İstanbul tahtına ulaşmış olan imparatorlar tarafından yeterince farkedildiğinden , bu devre içinde themaların küçütülmesi cihetine gidildi. Böylece bunların sayısı artmış oldu.


Thema sayısının çoğalmasına diğer bir sebep de , savaş cepheleri gereği, önemi artan bazı bölgeleri daha toplu ve gergin bir organizasyon içinde tutmak gayesi idi. Önceleri muhtelif adlarla, mesela kleisura, arkhont'luk, dux'luk, katepan'lık ve drungar'lık gibi, themalardan ayrılan özellik sahibi askeri bölgeler, sonradan bağımsız themalar halinde teşkilatlandırılmışlardır. (25)


Ayrıca devlet için yeni bir tehdit teşkil eden Balkanlar'daki Bulgarlara karşı, mücadeleyi başarı ile yürütebilmek üzere imparatorluğun Avrupa arazisi üzerinde de yeni themalar kuruldu ve bunlara Anadolu themalarından stratiotes nakilleri yapıldı. Bu suretle devletin etnik yapısı da bir denge içinde tutulmaya çalışıldı. Her ne kadar Ostrogorsky, Balkanlar'da ve Yunanistan'da alınan tedbirlerle devletin bu bölgelerinin yeniden Grekleştirildiğini iddia ediyorsa da, bunun gerçekte pek tutar tarafı yoktur. (26)


Çünkü Bizans yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir Grek Devleti değildi ve arazisi içinde yapılan tehcir hareketleri de hiçbir suretle, esasen 4.yüzyıl sonunda Alarich'in Vizigotları tarafından büyük ölçüde imha edilmiş olan (27) Grek neslinin ihyası gayesini taşımamakta idi.


867 yılında kurulan ve Bizans tarihinin kudret bakımından zirvesini teşkil ettiği kabul edilen Makedonya hanedanı devrinde, themaların sayısı yeniden artmıştı. Daha 10.yüzyıl başında bu sayı Anadolu'da 17'ye, Avrupa arazisinde ise, Adalar'daki 2 deniz themasını da hesaba katacak olursak, 15'e yükselmiş bulunuyordu. Tagma adı verilen ve garnizonları hükümet merkezinde bulunan ücretli, askerliği meslek edinmiş kimselerden mürekkeb 4 büyük kuruluş ile birlikte bu themalar Bizans devletine tam bir askeri hüviyet vermekteydiler. 10.yüzyılın büyük imparator yazarı Konstantinos Porphyrogennetos, bu tagma ve themaların devlet hiyerarşisi içinde giderek artan önemlerini yeteri kadar açık bir şekilde belirtmektedir.


Onun devlet teşkilatına dair büyük eserinde (28) belirtilen maaş listelerine göre, Anadolu'da bulunan 12 büyük thema strategos'u ile tagmaların domestikos unvanını taşıyan 2 büyük kumandanı, yüksek saray rütbelerini haiz olan caesar, nobilisimos, kuropalates ve hükümdarın şahsi hizmetini gören birkaç hadım dışında, bütün devlet memurlarının en yüksek maaş alanları durumuna yükselmişlerdi. Bu cümleden olarak 10.yüzyıl başında hüküm süren imparator VI.Leo devrinde, en eski gelenğe sahip bulunan Anatolikon, Armeniakon ve Ege bölgesindeki Trakesion themalarının strategosları yılda 20'şer kilo altın maaş almaktaydılar. Tagmaların kumandanı olan domestikoslardan birisi devletin doğu , yani Anadolu, diğeri ise batı, yani Avrupa askeri kuvvetlerinin başkumandanı idiler. (29)


Görüldüğü gibi, 9.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizans'a ezici bir askeri hakimiyet devresi başlar. İşte tam bu sırada Abbasi hilafetinde, iç mücadeleler ve bölgesel hakimiyetlerin kurulmasına sebep olan karışıklıkların sonucu baş gösteren zaaftan da faydalanan Bizans doğuda savunma durumundan saldırıya geçmek imkanına kavuştu. Ancak batıda yeniden kuvvetlenen Bulgarların, imparatorluğun varlığını tehdid edebilecek bir şiddetle ortaya atılmaları, Bizans'ın doğu cephesinde başarıya ulaşmasını geçici bir süre için önledi.


