21 Haziran 2019 Cuma

Doğu Toros Petroglifleri: Tırşin Yaylası ve Çevresi




Kaya resimlerinin tarihlendirilmesi günümüzde de halen tartışılan sorunsallardan biridir. Bu durum, kronolojik olarak tanımlanmasını zorlaştırmaktadır. Genel olarak sembolizma, üslup ve kontekst üzerine yapılan tarihlendirme çalışmaları yetersiz kalmaktadır. Resmetme faaliyetinin yapıldığı alanlar ve dağılımı düşünüldüğünde, kaya resimlerinin sürekliliği ve değişkenliği göz önünde tutulmalıdır. Farklı coğrafyalarda yapılan resmetme faaliyetinin çoğu zaman benzer form ve öğeleri içerek şekilde yapılmış olması, analojik yöntemin eksik kalabileceğini göstermektedir. Bu bağlamda kontekst, üslup ve tekniğe dayalı karşılaştırmalar en sık kullanılan tarihlendirme yöntemi olsa da, özellikle son yıllarda artan çalışmalarla birlikte, çeşitli tarihlendirme yöntemleri, (14) etkin bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.



Çalışma konumuzu oluşturan Doğu Anadolu Bölgesi ve Anadolu’daki kaya resimleri şu ana dek yalnızca sembolizma ve kontekst üzerinden tarihlendirilmiştir. Van-Hakkari dağlık bölgesindeki arkeolojik çalışmaların azlığı ve buluntuların eksikliği, kaya resimlerinin değerlendirilmesini zorlaştıran diğer nedenler arasındadır. Tırşin Yaylası kaya resimleri için, Muvaffak Uyanık ve Herbert Künh, belirgin bir tarihlendirme yapmamakla birlikte; kaya resimlerinin Epipaleolitik ve Neolitik Dönem’de yapılmış olabileceğini belirtmektedirler (Uyanık, 1974, s. 102). Yakındoğu ve Anadolu’da kaya resimleri üzerine çalışmış olan E. Anati, Tırşin ve Gevaruk Yaylası’ndaki figürleri beraber değerlendirerek Neolitik, Kalkolitik, Tunç (Erken Tunç ve 2.bin yıl) ve Demir Çağı olmak üzere dört gruba ayırmıştır (Anati, 1968, s. 35).

M. Özdoğan ise, Tırşin Yaylası’nda yer alan bazı betimlerin, Göbekli Tepe’de yoğun bir şekilde görülen sembolizmaya bağlı olarak, Neolitik Dönem özellikleri taşıdığını öne sürmüştür (Özdoğan, 2000, 2004). Tırşin Yaylası’ndaki bir sirk gölü çevresinde Neolitik Dönem özellikleri taşıyan obsidyen dilgi parçalarının bulunmuş olması da bu fikri destekleyen bir kanıt olarak görülmüştür (Özdoğan, 2004, s. 298). Uyanık’ta yayladaki çalışmasında obsidyen ve çakmaktaşı alet parçaları bulduğunu belirtmiştir (Uyanık, 1974, 54-57).

Bu bağlamda, Tırşin Yaylası ve çevresinde yer alan kaya resimleri için bir kronolojik önerme yapmak oldukça zordur. Üslup ve sembolizmaya bağlı olarak, tespit ettiğimiz figürlerin en az iki döneme işaret ettiğini, büyük boyutlu gerçekçi figürlerin bölgenin erken örneklerini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Tarihöncesi dönemde yapılmaya başladığını düşündüğümüz figürlerin yanında bazı resimlerin özellikle Tunç Çağı’nda da yapılmış olması muhtemeldir. Yoğunluk olarak daha az olduğunu söyleyebileceğimiz bazı figürler ise Demir Çağı ve sonrasında yapılmış olmalıdır.

Doğu Toros Petroglifleri: Tırşin Yaylası ve Çevresi
Hale Tümer
ANADOLU ARAŞTIRMALARI, 2018, Sayı 21.pdf: 
(14) Radyokarbon, likenometri, lüminans analizleri ayrıca uranyum seri (U-series), potasyum argon gibi radyometrik ve izotopik analizler kaya resimlerini tarihlendirme amacıyla kullanılmaktadır.







Bayan Yürek - Kazakistan - Türk Kaya Resimleri

HAKKARİ





10 BİN YILLIK KAYA RESİMLERİ KAYIT ALTINA ALINDI
Milliyet, 21.10.2014

Hakkari'nin Norduz bölgesindeki Trişin Yaylası'nda bulunan ve 10 bin yıl öncesine ait olduğu değerlendirilen kaya resimleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Konyar ve ekibince fotoğraflanarak kayıt altına alındı. Konyar: "Kaya resimleri, arkeoloji literatürü ve bölgenin pristoryası için çok önemli. Kaya resimleri açısından en erken örnekler burada yer alıyor".

Hakkari'nin Norduz  bölgesindeki Trişin Yaylası'nda, 10 bin yıl öncesine ait olduğu değerlendirilen  kaya resimleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve  arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar ve ekibi tarafından  fotoğraflanarak kayıt altına alındı.

İlk kez 1960 yılında bulunan ve o dönemden sonra bölgede yaşanan terör  olayları nedeniyle gidilemeyen Trişin Yaylası'ndaki kaya resimleri, bölgede  çatışmaların sona ermesiyle yeniden incelendi.

Yörede Van Müze Müdürlüğü'yle çalışma yürüten Konyar, ekibiyle 1960  yılından bu yana ilk kez kaya resimlerinin bulunduğu Trişin Yaylası'na giderek  araştırma yaptı.

Kaya resimlerini tek tek inceleyerek fotoğraflayan Konyar, bölgede  göçebe toplulukların yaptığı çok basit kaya resimlerinin olduğunu ve bunların  tarih açısından önemli bilgiler sağlayacağını bildirdi.

Hakkari'nin dağlık alanları arasında kalan yaylanın deniz seviyesinden  3 bin metre yükseklikte olduğunu kaydeden Konyar, şunları söyledi:

"Burası 1960 yılında keşfedilmiş ama o tarihten bu yana arkeologlar  buraya gelememiş. Bu yıl 50 yıl aradan sonra ilk kez bir arkeolojik ekip alanı  ziyaret etti. Kaya resimlerini inceliyoruz. Trişin Yaylası'ndaki kaya resimleri,  arkeoloji literatürü ve bölgenin prehistoryası için çok önemli. Kaya resimleri  açısından en erken örnekler burada yer alıyor. Kum taşından kaya blokları  üzerinde gruplar halinde bazen tek tek vurgu şeklinde işlenmiş, dağ keçisi, yaban  geyiği, yılan ve insan betimleri var. Dönemin koşulları ve ihtiyaçları  çerçevesinde resimler şekillendirilmiş. Bunları, avın iyi gitmesi için yapılan  törensel resimler olarak tanımlayabiliriz."

