strabon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
strabon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2024 Cumartesi

İskit

 "Gururlu Adil" İskitler'den, "Kurnaz Kötü" İskitler'e



Strabon'dan okuyalım:

Bazıları... şairin (Homer) cehaletinden dolayı İskitlerin yabancılarla olan vahşi ilişkilerinden, onları kurban ettiklerinden, etlerini yediklerinden ve kafataslarını içki bardağı olarak kullandıklarından bahsetmediğini ve İskitlerden dolayı Pontus'a "Axine (onların halk etimolojisine göre "misafir sevmez"-SB)" dendiğini anlatmıyor, onun yerine - dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan insanlardır onlar, "gururlu Hippemolgiler (kısrak sağıcıları)" ve "Galactophagi (lor/peynir yiyenler) ile Abiiler (Semerkant Sakaları), en adil adamlar", olarak andığını söylüyor...

Oysa Homer'in İskitler için, hayatlarını hiçbir şekilde antlaşmalarla ve para kazanmakla geçirmeyen, kılıç ve içki kadehi dışında her şeye ortaklaşa sahip olan ve her şeyin ötesinde platonik bir şekilde eşlerine ve çocuklarına ortaklaşa sahip çıkan kişileri "en adil" ve "gururlu" olarak adlandırmasına şaşmak gerekir miydi?

Aeschylus da İskitler hakkında söylediklerinde açıkça şairin (Homer) davasını savunur: "Ama İskitler, yasalara saygılı, kısrak sütünden yapılmış peynir yiyenlerdir." Ve bu varsayım bugün bile Grekler arasında devam etmektedir; çünkü İskitleri insanların en açık sözlüsü ve kötülüğe en az eğilimli olanı, aynı zamanda bizden çok daha tutumlu ve başkalarından bağımsız olarak görüyoruz.

Yine de yaşam tarzımız neredeyse tüm halkları kötü yönde değiştirmiş, aralarına lüksü, tensel zevkleri ve bu ahlaksızlıkları tatmin etmek için sayısız açgözlülüğe yol açan basit hileleri sokmuştur. Öyle ki kötülüklerin çoğu barbar halklara, göçebelere ve diğerlerine de düşmüştür. Hatta denizci bir yaşam sürmenin sonucu olarak, korsanlık ve yabancıları öldürme alışkanlıkları edinerek yalnızca ahlaki açıdan kötüleşmekle kalmamışlar, aynı zamanda birçok halkla olan ilişkileri nedeniyle, bu halkların lüks ve işportacılık alışkanlıklarını da benimsemişlerdir. Ancak bunlar nazik davranışlara güçlü bir şekilde katkıda bulunuyor gibi görünse de, ahlakı bozar ve az önce sözünü ettiğim açık sözlülüğün yerine kurnazlığı getirir.

Strabon


NOT: Axine'nin asıl karşılığı Askania-Aşkenaz'dır. Yani Karadeniz'in adı, Gomer'in (Kamer/Kimmer) oğlu Aşkenaz'dan (Ashguzai-As/Taş Oğuz) geliyorsa, bu deniz İskit/Saka-Türk Denizi'dir ki Anadolu'da da Askania (Ascanios=İznik) adı geçmekte, hatta Askania'nın kardeşi Togarma (Torkom/Türk; Hitit metinlerinde Tegarama adlı şehir) da komşusudur.

Karadeniz'i "misafir sever (Euxine)/sevmez (Axine)" olarak halk içinde anlamdırmaları İskit/Sakalarla olan ilişkilerine bağlıydı, yeri geldi düşman, yeri geldi dost oldular.

SB


24 Kasım 2016 Perşembe

Kilikya - Cilicia





ÇUKUROVA - ESKİ ADIYLA KİLİKYA (KİLİKİA)



Strabon'dan okuyalım: [Kitap XIV:V:23]


" Her ne kadar Ephoros bu yarımadanın on altı kabile tarafından iskan edildiğini söylüyorsa da, bunlardan üçü Hellen ve diğerleri, karışmış olanların dışında, barbarlardır. Bunları şöyle toplayabiliriz: Kilikialılar, Pamphylialılar, Mariandynler, Troialılar ve Karialılar deniz kıyısında; Pisidialılar, Mysialılar, Khalybler, Phrygialılar ve Milyaslılar iç kısımda yaşarlar. Bu soruna hakim olan Apollodoros, Ephoros'un devrinden daha sonra gelen Galatları, önce sözü edilenlerden sonra, on yedinci kabile olduğunu söyler. Troia savaşları sırasında Hellenler henüz buraya yerleşmemişlerdi ve yabancı kabileler zaman aşımından ötürü daha fazla karışmışlardı; ve ozan, kataloğunda, Troialıların, Paphlagonialıların ve Lydialılarınkini sayacağı yerde Mysialıların, Phrygialıların, Karialıların, Lykialıların ve Meionialıların kabileleri ve örneğin: Halizonlar ve Kaukonlar gibi diğer bilinmeyen halkları ve "Katalog" dışında Keteiler ve Solymleri ve Thebe ovasından Kilikialıları ve Lelegleri sayar, fakat hiç bir yerde Pamphylialıları, Bithynialıları, Mariandynleri, Psidialıları, Khalybleri, Mysialıları veya Kappadokialıları saymaz. Çünkü bunlardan bazıları henüz bu bölgeye yerleşmemişlerdi ve diğerleri de öteki kabilelerin içinde yer alıyorlardı. Örneğin: Hidreiesler ve Termiller Karialıların ve Dolionlar ile Bebryklerin Phrygialılar arasında yer aldığı gibi." 



