19 Nisan 2015 Pazar

Türklerde Taş Heykel ve Balballar







Avrasya Arkeoloji Projesi kapsamında Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde yürüttüğümüz çalışmanın temel amacı, bugüne değin sağlıklı ve planlı bir şekilde incelenmeyen Türk dönemine ait arkeolojik kültür varlıklarının belgelenmesi ve envanterlerinin çıkarılmasıdır. Çalışma alanımıza Kurganlar, Runik Yazıtlar, Taş Heykel ve Balballar, Kült Merkezleri, Nekropoller, Camiler, Türbeler, Kervansaraylar ve „Ören Yerleri girmektedir. Son üçŒ yıldan beri, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan‟da yapmış olduğumuz arkeolojik araştırmalar sonucunda, yüzlerce taş heykel ve balbalın estampajları çıkarılmış, çizimleri yapılarak fotoğrafları çekilmiş ve belgelenmiştir.


Son Tunç Çağı‟ndan beri mezarlıklara taş heykel dikilmesi geleneği, özellikle 613. yüzyıllar arasında Türk toplulukları arasında oldukça yaygın olarak kullanılmıştır. Orta Asya Türk topluluklarında İslamiyet‟in yayılması ve köklü bir şekilde bölgeye yerleşmesinden sonra, taş heykel ve balbal yapma geleneği yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır.


Karadeniz‟in kuzeyindeki bozkırlardan Moğolistan‟a kadar uzanan geniş coğrafi bölgede binlerce taş heykel ve balbal bulunmaktadır. Ancak taş heykel ve balbalların hangi amaçla yapılarak kült merkezlerine, kurganların üzerine veya çevresine dikildiği ve anlamlarını ne olduğu, 19. yüzyılın sonuna kadar bilinememekteydi. 1889 yılında ortaya çıkarılan ve 1893 yılında çözülen Orhun Yazıtları sayesinde, taş heykel ve balbal bilinmezlik gizinden kurtulmaya başlamıştır. (1) Orhun Yazıtlarında “Babam Kağan öldüğünde, heykelini diktik” cümlesi, (2) mezar sahibi için heykelin yapılmış olduğunu kanıtlamaktadır. Balbal için ise şu cümle geçmektedir; “Kırgız Kağanını öldürdüm, balbalını yaptırdım..” (3)  Öldürülen düşman için yaptırılan basit biçimli, şekilsiz taş heykelin üzerine, bazen düşmanın adı da yazılmaktadır.


Taş heykel ve balballar, Türklerin kutsal olarak kabul ettiği kurgan ve kült merkezlerinde (Esterlik) yer almaktadır. Doğayı bir inci gibi süsleyen kurganlar ile taş heykel ve balballar ne yazık ki yüzlerce yıldan beri tahrip edilmektedir. Kurgan ve taş heykeller özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda gezgin ve define bulmak isteyen insanlar tarafından acımasızca tahrip edilmişlerdir. Birçok taş heykel ve balbal, inşaatlarda yapı malzemesi olarak kullanılmış, bir kısmı da park, bahçe ve pansiyonlarda dekoratif amaçla kullanılmıştır. 


„Özellikle taş heykellere kıyasla çok daha basit işlenen yuvarlak biçimli balbalların bu acımasız tahribattan daha fazla nasiplerini aldıkları anlaşılmaktadır. Baş ve gövde ayrıntıları özenli bir şekilde işlenen heykeller inşaatlarda nispeten daha az kullanılırken, kabaca sütuna benzeyen yuvarlak biçimli balballar, inşaatlarda yapı malzemesi olarak kullanılmaktan kurtulamamıştır. Bu yüzden balballar, heykellere kıyasla çok daha az sayıda günümüze kadar varlığını koruyabilmiştir. Yüzlerce balbal ise toprak altında kalarak kaybolmuştur. Taş heykel ve balbalların inşaatlarda, park ve bahçelerde kullanılmalarını önlemek amacıyla, büyük bir kısmı toplanarak müzelerin içine veya bahçelerine taşınmıştır. (4) 


