part etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
part etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2023 Cuma

Caracalla değil Kara Kulak

 

Caracalla değil Kara Kulak

Zalim ve sosyopat bir karaktere sahip olan ve kendine özgü "kapüşonlu pelerin" giyen Roma imparatoru

Antoninus'a "Karakalla (Caracalla/Caracallus)" lakabını Türkçe konuşan Partlar vermişti.

Çünkü o tıpkı "Kara Kulak" gibi hırçın ve vahşiydi, güvenilmezdi.


İmparator Antoninus Bassianus barış içinde oldukları Part kralı Artaban(-us)'un kızıyla evlenmek istediğini bildiren bir mesajla birlikte birçok hediyeler gönderdi. Ancak Artaban red etti. Antoninus çok ısrar edince de Artaban pes edip kızını vereceğini söyledi. Düğün hazırlıkları ile birlikte Part Türk erleri de yaysız ve atsız kutlamalara katıldı. Şölende yenilip içilirken Antoninus'un askerleri şölen yerinin etrafını sardı. Part Türkleri sarhoş olduğunda da Roma askerleri kadın ve çocuklar da dahil, herkesi katletti. Part erleri silahlarına ve atlarına ulaşamıyordu, ama kralları Artaban ile birlikte birçok kişinin kaçabilmesini sağlayabilmişlerdi. Partlar Antonius'un kinci karakteriyle tanışmışlardı, çünkü Artaban Antoninus'a önce hayır demiş ve ısrarlı baskıları nedeniyle kabul etmek zorunda kalmıştı. Antoninus bunu unutmamıştı.

Hayatta kalan Partların şimdilik yapabilecekleri bir şey yoktu, ama bu katliamı unutmadılar. Dağlarda güçlenip geri dönecekler ve intikam alacaklardı. Zaten Roma İmpartorluğu ile denk tutulan bir tek onların devleti, yani Part İmparatorluğu idi. Antoninus geri çekilirken bölgedeki kentleri yakıp yıktı, yağmalattı, kıyım yaptı, esir aldı.  Ancak Harran'a (Carrhae) vardıklarında 11 yıl hüküm sürmüş olan Antoninus kendi koruması tarafından öldürüldü. Aslında sürekli aşağıladığı generallerinden biri olan Macrinus'un komplosuna gitmişti. Hiç kimse Macrinus'tan şüphelenmemişti, herkes asıl suçlunun Antoninus'u öldüren Martials sanıyordu ki o da yakalanıp öldürülmüştü.

Macrinus Severus adını aldığını ilan edince, hanedanın bir üyesi olarak imparator ilan edildi ve başa geçti. Ancak ordu tehlike altındaydı, çünkü Part kralı Artabanus, halkına yapılan kıyımın hesabını istiyordu ve Roma ordusu Part bölgesindeydi. Güçlenip geri dönen Part-Türkleriyle savaşan Macrinus ağır kayıplar vererek savaşı kaybetti.  Roma şaşkındı, çok büyük bir tazminat ödemeye mahkum edildi. Bu Part zaferi 217 yılında Nusaybin'de gerçekleşmişti.

Roma-Part Savaşları ilk kez Marcus Licinius Crassus komutasında MÖ 54'te Harran (Carrhae)'da başlamıştı. Arsak-Türk soyundan gelen Kral II.Orodes'in Part ordusunu Saka-Türk soyundan Suren komuta ediyordu. Romalı general Crassus (Krassus) ile generallerinin öldürülmesiyle Partlar zaferi göğüslemişti. Ağır kayıplar veren Roma alay konusu oldu, çünkü sancaklarını da kaptırmıştı.  Öyle ki Crassus'un açgözlülüğünü göstermek için, ölümünün ardından (tıpkı Ece Tomris'in Kiros'un başını keserek kan dolu kazana atması gibi), boğazından eritilmiş altın döktüleri söylencesi bile yayıldı. Partlarla baş edebilmek için Mark Antony (Marcus Antonius) Partların kardeş boyu İskit Türklerinden oluşan Lejyon IV.Scythica'yı (Zeugma) kurmuştu ama... Son Roma-Part Türk savaşı da bir yıllık imparator Macrinus komutası altında, Nusaybin'de meydana gelmiş ve yine Part-Türk zaferiyle sonuçlanmıştı.

*

Asıl adı  Marcus Aurelius Antoninus Bassianus (imparator 211-217) olan impartorun adının bir parçası olan "Bassianus (Basileus gibi)" ile "Karakalla" unvanı Türkçedir. Öfkeli imparator zalimliğiyle tanınıyordu bu yüzden "Kara" idi ve halkın kulaklara benzettikleri kapişonlu pelerin giyiyordu. Batılı araştırmacılar Karakallus'un "Galya German sınırında yaşayanlardan aldığı kapişonlu ağır bir pelerin" anlamında olduğunu yazar ki pek fazla bir ayrıntı da vermezler. Karakallus sözünden de Kara Kulak (vahşi kedi/vaşak) için kelime türetmişlerdir; Caracal. Yani Karakalla sözü Türkçe olan Kara Kulak'ın Latinceleştirilmiş halinden başka bir şey değildir. Pelerin'in İngilizce karşılığı olan "cloak" bile Türkçe "kulak"tan geliyor. Anlamını bilmeden, kullanım şekline bakılarak bir anlam yüklemişler. Bu kelime kapüşonlu pelerin giyen Karakalla (Kara Kulak) döneminden yüzyıllar sonra "Cloak" olarak sözlükte yerini almış.

Partlara karşı sefer düzenleyen (198, Ctesiphon, Bağdat yakınlarındaki Part kraliyet başkenti) ve "Parthicus Maximus" lakabıyla tanınan Septimus Severus ise Antoninus (Karakalla)'nın babasıydı. Baba ölünce Karakalla ve Geta kardeşleri arasındaki nefret duyguları büyüdü. Her biri ötekini öldürmek istiyordu. Anneleri babalarının danışmanlarıyla bir çözüm aradı. Geta'ya Asya, Karakalla'ya Avrupa verildi. Geta'ya karargahını Kadıköy'e kurması teklif edilirken, o Antakya ya da  İskenderiye'nin başkent olmasını uygun gördü. Ancak öfkeli Karakalla Geta'yı öldürdü ve arkasından da anlattığı kurgu hikaye (güya Geta onu öldürecekmiş) ile imparator oldu. Önce German bölgelerini, sonra da Küçük Asya'yı ziyaret eden Antoninus daha sonra İskenderiye'ye gitti. Ancak burada da katliam yaptı. İskenderiyeliler onun ününü duymuş ve sürekli alaya almıştı. Bunu bilen Antoninus hiç belli etmedi, ama sinsice kurduğu tuzakla İskenderiyelilerin hepsini bir şölende katletti. İşte bu katliamın ardından da doğuya yönelip Part kralı Artaban'ın kızını istemişti....


SB


"Kuzey Afrikalı, gerçek bir Romalı gibi yetiştirilmiş, Severus hanedanının kurucusu Septimus Severus, Emessalı (Suriye’de Orontes kıyısında) yüksek bir rahibin kızı Julia Domna’yla evlenerek, uyumlu bir imparator çifti olurlar ve imparatorluğu beraber yönetirler. Kuzey Suriyeli bir aileden gelen împaratoriçe Julia Domna’ya ilişkin birçok yazıt, kabartma ve heykel, Roma egemenliğindeki varlıklı Anadolu şehirlerinde ortaya çıkarılmıştır. Bu çifte ait bir hayli zengin sikke buluntuları da Anadolu kökenlidir. Çiftin çocukları Caracalla ve Geta’nın ölümle biten kısa hükümdarlıklarından sonra, yeğenleri on dört yaşındaki Heliogabal tahtın vârisi olur."

A.Muhibbe Darga / Anadolu'da Kadın (s.292)


Roma Septimus Severus Takı'nda (203) Part Savaşı.

Sağda: Özgün başlıklarıyla kale içindeki Part Türkleri. Bu başlıklara "Frig" diyenler "Partların Friglerle ne alakası var" diye sorgulamaktan bile acizler!


Antik dönem yazarlar; "Partlar İskit kökenlidir."

İskit/Saka Türk ise, Part da Türk'tür.

ENG.

Caracalla (Caracallus) was given by the Turkish speaking Parthians to the Emperor Antoninus (wearing a hooded cloak) as a nickname for his cruel and sociopath character. He was just like the wild cat "Caracal". This animal gets his name from his "Black Ears" (and it looks like a hoodie to). The name of this animal is "Karakulak (Black Ear)" in Turkish. So the name of the animal and the nickname of Antoninus "Caracalla/Caracallus < Kara-kulak/Qara-qulak" is Turkish of origin.  The word Caracalla was never used before the period of Antoninus! * Kara = Black , Kulak/Qulak = Ear *

Even Cloak is Turkish; Kulak (Ear) > Cloak.

A meaning was given by looking at the way it was used, without knowing its real meaning. This word has taken its place in the dictionary as "Cloak", centuries after the period of the Karakalla (Black Ear), who was wearing a "hooded cape".

The name Bassianus in Antoninus full name is also Turkish. Because he was the "president (Emperor in those days)", as in Baş (Bash > Bas) , Başı (Bashy > his/her head. So, the meaning of Başı (Bashy) is the "Head of the people/state", i.e. the "President", in Turkish "Başkan (Baş Kağan)".

But no one is talking about where its origin came from. The nickname Caracalla dates back to the period of the Parthian Turks.







Turkish


19 Aralık 2020 Cumartesi

Salgın

 


Marcus Aurelius ve Lucius Verus Dönemlerinde

M.S. 165-180 Yılları Arasında Görülen Büyük Salgın

Prof.Dr. Mustafa Hamdi Sayar*



M.S. 162 yılında Roma imparatorluğu uzun zamandır savaşmakta olduğu Parth krallığına karşı yeni bir askeri harekata başladı. Roma imparatorluğunu M.S. 161 yılında ölen imparator Antoninus Pius’un yerine geçen imparator Marcus Aurelius ve tıpkı onun gibi Antoninus Pius tarafından evlat edinilmiş olan Lucius Verus birlikte yönetmekteydiler.


162 yılında başlayan Parth seferinin komutasını Lucius Verus üstlenmişti. Verus’un harekatın komuta merkezi olarak kullandığı Antiokheia’dan (=Antakya) yönettiği harekât büyük ölçüde başarılı oldu. Ren ve Tuna sınırlarından Anadolu’ya sevk edilen üç lejyon, Kappadokia valisi Statius Priscus’un komuta ettiği Legio V Macedonica, Legio II Adiutrix ve Legio I Minervia, Romalılar ve Parthlar arasında tampon bölgeyi işgal ederek ve özellikle Elegeia (4) ile stratejik Artaxata şehirlerini (5) ele geçirerek daha sonra Parth ülkesinin merkezine yapılacak harekatın kuzeyden güvenceye alınmasını sağladılar.


164 yılında Antiokheia’da bulunan Lucius Verus, ileri harekâtı başlatmaya karar verdi ve Avidius Cassius komutasında taarruza geçen Roma lejyonları Edessa (=Urfa) ve Carrhae (=Harran) şehirlerini ele geçirdiler. Edessa’dan doğuya doğru ilerleyen Roma birlikleri o dönemde ormanlık bir arazi içinde bulunan Nisibis’e (Nusaybin) ulaşarak büyük stratejik önemi olan Nisibis’i uzun süren çatışmalar sonucunda ele geçirebildiler. Nisibis yüzyıllar boyunca Parthlar ile Romalılar arasında sık sık çatışmalara sahne olan bir sınır garnizonu oldu.


Avidius Cassius Parth kralı Vologaeses’i yenerek bölgeden geri çekilmek zorunda bıraktı. Roma birlikleri güneye doğru ilerleyerek Fırat nehri batı kıyısındaki stratejik öneme sahip Dura-Europos şehrini ele geçirdiler. Böylece Babil’den Palmyra’ya ve oradan da Suriye’ye uzanan ticaret yolunun denetimi Roma ordusuna geçmiş oldu. Daha güneyde Birtha üzerinden Sura kalesine ulaşan Roma birlikleri burada gemilerden oluşturdukları bir köprü ile Fırat nehrinin doğu kıyısına geçtiler. Bugün Bağdat şehrinin bulunduğu bölgenin güneyinde Dicle ırmağı batı kıyısında yer alan ve Seleukos krallığının eski başkenti olan Seleukeia şehrine vardılar. Seleukeia şehri ile karşı kıyıda nehrin doğu yakasında bulunan Parth’ların başşehri Ktesiphon Roma birlikleri tarafından ele geçirildi. Parth kralı IV. Vologaises’in karargâh olarak kullandığı kaleyi yakarak tahrip etmişlerdi.


Bu sırada Romalı askerler bir Apollon Komaeos tapınağına girmişler ve Apollon heykelini ganimet olarak alıp Roma’daki Apollon tapınağına sunmak üzere beraberlerinde götürmüşlerdi. Ayrıca yağma sırasında tapınağın adyton kısmında buldukları dar bir açıklıktan girdiklerinde uzun zamandır açılmamış olan ve içinde niteliği bilinmeyen bir madde olan eski bir mahfaza (= labes primordialis) kırılmış ve içinden spiritus pestilens = salgın ruhu olduğuna inanılan bir duman havaya yayılmıştı. Bu maddeden yayılan mikropların bulaştığı askerlerin ölümcül bir hastalığı Roma’ya ve İtalya’ya yaydıkları ve oradan da Gallia’ya ve Britannia’ya kadar bu hastalığın yayıldığı iddia edilmektedir. Oysa bu yağmalama öncesinde Seleukeia’da salgının zaten başlamış olduğu öne sürülmektedir.


Bu önemli askeri başarıları kazanan Roma ordusu salgın hastalık ve açlıktan kırılmasına rağmen güçlükle Suriye’ye geri dönebildi. 165 yılı sonbaharında sona eren Parth seferinin muzaffer komutanı Lucius Verus doğu cephesini büyük ölçüde güvene almış olarak 166 yılı yazında İtalya’ya geri döndü ve 12 Ekim günü Marcus Aurelius ile birlikte görkemli bir zafer alayıyla Roma şehrine girdi. Roma devleti Parthlara karşı kazandığı zaferle büyük bir güç olduğunu göstermişti. Ancak Romalıların hesaba katmadıkları bir olumsuzluk vardı. Kazandıkları bu büyük Parth zaferi için çok büyük bir bedel ödeyeceklerini zaman gösterecekti. 


Parth seferine katılan askeri birliklerin mensuplarında ağır hastalık belirtileri görülmeye başladı (21). Hastalanmaya başlayanların sayısının hızla artmasıyla birlikte Roma ordusundaki askeri doktorlar bu durumun nedenini araştırmaya başladılar ve yayılan hastalık ile Parth seferi arasında doğrudan bir ilişki olduğunu belirlediler (22). Aslında salgının ilk belirtileri Nisibis’te (=Nusaybin/Mardin) konuşlanmış olan lejyon birliğinin askerleri arasında bir yıl önceden, 165 yılında görülmeye başlamıştı. Parth seferine katılan lejyonların Ren ve Tuna sınırlarındaki asli karargahlarına dönmeleriyle birlikte salgın Avrupa’ya taşındı.