Konyar, bölgede yüzlerce kaya resminin bulunduğunu ve bunların bir  kısmının korunduğunu belirterek, bölgenin korunması için gerekli önlemlerin  alınması gerektiğini vurguladı.

Kaya resimlerinin belgeleme ve fotoğraflama çalışmasını yaptıklarını,  önümüzdeki dönemlerde de bu çalışmalara devam edeceklerini kaydeden Konyar, "Kaya  üstü resimleri açısından burada yerleşmeler olduğu tahmin ediliyor. Göçebe  toplulukların yaptığı çok basit kaya resimleri var. Kronolojisiyle ilgili  değerledirmeler yaptığımızda, bunların 10 bin yıl önce bölgede yaşayanların  yaptığı sanatsal üretimler olduğu söylenebilir" diye konuştu.



HAKKARİ KAM (Şaman)

ALTAY KAM

Bu fotoğraflar G.Kubarev'in "Karakol-Altay Petroglifleri"makalesindendir.


SB


Komana Mezar Taşı ile Kıpçak Mezar Taşları



Komana antik şehirden mezar taşı
"Doğu Roma Dönemi", Ballıdere/Tokat.





Doğu Roma dönemine tarihlendirilen Ballıdere/Tokat'ta bulunan 'Grek' alfabesiyle yazılmış mezar taşı. (en solda)

Arkeoloji okuyanların mutlaka Türkoloji eğitimi de alması gerekiyor. Çünkü bu mezartaşı Kıpçak mezartaşları ile birebir benzerlik gösteriyor. Kafkaslardan (antik dönemde diğer adı İber olan) İspanya'ya (İber Yarımadası) giden ve antik dönemde Anadolu'da 'Tabal' halklarından olabileceği düşünülen (Prof.Zübeyir Koşay) Baskların mezar taşlarıyla da birebir benzerlik göstermektedir.

Tüm bunlara antik kentin adını kanıt olarak ekleyebiliriz: "Komana" adının Kuman Türklerinden kalma olduğu Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu tarafından kanıtlanmıştır. Ve bilinir ki Doğu Roma döneminde Hıristiyanlığı seçmiş birçok Kıpçak-Kuman Türkleri bu bölgeye yerleşmiştir. Biraz daha dikkatli bir çalışma ve eğitimle Komana'da bulunan bu mezar taşının Türklere ait olduğu ortaya çıkar.

Milattan önce ve sonra olmak üzere; Türk arkeolojisini, Türk kültürünü, Türk dilini, Türk geleneğini ve Türk sanatının devamlılığını görmezden gelmeyin! "Hellen ve Roma akıl tutulması"ndan lütfen kurtulun ! İonlar bile "Grek" değil !

SB




solda : Komana "Doğu Roma Dönemi", Ballıdere/Tokat.
ortada: Kıpçak/Alban, Güney Azerbaycan.
sağda: Basklar, İber Yarımadası.



Kazı alanından yapılan açıklama:

"Komana Arkeolojik Araştırma Projesi, Orta Karadeniz Bölgesi, Klasik Çağ kenti Komana’nın lokasyonunu belirlemek ve kentsel dokusunu anlamak amacı ile 2004 yılında başlamıştır. Komana, Mitridat Krallığı’nın idaresinde önemli bir kült merkezi olmuş Roma İmparatorluk Dönemi’nde de özerkliğini korumuştur. Anadolu tanrısı Ma’ya adanmış olan kutsal alan, aynı zamanda çevre bölgeler için bir ticaret merkezi ve olasılıkla Mitridat Krallığı için banka görevi görmüştür. Kutsal alanda düzenlenen festivaller, zengin pazar yeri, kutsal fahişeleri ve kenti çevreleyen verimli arazisi ile Anadolu’nun tüm bölgelerinden ziyaretçi akınına uğramış olmalıdır. Komana ilk olarak 19. yüzyılda Avrupalı gezginler tarafından ziyaret edilmiş ve Tokat’ın 9 km kuzeydoğusunda, İris nehri (Yeşilırmak) yanında bulunan Hamamtepe höyüğü antik kentin merkezi olarak tesbit edilmiştir.

Karadeniz Bölgesi’nin içkesimlerinde, günümüz Tokat sınırları içerisinde, Hellenistik Dönem’de faaliyet gösteren iki tane tapınak devleti bulunmaktaydı. Bunlardan daha büyük olan? Komana, ana tanrıça Ma’ya ithafen yapılmış, Kapadokya tipi bir mabeddi (Wilson 1960, 228). Mabed çevresindeki topraklar tapınağa ait olup 6000 adet serf tarafından işleniyordu (Strabo 12.3.34). Komana tapınak devleti aynı zamanda polis statüsünde bulunmakta ve yıl boyunca çevreden gelen ziyaretçiler tarafından bir ticaret merkezi olarak da kullanılmakta idi. 
Komana’daki kutlama ve ibadet yöntemleri Kapadokya’daki Ma mabedindekiler ile benzerlik göstermekte idi. Hatta Strabo’ya göre (12.3.32) Komana Pontika Kapadokya’daki mabedin bir kopyasıydı: 

"…ve orada neredeyse aynı türde dini törenler bulunur; kehanet alma şekli aynıdır; özellikle de ilk kralların yönetiminde olduğu gibi, rahipler aynı şekilde saygın bir yere sahiplerdir; yılda iki kere, tanrıça heykelinin kentte gezdirildiği Exodi olarak anılan festivalde rahip tanrıçanın tacını giyerek kraldan sonraki en saygın şereflere tabi olur."

Pontus Krallığı döneminde Komana ve diğer tapınak devleti Zela kendi topraklarını işleyen, ve festival zamanlarında sayısız ziyaretçiye ev sahipliği yapan bağımsız devletler niteliğindeydiler. Bu bağımsızlıklarına rağman Pontus Krallığı döneminde diğer kentlerle aynı tipte şehir sikkeleri basmışlardır....

Tümülüsler: 
Geçmiş yıllarda olduğu gibi birçok tahrip edilmiş tümülüse rastlanmıştır. 2007 çalışmaları sırasında, tümülüslerin sadece kuzeyde ve güneyde bulunan tepelerin üzerlerinde değil ovada da yer aldıkları anlaşılmıştır.