Bu arada İslam ülkelerinde görülmeye başlayan emir'ül-ümera'lığa (30) paralel bir müessese tarihi gelişme gereği, Bizans'da da kuruldu. VI.Leo'nun meşru taht varisi, oğlu Konstantinos Porphyrogennetos, donanma kumandanı olan Romanos Lakapenos tarafından, kendisini müşterek imparator olarak kabule zorlandı.



Prof.Dr.Işın Demirkent
1071 Malazgirt Savaşı'na kadar 
Bizans'ın Askeri ve Siyasi Durumu
bu makale Tarih Dergisi, sayı 33 (1980-81), s.133-146'da yayımlanmıştır. "Bizans Tarihi Yazıları" (kitap)

1) Roma'nın cihanşümul devlet düşüncesinin Bizans'ta devamı sorunu çok incelenmiş ve kabul olunmuş bir keyfiyettir. Bu hususta son olarak krş.Rubin,B.,Das Zeitalter Justinianus I, Berlin 1960, s.122 vdd. ve Ostrogorsky, G.,Geschichte des byzantinischen Staates, München 1963 (3), passim (bu eserin Türkçe çevirisinin basımı tamamlanmak üzeredir; Işıltan, F. Bizans Devleti Tarihi, TTK yayınlarından. Bu makalemizde basılmış olan metin kısmından faydalanmıştur), Levçenko, bizans, terc.Berktay, E. İstanbul 1979, s.75
2) Bk.Ostorogorsky, ayn. esr.s.25
3) bk.Ostrogorsky, Levçenko
4) Ostrogorsky
5) İstanbul'un Avarlar ve İranlılar tarafından müştereken kuşatılması, Ostrogorsky.
6) Thema'lar Sistemi hakkında geniş bilgi özellikle Gelzer'in Die Genesis der byzantinischen Themenverfassung (1899) adlı eserinde mevcut olup, daha sonra bu konu bir çok eser ve makalede işlenmiştir. (Buraya not: Hocamız 1899 tarihli bir kitabı kabul edip önerirken, bu tarihlerde yazılmış ve gizli bırakılmış! Türk tarihini anlatan kitaplara "bazı batılılar" ve "bazılarımız" çöp diyor da! Demek ki neymiş, kaynakmış. - SB)
7) Ostrogorsky
8) Bu hususta; Stein,E. Ein Kapitel vom persischen und vom byzantinische Staat (1920); Darko,E. Influances touraniennes sur Vevolution de l'art militaire des Grecs, des Romains et des Byzantins, Byzantion (1935); ayn.mlf.Le role des peuples nomades cavaliers dans la transformation de l'Empire romain aux premiers siecles du Moyen Age, Byzantion (1948)
9) Köprülüzade Mehmet Fuat, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Te'siri hakkında bazı mülahazalar, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası I, 1931, ve özellikle Barkan, Timar Maddesi
10) Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi
11) Bizans'ın etnik yapısı bakımından Runciman Byzantium and the Slavs, özellikle İslavlar ve bunun yanında protobulgar ve Avarlar hakkında toplu ve faydalı bilgi vermektedir.
12) Bilindiği üzere İran'a karşı Herakleios Kafkas kabileleri ile işbirliği yaptığı gibi Hazar Türkleri ile de ittifak akdetmişti. Bu hususta Ostrogorsky.
13) İslam fütuhatının sebep ve neticeleri için bk.Vasillev, A.A. Bizans imparatoluğu Tarihi, terc. Mansel,1943; Işıltan, F.Urfa bölgesi Tarihi,1960, burada gerekli bibliyografya verilmiştir.
14) Krş.de Goeje, Memoire sur la conquete de la Syrie, Leiden, 1900
15) Bu hususta krş.Wellhausen İslamın en eski tarihine giriş, terc.Işıltan F,1960; Arap Devleti ve Sukutu, 1963
16) Arapların İstanbul kuşatmasını kaldırdıktan sonra geri dönüşlerinde Anadolu içinde bizanslıların saldırısına uğrayarak çok kayıp verdikleri İslam ve Bizans kaynaklarında tafsilatlı bir şekilde anlatılmıştır. Bu kaynakalrın tenkitli bir incelemesini Wellhausen Die Kampfe der Araber mit den Romaern in der Zeit der Umaijiden Nachrichten der Gesellschaft der Wissenschaften zu Göttingen, 1901, yapmıştır.
17) Bu hususta Ostorgorsky
18) Theophanes Chronicon, nsr.de Boor
19) Theophanes
20) Vasiliev, Ostorogorsky, ayrıca Runciman
21) Theophanes
22) Michel Psellos Chronographie, 1928; Anna Komnene Alexiade, 1937-45 Perse maddesi
23) Bizans tarihinin önemli bir safhasını teşkil eden tasvir kırıcılık devri hakkında bk.Vasiliev; Ostrogorsky
24) Bu devrenin Bizans-İslam mücadelesi bütün kaynakları ile Vasiliev tarafından incelenmiştir. Byzance et les Arabes,1935. Byzantium adlı toplama eserde Bizans-İslam münasebetlerini güzel bir şekilde hülasa etmektedir.
25) Krç.Ostrogorsky
26) ayn.esr.
27) bk.Seeck,O.Geschichte des Untergangs der antiken Welt,1921
28) De administrando imperio, terc. Moravcsik Jenkins, 1949
29) Ostorgorsky
30) Emir'ül-ümera'lık hakkında son olarak bk.Yıldız,H.D.Abbasiler'de Emirülümeralığın ortaya çıkışı, Tarih Enstitüsü Dergisi sayı 10-11, 1979/80