162 yılından 166 yılına kadar süren Parth seferine katılan askeri birlikler, imparatorluğun çeşitli bölgelerinde konuşlanmışlardı. Tamamı Parthlara karşı gönderilen legio I Minervia (Germania inferior), legio II adiutrix (Pannonia inferior), legio V Macedonica (Aşağı Moesia) dışında birçok lejyonun içinden bir kısım birlik vexillatio olarak alınarak doğu cephesine gönderilmişlerdi. Parth seferine mevcudlarının bir bölümüyle katılan Pannonia superior eyaletinden legio X Gemina, Tuna sınırından legio VII Claudia, Suriye’den legio III Gallica ve diğer Suriye lejyonları ile Filistin’den legio VI Ferrata ve Mısır’dan bazı birliklerin yanı sıra sayıları tam olarak bilinmeyen çok miktarda yardımcı birliğin de (=auxiliarii) katılmış oldukları anlaşılmaktadır. Sefer bitince bu birliklerin kara yoluyla geri dönüşleri sırasında geçtikleri yerlere hastalığı taşımış oldukları kuvvetle muhtemeldir (24). 


Hastalığın Roma lejyonları tarafından önce Anadolu sahiline doğru yayıldığı (25) ve kısa süre sonra Atina’da etkili olmaya başladığı görülmektedir. Salgın Balkan yarımadasına ve İtalya’ya yayılarak Roma’da hastalanmalara neden olmaya başladı. Bu salgının hangi hastalık olduğu konusunda araştırmacılar farklı görüşler taşımaktadırlar. Asya’dan fareler tarafından taşınılan veba (26) ile kolera, tifüs veya çiçek hastalığı bu kavramlarla ifade edilmekteydi.


Kaynaklarda salgın hastalık eskiçağ grekçesinde loimos, phthora ya da nosos latin dilinde ise lues, pestis, pestilentia veya plaga kavramlarıyla ifade edilmektedir. Tıp tarihçilerinin yorumlarına göre bu sözcükler her türlü salgın hastalığı tanımlamak için kullanılan kavramlardır. Neredeyse her dört kişiden biri ölmekteydi. Salgın İtalya’dan Gallia’ya (Fransa) ve Hispania (=İspanya) ve hatta deniz aşırı coğrafi konumuna rağmen Britannia’ya kadar yayılmıştı. Tarihi kaynakların bildirdiğine göre birçok bölgenin nüfus yapısı oralarda yerel yönetim birimlerinde görev yapacak uygun aday bulunamayacak kadar bozulmuş ve bu nedenle yerel yönetim görevlerine aday olacaklarda aranılan şartlar kolaylaştırılmıştı. Salgının gerçek boyutlarına ilişkin en kapsamlı bilgileri Mısır papyrusları vermektedir. Salgın öncesi ve salgın sırasında toplanan vergileri belgeleyen listelerin incelenmesi sonucunda da nüfusun dörtte birinin hayatını kaybettiği saptanabilmektedir.


M.Ö. 166 yılında Akdeniz’in tümüne ve Batı Avrupa kadar yayılan salgın eskiçağın en büyük küresel salgınıydı. Daha önceki yüzyıllarda oluştuğu bilinen salgın hastalıkların hiçbiri bu kadar geniş bir coğrafi alanda etkili olmamıştı. Ancak daha önceki ve daha sonraki salgınlarda çıkış yeri olarak kaynaklarda hep Avrupa toprakları dışındaki bölgelerin gösterilmesi ilginçtir. M.Ö. 5. yy. sonunda Atina’da görülen salgında, M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda görülen ve yıllarca süren salgınlarda da çıkış bölgelerinin Etiopya gibi Avrupa ve Akdeniz havzası uzağındaki bölgeler olarak belirtilmeleri dikkat çekicidir.


Marcus Aurelius ve Lucius Verus’un Roma devletini birlikte yönettikleri dönemde ortaya çıkan ve esasen eskiçağın küresel salgını (=pandemisi) olarak da tanımlanabilecek olan bu salgının hızla yayılmasında Roma imparatorluğunun egemenliği altındaki bölgelerin M.S. 2. yy. da ulaştığı yüksek refah düzeyinin büyük rolü vardı. Roma devleti M.Ö. 1. yy.ın son çeyreğinden başlayarak tüm Akdeniz bölgesini ve komşu coğrafyaları Roma şehrinden yönetecek merkezi bir yönetim sistemi kurmuş ve imparatorluğun her tarafında hayatın temelini oluşturan şehirleşmeye, ticareti desteklemek amacıyla limanlara ve şehirleri birbirine bağlayan yolların yapımına büyük önem vermişti. O dönem için yoğun nüfusa sahip olan şehirlerde insanlar dar alanda birlikte yaşamaktaydılar. Şehirleri birbirine bağlayan mükemmel birer mühendislik eseri olan yollar ve köprüler ile deniz üzerinden limanlar arasında ulaşımı sağlayan gemiler, bölgelerarası hareketliliği arttırmış ve hızlandırmıştı.


Roma imparatorluğu sınırları içinde yaşayan insanların refahı için yapılmış olan bu yatırımlar Roma devletinin egemenliği altında yaşayanlar için ölümcül sonuçlara yol açmaya başlamıştı. Eskiçağın en kapsamlı merkezi yönetim sistemine sahip Roma devleti sağlam eyalet yapısına rağmen bölgelerüstü boyuttaki salgın hastalık karşısında çaresiz kalmıştı. Çünkü bu boyutta geniş bir coğrafyaya yayılan salgınla insanlık daha önce karşılaşmamıştı.


Milattan önceki yüzyıllarda İtalya yarımadasında bazı bölgelerde salgın hastalıkların ortaya çıktığını tarihi kaynaklar yazmaktadır (31). M.S. 2.yy. ın ikinci yarısında ortaya çıkan salgın hastalık sırasında gerçi önce tanrıların öfkesini neden Romalılara yöneltmiş olduğunun nedenleri araştırıldı (32). Tanrıların topluma huzur sağlaması aynı zamanda baş rahip olan Roma imparatorunun göreviydi (33). Ancak hemen sonrasında hastalığın kaynağı somut verilere dayanılarak araştırıldığında bu hastalığın ilk olarak Parth’ların Bağdat yakınlarındaki başşehri Ktesiphon’u yağmalayan Romalı lejyon askerlerine bulaşmış olduğu anlaşıldı.


M.S. 4. yy.da Ktesiphon’un Romalılar tarafından ele geçirilmesini anlatan Ammianus Marcellinus, Romalı askerlere bu hastalığın Parth kralının ikametinin de bulunduğu yerdeki Apollon Komaeos kutsal alanının yağmalanması sırasında kutsal sayılan bir mahfazanın kırılması ve içindeki ölümcül maddenin yayılmasıyla bulaştığını yazmaktadır. Bu olayın gerçek olup olmadığı bilinmemektedir (35). Belki Roma’da hastalıktan kırılan Roma halkı bu öyküyü uydurmuş olabilir. Belki de Parthlardan kaynaklanan bir lanetleme hikayesi olarak değerlendirilebilir. Ancak bu hastalık nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, çok hızlı yayılmaktaydı ve daha önceki salgınlarda uygulanan tanrılara yakarma, kurbanlar ve çeşitli hediyeler sunma herhangi bir yarar sağlamıyor ve hastalık hızla yayılıyordu.


Roma’da 12 Ekim 166 tarihinde Marcus Aurelius ile Lucius Verus’un birlikte yaptıkları zafer alayından önce başkentte salgın belirtilerinin görüldüğü ve 163 yılından beri Roma’da imparatora çok yakın olan ünlü Bergamalı hekim Galen’in, kölelerinin birbiri ardına ölmeleri nedeniyle Lucius Verus’un Roma’ya ulaşmasından önce salgın nedeniyle Roma’dan ayrılmış olduğu bizzat kendi yazdıklarından anlaşılmaktadır.


Galen (M.S. 129-199) Bergamalı bir mimarın oğluydu. Bergama’dan sonra Smyrna ve İskenderye’de iyi bir tıp eğitimi aldıktan sonra 157 yılında döndüğü memleketi Bergama’da gladyatör okulunda doktor olarak görev yaptığı sırada anatomi ve özellikle yaralanmalara cerrahi müdahaleler konusunda önemli deneyim kazanmıştı. 163 yılında Roma’ya giden Galen kısa zamanda ünlü bir hekim oldu. Sıklıkla hastalıklar yaşayan ve aynı zamanda bir filozof olan imparator Marcus Aurelius, Galen’in tedavi yöntemlerinden başka Hippokrates’in tıp öğretisini daha geliştiren yazılarını da yakından takip etmekteydi (38). Galen hem Hippokrates’in (M.Ö. 460-370) sistemli hale getirdiği teşhis ve tedavi yöntemlerine sadık kalmakta ve hem de yaşadığı dönemdeki hastalıkların seyrine göre kendine özgü yeni teşhis ve tedaviler geliştirmekteydi. 


M.S. 166 yılında salgın başladığında yaklaşık 37 yaşında olan Galen Roma’da imparatorun en güvendiği hekimlerin başında gelmekteydi. Ancak imparatorluğun merkezinde birdenbire çok sayıda insan ölmeye başlayınca ve neredeyse yanındaki tüm kölelerini salgın nedeniyle kaybedince Roma’da kalmak yerine hızla başkentten ayrılıp daha güvenli olmamasına rağmen memleketi Pergamon’a (=Bergama) gitti. Fakat Galen’in bu olaya ilişkin anlatımları incelendiğinde onun, Roma’dan salgın başlaması nedeniyle Verus’un Roma’ya gelmesinden önce ayrıldığı anlaşılmaktadır. Yaklaşık iki yıl kaldığı Bergama’dan 168 yılında imparator Marcus Aurelius’un derhal kuzeydoğu İtalya’da Venedik yakınlarında bulunan Aquileia şehrine gelmesini emretmesi üzerine ayrıldı. Marcus Aurelius’un Markoman savaşını yönettiği ana karargâhın bulunduğu Aquileia’ya ulaşan Galen hem imparatoru tedavi etti ve hem de orada hastalığın belirtilerini ve insan vücudundaki tahribatını ayrıntılarıyla gözlemledi.


Hastalığın belirtileri olarak ateş, ishal, boğazda iltihap ve hastalığın bulaşmasından dokuz gün sonra deride görülen kabarıklıkları saptadı. Bu saptamaları nedeniyle Marcus Antonius dönemindeki büyük salgın Galen salgını olarak da tanımlanmaktadır. Bazı tıp tarihçileri, Galen’in saptamalarını yorumlayarak çağdaş tıp verileri doğrultusunda bu salgın hastalığın tifüs ya da veba değil daha çok çiçek hastalığı belirtileri olarak yorumlanabileceğini tahmin etmektedirler. Galen ise o dönemdeki tıp bilgisi doğrultusunda solunan havanın kalitesinin bozulmasıyla bu hastalığın oluşmuş olabileceğini tahmin etmektedir.


Galen, Aquileia’da imparatorun, ordugâha birlikte gidip orada revirde yatan hastalanmış olan askerleri ayrıntılı bir şekilde tedavi etmesi isteğini rüyasında tanrı Asklepios’un kendisine görünerek askeri seferlere katılmasını yasakladığı gerekçesiyle reddetti. Marcus Aurelius bu gerekçeyi kabul etti ve birlikte Roma’ya giderek imparatorun oğlu Commodus’un boğazındaki iltihaplanmayı tedavi etti.


Galen, Roma’daki ağır havanın hastalığın nedenlerinden biri olabileceğini düşünmektedir. Marcus Aurelius’un da solunan havanın çok kirli ve ağır olduğunu söylemiş olduğunu tarihi kaynaklar yazmaktadır. Marcus Aurelius’un oğlu Commodus, hekim Galen’in bu değerlendirmesinin o kadar etkisinde kalmıştır ki Roma’daki ikametgâhını terk etmiş ve Latium bölgesinde bulunan Laurentum’daki villasına giderek orada temiz havada defne ağaçlarının kokusunun kendisine iyi geleceğini düşünmüştür. Roma şehrinde yaşayanların ise böyle bir imkanları yoktu. Sadece kulak ve burunlarına sürdürdükleri güzel kokulu merhemlerle kendilerini korumaya çalışmaktaydılar. Bu yöntemin hiçbir faydasının olmadığı, çaresiz bir şekilde insanların ölümlerini izlemekten başka doktorların ellerinden bir şeyin gelmediği anlaşılmaktadır.


Sadece Roma şehrinde kaç kişinin öldüğü tam olarak bilinmese de sayının çok yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Kimsesizlerin ve kölelerin ölmeleri halinde cesetleri yolun kenarına atılmakta ve yeni bulaşıcı hastalıkların oluşması tehlikesi yaratmaktaydılar. Durumu iyi olanlar yüksek toplumsal tabakaların mensupları ise onurlandırılarak törenle defnedilmekteydiler. Marcus Aurelius üst toplumsal tabakalarla ve senatörlerle gerginlik yaşamamak için onlardan ölenleri Roma devleti hizmetinde ölmüş gibi yücelterek devlet töreniyle defnedilmelerine imkân tanıyan düzenlemeler yapmıştır. Yakınlarını kendi imkanlarıyla ve geniş katılımla defnedemeyenlere devletin yardım etmesini, defin ekipleri kurarak yollarda defnedilemeden bırakılanları özel yapılmış arabalarla taşıtarak bu definler için belirlenmiş yerlere defnedilmeleri için yasal düzenlemeler yapmıştı. Definlerin Roma çevresinde tarıma elverişli arazilere yapılmasına izin verilmemekteydi. Marcus Aurelius bunlardan başka imparatorluğun her tarafında rahiplerin tanrılara yardım etmeleri için yakarmalarını, arınma törenleri düzenlemelerini ve Roma dini dışındaki dinlerin inanç dünyasından da yararlanılabilecek ritüellere başvurmalarını emretmiştir.


Salgının yayıldığı coğrafi alanın genişliği ve yıllarca sürmesi Roma imparatorluğu sınırları içindeki nüfus yapısını önemli ölçüde değiştirmiş olmalıydı (52). Salgının Roma dışında eyaletlerde ne kadar can kaybına sebep olduğu bilinmemektedir. Galen’in memleketi Bergama’da da ağır kayıplar olduğu ve Asklepion’da 17 yıl tedavi gördükten sonra 181 yılında hayatını kaybeden ünlü Mysia’lı hatip Aelius Aristides’in de Anadolu’da bu salgının devamı kabul edilen salgınlardan birinde ölmüş olabileceği tahmin edilmektedir. Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların da salgından etkilendikleri bildirilmektedir. Atina’da da ağır kayıplar olduğu anlaşılmaktadır.