Maltepe Tümülüsü:
Dağlık bölgedeki tümülüslerden birincisi Gaziosmanpaşa köyünün doğusunda bulunan Maltepe tümülüsüdür. Tümülüsün çevresi ortalama 170-180m çapı ise 60 m’dir. Tümülüs tahrip edilmiştir ancak üzerinde ve etrafında az miktarda seramik, kiremit kırıkları ve harç kalıntıları görülebilmektedir.

Kemiktepesi :
İkinci tümülüs Tokat-Niksar yolu üzerinde, Şenköy köyünün doğusunda yolun hemen kuzey tarafında Kılıçtepesi veya Kemiktepesi olarak bilinen hakim bir tepede bulunmaktadır. Tümülüs uzaktan kolaylıkla algılanabilmektedir. Bu tümülüsde de yaklaşık 5-6 metrelik bir çukur kazılarak kaçak kazılar yapılmış, tümülüs tahrip olmuştur. Arkeolojik herhangi bir malzeme görülmemektedir.

Poligon Tümülüsü:
Yine tepe üzerinde bulunan bir diğer tümülüs ise Tokat’ın hemen doğusunda bulunan Dedeli köyü ve kuzeyindeki Yelpe köyü arasında yeralır. Tamamı kazılarak tahrip edilmiştir.

Tokat’ın batısı ve doğusundaki ovalık alanlarda da 3 adet tümülüs tesbit edilmiştir. 

Bekçitepe Tümülüsü: 
Bu tümülüslerden Tokat’ın batısında Taşlıçiftlik köyünün girişinde yeralan Bekçitepe Tümülüsü Tokat Müzesi tarafından daha önce sit alanı olarak tescillenmiştir. Tümülüs üzerinde ve etrafında tarım faaliyetinin devam ettiği ve kaçak kazıların tümülüsü tahrip etmekte olduğu görülmüştür. Kaçak kazılarda bir duvar ortaya çıkarılmıştır.

Karakaya Tümülüsü:
Tokat’ın doğusunda, Karakaya köyünün kuzeyinde, Tokat-Niksar karayolunun hemen güneyindeki tarlaların arasında bir tümülüs görülmüştür. Bu tümülüsün neredeyse yarısı ağır bir şekilde, olasılıkla iş makinalarıyla tahrip edilmiştir. Tümülüsün ve kazılmış alanların yüzeyinde bol miktarda Geç Antik Çağ’a ait seramik ve insan kemikleri bulunmaktadır.

Us Tümülüsü:
Son olarak Tokat’ın batısında bulunan Kemalpaşa kasabasının yolunun girişinde üzerinde poligon noktası ve Lokantacı Osman Us ve ailesine ait modern mezarlar bulunan bir tepe görülmüştür. Üzerinde arkeolojik herhangi bir malzeme bulunmamasına rağmen bu tepenin bir tümülüs olması gerektiğine karar verilmiştir.... "


* Haritada gösterilen yer bir zamanlar Kaşka, Kimmer ve Hun Türklerinin bölgesiydi, yani milattan önce de Türkler Karadeniz bölgesinde yaşıyordu.

* Kapadokya'daki tapınak ile benzerlik göstermesi gayet doğal, çünkü Kapadokya'da bir zamanlar Kimmer Ülkesi olarak (Gmirra) anılıyordu.

* Harita gösterilen Armenia Minor bir coğrafi terimdir, devlet değil! Aslı Hayk olan bugünün Ermenileri hiçbir zaman devlet olmamış, sadece prenslik-beylik gibi siyasi varlıkları vardır. Armen kelimesi Türk boyu Erman'dan gelir. (bknz. Ermen Boyları ve Pseudo-Ermeni Haylar (Milattan Önce Türk -Ermeni İlişkileri) / Prof. Dr. Firidun Ağasıoğlu Celilov)

* Yabancıların (Türk özelliğini saklamak için) özellikle "tümülüs" dediği "Kurganlar" Türk kültürüne aittir.

* Arkeoloji okuyanların mutlaka Türk boylarını, tarihi, geleneğini, kültürünü, dilini ve sanatını bilmesi gerekiyor!

* Anadolu'da görülen her şey Yunan, Roma, Pers veya Doğu Roma değil!

SB





Slovakya'da da Kıpçak-Kuman benzeri mezar taşı var. (link)


Kuman Türk Beyliği - Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu







Latmos Kaya Resimleri ve Er Damgası




İnsan Kaya Resimleri
MÖ 6000-5000

Eski Türk alfabesinde 'er, kişi' ya da 'asker'i gösteren "ER" tamgası

Beşparmak kaya resimleri benzerlerinin Altay, Mersin ve Gobustan'da da bulunmasıyla beraber Göbeklitepe'deki "T" biçimli insan figürleri de unutulmamalıdır. Araştırılması ve bilim dünyasına sunulması Türk Tarihi açısından önemlidir. Çünkü, somut olan antik dönem kaya resimleri, daha sonra soyut olan Tamgalara ve en sonunda da Alfabeye dönüşmüştür. Bu konuda da herkes hem fikirdir.

SB














Kalbaktaş - I / Altay












18 Haziran 2019 Salı

Anadolu - Anatoli - Güneş - Şafak - Doğu



Anadolu kelimesinin anlamını her yerde "doğu, güneşin doğduğu yer" ya da "Ege'nin doğusu" olarak verirler ve "Grek" kökenli olduğunu, "Türkiye"nin de "Yunanlılar" tarafından verilen coğrafi adıdır derler. Peki bu doğru mudur? Soralım o zaman; Anadolu bir toponim mi, yoksa yön belirten bir kelime mi? Anatoli kelimesi ilk kez hangi yüzyılda kullanıldı? Sadece "Anadolu" için mi kullanıldı, yoksa başka coğrafi bölgeler içinde kullanımı var mı?

Liddell ile Scott'un Oxford'tan 1940'ta çıkarmış olduğu "A Greek-English Lexicon (Yunanca-İngilizce Sözlük)"e göre Anatoli/Anatole kelimesinin ilk kez geçtiği yerlere bakalım ve bu soruları cevaplayalım:



Odyssey destanı 12:4 :
ἀντολαὶ Ἠελίοιο (antolaí ielíoio) - anatoli/e H/Elios, yani "doğu" ve "güneş" olarak geçer.

