18 Kasım 2024 Pazartesi

Türkçe - Turkish

 

Adı Türkçe Bars/Barıs'tan gelen "Boris'in Saçmalıkları"

"Bullshits of Boris", which his name is also of Turkish origin!


Ashina (Aşina/Asena), Khatun (Katun/Hatun), Chad (Şad), Yabghu (Yabgu/Yabku/Yabğu), Khagan (Kağan/Kaan), Khan (Kan/Han), Tegin (Tegin/Tigin/Tekin), Chor (Çor), Tarkhan (Tarkan/Tarhan), Bek (Beg/Bey), Tudun (Todun), Boila (Boyla/Buyla/Boyar), Erkin (Erkin/Ergin/İrkin), Baghatur (Bahadır/Batur), Elteber (İlteber), Bumin, İstemi, Mukan, Taşpar, Nevar and Turk (Türk) is TURKİSH OF ORİGİN !

SB














Kaynaklar / Sources:

* Talat Tekin - Tuna Bulgarları ve Dilleri, 1987

* Gerard Clauson - An Etymological Dictionary of pre-thirteenth-century Turkish, 1972

* Saadettin Gömeç - “Şadapıt" Unvanı Hakkında. Prof. Dr. Işın Demirkent Anısına, Dünya yayınları, Şubat 2008

* Zehra Odabaşı - Türk Devletlerinde Kullanılan İdari Ünvanlar / Osmanlı Medeniyeti Araştırmaları Dergisi/Journal of Ottoman Civilization Studies. Cilt 5, Sayı 9, Ekim 2019 & Vol 5, No 9, October 2019

* Semra Bayraktar - Turova ve Saka Türkleri, 2023


* And the "Bullshit Oscar" goes to:

Boris Zhivkov - Khazaria in the Ninth and Tenth centuries. Translated by Daria Manova, ed. Florin Curta, 2015 Brill.

_________



Yaban Domuzu ve İskitler

 

Akınak'tan detay / İskit-Türk, MÖ 4.yy - Büyük Belozerka Köyü, Zaparoje/UKRAYNA

At eti yiyen İskit Türklerinin "domuz" yemediğini iddia edemeyiz. Hatta "yaban domuzu" bazı İskit obalarının ongunu olabilir. Çünkü, nasıl ki renkler yön belirtiyorsa, hayvanlar da yön belirtmekteydi.

" Eski Türkler, dört yönü dört renkle sembolleştirirken, yönlerin her biri birer sembolik hayvan tarafından da temsil edilmiştir. Doğuyu mavi-koyun, Batıyı beyaz-köpek, Güney’i kırmızı-çaylak, Kuzey’i ise siyah-yaban domuzu temsil etmektedir. " - Nuraniye Ekrem, Eski Türklerin Renklerle Yön Belirleme Metodu.

Bu durumda kuzeyde yaşayan obalardan birinin ongunu yaban domuzu olabilir ki sanat eserlerinde kullanmışlar.

SB


Yaban Domuzu Altın Plaka, MÖ 7.yy - Arzhan/Arjan-2 / TUVA






EK:
Akınak - kıngırak Türkçe kökenlidir.
Akinakes/Acinaces is Turkish of origin.





______________


Eski Türklerin Renklerle Yön Belirleme Metodu

Nuraniye Ekrem · 1 Mayıs 2016

Türkler, Nuh Tufan’ından beri varlıklarını sürdürmüş bir Millettir. Türkçe dünyadaki en eski dillerden biridir. Mustafa Kemal ATATÜRK 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmasında Türklerin kökeni hakkında şöyle seslenmiştir: “Efendiler, bu insanlık dünyasında büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır” (Dünya Türkleri Birliği, 2013) .

Evet, Türklerin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanındaki derinliğini onun kültüründeki zenginliklerden görebilmekteyiz. Bilindiği gibi bilim adamlarının günümüzde hararetle tartıştığı konulardan biri renklerin soyut mu? somut mu? Olduğu tartışmasıdır. Oysa Türkler milattan çok önce renkleri somut olarak günlük hayatlarında; yön belirlemede simge olarak kullanmayı bilmişler ve savaş durumlarında da strateji araçları olarak tatbik etmişlerdir.

Renkler, kültürel simgeler olmasından ötürü toplumların yapılarını, kültürlerini ve dünya görüşlerini çözümleme konusunda çok daha fazla önem taşımaktadırlar. Dolayısıyla sosyolojinin de inceleme alanına girmiştir. Bu çalışmada renkler Türk kültür tarihi açısından incelemiştir.

Türkler tarihinin en eski devirlerinden beri renkleri yönleri tarif etmek için kullanmışlardır. Bu renklerden kara = kuzey, kızıl = güney, gök = doğu, ak = batı yönlerini tarif etmek için kullanılmıştır. Türk kültüründe, renkler yönleri ifade etmek için kullanıldığı gibi, manevi, milli ve dini anlamlar için birer araç olarak kullanılmıştır. Böylece simgeledikleri kavram ve anlamlar aracılığıyla, Türk kültür ve geleneklerinde önemli bir yer işgal etmektedirler.

Renkler, her toplumda değişik anlamlar ifade eder. Her topluluğun yücelttiği veya sevmediği renkler olduğu gibi, bu renklerin belirttiği yönler de farklıdır. Bir toplulukça sevilen renkler, bir diğer toplulukça sevilmeyebilir. Renkler, gerçek niteliklerinin yanı sıra bazen bir değer yargısı olarak da kullanılabilmektedir (Ögel, 199: 377). Ak renk Türklerde ve Çinlilerde batıyı temsil ederken, Hintlilerde doğuyu, Eski Ahitlerde güneyi, Mayalarda kuzeyi temsil eder (Gabain 1968: 109).

Hindistan’da Doğu=ak, Güney=sarı, Batı=kara, Kuzey=kızıl renkleri ile temsil edilirken Lamaist Kalmuklarda Doğu=ak, Güney=mavi, Kuzey=yaldız rengi, Batı=kızıl olup, Eski Ahitte ise Doğu=kızıl, Güney=ak, Batı=ala, Kuzey=kara’dır. Amerika’da Doğu=kara, Güney=ak, Batı=sarı/kızıl, Kuzey=mavi/yeşil ve Mayalaı’da ise Doğu=kızıl, Güney=san, Batı=kara, Kuzey=ak olarak gösterilmektedir (Gabain, 1968: 109).

Eski Türkler, dört yönü dört renkle sembolleştirirken, yönlerin her biri birer sembolik hayvan tarafından da temsil edilmiştir. Doğuyu mavi-koyun, Batıyı beyaz-köpek, Güney’i kırmızı-çaylak, Kuzey’i ise siyah-yaban domuzu temsil etmektedir. 

Çinliler farklı bir sınıflama yapmışlardı. Doğu tarafına ejder, Güney tarafına kuş, Batı tarafına beyaz kaplan, Kuzey tarafına da kaplumbağa bakardı. Bu bölümlerden her biri bir renkle temsil edilmekteydi. Türklerde Orta kısmı sembolleştiren hayvan ise eski Türklerin Kotus (Kut=Mukaddes, Us=Öküz) dedikleri ve Uygur Türklerinin günümüzde de Kotaz dedikleri bir çeşit öküz idi (Gabain, 1968: 108).

Türklerde, Doğu = mavi/yeşil, Batı = ak, Güney = kızıl, Kuzey = kara renkleri ile sembolleştirilmiştir. Çinlilerin renklerle yön belirleme kültürü Türkler ile benzerlik olduğudur. Dolayısıyla renkler ile yönü belirleme ve sembolleştirme konusu, Türk kültürü açısından başlı başına bir araştırma konusudur.

Bahaeddin Ögel’e göre sarı renk, Türk inanışları ile duygularında iyi bir yer tutmaz. Kötü ruhlar, hastalıklar, bomboş çöller, uzun kış günleri, yokluklar hep sarı renkle sembolleştirilmişlerdir. Yalnızca tabiat ve bahardaki çiçek tasvirlerinde zevkle ve istenerek kullanılır (Ögel 2000: 479).