Tarihi kaynakların kaydettiği M.S. 2. yy.ın son çeyreğinde ortaya çıkan salgınların 166 yılında başlayan bu salgının devamı mı yoksa bu salgından bağımsız mı geliştikleri de bilinmemektedir (54). Kesin olan ise; bu salgının 166 yılından 170 yılına kadar şiddetini azaltmadan devam etmiş olduğudur (55). Yedi yıl boyunca yoğunluğu oldukça azalan salgının 177 yılında yeniden hızlanarak kitlesel ölümlere yol açtığı ve bunun 180 yılından sonra azalmaya başladığı düşünülmesine rağmen bazı tarihçiler 189 yılında Commodus döneminde çok büyük bir salgının Roma’ya kadar yayıldığını yazmaktadırlar. Roma şehrinde salgın döneminde günde 2.000 kişinin hayatını kaybettiğinden Nikaia’lı (İznik) tarihçi Cassius Dio bahsetmektedir.


M.S. 162 ile 166 yılları arasında yapılan Parth seferini yöneten Lucius Verus M.S. 169 yılı başında Aquileia’dan Roma’ya giderken Altinum’da 39 yaşında öldü. Marcus Aurelius ise Tuna sınırını korumaya çalışırken M.S. 180 yılında Sirmium yakınlarında Bononia’da -bazı tarihçilere göre Vindobona’da (=Viyana’da)- 60 yaşında öldü (58). Her iki imparatorun da salgın hastalık nedeniyle ölüp ölmedikleri halen sorgulanmaktadır (59).


Salgının sosyal ve ekonomik etkileri ise Roma imparatorluğu için çok yıkıcı oldu. Büyük insan kaybı nedeniyle işgücü eksilmesiyle şehirlerdeki ekonomik hayat ve kırsal kesimdeki zirai faaliyetler olumsuz etkilendi. Bölgelerarası ticari hareketlilik büyük ölçüde kesintiye uğradı. M.S. 2. yy.ın ikinci yarısındaki bu salgının Roma imparatorluğunun tüm eyaletlerine yayıldığı, hatta Barbaricum olarak tanımlanan Roma sınırları dışındaki bölgelerde de etkili olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu bölgelerde yoğun yerleşim ve fazla insan hareketliliği olmamasından ötürü can kayıplarının fazla olmadığı tahmin edilmektedir. Tarih boyunca görülmüş büyük salgınlardan hiçbiri Marcus Aurelius dönemindeki kadar büyük bir coğrafyayı bu kadar ağır kayıplarla etkilememişti (60).


Marcus Aurelius’un salgın nedeniyle giderek sayıları azalan askeri birliklerin kayıplarını gidermek için aldığı askere alma önlemleri ile Atina’da Areopag’a seçilebilmek için üç yıl önce getirmiş olduğu üç nesil öncesine kadar ailesinin fertlerinin özgür vatandaş olmalarının aranması için kendi yaptığı düzenlemeyi kaldırmak zorunda kalması hem askeri birliklerde ve hem de sivil halkta çok ciddi kayıpların olduğunu, birçok kimsenin ailesinin üç nesil oluşturmasının salgın nedeniyle oluşan kayıplardan ötürü mümkün olamadığını göstermektedir. Bu durum Marcus Aurelius dönemindeki salgında oluşan kayıpların kesinlikle abartılmadığını oldukça yüksek can kaybı olduğunu, imparatorluğun sınırları içerisindeki demografik yapının önemli ölçüde etkilendiğini ve hastalığın yarattığı tahribatın dönemin kaynaklarında da belirtildiği gibi yıllarca sürdüğünü ortaya koymaktadır.


Ne M.Ö. 430/429 yılında Atina ve çevresinde görülen salgının ve ne de M.S. 248 yılında Roma imparatorluğunda görülen ve Decius ya da Kyprianos salgını olarak tanımlanan hastalığın yayıldığı alan bu kadar büyük değildi ve bu kadar yüksek sayıda can kaybı yoktu. 6. yy.da Justinianus döneminde dalgalar halinde yayılan ve Justinianus vebası olarak tanımlanan veba salgını yıllarca kitlesel ölümlere neden olmuş ve neredeyse Ortaçağda görülen büyük veba salgınları gibi o zaman için bilinen dünyanın nüfus yapısının değişmesine neden olacak ağır can kayıpları meydana gelmişti. 19. yy.da bazı eskiçağ tarihçileri bu salgının yarattığı yıkıcı etkinin Roma imparatorluğunun 3. yy.da yaşadığı, siyasi, askeri ve iktisadi krizin hazırlayıcısı olduğunu hatta eskiçağın bitimi olarak yorumlanabileceğini öne sürmektedirler (62). Ancak Roma imparatorluğunun 3. yy.da yaşadığı krizin 2. yy.ın ikinci yarısındaki büyük salgının yarattığı olumsuzluklardan başka nedenleri de vardı. Nitekim 20. yy. tarihçileri tüm yıkıcı etkilerine rağmen Marcus Aurelius dönemindeki salgının Roma imparatorluğunun ve eskiçağın sonu olarak yorumlanamayacağını belirtmektedirler.



Dipnotlar:

4-) Erzurum'un batısında yer alır.

5-) Erivan’ın yaklaşık 20 km güneyinde Artaşat ören yeri.

21-) Hatip Aelius Aristeides’in de hieroi logoi (=kutsal sözler) eserindeki nutuklarından birinde (oratio 48, 38) bahsettiği Smyrna (=İzmir) salgını büyük ihtimalle bu salgın olmalıydı; “Yazın en yakıcı günlerini Smyrna’nın kenar semtlerinden birinde geçirdiğim bir sırada tüm komşularım bir bulaşıcı hastalığa yakalandılar. Önce iki ya da üç hizmetçim hastalandı, daha sonra da bir diğerleri. Sonunda genç-yaşlı herkes yatağa düştü. En son hastalanan kişi bendim. Şehir merkezinden gelen hekimler yakınlarına bile hastabakıcılık yaptırdılar. Hatta benimle ilgilenen hekimler de birer hizmetçi gibi çalıştılar. Bu arada hayvanlar da hastalanmıştı. Hastalardan herhangi biri yürümeye kalksa kapıya bile varamadan düşüp ölüyordu. Her yere bir umutsuzluk, feryat, inilti ve çözümsüzlük hakimdi. Şehir merkezinde de aynı korkunç hastalık hüküm sürmekteydi”, çeviri Hasan Malay.

22-) Roma ordusunda görev yapan askeri doktorlar hakkında en kapsamlı bilgileri Augustus dönemi yazarı olan Gaius Iulius Hyginus’tan (M.Ö. 64 - M.S. 17) öğrenmekteyiz. Hyginus, De munitionibus castrorum 4, 35. Marcus Aurelius bir yasal düzenlemeyle askeri doktorlara vergi muafiyeti getirmiştir.

24-) Parth savaşına katılan birlikler ve bunların doğu sınırına intikal etmeleri ile doğudan tekrar karargahlarına dönüşleri sırasında temas ettikleri sivil yerleşim yerleri ve bu yolla hastalığın hızla yayılması...

25-) Manisa’nın Gördes ilçesine bağlı Çiçekli ile Dutluca köyleri arasında bulunan Hyssa adındaki eskiçağ köyünde M.S. 2. yy.da yaşamış olan Flaccus isminde bir köylü kendisini ölümcül bir salgından kurtaran tanrıya orada kaya yüzeyine yazdırdığı bir adak yazıtı ve armağanlar sunmuştu; Hasan Malay.

26-) Veba hastalığının fareler tarafından taşındığı arkaik dönemden beri bilindiğinden Apollon sağlık ve veba  tanrısı olarak Akdeniz kültürlerinde tapınım görmüş ve bu nedenle yan isimlerinden biri sminthos = fare olarak tanımlanmıştı.

31-) İmparator Augustus döneminde yaşamış olan tarihçi Titus Livius (M.Ö. 59 - M.S. 17) M.Ö. 3. yy. da İtalya’da bir salgın hastalığın ortaya çıktığını yazmaktadır; bkz. Livius 10, 47, 6. Ancak bu salgının ve diğer yayılan hastalıkların İtalya yarımadası dışına yayılıp yayılmadığı bilinmemektedir. Bu tür çaresiz kalınan durumlarda Roma’da Kapitol tepesindeki tapınakta muhafaza edilen kehanet kitaplarına başvurulmakta ve kehanet kitaplarının tavsiyesi doğrultusunda genellikle Epidauros’ta (Epidauros, Yunanistan’da Mora yarımadası üzerinde Argolis bölgesinde ve Naphlion şehri yakınlarındadır) bulunan sağlık tanrısı Asklepios’un kutsal alanına bir heyet gönderilerek salgının ortadan kalkması için tanrıya yakarılırdı. Livius’un anlattığı M.Ö. 292 yılındaki bu olay sırasında da Romalılar çare olarak hemen senatör Quintus Ogulnius Gallus başkanlığında bir heyeti Epidauros’a yolladılar. Heyet sağlık tanrısının sembolü olan bir yılanı alarak Roma’ya döndü. Yılan serbest bırakılınca yüzerek Tiber nehri üzerindeki adacığa çıktı. Bu olayı Romalılar tanrının kendilerine verdiği bir işaret olarak kabul edip Tiber üzerindeki adada sağlık tanrısı için bir tapınak yaptırmaya karar verdiler. Bu olay Romalıların salgınları tıpkı diğer Akdeniz kavimleri gibi tanrılar tarafından üzerlerine gönderilmiş olumsuz olaylar olarak yorumladıklarını ve bu olumsuzluğun ortadan kalkmasını da ancak tanrıların sağlayacağına inandıklarını göstermektedir. M.Ö. 3. yy. başlarında Romalılar henüz tıp ilmine ve tıbbi yöntemleri kullanarak insanları iyileştirmeye çalışanlara güvenmek yerine tanrıların bağışlayıcılığına sığınmayı tercih etmekteydiler.

32-) Tanrıların öfkesini Roma’ya yöneltenlerin başında tahta göz diken Avidius Cassius olduğu öne sürülmüştür. 

33-) Bazı bilim insanları Marcus Aurelius ile Lucius Verus arasındaki rekabetin bu salgına sebep olduğuna inanların sayısının o dönem Roma toplumunda oldukça fazla olduğunu yazmaktadırlar; Salgın sırasında Apollon’a yapılan adakların dikkat çekecek düzeyde arttığı görülmektedir.

35-) Klinkott Ktesiphon’da kutsal bir mahfazanın açılmasıyla yayılan madde anlatımının Pandora mythosuyla özdeşleştirilen uydurulmuş bir öykü olduğu düşüncesindedir. Buna karşın Adams salgının doğudan başladığı tezine katılmaz ancak bu düşüncesinin gerekçesini de belirtmez.

38-) Galen’in bizzat yazdığı tahmin edilen içerikleri tıbbi, felsefi ve tıp etiğine yönelik 441 eseri vardır.

52-) Bazı araştırmacılar salgının şiddetinin abartıldığını düşünmektedirler.

54-) Bazı araştırmacılar birbirlerinden bağımsız gelişen yerel salgınların tüm Roma imparatorluğuna yayılmış olduğunu düşünmektedirler.

55-) Duncan-Jones 1996 yılında yazdığı bir makalede salgının 165 yılından sonra da devam ettiğini insanların ihtiyaçlarının temin edilmesi için gerekli tedarik zincirinin ve üretimin düşmesini pişmiş toprak kapların üretim yoğunluğu ve sikkeler üzerinden yorumlamaya çalışmaktadır. Bazı araştırmacılar bu sonucun amphora buluntularının farklı bölgelerde farklı yoğunluklar göstermesi nedeniyle gözden geçirilmesi gerektiğini yazmaktadır.

58-) Cassius Dio, imparator Marcus Aurelius’un salgın hastalığa yakalanması nedeniyle öldüğünü yazar; Cassius Dio 72. 33. 4; Scriptores Historiae Augustae’da Marcus Aurelius hayatını anlatan anonim biograf, imparatorun ölümünden çok sayılamayacak kadar çok insanın ölmesine üzülmek gerektiğini yazmaktadır.

59-) Marcus Aurelius’un hastalığının 166’da başlayan ve yıllarca devam eden salgınla bağlantılı olduğu öne sürülmektedir. Marcus Aurelius’un ölüm döşeğinde kendisinin ölümüne değil salgının kurbanlarına ağlamaları gerektiğini söylerken, kendisinin onlardan biri olmadığını ifade etmesi doğrudan salgınla ilişkili bir hastalıktan ölmediğinin belgesi olarak kabul edilmektedir.

60-) Marcus Aurelius’un asker mevcudunun salgın nedeniyle hızla azalmasına karşı aldığı önlemlerin gerekliliğinin ve ne ölçüde faydalı olduklarının mezar yazıtları, askeri birliklerin onurlandırma listeleri ve askeri diplomalar vasıtasıyla belirlenmeleri hakkında bkz. Eck, “Die Seuche unter Marc Aurel: Ihre Auswirkungen auf das Heer”, s. 68-76.

62-) Bu görüşler hakkında bkz. B. G. Niebuhr, Vorträge über Alte Geschichte II (1825), 1848, s. 65; O. Seeck ise imparatorluğun nüfusunun neredeyse yarısının hayatını kaybettiğini belirterek ordunun mevcudunun da büyük ölçüde azaldığını ve askeri gücünü kaybeden Roma devletinin çöktüğünü düşünmektedir, O. Seeck, Geschichte des Untergangs der antiken Welt, Stuttgart I, 1895, s. 398.


*İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü

Tarih Dergisi - Turkish Journal of History, 71 (2020/1): 15-28/PDF



PART TÜRKLERİ



2 Ağustos 2018 Perşembe

Nasır Purpirar ve Persopolis






Persepolis asla bitirilmemiştir. Sadece %30 u yapılmıştır. Şuan ki hali, aslında 2500 yıl önceki halinin aynısıdır. Persepolis Elamlara ait zigurat üzerinde bulunmaktadır. İran coğrafyasında gece-gündüz sıcaklık farklılıkları yüzünden taş binalara uygun değildir. Ayrıca kullanılan figürler yerli figürler değildir, bunların çoğu Mezopotamya'ya aittir. 

Bitmemiş bir "sarayda" resmi törenleri, kutlamaları nasıl yapıyorlardı? Purim Katliamı'nın üzeri nasıl örtülmüştür ? 

Hepsini video/belgeselde anlatmaktadır... Bir önceki paylaşım da "Purim Katliamı"ile ilgilidir.




"Nasır Purpirar'ın* "İran Tarihinin Temeli Üzerine Düşünürken" başlıklı seri kitaplarında ortaya konulmuş olan belgeler 
ve kaynaklar esas alınarak hazırlanmıştır."
"KİMSESİZ SARAYLAR"





* İranlı tarihçi ve yazar. Purpirar bugünkü Farsların eski Perslerle ilgisinin olmadığını iddia eder. Fars milletçilerinin Darius ve Keyhüsrev'i (Kyros-Kuruş) İran şahı gibi gösterdiklerini, ama onların aslında Slav olduğunu açıklar. Söz konusu kişilerin İran`la herhangi bir ilgisi olmadığını belirten Purpirar, onların Yahudilerin maddi imkanlarından ve idarecilik yeteneklerinden istifade ederek, ilk önce Mezopotomya`ya girdiklerini kaydeder. Purpirara göre İran Şahı olarak tanıtılan Kuruş, Babil`e hakim olarken, İran`ın ne olduğu konusunda bile bir fikri yoktur. Kuruş`un yazdırdığı fetihnamede Babil`den söz ettiği ve o yazıda İran veya benzeri hiçbir deyime rastlanmıyor. “12 Asır Sükut” eserinde çeşitli belgelerden yararlanan Purpirar, Tevrat`ta İran`ın tarihi ve medeniyeti ile ilgili birçok ipucu bulunduğunu kaydediyor. Purpirar`a göre, bugün İran diye adlandırılan ülkenin tarihini ve medeniyetini Farsların iddia ettiği gibi Persler yaratmamıştır. Fars milliyetçilerinin, uydurma bir tarih yazarak, üstünlük iddialarını kuvvetlendirmeye çalıştığını savunur. Eseri , İran İslam Cumhuriyetinde infial uyandırmış , adeta yer yerinden oynamıştır. Gözaltına alınan ve sorgulanan Purpirar`a ağır eziyet çektirilmiş ve hain ilan edilmiştir. İran`da bu yazarın kitaplarının basılması ve satışı yasaklandıktan sonra kitaplar Singapur ve başka ülkelerde bastırılmıştır. 