‘αὐτὰρ ἐπεὶ ποταμοῖο λίπεν ῥόον Ὠκεανοῖο
νηῦς, ἀπὸ δ᾽ ἵκετο κῦμα θαλάσσης εὐρυπόροιο
νῆσόν τ᾽ Αἰαίην, ὅθι τ᾽ Ἠοῦς ἠριγενείης
οἰκία καὶ χοροί εἰσι καὶ ἀντολαὶ Ἠελίοιο,
νῆα μὲν ἔνθ᾽ ἐλθόντες ἐκέλσαμεν ἐν ψαμάθοισιν,
ἐκ δὲ καὶ αὐτοὶ βῆμεν ἐπὶ ῥηγμῖνι θαλάσσης:
ἔνθα δ᾽ ἀποβρίξαντες ἐμείναμεν Ἠῶ δῖαν. (link)
‘aftár epeí potamoío lípen róon Okeanoío
nifs, apó d᾽ íketo kýma thalássis evrypóroio
nísón t᾽ Aiaíin, óthi t᾽ Ioús irigeneíis
oikía kaí choroí eisi kaí antolaí Ielíoio,
nía mén énth᾽ elthóntes ekélsamen en psamáthoisin,
ek dé kaí aftoí vímen epí rigmíni thalássis:
éntha d᾽ apovríxantes emeínamen Ió dían.


İngilizcesinde:
"Now after our ship had left the stream of the river Oceanus and had come to the wave of the broad sea,
and the Aeaean isle, where is the dwelling of early Dawn and her dancing-lawns,
and the risings of the sun, there on our coming we beached our ship on the sands,
and ourselves went forth upon the shore of the sea,
and there we fell asleep, and waited for the bright Dawn."
(Homer. The Odyssey with an English Translation by A.T. Murray, PH.D. in two volumes. Cambridge, MA.,
Harvard University Press; London, William Heinemann, Ltd. 1919.)



Türkçe çevirisinde: Şafak ve Güneş kelimeleri kullanılmıştır.

"Ama ayrıldığı vakit gemimiz Okeanos Irmağı akıntısından,
engin denizin dalgaları sürdü bizi Aiaie Adasına,
erken doğan Şafağın yuvası var oda cıvıl cıvıl,
orda Güneşin apaydınlık beşikleri var.
Varır varmaz oraya çektik kumsala gemiyi,
indik hepimiz gemiden, ayak bastık kıyıya,
sonra uykuya dalıp bekledik tanrısal Şafağı."
(Odysseia 12:1-6; çev.Azra Erhat, A.Kadir, Can Yayınları, 8.Basım, 1996)



Odysseus ile yanındakilerin çıktığı kıyı Anadolu değil, Büyücü Kirke'nin yaşadığı Ada'dır ve bu dizelerde geçen anatolia kelimesinin hiç bir şekilde "Anadolu"yla ilgisi yoktur, aksine "güneş, gündoğumu, şafak" ile ilgisi vardır, bir toponim değildir, bulundukları yere göre "gün doğumunu" ifade eder.


Mitolojik Aiaie (Aeaea) Adası, Argonotların seferini yazan Rodoslu Apollonius'a (MÖ 3.yy) göre İtalya'nın batı kıyılarında, Etrüsklerin liderlerine istinaden adı verilen Turhen/Turhan/Turan (Tyrrhenian) denizine bakan Elba (Aethalia) Adası'nın güneyinde bulunur. Romalı yazarlara göre ise Roma'nın 100 km güneyinde, Homer döneminde bir ada olan yarımadadır. Yapılan arkeolojik araştırmalarla "Maga Circe" olarak tanımladıkları bir mağaranın Büyücü Kirke'ye ait olduğunu açıklamışlardır. Hangisi olduğu kesin olarak açıklanamamış olsa da kesin olan Ege olmayıp, tersine İtalya açıklarında olmasıdır. Bu da "Anatoli" kelimesinin "Anadolu" için özel bir isim olmadığını da ortaya koyar.



Cimmerii = Kimmerler gözden kaçmıyor!



Aynı kaynakta, Herodot 4.8 dediği yerin İngilizcesinde "sun rise" yazarken Türkçe çevirisinde "Anatoli" geçmez "doğu bölgelerinden" geçer.

Σκύθαι μὲν ὧδε ὕπερ σφέων τε αὐτῶν καὶ τῆς χώρης τῆς κατύπερθε λέγουσι, Ἑλλήνων δὲ οἱ τὸν Πόντον οἰκέοντες ὧδε. Ἡρακλέα ἐλαύνοντα τὰς Γηρυόνεω βοῦς ἀπικέσθαι ἐς γῆν ταύτην ἐοῦσαν ἐρήμην, ἥντινα νῦν Σκύθαι νέμονται. Γηρυόνεα δὲ οἰκέειν ἔξω τοῦ Πόντου, κατοικημένον τὴν Ἕλληνές λέγουσι Ἐρύθειαν νῆσον τὴν πρὸς Γαδείροισι τοῖσι ἔξω Ἡρακλέων στηλέων ἐπὶ τῷ Ὠκεανῷ. τὸν δὲ Ὠκεανὸν λόγῳ μὲν λέγουσι ἀπὸ ἡλίου ἀνατολέων ἀρξάμενον γῆν περὶ πᾶσαν ῥέειν, ἔργῳ δὲ οὐκ ἀποδεικνῦσι.  ἐνθεῦτεν τόν Ἡρακλέα ἀπικέσθαι ἐς τὴν νῦν Σκυθίην χώρην καλεομένην, καὶ καταλαβεῖν γὰρ αὐτὸν χειμῶνα τε καὶ κρυμὸν, ἐπειρυσάμενον τὴν λεοντέην κατυπνῶσαι, τὰς δὲ οἱ ἵππους τὰς ὑπὸ τοῦ ἅρματος νεμομένας ἐν τούτῳ τῳ χρόνῳ ἀφανισθῆναι θείη τύχῃ. [link]
Skýthai mén óde ýper sféon te aftón kaí tís chóris tís katýperthe légousi, Ellínon dé oi tón Pónton oikéontes óde. Irakléa elávnonta tás Giryóneo voús apikésthai es gín táftin eoúsan erímin, íntina nýn Skýthai némontai. Giryónea dé oikéein éxo toú Póntou, katoikiménon tín Éllinés légousi Erýtheian níson tín prós Gadeíroisi toísi éxo Irakléon stiléon epí tó Okeanó. tón dé Okeanón lógo mén légousi apó ilíou anatoléon arxámenon gín perí pásan réein, érgo dé ouk apodeiknýsi.  entheften tón Irakléa apikésthai es tín nýn Skythíin chórin kaleoménin, kaí katalaveín gár aftón cheimóna te kaí krymón, epeirysámenon tín leontéin katypnósai, tás dé oi íppous tás ypó toú ármatos nemoménas en toúto to chróno afanisthínai theíi týchi.


