4 Haziran 2016 Cumartesi

Priamos'un ölümü



Öğrenmek istersin sanırım yazgısını Priamus'un da;
Görünce yeniden, düşman elinde ülkesini, yıkılan
Kapılarını konağının, odalarına girdiğini saldırganların,
Kuşanır bir daha kullanamayacağı pusatları boşuna,
Güşsüz yaşlı, asar kılıcını titreyen omuzuna,
Atılır düşmana, yürür ölümün üstüne korkusuz.

Konağın ortasında, açık, göğün altında, büyük
Sunak, sunağın yanında yaşlı defne, eğilmiş
Dallarıyla Penatları çevreleyen, örten, gölgeleyen.
Toplanmış orada kızlarıyla Hecuba, çevremiş sunağı,
Azgın, karanlık fırtınadan kaçan güvercinler gibi,
Sokulmuşlar birbirlerine, oturmuş, sarılmışlar tanrı
Yontucuklarına. Görünce Priamus'u, gençken taşıdığı pusatla
Donanmış, dedi ki Hecuba: "Ey mutsuz kocam, nedir bu
Çıldırdın mı? Nereye? Ne yaparsın kuşandığın pusatlarla?
Ne yardımın var ne savunman bu durumda, geçmiş
O günler, yaşasa yetmezdi gücü oğlun Hector'un bile,
Gel buraya. Ya sunak kurtarır hepimizi ya sen de ölürsün bizimle." 
Çekti kendine doğru kocasını,
Bunları söyleyince, götürüp oturttu kutsal yerde.

İşte Pyrrhus'un ekinden ölümden kurtulan Polites,
Priamus'un oğullarından biri, oklar, yavılar arasından,
Sıyrılan, uzun kemer gediklerinden , boş avlulardan
Geçen, yaralı, seğirtir ardından azgın Pyrrhus,
kudurgan, tutup eliyle saplamış ona kargısını.
Varınca babasının anasının yanına yıkıldı yere,
Kanlar boşalmış ağzından, ayrıldı yaşamdan.
Tutamadı kendini, ölümün eşiğinde duran Priamus,
Ne sesini kesebildi, ne öfkesini yenebildi, bağırdı:

"Ey gözü dönmüş, eli kanlı, azgın, kıyıcı
Ettiğinden bulasın tanrılar önünde, işlediğin suçlar
Görülürse göksellerce görürsün gününü, çekersin
Öldürdün oğlumu gözümün önünde, gösterdin bir babaya
Oğlunun kanını, sıçrattın yüzüne, alırsın şimdi
Uygun ödül. Böyle yapmadı, oğlu olduğunu
Söylediğin Akhilleus, düşmanı Priamus'a, böyle
Davranmadı, yakaran kişiye kıymadı, uydu tüzeye,
Gömülsün diye Hektor'un kansız ölüsünü bana gönderdi."

Bunları dedi yaşlı fırlattı oku güçsüz
Eliyle, çarpıp tunca tısladı etkisiz ok, asıldı
Kaldı kalkanın ortasında temren. Dedi ki Pyrrhus:

"Öyleyse ilet babam Akhilleus'a sakın unutma
Bu kötü başarımı, Neoptolamus'un ne denli sıkıştığını
Söylemeyi de. yeter artık, şimdi sen de ölüver,"

Söyledikten sonra bunları sürüklediği sunağa doğru
Titreyen, oğlunun kanları üzerinde kayan yaşlı
Adamı, sol eliyle tutup saçlarından sapladı sapına
Değin sağ eliyle parlayan kılıcı hızla böğrüne.
Böyle sonlandı Priamus'un yazgısı, İlium'un çöküşü,
Öldü görerek yalımlar içinde yanan Troya'yı,
Yıkılan Pergama'yı, nice ülkenin, Asya'nın egemeni.
Şimdi deniz kıyısında yatan, başı omuzlarından
Ayrılmış kim olduğu bilinmeyen ölü gövde...