Mustafa Kafalı Hoca’nın araştırmasına göre sarı renk yön anlamı taşımaz (1996: 50). Bu renk sadece ak, kara, kızıl ve gök renklerinin ortasında yer alan merkezi karşılamak için kullanılmıştır. Devlet yapısı bakımından değerlendirildiğinde, sarı renk merkez hâkimiyetini ve kudreti ifade eder. Birçok sarı yanında kullanılan Türk sarısı altın sarısıdır. Altın bilindiği üzere, kuvvet ve kudretin, hâkimiyet ve zenginliğin karşılığı olarak dünya var olduğu günden beri değerini korumaktadır. Yine bu anlayışa uygun olarak tarihte güçlü ve cihangir hükümdarların hepsi altın tahtla birlikte tasvir edilmişlerdir (Kafalı, 1996: 50-51).

Reşat genç Hoca’nın araştırmasına göre, Osmanlı Devleti’nde sırma sarısı olarak ifade edilen sarı renk hep altın sarısı olmuştur. Dolayısıyla sarı renk Türklerde Ülgen’in sarayının ve tahtının ifadesi olduğu için aynı zamanda dünyanın merkezinin de sembolüdür (Genç, 1996: 42-43).

M.Ö. 771-M.Ö. 480 yıllarının ilk zamanlarında faaliyet gösteren, Proto-Türk olduğu kabul edilen Kırmızı Tiler ve Beyaz Tiler’in (Ekrem, 1995: 65-83) renklerle adlandırılmasında da yönü renklerle sembolleştirme inançları etkili olmuştur. Yani Kırmızı Tiler eskiden stepin güneyinde, Beyaz Tiler ise batısında yerleşmişlerdi. Ch’ün-ch’iu (M.Ö. 771-M.Ö. 480), döneminin ortalarına gelince Kırımızı Tiler’in stepten ayrılarak güneye doğru Çin’in Shan-hsi eyaletindeki Tai-hang dağları civarına Beyaz Tiler’in ise güneye doğru Shan-pei tepelerine hareket ederek yerleşmeye başlamışlardı. Bu, hem göçebe halkların ilkel inançlarına (Şaman inancı) uygun, hem de Kırmızı Tiler’in oturduğu bölge olan Tai-hang dağlarının Moğolistan steplerinin güneyine yakın olduğunu gösterir. Beyaz Tiler’in oturduğu Shan-pei tepeleri de Moğolistan steplerinin batısına yakındır. Bu bilgilerden yola çıkararak, eski Türklerin de renkler ile yön belirlediği söylenebilir (Ma-ch’ang-shou, 1962).

Ayrıca M.Ö. 626 senesinde ortaya çıkan Proto-Türk olduğu kabul edilen Tilerin neden “Kırmızı” ve “Beyaz” renklerle adlandırıldığına dair bir başka tahmin ise yukarıda belirtilen yönü renklerle sembolleştirme inancının yanı sıra, Tilerin kırmızı ya da beyaz elbise giymeleridir (Lin, 1987: 299). Yine bazı araştırmacılar ise “Ti” adının aslında bir avcı kuşunun adı olup klasik eserlerde bahsedilen “Beyaz Ti Kuşu” ve “Kırmızı Ti Kuşu” adlarından kaynaklanmasıdır (Lin, 1987: 38-39). Ancak bu iddiaların hakikati ne derece yansıttığını kanıtlamak için daha fazla veriye ve araştırmaya ihtiyaç vardır. Araştırmacıların çoğunluğu ise Şaman inancındaki mavi, kırmızı, beyaz ve siyah renklerin dört yönü işaret etmesinden kaynaklandığını kabul etmektedirler.

Hunların ordu yapısında, Hun hükümdarı dışında, sırasıyla Sol ve Sağ Bilge beyi, Sol ve Sağ Kol beyi, Sol ve Sağ General, Sol ve Sağ Bölük Komutanı, Sol ve Sağ Kutluk Beyleri’nden, tüm Sol beyler doğuda, Sağ beyler de batıda otururken, Hun hükümdarı da ortada yani merkezde oturuyordu (Ssu-ma-ch’ien, 1975: 2890-2891). Genelde Sol Bey, Sağ beye göre rütbe olarak büyük idi (Fen-ye, 1965: 2944). Bu belgelere göre, Hunlar Merkez dışında doğu yönüne önem vermekte ve bu yönün Hunlar için sol taraf olduğu anlaşılmaktadır. Bu da Göktürklerle tipik benzerlikleri olduğunu göstermektedir. Hunlar çadırlarda toplu halde iken, büyükler sırtlarını kuzeye dönerek sol tarafta otururlardı (Ssu-ma-ch’ien, 1975: 2890).

Ayrıca Hun hükümdarı seherde kalkıp otağının dışına çıkarak, güneş doğduğunda ve akşamları da ay ışığında ibadetini yapardı (Ssu-mach ien 1975: 2890). Bu belgelerden Hunların güneşin doğduğu yöne, yani doğu yönüne çok önem verdiği anlaşılmaktadır.

Bunun dışında, Hunlar mavi, siyah, beyaz ve kırmızıdan oluşan dört renkle, dört yönü sembolleştiriyordu. Bu konuda en iyi örnek Shih-chi (Tarihî Hatıralar)’de yer almaktadır. Shih-chi’ye göre, M.Ö. 2000 yılında Hun hükümdarı Mete (Mo-tu) kırk bir atlı askeriyle Çin’in Han Sülâlesi hükümdarı Kao-tı ve onun ordusunu kuşatma altına almıştır. Hunların beyaz atlı askerleri batı yönünde, gök atlı (yüzü ve burnu beyaz, bedeni mavi) askerleri doğu yönünde, siyah atlı askerleri kuzey yönünde, kırmızı atlı askerleri güney yönünde Çinlileri kuşatmışlardır. 

Yedi gün boyunca Hun atlı askerlerinin kuşatması altında kalan Çin’in Han sülâlesi ordusu, rüşvet ve yıllık vergi vermeye söz vererek ancak kendilerini kurtarabilmişlerdir (Ssu-ma-ch’ien, 1975: 2894). Bu görkemli savaş sahnesinde, Hun atlı askerleri dört yönü, dört renk ile sembolize etmelerinden de anlaşılacağı gibi, Eski Türklerin, bu metodu gündelik sosyal hayat dışında savaş stratejisi olarak ta kullandığı anlaşılmaktadır.

Hunların renkler ile yön belirleme metodunun daha iyi aydınlatılabilmesi için Hunların komşuları olan Çinlilerin renkler ile ve yön belirme metoduna kısaca değinmek gerekir.

Çinlilerin renkler ile yönü belirleme araştırmaları M.Ö. 480-M.Ö. 226 yılları arasında başlamış ve eserler yazılmıştır. Bu tür inanç, o zamanlardaki Çin’de bulunan yedi devletten biri olan Ch’in Devleti (Shan-tung eyaleti)’nde yayılmaya başlarken aynı zamanda Çin tıbbını da etkilemiştir. Çin tıbbının ilk teori eseri olan Nei-Chinğ’de yer alan bu anlayış, insanın vücudundaki çeşitli organlarla özdeşleştirilmiştir. Fakat Çinlilerde bir renk ve bir yön fazladır. Yani dört yönün ortasında yer alan bölgeyi sarı renk ile belirlemişlerdir. Bu anlayış sadece Çin tıbbında mevcuttur.

Nei-chinğ in, M.Ö. IV-I. yüzyılları arasında göçebe hayatı ağırlıkta olan Ch’in Devleti’nde yazıldığı tahmin edilmektedir (Kuo-ai-ch’ün, 1985: 505). Nei-ching adlı kitap, eski Çin toprağında meydana gelen çeşitli felsefe düşüncelerini içermekle birlikte tabiat ve insanoğlu arasındaki ilişkiyi de ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Bu kitabın 4. ve 5. bölümlerinde yer alan bilgilere göre, dünya; ağaç, ateş, toprak, maden ve su gibi unsurlardan oluşurken tabiattaki her şey, bu beş unsurla özdeşleştirilmiştir (Chang-Ying-Yen, 1980: 16-17, 22-24).