"This is what the Scythians say about themselves and the country north of them. But the story told by the Greeks who live in Pontus is as follows. Heracles, driving the cattle of Geryones, came to this land, which was then desolate, but is now inhabited by the Scythians. Geryones lived west of the Pontus,1 settled in the island called by the Greeks Erythea, on the shore of Ocean near Gadira, outside the pillars of Heracles. As for Ocean, the Greeks say that it flows around the whole world from where the sun rises, but they cannot prove that this is so. Heracles came from there to the country now called Scythia, where, encountering wintry and frosty weather, he drew his lion's skin over him and fell asleep, and while he slept his mares, which were grazing yoked to the chariot, were spirited away by divine fortune."
(Herodotus, with an English translation by A. D. Godley. Cambridge. Harvard University Press. 1920.)



"Skythler [İskitler-SB] kendileri için ve yurtlarının kuzey bölgeleri için ne anlatırlarsa ben de onu anlattım. İşte şimdi de Pontos Euxeinos'da [Karadeniz-SB] yerleşmiş olan Yunanlıların (*) anlattıkları: Herakles, diye anlatırlar, Geryon'un öküzlerini önüne katmış giderken, bugün Skytlerin oturdukları yerlere gelmiş, o zamanlar buralarda kimse yokmuş; Geryon, Pontos'un çok uzağında oturuyordu; Herakles direklerinin ötesinde, Okeanos Gadeires'i yakınında bulunan ve Yunanlıların Erytheia dedikleri adayı almış yerleşmişti. Okeanos'a gelince, bu da doğu bölgelerinden çıkarmış ve bütün toprakları çepeçevre dolanırmış, böyle söylerler, ama bir kanıt göstermezler. Evet, işte Herakles buralardan kalkmış, bugün Skythia [Çar İskitleri'nin yaşadığı yer/İskitya-SB] denilen ülkeye gelmiş; soğuk, buz gibi bir havaya yakalanmış, aslan postunu çekmiş üzerine ve uyumuş; arabasına koşulu iki kısrak, ki otlamaktaymışlar, bu arada bir mucize olarak kaybolmuşlar." (**)

(Herodot Tarihi, Çev:Münekim Öktem, Remzi Kitabevi, Üçüncü Basım, 1991 dipnotları: Geryon; Üç başlı dev. Herakles bunu öldürür ve öküzlerini alır. Latinlerde de Breal'e (1832-1915) göre, aynı mit, değişik biçimde, Herkül ile Kakus arasındaki dövüşte görülür. : Okeanos Gadeires; Burası Cadix'tir. Herakles direkleri ise Gibraltar (Cebelitarık)tır.)

(*) Bugün anlaşıldığı gibi Yunan değil Elleni olarak geçer ki Türk boy ve kavimlerine gelince "Türk" ulus adı altında birleştirmeyip boy ve kavim adlarıyla yazılırken "Yunan" boy ve kavim adlarına gelince tek bir ulus adı altında toplamak, kesinlikle ikiyüzlülüktür. SB
(**) Herkül'ün adı Erkle olarak geçer ve Bilgamış'ın görevleriyle benzerliği vardır.


* * *


MÖ 5.yy'da bölgede Kimmer-İskit gibi Türkçe konuşanların varlığı... [ki öncesi de var]
Odyssey'in İlyada'dan sonra MÖ 5.yy larda yazdırıldığı... [Solon ile Peisistratos dönemleri ki daha sonra birçok kez elden geçmiştir]
Herodot'un MÖ 5.yy da yaşadığı...

Buraya almadığım : Euripides'in, Palton'un, Aeschylus'un da MÖ 5.yy'da yaşadığı..., ki

Bu eserlerin hiçbiri bir bütün olarak Orta Çağ'a kadar gelemediği...

Anatoli'nin bir coğrafi 'ad'tan ziyade "doğuyu, şafağı, güneşi" ifade ettiği...
Bir de bu coğrafyaya "Küçük Asya" denildiği, bunun "Asların Ülkesi" anlamına geldiği ve de "As Türk" boylarından kaldığı... ayrıca;
MÖ 2300 lerde ise Anadolu'ya "Hattilerin Ülkesi" denildiği, Anadolu'nun yerlisi olan Hattiler'in de ne Hint-Avrupa, ne Semitik, ne de Grek dilli olduğu, tam tersine, bizim gibi eklemeli dil grubuna girdiği, hatta Ana-Ata-Tarkan gibi Türkçe kelimeleri barındırdıkları hatırlanmalı ve tüm bu bilgiler ışığında "Anadolu'nun adı Anatoli'den gelmektedir" ve "Grekçe'dir" derken dikkat edilmelidir !

Semra Bayraktar








Asia kelimesinin geçtiği yerler için bknz.







9 Haziran 2019 Pazar

Kıbrıs'ta Rum-Yunan Saldırıları ve Soykırım



“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır.
Kıbrıs’a dikkat ediniz.
Bu ada bizim için önemlidir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK




MEGALİ İDEA VE ENOSİS

KKTC I. Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş; “12’ye 5 Kala Kıbrıs” adlı eserinde “megali idea ve enosis” hakkında şöyle diyor:
“Enosis, sadece Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için güdülen bir siyasete verilen isim değildir. Lügat manası ‘birleşme-ilhak’ olan bu kelimenin altında her Türk’ün yakından bilmesi gereken korkunç bir siyaset yatmaktadır. “Enosis”, tam anlamı ile Mora yarımadasında kurulan Küçük Yunanistan’ın yavaşça genişleyerek Büyük İskender’in İmparatorluğu’nu kurmak siyasetini ortaya koyan bir tabirdir. Girit adası, “enosis” siyasetinin bir sonucu olarak Yunanistan’a geçmiştir. On binlerce Giritli Türk, enosisin tahakkuk etmemesi için senelerce diretmişler, savaşmışlar ve Girit topraklarını kendilerine mezar yapmışlardır.

...Yunanlar, Girit mücadelesini enosis bayrağı altında yürütürlerken Girit’in Yunanistan’a ilhakı ile bu mücadelenin bitmeyeceğini de açıklamakta bir sakınca görmüyorlardı. ‘Hedefimiz, Girit’ten sonra On İki Adalar, Epir, Kıbrıs, İzmir ve Konstantinopolis (İstanbul)’tir.’ diyebiliyorlardı.

Yunanistan’ı Büyük İskender’in İmparatorluk kurduğu topraklara yaymak, Yunan megali ideasının şaşmaz hedefi olmuştur.