AENEAS - VERGİLİUS
2:506-558

Priamus'un ölümü









Eski Türk Ulus Adı ve Bulunduğu Eski Kaynak
___________________________________________

Tiras                İskandinav kaynaklarında Traklar ve Türkler
Tir-s, Turis                                 Hazar kaynaklarında Türkler
Tirsen                                                            Yunanca Etrüskler
Turski                                                          Latincede Etrüskler
Truse                                    Avrupa kaynaklarında Truvalılar
Trausi                                       Avrupa kaynaklarında Traklar
Turşa                                        Mısır kaynaklarında Truvalılar
Turuşka                                                     Sanskritçede Türkler
Tursili                                    Ermeni kaynaklarında Turanlılar
Tarh, Tark                 Çeşitli kaynaklarda Türkler ve Etrüskler
Turki, Turukki, Turukka               Sami kaynaklarında Türkler
Turyana, Turan, Troya, Truva   Çeşitli kaynaklarda Türkler ve Truvalılar


Türkiye topraklarına Türklerin ilk olarak Orta Çağ'dan başlayarak yerleştiğini ileri süren görüş ile 7. ve 15. yüzyıllar arasında yaşamış Avrupalı tarihçilerin verdikleri Truva'nın Türk yurdu olduğu bilgisi arasında açık çelişki ortaya çıkmaktadır. Truvalıların kökeniyle ilgili bu bilgiler gerçekte yalnız Truva'nın değil, Akdeniz Bölgesinin büyük bir kesiminde yaşamış ulusların tarihiyle ilgili yeni gerçekleri ortaya koymaktadır.

Bu gerçeklerin önemli bir sonucu, Yeni Çağ'dan önceki üçüncü binyılda Küçük Asya da denilen Anadolu'da Truva kentini kuran toplumla Yunanistan'ın, İtalya'nın ve komşu ülkelerin ilk ulusları olan Pelasgların, kısaca Traklar da denilen Trakyalıların ve Etrüsklerin aynı soydan olduklarının ortaya çıkmasıdır. Bu ulusların da türk kökenli oldukları, bir yandan Avrupa'nın eski tarih kaynaklarında görülmekte, öte yandan yapılan bilimsel  araştırmalarından anlaşılmaktadır.

Eski İskandinav kaynaklarında Truva'dan Avrupa'nın kuzeyine geldiği belirtilen ulusun hem Truvalılar hem de Türkler diye anılması, onların aynı ulus olduğunu belirten çok önemli bir kanıttır. Örneğin, "Yerin Tanımı" adlı coğrafi kaynakta Asya'dan (Anadolu) gelmiş Türklerin kuzey ülkelerine ulaştıkları yazılıdır. Aynı kaynakta bu ulusun önderinin Tor'un oğlu Odin olduğu da bildirilmektedir.

"Skioldinglerin (Skjoldinglerin) Kahramanlık Öyküsü" ve Snorri Sturluson'un "Küçük Edda" adlı yapıtı gibi 12.yüzyılda yazılmış başka kaynaklarda söylendiğine göreyse, Truva Hakanı Priam'ın ulusu Odin'in önderliğinde Asya'dan (Anadolu) Avrupa'nın kuzeyine göç etmişlerdir.

Truva'nın Türklerle olan ilişkisi daha 7.yüzyılda yazılmış Fredegar Günlüğünde (Kroniğinde) ve 12.yüzyılda yazılmış Gesta Francorum adlı yapıtta anlatılıyordu. Fredegar Günlüğüne göre, Truva Savaşı'ndan sonra ülkenin düşmesi sonucu Türkler ve Franklar bölgeden kaçmışlar, Franklar Panonya (Macaristan) ve Ren bölgelerine, Türkler ise Saka (İskit) yurtlarına yerleşmişlerdi.

Tarihçi Nicole Gilles Türklerin Truvalı Turkosların soyundan geldiğini konuyla ilgili çalışmasında anlatmaktadır. 12.yüzyılda yaşamış tarihçi Tyreli William da Türklerin Truvalı olduğunu ve onların ataları Turkosların Saka yurtlarına göçünü yazmaktadır.

14.yüzyılda yaşamış tarihçi Andrea Dandalo, Türklerin Truva Hakanı Priam gibi Turkos soyundan geldiğini bildirmekle birlikte, ayrıca Türklerin Kafkaslardan geldiğini de yazmıştır.

Dominik Papazı Florasanlı Antoninus da günlüğünde Türklerin Truvalı Turkoslarla aynı ulustan olduğunu dile getirmiştir. Aynı bilgileri Bracciolini, Poggio, İsidor, Ficcino gibi Avrupalı ve öteki tarihçiler de bildirmişlerdir.