Bahaeddin Ögel, eski Türklerin dört yönü dört renk ile belirleme konusunda çok zengin birikime sahip iken, Çinlilerin bu konuda Türklere göre daha zayıf olduğunu, yerleşik ve kendi oturduğu bölgeden başka bir yeri görmemiş bir topluluk olan Çinliler ile birkaç haftada yüzlerce kilometrelik saha içinde dolaşabilen göçebe halkların bildiklerinin daha fazla olduğunu belirtirken, göçebe halkların yön hususunda yerleşik köylülerden çok daha fazla bilgiye sahip olması gerektiği açıklamasını yapmıştır (Ögel, 1991, cilt I; 429).

Bahaeddin Ögel ve diğer hocaların araştırmalarına rağmen bunca Çince kaynağı şunu söyleyebilmek için sıralamaya çalıştım aslında;

Yukarıda da sözü edildiği gibi, Proto Türkler, M.Ö. 7. Yüzyıllarda renklerle yönü sembolleştirmişlerdir. Çinliler ise M.Ö. 3. Yüzyıllarda ancak renk ile yönü özdeşleştirmeye başlamışlardır. Buna göre Eski Türklerde dört yönü dört renk ile özdeşleştirme geleneği Çinlilere göre 200 yıl önce başlatmışlardır. Atatürk’ün belirttiği gibi Türk milleti, yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği olan ve kültürü zengin bir millettir.

kaynak: Dolunay Dergi, 1 Mayıs 2016

KAYNAKÇA: ARSEVEN, Celal Esad, (1980). Türk Sanatı, Cem Yayınevi, 1987. // CHANG, Ying-Yen, Huang-ti-Nei-Ching Chi-chu (Nei Ching Hakkındaki İzahlar), Shang-hai Teknik Neşriyatı, // CHAVANNES, (1958). Batı Göktürkler Hakkındaki Kaynaklar (Çince terc. Feng-ch’en-chun), Chung-hua Kitapevi, Pekin. // CHENG, Yong-ling, (1987). Min-Tzu-Tsu-Tian (Milletler Sözlüğü), Shanghai Tsu-shu Matbaası, Shang-hai. // DİVİTÇİOGLU, Sencer, (1987). Kök Türkler, Kent Basımevi, İstanbul. // DİYARBEKİRLİ, Nejat, (1972). Hun Sanatı, Milli Eğitim Bakanlığı Kültür Yayınları, İstanbul. // EKREM, Erkin, (1996). Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Kavimleri (M.Ö. 2146-318), Yayınlanmamış Tez Çalışması, H.Ü. Tarih Bölümü. // FENG, Ch’eng-Chün, (1958). Batı Göktürkler Hakkındaki Kaynaklar, Chung-hua Kitapevi. // FEN, Ye, (1965). Hou-Han-shu (İkinci Han Sülalesi Tarihi), Chung-hua Shu-chü, Pekin. // GABAİN, A.V, (1968). “Renklerin Sembolik Anlamları”, Türkoloji Dergisi, Ankara. // GENÇ, Reşat (1996). Türk Düşüncesi Davranışı ve Hayatında Renkler ve Sarı, Kırmızı, Yeşil, Türk Kültüründe Renkler, Nevruz ve Renkler, (Yay.Haz. S. Tural – E. Kılıç), Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara. // HSÜ, Sheng, (1963). Shou-wen-chic-Tzu (Eski Çince Sözlüğü), Chung-hua Kitapevi, Pekin. // KAFALI, Mustafa, (1996), “Türk Kültüründe Renkler”, Nevruz ve Renkler, (Yay.Haz. S. Tural – E. Kılıç), Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara. // KUO, Ai-chun, (1985). Chung-kuo Chen-Chiu Hui-Ts’ui (Çin Akupunktur ve Dağlama Hakkındaki Kitaplardan Seçmeler), Hunan Teknık Neşriyatı, Ch’ang-sha. // MA, Ch’ang-shou, (1962). Kuzey Ti ve Hunlar, Chung-hua, Shu-chü, Pekin. // NEMETH, J., (1940). “Türklüğün Eski Çağı” (Macarcadan), Ülkü Mecmuası, (Tercüme eden: Şerif Baştav), Ankara. // EKREM, Nuraniye H. (1996)(Dr. Öğr. Üyesi ). Hunlarda Renk ve Yön Bilgisi, Türk Dünyasında Nevruz, İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara. 19 - 21 Mart 1996, ss.85-95 // ÖGEL, Bahaeddin, (1991). Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara. // ÖGEL, Bahaeddin, (1947). “Büyük Hun Devletinin Kuruluşundan Önceki Orta Asya’nın Etnik Durumu”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi. // PAN-KU, (l975). Han-shu (Han Sülâlesi Tarihi), Chung-hua, Shu-chü, Pekin. // SSU, Ma-ch’ien, (1962). Shih-chi (Tarihî Hatıralar), Chung-hua, Shu-chü, Pekin. // TANER, Tarhan, (1970). “Bozkır Medeniyetlerinin Kısa Kronolojisi”, Tarih Dergisi, İstanbul. // TURAN, Osman, (1941). Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, DTCF Yayınları.

_________


8 Kasım 2024 Cuma

Ku Kişiler ve Ak-Kun

 

Şekil 8. Ak-Kyun'un mezarından çıkan kemik kamçı sapı.
Pic 8. The bone handle of the whip from Ak-Kyun's grave.
Рис. 8. Костяная рукоятка плети из могилы Ак-Кюна. 4/5 нат.вел.
Şekil 9. Ak-Kyun'un mezarından kırbaç sapı kesiti.
1 - yandan görünüm; 2 - üstten görünüm; 3 - sapın arkasında bir kuş bulunan parça.
Fig. 9. Cut through the handles of the whip from Ak-Kyun's grave. 1 — side view; 2 — top view; 3 — fragment with a bird on the back of the handle.
Рис. 9. Прорись рукоятки плети из могилы Ак-Кюна. 3/4 нат.вел. 1 — вид сбоку; 2 — вид сверху; 3 — фрагмент с птицей с оборотной стороны трубки.


L.P. Kyzlasov

Ak-Kyun (Altay) Mezarından Bir Kırbacın Oyulmuş Kemik Sapı.(1951)


1935 yazında, L.A. Yevtyukhova ve S.V. Kiselyov liderliğinde çalışan Sayano-Altay arkeoloji keşif gezisi, Altay'da, Kurai bozkırında, VI-VIII. yüzyıllara ait çok sayıda eski Türk mezarını araştırdı. [1] Kazılar sırasında elde edilen sonuçlara göre 1 No.lu Höyük (Kurai mezarlığının IV. grubu) özellikle önemlidir. Cenaze envanterinin çeşitli parçaları arasında, alt kısmındaki Yenisey yazıtıyla dikkat çeken, yerel, Güney Sibirya üretimi bir gümüş testi örneği bulunmuştur. S.V. Kiselyov tarafından tercüme edilen yazıtta şunlar yazılıdır: 

“Bir adam... [isim?] ... [Şad cesur bir arkadaştır” [2]

İkinci yazıt da dikkat çekicidir ve gömülen kişinin adını bile bize bildirmiştir. Bu, kemer ucunun arkasında bulunan yazıttır: “Sahibi [Bay] Ak-Kyun... kuşak...” [3]

Üç ölü at, çeşitli ve değerli cenaze gereçleri ve en önemlisi de bir köleyle birlikte bir bloğa gömülmesi, bunun zengin ve soylu bir adamın mezarı olduğuna dair hiçbir şüphe bırakmamaktadır.