Bu sefer de taş heykel ve balbalların bilgi ve envanter fişlerinin ciddi bir şekilde tutulmaması yüzünden, müze bahçeleri, park ve pansiyonların bahçelerine taşınan taş heykel ve balbalların nasıl bulundukları, özgün konumlarının nasıl olduğu ve nereden getirildikleri bilinememektedir. Bu olay Karadeniz‟in kuzeyinden Moğolistan‟a kadar uzanan coğrafi bölgedeki Türk topluluklarının Eski Çağ tarihinde, kült merkezi, kurgan, taş heykel ve balbalların hangi bölge ve yörelerde yer aldığı ve bunların kesin sınırlarının nerelere kadar yayıldıklarının bilinememesine neden olmuştur.


Son üç yıldan beri yapmış olduğumuz araştırmaların sonuçlarına göre, taş heykellerin bugünkü Türk Cumhuriyetleri ile komşu ülkelerdeki sayıları şu şekildedir:


Azerbaycan‟da 13 adet, Türkmenistan 61 adet, Tacikistan‟da 26 adet, „Özbekistan‟da 78 adet, Çin Türkistanı‟nda 192 adet, Moğolistan‟da 362 adet, Tuva‟da 210 adet, Hakasya‟da 265 adet, Altaylar‟da 379 adet, Kazakistan‟da 690 adet, Kırgızistan‟da 366 adet.


Ancak bu sayılar görecelidir ve araştırmaların yoğunluk kazanmasıyla, taş heykellerin sayısının daha da artacağı bilinmektedir. Çünkü taş heykellerin çok büyük bir kısmı, daha yüksek ve engebeli dağların arasında yer alan yaylalardaki kurgan ve kült merkezlerinde bulunmaktadır. Yaylaların araştırılmasıyla, vermiş olduğumuz bu sayıların en azından ikiye katlanacağı kuşkusuzdur.


Taş heykel ve balbalların nasıl dikildikleri konusunda Çin kaynaklarının yanı sıra, Orhun Yazıtları da çok değerli bilgiler vermektedirler. „Örneğin 552-556 yıllarına tarihlenen PienyiTien şunları söylemektedir:


“… Ceset gömüldükten sonra, gömüt yerinin yakınına taşlar konmaktadır… Bu taşların sayısı, ölen kişinin hayattayken öldürdüğü kişi sayısıyla orantılıdır… Eğer bir erkek öldürdüyse, bir taş dikilmekte. Kendisi için yüz ve bin taş dikilen erkekler vardır…”. (5)  Çinli tarihçi Tan Chu ise Türklerin cenaze töreni ve dikilen heykel konusunda şu önemli bilgiyi vermektedir; “… Mezarı yaptıktan sonra, ölenin görünümünde ve yaşarken yaptığı kahramanlıkları anlatan bir heykel dikerler…”.(6)


Orhun Yazıtlarında heykel ve balballar konusunda verilen değerli bilgiler hem çok daha gerçekçi hem de daha ayrıntılıdır: “… ilk önce, babam Kağan için Baz Kağan dikilmiştir… Onların yiğit adamlarını öldürerekten onlardan balballar yaptım… Amcam için  Kırgız Kağanını balbal haline getirdim… Türk halkı ağır kayıplar vermişti ve… onların yiğit erkekleri, bundan balballar yaptı (onların balbal haline getirilmesini sağladı)… Balbal olarak Kuy Sangun‟u diktim…”.(7)