"Bizans imparatorluğundaki etnik mozaik içinde bulunan 
Türk varlığının sayısı, hiç de küçümsenemeyecek kadar çoktu."


Prof. Dr. Işın Demirkent 
Mikhail Psellos'un Khronographia'sı
TÜRK TARİH KURUMU 




*



"Batı ısrarla dillerinde Grek kelimesini kullanırken, Yunanlılar Hellas kavramını kullanır.

MS.800'lerde Şarlman Kutsal Roman-German Devletini kurunca İmparium Romanium sıfatını kullanıyor, yani Roma İmparatoru. İstanbul'daki imparatorda diyorki "Bu ünvanın sahibi var, benim" diyor. 

Bu sefer Şarlman, MÖ.200 yıllarında Romalılar Yunanistan bölgesini alınca bu insanlara "Köle" ve "Hizmetkar" manasına gelen "Grek" kelimesini kullanıyor. Bu yüzden Greks, Grecorium yani "Greklerin Kralı" sıfatını kullanıyorlar. 

Ve böylece Romanın yasal varisinin Batı'da kendisi olduğunu iddia ediyor. Bundan dolayı Batı dillerinde hala Yunanistan için Grek ve Greece kullanılır. Kitapların eski baskılarında bu vardır, lakin yeni baskılarından bu "Köle" "Hizmetkar" manaları, Yunanistan'ın mahkemeye vermesiyle çıkarılmıştır. Ve evet, Bizans'ta Türkler vardır."

Prof. Dr. LEVENT KAYAPINAR



"Latince sözlüklerde Grek kelimesinin hilekar, dolandırıcı anlamlarına geldiği yazılıdır. Eğer ünlü Fransız ansiklopedisi Larousse'un 1930 baskısı, 3 . cilt, 867. sayfasını açarsanız bu hilekar komşunun şöyle tanımlandığını görürsünüz. "Grek: Roue, fripon, escroc, particulierement au yev: Etpulser les grees d'un cerele." Ne demektir bu ?


Türk Dil Kurumu'nun Fransızca - Türkçe Büyük Sözlük'üne göre yukarıdaki metnin manası şudur: "Çıkarı için anasını satar. Kurnaz, sinsi, düzenbaz, dümenci, üçkağıtçı, hin oğlu hin, edepsiz, bilhassa oyunda kulüpten kovulan!"

Necdet Sevinç "Pontus'ta Hesaplaşma"
(dipnot: Bakınız Aydın Taneri, Türk-Yunan Kültür Savaşı, Ankara, (Ocak Yayınları arasında çıkan eserde baskı tarihi yoktur). Aydın Taneri Yunan Hükümeti'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra müracaatı üzerine Grek kelimesinin anlamında düzeltme yapıldığını yazıyor.)