Fransız İhtilali (1789) Avrupa’ya yeni akımlar ve strateji getirmişti. Bu arada Avrupa’nın büyük devletleri, Yunanların bağımsızlık isteklerini sempati ile karşılıyorlardı. Hatta Avrupa’da Rumlarla ilgili birçok cemiyet kurulmuştu. Bunların içinde Rumları örgütlendirerek isyana hazırlayan, başlatan ve yöneten Filiki Eterya cemiyeti oldu. Filiki Eterya’nın Türkçe anlamı “Dost Şirket” idi.
İhtilalci bir karakteri olan ve gizli cemiyetler arasında en etkili faaliyetleri görülen Filiki Eterya örgütü, 1814 yılının sonlarında Odessa’da kuruldu. Cemiyet, Nikolas Skouphas, Emanuel Ksanthos, Anastasyon Çakalof adlı ikisi Rum, biri Bulgar üç tüccar tarafından kuruldu. (Cemiyetin adı, 1894 yılında “Etniki Eterya” olarak değiştirilmiştir.)

Filiki Eteryanın kuruluş amacı, görünüşte Osmanlı İmparatorluğu unsurları içindeki Hristiyan halkının eğitim ve öğretimini geliştirmek; hakikatte ise İstanbul başkent olmak üzere Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmaktı.

Örgüt, mali problemlerini çözümleyebilmek için, duruma göre bazen zor da kullanarak bünyesine öncelikle büyük tüccar ve armatörleri kaydediyordu. Halk üzerinde daha da etkili olabilmek için papazlar da propaganda aracı olarak kullanılmakta idi. Bu amaçla görevlendirilen papazlara “Apostol” deniliyordu. Bunlar, Rum halkının, bulunduğu tüm bölgelere (Mora, kıta Yunanistan ve Adalar) ve hatta Tuna boylarına, Sırbistan’a ve Bulgaristan’a kadar dağılarak üye kaydediyorlar ve taraftar kazanmaya çalışıyorlar, böylece bunları Türk yönetimine karşı ayaklanmaları için kışkırtıyorlardı.

Cemiyet Capo d’İstria adlı aslen Korfulu olup sonradan Rusya’ya yerleşmiş ve devlet işlerinde yükselmiş bir Rum’un manevi başkanlığı altında idi. Cemiyetin gerçek başkanı ise Fenerli Konstantin İpsilanti’nin oğlu, Aleksander İpsilanti idi. İpsilanti, daha önce Rusya’ya yerleşmiş ve Rus Çarının yaverliğini yapmaktaydı. Bu durumda cemiyeti, Rusya’nın da desteklediği apaçık ortadaydı.

“Etniki Eterya cemiyeti, kuruluşundan kısa bir süre sonra gelişerek Osmanlı topraklarında ve dışında; İstanbul, İzmir, Sakız, Misolongi, Bükreş, Yaş, Yanya, Triyeste gibi önemli merkezlerde şubeler kurdu. Cemiyetin çalışmalarında gizliliğe son derece dikkat ediliyordu. Bu amaçla da ant içme, rütbeler ve özel şifreler yazılmıştı. İstanbul’daki Rum patriği de cemiyetin nüfuzlu üyelerindendi. Etniki Eterya güçlendikçe amaçları daha kesin ve geniş hâle gelmiştir. İlk amaçları, Mora’da bir Yunan devleti kurmaktı. Sonra da Orta Yunanistan, Batı Trakya, Selanik, Ege adaları, On İki Ada, Girit, Batı Anadolu ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmak, Kuzey Anadolu’da Pontus Rum devletini kurmak ve sonunda İstanbul’u ele geçirerek Bizans İmparatorluğu’nu yeniden diriltip megali idea (büyük ideal)yı gerçekleştirmekti. Nitekim, “megali idea”, Helenlerin önderliğinde Bizans İmparatorluğu’nu yeniden diriltmek ilkesi olarak da tanımlanıyordu.

1829’da Yunanistan bağımsızlığını kazandı. Bu durum, megali ideanın artık gerçekleşmeye başlaması bakımından yeni bir ümit doğurmuştu. Yunan Ozanı Rhigas Ferres, tüm esir milletleri “Bosna’dan Arabistan’a kadar bir meşale gibi yanıp tutuşmaya” çağırıyordu.

Megali ideanın en ateşli savunucularından biri olan Yunan Başbakanlarından John Kolettis, Yunanistan’ın bağımsızlığının 15’inci yılında 1844’te yaptığı bir konuşmada özetle şöyle diyordu:

“... Yunanistan Krallığı, Yunanistan demek değildir. O, Yunanistan’ın en küçük ve en fakir bir parçasıdır. Bir Yunanlı, yalnız o krallıkta yaşayan değil, ama Yanya veya Selanik veya Serez veya Edirne veya Konstantinopolis veya Trabzon veya Girit veya Sakız veya tarihsel olarak Yunan olan herhangi bir yerde yaşayan ya da Yunan ırkından olandır. Bağımsızlık kahramanları yalnızca bu krallığın evlatları değildirler.

Onlar, Hamios’tan Tainaron’a, Trabzon’dan Kilikya’ya bütün Yunan dünyasının eyaletlerinin evlatlarıdırlar... Helenizmin iki büyük merkezi vardır: Atina ve Konstantinopolis. Atina, ancak krallığın başkentidir. Konstantinopolis esas başkent, hayallerimizdeki kent, bütün Helenlerin neşe ve ümit kaynağıdır.”

Yunan Başbakanının bu konuşması çok cüretkâr bir konuşmaydı. İstiklalini yeni kazanmış ve bunu Avrupa’nın büyük devletleri sayesinde elde edebilmiş küçük Yunanistan’ın en yetkili bir ağzı tarafından söylenen bu sözler, Osmanlı İmparatorluğu için büyük bir tehdit mahiyetinde idi. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu dönemlerdeki durumu ve Avrupalı bazı devletlerin Yunan davranışlarına sempati ile bakmaları, hatta onları desteklemeleri, onları bu davranışlarında daha da cesaretlendiriyordu.

Yunan tarihçisi ve devlet adamlarından P. Pipinellis, Yunan emperyalizminin amacı olan megali ideayı, şöyle tanımlıyordu: “... Yunan varlığının anlamı, Yunanistan’ı tüm Yunan ırkını bir sınır içinde toplayacak, birleşik ulusal bir devletin çekirdeği hâline gelmeye zorluyordu. Herkes kendini, Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandırma hayaline kaptırmıştı.”