Alman tarihçi Felix Fabri ise Truvalı Türklerin tarihini Priam'ın döneminden Truva'nın daha eski çağlarına, Truva Prensesi (Ecesi) Hesione'nin oğlu Tevkrin (Teucer-SB) dönemine değin götürmektedir. Felix'e göre, Truva'nın düşmesinden sonra Hektor'un oğlu Franko'nun yönetimi altındaki Truvalı göçmenler öncelikle Almanya'da eski Frankoniya çevresine gelmişler, birçoğu Ren Irmağını geçmiş ve bugün Fransa denilen ülkeye yerleşmişlerdi. Yine Felix'in yazdığına göre, Turkos'un yönetimindeki geri kalan kesim ise, Asya'daki Saka ülkesine yerleşmişti.

İspanyol tarihçi Pero (Pedro) Tafur 1437 yılında İstanbul'a geldiği sırada Bizanslılar (Doğu Roma-SB) arasında "Türkler Truva'nın öcünü alacaklar" sözünün dolaştığını yazmıştır.

Giovanni Mario Filelfo, Amyris adlı koşuk biçimli yapıtında 2.Mehmet'in yaşamını ve utkularını (zaferlerini) anlatırken, onun soyunun Truvalılarla yakınlığını öne çıkarıyor ve Sultanın Rumlar karşısındaki utkusunu doğruluğunu üstünlüğü oalrak niteliyor. Onun düşüncesine göre, Türkler İstanbul'u alarak eskiden Truva'yı ele geçiren Yunanlılardan öç almışlardır.

İstanbul'u alan Fatih Sultan Mehmet Truva'nın tarihini biliyordu. O, 1462 yılında Midilli Adası'nı alırken, Çanakkale'deki eski Truva kenti ören yerine gelerek kahramanların gömütlerini araştırmıştı. Truva ile ilgili bütün yazılanları bilen Fatih Sutlan Mehmet Truva ören yerinde başını aşağı eğerek aşağıdakileri söylemişti:

"Allah beni bu ilin ve ulusunun dostu olarak bugüne değin koruyup sakladı. Biz bu ilin düşmanlarını yendik ve onların yurtlarını aldık. Yunanlıların biz Asyalılara karşı yaptıkları kötülüklerin öcünü, aradan uzun süre geçmesine karşın onların torunlarından aldık."

Fatih Sultan Mehmet'in söylediğinden de anlaşıldığı gibi, o İstanbul'u almasını ele geçirme değil karşılık verme olarak görmüş ve eskiden Rumların ele geçirdiği bu yurdu geç de olsa kurtardığını dile getirmişti.

Eski Yunanlılar gerçekte yalnız Truva'yı değil, önceleri Pelasgiya (Pelasgia) denilen şimdiki Yunanistan'ı da ele geçirmişlerdi. Doriler denilen bu yayılmacıların şimdiki Yunan topraklarına MÖ.2.-1.bin yıllarında geldikleri tarihsel bir gerçekliktir.

Eski Yunanlı tarihçi Heredot, Yunanlılardan önce Ellada'da (Kuzey Yunanistan) Pelasgların yaşadığını ve ülkenin onların adıyla Pelasgia diye anıldığını yazmaktadır.

Eski Yunanlı tarihçi Ksenofon ise, eski Yunanlıların Ellada'ya gelmesinden söz eden bir öyküsünde, o sırada burada yabancı bir dilde konuşanların yaşadığını belirten aşağıdaki olayı anlatır.

"Yunanca konuşan on bin kişilik bir topluluk, Balkan Dağlarından Struma veya Vardar Dersini izleyip güneye doğru ilerleyerek kendileri için daha iyi bir yurt arıyorlardı. Onlar birden karşılarında kendilerinin ve atalarının hiç görmediği büyük bir su gördüler. Şaşkınlık içinde yerlilere bunun ne olduğunu sordular. Yerlilerse şaşkınlıkla onlara gördükleri suyun thalassa (deniz) olduğunu söylediler. Böylece, thalassa sözcüğü aynı zamanda Yunan diline de girmiş oldu."

Böylelikle thalassa sözcüğü, ülkenin önceki yerlilerinin dilinden alınıp eski Yunan diline aktarılarak oluşturulan büyük sözcük kümesine eklendi. Sözcüğün kökeni Tala'dır ve öteki Hint-Avrupa dillerinde deniz anlamına gelen böyle bir sözcük yoktur. Ancak deniz anlamına gelen aynı kökten türemiş Talay sözcüğü eski Türk ve Moğol dillerinde vardır.

Pelasg Ulusunun kökenine gelince, eski tarihçilerin Pelasgları Tirrenlere veya Tirsenlere (Etrüsklere) yakın sayması, onların Hint-Avrupa kökenli değil, tersine Truvalı Etrüsk soyundan olduğunu gösterir.