* Üçü Hellen, diğerleri Hellen değil..... * 
* "Batılıların" herşeyi "Hellen" yapma hastalığı! * 


Kilikya (Cilicia) : Heinrich Kiepert (1818-99)




"Yeğen Teucer" soyundan gelenler Olba (Uzuncaburç/Mersin)'yı kuranlardır.
"Yeğen Teucer" Truva savaşlarından bildiğimiz Ajax'ın, baba tarafından kardeşidir. 




"Troya yakınlarında bir başka yerleşim merkezi daha vardı Kilik'lerin. Burada yaşayanlar, güneydeki adaşlarıyla akraba olduklarını savunuyorlardı ve bunlardan bazıları Troya Savaşı'ndan sonra güney Kilikia'ya göç ettiler. Başka bir Kilikia kenti olan Olbe, torunları orada rahip-krallar olarak hüküm süren Teukros'un oğlu Aias tarafından kuruldu. Bu Teukros, Salamisliydi. Teukros, Troya Savaşı bittiğinde babası Telamon tarafından yurdundan kovulunca Kıbrıs'a doğru yelken açtı. Kıbrıs'da Akhaion Akte, Akha Kıyısı'nda karaya çıktı ve Kıbrıs Salamis'ini kurdu. Kıbrıs'daki Salamis kenti dördüncü yüzyılda hâlâ Teukros'un torunları tarafından yönetilmekteydi." - George Thomson, Tarih Öncesi Ege








"Anadolu’nun sadece yüzeysel olarak Türkleştiğini savunanlar bilmelidirler ki, bu toprakların Helenleşmesi veya Hıristiyanlaşması da aynı şekilde yüzeysel kalmıştır. Bundan dolayıdır ki, az sayıda Türk işgalleri ülkeyi çok kısa bir zaman içinde Türkleştirebilmiştir. Batı tarihçilerinin anlayamadıkları, bir fenomen olarak baktıkları olay, işte budur. Artık ülkeyi bu harabelikten Selçuklular ve Osmanlılar kurtaracaktır. "

Prof. Dr. Ahmet ÜNAL , 
HİTİT İMPARATORLUĞU’NUN YIKILIŞINDAN BİZANS DÖNEMİ’NİN SONUNA KADAR ADANA VE ÇUKUROVA TARİHİ / pdf







Baki Tonguç Arık
Oniki Asırlık Türk Yurdu Adana Fethinin Destanı

..Miladi yedinci asırdan itibaren islam nüfuzu ile beraber Türk nüfuzu da Kilikya'ya girmeğe başlamıştır. Hele Tarsus İslam mücahitlerinin savaş merkezi olduktan sonra Türk nüfuz ve varlığı buralarda daha kuvvetlenmiş, Selçuklular devrinde tamamen köklenmiştir.

Emeviler zamanında Arap istilası yayılmağa başladıktan sonra, Anadolu'nun cenup kısımları olan Ceyhanla Fırat arasındaki saha ile Kilikya da İslam hakimiyeti altına girmişti. Buralarda iki (Süğur) sınır bekçiliği kuruldu. Birinin merkezi Malatya ötekinin merkezi Tarsus'tu. İkisi de Elcezire vilayetine bağlanmıştı.

Emeviler fetihleri yaparken (Mevali) dedikleri Arap olmayan askerlerden çok istifade ediyorlardı. Buraların arasında askerlik ve ahlak yönünden en güvenlisi Türkler'di. Türkler aşk ve inanla dövüşüyorlardı.

Emeviler zamanında Kilikya'da görülmeğe başlanan Türk varlığı, Abbasi halifesi (El-Mehdi)nin devrinde (775-785) Kilikya'ya tamamen yerleşmişti. Halife Mehdi Fergane, Esbicap, Belh, Harzem, Herat, Semerkand ahalisinden bir çok Türk boylarını Anadolu'ya göndermişti. Başbuğları ile gelen bu Türk boyları Maraş, Misis, Adana, Tarsus, Anazarba (Anavarza), Malatya, Göynük, Diyarbekir, Ahlat, Malazgird, Erzurum taraflarına yerleştirilmişlerdi. Böylece Anadolu'nun cenup ve doğusu Türkler tarafından işgal olunmuştu.

Halife Memun da Horasan'dan bir çok Türk boyları getirterek buralara yerleşmişti. Memun ve Mutasım zamanlarında Türk nüfuzu, Abbasi devletinin askeri ve idari teşkilatında çok önemli bir duruma yükselmişti. Halife Mutasım zamanından itibaren hemen bütün (Süğur) valiliklerine Türk beylerinden vali tayin ediliyordu. Muhtelif tarihlerde tayin edilmiş Kuteybe bin Müslim ve Ahmed bin Said gibi, bir kaç Arap vali ayrı tutulacak olursa, bütün baliler Türklerdendi. Halifeler, Türklerden teşkil ettikleri ordulara ve bu orduların bağbuğlarına son derece güven gösteriyorlardı. Abbasi devletinin istila siyasetini yürüten kuvvetlerin başında bu Türk orduları ve bu orduların başbuğları vardı. Bu başbuğlar arasında Afşın, Kayı oğlu Ahmed, Vasıfüttürki, Doğanoğlu gibi bir çok Türk komutanları ün almışlardı. (...)