Nasir Purpirar - On İki Asır Sukut: (PDF)
Kitabından:

Охuculаrın mütаliəsinə təqdim оlunаn bu kitаb Оrtа Şərqin, хüsusən bu gün Irаn аdlаnаn ölkənin tаriхinin təməli bаrədə dərin, dəqiq və ciddi аrаşdırmаlаrdаn ibаrətdir. Fаrs şоvinistlərinin uydurduqlаrı sахtа tаriх nəzəriyyələri bu kitаbın müəllifi tərəfindеn ifşа və еlmi surətdə rədd еdilməkdədir. Ilk dəfə оlаrаq bölgəmizin tаriхinə işıq tutаn bu əsər, tаriхi sənədlərin Hеrоdоtlаr, Qrişmənlər tərəfindən məqsədli şəkildə nеcə sахtаlаşdırıldığı bаrədə həqiqətən, аğılаsığmаz və hеyrətаmiz bilgilər vеrməkdədir.

Möhkəm tаriхi dəlillərə əsаslаnаrаq müəllif sübut еdir ki, Dаryuşun (Dаrаnın) iqtidаrа gəlişindən Iskəndərin zühurunа qədər Həхаmənşilər sаrаyını аçıq-аşkаr Yəhudilərin rəhbərləri və pеyğəmbərləri idаrə еtmişdir.

Müəllif Irаn sözünün qеyri-tаriхi və mifik bir аd оlduğunu iddiа еdir və tərcüməçilərin də yаnlış və sахtа оlаrаq «Pеrs» sözünü «İrаn!» оlаrаq tərcümə еtdiklərini söyləyir. Bu gеrçəyi nəzərə аlаrаq biz də İrаn sözünü dırnаq içində vеrəcəyik. 

Tərcüməçi.


Nəticə:

1. Yüzlərcə sənədin qərərsizcə аrаşdırılmаsı göstərir ki, Yəhudilərin sifаrişi və аrха duruşu ilə Həхаmənşilər аdı ilə «Irаn» tаriхinə girən qövm qətiyyən yеrli və «Irаn»lı оlmаmışlаr. Şаyəd оnlаrı yеrli оlmаyаn yеgаnə mühаcir qəbilələr kimi аnlаmаq оlаr ki, milаddаn öncə 650-ci ildlə və yа dаhа dоğrusu Bаbilin süqutundаn qısа bir zаmаn öncə Bаbilə, Bеynəlnəhrinə və sоnrа dа «Irаn»а sохulmuşlаr.

2. Ən pis hаl оdur ki, bəzi nəzəriyyələr əsаsındа оnlаrın Оrtа Şərqə girişlərini milаd öncəsi birinci minilliyin əvvəlləri оlаrаq fərz еdək. Bеlə оlduğu durumdа 450 il kimi uzun bir zаmаn içərisində nəinki hаnsısа bir bölgədə istiqrаr və istiqlаl əldə еdə bilməyən, həm də özlərindən hеç bir mаddi və kültürəl mirаs burахmаyаn köksüz, sоysuz və kimliksiz bir qövmlə rаstlаnаcаğıq. Həхаmənşilər impеrаtоrluğundаn öncəki Оrtа Dоğu tаriхində «Həхаmənşilərə» mənsub еdiləcək hеç bir mаddi və sənət örnəkləri kəşf еdilməmişdir.

3. Оnlаrın birdən-birə və bir gеcədə zühur еtmələri Yəhudilərin «Irаn»dаkı pərаkəndə оlаrаq güclü mövcudluqlаrı ilə həmzаmаndır. Yəhudilərin bu qövmün dəstəkləməsi hеç bir hаzırlıq müqəddiməsi оlmаdаn vəhşi bir impеrаtоrluğu dоğurmuşdur ki, Оrtа Dоğunun müхtəlif qövmlərindən yаlnız və yаlnız Yəhudi qövmü оnlаrı qurtаrıcı kimi хаtırlаyır.

4. Əski Оrtа Şərq və Bеynəlnəhrin (Ikiçаyаrаsı) mədəniyyəti ilə hеç bir bаğlаntısı оlmаyаn bu qəbilənni özəlliyi еlə idi ki, Bеynəlnəhrin mədəniyyətini dərk еdəcək durumdа və səviyyədə dеyildilər. Bеynəlnəhrin impеrаtоrluqlаrı tərəfindən tаriхi və düzəni uçurulаn Yəhudilər öz məğlubiyyətlərinin intiqаmını Bеynəlnəhrin mədəniyyətlərindən аlıb və Urşəlimə dönüş imkаnlаrını ələ gətirmək məqsədi ilə bu qəbilənin içindən bir sərdаrı təqviyyət еtməyə, gücləndirməyə bаşlаdılаr. Bəniisrаilin bilginləri, hələ bu günə qədər yurdu bəlli оlmаyаn Kоrоşlа (Kirlə) аnlаşdıqdаn sоnrа əsir düşmüş, sürgün еdilmiş və ruhən də sаrsılmış Yəhudilər də hərəkətlilik və güvən hissi yаrаtmаq üçün Tövrаtа ilаhi vədlər аdındа bölümlər аrtırdılаr. Bu bölümlər müqəddəs kitаbın silinməz, аyrılmаz pаrçаlаrı оldulаr. Bu, Həхаmənşilərin (Əhəmənilərin) Оrtа Şərqdəki zühurlаrı ilə bаğlı, оnlаrın tаriхə girişləri ilə əlаqədаr dоğru təsviri оrtаyа qоymаğı hədəfləyən bugünkü tаriхçilər üçün ən əlvеrişli qаynаqdır.

5. Bu qövmün qələbəsindən sоnrа gеniş kültürəl təzаhürlərə sığınmа təlаşlаrı göstərir ki, pərdə аrхаsındа üstün bir zəkа mövcudmuş. Bu pərdə аrхаsındа zəkа, iqtidаrın möhkəmlənməsi üçün öz plаnlаrını gеrçəkləşdirir, təcrübə və bilgilərini diktə еdirmiş. Həm Bаbildəki Kоrоşun dаş yаzılаrı, həm Dаryuşun Bisütundаkı kitаbəsi, həm Аryаrmən və Аrşаmın iki sахtа kitаbələri və həm də Pаsаrqаddаkı sахtа sətirlər hаmısı bir yеrdə özgə və gəlmə bir qövmü yеrli göstərmək məqsədi ilə оluşdurulmuşlаr. Tаm kimliksiz və əlаmətsiz оlаn bir qövmün impеrаtоrluğа yüksəlişindən sоnrа bu qədər özü və sоyu bаrədə kitаbələr vаrеtmə zərurəti hаrdаn qаynаqlаnır? Yаlnız, bircə cаvаb vаrdır ki, bu məcburi dаnışmаlаrın, məcburi kitаbə yаzmаnın оrtаyа qоyduğu dumаnlıq içərisində bir qövm gizlənmişdir: Yəhudi qövmü.

6. Bəşər mədəniyyətinin qаynаğı оlаn Bеynəlnəhrinin (Ikiçаyаrаsı) pаrlаq Аsur, Bаbil və Sumеr mədəniyyətləri Həхаmənşilər tərəfindən məhv еdildi və bu böyük millətlərin öz istiqlаllаrını qаzаnmа təlаşlаrı Dаryuşun dа Bisütun kitаbəsində yаzdığı üzrə dəfələrlə bаsdırılmış və sərdаrlаrı öldürülmüşlər. Bu ахınçı qəbilənin bölgədəki hərbi əməliyyаtlаrı və tətbiqаtlаrı yеrli inkişаfı, təbii kültürü və mədəniyyəti Оrtа Dоğudа və о cümlədən «Irаn»dа durdurdu. 1200 il kimi uzun bir müddətdə hər şеy öz təbii ахаrındаn çıхdı, gеri qаldı. Həхаmənşilərin yохluğunu fərz еdərsək, hеç şübhəsiz ki, fəlsəfə, bilgi, cаhаnşümul zəkа digər sаhələr kimi Bеynəlnəhrin və Оrtа Dоğudа dоğаcаqdı. Nеcə ki, tаriх və bəşər kültürü, quzеyin vəhşi qövmlərinin hücumunа uğrаmаyаn hindlilərin və çinlilərin əski dünyа hikmətlərinin yаyğınlаşmаsındа çох təsirli və yаrаdıcı оlduqlаrını isrаrlа söyləyir. Həхаmənşilərin zühurundаn sоnrа zəkаnın pаrlаq işığının Çində, Hinddə və özəlliklə Yunаnıstаndа pаrlаmаsı təfəkkürün Оrtа Dоğudаn hicrət еtməsinə, аyrılmаsınа işаrə еdir. (22) 1200 il sürən bu hicrət və аyrılış müddətində Оrtа Dоğudа və Bеynəlnəhrində kültür qısırlığı mеydаnа çıхdı və bugünkü gеri qаlmаlаrındа təməlində bu hаdisələr durmаqdаdır.

7. Bахmаyаrаq ki, əksəriyyəti Yəhudilərdən оluşаn bir çох tаriхçilər bu qövmün Оrtа Dоğudа və Bеynəlnəhrindəki güclü zühurunu sахtа «Irаn» impеrаtоrluğu аdı ilə bəzəməyə çаlışmışlаr, аncаq bu, «Irаn»lılаr və Bеynəlnəhrin qövmləri аrаsındа (Yаnlış оlаrаq Bеynəlnəhrin qövmlərinin hаmısını ərəb аdlаndırırıq) uçurum yаrаtmаq üçün Siоnizm plаnındаn bаşqа bir şеy dеyildir. Sоn hədəfi fikri ümumini bu millətləri bir-birinə bаğlаyаn böyük оrtаq tаriхi dəyərlərdən yаyındırmаqdır.

8. Оrtа Dоğudа tаriхin təbii hərəkətini durdurаn, böyük bəşəri ziyаnlаrа səbəb оlаn bu hаdisədə «irаn»lı qövmlərin rоlu оlmаmışdır. Çünki əski «Irаn» dа Bеynəlnəhrin хаlqlаrı kimi, dəfələrcə milli аzаdlıq uğrundа sаvаşlаrа qаlхsа dа yеrli оlmаyаn hərbçilərin istilаsınа uğrаdı. Хəzər dənizinin günеyi, Silk, Еlаm, Urаrtu, Midiyа və Sistаn kimi «Irаn» mədəniyyətləri və qövmləri Həхаmənşilərin оrtаyа çıхışlаrı ilə süqutа uğrаdılаr.

9. Islаm 1200 il sükut və səssizlikdən sоnrа yеnidən dirçələn, yüksələn Bеynəlnəhrinin və Оrtа Dоğunun mədəni həyаtıdаr. Dünyаnı iki tərəfdən fəth еdən ərəb lütləri və nаdаnlаrı dеyildi. Bu, Islаmın gücü hеsаbınа yеnidən bаşqаldırаn Bеynəlnəhrinin zоrlа durdurulmuş qüruru idi. Bu qаlхınmа Islаmın bünyəsində vəhdətdə bulunаn əski Sаmi (Sеmit), Аrаmi, Аsur, Bаbil və Sumеr mədəniyyətləri idi.

10. Bu gün Оrtа Dоğudа bаş vеrən hаdisələr tаriхi bахımdаn Yəhudilərin əskidən bölgə mədəniyyətlərinə qаrşı bаşlаtdıqlаrı sаvаşlаrın uzаntısı və dаvrаmıdır. Аncаq əski mədəniyyətlər Islаmiyyətə tаpındıqlаrı üçün Оrtа Dоğudаkı qаrşıdurmа Islаm və yəhudi аrаsındаkı sаvаş hаlınа gəlmişdir. Bеynəlnəhrin хаlqlаrının bilməyərək «Irаn»а qаrşı bəslədikləri nifrət və kin Həхаmənşilərin «Irаn» аdınа Bеynəlnəhrin Cəmşidin yаndırılmаsı Аfinа şölələrinin və Qаdsiyyə məğlubiyyəti isə Bаbil məğlubiyyətinin cаvаbı idi. Əski «Irаn» qövmlərinin bu hаdisələrin оluşumundа hеç bir rоl ifа еtməmələri gеrçəyini nəzərə аlаrаq, Həхаmənşilərin kimliklərinin, yаpdıqlаrının, «Irаn»lа hеç bir bаğlаntılаrının оlmаmаlаrını ifşа еdərək, bütün Оrtа Dоğu хаlqlаrının yахınlаşmаsını sаğlаmа missiyаsı çаğdаş nəslin üzərinə düşməkdədir. Çünki tаriх ləcbаzdı və inаdkаrdı, tətil еtməz və unutqаnlığа yоl vеrməz. «Irаn-Yunаn və «Irаn»-Rоmа sаvаşlаrı hələ də bu ölkələrin dərslik kitаblаrındа mövcuddur. Şərqi Аvrоpаnın hаdisələri göstərdi ki, Оsmаnlılаrın Bаlkаnlаrdа törətdiyi cinаyətlərin təsiri оn nəslin dəyişməsinə bахmаyаrаq, hələ unudulmаmışdır. Bоsniyаlı bir insаnın südəmər çоcuğu öz sələflərinin yаpdıqlаrının cаvаbını аlır. Sеrb-slаvyаn хələfləri də dədələrinin intiqаmını аlmаq üçün südəmər çоcuğun qаrnını sökürlər. Nədən? Çünki 300 il öncə Оsmаnlılаr hаmilə bir qаdının qаrnını sökmüşlər. Və digər bu kimi, bir çох tаriхi örnəklər söyləmək mümkündür.

11. Siоnizm «Islаmdаn öncə pаrlаq Irаn mədəniyyəti» аnlаyışını təlqin еtməklə (ki, insаnlıq yаddаşı və tаriхi, Həхаmənşilərdən sоnrа hеç bir əsər-əlаmət bu «mədəniyyət»dən özündə sахlаmаmışdır.) «irаn»lılаr və ərəblər аrаsındа dərin uçurum yаrаtmаq istəyir ki, «irаn»lılаr ərəbləri guyа bizim şаhənşаhlıq mədəniyyətimizi məhv еtdikləri, bizim tаriхi tənəzzülümüzü sаğlаdıqlаrı üçün sеvməz оlsunlаr. Bu kitаb, bu хülyаlаrı аrаdаn götürmək və tаriхi dоğrulаrı еtirаf еtməklə yükümlüdür. Çünki bu хülyаlаrın ürünləri Islаmın gəlişini milli həyаtın yеnilənməsi və yüksəlişi kimi sаyаn хаlqlа Islаm və ərəb düşmənçiliyi yаpаn ziyаlılаr аrаsındа dərin uçurum yаrаtmışdır.

