Avrasya Arkeoloji Projesi kapsamında Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde yürüttüğümüz çalışmanın temel amacı, bugüne değin sağlıklı ve planlı bir şekilde incelenmeyen Türk dönemine ait arkeolojik kültür varlıklarının belgelenmesi ve envanterlerinin çıkarılmasıdır. Çalışma alanımıza Kurganlar, Runik Yazıtlar, Taş Heykel ve Balballar, Kült Merkezleri, Nekropoller, Camiler, Türbeler, Kervansaraylar ve Ören Yerleri girmektedir. Son üç yıldan beri, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan‟da yapmış olduğumuz arkeolojik araştırmalar sonucunda, yüzlerce taş heykel ve balbalın estampajları çıkarılmış, çizimleri yapılarak fotoğrafları çekilmiş ve belgelenmiştir.
Son Tunç Çağı‟ndan beri mezarlıklara taş heykel dikilmesi geleneği, özellikle 613. yüzyıllar arasında Türk toplulukları arasında oldukça yaygın olarak kullanılmıştır. Orta Asya Türk topluluklarında İslamiyet‟in yayılması ve köklü bir şekilde bölgeye yerleşmesinden sonra, taş heykel ve balbal yapma geleneği yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır.
Karadeniz‟in kuzeyindeki bozkırlardan Moğolistan‟a kadar uzanan geniş coğrafi bölgede binlerce taş heykel ve balbal bulunmaktadır. Ancak taş heykel ve balbalların hangi amaçla yapılarak kült merkezlerine, kurganların üzerine veya çevresine dikildiği ve anlamlarını ne olduğu, 19. yüzyılın sonuna kadar bilinememekteydi. 1889 yılında ortaya çıkarılan ve 1893 yılında çözülen Orhun Yazıtları sayesinde, taş heykel ve balbal bilinmezlik gizinden kurtulmaya başlamıştır. (1) Orhun Yazıtlarında “Babam Kağan öldüğünde, heykelini diktik” cümlesi, (2) mezar sahibi için heykelin yapılmış olduğunu kanıtlamaktadır. Balbal için ise şu cümle geçmektedir; “Kırgız Kağanını öldürdüm, balbalını yaptırdım..” (3) Öldürülen düşman için yaptırılan basit biçimli, şekilsiz taş heykelin üzerine, bazen düşmanın adı da yazılmaktadır.
Taş heykel ve balballar, Türklerin kutsal olarak kabul ettiği kurgan ve kült merkezlerinde (Esterlik) yer almaktadır. Doğayı bir inci gibi süsleyen kurganlar ile taş heykel ve balballar ne yazık ki yüzlerce yıldan beri tahrip edilmektedir. Kurgan ve taş heykeller özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda gezgin ve define bulmak isteyen insanlar tarafından acımasızca tahrip edilmişlerdir. Birçok taş heykel ve balbal, inşaatlarda yapı malzemesi olarak kullanılmış, bir kısmı da park, bahçe ve pansiyonlarda dekoratif amaçla kullanılmıştır.
Özellikle taş heykellere kıyasla çok daha basit işlenen yuvarlak biçimli balbalların bu acımasız tahribattan daha fazla nasiplerini aldıkları anlaşılmaktadır. Baş ve gövde ayrıntıları özenli bir şekilde işlenen heykeller inşaatlarda nispeten daha az kullanılırken, kabaca sütuna benzeyen yuvarlak biçimli balballar, inşaatlarda yapı malzemesi olarak kullanılmaktan kurtulamamıştır. Bu yüzden balballar, heykellere kıyasla çok daha az sayıda günümüze kadar varlığını koruyabilmiştir. Yüzlerce balbal ise toprak altında kalarak kaybolmuştur. Taş heykel ve balbalların inşaatlarda, park ve bahçelerde kullanılmalarını önlemek amacıyla, büyük bir kısmı toplanarak müzelerin içine veya bahçelerine taşınmıştır. (4)
Bu sefer de taş heykel ve balbalların bilgi ve envanter fişlerinin ciddi bir şekilde tutulmaması yüzünden, müze bahçeleri, park ve pansiyonların bahçelerine taşınan taş heykel ve balbalların nasıl bulundukları, özgün konumlarının nasıl olduğu ve nereden getirildikleri bilinememektedir. Bu olay Karadeniz‟in kuzeyinden Moğolistan‟a kadar uzanan coğrafi bölgedeki Türk topluluklarının Eski Çağ tarihinde, kült merkezi, kurgan, taş heykel ve balbalların hangi bölge ve yörelerde yer aldığı ve bunların kesin sınırlarının nerelere kadar yayıldıklarının bilinememesine neden olmuştur.
Son üç yıldan beri yapmış olduğumuz araştırmaların sonuçlarına göre, taş heykellerin bugünkü Türk Cumhuriyetleri ile komşu ülkelerdeki sayıları şu şekildedir:
Azerbaycan‟da 13 adet, Türkmenistan 61 adet, Tacikistan‟da 26 adet, Özbekistan‟da 78 adet, Çin Türkistanı‟nda 192 adet, Moğolistan‟da 362 adet, Tuva‟da 210 adet, Hakasya‟da 265 adet, Altaylar‟da 379 adet, Kazakistan‟da 690 adet, Kırgızistan‟da 366 adet.