Konstantin oğlu Romanus (959-963) ve imparator (Nikefor Fokas) zamanlarında (963-969) Bizans saldırıları şiddetlenmişti. İmparator ordularının başında olduğu halde, bütün savaşlarda zaferler kazanıyordu. Bu arada Kilikya'ya da saldırarak Adana, Misis, Anazarba ve bütün Kilikya'yı almış, ortalığı kana boyayarak Kilikya'da yerleşmiş halkın bir kısmını katletmiş, bir kısmını Hıristiyanlığı kabule zorlamıştı. Bununla beraber, imparator (Nikefor)un kanlı icraatına rağmen, bir çok Türk boyları memleketin dağlık yerlerine çekilerek varlıklarını korumağa muvaffak olmuşlardı.

Bizanslıların bu kanlı iş ve yenişlerinin izi istekleri gibi pek uzun sürmemişti. Doğu Selçuk devletinin kuruluşundan sonra, Anadolu'ya ve Bizans'a karşı, Türk akınları daha sağlam ve köklü olarak yeniden başlamıştı. Türkler bu akınları artık tamamen kendi hesaplarına yapıyorlardı.

1059 dan itibaren Selçuklular idaresinde Türklerin temelli bir güdümle Anadolu'yu ele geçirmek için savaşlara giriştiklerini görüyoruz. 1067 de Malatya'da toplanan Bizans ordusuna, başta Afşin olmak üzere saldıran Türk beyleri Malatya ve Kayseri'yi aldıktan sonra orta Anadolu'ya kadar girmişler ve bir dönüş yaparak Kilikya'yı baştan aşağı hallaç pamuğu gibi allakbullak etmişler, Amanoslardan aşarak çıkış yerleri olan Halelbe varmışlardı.

Bu akınların ardı arası kesilmiyordu. 1069 da doğudan cenuptan Türk kahramanları tekrar Bizans ülkesine saldırmışlar 1070 te Sanduk bey akınlarını Anadolu'da Bizans'ın kalbine doğru uzatmıştı.

1071 de büyük Türk kahramanı Alparslan Malazgird meydan savaşında yüz bin kişilik Bizans ordusunu, kırk bin yiğit Türk süvarisi ile darmadağın ederek dehşetli bir bozguna uğratmış, imparatora yer öptürmüştü. Alp Arslan'ın bu cihan ölçüsündeki zaferi gerek dünya tarihinde, gerek Türk tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oldu. Alp Arslan'ın kazandığı bu zaferle Anadolu'nun Türkler tarafından tamamen fethine ve kesin olarak yerleşmelerine yol açıldı.

Alp Arslan Malazgird meydan savaşını kazandıktan sonra komutanlarının her birine Anadolu'nun bir tarafını almak ödevini vermek suretiyle, fetih işine hemen kendisi başlamıştı. Fakat bu önemli ve yüce işi yürütmeye ölüm meydan vermedi.

Melikşah devrinde savaşlar hızını azaltmadan devam etti. Alp Arslan'ın Kızılırmağa kadar uzattığı Türk akınları, Melikşah zamanında, fetih halinde, buraları geçerek 1073 te Bursa'ya kadar dayanmıştı. Orta Anadolu'da bu savaşlar devam ederken Buldacı Bey komutasındaki bir Türk kolu da Maraş ve Ceyhan bölgesini ele geçirmeğe uğraşıyordu.

1077 de Kutulmuş oğlu Süleyman şah Anadolu Selçuk devletini kurarak, Anadolu'yu tamamen ele geçirme işine devam etti. Arap müverrihlerinden (Azimi) 1083 te Seyhan ve Ceyhan bölgesindeki Adana, Misis, Anazarba başta olmak üzere bütün Kilikya'daki şehirlerin Türkler tarafından alındığını yazmaktadır. (1)
Kutulmuş oğlu Süleyman şah Anadolu Selçuklu devletini kurmuş olmakla beraber yine bütün fetihlerini büyük Selçuklu devletine, Melikşah'a bildirerek saygı ve bağlılığını gösteriyordu. Bu suretle Anadolu Selçuklu devletinin eline geçirdiği yerler de büyük Selçuklu devletinin vilayet teşkilat kütüğüne kaydolunuyordu. Her bölgenin idaresi bir beye veriliyordu. Merkezi Tarsus olan Seyhan ve Ceyhan bölgesi de ayrı bir bey idaresinde idi.

Doğudan yapılan Türk akınlarından yılarak kaçan ve sığınacak yer arayan Ermenileri, ilk defa bu sırada, Kilikya'da görüyoruz. Kilikya'nın dağlık bölgelerinde yaptıkları kalelerin içinden dışarı taşmayan bir hayat kurmuşlardı. Bununla beraber bu hayatı sürükleyebilmek için Selçuklu devletine haraç vererek, Türkün kanatları altına sığınmaktan başka yol bulamamışlardı.