Taş heykel ve balbalların nasıl dikildikleri konusunda gezgin ve rahiplerin bizzat gözlemlerine dayanarak verdikleri önemli bilgiler, tarihsel kaynakları doğrulamaktadır. Nitekim İslamiyet‟i kabul eden Bulgar Hükümdarı İltebir Almuş‟a 920-21 yılında elçi olarak giden heyete katiplik yapan İbn Fadlan, Oğuzların ölülerini nasıl gömdükleri ve heykeli nasıl diktikleri konusunda şunları yazmaktadır: “… Oğuzlardan biri bir kişiyi öldürdüğünde ve böylece kahraman olduğunda, ölünün tahtadan yapılan heykeli mezarın önüne dikilmektedir… heykellerin sayısı öldürdüğü kişinin sayısı ile orantılıdır…”. (8)


İbn Fadlan‟ın da belirttiği gibi mezar üstüne dikilen heykelin tahtadan yapılmış olması gereği, o dönemde bazı heykellerin tahtadan yapıldığına işaret etmektedir. Bilindiği gibi tahtadan heykel yapmak, oldukça zor işlenen taşa kıyasla çok daha kolaydır. Ancak tahtanın taşa kıyasla çok dayanıksız bir malzeme olması yüzünden, tahtadan yapılan heykeller çürüyerek günümüze değin ulaşamamıştır. Buna karşın Azak Denizi‟nin kuzeyinde ve Don Irmağı‟nın batısındaki bozkırlarda Kumanların kült merkezlerinde yapılan arkeolojik kazılarda, 1213. yüzyıllar arasına tarihlenen ve yine yüzleri doğuya dönük olarak çok sayıda tahtadan dikilmiş heykeller ortaya çıkarılmıştır.(9)


İlginçtir ki tahtadan yapılan bu heykeller taş heykellerin üslup yönünden benzerlerini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu örnekler taşın yanı sıra, tahtadan da heykellerin yapılmış olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca 13. yüzyıldan sonra mezar ve kült merkezlerine taş heykel ve balbalların dikilmediğini düşünmek iyimserlik olur. Gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı Orta Asya Türk topluluklarında mezarlarını kurgan biçiminde yapma, ölü şölenleri, insan ve hayvan kurbanları ve armağanlar nasıl Orta  Çağ‟dan sonra varlığını sürdürdüyse, taş heykel ve balbal yapımı da, varlığını sürdürmüş olmalıdır. Ancak bu ilginç geleneğin yavaş yavaş şekil değiştirerek, örneğin tahtaya dönüşerek varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Tahtadan yapılan heykeller de taş gibi iyi korunamadığı için, bu geleneğin son uygulandığı tarih yüzyıllar öncesine çekilmeye çalışılmıştır.


Oysa 13. yüzyılda eserini yazan İranlı ozan Nizami (NizamiAzeri Türk'üdür,bkz.-SB), tahtadan yapılan balballar konusunda şu ilginç bilgileri aktarmaktadır: “…Kıpçak Bozkırlarında toprağa saplanmış tahta oklar, deniz kıyısındaki otlar kadar çoktur…”.(10)



1253 yılında Fransa Kralı tarafından Orta Asya‟da Karakurum‟daki Moğol ordusuna gönderilen bir heyette bulunan Rahip Guillaume de Rubrouck da (Rubrouck kitabı için link) , taş heykel konusunda şunları yazmaktadır: “… Kumanlar ölülerinin üzerine büyük bir tümsek yaparlar, bu tümseğin üzerine yüzü doğuya dönük ve elinde göbeği hizasında bir kadeh tutan bir heykel dikerler…”.(11) Rubrouck balbalları ise dört köşeli olmayan taşlar olarak şu şekilde tanımlamaktadır: “… Kapalı alanı olan mezarlıklar düzgün bir biçimde yontulmamış, bazıları yuvarlak, bazıları da kare şeklinde taşlarla kaplıdır. Bunların yanında, alanın dört bir köşesinde bulunan ve dünyanın dört bir tarafını simgesel olarak sınırlayan dört yüksek dikey taş mevcuttur…”.(12)