Ünlü yazar ve uzun süre TRT Yayın Denetleme Kurulu Başkanlığı görevinde bulunan Aydın Olgun, “Kıbrıs Gerçeği” isimli eserinde enosisle ilgili olarak özetle şöyle demektedir:

“... Kısa tanımı ile enosis, Küçük Yunanistan’ın Büyük İskender İmparatorluğu’nun eski muazzam sınırlara ulaşmasını sağlayacak millî Yunan siyasetine verilen addır. Asırlarca Türk egemenliği altında yaşamış olan Yunanistan’ın son bir asır içinde Mora yarımadasından Batı Trakya’ya, Selanik’ten Girit ve Ege adalarına kadar büyümesi, Anadolu macerasından sonra da büyük bir cesaretle işi Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını istemeye kadar götürmesi, enosisin Türkiye açısından pek gülünecek bir hayal olmadığını açıkça ortaya koymuştur.

Daha açık bir deyimle, enosisin tam anlamı ile gerçekleşmesi, İran sınırlarına dayanmış bir Yunan imparatorluğunun doğuşu olacaktır.






Rum-Yunan ikilisinin, Kıbrıs Türk halkına karşı girişmiş olduğu hunharca saldırılar ve gerçekleştirdikleri vahşi katliamlar, yabancı gazetecilerin yanı sıra pek çok yabancı yazar ve bilim adamı tarafından yazılmış bulunan eserlerde dile getirilmiştir.

Bunlardan “Peace Without Honour (Şerefsiz Barış)” adlı eseri ile bu katliamları ve saldırıları anlatan İngiliz yazar Gibbons, katliamda Matyat baskını ile ilgili olarak şöyle demektedir:

“... İlk dakikalarda üç Türk ciddi olarak yaralandı. Türkler beyaz, küçük evlerinden sokağa fırladıklarında, küfreden ve çığlıklarla gülen kalabalık, bunları yol boyunca iteklemeye ve tekmelemeye başladı. Dipçik darbeleriyle yerlere yıkılan dehşete kapılmış Türkler sokaklarda sürüklenirken, kalabalık, evlere doluşup ocaklardan yanan kütükleri çekip perde ve yatakları yakmaya başladı. Yıllar boyunca güneşte kurumuş ahşap çatı kirişlerini önce dumanlar, sonra da ateş sardı. Gürültüyle uyanıp ağlamaya başlayan emzikli bebekleri sıkıca tutmuş çoğu gecelikli ve ayakları çıplak olan kadınlar yürüyebilen ve pantolon veya mavi çizgili pijamalarının paçalarını tutmuş çocuklarıyla birlikte yaralılarını sürükleyen Türkler alevler içindeki sokaklarda itilip kakılıyorlardı.

Rum gençler histerik bir biçimde evlere ateş ediyor, kısılmış sesleriyle çılgıncasına bağırıyorlardı. Ateşler evlerin bir kısmını bütünüyle kaplamadan gruplar hâlinde içlerine doluşup eşya ve tabak çanağı kırmaya, değerli eşyaları kapıp ceplerine doldurmaya başladılar. Evlerin gerisinden gelen çılgınca sesler, saldırganların dikkatini Türklerin hayvanlarına çekti. Ahırlara doluşup sağlam inekleri, keçi ve koyunları makineli tüfekle taradılar. Tavukları havaya atıp gıdıklar ve çırpınırlarken ateş ediyorlardı. Gövdeleri bir tüy bulutu hâlinde parçalanıyordu. Kalabalık, kana susamış bir çılgınlığın içinde bağrışıyordu.

Türkler donmuş, açık yol boyunca sürüklenip köyden çıkarıldılar. Azap içinde, tümüyle Türklerin oturduğu bir sonraki köyün, Kochatisin yakınlarında bırakıldılar.

Koççat (Kochatis) köyünün Türkleri, komşularına yardım etmek amacıyla evlerinden fırlarken kalabalık ateş etme, yakma ve yağmalama çılgınlığına devam etmek üzere Matyat’a (Mathiati) geri döndü.”

Aynı eserde Lefkoşa’daki Kumsal baskını ile ilgili olarak özetle şunlar yazılmıştır:

“...Silahlı adamlar kapıları kırdılar; dipçikleyerek, döverek, yumruklayarak ve küfrederek Türk evlerine doluştular. Kumsal’dan geri çekiliş başladı. Bir kere daha, Nazilerin saldırısı altında bozguna uğrayan Avrupa’da olduğu gibi aileler, şaşırmış dehşete düşmüş bir hâlde kulaklarında tüfeklerin gürültüsü ve makinelerin takırtılarının yankısıyla evlerinden soğuk sokaklara döküldüler.

Kayıp düşerek, birbirlerine tutunarak koşmaya başladılar. Sokakta bir kadının “Allah rızası için birisi yardım etmeyecek mi?” diye çığlığı yankılandı.

Kumsal’ın Türk sakinlerinin 159’u gece kaçamadı. Banyodaki dört kişi ve ev sahibesinden başka dört kişi daha o gece öldürüldü. 150’si rehin alındı. Rehinelerden bir kısmını bir kez daha gören olmadı.

... Küçük Kaymaklı’da durum Lefkoşa Türk kesiminden daha ümitsizdi. Noel günü kasabanın boşaltılması henüz bitmemişti. Ancak kasabayı savunanların cephanesi bitmişti. Bu fırsattan azami ölçüde yaralanan Nikos Sampson (EOKA’cı) ve adamları kasabayı işgal etme çabalarını artırdılar ve en sonunda Kıbrıs Türk mevzilerini aştılar. 70 yaşındaki imam ve kötürüm oğluyla iki kişi daha hemen oracıkta katledildi.

Kasabada kalan 55 kişi kaba kuvvet kullanılarak evlerinden çıkartılıp Kıbrıs Rum hatlarının gerisinde sürüklendiler. Cami, roketatar ateşiyle yıkıldı. Kıbrıs Türk mahallesindeki evlerin hepsi yağmalandı ve yakıldı.

Küçük Kaymaklı’nın Kıbrıslı Türk sakinleri, Kumsallılarla birlikte kapatıldıkları havaalanı yakınlarındaki Cikkos Manastırı’na götürüldüler. Aynı gün, Lefkoşa’nın Kıbrıslı Rumların yaşadığı kesimindeki evi terk etmeyi reddeden yaşlı bir kadın, Ledra Palace Oteli’nin damından nişancılık eğitimi yapan gençler tarafından vuruldu. İşine gitmekte olan Lefkeli bir genç, pusuya düşürülerek öldürüldü. Sampson, günün kahramanıydı. Kıbrıs Rum basını tarafından bol bol övülüp ‘Küçük Kaymaklı Fatihi’(!) olarak alkışlandı.”