1095 te başlayan Birinci Haçlılar savaşı ve bundan sonraki Haçlı savaşları Ermenilerin Türklere dirsek çevirmelerine fırsat vermişti. Kılıç Arslan'ın Eskişehir önlerinde yenilmesinden sonra Torosları geçerek Kilikya'ya giren Haçlılar bir kolla da Antakya önünde Suriye Selçukluları ile 'Gerboğa'nın komutasındaki diğer bir Selçuk ordusunu bozmuşlardı. Bu yenilişler Selçuklu devletinin nüfuzunu kırmıştı.

Durumun bu şekilde gelişmesinden faydalanan Ermeniler 1124 tarihinde, Kilikya'da bir prenslik kurmuşlardı. Fakat bu hükümet taslağının istiklali hiç bir zaman tam olamamıştı. Daima kuvvetli bir koruyucu devlete haraç vererek prensliğin hayatını bir zaman için uzatmak imkanını elde edebiliyorlardı. 1144 tarihlerinde ikinci Haçlılar savaşında, Haçlı ordularının Anadolu'nun şurasında, burasında, çete savaşları ile hırpalanarak ezilmesi üzerine, esasen Haçlılara bir güveni olmayan, Bizans imparatoru Manoel Komnen (1158) elinden çıkmış olan yerleri geri almak üzere savaş açarak Kilikya'ya girmişti. Haçlı savaşları sıralarında Ermenilerin ellerine geçmiş olan bütün yerleri geri almış ve kendisini Ermenilere metbu olarak onaylatmıştı.

İkinci Kılıç Arslan devrinde (1176) Selçukluların imparator Manuel kuvvetlerini büyük bir bozguna uğratmalarından sonra Bizanslılar, artık Selçuklulara karşı başarı umudunu yitirmişler ve cenup Anadolu ile ilgilerini hemen hemen tamamen kesmiş bir duruma düşmüşlerdi. Bu sırada meydanı boş bulan Ermeniler (1179) Adana, Tarsus ve Misis şehirlerini yeniden ellerine geçirmişler bu suretle de Bizanslılardan göya öcalmışlardı.

Fakat; Kilikya'ya şimalden cenuptan yeniden başlayan Türk akınları onları bu lokmaları rahat yemelerine meydan vermiyordu. Aşağıdan, yukarıdan gelen bu saldırışlar karşısında, hangi tarafın baskısı ağır olursa o tarafa haraç vererek kulluk sunarak yaşamaktan başka çare bulamıyorlardı.

Selçukluların nüfuzu yeniden, baskısını artırmağa başlamıştı. Rükneddin ile yaptığı taht kavgasında, yar olmayan talihine küsen, Gıyaseddin Keyhusrev memleketini bırakarak yabancı illere doğru geziye çıktığı zaman ilk konak olarak Kilikya'ya varmıştı. Ermeni Prensi ikinci Leon, Gıyaseddin'i tam anlamıyla bir metbu gibi karşılamıştı. Bununla beraber prensliğin yaşamasını iki yüzlü siyasette arayan Leon, bir yandan bu yaltaklanmaları yaparken öbür yandan da, ortaya çıkan fırsatları kaçırmak istemiyordu. Leon, Selçuklu ailesinin arasında uzayan saltanat kavgalarından faydalanarak, Karamana ve Kayseri'ye kadar saldırmaktan geri kalmıyordu. Küstahlığını her yıl vermek zorunda olduğu haracı vermemek suretiyle artırıyordu.

Birinci İzzeddin Keykavus zamanında da (1210-1212) haraç vermemekte inat ediyordu. Selçuklu haraç alımcısı Leon'un haraç vermemek için yaptığı inadı Selçuklu sultanına yanıkma zorunda kalmıştı. Sultan, alımcının yanıkması üzerine bir ordu ile Kilikya'nın dağlık yanına girerek 'Hacın'ı (2) almış ve 'Sis' üstüne yürümeye başlamıştı. Selçuklu ordusunu savaşla karşılamak isteyen Leon'un kuvvetleri Selçuklulardan korkunç bir dayak yiyerek çil yavrusu gibi dağılmıştı.


Baki Tonguç Arık
Oniki Asırlık Türk Yurdu Adana Fethinin Destanı
(Hukukçu, Adana'nın kurtuluşunda da görev almıştır.)
(1) Türk Tarihi, Selçuklu Devri - Prof. Mükrimin Halil Yinanç
(2) Şimdi adı Saimbeyli'dir.




***



Çukur-Ova Bölgesinin Fethi


Bilindiği gibi, eskiçağlarda ve Bizanslılar devrinde Çukur-Ova bölgesine Kilikya adı veriliyordu. Burası Emeviler zamanında İslamlar tarafından tamamiyle fethedilerek uç (sugur) beylerinin (amiller) idaresine verilmişti. Tarsus'ta oturan bu uç beyleri Kinnesrin (Haleb yakınında) valilerine bağlı idiler. Abbasiler zamanında bu uç bölgesine de Orta Asya'dan birçok Türk getirelerek yerleştirilmiştir. Bunlar bu uç amilliğinin merkezi olan Tarsus ile Misis, Anazarba ve Adana şehirlerinde oturuyorlardı. Bu Türkler aynı bölgede yerleşmiş olan diğer dindaşlariyle birlikte sık sık Bizans topraklarına akınlarda bulunurlar veya Bizanslılar'ın saldırışlarına karşı bu İslam uç'unu müdafaa ederlerdi. Bu uç beyleri çok defa mücahitlerin ileri gelenlerince kendi aralarında seçilirdi. Kendi adlarına para bastıran, emir, melik ve hatta sultan unvanlarını taşıyan bu uç beylerinden birçokları Türk idiler ki, bunların en tanınmışları şunlardır: Ebu Süleyman, Vasıf, Fazl b.Karin, Ferec, Amacur, Bilge-Çur, Yazmaz, Toğanoğlu Ahmed, Abu Sabit, Burdu (Bardu?) oğlu Rüstemi Munis, Hakan, Kay oğlu Ahmed.