Eski Yunanlı tarihçi Dionysius Halicarnassus veya Halikarnaslı Dionysios, Tirrenlerin ve Pelasgların aynı ulus olduğunu yazmıştır. 5.yüzyılda yaşamış Yunanlı tarihçi Lesboslu (Midilli) Helanik (Hellanicus) ise Tirsenlerin önceleri Pelasglar diye anıldığını ve Yunanlıların yayılmasından sonra bir bölümünün İtalya'ya göç ettiğini yazmıştır.

Limni Adası'nda ortaya çıkarılan Pelasg yazıtı da Pelasg ile Tirsen veya Etrüsk dillerinin aynı dilin yalnız değişik söyleyişleri olduğunu gösterir.

Görüldüğü gibi, eski Yunanlı tarihçilerin verdikleri bilgiler ne Truva'nın ne de Yunanistan diye anılan ülkenin en eski dönemlerde Yunan toprakları olmadığını, Yunanistan'da Truvalılar ile aynı soydan olan Pelasgların, Tirsenlerin ve Trakların yaşadığını göstermektedir.

Yunanistan'a ilk yerleşen Pelasgların, Truvalıların, Trakların özel ad varlıklarında eski Türk adları bulunmuştur. Belirlenen bu adlar ile ayrıca eski Avrupa kaynaklarının verdikleri bilgiler, aynı kökenli Truva, Trak, Pelasg ve Etrüsk dillerinin konuşulduğu Anadolu, Yunanistan ve İtalya sınırları içinde Truvalıların kökeni sorununun, bölgesel olarak incelenmesi gerekmektedir.




Prof.Dr.Çingiz Garaşarlı, Azerbaycan
Truvalılar ve Etrüskler Türk İdiler
Kömen Yayınları







The first Indo-European tribes, settled in the Mediterranean basin during the second millennium B.C., inherited the highly developed culture of the early inhabitants of the region. The problem relating to the languages of the early Mediterranean peoples has remained unsolved, although this issue has been researched during the last 500 years. Key languages have been examined from all over the world: Aramaic, Hebrew, Greek, Latin, Hittite, Lydian, Coptic, Chaldean, Egyptian, Celtic, Gothic, Albanian, Basque, Abhaz, Old Norse and many others.

The Etruscan writings, the mythological names of Greece, Rome and Troy, the substratum in Old Greek, Latin and other ancient languages, preserved some information about the origin of the aboriginals require interpretation. In relation to the origin of the Mediterranean aboriginals there is a great discrepancy between antique traditions and the opinions of European linguists. According to the authors of antiquity, the Thracians, Pelasgians, Trojans and Etruscans were all kinsmen. 

Thracians and Trojans have a close relationship in the «Iliad». As K.Blegen writes, the Trojans were part of the Thracian tribes who came to Troy during 3000 to 2500 B.C. from Eastern Europe . The name Dardan, the legendary forefather of the Trojans, reveals the Dardanian origin of the Trojans. The Dardans were one of the biggest Thracian tribes. To Apollodoros, Dardan was the grandfather of Tros, the legendary founder of Troy.

As for the Etruscans, ancient traditions indicate that they are descendants of the Trojans, who came to Italy after the collapse of Troy. The collapse of Troy coincides with the time of the appearance of the Trojans (Tursha) together with other sea peoples in Egypt  – the 13th century B.C. Simultaneously they migrated to Italy. They were the same Tirsens, described by Herodotos, to have migrated to Italy from Asia Minor as a result of famine . These Tirsens, according to Dionisi Halikarnaski, a Greek historian, were the Pelasgians. According to him, Tirsens (or Tirrhenians) and Pelasgians were the same nation . This idea is shared by Helanik of Lesbos, a 5th century Greek historian, who informs us that the Tirsens were initially called Pelasgians and, after the Greek occupation in Greece, some of them went to Italy .

Thucydides, an old Greek historian, thought differently. To him, the Tirrhenians formed a greater ethnical union,the Pelasgians being only part of them . 

The idea of Etruscan - Pelasgian kinship in our times was supported by some linguists, who discovered a close relationship between the Etruscan writings and the writings found on the island of Lemnos which was once settled by the Pelasgians. They possess only some dialectal differences .

Thus, the Thracians, Trojans and Etruscans on the one hand and the Tirsens (Etruscans) and the Pelasgians on the other appear to be ethnically interrelated. However, some European linguists, not taking into account the traditions of antiquity, have tried to relate the Thraco – Pelasgians to the Indo-Europeans. Neglecting the information of D.Halikarnaski, Helanik de Lesbos and Thucydides about the Pelasgo - Tirsenian kinship, they isolated the Pelasgians from the Tirsens as Indo-Europeans, while the latter was considered to be of unknown origin. They also neglected the commonly known relationship between the Etruscan (Tirsenian) and Pelasgian writings, thereby excluding the Indo-European origins of the latter.