Ancak bu sayılar görecelidir ve araştırmaların yoğunluk kazanmasıyla, taş heykellerin sayısının daha da artacağı bilinmektedir. Çünkü taş heykellerin çok büyük bir kısmı, daha yüksek ve engebeli dağların arasında yer alan yaylalardaki kurgan ve kült merkezlerinde bulunmaktadır. Yaylaların araştırılmasıyla, vermiş olduğumuz bu sayıların en azından ikiye katlanacağı kuşkusuzdur.
Taş heykel ve balbalların nasıl dikildikleri konusunda Çin kaynaklarının yanı sıra, Orhun Yazıtları da çok değerli bilgiler vermektedirler. Örneğin 552-556 yıllarına tarihlenen PienyiTien şunları söylemektedir:
“… Ceset gömüldükten sonra, gömüt yerinin yakınına taşlar konmaktadır… Bu taşların sayısı, ölen kişinin hayattayken öldürdüğü kişi sayısıyla orantılıdır… Eğer bir erkek öldürdüyse, bir taş dikilmekte. Kendisi için yüz ve bin taş dikilen erkekler vardır…”. (5) Çinli tarihçi Tan Chu ise Türklerin cenaze töreni ve dikilen heykel konusunda şu önemli bilgiyi vermektedir; “… Mezarı yaptıktan sonra, ölenin görünümünde ve yaşarken yaptığı kahramanlıkları anlatan bir heykel dikerler…”.(6)
Orhun Yazıtlarında heykel ve balballar konusunda verilen değerli bilgiler hem çok daha gerçekçi hem de daha ayrıntılıdır: “… ilk önce, babam Kağan için Baz Kağan dikilmiştir… Onların yiğit adamlarını öldürerekten onlardan balballar yaptım… Amcam için Kırgız Kağanını balbal haline getirdim… Türk halkı ağır kayıplar vermişti ve… onların yiğit erkekleri, bundan balballar yaptı (onların balbal haline getirilmesini sağladı)… Balbal olarak Kuy Sangun‟u diktim…”.(7)
Taş heykel ve balbalların nasıl dikildikleri konusunda gezgin ve rahiplerin bizzat gözlemlerine dayanarak verdikleri önemli bilgiler, tarihsel kaynakları doğrulamaktadır. Nitekim İslamiyet‟i kabul eden Bulgar Hükümdarı İltebir Almuş‟a 920-21 yılında elçi olarak giden heyete katiplik yapan İbn Fadlan, Oğuzların ölülerini nasıl gömdükleri ve heykeli nasıl diktikleri konusunda şunları yazmaktadır: “… Oğuzlardan biri bir kişiyi öldürdüğünde ve böylece kahraman olduğunda, ölünün tahtadan yapılan heykeli mezarın önüne dikilmektedir… heykellerin sayısı öldürdüğü kişinin sayısı ile orantılıdır…”. (8)
İbn Fadlan‟ın da belirttiği gibi mezar üstüne dikilen heykelin tahtadan yapılmış olması gereği, o dönemde bazı heykellerin tahtadan yapıldığına işaret etmektedir. Bilindiği gibi tahtadan heykel yapmak, oldukça zor işlenen taşa kıyasla çok daha kolaydır. Ancak tahtanın taşa kıyasla çok dayanıksız bir malzeme olması yüzünden, tahtadan yapılan heykeller çürüyerek günümüze değin ulaşamamıştır. Buna karşın Azak Denizi‟nin kuzeyinde ve Don Irmağı‟nın batısındaki bozkırlarda Kumanların kült merkezlerinde yapılan arkeolojik kazılarda, 1213. yüzyıllar arasına tarihlenen ve yine yüzleri doğuya dönük olarak çok sayıda tahtadan dikilmiş heykeller ortaya çıkarılmıştır.(9)
İlginçtir ki tahtadan yapılan bu heykeller taş heykellerin üslup yönünden benzerlerini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu örnekler taşın yanı sıra, tahtadan da heykellerin yapılmış olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca 13. yüzyıldan sonra mezar ve kült merkezlerine taş heykel ve balbalların dikilmediğini düşünmek iyimserlik olur. Gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı Orta Asya Türk topluluklarında mezarlarını kurgan biçiminde yapma, ölü şölenleri, insan ve hayvan kurbanları ve armağanlar nasıl Orta Çağ‟dan sonra varlığını sürdürdüyse, taş heykel ve balbal yapımı da, varlığını sürdürmüş olmalıdır. Ancak bu ilginç geleneğin yavaş yavaş şekil değiştirerek, örneğin tahtaya dönüşerek varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Tahtadan yapılan heykeller de taş gibi iyi korunamadığı için, bu geleneğin son uygulandığı tarih yüzyıllar öncesine çekilmeye çalışılmıştır.
Son Tunç Çağı‟ndan beri mezarlıklara taş heykel dikilmesi geleneği, özellikle 613. yüzyıllar arasında Türk toplulukları arasında oldukça yaygın olarak kullanılmıştır. Orta Asya Türk topluluklarında İslamiyet‟in yayılması ve köklü bir şekilde bölgeye yerleşmesinden sonra, taş heykel ve balbal yapma geleneği yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır.