Fakat Abbasi imparatorluğunun zayıf bir duruma düşerek parçalanması üzerine Bizanslılar, Nikephor Phokas zamanında (963-969) islamın bu uç bölgesini de tamamen zaptettiler. Buradaki halk göçmeye veya Hıristiyan olmaya mecbur edildi. Bizanslılar fethettikleri bu bölgeyi Selokya valiliğine (tem) bağladılar. Yalnız bu valiliğin merkezi Silifke'den Tarsus'a nakledildi. 1071 Malazkird savaşını takiben Anadolu'da yapılan fetihler esnasında Kilikya bölgesi de Türkler'in eline geçti. M.H.Yinanç'a göre Kilikya bölgesi, Anadolu'nun fethini müteakip teşekkül eden 19 beylikten (emaret) birisi idi. Bununla beraber bu bölgenin kimin tarafından fethedildiği bilinemiyor.


1097 yılındaki I.Haçlı Seferi neticesinde Kilikya'da bir çok bölgeler gibi, Türkler'in elinden çıktı. 1097 güzünde Tancrede ve Baudouin'in Ereğli'de diğer Haçlı başbuğlarından ayrılarak Kilikya'ya gelmeleri üzerine Tarsus, Adana ve Misis (Mamistra) Türk kuvvetleri tarafından boşaltıldı. I.Haçlı Seferi'nden Bizanslılar gibi Ermeniler de faydalandılar. Daha ziyade Toros dağlarında yaşıyan Ermeniler ovaya indiler ve 12.yüzyılın başlarında Çukur-Ova'da bir devlet kurdular. [aslında bir prenslik-SB] Bu Ermeniler, buralara Doğu-Anadolu ve Azerbaycan'dan, bilhassa Selçuklu istilası neticesinde gelmişlerdi.


(1220-1237) devrinde ise Ermeni devleti Selçuklular'ın tam bir tabii durumuna düştü ve bu Köse Dağ savaşına kadar devam etti. Selçuklular'ın Köse Dağ savaşında (1243 yılında) Moğollar'a yenilmeleri ve onlara vergi vermek zorunda kalmaları üzerine, Ermeniler Türk tabiiyetini atıp Moğollarınkini kabul ettiler. Böylece onlar, Moğollar'ın himayesinde Müslüman komşu devletlerin hücumlarından masun, rahat bir hayat süreceklerini ümid ediyorlardı. Fakat çok geçmeden karşılarında hamileri Moğollar'ı dahi yenilgilere uğratan Memlukler'i buldular.


Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar
Prof.Dr.Faruk Sümer















"Geçmişin hangi bölümünün korunacağını, hangi bölümünün çarpıtalacağını, hangi bölümün tümden silinip 
ortadan kaldırılacağını belirleyen politikaları saptayan kimliği belirsiz beyinler vardır." 
"Geçmiş silinmekle kalmıyor, silindiği de unutuluyor, sonunda yalan gerçek olup çıkıyordu."
"Şimdi gerçek olan sonsuza dek gerçekti....  "  
George Orwell,1984










ilgili:



24 Haziran 2016 Cuma

Nysa ve Dionysos


Tiyatro podyumundaki frizlerden Bebek Dionysos (MÖ.1.yy)
Baby Dionysos (Bacchus) - 1st c BC 
from the Theater of Nysa (12.000)- Sultanhisar / Aydın.


Antik Karia bölgesinin önemli bir kenti olan Nysa (Sultanhisar) Aydın'ın doğusunda bulunan ve Eski Çağ'da Messogis olarak adlandırılan bügünkü Aydın dağlarının güneye bakan yamacında, kışın su taşmalarına neden olan, buna karşın yazın kuruyan Tekkecikdere adlı bir akarsuyun çevresinde çok dik bir boğazın oluşturduğu alanın her iki yanında kurulmuş olan eski bir yerleşimdir.

Kentin kuruluşu ile ilgili farklı bilgiler bulunmaktadır ; Augustus devrinin ünlü gezgin ve coğrafyacısı Amasya'lı Strabon (MÖ. 64-MS. 21) ile tarihçi Stephanus'un (MS. 6.yüzyıl) anlattıklarından öğreniyoruz. 

Nysa adı özellikle Helenistik devir krallık ailesi kadınları arasında oldukça sık rastlanan bir addır. Stephanus, Ethnica adlı eserinde Eski Çağ'da Nysa adını taşıyan on kentten Karia bölgesindekinin, Suriye kralı Seleukos'un oğlu I.Antiochos Soter (M.Ö. 324-261) tarafından eşi adına kurulduğunu belirtir. 