Gerçekten de balballar, taş heykellere kıyasla oldukça basit işlenmiş şekilsiz taşlardır. Balbalların bu şekilde düzensiz işlenmeleri ve kaba, biçimsiz olmaları, onları taş heykellerden ayıran en önemli özelliği oluşturmaktadır. Rubrouck‟un vermiş olduğu değerli bilgilerden, mezarın üzerine heykel yapılarak dikilmesi geleneğinin 13. yüzyılın ortalarında da devam ettiğini öğrenmekteyiz. Yine Rubrouck‟un belirttiğine göre dikilen heykelin yüzü doğu yönüne bakmaktadır. Bilindiği gibi Orhun Türkleri dünyanın dört yanını tayin ederken doğuya bakarlardı; böylece sağ yanı güney, sol yön de kuzey olmaktaydı.(13) 

(buraya not düşmek isterim; Anadolu'da bazı "Yunan" ve "Roma" denilen mezarlarda da  iskeletlerin başı doğu yönüne bakar şekilde bulunmuştur.! Onlardan önceki devirlere ait mezarlarda da bu tip gömü şekli vardır. Yani dönem ne olursa olsun, burada yatanlar Türk Kültüründe görüldüğü şekilde gömülmüştür.Örnek: Attaleia Nekropolü Kazı raporunda : "Gömütlerde tam bir yön birliği bulunmasada bunların % 78’i doğu batı doğrultusunda konumlandırılmıştır." der - link -SB)


Daha önce de belirttiğimiz gibi taş heykeller kurganın üstünde, çevresinde ya da esterlik olarak adlandırılan etrafı çevrili kült merkezine yerleştirilmektedir. Genellikle kurganın üzerine birisi kocayı, diğeri de karısını temsil eden iki mezar heykeli dikilmekteydi. Bu güne değin kurganların üzerinde çok sayıda erkek ve kadını temsil eden bir çift heykel bulunmuştur. Ancak yazılı kaynaklar mezarların (kurganların) üzerine karı koca heykellerinin birlikte dikildiğine dair herhangi bir bilgi vermemektedir. Taş heykeller mümkün olduğu kadar özenli ve ayrıntılı işlenmektedir. Yazıtlarda heykeltraşlık çalışmalarının önemine ve bunların gerçekleştirilmesinde gösterilen özene ilişkin uzun açıklamalar yer almaktadır.(14) Sonuç olarak taş heykeller, ölen kişinin varlığının elle tutulur biçimde sürmesini sağlamak amacıyla özenli bir şekilde yapılmıştır. Bir başka deyimle taş heykeller her yönüyle “Ata Kültü”nü tüm canlılığı ile yansıtmaktadır. „Örneğin Kitanlarda, devletlerini kuran kralın altından bir heykeli ile sekiz oğlunun heykelleri yapılarak, Muye Dağı‟nda bulunan ölülerle ilgili bir tapınağa konulmuştu.(15)


Balballar ise ölen kişinin yaşadığı dönemde öldürdüğü kişileri temsil etmektedir. Onlar, bu balbalların temsil ettikleri kişilerin ölümden sonraki hayatta ölüye hizmet edeceklerine inanırlardı. Balbalların sayısı mezardaki ölünün, hayatta iken öldürdüğü düşmanlarının sayısına göre değişmekteydi. Örneğin Tuva‟da Esterlik içindeki taş heykelin doğusunda yer alan balbalların sıralaması 350 m.‟yi bulmaktadır


Kül Tegin (Költigin) mezar anıtının doğu duvarının hemen dışında 3 km.‟lik bir sıra oluşturan 170 balbal dizisi, anıtın 850 m. kuzeyinde ise balbalların sıralaması 1250 m.‟lik bir uzunluğa ulaşmaktadır.