Karadeniz‟in kuzeyindeki bozkırlardan Moğolistan‟a kadar uzanan geniş coğrafi bölgede binlerce taş heykel ve balbal bulunmaktadır. Ancak taş heykel ve balbalların hangi amaçla yapılarak kült merkezlerine, kurganların üzerine veya çevresine dikildiği ve anlamlarını ne olduğu, 19. yüzyılın sonuna kadar bilinememekteydi. 1889 yılında ortaya çıkarılan ve 1893 yılında çözülen Orhun Yazıtları sayesinde, taş heykel ve balbal bilinmezlik gizinden kurtulmaya başlamıştır. (1) Orhun Yazıtlarında “Babam Kağan öldüğünde, heykelini diktik” cümlesi, (2) mezar sahibi için heykelin yapılmış olduğunu kanıtlamaktadır. Balbal için ise şu cümle geçmektedir; “Kırgız Kağanını öldürdüm, balbalını yaptırdım..” (3) Öldürülen düşman için yaptırılan basit biçimli, şekilsiz taş heykelin üzerine, bazen düşmanın adı da yazılmaktadır.
Taş heykel ve balballar, Türklerin kutsal olarak kabul ettiği kurgan ve kült merkezlerinde (Esterlik) yer almaktadır. Doğayı bir inci gibi süsleyen kurganlar ile taş heykel ve balballar ne yazık ki yüzlerce yıldan beri tahrip edilmektedir. Kurgan ve taş heykeller özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda gezgin ve define bulmak isteyen insanlar tarafından acımasızca tahrip edilmişlerdir. Birçok taş heykel ve balbal, inşaatlarda yapı malzemesi olarak kullanılmış, bir kısmı da park, bahçe ve pansiyonlarda dekoratif amaçla kullanılmıştır.
Özellikle taş heykellere kıyasla çok daha basit işlenen yuvarlak biçimli balbalların bu acımasız tahribattan daha fazla nasiplerini aldıkları anlaşılmaktadır. Baş ve gövde ayrıntıları özenli bir şekilde işlenen heykeller inşaatlarda nispeten daha az kullanılırken, kabaca sütuna benzeyen yuvarlak biçimli balballar, inşaatlarda yapı malzemesi olarak kullanılmaktan kurtulamamıştır. Bu yüzden balballar, heykellere kıyasla çok daha az sayıda günümüze kadar varlığını koruyabilmiştir. Yüzlerce balbal ise toprak altında kalarak kaybolmuştur. Taş heykel ve balbalların inşaatlarda, park ve bahçelerde kullanılmalarını önlemek amacıyla, büyük bir kısmı toplanarak müzelerin içine veya bahçelerine taşınmıştır. (4)
Bu sefer de taş heykel ve balbalların bilgi ve envanter fişlerinin ciddi bir şekilde tutulmaması yüzünden, müze bahçeleri, park ve pansiyonların bahçelerine taşınan taş heykel ve balbalların nasıl bulundukları, özgün konumlarının nasıl olduğu ve nereden getirildikleri bilinememektedir. Bu olay Karadeniz‟in kuzeyinden Moğolistan‟a kadar uzanan coğrafi bölgedeki Türk topluluklarının Eski Çağ tarihinde, kült merkezi, kurgan, taş heykel ve balbalların hangi bölge ve yörelerde yer aldığı ve bunların kesin sınırlarının nerelere kadar yayıldıklarının bilinememesine neden olmuştur.
Son üç yıldan beri yapmış olduğumuz araştırmaların sonuçlarına göre, taş heykellerin bugünkü Türk Cumhuriyetleri ile komşu ülkelerdeki sayıları şu şekildedir:
Azerbaycan‟da 13 adet, Türkmenistan 61 adet, Tacikistan‟da 26 adet, Özbekistan‟da 78 adet, Çin Türkistanı‟nda 192 adet, Moğolistan‟da 362 adet, Tuva‟da 210 adet, Hakasya‟da 265 adet, Altaylar‟da 379 adet, Kazakistan‟da 690 adet, Kırgızistan‟da 366 adet.
Ancak bu sayılar görecelidir ve araştırmaların yoğunluk kazanmasıyla, taş heykellerin sayısının daha da artacağı bilinmektedir. Çünkü taş heykellerin çok büyük bir kısmı, daha yüksek ve engebeli dağların arasında yer alan yaylalardaki kurgan ve kült merkezlerinde bulunmaktadır. Yaylaların araştırılmasıyla, vermiş olduğumuz bu sayıların en azından ikiye katlanacağı kuşkusuzdur.