Strabon'a göre, Nysa Poleponnes'teki (Yunanistanın güneyindeki yarım ada=Mora yarımadası) Sparta'dan gelen Athymbros, Athymbrados ve Hydrelos adlı üç kardeş tarafından kurulan üç ayrı küçük yerleşmenin sonradan büyük bir kent halinde birleşmesi ile olmuştur ve Athymbros da bu yeni kentin kurucusu olarak anılmıştır. Bu nedenle antik kent başlangıçta Athymbra olarak adlandırılmış ve zaman zaman da Antiocheia olarak tanınmıştır. 

Kentin adının MÖ. 2.yüzyılın başlarında Nysa olduğu bilinmektedir ve tarihi de MÖ.6.yy'a kadar geri gidebilmektedir, lakin şimdilik fazla bir bilgimiz yoktur. Bununla birlikte, Seleukosların Anadolu'da kurdukları askeri koloniler halindeki kentlerin yanında, küçük yerleşmelerin birleşme (synoikismos) yoluyla tek bir sivil kent halinde oluşturdukları kent kurma politikasına uygun bir şekilde kurulmuş olan Nysa'nın Kral III.Antiochos (MÖ.223-187) tarafından ele geçirildikten sonra sığınma (asyl) hakkı istenilen bir kent olma ayrıcalığını elde ettiği bilinmektedir.

Nysa, Romalıların yönetimi altında sikke bastırmıştır ve antik kentte basılan Cistophorus türü sikkeler MÖ.133-111 yılları arasında tarihlenmektedir. Birinci Mithridates savaşı sırasında Nysa'lı Chairemon adlı varlıklı bir kişi Romalıları desteklemiş ve bunun üzerine Mithridates tarafından öldürülmüştür. 

Chairemon'un akrabalarından Pythodoros (Pythodoros of Tralles diye de geçiyor) , Pompeius (Gnaeus Pompeius Magnus; Pompey the Great) ile Gaius Julius Caesar'la yakın dostluğu vardı. 

Pythodoros , Marcus Antonius'un (Mark Antony ) kızlarından Antonia (doğumu Roma MÖ.47- ölümü İzmir) ile evlendi. Mark Antony, kızını 20 yaş büyük olan Pythodoros ile evlendirmesindeki sebep, Parthia istilasında müttefik olmak istemeseydi ve o dönemde Antony Cleopatra ile Mısır'daydı...

Bu Doğu ittifakından dolayı Roma Senatosu korkuya kapıldı, Octavian (Augustus) savaş ilan etti. MÖ.31 de Cleopatra ile Antony'i yenerek Roma İmparatorluğunu kurdu ve ilk imparator oldu.

Antonia'nın kızı Pythodoris (İzmir doğumlu, Pythodorida ; Pythodoris I ;Pantos Pythodorida) ise önce Pontus sonrada Kapodokya kraliçesi olmuştur. Strabon, Pythodoris'i iyi bir yönetici olarak tanımlar. 

Kentin gelişmesi özellikle Roma İmparatorluk çağı içerisinde, Strabon'un ölümünden sonraki dönemdedir. Milattan sonraki ilk 300 yılda, yani Roma İmparatorluk çağı içerisinde Nysa'da neler olduğu konusunda çok fazla bir bilgimiz bulunmamakla birlikte bazı yazıtlarda İmparator Vespasian, Hadrian, Pius, Marcus Aurelius ve Commodus'un adlarının yanısıra İmparator Gallienus'un küçük oğlunun adına da rastlanmıştır. 

Kent 12. yüzyılda Selçukluların yönetimi altına geçmiş, ancak kısa bir süre sonra yine Bizanslıların hakimiyeti altına girmiştir. Nysa'nın 1402 yılında Timurleng tarafından istila edilmesinden sonra yavaş yavaş önemini kaybetmiştir. Kentte bugün görülen kalıntıların büyük çoğunluğu Roma ve Bizans çağlarına aittir. Nysa harabelerinin güneyinde yer alan bugünkü modern Sultanhisar ilçesi ise MS.14. ve 15. yüzyılda kurulmuş ve gelişmiştir. 

İki kenti birleştiren bir köprü, bir stadyum, akar suların içinden geçtiği gizli bir yer altı geçidi, Tiyatrosu, Gymnasion’u ve Agora’sı günümüze kadar ayakta kalmış önemli bölümlerindendir. 

MÖ 1. Yüzyılda yapıldığı düşünülen 12 bin kişilik antik tiyatrosu ve sahne yapısında çok iyi korunmuş durumda olan şarap tanrısı Dionysos (Bacchus) kabartmaları vardır. Tiyatrosunun 38 m uzunluğundaki sahne binasına ait 6 adet, podyumuna ait 26 adet friz bloğu, Aydın Arkeoloji Müzesine taşınmıştır.

Efes Celsus kitaplığını da restore eden V.M.Strocka, 2002-2008 arası Nysa kütüphanesi kazılarında bulunmuştur.

Her ne kadar Nysa kütüphanesi MS 2.yüzyıl İmparator Hadrianus döneminde yapılmış olsa da, Amasyalı Strabon'un eğitim almak için bu şehre gelmiş olması, şehrin antik çağda bir eğitim ve bilim merkezi olduğunu gösterir. 