Yine 450 m. daha kuzeyde ise, 700 m. uzunluğunda bir başka balbal sıralaması mevcuttur. Kül Tegin‟in ağabeyi Bilge Kağan‟ın mezar külliyesi daha büyüktür ve buradaki balbal sıralaması 3 km.‟yi geçmektedir. Yani bir taraftan mezarın çevresinin balbal şeklinde tutsak edilen düşman askerlerinin ruhları ile korunduğuna inanılıyor, öte yandan balbal ordusuyla öteki dünyada hizmet edileceğine, onu koruyup kollayacağına inanılmaktaydı.(16)


630 yıllarında ǁinli tarihçi Znoushu, Türklerdeki ölü gömme geleneğini ve balbal dikilmesini şu şekilde anlatmaktadır; “…Bir adam öldüğünde vücudu çadırda bırakılır. Bütün çocukları, torunları, erkek ve kadınlar akrabaları, bir koyun ile bir at kurban eder ve bunları sunu olarak çadırın önüne yayarlar. At üzerinde çadırın çevresini yedi kez dolaşırlar. Çadırın önüne geldiklerinde, yüzlerini kılıçlarıyla yaralarlar ve feryat ederler. Kan ve gözyaşı bir arada dökülür. Bunu yedi kez tekrar ederler. „Ölünün günlük eşyalarını ve atını yakacakları bir gün tespit ederler. Küllerin çevresinde toplanırlar ve gömmek için uygun zamanı beklerler. Eğer kişi ilkbahar ya da yazın ölmüşse, çimler ve ağaçların yapraklarını sararıp dökünceye kadar beklerler. Eğer kişi sonbahar ya da kışın ölmüşse, o zaman çiçeklerin açmasını ve ağaçların yapraklarını açmasına kadar beklerler. Bunlardan sonra bir çukur kazarak külleri gömerler. Gömme gününde akrabalar yine sunular yapar, at yarışları düzenlenir ve ilk günde olduğu gibi yüzlerini yaralarlar. Gömü törenleri bittiği zaman, mezarın üzerine taşlar konur. Taşların sayısı, kişinin hayattayken öldürdüğü düşman sayısı kadardır. Koyun ve atların kafalarını da mezar taşlarının üzerine asarlar…” (17) (ayrıca bkz)


Sui hanedanına mensup Suishu‟dan 636 yılında derlenen bilgilerden, Türklerde bir soylunun mezarının nasıl olduğunu öğrenmekteyiz; “…Abrabalar mezar çevresine mezar taşı olarak kazıklar dikerler ve çember yaparlar. Çemberin duvarlarına kişinin portresi ve yaptığı savaşlar resmedilir…” (18)


…Ünlü gezgin Marco Polo ise insanların nasıl balbal edildiğini şu şekilde yazmaktadır. “…Ve size diğer büyük bir olaydan söz edeceğim: Büyük kağanların cesetleri gömülmek üzere bu dağlara getirildiğinde, her ne kadar kırk gün veya daha fazla bir uzaklıkta olsalar bile, yolda rastladıkları tüm insanlar cesedi taşıyanlar tarafından kılıçtan geçirilmektedir. Ve bunlar öldürülürken onlara şöyle söylüyorlar: Siz gidin efendinize öteki dünyada hizmet edin. Çünkü bu uğurda öldürdükleri tüm insanların Büyük Efendiye öteki dünyada hizmet etmeye mecbur olduklarını sanıyorlardı… Beşinci Kağan Mangu öldüğünde, cesedin gömülmeye götürülmesi sırasında yolda cenazeye rastlayan yirmi binden fazla insanın katledilmiş olduğunu biliniz ….”.(19)


Taş heykellerin kutsallığı konusunda yalnızca İranlı ozan Nizami (Nizami Azeri Türkü'dür, bkz.- SB) bilgi vermektedir: “…Bir süvari heykel yanından geçerken, kendi okluğundan bir ok çıkarıp, heykelin okluğuna koymuştur…”.(20)


Günümüzde bile Türk toplulukları taş heykelleri hala kutsal olarak kabul etmekte ve “taşnine”, “taşbaba” ya da “saymalıtaş” olarak adlandırmaktadır. Kazakistan ve Kırgızistan‟da yapmış olduğumuz arkeolojik araştırmalar sonucunda, halk tarafından kurganlardan ve kült merkezlerinden sökülerek evlerin bahçelerine taşınan heykellere, ilginçtir ki ev halkının ayrılmaz bir parçası olarak saygı duyulduğunu gözlemledik. Nitekim müze görevlileri heykelleri toplayıp müzeye götürmek istediklerinde, ev sakinleri heykelleri kesinlikle geri vermemektedir. Gerçekten de Türk toplulukları eğer bu heykelleri kutsal saymasaydı ve onların korunmasına özen gösterilmeseydi, günümüze değin binlerce taş heykel kalmazdı.