Taş heykel ve balbalların nasıl dikildikleri konusunda Çin kaynaklarının yanı sıra, Orhun Yazıtları da çok değerli bilgiler vermektedirler. Örneğin 552-556 yıllarına tarihlenen PienyiTien şunları söylemektedir:
“… Ceset gömüldükten sonra, gömüt yerinin yakınına taşlar konmaktadır… Bu taşların sayısı, ölen kişinin hayattayken öldürdüğü kişi sayısıyla orantılıdır… Eğer bir erkek öldürdüyse, bir taş dikilmekte. Kendisi için yüz ve bin taş dikilen erkekler vardır…”. (5) Çinli tarihçi Tan Chu ise Türklerin cenaze töreni ve dikilen heykel konusunda şu önemli bilgiyi vermektedir; “… Mezarı yaptıktan sonra, ölenin görünümünde ve yaşarken yaptığı kahramanlıkları anlatan bir heykel dikerler…”.(6)
Orhun Yazıtlarında heykel ve balballar konusunda verilen değerli bilgiler hem çok daha gerçekçi hem de daha ayrıntılıdır: “… ilk önce, babam Kağan için Baz Kağan dikilmiştir… Onların yiğit adamlarını öldürerekten onlardan balballar yaptım… Amcam için Kırgız Kağanını balbal haline getirdim… Türk halkı ağır kayıplar vermişti ve… onların yiğit erkekleri, bundan balballar yaptı (onların balbal haline getirilmesini sağladı)… Balbal olarak Kuy Sangun‟u diktim…”.(7)
Taş heykel ve balbalların nasıl dikildikleri konusunda gezgin ve rahiplerin bizzat gözlemlerine dayanarak verdikleri önemli bilgiler, tarihsel kaynakları doğrulamaktadır. Nitekim İslamiyet‟i kabul eden Bulgar Hükümdarı İltebir Almuş‟a 920-21 yılında elçi olarak giden heyete katiplik yapan İbn Fadlan, Oğuzların ölülerini nasıl gömdükleri ve heykeli nasıl diktikleri konusunda şunları yazmaktadır: “… Oğuzlardan biri bir kişiyi öldürdüğünde ve böylece kahraman olduğunda, ölünün tahtadan yapılan heykeli mezarın önüne dikilmektedir… heykellerin sayısı öldürdüğü kişinin sayısı ile orantılıdır…”. (8)
İbn Fadlan‟ın da belirttiği gibi mezar üstüne dikilen heykelin tahtadan yapılmış olması gereği, o dönemde bazı heykellerin tahtadan yapıldığına işaret etmektedir. Bilindiği gibi tahtadan heykel yapmak, oldukça zor işlenen taşa kıyasla çok daha kolaydır. Ancak tahtanın taşa kıyasla çok dayanıksız bir malzeme olması yüzünden, tahtadan yapılan heykeller çürüyerek günümüze değin ulaşamamıştır. Buna karşın Azak Denizi‟nin kuzeyinde ve Don Irmağı‟nın batısındaki bozkırlarda Kumanların kült merkezlerinde yapılan arkeolojik kazılarda, 1213. yüzyıllar arasına tarihlenen ve yine yüzleri doğuya dönük olarak çok sayıda tahtadan dikilmiş heykeller ortaya çıkarılmıştır.(9)
İlginçtir ki tahtadan yapılan bu heykeller taş heykellerin üslup yönünden benzerlerini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu örnekler taşın yanı sıra, tahtadan da heykellerin yapılmış olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca 13. yüzyıldan sonra mezar ve kült merkezlerine taş heykel ve balbalların dikilmediğini düşünmek iyimserlik olur. Gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı Orta Asya Türk topluluklarında mezarlarını kurgan biçiminde yapma, ölü şölenleri, insan ve hayvan kurbanları ve armağanlar nasıl Orta Çağ‟dan sonra varlığını sürdürdüyse, taş heykel ve balbal yapımı da, varlığını sürdürmüş olmalıdır. Ancak bu ilginç geleneğin yavaş yavaş şekil değiştirerek, örneğin tahtaya dönüşerek varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Tahtadan yapılan heykeller de taş gibi iyi korunamadığı için, bu geleneğin son uygulandığı tarih yüzyıllar öncesine çekilmeye çalışılmıştır.