Rodos ve Nysa da okul/eğitim başkanı olan hocası Aristodemus'tan dilbilgisi ve hitabet dersleri aldı. Aristodemus aynı zamanda filozof, stoacı, astronom, coğrafyacı ve siyasetçi olan Posidonius'un torunuydu. Strabon'un kitabını yazmasına etken olduğu söylenir.


SB.

kaynaklar: 
link1  -  link2  -  link3
ve Prof.Dr. Vedat İDİL - "Nysa ve Akharaka (Nysa and Acharaca)" adlı eseri



EK:

* Türkçedeki Nisa ismi Arapça'dan gelir "Kadınlar" demektir. 
* Dionysos'un şarap sanatını buradaki su perilerinden (Nymph) öğrendiği söylenir.
* "Dionysos ya da Bakkhos en çok şarap tanrısı olarak tanınır, fakat o genellikle bir ağaç tanrısıydı da. Örneğin, bütün Yunanlıların "ağacın Dionysos"una kurbanlar verdiği söyleniyor. Boeotia'da onun unvanlarından biri "ağacın içindeki Dionysos" idi. " - Altın Dal - James Frazer (syf 311)



Bağlantı kuralım:
Ağaç Kovuğu - Kıpçaklar / Ağaçtan doğma - Uygurlar
Dionysos - Sabazios "Atıyla gezen Göçebe Tanrı" Saban bir İskit boyu
Bakkhos - Bacchus - Bacc - Bağ - Bağcı

SB.


***

The stage of the theater is 38 m long.
6 pieces of the stage and 26 pieces of the podium frieze blocks are in Aydın Archaeological Museum.

V.M.Strocka who restored Ephesus Library Celsus, was in Nysa between 2002-2008 during the excavations of the library, which was built in 2nd c AD, emperor Hadrian period.

Nysa was an educational and scientific center in ancient times,
even Strabo (born in Amasya) came to Nysa for education.

Bacchus - Bacc - Bağ - Bağcı is Turkish (vigneron, winemaker)
Dionysos is also to be called in Anatolia as Sabazios, a Scythian tribe is called Saban, means in Turkish plow. Sabazios has been described as "Nomadic Horsemen God".

Dionysos or Bacchus (Bakkhos) was recognized most as god of wine, but he was also the god of tree "Dionysos in the tree" was his other name.

Born from tree is a Turkish legend. Some Turkish tribes like Kipchak Turks have it in their tribe name, Kipchak (Kıpçak-Gıpçak; known for Europeans as Cumans or Polovts, and in Egypt as Mamluks) means "tree cavity". Uyghurs are also born from a tree in legends.

SB



28 Ekim 2014 Salı

ISSIK GÖLÜ VE İSKENDERUN KÖRFEZİ






İSKENDERUN - ISSIKOS - TÜRKİYE (Issic Gulf-Strabon)
ESİK / ISSYK - ORTA ASYA


"Bilindiği gibi halklar muhaceret etmişlerse, gittikleri yeni topraklara eski yurtlarındaki coğrafi adların bazılarını taşırlar.

Orta Asya'daki Issık-Göl'ün adının eski çağlarda İskenderun Körfezi'nin İssikos Denizi (Sıcak Deniz) şeklinde görülmesi, insanın aklına ister istemez böyle bir ihtimali getirmektedir." - D.Ahsen Batur


Issıkos Sea "Sıcak Deniz" 

Issık;  öz (ruh), sıcak, ısı... Issık gölü  de "Sıcak göl" demektir. 







"19: After Aegaeae, one comes to Issus, a small town with a mooring-place, and to the Pinarus River. It was here that the struggle between Alexander and Dareius occurred; and the gulf is called the Issic Gulf. On this gulf are situated the city Rhosus, the city Myriandrus, Alexandreia, Nicopolis, Mopsuestia, and Pylae, as it is called, which is the boundary between the Cilicians and the Syrians. In Cilicia is also the temple and oracle of the Sarpedonian Artemis; and the oracles are delivered by persons who are divinely inspired."
Strabon/link




*

"İssedon: Bu da bir Türk kabilesidir: "iç" / "is" ("astar" + "giysi"): "astarlı elbise" demektir. G.A. Geybullayev (s. 296), bunu böyle kabul etmektedir; ancak, bu etimoloji inandırıcı kabul edilemez. Büyük bir ihtimalle eski Türkçedeki "iç"/"is" olarak değil, "issi"/"isse" ("sıcak") + "don" (ırmak") : "sıcak ırmak" diye tercüme etmek gerekir. "sıcak ırmakta yaşayanlar" fikrinden ise, "sıcak kaynaklarda" ifadesi daha doğrudur. Bu tür sıcak kaynaklar eskiden Pyatigorsk [Beştav] bölgesinde varmış. Karaçay-Balkarlar Beşrav'ın eski sakinleridir ve günümüze değin de bu yerleşim yeri "Issisuu"- "sıcak su" olarak adlandırılmıştır. Rus Kazakları da kendi köylerine Goryaçevodskaya adını vermişlerdir. Bu köy, çok sayıda mineral su kaynaklarının bulunduğu Beştav'da yer almaktadır."