Ak-Kyun'un mezarının saklandığı yerde bulunan 7,3 cm uzunluğundaki, kemikten oyulmuş, hafif kavisli kamçı sapı, sanatsal zanaat ve sembolizme alışılmadık bir ilgi uyandırmaktadır (Şekil 8). S.V. Kiselyov bu konuda şöyle yazmaktadır: “Kamçının kemik sapı, yırtıcı bir hayvan ve onu takip eden bir kuşun oyulmuş eşleştirilmiş görüntüsü ile süslenmiştir...” [4]

Yırtıcı bir ağzı olan bir hayvanın başı iki kez tasvir edilmiştir: yukarıdan dışbükey, aşağıdan tüpün içbükey tarafında, [5] dahası, yırtıcı bir ağzın bu görüntülerinin her ikisi de aynı desen ve benzerliğe göre yapılmış ve kesinlikle simetrik olarak düzenlenmiştir. Hayvanın birbirine yakın yerleştirilmiş sivri kulakları; dar, kabartmalı ve keskin bir şekilde vurgulanmış burun kemiği vardır. Açık ağız büyük keskin dişlerle süslenmiştir. Örgü şeklinde bükülmüş çoklu doğrusal bir süsleme ağızdan ayrılır. Süsleme kemiğin dört tarafında da kabartma olarak yapılmıştır, ancak sadece iki tarafta, hayvanın sırtına düştüğünde kulaklara tam oturur ve yanlarda yuvarlanır. Bir hayvanın boynunun arkası ve bir örgü ile stilize edilmiş bir gövde gibidir. Tüpün diğer ucunda, bu süsleme komşu şeritlerle iç içe geçerek bir çıkıntı oluşturmakta, ardından yine oyma imgeler taşıyan, ancak kabartma olarak vurgulanmamış tüpün pürüzsüz bir yüzeyi gelmektedir.

Arkada örgünün devamı olan bir şerit kesilir; bu şerit tüpün ucuna doğru daralır. Bu şerit ikiye bölünür ve her bir yarısında ortaya doğru bir açıyla birleşen çentikler bulunur, yani bu şerit de örgülüdür. Tüpün kenarlarında örgü yoktur, bunun yerine usta figürü tamamlamak için koşan bir hayvanın arka ayağını işlemiştir. Sanatçı burada yukarı doğru bükülmüş ve enine kesiklerle parçalanmış dar bir kuyruk şeridi tasvir etmiştir. Bacağın görüntüsü yünü ifade eden darbelerle noktalanmıştır.

Tasvir edilen hayvanın formlarının aktarımındaki güçlü stilizasyon ve geleneksellik, yırtıcının cinsi sorusunu doğru bir şekilde çözmemize izin vermiyor. Bununla birlikte, keskin, sıkıca bastırılmış kulaklara sahip dar ve uzun bir ağız, zıplar gibi geçirilmiş bir arka bacak ve kalkık bir kuyruk, keskin dişlerle bezeli açık bir ağza sahip bir kurt figürünü aktarırken koşullu özellikler olarak yorumlanabilir. “Acele eden” yırtıcı hayvanın tüm figürüne, gücünü ve kuvvetini vurgulayan korkutucu bir ifade verilir.

Yırtıcının arkasında, kemik sapın boş alanında, sanki zorlu ve güçlü bir yırtıcının peşinden yüzüyormuş gibi tamamen beklenmedik bir su kuşu görüntüsü vardır. Yukarı doğru kavisli kuyruk, uzun boyun, uzun gagalı ve siyah gözlü büyük baş büyük olasılıkla bir kuğuya ait olabilir (Şekil 9-1, 3). Sanatçı, kuşun ana hatlarını tüpün her iki tarafında simetrik olarak dikkatlice yeniden üretmiştir, ki bu görünüşe göre tesadüfi değildir.

Bu durumda, görüntülerin anlamları hakkında tahminde bulunmak oldukça zordur. Bana öyle geliyor ki bir sonraki en olası açıklama mümkündür. Yırtıcı hayvan ve kuş imgeleri, atalarımızın geleneksel hale gelmiş totemik imgeleridir. Güçlü bir yırtıcı hayvan, bana göre bir kurt imgesi, kurdun kökenini kendilerine atfettikleri Tuğyu Türklerinin efsanelerini hatırlamamıza neden oluyor. [6] Bu nedenle, askeri “altın kurt başlı sancakları” vardı, [7] ve bu nedenle kağanların ve askeri liderlerin korumalarının Tuğyu Türklerine “fuli” denir, yani “fırtınalar” bir kurttur, kökenlerini kurttan hatırladıklarının bir işareti olarak.” [8] Gördüğümüz gibi, Tuğyu totemizmin oldukça güçlü kalıntılarını korumuştur.

Kuşun görüntüsünün tüm karakteristik özellikleri onun bir kuğu olduğunu göstermektedir. Eğer öyleyse, şu anda Gorno-Altay Özerk Bölgesi'nin Turochak Aymag'ında Kuğu Nehri vadisinde, özellikle de onun kolu Baygol'de yaşayan Altay kabilelerinden biri olan Lebedinitler veya Chelkanlar olarak adlandırılan Ku-Kizhi'leri (Altay ku - kuğu, kizhi (Kişi) - insan) hatırlamak gerekir. Kendilerine hala Ku-Kişi diyorlar ve efsanelerinde atalarının bir kuğu olduğunu söylüyorlar. Bu, zamanımızda totemizmin büyük kalıntılarını göstermektedir. [9]

Elbette tüm bunlar, Lebedinlilerin etnogenezinin ipliğini yüzyılların derinliklerine götüren bir durum olmasaydı, VII. yüzyılın Altay kabilelerinden birinin kendisine Ku-Kizhi dediğini ve şimdiki Lebedinlilerin doğrudan atası olduğunu söylemeyi mümkün kılmazdı. Kuğunun adı, Altay kökenlerini kendilerinin anlattığı VI-VIII. yüzyıllara ait Türk-Tuğyu efsanelerinde de bulunur. Bu eski Türk efsaneleri, Türk kağanlığı ile ilgili tarihi olaylarla birlikte halk efsanelerini kaydeden Çinli tarihçiler tarafından bizim için korunmuştur.

Altay ve Minusinsk havzasının tüm eski Türk dili konuşan kabilelerinin ataları olan dört kardeş hakkında iyi bilinen bir efsane vardır. Efsaneye göre, Tsigu kardeşlerden biri Abakan ve Yenisey arasındaki Kırgız topraklarına sahipti, diğer ikisi Altay'da, Çüy boyunca ve Güney Altay'ın Çüy Dağları'nda (Şad Nadulu) yaşıyordu ve dördüncüsü “kuğuya dönüştü”, bu nedenle modern Lebedintsy'nin kökeni buradan geliyordu. [10]

Kuşkusuz, Altay Türklerinin etnik yapısı ve kökeni incelenirken bu efsane her türlü ilgiyi hak etmektedir. Ne yazık ki efsane, bu “ata kuğunun” nereye yerleştiğini ve hangi topraklara sahip olduğunu belirtmemektedir. Bu sorunun bizi çok uzağa götürmemesi için en olası varsayımlardan birine odaklanacağım. Türk kuğusunun “cesur yoldaşı” olan “Bay Ak-Kyun ”un kendisinin de yerel kökenli, Lebedintsev kabilesinden (ku) soylu bir adam olması mümkündür. Altay'daki yerli kabilelerden haraç toplayan Türk şad, Orhun'da hissesi olan Doğu Türklerinin kağanının himayesindeydi. Bildiğiniz gibi, şad sadece kağanın çok yakın bir akrabası, genellikle bir oğlu veya yeğeni, en azından soylu Türk-Tugyu'dan bir kişi olabilirdi.