Oysa 13. yüzyılda eserini yazan İranlı ozan Nizami (NizamiAzeri Türk'üdür,bkz.-SB), tahtadan yapılan balballar konusunda şu ilginç bilgileri aktarmaktadır: “…Kıpçak Bozkırlarında toprağa saplanmış tahta oklar, deniz kıyısındaki otlar kadar çoktur…”.(10)
1253 yılında Fransa Kralı tarafından Orta Asya‟da Karakurum‟daki Moğol ordusuna gönderilen bir heyette bulunan Rahip Guillaume de Rubrouck da (Rubrouck kitabı için link) , taş
heykel konusunda şunları yazmaktadır: “… Kumanlar ölülerinin üzerine büyük bir tümsek
yaparlar, bu tümseğin üzerine yüzü doğuya dönük ve elinde göbeği hizasında bir kadeh tutan
bir heykel dikerler…”.(11) Rubrouck balbalları ise dört köşeli olmayan taşlar olarak şu
şekilde tanımlamaktadır: “… Kapalı alanı olan mezarlıklar düzgün bir biçimde
yontulmamış, bazıları yuvarlak, bazıları da kare şeklinde taşlarla kaplıdır. Bunların yanında, alanın dört
bir köşesinde bulunan ve dünyanın dört bir tarafını simgesel olarak sınırlayan dört yüksek dikey
taş mevcuttur…”.(12)
Gerçekten de balballar, taş heykellere kıyasla oldukça basit işlenmiş şekilsiz taşlardır. Balbalların bu şekilde düzensiz işlenmeleri ve kaba, biçimsiz olmaları, onları taş heykellerden ayıran en önemli özelliği oluşturmaktadır. Rubrouck‟un vermiş olduğu
değerli bilgilerden, mezarın üzerine heykel yapılarak dikilmesi geleneğinin 13. yüzyılın
ortalarında da devam ettiğini öğrenmekteyiz. Yine Rubrouck‟un belirttiğine göre dikilen heykelin yüzü
doğu yönüne bakmaktadır. Bilindiği gibi Orhun Türkleri dünyanın dört yanını tayin ederken doğuya
bakarlardı; böylece sağ yanı güney, sol yön de kuzey olmaktaydı.(13)
(buraya not düşmek isterim; Anadolu'da bazı "Yunan" ve "Roma" denilen mezarlarda da iskeletlerin başı doğu yönüne bakar şekilde bulunmuştur.! Onlardan önceki devirlere ait mezarlarda da bu tip gömü şekli vardır. Yani dönem ne olursa olsun, burada yatanlar Türk Kültüründe görüldüğü şekilde gömülmüştür.Örnek: Attaleia Nekropolü Kazı raporunda : "Gömütlerde tam bir yön birliği bulunmasada bunların % 78’i doğu batı doğrultusunda konumlandırılmıştır." der - link -SB)
(buraya not düşmek isterim; Anadolu'da bazı "Yunan" ve "Roma" denilen mezarlarda da iskeletlerin başı doğu yönüne bakar şekilde bulunmuştur.! Onlardan önceki devirlere ait mezarlarda da bu tip gömü şekli vardır. Yani dönem ne olursa olsun, burada yatanlar Türk Kültüründe görüldüğü şekilde gömülmüştür.Örnek: Attaleia Nekropolü Kazı raporunda : "Gömütlerde tam bir yön birliği bulunmasada bunların % 78’i doğu batı doğrultusunda konumlandırılmıştır." der - link -SB)
Daha önce de belirttiğimiz gibi taş heykeller kurganın
üstünde, çevresinde ya da esterlik olarak adlandırılan etrafı çevrili kült merkezine yerleştirilmektedir.
Genellikle kurganın üzerine birisi kocayı, diğeri de karısını temsil eden iki mezar heykeli dikilmekteydi. Bu güne değin kurganların üzerinde çok sayıda erkek ve kadını temsil eden bir çift heykel
bulunmuştur. Ancak yazılı kaynaklar mezarların (kurganların) üzerine karı koca heykellerinin birlikte dikildiğine dair herhangi bir bilgi vermemektedir. Taş heykeller mümkün
olduğu kadar özenli ve ayrıntılı işlenmektedir. Yazıtlarda heykeltraşlık çalışmalarının önemine ve bunların gerçekleştirilmesinde gösterilen özene ilişkin uzun açıklamalar
yer almaktadır.(14) Sonuç olarak taş
heykeller, ölen kişinin varlığının elle tutulur biçimde
sürmesini sağlamak amacıyla özenli
bir şekilde yapılmıştır. Bir başka deyimle taş heykeller her yönüyle “Ata Kültü”nü
tüm canlılığı ile yansıtmaktadır. Örneğin Kitanlarda, devletlerini
kuran kralın altından bir heykeli ile sekiz oğlunun heykelleri yapılarak, Muye Dağı‟nda bulunan ölülerle ilgili bir
tapınağa konulmuştu.(15)
Balballar ise ölen kişinin yaşadığı dönemde öldürdüğü
kişileri temsil etmektedir. Onlar, bu balbalların temsil ettikleri kişilerin ölümden sonraki
hayatta ölüye hizmet edeceklerine inanırlardı. Balbalların sayısı mezardaki ölünün, hayatta iken öldürdüğü
düşmanlarının sayısına göre değişmekteydi. Örneğin Tuva‟da Esterlik içindeki taş heykelin
doğusunda yer alan balbalların sıralaması 350 m.‟yi bulmaktadır
Kül Tegin (Költigin) mezar anıtının doğu duvarının hemen
dışında 3 km.‟lik bir sıra oluşturan 170 balbal dizisi, anıtın 850 m. kuzeyinde ise balbalların
sıralaması 1250 m.‟lik bir uzunluğa ulaşmaktadır.
Yine 450 m. daha kuzeyde ise, 700 m. uzunluğunda bir başka balbal sıralaması mevcuttur. Kül Tegin‟in ağabeyi Bilge Kağan‟ın mezar külliyesi daha
büyüktür ve buradaki balbal sıralaması 3 km.‟yi geçmektedir.