K.Laypanov, İ.Miziyev - Türk Halklarının Kökeni




OCHUS - OXUS - AMUDARYA - CEYHUN RIVER
The name comes from 
OGHUZ TURKS - OĞUZ TÜRKLERİ - OĞUZLAR

"As one proceeds from the Hyrcanian Sea towards the east, one sees on the right the mountains that extend as far as the Indian Sea, which by the Greeks are named the Taurus. Beginning at Pamphylia and Cilicia they extend thus far in a continuous line from the west and bear various different names. In the northerly parts of the range dwell first the Gelae and Cadusii and Amardi, as I have said, and certain of the Hyrcanians, and after them the tribe of the Parthians and that of the Margianians and the Arians; and then comes the desert which is separated from Hyrcania by the Sarnius River as one goes eastwards and towards the Ochus River. "
STRABO GEOGRAPHY Book XI, Chapter 8


"From the same Indian mountains, where the Ochus and the Oxus and several other rivers rise, flows also the Iaxartes, which, like those rivers, empties into the Caspian Sea and is the most northerly of them all." 
STRABO GEOGRAPHY Book XI, Chapter 7













MÖ.333'de Makedon Büyük İskender'in  Pers kralı  Darius III.'ü yendiği büyük Issus Savaşı'nın olduğu yerdir.





2600 yıllık Issık Yazıtı Türk Yazıt Tarihini değiştiriyor. MÖ.5.yy
İskit/Saka Türklerine ait olan kurgandan çıkan kepçenin üzerindeki yazı Türkçe olarak okunmuştur.


2600-year-old Issyk Inscription.
Two lines of Saka inscription that changed view on the history of the Türkic people
The oldest inscription in Türkic alphabet, the Issyk Inscription, written on a flat silver drinking cup, was found in 1970 in a royal tomb located within Balykchy 

( Issyk), a town in Kyrgyzstan near Lake Issyk, and was dated by 5-th c. BC.



Elşad Alili'nin Bilim dergisinde yayınlanan "Issık (Esik) -İskit/Türk yazıtı" ile ilgili makalesinden 





 "Pinar" ile ilgili olarak:


Pinara Antik Kenti - Lukiya [Kurtların Ülkesi) Likya-Lycia] Minare Köyü/Fethiye
Meşe Ağaçları ile zengin bir bölgedir. Ayrıca
  Troyalı bir aristokrat olan okçu Pandaros/Pander (Pand+Er!) için Pinara'da bir kült yapılmıştır.
"Pandaros: Lykaon'un oğlu, Troya ilindeki Lykia'nın kralı. Athena onu antlaşmayı bozmaya kışkırtır. Diomedes'i yaralar ve onun tarafından öldürülür." Homer-İlyada





Pinarus River (Nehri)  (Türkiye Suriye sınırında Payas Çayı, B.İskender-Issus Savaşı)


"Gargı deresinin pinar odunu
A yavrum sürmelim,
Amman gel gaçalım
Arabacı yol ver geçelim
Henımlara fisdan biçelim
Nacaklar mı yardı senin budunu
A yavrım sürmelim."

Bodrum Türküsü "Kargı Deresinin Pinar Odunu"
Pinar bir Meşe türüdür.
Hasan Torlak



Pinar- Binar - Munar
Dede Korkut'taki Binar'dır, (b/p değişimi) Tepegöz hikayesindeki Munar'dır (b/m değişimi).

"Oğuz Destanı'nda Oğuz ve beraberindekiler İtil nehrine geldikleri ve bütün eşyalarını suya kaptırdıklarını düşündükleri sırada kendilerini hala ırmak kenarındaki yüksek bir ağaçta bulunurlar. Bu dönemle birlikte Oğuzlar'ın ormanlık yerleri yurt edindikleri, bu kabileye "ağaç-eri" dendiği belirtilmektedir (Ögel). Munar destanlarda geçen kocaman bir ağaçtır (Yudahin). Kalık Akiyev, Kırgız SSR İlimder Akademiyası tarafından 1957 yılında basılan kitapta "munar - dalları göğün yedinci katına, kökü de yedi kat yerin altına uzanan ulu bir ağaç, hayat ağacı" şeklinde bilgi vermektedir. 

Türk epik anlatımlarında "bınar"ın, "munar"a dönüştüğünü düşünüyoruz. Büyük bir ihtimalle eski "hayat suyu ve dünya ağacı" şeklindeki birleşik inançları, belki Dede Korkut'ta aynı şekilde devam etmiş; ancak "kuraklıktan dolayı yurtlarını terk eden Türkler'in bugünkü coğrafyalarında sadece "suyu olan yer, pınar" anlamıyla yaşamaktadır. Ayrıca halk arasında "pınar"a hala "munar, mınar" dendiğini de unutmamamız gerekir. Zaten Dede Korkut coğrafyasındaki "bınar", bizde "bunar" şeklinde söylenmemiştir, ancak b/p değişimiyle "bınar" "pınar" olmuştur.

Sonuç olarak diyoruz ki Tepegöz'de yer alan "Uzun Bınar'ın Gökyay'ın, Dede Korkut'ta belirtildiği gibi "nerede olduğu belli olmayan bir yer adı" olmayıp "Türkler'in efsanevi hayat ağacı munar olduğunu iddia ediyoruz."



Prof.Dr.Nerin Yayın,2008






__________________________