12. «Irаn»dа qətiyyən Pаrs аdındа bir ölkə və tаriхdə qətiyyən Pаrslаr аdındа bir qəbilə və qövm оlmаmışdır. Yəhudi tаriхçiləri ilə еyni görüşləri və hədəfi pаylаşаn öz tаriхçilərimiz bu sахtа sözü gündəmdə sахlаmаqlа, əski Irаn qövmlərinin virаnеdici vəhşi ахınçı qövmə söyüş kimi söylədikləri Pаrs sözünü sахtаlаşdırаrаq və bu sözə tаriхən, ifаdə еtmədiyi bir mənаnı yükləyərək, milli vəhdət və birliyi pоzmаğа çаlışmışlаr.

13. Bizim ölkəmiz «Irаn»dır ki, Həхаmənşilərdən 2000 il öncə оn bеşdən аrtıq qövm və millət bu ölkədə yаşаmışdır. Bu qövmlərin əksəriyyəti bu gün də əski аd və kimlikləri ilə mövcuddurlаr. «Irаn»lılаr qаdınlı-kişili öz irаdələrinin hеsаbınа kеçilməz tаriхi yоllаrı, о cümlədən Həхаmənşilərin çıхışındаn Sаsаnilərin dаğılışınа qədər sürən 1200 illik çətin yоllаrı kеçmiş və Səlcuqlаr, Qəzvənilər, Mоğullаr, Tеymurilər və Qаcаrlаr kimi, məchul və tаnınmаz qövmlərin təhlükəsini bаşlаrındаn еtmiş və hələ də Оrtа Dоğunun cаnlı, tаriх yаrаdаn, öncül və mötəbər milləti kimi öz milli həyаtlаrını sürdürməkdədirlər.

14. Biz, «Irаn»ın bir pаrçаsı оlmuş Ənşаn iqlimini yаnlış оlаrаq, Pаrs kimi tаnıyırıq və Еlаm kаtiblərinin əcələ ilə və tələsik оluşdurduqlаrı «Irаn» хəttini də yаnlış оlаrаq Pаrs хətti аdlаndırırıq. Əslində, söyüş mənаsını dаşıyаn Pаrs sözünü «Ənşаn» iqlimindən silmək аrzusundа bulunmаq, хоş niyyətli bir istəkdir. Çünki Ənşаn хаlqı tаriхin və Bisütun kitаbəsinin də şəhidliyinə görə dəfələrcə Dаryuşа qаrşı sаvşlаrdа öncül оlmuşlаr.

15. Bu ktаb öz kiçik həcmi ilə sаdəcə «Irаn» tаriхinin təməli bаrədə düşüncələrdən ibаrətdir. Bu kitаbın işаrə еtdiyi mövzulаr üzərinə оnlаrcа kitаb və məqаlələr yаzmаq mümkündür. Аncаq аrtıq, bu, mənim vəzifəm dеyildir. Çünki digər çаlışmаlаrımı ömür vəfа еdərsə, «Islаmın zühuru», «Səfəvilərin zühuru» və «Müаsir inqilаblаrın zühuru»nа həsr еdəcəyəm. Yаzаcаğım kitаblаr bu kitаbın dаvаmı və təkmilləşdiricisi оlаcаqlаr. Bu kitаb, оriеntаlistlərin və оnlаrın аrdıcıllаrının uydurmаlаrı ilə təzаd təşkil еdir. Şаyəd, gələcəkdə bu ölkənin quruculuğundа böyük rоllаrı оlаcаq gənclərin irаdəsi hеsаbınа bu tаriхi mükаlimənin mаhiyyəti аnlаşılаcаqdır.


Nаsir Purpirаr
Оn iki əsr sükut! (Irаn tаriхinin təməli bаrədə düşüncələr)
Birinci kitаb: Həхаmənşilərin zühuru

(Аzərbаycаn türkcəsində)
Çeviren: Güntay Cavanşir
blog adresi: 1.bölüm / 2.bölüm / 3.bölüm


















İLGİNÇ!..



PURİM KATLİAMI



PURİM YAHUDİ BAYRAMI'NIN KÖKENİ : 
"PURİM KATLİAMI"
Olaylar MÖ 5.yy'da geçer....

Ester - Mordekay - Kral Ahaşveroş (Kserkses)
Fresk MS 3.yy Dura (Europos) - Suriye
Şam Ulusal Müze



ESTER KİTABI
Eski Ahit (Tevrat-Zebur),Kutsal Kitap, 2002


Ahaşveroş (Kserkses) Hoddu’dan Kûş’a (Bugünkü Pakistan’dan Sudan’a) uzanan bölgedeki yüz yirmiyedi ilin kralıydı. O sırada ülkeyi Sus Kalesi’ndeki tahtından yönetiyordu. Krallığının üçüncü yılında bütün önderlerinin vegörevlilerinin onuruna bir şölen verdi. Pers ve Med ordukomutanları, ileri gelenler ve il valileri de oradaydı. Ahaşveroş tam yüz seksen gün süren şenliklerle krallığının sonsuz zenginliğini, büyüklüğünün görkemini ve yüceliğini gösterdi. Bunun ardından, sarayının avlusunda küçük büyük ayırmadan,Sus Kalesi’nde bulunan bütün halka yedi gün süren bir şölen verdi. ...

O sırada Kraliçe Vaşti de Kral Ahaşveroş’un sarayındakikadınlara bir şölen veriyordu. Yedinci gün, şarabın etkisiyle keyiflenen KralAhaşveroş, hizmetindeki yedi haremağasına -Mehuman, Bizta,Harvona, Bigta, Avagta, Zetar ve Karkas’a- Kraliçe Vaşti’yibaşında tacıyla huzuruna getirmelerini buyurdu. Kraliçe Vaşti güzeldi. Kral halka ve önderlere onun ne kadar güzel olduğunu göstermek istiyordu. Ama Kraliçe Vaşti haremağalarının kraldan getirdiği buyruğu reddedip gitmedi. Bunun üzerine kral çok kızdı, öfkesinden küplere bindi. Kral yasaları bilen bilge kişilerle görüştü. Çünkü kralın, yasaları ve adaleti bilen kişilere danışması gelenektendi.

Kendisine en yakın olan Karşena, Şetar, Admata, Tarşiş, Meres, Marsena ve Memukan onunla yüzyüze görüşebiliyorlardı. Pers ve Med İmparatorluğu’nun bu yedi önderi krallığın en üst yöneticileriydi. Kral Ahaşveroş onlara, “Kralın haremağaları aracılığıyla gönderdiği buyruğa uymayan Kraliçe Vaşti’ye yasaya göre ne yapmalı?” diye sordu. Memukan, kralın ve önderlerin önünde şu yanıtı verdi: ”Kraliçe Vaşti yalnız krala karşı değil, bütün önderlere ve kralın bütün illerindeki halklara karşı suç işledi. Bütün kadınlar, kraliçenin davranışıyla ilgili haberi duyunca, ‘Kral Ahaşveroş Kraliçe Vaşti’nin huzuruna getirilmesini buyurdu, ama kraliçe gitmedi’ diyerek kocalarını küçümsemeye başlayacaklar. Bugün kraliçenin davranışını öğrenen Pers ve Medli soylu kadınlar da kralın soylu adamlarına aynı biçimde davranacak. Bu da alabildiğine kadınların küçümsemesine, erkeklerin de öfkelenmesine yol açacak. Kral uygun görüyorsa ferman çıkarsın; bu ferman Persler’le Medler’in değişmeyen yasalarına eklensin. Buna göre Vaşti bir daha Kral Ahaşveroş’un huzuruna çıkmasın ve kral ondan daha iyi birini kraliçeliğe seçsin. Kralın fermanı büyük krallığının dört bir yanına ulaşınca, ister soylu ister halktan olsun, bütün kadınlar kocalarına saygı gösterecektir.”

Bu sözler kralın ve önderlerinin hoşuna gitti. Kral, Memukan’ın önerisine uyarak, 22 krallığın bütün illerine yazılı buyruklar gönderdi. Her ile kendi işaretleriyle ve her halka kendi diliyle yazıldı. Her erkeğin kendi evinin egemeni olduğu her dilde vurgulandı.

Bu olaylardan sonra öfkesi dinen Kral Ahaşveroş, Vaşti’yi,yaptıklarını ve ona karşı alınan kararı anımsadı. Kralın özel hizmetkârları, “Kral için genç, güzel, eldeğmemiş kızlar aransın” dediler, “Kral, egemen olduğu bütün illerde görevliler atasın. Bu görevliler bütün genç, güzel, el değmemiş kızları toplayıp Sus Kalesi’ndeki hareme getirsinler, kralın kızlardan sorumlu haremağası Hegay’a teslim etsinler. Güzelleşmeleri için ne gerekiyorsa verilsin. Sonunda kralın hoşuna giden kız, Vaşti’nin yerine kraliçe olsun.” Kral bu öneriyi beğendi ve söyleneni yaptı.

Sus Kalesi’nde Mordekay adında bir Yahudi vardı. Benyamin oymağından olan Mordekay, Kiş oğlu Şimi oğlu Yair’in oğluydu. Kiş, Babil Kralı Nebukadnessar’ın Yahuda Kralı Yehoyakin ile birlikte Yeruşalim’den sürgün ettiği kişilerden biriydi. Mordekay’ın Hadassa adında bir amca kızı vardı. Annesiyle babasını yitiren Hadassa’yı Mordekay evlat edinip büyütmüştü. Hadassa’nın öbür adı Ester’di; endamı ve yüzü güzeldi. Kralın buyruğu ve fermanı yayınlandıktan sonra çok sayıda genç kız Sus Kalesi’ne getirilip harem sorumlusu Hegay’a teslim edildi. Saraya getirilen kızlar arasında Ester de vardı.

Hegay Ester’i beğendi ve ona ayrıcalık tanıdı. En iyi biçimde beslenip güzelleşmesi için ne gerekiyorsa hemen sağladı; ayrıca kralın sarayından seçilen yedi hizmetçiyi buyruğuna verdi. Sonra onu hizmetçileriyle birlikte haremin en güzel bölümüne yerleştirdi. Ester halkını da, soyunu da açıklamadı. Çünkü Mordekay bunları açıklamasını yasaklamıştı. Mordekay, Ester’in nasıl olduğunu ve ona nasıl davranıldığını öğrenmek için her gün haremin avlusunun önünde gezinip dururdu.

Her genç kız sırası geldiğinde Kral Ahaşveroş’un huzuruna çıkacaktı. Ama kızlarla ilgili kurallar uyarınca, önce on iki ay süren güzellik bakımını tamamlaması gerekiyordu. Altı ay süreyleher kıza mür yağı sürülüyor, altı ay da kremler, losyonlar uygulanıyordu. Kralın yanına girme sırası gelen genç kız, haremden heristediğini alıp birlikte saraya götürürdü. Akşam kralın yanına giren kız, ertesi sabah ikinci hareme, cariyelerden sorumlu haremağası Şaaşgaz’ın yönetimindeki hareme dönerdi. Yalnız kralın beğendiği, adıyla çağırdığı kız yeniden onun yanına girebilirdi. Kralın yanına girme sırası Mordekay’ın evlat edindiği Ester’e - Mordekay’ın amcası Avihayil’in kızına - gelince, Ester, kralın kızlardan sorumlu haremağası Hegay’ın kendisine önerdiklerinden başka bir şey istemedi. Kendisini gören herkesin beğenisini kazandı.

Ahaşveroş’un krallığının yedinci yılında, Tevet diye adlandırılan onuncu ayda, Ester saraya, kralın yanına götürüldü. Kral Ester’i öbür kızlardan daha çok sevdi, en çok ondan hoşlandı, en çok ona ayrıcalık tanıdı. Kraliçelik tacını ona giydirip Vaşti’nin yerine kraliçe yaptı. Ardından Ester’in onuruna büyük bir şölen verdi. Bu şölende bütün önderler ve görevliler hazır bulundu. Kral bütün illerde bayram ilan etti ve krallara yaraşır cömertlikle armağanlar dağıttı.

Kızlar ikinci kez toplandıklarında Mordekay, kralın kapı görevlilerinden biri olmuştu. Ester, Mordekay’ın verdiği buyruk uyarınca, soyunu ve halkını henüz açıklamamıştı; kendisini büyüttüğü günlerde olduğu gibi, Mordekay’ın sözünü dinlemeye devam etti. Mordekay kralın kapı görevlisiyken, kapı nöbetçilerinden ikisi, Bigtan ve Tereş, Kral Ahaşveroş’a öfkelendiler; onu öldürmek için fırsat kollamaya başladılar. Durumu öğrenen Mordekay bunu Kraliçe Ester’e iletti; o da Mordekay adına krala bildirdi. Durum araştırıldı; doğru olduğu anlaşılınca da iki adam darağacına asıldı ve olay kralın önünde tarih kayıtlarına geçirildi.

Bu olaylardan sonra Kral Ahaşveroş, Agaklı Hammedata’nın oğlu Haman’ı yüksek bir göreve atayıp onurlandırdı. Onu bütün önderlerden daha yetkili kıldı. Kralın buyruğu üzerine saray kapısında çalışan herkes Haman’ın önünde eğilip yere kapanırdı. Ama Mordekay ne eğildi, ne de yere kapandı. Kralın kapı görevlileri Mordekay’a, “Kralın buyruğuna neden karşı geliyorsun?” diye sordular. Görevliler ona bu soruyu her gün sordularsa da Mordekay onlara kulak asmadı. Bunun üzerine durumu Haman’a bildirdiler. Çünkü Mordekay onlara kendisinin Yahudi olduğunu söylemişti ve böyle davranmaya devam edip etmeyeceğini görmek istiyorlardı. Haman, Mordekay’ın eğilip yere kapanmadığını görünce öfkeden kudurdu. Yalnız onu öldürmeyi düşünmekle kalmadı, onun hangi halktan geldiğini bildiği için bütün halkını, Ahaşveroş’un egemenliğinde yaşayan bütün Yahudiler’i ortadan kaldırmaya karar verdi.

Bu işe en uygun ayı ve günü belirlemek için Ahaşveroş’un krallığının on ikinci yılında, birinci ay olan Nisan ayında Haman’ın önünde pur, yani kura çekildi. Kura, on ikinci ay olan Adar ayına düştü. (Not: “Nisan” ayı o dönemde Mart sonuyla Nisan başlangıcını kapsardı.)