Yani bir taraftan mezarın çevresinin
balbal şeklinde tutsak edilen düşman askerlerinin ruhları ile korunduğuna inanılıyor, öte yandan
balbal ordusuyla öteki dünyada hizmet edileceğine, onu koruyup kollayacağına
inanılmaktaydı.(16)
630 yıllarında Çinli tarihçi Znoushu, Türklerdeki ölü gömme geleneğini ve balbal dikilmesini şu şekilde anlatmaktadır; “…Bir adam öldüğünde vücudu çadırda bırakılır. Bütün çocukları, torunları, erkek ve kadınlar akrabaları, bir koyun ile bir at kurban eder ve bunları sunu olarak çadırın önüne yayarlar. At üzerinde çadırın çevresini yedi kez dolaşırlar. Çadırın önüne geldiklerinde, yüzlerini kılıçlarıyla yaralarlar ve feryat ederler. Kan ve gözyaşı bir arada dökülür. Bunu yedi kez tekrar ederler. Ölünün günlük eşyalarını ve atını
yakacakları bir gün
tespit ederler. Küllerin çevresinde
toplanırlar ve gömmek için uygun zamanı
beklerler. Eğer kişi ilkbahar ya da yazın ölmüşse, çimler
ve ağaçların yapraklarını sararıp dökünceye kadar beklerler. Eğer kişi sonbahar ya da kışın ölmüşse, o zaman çiçeklerin açmasını ve ağaçların yapraklarını açmasına kadar beklerler. Bunlardan sonra bir çukur kazarak külleri gömerler. Gömme gününde akrabalar yine sunular yapar, at yarışları
düzenlenir ve ilk günde olduğu gibi yüzlerini yaralarlar. Gömü törenleri bittiği zaman, mezarın
üzerine taşlar konur. Taşların sayısı, kişinin hayattayken öldürdüğü düşman sayısı kadardır. Koyun
ve atların kafalarını da mezar taşlarının üzerine asarlar…” (17) (ayrıca bkz)
Sui hanedanına mensup Suishu‟dan 636 yılında derlenen bilgilerden, Türklerde bir soylunun mezarının nasıl olduğunu öğrenmekteyiz; “…Abrabalar mezar çevresine mezar taşı olarak kazıklar dikerler ve çember
yaparlar. Çemberin duvarlarına kişinin portresi ve yaptığı savaşlar resmedilir…” (18)
Ünlü gezgin Marco Polo ise
insanların nasıl balbal edildiğini şu şekilde yazmaktadır. “…Ve size diğer büyük bir olaydan söz edeceğim: Büyük kağanların
cesetleri gömülmek üzere bu dağlara getirildiğinde, her ne kadar kırk gün veya daha fazla bir uzaklıkta olsalar bile, yolda rastladıkları tüm insanlar cesedi taşıyanlar tarafından kılıçtan geçirilmektedir. Ve bunlar öldürülürken onlara şöyle söylüyorlar: Siz gidin efendinize öteki dünyada hizmet
edin. Çünkü bu
uğurda öldürdükleri tüm insanların Büyük Efendiye öteki dünyada hizmet etmeye
mecbur olduklarını sanıyorlardı… Beşinci Kağan Mangu öldüğünde, cesedin gömülmeye götürülmesi
sırasında yolda cenazeye rastlayan yirmi binden fazla insanın katledilmiş olduğunu
biliniz ….”.(19)
Taş heykellerin kutsallığı konusunda yalnızca İranlı ozan
Nizami (Nizami Azeri Türkü'dür, bkz.- SB) bilgi vermektedir: “…Bir süvari heykel yanından geçerken, kendi okluğundan bir
ok çıkarıp, heykelin okluğuna koymuştur…”.(20)
Günümüzde bile Türk toplulukları taş heykelleri hala kutsal olarak kabul etmekte ve “taşnine”, “taşbaba” ya da “saymalıtaş” olarak adlandırmaktadır.
Kazakistan ve Kırgızistan‟da yapmış olduğumuz arkeolojik araştırmalar sonucunda, halk tarafından
kurganlardan ve kült merkezlerinden sökülerek evlerin bahçelerine
taşınan heykellere, ilginçtir ki ev halkının ayrılmaz bir parçası olarak saygı duyulduğunu gözlemledik. Nitekim müze
görevlileri heykelleri toplayıp müzeye götürmek istediklerinde, ev sakinleri heykelleri kesinlikle geri vermemektedir. Gerçekten de Türk toplulukları eğer bu heykelleri kutsal saymasaydı ve
onların korunmasına özen gösterilmeseydi, günümüze değin binlerce taş heykel
kalmazdı.
Heykellerin büyüklükleri çeşitlidir; en küçüğü 40,50
cm., en büyüğü de 250
cm. yüksekliğindedir. Ancak bugüne kadar yapmış olduğumuz araştırmanın sonuçlarına göre,
Bişkek Müzesi‟nin bahçesinde bulunan 275 cm. yüksekliğindeki heykel, şimdilik en yüksek
heykeli oluşturmaktadır. Çok önemli bir yöneticiyi
yansıttığı anlaşılan bu anıtsal heykelin adı da “Karahan”dır.
Yine Kırgızistan Tüp kasabasındaki 70 cm. genişliğindeki
heykel, en geniş omuzlu heykeli oluşturmaktadır. Ancak yönetici, kumandan ve zengin
insanların heykellerinin daha büyük boylu olarak yapıldıkları anlaşılmaktadır.