*


"Helenleştirme çabaları ve özellikle Hıristiyan kilisesinin bağnazlığı yüzünden kısa sürede Anadolu’da yerli diller artık konuşulmaz olmuştur. Anadolu’da en eski devirlerden beri konuşulmakta olan yerli ve onlara ilaveten yeni gelen kavimlerin konuştukları dillerin yok olmasının bir nedeni de, 6.yy.’ın ortalarına, yani Justinian Devrine kadar Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun resmi dili olan Latince’nin kaldırılıp, yerine Grekçe’nin konmasıdır. Yani bir taraftan devlet idaresinde resmi dilin Grekçe olması, diğer taraftan zorla ve inanılmaz bir misyonercilik ruhuyla Hıristiyanlaştırılan insanlara kiliselerde Grekçe’nin neredeyse mecburi dil olarak konması ve İncil’in de Grekçe olması, Anadolu’nun yüzeysel olarak da olsa Helenleşmesini sağladı. 


Evet bu Helenleşmenin gerçekten çok yüzeysel kaldığı gerçekten özellikle vurgulanmalıdır. Çünkü bölge Arap istilaları sonucu Roma-Bizans tahakkümünden kurtulur kurtulmaz, Helenleşmenin birlikte getirdiği yer isimlerindeki yapmacık Grekçe unsurların yerini, eskiden olduğu gibi yerli isimler veya Sami veya Arami kökenli isimler almıştır. Yani Büyük İskenderle başlayıp Arap istilalarına kadar geçen yaklaşık 1000 senelik bir dönemde (M.Ö.333-650) Kilikya, Kuzey Suriye ve kısmen de olsa Anadolu asla Helenleşmemiştir.....


Anadolu’nun sadece yüzeysel olarak Türkleştiğini savunanlar bilmelidirler ki, bu toprakların Helenleşmesi veya Hıristiyanlaşması da aynı şekilde yüzeysel kalmıştır. Bundan dolayıdır ki, az sayıda Türk işgalleri ülkeyi çok kısa bir zaman içinde Türkleştirebilmiştir. 


Batı tarihçilerinin anlayamadıkları, bir fenomen olarak baktıkları olay, işte budur. "


Prof. Dr. Ahmet ÜNAL 
Münih Üniversitesi Assuriyoloji ve Hititoloji Enstitüsü Eski Anadolu Dilleri ve Kültürleri Bölümü Başkanı
"HİTİT İMPARATORLUĞU’NUN YIKILIŞINDAN BİZANS DÖNEMİ’NİN SONUNA KADAR ADANA VE ÇUKUROVA TARİHİ." Bu konuşmasını ÇÜ FEF Arkeoloji Bölümü’nde 22.04.2000 tarihinde gerçekleştirmiştir.




*




"Selçuklu fetih ve iskan hareketlerinden asırlarca önce yöreye yerleşen Saka, Hun, Kuman/ Kıpçak, Macar, Hazar, Avar, Bulgar ve saire gibi Türk urukları bölgeyi Türkleştirmeye başlamışlardı. Bu Türk boylarının bir kısmı yurt tutmak için bölgeye geliyordu, bir kısmı da siyasi ve askeri zaruretlerden dolayı Bizans veya Gürcistan kralları tarafından özel olarak iskan ediliyordu. (...) Hun ve Avarlar'dan başlamak üzere, Bulgarlar'dan, Hunlar'dan, Uzlar'dan, Peçenek ve Kuman/Kıpçaklar'dan binlerce Türk askeri -müttefik sıfatı haricinde- Bizans Ordusu'nda görev yapmıştı. (...) Bizans idaresi bu uygulamaya M.Ö. 5. yüzyılda başlamış; aileleri ile birlikte sınır boylarına yerleştirilen Türkler vergiden muaf tutuldukları gibi, hizmetlerine mukabil de toprak sahibi olmuşlardı. 7. 8. 9. yüzyıllar boyunca devam eden bu iskan politikaları sebebiyle Anadolu fetihten 4-5 asır önce Türkleşmeye başlamıştı."