Buna karşılık şad yerel halktan zengin ve etkili kişilere güveniyordu. Görünüşe göre bu insanlar arasında, kırbacının kemik sapına hizmet ettiği kurdun totemi olan korkunç kurdun ve kendi totemi olan kuğunun resimlerini takan “Bay Ak-Kyun” da vardı. Ak-Kyun'un kurdu takip etmesi gibi, kuğu da kurdu takip ederdi. Modern Ku-Kişilerin hala atalarının topraklarında yaşadığını varsayarsak, ölümünü bir seferde bulan Ak-Kyun'un Kuray bozkırına gömülmüş olması şaşırtıcı değildir. [11]

Bu dönemde Tuğyu Türklerinin at kamçılarının iyi bilinen bir sembol, bir güç işareti olduğu, tarihçi Bizanslı Menander'in Bizans elçisi Valentine'in 576'da Türklere yaptığı seyahatle ilgili hikayesinde aktardığı bilgilerle kanıtlanmaktadır. Batı topraklarının hükümdarı, Türk kağanının oğlu Türksanf [Турксанф], Varkhonitleri (Avarlar) destekledikleri için Bizanslılara sitem ederek şöyle demiştir: "Ama Varkhonitler, Türklerin tebaası olarak, istediğim zaman bana gelecekler; ve onlara gönderilen at kırbacımı görür görmez cehenneme kaçacaklar." [12] Anlaşılan, Türksanf'ın emirlerini onaylayan bir güç sembolü olarak gönderdiği ‘at kırbacı’, diğer kişilerin kırbaçlarından bir şekilde farklıydı, yani sapı yüksek rütbeli bir kişiye ait olduğunu gösteren imgeler taşıyor olabilirdi. Bu muhtemelen “Bay Ak-Kyun ”un kırbacıdır.

Tarif edilen sapa geri dönelim. Bu oyma kemik gerçekten bir kamçı sapı olarak kullanılmış mıdır? Her şeyden önce, bir rezervasyon yapmak gerekiyor, sapın kendisi sadece içi boş bir tüpe benziyor. Katı bir kemiktir ve sadece ince ucu, ince kayışlardan dokunmuş yuvarlak bir kırbacın yerleştirildiği küçük uzunlukta bir tüp manşondur. Bu, korunmuş demir perçinlerle gösterilmektedir. Bunlardan biri tüpün içinden yukarıdan aşağıya, diğeri ise enlemesine geçmektedir (Şekil 9-1, 2). Görünüşe göre kırbaç sabitlenmiş, çünkü daha önce kuyruk perçini de, biri bir çatlakla ayrılmış olan deliklerle gösterildiği gibi (yandan) karşıya geçmiştir. Üzerinde iki kurt yüzü resmi bulunan diğer ucun ağzında sadece küçük bir çukur vardır. Ayrıca yukarıdan aşağıya uzanan demir bir çubuğu vardır. Kamçı, Altay ve Hakaslar arasında adet olduğu üzere, saçaklı deri püsküller aşağıya sarkacak şekilde buraya iliştirilmiştir. Püsküller, demir perçin hariç, ağız zarlarındaki özel deliklere geçirilen ince deri bağcıklarla yuvaya tutturulmuştur. Bunlardan bir tarafta dört tane, diğer tarafta ise altı tane bulunmaktadır. Buna ek olarak, ağzın tam köşesinde son derece özenle açılmış, nispeten büyük, yuvarlak bir delik vardır. Kırbacı koluna asmak için içinden deri bir halka geçirilmiştir.

Teknik açıdan bakıldığında, oyma kusursuz ve son derece ustaca yapılmıştır. Tüm delikler çok hassas bir şekilde açılmıştır ve üst ve alt ağızlıkların kulakları arasına, yani yandan, her iki tarafta birer tane olmak üzere çizilen daireler metal pergel kullanıldığını göstermektedir. Örgünün dalgalı çizgileri ve çizimlerin ince yarıkları, zamanın şimdiye kadar aşındıramadığı siyah boya ile doldurulmuştur. Oldukça benzer bir kıvrımlı süsleme -kıvrımların ortasında daireler bulunan bir örgü- bıçağın kemik tutacağında ve Kudyrge 3'teki eyerin kemik astarının bir parçasında bulunmaktadır. [13] Bu da tarif edilen kamçı sapını, zaman olarak yakın olan Altay malzemesine bağlamaktadır.

Kurt da dahil olmak üzere bir yırtıcı hayvanın burnuyla biten kemik el sanatları, İskit ve ardından Hun-Sarmat dönemlerinin en karakteristik özelliğidir. Tarif edilen sap, yırtıcı hayvan ağızlarının eşleştirilmiş resimlerinin ve kurt ağzı şeklinde oyulmuş bir kemiğin ucunun bulunduğu Volga ve Uralların kesişme noktasındaki benzer ürünlere benzemektedir. [14]

Altay'da, Hun-Sarmat döneminde, geç “hayvan” tarzı da çok güçlü bir şekilde gelişmiştir. Bu bağlamda, ikinci Pazırık höyüğünde bulunan ve üzerinde kedi cinsi bir yırtıcı tarafından saldırıya uğrayan bir at resmi bulunan ahşap oyma kamçı sapına dikkat edilmelidir. [15]

Bununla birlikte, hayvan imgelerinin hayatta kalabilirliği, güçlü ve görünüşe göre köklü “hayvan tarzı” gelenekleri iyi bilinmektedir. En yakın örnek, Kuzey Kırgızistan'daki Türk mezarlarında bulunan oyma teke boynuzudur, [16] bu boynuzun ucunda bir yırtıcının sırıtan burnu da yeniden üretilmiştir. Bu tür kemik el sanatları Rusya'da, Moğol öncesi dönemde, VIII. yüzyıldan itibaren de bilinmektedir. Bunları inceleyen A.S. Gushchin şöyle yazmaktadır: “Örgü genellikle hayvan formlarıyla, özellikle de hayvan başlarıyla bir arada bulunur ve ilişkilendirilir.” Ve dahası: “Başlar ayrı olarak da bulunur, ancak genellikle örgü ile karıştırılır ya da onun dışına akarlar... Örgü ve stilize hayvan formunun ortak bir desende birleşmesiyle teratolojik bir üsluba sahip oluruz...”. [17]

Gördüğünüz gibi, tarif edilen kemik kamçı sapı, hayvan formlarını kendine özgü bükülmüş bir süsle - bir örgü ile birleştirerek, Doğu Avrupa'daki kemik el sanatlarının teratolojik tarzına oldukça uygundur.

Gerçekten de, aynı Gushchin tarafından aktarılan Khanenko koleksiyonundaki kemikten oyma ayna sapı, tarif edilen sapa yakın bir benzerlik göstermektedir. Bu sapın ucu bir hayvan başı, muhtemelen de bir kurt başı şeklinde yapılmış ve daha sonra yuvarlak kemik boyunca bükülmüş örgülü bir süsleme devam etmektedir. [18]

Bununla birlikte, Altay'a çok daha yakın yerlerde de kemik el sanatlarında bu tür dokuma süslemelere rastlamaktayız; örneğin, 1903 yılında Adrianov tarafından Sargov ulusunda kazılan antik Hakas mezarından, Yenisey'den gelen kamçı sapının kemik ucu. Bu uç, yuvarlak başlı bir topuz şeklinde kemikten oyulmuştur ve bizim tarafımızdan tarif edilen kırbaçta olduğu gibi (Şekil 10) dişli karartılmış çizgileri olan bir örgü ile süslenmiştir. Ucunda, kola asılan deri bir halka için yuvarlak bir delik vardır. Bu ucu da bir hayvan yüzüne benzer, ama görünüşe göre çok stilize edilmiştir. [19]

Şekil 10. Yenisey'den, sapın kemik ucu.
Fig. 10. The bone tip of the handle from the Yenisei.
Рис. 10. Костяной наконечник рукоятки с Енисея. 3/4 нат.вел.