Heykeller, o bölgede ya da yakın çevrede
bulunan yerel taş türünden yapıldıklarından, oldukça çeşitlilik göstermektedirler. Bazı heykellerin bulunduğu yerlerde ise çevrede
herhangi bir taş yatağı görülmemektedir. Bu durumda taş heykellerin çok uzaklardaki taş yataklarından işlenerek getirildiği sonucu çıkmaktadır. O dönemdeki taş işçileri tarafından yapılan heykellerin çok büyük bir kısmı, benzer özellikler göstermektedir. Sanki bunların
büyük bir kısmı aynı ustanın elinden çıkmış sezisini uyandırmaktadır. Örneğin
Kül Tegin Yazıtı‟nda şunlar okunmaktadır; “… Ebedi taşın süslenmesi için, Çin Kağanından heykeltıraşlar
getirttim ve heykeli yaptırdım…”.(21)
Heykelleri yapılan insanların yöneticiler, kumandanlar,
savaşçılar, ozanlar, hatipler ve çoban gibi insanları temsil ettiği anlaşılmaktadır. Bunların yanı sıra
yuvarlak yüzlü ve başında üç boynuzlu taşa benzeyen bir başlık taşıyan
heykellerin Ana Tanrıça “Umay”ı yansıttığı
anlaşılmaktadır. Oldukça az yapılan
bu tür heykellerin en önemli
ortak özelliği, çok geniş coğrafi
bölgede benzer üç boynuzlu bir taçla ifade edilmiş olmalarıdır. Bilindiği gibi Ana Tanrıça diğer topluluklarda olduğu gibi, Orta Asya Türk topluluklarında da doğurganlık
ve üretkenliğin bir simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Altay Tanrılarının annesi olan Umay, aynı zamanda çocukların ve genç hayvanların da koruyucusu olarak kabul edilmektedir.
Kaşgarlı Mahmud‟un yazmış olduğu “Umay‟a tapınıldığı zaman bir çocuk doğurmakta”.(22)
cümlesi, Ana Tanrıça Umay‟ın karakteristik özelliğini gözler önüne sermektedir. İlginçtir ki Kazakistan ve Kırgızistan‟da sürdürdüğümüz arkeolojik araştırmalar sırasında, Ana Tanrıça Umay‟ın halk arasında hala kutsallığını sürdürdüğünü saptadık.
Tarihin babası sayılan Herodotos, İskitlerde taştan yapılan
heykel ve balbal konusundaki ne yazık ki her hangi bir bilgi vermemektedir. Ancak
Karadeniz‟in kuzeyindeki bozkırlarda taştan yapılan heykeller, M.Ö. 74. yüzyıla tarihlenmektedir. (23) (Ukrayna'da M.Ö.5.yy'a ait taşbabalar bulunmuştur-bkz ilgili yazılar-SB) Bu heykelleri Orta Asya‟daki
heykellerden ayıran en önemli özellik, yüz kısmındaki bıyıklardır. Buradaki erkek heykellerinin
bıyıkları uçları aşağıya doğru
sarkan “at nalı” biçimliyken, arada bin yıllık bir zaman farkının olduğu
Orta Asya‟daki erkek heykellerinin bıyıkları ise “pala bıyık” biçimindedir.
Bugüne değin incelemiş olduğumuz taş heykellerin %89‟unu
erkek asıllı olanlar, %11‟inin de cinsiyeti belli olmayanlar, kadınlar ve Ana Tanrıça heykelleri oluşturmaktadır. Heykellerin en önemli ortak özelliklerinden biri de, yüz hatlarının oldukça sade ve gerçekçi işlenmiş
olmalarıdır. Sanatçının özellikle heykelin baş kısmını
sahibine benzetmek için büyük bir çaba harcadığı anlaşılmaktadır. Öyle ki
Altay, Tuva, Kazakistan, Kırgızistan, Çin Türkistanı ve Moğolistan‟da bulunan kadın ve erkek heykelleri, günümüzde bile bu
bölgelerdeki insanların görünüşleri ile büyük bir benzerlik içindedir.
Erkek heykellerinin büyük
bir kısmı
sakalsız, ancak bıyıklı olarak yapılmışlardır. Bazı heykellerin çene
kısmında çok kısa
ve seyrek bir sakal gösterilmiştir. Bıyığın erkekler arasında çok moda
olduğu anlaşılmaktadır.
Heykellerin bir kısmı bacak bacak üzerine atmış oturur
durumda gösterilirken, çok büyük bir kısmı bacakları belirtilmeden düz bir şekilde
yapılmışlardır. Bu tür heykeller toprağa gömüldüğü için, 30,50 cm. uzunluğundaki alt kısımları bir kama ucu gibi sivri işlenmiştir. Bugüne
değin incelemiş olduğumuz heykellerden elde ettiğimiz verilere
göre, heykelleri şu şekilde sınıflandırabiliriz:
1- Silahlı ve sağ elinde bir kupa tutan erkekler.
2- Silahsız, sağ elinde kupa tutan, erkek ya da cinsiyeti
belirsiz heykeller.
3- İki eliyle de kap ya da kupa tutan erkekler.
4- Yalnızca yüz betimine sahip heykeller.
5- İki eliyle kupa tutan kadın heykelleri.
6- Sayıları az olan kuşlu heykeller.