Haman Kral Ahaşveroş’a şöyle dedi: “Krallığının bütün illerinde, öbür halkların arasına dağılmış, onlardan ayrı yaşayan bir halk var. Yasaları bütün öbür halklarınkinden farklı; kendileri de kralın yasalarına uymazlar. Onları kendi hallerine bırakmak kralın çıkarlarına uygun düşmez. Kral uygun görüyorsa, yok edilmeleri için yazılı bir buyruk verilsin. Ben de hazineye ödenmek üzere kralın memurlarına on bin talant gümüş vereceğim.” (Not: “On bin talant”: Yaklaşık 345 ton)

Bunun üzerine kral mühür yüzüğünü parmağından çıkartıp Agaklı Hammedata’nın oğlu Yahudi düşmanı Haman’a verdi. Ona, “Para sende kalsın; o halka da ne istersen yap” dedi. Birinci ayın on üçüncü günü kralın yazmanları çağrıldı ve Haman’ın buyruğu her ile kendi işaretleriyle ve her halka kendi diliyle yazılarak satraplara, il valilerine ve bütün halk önderlerine gönderildi. Buyruk Kral Ahaşveroş’un adını ve yüzüğünün mührünü taşıyordu. Krallığın bütün illerine ulaklar aracılığıyla mektuplar gönderildi. Bu mektuplar, on ikinci ay olan Adar ayının on üçüncü günü, genç, yaşlı, kadın, çocuk, bütün Yahudiler’in bir günde öldürülüp yok edilmesini, kökünün kurutulup mal mülklerinin de yağmalanmasını buyuruyordu. Bu fermanın metni her ilde yasa olarak duyurulacak ve bütün halklara bildirilecekti. Öyle ki, herkes belirlenen gün için hazır olsun. Ulaklar kralın buyruğuyla hemen yola çıktılar. Ferman Sus Kalesi’nde de duyuruldu. Sus halkı şaşkınlık içindeyken kral ile Haman oturmuş içki içiyorlardı.

Mordekay olup bitenleri öğrenince giysilerini yırttı, çula sarınıp başından aşağı kül döktü, yüksek sesle ve acıyla feryat ederek kent merkezine geldi. Varıp sarayın kapısında durdu. Çünkü çula sarınmış hiç kimse bu kapıdan içeri giremezdi. Kralın buyruğunun ve fermanının ulaştığı her ilde Yahudiler büyük yas tuttular, ağlayıp feryat ettiler, oruç tuttular. Birçoğu da çula sarınıp kül içinde yattı. Hizmetçileriyle haremağaları gelip Mordekay’ın durumunu anlatınca, Kraliçe Ester çok sarsıldı. Çulunu çıkartıp giyinmesi için Mordekay’a giysiler gönderdi, ama Mordekay bunları kabul etmedi. Bunun üzerine Ester kralın kendi hizmetine atadığı haremağalarından biri olan Hatak’ı çağırttı; Mordekay’dan ne olup bittiğini ve nedenini öğrenmesini buyurdu.

Hatak saray kapısının açıldığı kent meydanına, Mordekay’ınyanına gitti. Mordekay başına gelen her şeyi ona anlattı. Yahudiler’in yok edilmesi için Haman’ın saray hazinesine vaat ettiği paranın miktarını bile tam tamına ona bildirdi. Ester’e gösterip açıklaması için Sus’ta yayımlanan, Yahudiler’in kökünün kurutulmasını isteyen fermanın bir kopyasını da ona verdi. Ester’in krala çıkmasını, ondan merhamet dileyip kendi halkı için yalvarmasını istedi. 

Hatak geri dönüp Mordekay’ın söylediklerini Ester’e bildirdi. Ester Mordekay’a şu haberi götürmesini buyurdu: “Kralın bütün adamları ve illerinde yaşayan halk biliyor ki, çağrılmadan sarayın iç avlusuna girip kralın yanına yaklaşan her erkek ya da kadın için tek bir ceza vardır. Kral altın asasını uzatıp canlarını bağışlamadıkça bu kişiler ölüme çarptırılır. Ben de otuz gündür kralın huzuruna çağrılmış değilim.” Ester’in bu sözleri kendisine iletilince, Mordekay ona şu yanıtı götürmelerini istedi: “Sarayda yaşadığın için bütün Yahudiler içinde kurtulacak tek kişinin sen olacağını sanma. Şu anda susarsan, Yahudiler’e yardım ve kurtuluş başka yerden gelecektir; ama sen ve babanın ev halkı yok olacaksınız. Kim bilir, belki de böyle bir gün için kraliçe oldun.”

Bunun üzerine Ester Mordekay’a şu yanıtı gönderdi: “Git, Sus’taki bütün Yahudiler’i topla; benim için oruç tutun; üç gün, üç gece hiçbir şey yemeyin, içmeyin. Hizmetçilerimle ben de sizin gibi oruç tutacağız. Ardından, kurala aykırı olduğu halde kralın huzuruna çıkacağım; ölürsem ölürüm.” Mordekay oradan ayrıldı ve Ester’in söylediği her şeyi yaptı.

Üçüncü gün Ester kraliçe giysilerini kuşanıp sarayın iç avlusunda, taht odasının önünde durdu. Kral bu odanın giriş kapısının karşısındaki tahtında oturuyordu. Avluda bekleyen Kraliçe Ester’i görünce onu hoşgörüyle karşılayıp elindeki altın asayı ona doğru uzattı. Ester yaklaşıp asanın ucuna dokundu. Kral ona, “Ne istiyorsun Kraliçe Ester, dileğin ne?” diye sordu. “Krallığın yarısını bile istesen sana verilecektir.”

Ester, “Kral uygun görüyorsa, bugün kendisi için vereceğim şölene Haman’la birlikte gelsin” diye karşılık verdi. Kral adamlarına, “Ester’in isteğini yerine getirmek için Haman’ı hemen çağırın” dedi. Böylece kralla Haman Ester’in verdiği şölene gittiler. Şarap içerlerken kral yine Ester’e sordu: “Söyle, ne istiyorsun? Ne istersen verilecek. Dileğin nedir? Krallığın yarısını bile istesen sana bağışlanacak.”

Ester, “İsteğim ve dileğim şu” diye yanıtladı, “Kral benden hoşnutsa, istediğimi vermek, dileğimi yerine getirmek istiyorsa, kral ve Haman yarın kendileri için vereceğim şölene gelsinler, o zaman kralın sorusunu yanıtlarım.” Haman o gün şölenden mutlu ve sevinçli ayrıldı. Ama Mordekay’ı sarayın kapısında görünce ve onun ayağa kalkmadığını, kendisine saygı göstermediğini farkedince öfkeden kudurdu. Yine de kendini tuttu ve evine gitti. Sonra dostlarını ve eşi Zereş’i çağırttı.

Onlara sonsuz zenginliğinden, çok sayıdaki oğullarından, kralın, kendisini nasıl onurlandırdığından, öbür önderlerinden ve görevlilerinden üstün tuttuğundan söz etti. “Üstelik, Kraliçe Ester, verdiği şölene kralın yanısıra yalnız beni çağırdı” diye ekledi, “Yarınki şölene de kralla birlikte beni davet etti. Ne var ki, o Yahudi Mordekay’ı sarayın kapısında otururken gördükçe bunlardan hiçbirinin gözümde değeri kalmıyor.” Karısı Zereş ve bütün dostları Haman’a şöyle dediler: “Elliarşın yüksekliğinde bir darağacı kurulsun. Sabah olunca kraldan Mordekay’ı oraya astırmasını iste. Sonra da sevinç içinde kralla birlikte şölene gidersin.” Haman öneriyi beğendi ve darağacını hemen kurdurdu. (Not:“Elli arşın”: Yaklaşık 23 m.)

O gece kralın uykusu kaçtı; tarih kayıtlarının getirilip kendisine okunmasını buyurdu. Kayıtlar Kral Ahaşveroş’u öldürmeyi tasarlamış olan iki görevliden söz ediyordu. Kapı nöbetçisi olarak görev yapmış olan Bigtan ve Tereş adındaki bu iki adamı Mordekay ele vermişti. Kral, “Bu yaptıklarından dolayı Mordekay nasıl onurlandırıldı, ona ne ödül verildi?” diye sordu. Hizmetkârlar, “Onun için hiçbir şey yapılmadı” diye yanıtladılar. Kral, “Avluda kim var?” diye sordu. O sırada Haman sarayın dış avlusuna yeni girmişti. Kraldan, hazırlattığı darağacına Mordekay’ın asılmasını isteyecekti. Hizmetkârlar krala, “Haman avluda bekliyor” dediler. Kral, “Buraya gelsin” dedi.

Haman içeri girince kral ona, “Kralın onurlandırmak istediği biri için ne yapılmalı?” diye sordu. “Kral benden başka kimi onurlandırmak isteyebilir ki?” diye düşünen Haman şu yanıtı verdi: “Kral onurlandırmak istediği kişi için kendi giydiği bir kral giysisini ve üzerine bindiği sorguçlu atı getirtir, giysiyi ve atı en üst yöneticilerinden birine verir; o da kralın onurlandırmak istediği kişiyi giydirip atın üstünde kent meydanında gezdirir. Önden giderek, ‘Kralın onurlandırmak istediği kişiye böyle davranılır’ diye bağırır.”

Kral Haman’a, “Hemen git” dedi, “Giysiyle atı al ve söylediklerini kralın kapı görevlisi Yahudi Mordekay için yap. Söylediklerinin hiçbirinde kusur etme.” Böylece Haman giysiyi ve atı aldı, Mordekay’ı giydirip atın üstünde kent meydanında gezdirmeye başladı. Önden giderek,”Kralın onurlandırmak istediği kişiye böyle davranılır” diye bağırıyordu. Sonra Mordekay saray kapısına döndü. Haman ise utanç içinde başını örterek çabucak evine gitti.

Başına gelenleri karısı Zereş’e ve bütün dostlarına anlattı. Karısı Zereş ve danışmanları ona şöyle dediler: “Önünde gerilemeye başladığın Mordekay Yahudi soyundansa, ona gücün yetmeyecek, önünde yok olup gideceksin.” Onlar daha konuşurken, kralın haremağaları gelip Haman’ı apar topar Ester’in vereceği şölene götürdüler. Böylece kral ve Haman, Kraliçe Ester’in şölenine gittiler.

O gün şarap içerlerken kral Ester’e yine sordu: “İsteğin nedir, Kraliçe Ester? Ne istersen verilecek. Dileğin nedir? Krallığın yarısını bile istesen sana bağışlanacak.” Kraliçe Ester şöyle yanıtladı: “Ey kralım, eğer benden hoşnutsan ve uygun görüyorsan, isteğim canımı bağışlaman, dileğimde halkımı esirgemendir. Çünkü ben ve halkım öldürülüp yok edilmek, yeryüzünden silinmek üzere satıldık. Eğer köle ve cariye olarak satılmış olsaydık sesimi çıkartmazdım; böyle bir sorun için kralı rahatsız etmek uygun olmazdı.”

Kral Ahaşveroş Kraliçe Ester’e, “Böyle bir şeyi yapmaya cüret eden kim, nerede bu adam?” diye sordu. Ester, “Düşmanımız, hasmımız, işte bu kötü Haman’dır!” dedi. Haman kralla kraliçenin önünde dehşete kapıldı.

Kral öfkeyle içki masasından kalkıp sarayın bahçesine çıktı. Haman ise Kraliçe Ester’den canını bağışlamasını istemek için içerde kaldı. Çünkü kralın kendisini yok etmeye kararlı olduğunu anlamıştı. Kral sarayın bahçesinden şölen salonuna dönünce, Haman’ı Ester’in uzandığı sedire kapanmış olarak gördü ve, “Bu adam sarayda, gözümün önünde kraliçeye bile el uzatmaya mı kalkıyor?” diye bağırdı. Kral sözlerini bitirir bitirmez Haman’ın yüzünü örttüler.

Krala hizmet eden haremağalarından biri olan Harvona şöylededi: “Bakın, kralı uyarıp hayatını kurtaran Mordekay için Haman’ın hazırlattığı elli arşın yüksekliğindeki darağacı Haman’ın evinin önünde hazır duruyor.” Kral, “Haman o darağacına asılsın!” diye buyurdu. Böylece Haman Mordekay için hazırlattığı darağacına asıldı; kralın öfkesi de yatıştı.

O gün Kral Ahaşveroş Yahudi düşmanı Haman’ın malını mülkünü Kraliçe Ester’e verdi. Ester’in Mordekay’a yakınlığını açıklaması üzerine Mordekay kralın huzuruna kabul edildi. Kral, Haman’dan geri almış olduğu mühür yüzüğünü parmağından çıkarıp Mordekay’a verdi. Ester de onu Haman’ın malının mülkünün yöneticisi atadı. 

Ester yine kralla görüştü. Ağlayarak onun ayaklarına kapandı. Agaklı Haman’ın Yahudiler’e karşı kurduğu düzene ve kötü tasarıya engel olması için yalvardı. Kral altın asasını Ester’e doğru uzatınca Ester ayağa kalkıp kralın önünde durdu ve şöyle dedi: “Kral benden hoşnutsa ve uygun görüyorsa, benden hoşlanıyorsa ve dileğimi uygun buluyorsa, Agaklı Hammedataoğlu Haman’ın krallığın bütün illerinde yaşayan Yahudiler’in yokedilmesini buyurmak için yazdırdığı mektupları yazılı olarak geçersiz kılsın. Halkımın felakete uğradığını görmeye nasıl dayanırım? Soydaşlarımın öldürülmesine tanık olmaya nasıl dayanırım?”

Kral Ahaşveroş, Kraliçe Ester’e ve Yahudi Mordekay’a,”Bakın” dedi, “Haman’ın malını mülkünü Ester’e verdim ve Yahudiler’i yok etmeyi tasarladığı için Haman’ı darağacına astırdım. Ama kral adına yazılmış ve onun yüzüğüyle mühürlenmiş yazıyı kimse geçersiz kılamaz. Bunun için, uygun gördüğünüz biçimde kral adına Yahudi sorunu konusunda şimdi siz yazın ve kralın yüzüğüyle mühürleyin.”

Bunun üzerine üçüncü ay olan Sivan ayının yirmi üçüncü günü kralın yazmanları çağrıldı. Mordekay’ın buyurduğu her şey, Hoddu’dan Kûş’a dek uzanan bölgedeki yüz yirmi yedi ilde yaşayan Yahudiler’e, satraplara, vali ve önderlere yazıldı. Heril için kendi işaretleri, her halk için kendi dili kullanıldı. Yahudiler’e de kendi alfabelerinde ve kendi dillerinde yazıldı. Mordekay Kral Ahaşveroş adına yazdırdığı mektupları kralın yüzüğüyle mühürledi ve kralın hizmetinde kullanılmak üzere yetiştirilen atlara binmiş ulaklarla her yere gönderdi.

Kral mektuplarda Yahudiler’e bütün kentlerde toplanma ve kendilerini koruma hakkını veriyordu. Ayrıca kendilerine, çocuklarına ve kadınlarına saldırabilecek herhangi bir düşman halkın ya da ilin silahlı güçlerini öldürüp yok etmelerine, kökünü kurutmalarına ve mallarını mülklerini yağmalamalarına izin veriyordu. Bu izin Kral Ahaşveroş’un bütün illerinde tek bir gün - onikinci ayın, yani Adar ayının on üçüncü günü - geçerli olacaktı. Bütün halklara duyurulan bu fermanın metni her ilde yasa yerine geçecekti. Böylece Yahudiler belirlenen gün düşmanlarından öç almaya hazır olacaklardı.