Necdet SEVİNÇ "Pontus'ta Hesaplaşma"





*




Bizans adı ile ilgili:

Byzantion ismi G. Curtius‟a (1879, 291) göre, Βπδα-λη-; Βπδα-ελη- kökünden türemiş olup „kartal yuvası‟ anlamına gelmektedir (ayrıca bk. L. Grasberger 1888, 110; 278).


Pape-Benseler (1863-1870, 232b), Byzantion‟un isminin „su yurdu/ülkesi‟ anlamı içerdiğini iddia eder. K. Ostir‟e (1929, 23 vdd) göre ise Byzantion adı, Hint-Avrupa kökenli dil grubuna ait değildir. Pre-Trakya kökenli olup, βπδ- kökünden türemiştir. Su ile ilişkilidir. Bu durum benzer şeklilde Βύδε, βπδία, Βύδεξεο, Βαξβύδεο örneklerinde de görülmektedir.


K. Ostir‟i izleyen N. Zupanić (1939, 337) ise, Byzantion isminin Kafkas ya da Etrüsk kökenli olduğunu düşünerek, Βπδάληηνλ‟un „su kenti‟ anlamına geldiğini ileri sürmüştür. W. Kubitschek (19702, col. 1127); W. Tomaschek (1902, col. 1158) ve J. Miller‟e (1902, col. 1158) göre de Byzas ve Byzantion isimleri, Βύδεο, Βύδνο, Βαξβύδεο gibi Trakya kökenlidir. P. Kretschmer (1935, 217 vd.) ise, Byzantion ismini gerek etimolojik gerekse filolojik bakımdan açıklamaya çalışırken, kelimenin sonuna getirilen –ηνλ son eki ihtiva eden isimlerin iyelik/mülkiyete işaret ettiğini ifade etmiştir.


Benzer örneklere Phrygia Bölgesi‟ndeki yer adlarında [Μίδαο‟tan Μηδάηνλ; Γόξδηνο‟tan Γνξδίεηνλ; Μάλεο‟ten Μαλήζηνλ; Γαζθπινο‟tan Γαζθύιεηνλ etc.] rastlandığını belirtmiştir.


Yazar (1934-1935; 385; 1935, 217) ayrıca Hellenler tarafından Byzas, Byzant şeklinde okunan, Illyria‟lıların Beuzas- Beuzant isimlerinden türetilmiş Byzantion isminin Illyria ve Trakya öğeleri içerdiğini ileri sürmüştür. Zira Βπδ- hem Illyria hem de Trakyalılar tarafından kullanılan bir isim köküydü (ayrıca bk. Etym. Magn. s.v. Βπδάληηνλ=Byzantion; s.v. Βύδαληεο=Byzantes). 

Bu bakımdan İÖ. VII. yüzyılın ilk yarısında buraya yerleşen Dor kolonistlerin kentin yerel ismini Hellence‟ye uyarlayarak Byzantion şeklinde kullandıklarını belirtmiştir. Bu durum E. Schwyzer (1939, 66; 526); H. Krahe (1937, 287 dn. 20) ve F. v. Duhn (1939, 3) tarafından kabul görmüştür. Daha detaylı bilgi için ayrıca bk. Georgicas 1947, 350 vdd.; Erzen 1954, 136 vdd.


Bununla birlikte G. Semerano (1994, sv. Byzantion) ise, Byzantion adının Byzas ya da Byzia‟dan kaynaklanmadığını ileri sürmüş ve byssos‟un Sümerce kökenine kadar ulaşmıştır.

Dipnot sayfa : 10-11
İSTANBUL‟UN ANTİKÇAĞ TARiHİ
Klasik ve Hellenistik Dönemler
Prof.Dr.Murat Arslan - Akdeniz Üniversitesi





*



* Theodora of Khazaria: Hazar Türk Hakanı Busir'in kızkardeşi ve Heraklius Hanedanı'ndan Doğu Roma İmparatoru Justinian II (669-711) 'ın ikinci eşi. Hazar-Türk ülkesinde doğan tek çocukları; Tiberios (706-711 ortak imparator).

* Leo III oğlu Konstantine V'i Hazar Türk prensesi Çiçek ile evlendirir. Çiçek vaftiz olup İrene adını alır, Hazar Türk Hakanı Bihar'ın kızıdır. 775-780 arası Doğu Roma İmparatoru olan Leo IV onların oğludur.