Heykellerin büyüklükleri çeşitlidir; en küçüğü 40,50 cm., en büyüğü de 250 cm. yüksekliğindedir. Ancak bugüne kadar yapmış olduğumuz araştırmanın sonuçlarına göre, Bişkek Müzesi‟nin bahçesinde bulunan 275 cm. yüksekliğindeki heykel, şimdilik en yüksek heykeli oluşturmaktadır. Çok önemli bir yöneticiyi yansıttığı anlaşılan bu anıtsal heykelin adı da “Karahan”dır.


Yine Kırgızistan Tüp kasabasındaki 70 cm. genişliğindeki heykel, en geniş omuzlu heykeli oluşturmaktadır. Ancak yönetici, kumandan ve zengin insanların heykellerinin daha büyük boylu olarak yapıldıkları anlaşılmaktadır.





Heykeller, o bölgede ya da yakın çevrede bulunan yerel taş türünden yapıldıklarından, oldukça çeşitlilik göstermektedirler. Bazı heykellerin bulunduğu yerlerde ise çevrede herhangi bir taş yatağı görülmemektedir. Bu durumda taş heykellerin çok  uzaklardaki taş yataklarından işlenerek getirildiği sonucu çıkmaktadır. O dönemdeki taş işçileri tarafından yapılan heykellerin çok  büyük bir kısmı, benzer özellikler göstermektedir. Sanki bunların büyük bir kısmı aynı ustanın elinden çıkmış sezisini uyandırmaktadır. Örneğin Kül Tegin Yazıtı‟nda şunlar okunmaktadır; “… Ebedi taşın süslenmesi için,  Çin Kağanından heykeltıraşlar getirttim ve heykeli yaptırdım…”.(21)


Heykelleri yapılan insanların yöneticiler, kumandanlar, savaşçılar, ozanlar, hatipler ve çoban gibi insanları temsil ettiği anlaşılmaktadır. Bunların yanı sıra yuvarlak yüzlü ve başında üç boynuzlu taşŒa benzeyen bir başlık taşıyan heykellerin Ana Tanrıça “Umay”ı yansıttığı anlaşılmaktadır. Oldukça  az yapılan bu tür heykellerin en önemli ortak özelliği, çok geniş coğrafi bölgede benzer üç boynuzlu bir taçla ifade edilmiş olmalarıdır. Bilindiği gibi Ana Tanrıça diğer topluluklarda olduğu gibi, Orta Asya Türk topluluklarında da doğurganlık ve üretkenliğin bir simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Altay Tanrılarının annesi olan Umay, aynı zamanda çocukların ve genç hayvanların da koruyucusu olarak kabul edilmektedir. Kaşgarlı Mahmud‟un yazmış olduğu “Umay‟a tapınıldığı zaman bir çocuk doğurmakta”.(22) cümlesi, Ana Tanrıça Umay‟ın karakteristik özelliğini gözler önüne sermektedir. İlginçtir ki Kazakistan ve Kırgızistan‟da sürdürdüğümüz arkeolojik araştırmalar sırasında, Ana Tanrıça Umay‟ın halk arasında hala kutsallığını sürdürdüğünü saptadık.