Dolayısıyla, Ak-Kyun kırbacının oyulmuş sapını incelemek bize şunları sağlar:

1. Eski Altaylılar arasındaki önemli totemik fikirleri tanımlamak.

2. Türklerin kökeni hakkındaki eski efsanelerin doğruluğunu resimlerde tespit etmek.

3. Ku kabilesinin [20] eski Altaylılarının varlığını kanıtlamak ve “Bay Ak-Kyun”un kabile üyeliğini ve sosyal yüzünü bulmak daha gerçekçidir.

Aynı zamanda, Ak-Kyun (Ak-Kuğu) kırbacının kemik sapının görüntülerinin stilistik özelliklerinin incelenmesi, Sibirya teratolojik stilinin geç “hayvan” stiliyle genetik bağlantısı hakkında sonuca varmamızı sağlar. Böylece, tarif edilen sap, eski çağlardan beri Sibirya sanatı tarafından çok sevilen tek bir hayvan imgesi serisinde haklı olarak seçkin bir yer alabilir.


L.P. Kyzlasov

Ak-Kyun (Altay) mezarından bir kırbacın oyulmuş kemik sapı.//KSIIMK. Sayı XXXVI. 1951. s. 50-55.

[1] L.A. Yevtyukhova ve S.V. Kiselyov. Sayano-Altay arkeolojik keşif gezisinin 1935 yılındaki çalışmaları hakkında rapor, Tr.GIM, cilt XVI, M., 1941, s. 75-117.

[2] A.g.e., s. 103.

[3 A.g.e., s. 105. S.V. Kiselyov tarafından çevrilmiştir.

[4] CA, sayı I. M.-L., 1936, s. 284.

[5] S.V. Kiselev'e malzeme ve fotoğraf sağlama nezaketi için teşekkür ederim.

[6] Iakinf. Eski çağlarda Orta Asya'da yaşamış halklar hakkında bilgi derlemesi. Bölüm 1. Petersburg, 1851, s. 257.

[7] A.g.e., s. 269.

[8] Ibid.

[9] A. Zolotarev. Sibirya halkları arasında totemizm kalıntıları. L., 1934, s. 33.

[10] “Living Antiquity”, kitap III, cilt III ve IV, St. Petersburg, 1896, s. 278-279. Cf: S.V. Kiselyov. Güney Sibirya'nın Eski Tarihi, SSCB MIA, sayı 9, M.-L., 1949, s. 276.

[11] Ak-Kyun'un yüzü M.M. Gerasimov tarafından restore edilmiştir. “Kafatası ile yüz rekonstrüksiyonunun temelleri” adlı kitabına bakınız, M., 1949, s. 139, şekil 83.

[12] Bizanslı tarihçi. Spyridon Destunis tarafından Yunancadan çevrilmiştir. Petersburg, 1861, s. 419.

[13] S. Rudenko ve A. Glukhov. Altay'daki Kudyrge mezarlığı. Mater. according to Ethnography, cilt III, cilt 2. L., 1927, şek. 17, 3 ve 7.

[14] V. Grakov. Mónuments de la culture scythique entre le Volga et les monts Oural. ESA, III, 1928.

[15] S.I. Rudenko. İkinci Pazırık kurganı. L., 1948, Tablo VI.

[16] A.N. Bernstam. B. Chuisky Kanalı malzemelerine dayanarak Kuzey Kırgızistan'ın tarihi ve kültürel geçmişi. Frunze, 1943, Tablo V., şekil 14.

[17] A.S. Gushchin. Slav tarım sanatı sorunu üzerine. Görsel sanat. İzobraz bölümünün geçici temsilcisi. sanatlar, cilt 1, L., 1927, s. 64.

[18] Khanenko. Dinyeper bölgesinin eski eserleri, sayı V. Kiev, 1902, Tablo XXXIV, No.1204; ayrıca bkz. sayfa 56.

[19] Bu topuz, çok kötü bir şekilde de olsa, OAK for 1903, St. Petersburg, 1906, sayfa 131, şekil 264'te yayımlanmıştır. Şimdi GIM'de saklanmaktadır, env. 43930, depo 17/386. Verdiğim çizim orijinalinden yapılmıştır.

[20] Ku-Kizhi (Lebedintsev) dışında, modern Altaylılar arasında aynı kabilenin bir kalıntısı, şimdi aynı Turochak aymağında yaşayan ve XVIII. yüzyılın ortalarında Lebed Nehri'nin ağzında işaretlenmiş olan Ku-mandy (Kumandintsev) olarak kabul edilebilir (L.P. Potapov. Kuzey Altay kabileleri arasında kabile sisteminin çözülmesi. IGAIMK, sayı 128. M.-L., 1935, s. 12 ve 16). Bu özellikle üst Kumandin Ku-Gang klanı için geçerlidir (“ban”, “man” - toprak, ülke; bu N.A. Aristov tarafından belirtilmiştir; bkz. “Living Antiquity”, kitap III, cilt III ve IV. Petersburg, 1896. S. ketskoe “ban”: B. Dolgikh. Somon balığı. Irkutsk, 1934, s. 44). “Akademisyen Radlov... Kumandin dilinin Şelkanlar veya Lebedinyalılar ile neredeyse tamamen benzer olduğunu belirtmiştir. Aynı ifadeyi 1929'da Kumandin dilini inceleyen A. Sukhotin'de de buluyoruz” (L.P. Potapov. Decree.soc., s. 13). Ku-Kizhi (Ku-Kişi) ve Ku-Manda'ya ek olarak, eski Ku kabilesinin geri kalanı, yaşlıları Aktygan Dağı yakınlarındaki Lebed Nehri havzasındaki eski yaşamlarını hala hatırlayan Tubalar Ku-Zen (Kuzen) ailesidir (L.P. Potapov. Decree.soc., s. 11).Belki de yakın geçmişte Biysk bölgesinde bağımsız bir Kuzenskaya cemaatinin varlığı, Kuzen ailesinin eski bolluğuna tanıklık etmektedir (bkz. V.I. Verbitsky. Altai aliens. M., 1893, s. 8)


SB-NOT : Турксанф - Turksanf - Türksanf (=Türk Kağanlığı)

                  Ksanf > Ksanth (!) > Ksanth(-os)  // Kas (Kassitler) - Sak (Sakalar/İskitler)

- Takım yıldızları: Cygnus (Kuğu); Vulpecula (Tilkicik), **"Kırbaç sapındaki kurdu takip eden bir kuğu"yu hatırlatıyor!** ; Sagitta (Okçuk), **İskitlerin en önemli silahı ve sembolü** ve Hercules (Erkle/Herkül), **Herodot'a göre İskit/Sakaların atası ve Sumerli Bilgemiş'in kopyası**.

Ku Kişi ve Kuknos (Cycnos/Cygnus) 

"Kral Kuknos halkıyla Turova Savaşı’na katılmış bir kraldı. Akhalar henüz büyük meydan savaşı için İl kentinin kıyısına çıkarma yapmamış, çevre kentlerini yağmalayıp yıkmakla meşguldü. Böyle bir saldırı sırasında Akha ordusu Kral Kuknos’un beyliğine ayak bastı. Ama bir kehânete göre toprağa ilk basacak olan kişi ilk ölecek olan kişi idi. Bu yüzden geri çekilen Akil’in yerine kıyıya Protesilaos atladı. Kral Kuknos’un halkı da savunmaya geçti ve Akhalar karaya ayak basmasınlar diye taşa tuttular. İşte o sırada Protesilaos bir Dardanoslu tarafından öldürüldü. “Kara toprak yuttu şimdi Protesilaos’u, yarım kalmış bir saray bıraktı Phylake’de, bir de iki yanağını yırtan bir karı (İlyada).” Arkasından Akil Mürmidonlarla karaya ayak bastı ve onlar da Kral Kuknos’u taşlayarak öldürdü. Çünkü Kral Kuknos’a ne mızrak ne de kılıç işlemiyordu. Bunu gören halk kente sığındı, ama Akhalar kenti kuşatarak önlerine çıkan herkesi öldürdü. Kral Kuknos ölünce babası Poseidon* onu bir kuğuya çevirdi ki Cycnos/Cygnus kuğu demekti. Ancak hiç kimse Türkçedeki varlığını araştırmamıştı.