(Turistlere anlatırken Khazar mı deyip geçiyoruz, yoksa Hazar-Türk olarak mı bilgilendiriyoruz?)

Doğu Roma devletinin 1453 yılında fiilen sona ermesinden yaklaşık bir yüz sene sonra Avrupa'da Doğu Roma'nın tarihi hakkında kitaplar yayınlanmaya başlamıştır. Bu dönemde Alman tarihçi Hieronymus Wolf'un 1557 yılında "Corpus Historiae Byzantinae" adlı kitabını yayınlamasıyla birlikte Bizans tabiri de ortaya çıkmıştır. Bu ismi de yörenin eski tarihi isminden almıştır, coğrafiktir, ulus adı değildir. (Aynen Ermenistan ve Kürdistan gibi! Aynen "bazı batılıların" ve "bizimkilerin!" Osmanlı'yı, hanedan adı olmasına rağmen (ki asıl adı Atman'dır!) ulus sanması gibi! )

MÖ.4.yy'a kadar Anadolu'da yerel dil hakimdir, Büyük İskender döneminde Yunanca'ya geçilmiş ve MÖ.1.yy'da Romalıların gelmesine dek kullanılmıştır. Büyük şehirlere Latince yerleşmiştir, ama iç bölgeler ve yerel halk hala kendi dilini kullanmaktadır. Roma İmparatorluğu ikiye ayrılırken bile dilleri Latince idi. Konstantin ve Justinian Yunanca konuşmuyordu. MS.7.yüzyıl'da Doğu Roma imparatoru Heraclius imparatorluğun resmi dilini Latince'den Yunanca'ya çevirtmiştir.

SB.





*




"...dilbilimsel kanıtlar, bizi Ege'ye gelen Yunanca konuşan göçmenlerin anaerkil etkiler altına girdikleri sonucuna vardırmıştır.... Ege havzası hiçbir zaman bütünüyle Hellenleştirilmemişti.... Yunan dili ancak İskender'in fetihlerinden sonra Anadolu'nun iç bölgelerine sokulabildi.... İÖ. dördüncü yüzyıla gelinceye değin, Girit'in kimi yörelerinde hala Yunanca olmayan bir dil konuşulmaktaydı."

" Kesin bir sınıflama olarak Hint-Avrupa kavramının kendisinin bile yeniden gözden geçirilmesi gerekebilir.” 

George Thomson 
Tarih Öncesi Ege.




*




Who is Sizabulus / Stembis Dizaboulos? 
Doğu Roma (Bizans) kaynaklarında geçen Sizabulus kimdir?
Ya da Stembis Dizaboulos?

İSTEMİ KAĞAN'DIR.




Istämi Qagan (Khagan) - İstemi Yabgu of West Gokturks/Turkish Khaganate

Brother of Bumin Qagan of Ashina (Aşina) Clan, founder of "Gokturk" Turkish Khaganate (AD 552-3 / 575-6)

Called in the Byzantinum cronicles as; "Sizabulus - Stembis Dizaboulos" and the meaning of İstemi is "The spirit of ancestors".

* "East Roman emperor II.Justinos (end 568-begin 569) agreed quite willingly the messenger of İstemi Kagan (ruled 552-576 of Kokturk-Göktürk), when reading the letter written in Scythian language through an interpreter." 

(Menander fragments "Turks in Byzantine Sources"-"Bizans Kaynaklarında Türkler (Menandros'un Fragmanları)"-Ass.Prof.Dr.İsmail Mangaltepe: link)



* "Gokturks ambassadors, with Turkish (Scythian) letter, were welcomed very well in Constantinople"  - ("Children of Sky God" "Kök Tengri'nin Çocukları"-Prof.Dr.Ahmet Taşağıl : link)



Bizantium historic Menander Protector (V-VI): 
"The Turks, in antiquity called Sakas" - (XIX fragment)...