Tarihin babası sayılan Herodotos, İskitlerde taştan yapılan heykel ve balbal konusundaki ne yazık ki her hangi bir bilgi vermemektedir. Ancak Karadeniz‟in kuzeyindeki bozkırlarda taştan yapılan heykeller, M.Ö. 74. yüzyıla tarihlenmektedir. (23) (Ukrayna'da M.Ö.5.yy'a ait taşbabalar bulunmuştur-bkz ilgili yazılar-SB) Bu heykelleri Orta Asya‟daki heykellerden ayıran en önemli özellik, yüz kısmındaki bıyıklardır. Buradaki erkek heykellerinin bıyıkları uçları aşağıya doğru sarkan “at nalı” biçimliyken, arada bin yıllık bir zaman farkının olduğu Orta Asya‟daki erkek heykellerinin bıyıkları ise “pala bıyık” biçimindedir.


Bugüne değin incelemiş olduğumuz taş heykellerin %89‟unu erkek asıllı olanlar, %11‟inin de cinsiyeti belli olmayanlar, kadınlar ve Ana Tanrıça heykelleri oluşturmaktadır. Heykellerin en önemli ortak özelliklerinden biri de, yüz hatlarının oldukça sade ve gerçekçi işlenmiş olmalarıdır. Sanatçının özellikle heykelin baş kısmını sahibine benzetmek için büyük bir çaba harcadığı anlaşılmaktadır. „Öyle ki Altay, Tuva, Kazakistan, Kırgızistan, Çin Türkistanı ve Moğolistan‟da bulunan kadın ve erkek heykelleri, günümüzde bile bu bölgelerdeki insanların görünüşleri ile büyük bir benzerlik içindedir. Erkek heykellerinin büyük bir kısmı sakalsız, ancak bıyıklı olarak yapılmışlardır. Bazı heykellerin çene kısmında çok kısa ve seyrek bir sakal gösterilmiştir. Bıyığın erkekler arasında çok moda olduğu anlaşılmaktadır.






Heykellerin bir kısmı bacak bacak üzerine atmış oturur durumda gösterilirken, çok büyük bir kısmı bacakları belirtilmeden düz bir şekilde yapılmışlardır. Bu tür heykeller toprağa gömüldüğü için, 30,50 cm. uzunluğundaki alt kısımları bir kama ucu gibi sivri işlenmiştir. Bugüne değin incelemiş olduğumuz heykellerden elde ettiğimiz verilere göre, heykelleri şu şekilde sınıflandırabiliriz:


1- Silahlı ve sağ elinde bir kupa tutan erkekler.
2- Silahsız, sağ elinde kupa tutan, erkek ya da cinsiyeti belirsiz heykeller.
3- İki eliyle de kap ya da kupa tutan erkekler.
4- Yalnızca yüz betimine sahip heykeller.
5- İki eliyle kupa tutan kadın heykelleri.
6- Sayıları az olan kuşlu heykeller.
7- Ana Tanrıça “Umay”ı yansıtan heykeller.
8- Sayıları çok az olan ve elinde çiçek tutan kadın heykeller.


Genellikle heykellerin oldukça ayrıntılı olarak işlendiği gözlenmektedir. Ancak yüzlerce yıldan beri doğa koşulları yüzünden heykellerin yıprandıkları ve aşındıkları da görülmektedir. Özellikle kemer, okluk ve kemerdeki silahlar özenle belirtilmiştir. Heykellerin silahları, bunların yönetici ve savaşçı olup olmadığını belirlemektedir. Heykellerin giysileri, elinde tuttuğu kap, kupa, kuş ve silahları, aynı zamanda bunların tarihlendirilmelerine de yardımcı olmaktadır.


Sonuç olarak Karadeniz‟in kuzeyindeki bozkırlardan doğuda Moğolistan‟a kadar uzanan geniş arazide yer alan binlerce taş heykel ve balbal, Türk Tarihi‟nin Eski Çağ ve Orta Çağ‟da en önemli kültür varlığını oluşturmaktadır.




Prof. Dr. Oktay Belli
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye



Kümbet Köyü / Seyitgazi - Eskişehir
Köyün adı ortasındaki bir tarihi kümbet yapısından gelmektedir ve köy mezarlığında 
Selçuklulara ait çok sayıda mezar bulunmaktadır.