Altay Türklerinin efsanelerinde Ak-Kun (Ak-Kyun) adında bir kağan ve Ku-Kizhi (Ku-Kişi) adını alan boy bulunmakta. Dört kardeşten üçü ülkeyi bölüşürken, dördüncü kardeş kuğuya dönüşüyor. Onu takip eden halk da Kuğu Kişiler adını alıyor. Ak-Kun’un babası bir dişi kurttan doğmuş. Bir Altay-Kuray kurganından çıkartılan bir kırbaç sapında da kurdu takip eden bir kuğu betimlenmiş. Bu kurganın Altay’da anlatılan Ku-Kişilerin takip ettiği ve kuğuya dönüştüğü düşünülen Ak-Kun’la ilgisi olduğu söylenir. Ayrıca aynı kurgandan çıkan bir yazıtta da “Otçı ak kün... kuşağı” okunmaktadır. Ak-Kun ve Ku-Kişi (Kuğu Kişi), kuğuya dönüştürülen Kuknos’la (Cycnos/Cygnus) sesteş ve anlamdaş olması dışında dönüştürülme hikâyeleri de benzerdir. Hatta Türklerin Er Targın destanında Kırım Han’ın kuğuya benzer kızının adı da Ak Cunus’tur."

SB - Turova ve Saka Türkleri

Dipnot:

- Kuğu; Koğu, kuğu, ku (yansıma)+ğu. Kuu, kuv, ku, kü, ak kuv, ak kü, guv, gu kuşu. K(>g)UU[-ü-v]; Kıpçak Türkçesinde kuv; Saha Türkçesinde kuba; “Eski çivi yazılarında (MÖ 13.-12.yy) Ku ve Kumen (Kuman) etnonimlerinin de adı verilmektedir. Ku etnonimim ile ilgili, bu, Türk (proto-Türk) boylarından birinin adı olmuş ve bu ad eski Türkler arasında geniş yayılmış Ku Kuşu (kaz) totemi ile alakadardır… Türk efsanelerinde Hun hakanının kardeşinin oğlu ku kuşuna çevrilmiş… Bu Türk kabilesi ku adlanmış.”

- Poseidon ise HA ve Grek olmayan Pelasg kökenli bir tanrıydı...



**********

L.P. Kyzlasov

Carved bone handle of a whip from the grave of Ak-Kyun (Altai).

In the summer of 1935, the Sayano-Altai archaeological expedition, working under the leadership of L.A. Yevtyukhova and S.V. Kiselyov, investigated in Altai, in the Kurai steppe, a large number of ancient Turkic burials of the VI-VIII centuries. [1] Mound No. 1 (IV group of the Kurai burial ground) is especially important according to the results obtained during excavations. Among the various items of the funeral inventory, another sample of a silver jug of local, South Siberian production was found, remarkable for the Yenisei inscription at the bottom of it. The inscription, translated by S.V. Kiselyov, reads: "A man... [name?] ... [With] the shad is a courageous companion". [2] The second inscription is also remarkable, which made even the name of the buried one known to us. This is the inscription found on the back of the belt tip: "The owner [Mr.] Ak-Kyun... the sash...". [3]

Burial in a block with three dead horses, various and valuable items of funeral equipment and, most importantly, the accompanying burial of a slave — leave no doubt that this is the grave of a rich and noble man.

An unusual interest in the artistic craft and symbolism is aroused by the carved bone, slightly curved handle of a whip, 7.3 cm long, found in the hiding place of Ak-Kyun's grave (Fig. 8). S.V. Kiselyov writes about it: "The bone handle of the whip, decorated with a carved paired image of a predator and a bird following it...". [4]

The head of an animal with a predatory gaping mouth is depicted twice: from above on the convex, from below on the concave side of the tube 1, [5] moreover, both of these images of a predatory muzzle are made according to the same pattern and similarity and are arranged strictly symmetrically. The animal has pointed ears, located close to each other; a narrow, embossed and sharply emphasized nasal bone. The gaping mouth is studded with large sharp teeth. A twisted multilinear ornament in the form of a plait departs from the muzzle. The ornament is made in relief on all four sides of the bone, but only on two sides, when it falls on the back of the animal, it fits right to the ears, and on the sides it is rounded. It's like the back of an animal's neck and a body stylized with a braid. At the other end of the tube, this ornament is intertwined with neighboring stripes, forming a ledge, followed by a smooth surface of the tube, also bearing carved images, but not highlighted in relief.

A strip is cut out at the back, which is a continuation of the braid; this strip tapers to the end of the tube. It is divided in half, and each half has notches that converge at an angle to the middle, i.e. this strip is also braided. There is no plaiting on the sides of the tube, but instead, finishing the figure, the master engraved the hind leg of a running beast. The artist has depicted here a narrow strip of tail, bent upwards and dissected by transverse cuts. The image of the leg is dotted with strokes denoting wool.

The strong stylization and conventionality in the transfer of the forms of the depicted beast do not allow us to accurately solve the question of the predator's breed. However, a narrow long muzzle with sharp, tightly pressed ears, a hind leg passed as if in a jump, and an upturned tail can be interpreted as conditional features when transmitting the figure of a wolf, with an open mouth dotted with sharp teeth. The whole figure of the "rushing" predator is given an intimidating expression, emphasizing its strength, power.

Behind the predator, in the free space of the bone handle, there is a completely unexpected image of a waterfowl, as if swimming after a formidable and powerful predator. The tail arched high up, the long neck, the large head with a long beak and black eyes may most likely belong to a swan (Fig. 9-1, 3). The artist carefully reproduced the outlines of the bird symmetrically, on both sides of the tube, which, apparently, is not accidental.

In this case, it is quite difficult to guess about the semantics of images. It seems to me that the next most likely explanation is possible. Images of a predator and a bird are totemic images of ancestral ancestors that have already become traditional. The image of a strong predator, in my opinion, a wolf, makes us recall the legends of the Tugyu Turks, according to which they ascribe to themselves the origin of the wolf. [6] Therefore, they had military "banners with a golden wolf's head", [7] and therefore the Tugyu Turks of the bodyguards of the kagans and military leaders "are called fuli", i.e. "storms" are a wolf, as a sign that they remember their origin from the wolf." [8] As we can see, Tugyu has preserved quite strong remnants of totemism.

All the characteristic features of the bird's image indicate that it is a swan. If this is so, then it is necessary to recall the Ku-Kizhi (Altai ku (kuğu) — swan, Kizhi (kişi) — person/man), the so-called Lebedinites or Chelkans, one of the Altai tribes that now inhabit the valley of the Swan River, mainly its tributary Baigol, in the Turochak aimag of the Gorno-Altai Autonomous Region. They still call themselves Ku-Kizhi, telling in legends that their ancestor was a swan. This indicates great remnants of totemism in our time. [9]

Of course, all this would not have made it possible to say that one of the Altai tribes of the VII century called itself the Ku-Kizhi and was the direct ancestor of the current Lebedinites, if not for one circumstance that leads the thread of the Lebedinites' ethnogenesis far into the depths of centuries. The name of the swan is also found in the legends of the Turks-Tugyu of the VI-VIII centuries, in which they themselves tell about their Altai origin. These ancient Turkic legends have been preserved for us by Chinese historians, who recorded their folk legends along with historical events related to the Turkic khaganate.