Gök-Türk Elçilerinin Justinos'a Gelmesi


Justinos'un hükümdarlığının dördüncü yılının başında (568 sonu-569 başları), Gök-Türklerden bir elçi Bizans'a geldi. Gök-Türklerin gücü arttığı için, önceden Eftalitlerin şimdi de Gök-Türklerin tebaası olan Sogdlar krallarından Sasânîlere bir elçi göndermesini ve Sogdların orada seyahat etmesine ve Medlere ham ipek satmalarına izin verilmesi hususunda talepte bulunmasını istediler. 


İstemi bunu kabul etti ve liderleri Maniakh olan Sogdlu elçileri gönderdi. Elçiler Sasânî kralına ulaştıkları zaman, kendilerine herhangi bir engel olmaksızın topraklarında ham ipek satma izni verilmesini talep ettiler. Elçilerin taleplerinden çok da memnun olmayan Sasânî kralı, topraklarından Sasânî bölgesine serbest giriş verme konusunda isteksiz olduğu için, cevabını bir sonraki güne kadar erteledi ve ertelemeye devam etti. 


Bir dizi ertelemeden sonra, Sogdlar bir cevap vermesi için baskı yapmaları üzerine Hüsrev, meseleyi tartışmak için bir meclis topladı. Bu sırada Kral karısının ırzına geçtiği için, kendi kabilesini Gök-Türklere şikâyet eden (bu sırada kabilesini terk ederek Medlere katılmıştır) Eftalit kavmine mensup olan Katulph adında biri, Sasânî kralına ipeği reddetmesini değil, adil fiyatını ödeyerek satın almasını ve bunları elçilerin gözleri önünde yakmasını tavsiye etti. 


Bu sayede adaletsizlik yaptığı için itham edilmeyecek; fakat Gök-Türklerden ham ipek almak istemediği anlaşılacaktı. Böylelikle ipekler yakıldı ve Sogdlar bütün bu olanlardan hiç de memnun olmayarak ülkelerine döndüler.


Sogdlar neler olup bittiğini İstemi'ye anlatınca, İstemi Sasânîlere başka bir elçi gönderdi, çünkü Sasânîler ve kendi devleti arasında dostane ilişkiler kurmak istiyordu. Bu ikinci Türk elçi gelince, Sasânîlerin yüksek dereceli yetkilileri Katulph ile görüştükten sonra kral [Hüsrev], İskitlerin güvenilir olmayan doğaları nedeniyle, Gök-Türkler ile dostane ilişkiler kurmanın tamamen Sasânîlerin aleyhine olduğuna karar verdi. 


Bununla birlikte elçilerden bazılarının zehirlenmesini emretti, bu sayede bundan sonraki elçiler de buraya gelmeyi reddedeceklerdi. Türk elçilerinin çoğunluğu, üçü veya dördü hariç, yiyeceklerine karıştırılan öldürücü zehir ile öldürüldüler. Sasânîler arasında Türk elçilerin Sasânî ülkesinin boğucu kuraklığından öldükleri haberi yayıldı, çünkü kendi ülkeleri genellikle kar kaplıydı ve soğuk havadan uzaklaşınca hayatta kalmaları mümkün değildi. Geriye kalanlar farklı bir durumdan şüphelenmiş olsalar bile, kendi ülkelerine döndüklerinde Sasânîlerin söylediklerinin aynısını söylediler.


Fakat kurnaz ve zeki bir adam olan İstemi neler yapıldığının farkına vardı ve elçilerin hainlikle öldürüldüklerini anladı. Bu da Sasânîler ile Gök-Türkler arasındaki husumetin nedeni oldu.


Sogdların lideri Maniakh bu fırsatı değerlendirdi ve İstemi'ye Gök-Türklerin Romalılar ile dostluk kurmalarını ve diğer insanlardan daha çok kullandıkları için onlara satış amaçlı ham ipek göndermelerinin daha iyi olacağını tavsiye etti.


Maniakh'ın kendisi Gök-Türk elçileri ile iyi anlaşmak için oldukça hevesliydi ve bu sayede Romalılar ve Gök-Türkler dost olabilirlerdi. İstemi bu teklife onay verdi ve Maniakh'ı elçi olarak selamlarını iletmek üzere, ayrıca ham ipekten oldukça değerli bir hediye ve bir mektup ile beraber Roma İmparatoruna gönderdi.