Contradiction is also revealed in relation to Thraco – Trojan languages. These two peoples, mentioned in the «Iliad» and in other sources of antiquity as being kinsmen, are referred to as originally different peoples – the Thracians as Indo-European, but the Trojans as non – Indo-European. 

Neither the information of old Scandinavian sources about the Turkic origin of the Thracians and the Trojans, nor the Turkic elements discovered in the Etruscan language, were given due attention by linguists. They associated these Turkisms with contacts between «Asian» Turks and the old inhabitants of Asia Minor, where the ancestors of the Etruscans had settled . Could there have been any Etruscan – Turkic contact if the first Turks are alleged by European researchers to have appeared in Asia Minor in the Middle Ages?

The ancestors of the Etruscans, known to have left Asia Minor in the first millennium B.C., could not possibly have had any contact with the Asian Turks of the Middle Centuries. The truth is that the Etruscans themselves were Turkic by origin like their Trojan ancestors, who are referred to as Turks in old Scandinavian sources.

The exclusion of the Turks from Mediterranean civilizations is connected with traditional theory, according to which the motherland of the Turks is Central Asia. However, this view is incompatible with the results of the Nostratics, which revealed the kinship of different language families of Eurasia and Africa. 

According to this branch of linguistics, at some time in the dim and distant past, mankind shared a single language. This became split into different dialects and changed over long periods of time. Fore Asia is considered the cradle for Nostratic languages (IndoEuropean, Semitic, Uralic, Turkic, Caucasian, etc.. This has been proved by the discovery of lexico-grammatical features common to these languages. For instance, the personal pronouns mon, ton, son («I», «you», «he») in the Mordva (Uralic) language and the possessive pronouns mon, ton, son («my», «your», «his») in French are evidently of the same origin . To them can be added the Turkic men, sen («I», «you»), Georgian me, shen («I», «you»), etc....

Turkic languages have an evident relationship with the Nostratic (Indo-European, Uralic, Semitic, etc.) languages.They cannot be isolated from the history of Western civilizations, in particular, from those of the Mediterranean basin. The theory about the Central Asian origins of the Turkic languages contradicts their distant relationship with the Indo – European, Semitic and other languages. Like other Nostratic peoples, the Turks have migrated to different parts of Eurasia. Only some of the Proto-Turks migrated to the East, whilst others, concretely those of Thraco-Trojan origin, could have initially settled somewhere between the Caucasus and the Mediterranean basin independently from the Asian Turks.

The English scientists I.Lloyd and G.Child maintained that the Turks, who settled in the basin of the Tigris and Euphrates in the 12th millennium B.C., took an active part in the creation of world civilization . One of these was the Etruscan civilization. 



The Greek and Italic languages of the Mediterranean basin are known to have been preceded by those of non – Indo-European origin, previously not identified by linguists. Indo-Europeans are considered to have arrived from Eastern Europe. The arrival of the first Hellenic people has been described by Xenophon so: 

«Some ten, or maybe fifteen centuries before the march of the Ten Thousand a band of Greek-speaking people made their way south out of the Balkan Mountains, down the Struma or Vardar valley in search of a more comfortable home. Suddenly they saw in front of them an immense amount of water, more water than they or their ancestors had ever seen before. In astonishment, they contrived to ask the natives what it was and the natives, rather puzzled, said, «why, thalassa, of course». 

So, «thalassa» it remained, after nearly all the other words in that language had perished . This story reveals that the pre-Hellenic people of Greece spoke quite a different language in which thalassa meant «sea». It was adopted into the Greek language. Thala, which is not observed in the Indo-European languages, is consonant with the Old Turkic talay («sea», «ocean») . The word talaz («wave», «waterspout»), in modern Turkish language, is of the same origin . It originates from early Turkic languages of Asia Minor. Despite Kitto’s statement thalassa (thala-ssa) was not the only native word left in Old Greek, native Pelasgians had left a whole group of their words, known as the pre-Greek substratum, covering both onomasticon and vocabulary. A significant part of them has been discovered to be Turkic by origin. 





Prof.Dr.Garasharly Chingiz, Azerbaijan
The Turkic Civilization Lost in the Mediterranean Basin

_________________________
_________________________