1 Barthold 1947, 515.
2 Orkun 193641, I, 36.
3 Orkun 193641, I, 40.
4 Belli 2001, 433.
5 Julien 1877, 10, 28.
6 Baibosynov 1996, 50.
7 Orkun 193641, I, 36, 40, 68, 70.
8 İbn Fadlan, 27.
9 Gurkin 1987, 100109.
10 Kotwicz 1928, 56.
11 Rubrouck, 8182.
12 Rubrouck, 82.
13 Barthold 1947, 534.
14 Roux 1999, 310.
15 Şeşen 1975, 210.
16 DivitŒioğlu 2000, 15.
17 Liu 1958, 910.
18 Liu 1958, 42.
19 Marco Polo, 81.
20 Barthold 1947, 521.
21 Thomsen 1896, 119.
22 Mahmud Kaşgari, I, 23.
23 Kovalev 1998, 248.
Baibosynov, K., 1996: Stone Sculptures of Zhambyl Region, Almatı.
Barthold, W., 1947: “Türklerde ve Moğollarda Defin Meselesine Dair”, Belleten 43, 515539.
Belli, O., 2001: “Archaeological Surveys in Kazakhstan and Kyrgyzstan”, Istanbul University‟s Contributions Archaeology in Turkey (19322000), (ed. O. Belli), İstanbul, 427434.
DivitŒioğlu, S., 2000: Kök Türkler, Kut, KüçŒ, Ü…lüg, İstanbul.
Gurkin, S. V., 1987: “Cuman Sanctuaries with Wooden Idols in the Lower Don”, Sovestskaya Arkhaeologia 4, 100109.
Ibn Fadlan: Ibn Fadlan‟s Reiseberciht, (Œev. ve yay. Z. V. Togan), Leipzig 1939.
Julien, S., 1877: Documents Historiques Sur les Toukioue (Turcs), Traduits du Chinois, Paris.
Kotwicz, W., 1928: “Les tombeaux dits Kereksur en Mongolie”, Rocznick Orientalistyozny, (Lembberg) Krakow, VI, 111.
Kotwicz, W., 1936: “Le Monument Turc d‟Ikhe Khuchotu en Mongolie Dcouvertes de Pazyryk”, Revue des Arts Asiatiques, Paris, 199200.
Kovalev, A., 1998: “…berlungen Zur Herkunf der Skythen Aufgrund Arch‰ologischenr Daten”, Karl Jettmar zum achtzigsten Geburstag Gesig Kossack Zum Fünfundsiebsigsten Geburstag, Eurasia Antiqua 4, 247271.
Liu Mautsai 1958: Die chinesischen Nachrichten zur Geschichte der OstTürken (T‟uküe), Otto Harrassowitz, Wiesbaden.
Mahmud Kaşgari: Mitteltürkischer Vortschatz nach Mahmûd alKˆasgari‟s Div†n Lugat ˆtTürk, (Œev. ve yay. C. Brockelmann), BudapeşteLeipzig, 1928.
Marco Polo: La Description du Monde, (Œev. ve yay. L. Hambis), Paris 1955.
Orkun, H, N., 193641: Eski Türk Yazıtları IIV, İstanbul.
Roux, J. P., 1999: EskiçŒağ ve OrtaŒçağ‟da Altay Türklerinde Ö„lüm, (Œev. A. KazanŒgil), Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Rubrouck, G. de,: Rockhill, W. W., The Journey of Rubruck to the eastern parts of the World as Narrted by Himself, London, 1900.
Şeşen, R., 1975: Onuncu Asırda Türkistan‟da Bir İslam Seyyahı; Ibn Fadlan Seyahatnamesi, İstanbul.
Thomsen, W., 1896: Inscriptions de I‟Orkhon dchiffrs, Mmories de la SociŽte FinnoOugrienne, Helsingsfors.