Mektubu taşıyan Maniakh yola çıktı. Çok sayıda yollardan geçti ve çok sayıda arazileri aştı, bulutlara erişen yüksek dağlardan, geniş ovalardan ve ormanlardan, bataklıklardan ve nehirlerden geçti. Daha sonra Kafkasları geçti ve nihayet Bizans'a ulaştı. Saraya girip İmparatorun karşısına gelince, her şeyi dostane ilişkiler kurallarına göre yaptı. Mektubu ve hediyeleri bunları almak için kendisine gönderilen kişilere verdi ve zahmetli yolculuğunun boşa çıkmamasını istedi.


İmparator İskit dilinde (Gök-Türkçe) yazılmış mektubu bir tercüman aracılığıyla okuyunca, oldukça istekli bir biçimde elçiyi huzuruna kabul etti. 


Daha sonra elçilere Gök-Türklerin liderliği ve konumu hakkında sorular sordu. Elçiler dört eyalet olduğunu, fakat tüm insanlar üzerindeki hâkimiyetin sadece İstemi'de olduğunu söylediler. Ayrıca, Gök- Türklerin Eftalitleri istila ettiğini ve onları vergiye bağladığını da söylediler. İmparator şöyle bir soru sordu: 

"Yani tüm Eftalit gücünü kendinize tâbi mi kıldınız?". Elçiler de "Tamamen" diye cevap verdiler. 

Sonra İmparator "Eftalitler şehirlerde mi yoksa köylerde mi yaşıyorlar?" diye sordu. Elçiler: "Efendim, bu insanlar şehirlerde yaşıyorlar".

"Öyleyse" dedi İmparator, "sizin bu şehirlerin hâkimi olduğunuz açık". "Doğrusu bu" dedi elçiler. 

İmparator sordu: "Çok sayıda Avar'ın Gök-Türk hâkimiyetine karşı nasıl isyan çıkardıklarını ve herhangi bir kısmının size tabi olup olmadığını anlat bize." 

"Ey İmparator, hâlâ bize bağlı olan kişiler var. Kaçanların sayısı tahminimizce yirmi bin civarındadır." 


Daha sonra elçiler Gök-Türklere tâbi olan kabileleri sayarak İmparatordan Romalılar ile Gök-Türkler arasında barış olmasını ve hem saldırı hem de savunma ittifakı yapılmasını talep ettiler. Ayrıca Roma İmparatorluğunun düşmanı olan ve bölgelerine baskın yapanları yok etmek için istekli olduklarını da eklediler. 


Elçiler bu şekilde konuşurken, Maniakh ve yanında bulunanlar ellerini havaya kaldırarak bu sözleri dürüst bir amaçla söylediklerine dair büyük yemin ettiler. Ayrıca eğer iddiaları yanlışsa ve yerine getirilemezse kendileri, hatta İstemi ve tüm ırk üzerine lanetler okudular. Bu şekilde Gök-Türk insanları Romalıların dostu oldu ve devletimizle bu ilişkileri kurdular.


Önceden Sacae olarak adlandırılan Türkler barışa ilişkin olarak Justinos'a bir sefaret gönderince, İmparator Türklere bir elçi göndermeye karar verdi.


O sırada doğu şehirlerinin genel kumandanı olan Kilikyalı Zemarkhos'a bunun için hazırlanmasını emretti. Uzun bir yolculuk için gerekli olan hazırlıklar tamamlanınca, Justinos'un hükümdarlığının dördüncü yılının sonlarına doğru (Ağustos 569), on beş yıllık döngünün ikinci yılında ve Latin takvimine göre Ağustos ayının başlangıcında Zemarkhos, Maniakh'ın kendisi ve arkadaşları ile Bizans'tan ayrıldı.


Bizans Kaynaklarında Türkler (Menandros'un Fragmanları)
İsmail Mangaltepe







ilgili








"Orhun Anıtlarının dikildiği çağda, Alman veya Fransız diye bir millet oluşmamıştı."
Prof.Dr.Ahmet Taşağıl



"Şunu hatırlatalım ki o tarihler itibarıyla, böylesi uygarlaşmış kentlere, Anglo-Sakson İngiltere'sinde 
rastlamak mümkün değildir."
H.G.Wells