7- Ana Tanrıça “Umay”ı yansıtan
heykeller.
8- Sayıları çok az olan
ve elinde çiçek
tutan kadın heykeller.
Genellikle heykellerin oldukça
ayrıntılı olarak işlendiği gözlenmektedir. Ancak yüzlerce yıldan beri doğa koşulları yüzünden heykellerin yıprandıkları ve
aşındıkları da görülmektedir. Özellikle kemer, okluk ve kemerdeki silahlar özenle belirtilmiştir. Heykellerin silahları, bunların yönetici ve savaşçı olup olmadığını belirlemektedir. Heykellerin giysileri,
elinde tuttuğu kap, kupa, kuş ve silahları, aynı zamanda bunların tarihlendirilmelerine de yardımcı olmaktadır.
Sonuç olarak Karadeniz‟in kuzeyindeki bozkırlardan doğuda Moğolistan‟a
kadar uzanan geniş arazide yer alan binlerce taş heykel ve balbal, Türk
Tarihi‟nin Eski Çağ ve
Orta Çağ‟da
en önemli kültür varlığını oluşturmaktadır.
Prof. Dr. Oktay Belli
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Kümbet Köyü / Seyitgazi - Eskişehir
Köyün adı ortasındaki bir tarihi kümbet yapısından gelmektedir ve köy mezarlığında
Selçuklulara ait çok sayıda mezar bulunmaktadır.
1 Barthold 1947, 515.
2 Orkun 193641, I, 36.
3 Orkun 193641, I, 40.
4 Belli 2001, 433.
5 Julien 1877, 10, 28.
6 Baibosynov 1996, 50.
7 Orkun 193641, I, 36, 40, 68, 70.
8 İbn Fadlan, 27.
9 Gurkin 1987, 100109.
10 Kotwicz 1928, 56.
11 Rubrouck, 8182.
12 Rubrouck, 82.
13 Barthold 1947, 534.
14 Roux 1999, 310.
15 Şeşen 1975, 210.
16 Divitioğlu 2000, 15.
17 Liu 1958, 910.
18 Liu 1958, 42.
19 Marco Polo, 81.
20 Barthold 1947, 521.
21 Thomsen 1896, 119.
22 Mahmud Kaşgari, I, 23.
23 Kovalev 1998, 248.
Baibosynov, K., 1996: Stone Sculptures of Zhambyl Region,
Almatı.
Barthold, W., 1947: “Türklerde ve Moğollarda Defin
Meselesine Dair”, Belleten 43, 515539.
Belli, O., 2001: “Archaeological Surveys in Kazakhstan and
Kyrgyzstan”, Istanbul University‟s Contributions Archaeology in Turkey (19322000), (ed. O.
Belli), İstanbul, 427434.
Divitioğlu, S., 2000: Kök Türkler,
Kut, Küç, Ü
lüg, İstanbul.
Gurkin, S. V., 1987: “Cuman Sanctuaries with Wooden Idols in
the Lower Don”, Sovestskaya Arkhaeologia 4, 100109.
Ibn Fadlan: Ibn Fadlan‟s Reiseberciht, (ev. ve yay. Z. V. Togan), Leipzig 1939.
Julien, S., 1877: Documents Historiques Sur les Toukioue
(Turcs), Traduits du Chinois, Paris.
Kotwicz, W., 1928: “Les tombeaux dits Kereksur en Mongolie”,
Rocznick Orientalistyozny, (Lembberg) Krakow, VI, 111.
Kotwicz, W., 1936: “Le Monument Turc d‟Ikhe Khuchotu en
Mongolie Dcouvertes de Pazyryk”, Revue des Arts Asiatiques, Paris, 199200.
Kovalev, A., 1998: “
berlungen
Zur Herkunf der Skythen Aufgrund Archologischenr
Daten”, Karl Jettmar zum achtzigsten Geburstag Gesig Kossack Zum
Fünfundsiebsigsten Geburstag, Eurasia Antiqua 4, 247271.
Liu Mautsai 1958: Die chinesischen Nachrichten zur
Geschichte der OstTürken (T‟uküe), Otto Harrassowitz, Wiesbaden.
Mahmud Kaşgari: Mitteltürkischer Vortschatz nach Mahmûd alKasgari‟s Divn
Lugat tTürk,
(ev. ve yay. C. Brockelmann), BudapeşteLeipzig, 1928.
Marco Polo: La Description du Monde, (ev. ve yay. L. Hambis), Paris 1955.
Orkun, H, N., 193641: Eski Türk Yazıtları IIV, İstanbul.
Roux, J. P., 1999: Eskiçağ ve Ortaçağ‟da
Altay Türklerinde Ölüm, (ev. A. Kazangil), Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Rubrouck, G. de,: Rockhill, W. W., The Journey of Rubruck to
the eastern parts of the World as Narrted by Himself, London, 1900.
Şeşen, R., 1975: Onuncu Asırda Türkistan‟da Bir İslam
Seyyahı; Ibn Fadlan Seyahatnamesi, İstanbul.
Thomsen, W., 1896: Inscriptions de I‟Orkhon dchiffrs, Mmories
de la Socite FinnoOugrienne, Helsingsfors.