Kralın hizmetindeki atlara binen ulaklar, kralın buyruğuna uyarak hemen dörtnala yola koyuldular. Ferman Sus Kalesi’nde de okundu. Mordekay, lacivert ve beyaz bir krallık giysisiyle, başında büyük bir altın taç ve sırtında ince ketenden mor bir pelerinle kralın huzurundan ayrıldı. Sus Kenti sevinç çığlıklarıyla yankılandı. Yahudiler için aydınlık ve sevinç, mutluluk ve onur dolu günler başlamıştı. Kralın buyruğu ve fermanı ulaştığı her ilde ve her kentte Yahudiler arasında sevinç ve mutluluğa yol açtı. Şölenler düzenlendi, bir bayram havası doğdu. Ülkedeki halklardan çok sayıda kişi Yahudi oldu; çünkü Yahudi korkusu hepsini sarmıştı.

Kralın buyruğu ve fermanı, on ikinci ay olan Adar ayının on üçüncü günü yerine getirilecekti. Yahudi düşmanları o gün Yahudiler’i alt etmeyi ummuşlardı, ama tam tersi oldu; Yahudiler kendilerinden nefret edenleri alt ettiler. Yahudiler kendilerini yok etmeyi tasarlayanlara saldırmak üzere Kral Ahaşveroş’un bütün illerindeki kentlerde bir araya geldiler. Hiç kimse onlara karşı koyamadı. Çünkü Yahudi korkusu bütün halkları sarmıştı. İl önderleri, satraplar, valiler ve kralın memurları, Mordekay’dan korktukları için Yahudiler’i desteklediler. Mordekay sarayda güçlü biriydi artık; ünü bütün illere ulaşmıştı. Gücü gittikçe artıyordu.

Yahudiler bütün düşmanlarını kılıçtan geçirdiler, öldürdüler, yok ettiler. Kendilerinden nefret edenlere dilediklerini yaptılar. Sus Kalesi’nde beş yüz kişiyi öldürüp yok ettiler.

Yahudi düşmanı Hammedata oğlu Haman’ın on oğlunu-Parşandata, Dalfon, Aspata, Porata, Adalya, Aridata, Parmaşta, Arisay, Ariday ve Vayzata’yı- öldürdüler. Ama yağmaya girişmediler.

Sus Kalesi’nde öldürülenlerin sayısı aynı gün krala bildirildi. O da Kraliçe Ester’e, “Yahudiler Sus Kalesi’nde Haman’ın on oğlu dahil beş yüz kişiyi öldürüp yok etmişler” dedi, “Kimbilir, öbür illerimde neler yapmışlardır? İstediğin nedir, sana vereyim; başka dileğin var mı, yerine getirilecektir.”

Ester, “Eğer kral uygun görüyorsa, Sus’taki Yahudiler bugünkü fermanını yarın da uygulasınlar” dedi, “Haman’ın on oğlunun cesetleri de darağacına asılsın.”

Kral bu isteklerin yerine getirilmesini buyurdu. Sus’ta ferman çıkarıldı ve Haman’ın on oğlu asıldı.

Sus’taki Yahudiler Adar ayının on dördüncü günü yeniden toplanarak kentte üç yüz kişi daha öldürdüler; ama yağmaya girişmediler.

Krallığın illerinde yaşayan öbür Yahudiler de canlarını korumak ve düşmanlarından kurtulmak için bir araya geldiler. Kendilerinden nefret edenlerden yetmiş beş bin kişiyi öldürdüler, ama yağmaya girişmediler.

Bütün bunlar Adar ayının on üçüncü günü oldu. Yahudiler ondördüncü gün dinlendiler ve o günü şölen ve eğlence günü ilan ettiler.

Sus’taki Yahudiler ise kendilerini savunmak için on üçüncü ve on dördüncü günler bir araya geldiler. On beşinci günde dinlendiler. O günü şölen ve eğlence günü ilan ettiler.

Taşradaki kentlerde yaşayan Yahudiler işte bu nedenle Adarayının on dördüncü gününü şölen ve eğlence günü olarak kutlarlar ve birbirlerine yemek sunarlar.

Mordekay bu olayları kayda geçirdi. Ardından Kral Ahaşveroş’un uzak, yakın bütün illerinde yaşayan Yahudiler’e mektuplar gönderdi. Her yıl Adar ayının on dördüncü ve on beşinci günlerini kutlamalarını buyurdu.

Çünkü o günler, Yahudiler’in düşmanlarından kurtulduğu günlerdir. O ay kederlerinin sevince, yaslarının mutluluğa dönüştüğü aydır. Mordekay o günlerde şölenler düzenleyip eğlenmelerini, birbirlerine yemek sunmalarını, yoksullara armağanlar vermelerini buyurdu. Böylece Yahudiler, Mordekay’ın buyruğunu kabul ederek başlattıkları kutlamaları sürdürdüler. Çünkü bütün Yahudiler’in düşmanı Agaklı Hammedata oğlu Haman onları yok etmek için düzen kurmuştu. Onları ezip yok etmek için pur, yani kura çekmişti.

Ama kral durumu öğrenince, Haman’ın Yahudiler’e karşı kurduğu düzen geri tepti; kral, Haman’ın ve oğullarının darağacına asılmaları için yazılı buyruklar verdi.

Pur sözcüğünden ötürü bu günlere Purim adı verildi. Böylece Yahudiler, Mordekay’ın mektubunda yazılı olanlardan, görüp geçirdiklerinden ve başlarına gelenlerden ötürü bu iki günü buyrulduğu biçimde ve günlerde her yıl kutlamayı kabul ettiler. Bu gelenek kendileri için, soylarından olanlar ve onlara katılan herkes için geçerli olacaktı. (Not:“Purim”= “Kuralar”)

Böylece bu günler her ilde, her kentte ve her ailede kuşaktan kuşağa anımsanacak ve kutlanacaktı. Purim günleri Yahudiler için son bulmayacak ve bu günlerin anısı kuşaklar boyu sürecekti.

Avihayil’in kızı Kraliçe Ester ve Yahudi Mordekay Purim’le ilgili bu ikinci mektubu tam yetkiyle yazıp uygulamaya koydular. Mordekay, Ahaşveroş’un egemenliği altındaki yüz yirmi yedi ilde yaşayan Yahudiler’e esenlik ve güvenlik dilekleriyle dolu mektuplar gönderdi. Kraliçe Ester’le birlikte daha önce kararlaştırdıkları gibi, Purim günlerini belirlenen tarihte kutlamalarını buyuruyordu. Bu kutlamalara kendilerinin de, soylarından gelenlerin de katılmalarını, oruç tutmada ve ağıt yakmada belirlenen kurallara uymalarını istedi. Purim’e ilişkin bu düzenlemeler Ester’in buyruğuyla onaylandı ve kayda geçirildi.

Kral Ahaşveroş ülkeyi en uzak kıyılarına dek haraca bağlamıştı. Büyüklüğü, kahramanlıkları ve Mordekay’ı her bakımdan nasıl onurlandırdığı Pers ve Med krallarının tarihinde yazılıdır. Yahudi Mordekay, Kral Ahaşveroş’tan sonra ikinci adam olmuştu. Yahudi soydaşları arasında saygı gören ve çoğunluk tarafından sevilen biriydi. Çünkü halkının iyiliğini düşünüyor, bütün soydaşlarının esenliği için çaba gösteriyordu.


ESTER KİTABI
Eski Ahit (Tevrat-Zebur),Kutsal Kitap, 2002







Bu olaya bir de farklı açıdan bakalım...


О dövrün məktublаrını, milli sənədlərini məhvеtmə təlаşınа rəğmən, yеnə də Tövrаtdаkı məlumаtlаr əsаsındа Yəhudilərin dövlət təşkilаtındаkı rоllаrını аnlаmаq mümkündür.

«Sоnrа krаl Dаryuş (Dаrа) bu məlumаtı müхtəlif irqlərdən və dillərdən оluşаn dünyаnın bütün qövmlərinə göndərdi, yаzdı: «Bоllucа sаyğılаrlа! Bеləliklə, əmr еdirəm ki, mənim krаllığımın təbəəsi оlаn hər kəs Dаniеlin аllаhındаn qоrхmаlı və оnа hörmət еtməlidir. Çünki, о, diri və əbədi оlаn аllаhdır və оnun səltənətinə zаvаl yохdur. Qurtаrıcı оdur. Göylərdə və yеrdə möcüzələr göstərib və hеyrətаmiz işlər yаpаn оdur. Dаniеli аslаnlаrın аğzındаn qurtаrаn оdur». Bеləliklə, Dаniеl Pаrs krаllаrı Dаryuşun və Kоrоşun səltənəti dönəmlərində müvəffəq оlmuş, istəklərinə çаtmışdır». (15)

Tövrаtın bu mətnindən аnlаşılаn оdur ki, Dаryuş Tövrаtın vədələrini gеrçəkləşdirməkdədir və Yəhudiləri аllаhın sеçgin qövmü kimi tаnıyır. Əcəbа, о, əvvəldənmi Musа dininə inаnırmış ki, bəlli zəruri səbəblər üzündən gizlin sахlаyırmış? Dаryuşun iqtidаrа gəlişindən Iskəndərin zühurunа qədər Həхаmənşilər sаrаyını аçıq-аşkаr Yəhudilərin rəhbərləri və pеyğəmbərləri idаrə еtmişdir. Üstdəki işаrə də bu hаdisəni dоğrulаyаn sənədlərdən birisidir. Sаdəcə, Yəhudilərin böyük аlimləri və Tövrаtdа kitаbı оlаn Əzrа, Nəhimа, Mоrdахаy, Dаniеl kimi pеyğəmbərlər və minlərcə аdsız-sаnsız Yəhudi müşаviləri dеyil, həm də Yəhudilərin mələkələri, təbibləri, münəccimləri və sеhrbаzlаrı öz еvləri kimi, bütün hər şеyi Həхаmənşilər sаrаyındа ələ kеçirmişlər.

«Ərdəşir səltənətinin 20-ci ilində Kislеv аyındа Şuş səltənət sаrаyındа оlаrkən, Yəhudiyyədən yеnicə gəlmiş Yəhudi qаrdаşlаrının bir bir nеçə аrхаdаşlаrı ilə birgə Yəhudilər və Urşəlim bаrədə sоrdum. Cаvаb vеrdilər: «Оnlаr şiddətli bir еhtiyаc və yохsulluq içərisində yаşаyırlаr. Şəhərin hаsаrı hələ düzəlməyib və yаndırılmış dаrvаzаlаr hələ təmir еdilməyibdir»... О zаmаn mən pаdşаhın sаqisi idim. Dörd аy sоnrа bir dəfə krаl Ərdəşirə şərаb cаmını təqdim еdərkən, məndən sоrdu: «Nədən bu qədər tutqunsаn? Хəstə ki, dеyilsən, yəqin ki, bir fikir səni rаhаtsız еtməkdədir». (О vахtа qədər pаdşаh hеç vахt məni tutqun görməmişdi). Оnun bu suаlındаn çох qоrхdum. Dеdim: «Pаdşаhın ömrü uzun оlsun. Dədələrimin dəfn оlunduğu bir şəhər virаn ikən və qövmüm аclıq və səfаlət içərisində yаşаmаqdа ikən, mən nеcə tutqun оlmаyа bilərəm?» Krаl sоrdu: «Istəyin nədir?» О zаmаn göylərin Tаnrısınа duа еdərək, dеdim: «Əgər pаdşаh rаzı оlаrsа, krаl mənə mərhəmətdə bulunursа, öz yurdumа gеtmək və dədələrimin ulu şəhərini bərpа еtmək istərdim». Pаdşаhın yаnındа bir mələkə оturmuşdu. Rаzılаşаrаq sоrdu: «Səfərin nə qədər çəkər və nə zаmаn dönəcəksən?» Mən, dönüşüm üçün bir zаmаn söylədim və sоnrа dа pаdşаhа dеdim: «Krаl məsləhət bilirlərsə, Firаt çаyının qərbindəki vаlilərə bir məktub yаzsınlаr ki, mənim Urşəlimə gеdişim üçün şərаit yаrаtsınlаr. Bir mətkub dа səltənət оrmаnlаrının rəisi Аsаnа yаzınız və оnа buyuruq vеriniz ki, Tаnı еvinin qаlаlаrının dаrvаzаlаrını, Urşəlimin hаsаrlаrını və öz еvimi təmir еtmək üçün mənə tахtа vеrsin». Pаdşаh mənim bütün istəklərimi qəbul еtdi. Çünki, ulu Tаnrının iltifаtı bаşımın üstündə idi. Firаt çаyının qərbinə çаtdığımdа, krаlın məktublаrını ilgili vаlilərə və şəхslərə vеrdim. Bunu dа söyləməyim gərəkir ki, pаdşаh mənim güvənliyim üçün nеçə sərdаr və bir çох süvаri görəvləndirmişdi». (16)

Yəhudilərin Həхаmənşilər sаrаyındаkı hаkimliyini isbаt еtmək üçün bundаn dаhа mötəbər sənəd оlа bilərmi? Tövrаt Burаdа dа Dаryuş dövrü ilə Ərdəşir dövrünün yеrini dəyişdirmişdir. Çünki Əzrаnın, Nеhеmyаnın, Mоrdахаyın, Еstərin və Dаniеlin Yəhudi sürgünləri içərisində оlduqlаrı bəllidir, bu surətdə Nеhеmyа Ərdəşirin sаrаyındа sаqiçilik еtmək üçün ən аzı 150 il yаşаmаlı idi.

«Nəbukidnəsirin sürgün оlаrаq Bаbilə götürdüyü bir çох əsirlər Yəhudiyyəyə və Urşəlimə gеri döndülər və hər kəs öz dоğulduğu yеrə gеtdi. Bu səfərdə Yəhudilərin rəhbərləri bunlаrdı: Zеrubаbil, Yəhuşе, Nеhеmiyа, Əzrа, Rəmiyа, Nəhmаni, Mоrdахаy, Bəlşаn, Məsfаrt, Bəğvаy, Nəhum, Bəənе».(17)

Tövrаtın Dаryuş zаmаnındаkı hаdisələri Хəşаyаrşа və Ərdəşir dönəminə аid еtmə isrаrlаrındаn digər örnəklər də gətirmək оlаr. Ərdəşirin iqtidаrının bаşlаnışı tаm yüz il Dаryuşun iqtidаrının bаşlаnışındаn sоnrа оlmuşdur. Tövrаtın tövsiyələrinə görə bütünü ilə Bаbil əsаrətindən qurtulmuş və Ərdəşir dönəminə qədər yаşаyаn kişilərin və qаdınlаrın ömrünü hеsаb еdərsək, о zаmаn оnlаrın hər birinin ömrü 260 ildən аrtıq оlur.