There is a well-known legend about the four brothers, the progenitors of all the ancient Turkic-speaking tribes of Altai and the Minusinsk basin. According to legend, one of the Tsigu brothers owned the land of the Kyrgyz between Abakan and Yenisei, the other two lived in Altai, along the Chui and in the Chui Mountains of Southern Altai (shad Nadulu), and the fourth "turned into a swan", from which, therefore, the modern Lebedintsy originate. [10]

Undoubtedly, this legend deserves every attention when studying the ethnic composition and origin of the Altai Turks. Unfortunately, the legend does not indicate where this "progenitor swan" settled and what land he owned. So that this question does not take us too far, I will focus on one of the most likely assumptions. It is possible that the "master Mr. Ak-Kyun", being the "courageous companion" of the Turkic shad, was himself of local origin, a noble man from the Lebedintsev tribe (ku). The Turkic shad, who collects tribute from aboriginal tribes in Altai, was a protege of the khagan of the Eastern Turks, who had a stake in Orkhon. As you know, the shad could only be a very close relative of the kagan, usually a son or nephew, at least a person from the noble Turks-Tugyu.

In turn, the shad relied on rich and influential people from the local population. Among such people, apparently, was "Mr. Ak-Kyun", who wore on the bone handle of his whip images of the terrible wolf — the totem of the shad, whom he served, and the swan — his totem. Just as Ak-Kyun followed the shad, so the swan follows the wolf. If we assume that modern Ku-Kizhi still live on the lands of their ancestors, then it is not surprising that Ak-Kyun, who found his death in some campaign, was buried in the Kurai steppe. [11]

The fact that in this era the horse whips of the Tugyu Turks were, apparently, a well-known symbol, a sign of power, is evidenced by the information reported by the historian Menander the Byzantine in the story about the trip of the Byzantine ambassador Valentine to the Turks in 576. Turksanf, the ruler of the western lands, the son of the Turkic khagan, reproaching the Byzantines for supporting the Varkhonites (Avars), said: "But the Varkhonites, as subjects of the Turks, will come to me whenever I want; and as soon as they see my horse whip sent to them, they will flee to hell." [12] Apparently, Turksanf's "horse whip", which was sent as a symbol of power, in confirmation of his orders, was somehow different from the whips of other persons, i.e. its handle may have carried images indicating belonging to a high-ranking person. This is probably the lash of "Mr. Ak-Kyun".

Let's return to the described handle. Did this carved bone really serve as a whip handle? First of all, it is necessary to make a reservation, the handle itself only looks like a hollow tube. It is a solid bone, and only the thin end of it is a tube-sleeve of small length, where a round whip woven from thin straps was inserted. This is indicated by the preserved iron rivets. One of them passes through the tube from top to bottom, the other — across (Fig. 9-1, 2). The whip was apparently fixed, since earlier the tail rivet also passed across (from the side), as indicated by the holes, one of which is separated by a crack. The other end, with the image of two wolf faces, has only a small depression in the mouth. It also has an iron rod running from top to bottom. Leather tassels with fringes were attached here, hanging down, as is customary among the Kamchi, Altaians and Khakas. The tassels, except for the iron rivet, were fastened in the socket with thin leather laces, which were threaded into special holes in the membranes of the mouth. There are four of them on one side and six on the other. In addition, there is an extremely neatly drilled, relatively large, round hole in the very corner of the mouth. A leather loop was threaded through it to hang the whip on his arm.

On the technical side, the carving is immaculate and extremely skillful. All the holes are drilled very precisely, and the circles drawn between the ears of the upper and lower muzzles, i.e. from the side, one on each side, indicate the use of metal compasses. The wavy lines of the braid and the thin slits of the drawings are filled with black paint, which time has not been able to etch out so far. Quite a similar twisted ornament-a plait with circles in the middle of the curls is on the bone holder of the knife and on a fragment of the bone lining of the saddle from Kudyrge. [13] This further connects the described whip handle with the Altai material, which is close in time.

Bone crafts ending in the snout of a predator, including a wolf, are most characteristic of the Scythian and then Hunno-Sarmatian times. The described handle resembles similar products from the interfluve of the Volga and the Urals, where paired images of predator muzzles and the end of a carved bone in the form of a wolf's muzzle were found. [14]

In Altai, in the Hunno-Sarmatian era, the late "animal" style was also very strongly developed. In this regard, it should be noted the wooden carved handle of a whip from the second Pazyryk mound with the image of a horse attacked by a predator of the feline breed. [15]

However, the survivability of animal images, strong and, apparently, deeply rooted traditions of the "animal style" are well known. The closest example is the carved teke horn from the Turkic burials of northern Kyrgyzstan, [16] at the end of which the grinning snout of a predator is also reproduced. Such bone crafts are also known in Russia, in the pre-Mongol period, from the VIII century. Thus, A.S. Gushchin, who studied them, writes: "The plait often coexists and is associated with animal forms, mainly with the heads of animals." And further: "The heads are found separately, but they are usually confused with the weave or flow out of it... In this fusion into a common pattern of a plait and a stylized animal form, we have a teratological style...". [17]

As you can see, the described bone handle of the whip, combining animal forms with a peculiar twisted ornament — a plait, is quite suitable for the teratological style of bone crafts in Eastern Europe.

Indeed, the bone carved mirror handle from the Khanenko collection, cited by the same Gushchin, gives a close analogy to the described handle. The end of this handle is made in the form of an animal's head, possibly also a wolf, and then a twisted braided ornament goes along the round bone.[18]

However, we also find this kind of woven ornament on bone crafts in places much closer to Altai, for example, the bone tip of the whip handle from the Yenisei, from the ancient Khakass burial, excavated in 1903 by Adrianov at the Sargov ulus. This tip is carved from bone in the form of a knob with a round head and is ornamented with a plait with threaded blackened lines, as in the whip described by us (Fig. 10). At the end of it there is a round hole for a leather loop hanging on the arm. This end of it also resembles something similar to an animal's face, but already, apparently, very stylized. [19]

So, studying the carved handle of the Ak-Kyun whip allows us to:

1. To identify significant totemic ideas among the ancient Altaians.

2. To fix in the images the confirmation of ancient legends about the origin of the Turks.

3. It is more realistic to substantiate the presence of the ancient Altaians of the Ku 1 tribe [20] and find out the tribal affiliation and social face of "Mr. Ak-Kyun".

At the same time, the study of the stylistic features of the images of the bone handle of the Ak-Kyun whip allows us to conclude about the genetic connection of the Siberian teratological style with the late "animal" style.

Thus, the described handle can rightfully take an outstanding place in a single series of images of animals, so beloved by the art of Siberia since ancient times.

L.P. Kyzlasov - Л.P. Кызласов
Резная костяная рукоятка плети из могилы Ак-Кюна (Алтай).// КСИИМК. Вып. XXXVI. 1951. С. 50-55.

[11] Ak-Kyun's face was restored by M.M. Gerasimov. See his book "Fundamentals of facial reconstruction by skull", M., 1949, p. 139, fig. 83.

[20] A remnant of the same tribe among modern Altaians, except for the Ku-Kizhi (lebedintsev), can be considered the Ku-mandy (kumandintsev), who now live in the same Turochak aimag, and in the middle of the XVIII century. marked at the mouth of the Lebed River (L.P. Potapov. The decomposition of the tribal system among the tribes of the Northern Altai. IGAIMK, issue 128. M.-L., 1935, pp. 12 and 16). This is especially true of the upper Kumandin ku-gang clan ("ban", "man" — land, country; this was pointed out by N.A. Aristov; see "Living Antiquity", book III, vol. III and IV. St. Petersburg, 1896. S. ketskoe "ban": B. Dolgikh. Chum salmon. Irkutsk, 1934, p. 44). "Academician Radlov... He noted the almost complete similarity of the Kumandin language with the Shelkans or Lebedinians. We find an identical statement in A. Sukhotin, who studied the Kumandin language in 1929" (L.P. Potapov. Decree.soc., p. 13). In addition to the ku-kizhi and ku-manda, the remainder of the ancient Ku tribe is also the Tubalar ku-zen (cousin) family, whose old people still remember their former life in the basin of the Lebed River, near Mount Aktygan (L.P. Potapov. Decree.soc., p. 11). Perhaps the existence of an independent Kuzenskaya parish in the Biysk district in the recent past testifies to the former abundance of the Kuzen family (see V.I. Verbitsky. Altai aliens. M., 1893, p. 8)


SB