«Yəhudilərin kаhini və аlimi Əzrаyа Ərdəşir pаdşаhın yаzdığı məktub budur: Krаl Ərdəşirdən göy Tаnrısı şəritətinin kаhini və аlimi Əzrаyа! Fərmаn vеrmişəm ki, ölkəmdə yаşаyаn bütün Isrаil хаlqı, kаhinlər və Lеvеlilər hər kəs istərsə, səninlə birgə Urşəlimə gеdə bilərlər. Urşəlimdə хаlqın vəziyyətini sənin аllаhının buyuruqlаrı əsаsındа düzənləmək üçün sən mənim yеddi müşаvirim tərəfindən оrаyа göndərilirsən. Həm də bizim, Isrаilin аllаhınа hədiyyə еtdiyimiz аltun və gümüşləri, Yəhudilərin və kаhinlərin vеrdikləri hədiyyələri özünlə Urşəlimə аpаrırsаn». (18)

Dаryuşun sаrаyının mələkəsi оlаn Еstər və müşаviri оlаn Mоrdахаy dа bеləcədir. Аncаq Tövrаt Хəşаyаrşа dönəmində bu mələkənin yаşının 120-nin üstündə оlmаsınа rəğmən, оnu Dаryuşа dеyil, Хəşаyаrşаyа bаğışlаyır və Mоrdахаyın güclü оlduğu vахtı Хаşəyаrşа zаmаnınа аpаrır.

«Хаşəyаrşа ölkəsində yаşаyаn hər kəsə хərаc müəyyən еtdi. Хəşаyаrşа qüdrət və əzəməti, Mоrdахаyın iqtidаrа yüksəlişinin tаm şərhi və pаdşаhın оnа vеrdiyi məqаm «Midiyа və Pаrs pаdşаhlаrının tаriхi» аdlı kitаbdа yаzılmışdır. Хаşəyаrşаdаn sоnrа Yəhudi Mоrdахаy məmləkətin ən güclü şəхsi idi. О, öz qövmünün rifаhı və güvənliyi üçün əlindən gələni yаpdı. Bu üzdən Yəhudilər оnu çох sеvirdilər».(19)

Tövrаtın Dаryuş zаmаnındа bаş vеrmiş hаdisələri sоnrаkı dövrlərə ötürməsini nеcə təbir еtmək. Yоzmаq оlаr? Əgər Tövrаt аçıq-аydın Həхаmənşilərin ilk sultаnlаrının zаmаnındаkı hаdisələrin yеrini dəyişdirirsə, dеmək ki, оriеntаlistlərin iddiа еtdikləri üzrə Həхаmənşilər və Yəhudilər аrаsındаkı münаsibətlər «ilаhi» və «əхlаqi» dеyil, bütün bu münаsibətlər аncаq və аncаq «siyаsi» оlmuşdur. Tövrаt Yəhudilərin Dаryuşun sаrаyınа hаkim оlmаlаrı ilə bаğlı hеyrətаmiz bir bilgi vеrməkdədir. Bu fəslin sоnluğu оlаrаq о tаblоnu gətirirəm. Bu tаblо göstərir ki, əcnəbi bir qövm «Irаn» və «Irаn»lı аdı ilə əski Оrtа Dоğu tаriхinə bir qаrа kölgə kimi girmiş və sənət, kültür və yаrаdıcılıqdа birbirləri ilə yаrışаn qövmləri kənаrlаşdırmışlаr. Bu qövmlər bu günə qədər hələ də itirilmiş аzаdlıqlаrının gеriyə dönməsinin həsrətindədirlər.

[bu bölümde Tövrаt. Əhdi-Ətiq. Еstər. 2: 407, 8: 7-11, 9: 2-7, 9: 10 18, 9: 28-32. verilir. Purim Katliamı bu sayfada zaten vardı eklemedim - SB]

Bu hаdisəni də Törаt Хəşаyаrşа dövrünün sоnunа bаğlаyır ki, dоğru dеyildir. Çünki Mоrdахаyın sürgünlər zümrəsi içərsində оlduğunu охuduq və Tövrаt özü də bunu təsdiq еdir. Urşəlim milаddаn əvvəl 586-cı ildə süqut еdir və Хаşəyаrşаnın səltənəti isə 465-ci ildə, yəni Nəbukidnəsrin qələbəsindən 121 il sоnrа sоnа vаrmışdır. Bu məlumаtlаrа görə əgər Mоrdахаyı sürgün аnındа, həttа 9 yаşlı fərz еdərsək, Хəşаyаrşаnın səltənətinin sоnundа 130 yаşlı əprimiş bir qоcа оlmаlıdır ki, bu dа Tövrаtın təsvir еtdiyi tаblоyа uyğun gəlmir. Lаkin, əgər Tövrаtın sаydığı hаdisələrin zаmаnını Dаryuş dönəminə аid bilərsək. О zаmаn Həхаmənşilər tаriхi ilə ilgili bаşqа kоr bir düyün də аçılmış оlur və о dа Dаryuşun səltənətinin əvvəllərində bаş vеrmiş «Muğöldürmə» hаdisəsidir.

«Yоlа düşdülər və gördükləri hər Muğu öldürdülər. Yеddi аrхаdаşın qəhrəmаnlığındаn хəbər tutаn pаrslаr iki Muğ qаrdаşlаrının оnlаrа qаrşı еtdikləri hiylələrdən də хəbərdаr оldulаr. Həzərаtlаr kimi, оnlаr dа əllərinə qılınc аlıb və qаrşılаrınа çıхаn Muğu öldürdülər. Əgər gün bаtdıqdаn sоnrа Muğlаrı öldürmənin dаyаndırılmаsı ilə bаğlı fərmаn çıхmаsı idi, yеr üzündə Muğlаrın nəsli kəsiləcəkdi. Pаrslаrın təqvimində bu hаdisə qızıl хəttlə yаzılmışdır. Оnlаr hər il bu münаsibətlə bаyrаm еdərlər. Bu bаyrаm mərаsiminin аdı «Muğöldürmə» оlаrаq tаriхə kеçmişdir. О gündə hеç bir muğ еvdən dışаrıyа çıхmаğа cürət еdə bilməzdi».(20)

Dаryuşun zаmаnındаkı «Muğöldürmə» bаyrаm törəni ilə Yəhudilərin «Purim» аdlı düşmən öldürmə törənini nədən еyni hаdisə оlаrаq dəyərləndirmirik? Yəhudilər Kəmbuciyə zаmаnındа dа məmləkət işlərini ələ kеçirməyə çаlışmışlаr. Аncаq Yəhudilərin bu plаnlаrı Kəmbuciyə zаmаnındа bəlli kəsimlər tərəfindən əngəllənmişdir. Dаryuş zаmаnındа sаrаyı ələ kеçirən Yəhudilər оnlаrlа hеsаblаşmаğа bаşlаmışlаr. Yəhudilərə qаrşı müхаlifət və müqаvimət еdənlər əski Оrtа Dоğunun nеçə tаnrılı kültürləri idi ki, tаriх оnlаrı «Muğ» (21) оlаrаq tаnımаqdаdır.

["Muğ" dediği Medler (Türkler) / Zerdüştlüğün Yunan ve Roma'ya Etkisi - SB]

Bir dаhа kitаbın sоn fəslinin ilk cümləsinə qаyıdırаm: «Sözün əsil mənаsındа Həхаmənşilər tаriхi Yəhudi qövmü tаriхinin yеni bir səhifəsidir. Əgər Həхаmənşiləri Yəhudilərin bir «bоyu» kimi аdlаndırsаm, hеç də yаnılmış dеyiləm» və öz iddiаlаrımı müdаfiə еdirəm: Yəhudilərin bilginləri sərgərdаn və аdsız bir qəbilənin bаşçılаrının qüdrət tələblik хəyаllаrındаn, kimliksizliklərindən, kültürsüzlüklərindən və хunхаrlıqlаrındаn yаrаrlаndılаr. Yəhudilər mаddi və əqli yаrdımlаrı ilə оnlаrı bir impеrаtоrluq təsisçiləri səviyyəsinə qədər yüksəltdilər. Sоnrа dа оnlаrın əli ilə çох uzun vədəli öz mənаfеləri üçün zəkаlı və dinаmik оlаn Bеynəlnəhrin mədəniyyətini və gəlişməkdə оlаn Оrtа Şərq mədəniyyətini məhv еtdilər. Bununlа dа öz qövmlərinin və məbədlərinin təhlükəsizlik və güvənliyi güvəncə аltınа аlmаğа çаlışdılаr. Yəhudilərin bu biçim özünü qоrumа məntiqi tənqid оlunаsı dеyildir. Yаlnız sоn 200 ildə Yəhudilərin tаriхə müdахilə, hədəfli tаriхyаzmа və аrхеоlоji «аrаşdırmа»lаrlа çirkin siyаsi hədəflərə хidmət еdərək, mədəniyyətin bаşlаnğıcını Həхаmənşilər dövrünə intiqаl еtmələri qınаnılаsıdır. Yəhudilər Оrtа Şərq ilə bаğlı qərəzli və sахtа bir tаriх zеhniyyəti оluşdurаrаq, nəinki Оrtа Şərq və Bеynəlnəhrin (Ikiçаyаrаsı) хаlqlаrının bir-birinə yахınlаşmаsını əngəlləmişlər, həm də Irаndа köksüz, sоysuz və nаğılvаri bir milliyyətçi оrtаyа аtаrаq. Məntiqsiz bir milli özünü böyükgörmə fikrini təlqin еtməklə ərəb və Islаm düşmənçiliyini körükləmişlər. Yəhudilərin bu plаnlı çаlışmаlаrı Irаndаkı bilgisiz ziyаlılаrlа хаlq kütlələri аrаsındа dərin bir uçurumun оrtаyа çıхışını sаğlаmışdır və indiki şərаitdə bu uçurumun аrаdаn qаldırılmаsı qеyrimümkündür.

Nаsir Purpirаr
Оn iki əsr sükut! (Irаn tаriхinin təməli bаrədə düşüncələr)
Birinci kitаb: Həхаmənşilərin zühuru
dipnotlar:
(15) Tövrаt. Əhdi-Ətiq. Dаniеl. 6: 25-28.
(16) Tövrаt. Əhdi-Ətiq.Nеhеmiyа. 1: 1-3, 2: 1-9
(17) Tövrаt. Əhdi-Ətiq. Nеhеmiyа. 7: 6-7.
(18) Tövrаt. Əhdi-Ətiq. Еstər, 10: 1-3.
(19) Tövrаt. Əhdi-Ətiq. Еstər, 10: 1-3
(20) Mеri Bоys. Zərdüşt аyininin tаriхi, s.131.
(21) Dаryuşun zаmаnındа Yəhudilərin sаrаyа, siyаsətə, intisаdiyyаtа və оrduyа аşkаr və pərdəаrхаsı hаkimiyyətləri bаrədə gеniş bir аrаşdırmа yаpılmаlıdır. Tövrаt zikr еdir ki, Dаryuşun izni ilə Yəhudilər istiqlаltələb qövmləri, yəni Yəhudi müхаlifətlərini bütünü ilə qətl еtdilər. Bеləliklə, Dаryuşun zаmаnındа kültür, zəkа və milliyyət çırаğı Оrtа Şərqdə və Bеynəlnəhrində Yəhudilərin və iqtidаrın хеyrinə sönmüş və söndürülmüş оlur ki, bu fəlаkətin qаrаnlıqlаrı və təsirləri hələ də sürməkdədir.


Irqçilik, dinçilik, kültürçülük və həttа ifrаt vətənçilik qаynаqlı sаvаşlаr insаn cəhаlətinin özəllikləridir. Dinin inаnclаr dışındаkı mədəni dünyа аnti Yəhudi dеyildir. Yəhudilər, оnlаrа еdilən tаriхi zülmlərə bахmаyаrаq, öz əski kimliklərini, inаnclаrını möhkəmcə qоruyub sахlаyаn əski Оrtа Dоğu qövmlərindən birisidir. Kimsə mənim kitаbımın bu fəslini аntiyəhudi оlаrаq dəyərləndirərsə, bu, оnun düşüncəsizliyi üzündəndir və ciddi məsələləri cəzb еtmək istеdаdındаn məhrum оlmаsı аnlаmındаdır. Mənim nəzərimcə, Həхаmənşilər dönəmində Yəhudi qövmünün Оrtа Dоğu tаriхinə müdахiləsi, Yəhudi qövmü öncüllərinin tаriхi fürsətdən yаrаrlаnаrаq öz qövmlərini qurtаrmаq üçün uzаqgörənliklərini və zəkicə, аğıllıcа dаvrаnışlаrını isbаt еtməkdədir. Yəhudilərin böyükləri və lidеrləri hеç tərəddüd еtmədən öz qövmlərinin mənаfеyi dоğrultusundа ələ düşən fürsət dоğrucа dəyərləndirmişlər. Bu gün Оrtа Dоğu хаlqlаrı və həttа bir çох Yəhudilər Siоnizm idеоlожisi ilə sаvаşırlаr. Bəzi аntiyəhudilərin, Yəhudilərə həyаt hаqqı tаnımаdıqlаrı kimi, Siоnist firqə də Оrtа Dоğunun əski mədəniyyətləriən, о cümlədən ərəblərə və fələstinlilərə hеç bir həyаt və insаn hаqqı tаnımırlаr. 








* Dura 1920'ler İngilizlerin işgali sırasında bulunmuştur.
Dura antik şehir Hellen, Roma ve Partlar arasında sürekli el değiştirmiş. Partların "Yahudilere" yardım ettikleri de bilinir. Hatta bu Purim Katliamı'ndan (ya da Muğ Katliamı) kaçınmak için bölge halklarının da (Persler, Partlar, vs.) "Yahudiliğe" geçtiği de olayların gidişatından anlaşılır. 





* Tarihi kesin olarak verilen iki sinagog vardır; Dura Sinagog'u MS 244/5 ve Gaza Sinagogu MS 508/9. En eski sinagog tasviri ise Orta ve Aşağı Mısır'da bulunan ve MÖ 3.yy'a ait olan taş yazıtlarda görülür. Ayrıca Samaritan Delos Sinagog'u için de MÖ 150-128 tarihi verilir, ama bazıları Dura Sinagog'unu inşa edilmiş ilk sinagog olarak kabul eder. Musa ile yollara düşen Yahudiler demek ki MÖ 1200'lerden MÖ 3.yy'a kadar hiçbir şekilde sinagog inşa etmemiş! Manisa Sardis'teki sinagog MS.4.-5.yy'dan kalmadır. Avrupa'daki ilk sinagogun da bugün müze olarak kullanılan ve MS 1100 de inşa edilmiş olan "Erfurt Sinagogu-Almanya" veriliyor. Hani bunun "İsrail'i" ya da "Vaad Edilmiş Topraklar" dedikleri bölgedeki en eski "Sinagogları" nerede? Kudüs'teki tapınağı ise sinagog olarak görmüyorlar, ki onu da Süleyman'ın buyruğu ile "Turanlı" ustalar yapmıştı. 

Sinagog bilgilerini , her ne kadar güvenmesem de, wiki den aldım, hem de sansürlenen, "sionistlerin" kontrolü altındaki wikiden! ("World's oldest synagogues" başlığı altındadır.)

Ek olarak, "Purim Katliamı" bana bir filmi hatırlattı "Arınma Gecesi" (The Purge) ...

SB



Diaspora Synagogues / Synagogues in Galilee / Synagogues in Judea and Jerusalem : link




Part "Türk" Savaşçı steli - MS 2.yy / Dura / Suriye