13 Şubat 1964’te büyük bir Kıbrıs Rum kuvveti, Limasol’un Kıbrıs Türk kesimine saldırdı. General Young, olayı şöyle anlatıyor:
“Bu sabah erken saatlerde, Rum tarafı, kendi yaptıkları bir tank, zırhlı buldozerler ve bunlara eşlik eden roketatar gibi silahlar ve iddiaya göre havanlar desteğinde iyi hazırlanılmış bir taarruza kalktılar. Dün gece bu konuda uyarılmıştık. Ancak hükûmetteki çok önemli bir bakan, böyle bir şeyin gerçekleşmeyeceğine dair teminat vermişti.

12 Şubatta, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı George Ball, NATO Barış Gücü hakkında İngilizlerin önerilerinin gözden geçirilmiş bir şeklini kabul etmesi için, Başpiskopos Makarios’u ikna etmek amacıyla Lefkoşa’ya geldi. Yani plana göre birliklerin çoğu İngiliz Uluslararası Topluluğu’na üye devletlerden gelecekti. Ancak Makarios, planı yine reddetti. Toplantılar sırasında, umudunu iyice kaybeden Amerikalı diplomat, Makarios’u Kıbrıs’ı ‘Şahsi Mezbahasına’ çevirmekle suçladı.

31.000 Kıbrıslı Rum ile 6000 Kıbrıslı Türk’ün yan yana yaşadığı liman kenti Limasol’da son haftanın ikinci yarısından beri kanlı bir muharebe hüküm sürüyor. Şövalyelerin devrinde, Aslan Yürekli Richard’ın Navaro Prensesi Berengaria’ya kur yaptığı Limasol Hisarı’nın sararmış taş mazgallarından Kıbrıslı Rumlar, şehrin Türk mahallelerine ateş yağdırıyorlar. Sığınak bulmak için zikzak çizerek koşan bir Türk, bir keskin nişancının tek atışıyla vuruldu. Bir zamanlar Limasol’un en iyi yemeğini yiyebileceğimiz, Türklere ait Magic Bar ve Izgara Evi’nin yağmalanmış kalıntılarının içinde, kana bulanmış kum torbaları üstüne de üç Türk’ün daha cesedi yığılmış. Limasol’daki Rum zayiatı iki ölü, Türklerin verdiği resmî olmayan sayı ise 50 ölü, 100 yaralı. Bu sayıyı Kıbrıs Rum basını ‘Selam kahramanlara: Zafer Bizim’ başlığıyla alkışlıyorlar. Her damda bir keskin nişancı var. Makineli tüfek ateşi dar sokaklarda yankı yaparken bir Kıbrıslı Rum genci kendini tutamayıp gülüyor. Bir Kıbrıslı Rum polis, ‘otomatik silah sesi hoşuma gidiyor’ diye açıklıyor.

Türk mahallesini ilk görüşüm pek hoş değildi. Evler delik deşikti. Bazılarının duvarları toptan yıkılmıştı. Ölü sayısı çok. Bazıları, hâlâ vuruldukları yerde yatıyorlardı. Türkler, dertlerinin büyümesini bekleyerek hazırlanıyorlar. Herkes daha küçük bir müstahkem mevkiye çekiliyor. Bazı kadınlar, küçük çocuklarını evlerinden kapıp tahkim edilen dar mevziye yerleştiriyorlar. Hemen hepsi geceyi geçirmeleri için yer bulabilecekleri açık kalan yalnızca iki yerden birisine, cami veya sinema salonuna doluşuyorlar. Dar sokaklarda Türkler aceleyle barikatlar kuruyorlar. Erkek, kadın ve çocuklar engeller kurmak üzere, beton blok tuğlalar taşıyorlar. Türkler, ölülerini toplayamadıklarından gün boyu kaç kişiyi kaybettiklerini bilmiyorlar.

5 Martta, 200 Kıbrıslı Rum’dan oluşan bir kuvvet, Girne yakınlarında iki cemaatin birlikte yaşadığı Kazafana ve Temblos köylerinin Kıbrıs Türk mahallesine saldırdı. İki kişiyi öldürdü. Lefkoşa’da, Kıbrıs Türk cemaati merkezinde patlayan bir bomba, beş kişinin yaralanmasına neden oldu.

7 Martta her iki cemaat liderleri bir rehine değiş-tokuşu için anlaştılar. Ancak bilinen 225 Kıbrıslı Türk rehineden yalnızca 49’u serbest bırakıldığında, geri kalan 176 rehinenin öldürüldüğü ortaya çıktı.

25 Nisan günü sabaha karşı saat 03.00’te 300 kişilik gayrinizami bir Kıbrıs Rum kuvveti, Girne yakınlarında, iki düzine Mücahidin savunduğu, Saint Hilarion Kalesi’ne taarruz etti. 27 Nisan sabahına kadar geçen sürede savunanların altısı öldürülmüş, diğer altısı da yaralanmış. Ancak Kıbrıslı Türkler hâlâ bu hayati mevkiyi tutuyordu. General Gyani taarruzun önceden planlanmış mahiyetini Makarios nezdinde şiddetli silahlı çatışmaları engellemek için daha önlemler alması emrini verdi.

Her gün şafak sökmeden önce Limasol Limanı’nın büyük demir kapıları sıkıca kapanıyor. Kıbrıslı Türk işçileri evlerine gönderiliyor. Birleşmiş Milletler muhafızları tecrit ediliyor. Birkaç saat sonra, kapılar açılıyor ve aşırı yüklenmiş yayları üzerinde sallanan üstü örtülü kamyonlar limandan homurdanarak çıkıp Trodos Dağları’na doğru yola çıkıyorlardı.

Grivas, kuzeybatı Kıbrıs’ta Tylliria tepelerinde büyük bir kuvvet topladı. Bu kuvvet, 25 librelik altı top, iki adet 20 mm’lik 4 namlulu Oerlikton topu, pek çok havan ve birkaç zırhlı oto ile teçhiz edilmiş 2000 Millî Muhafızdan oluşuyordu. 5 Temmuzda General Gyanin’in yerine gelen General Kodendera S. Thimayya, Başpiskopos Makarios’tan bu askerî yığınak için rahat olunmasını, zira hiçbir planının bulunmadığı yolunda bir teminat aldı. Buna karşılık 6 Ağustosta Grivas, Kıbrıslı Türklerin elinde bulunan Kokkina (Erenköy) çıkıntısına karşı büyük bir taarruz başlattı. Makarios ise enosis için verilen mücadelenin son aşamasına girdiğini ilân etti.


1963-1964 bunalımı hiç alışılmamış bir olguydu. Bu olay, mazlum bir azınlığın, kibirli ve baskıcı bir çoğunluğa karşı devrimi değil, kibirli ve baskıcı bir çoğunluğun mazlum bir azınlığa karşı devrimidir. Makarios, Kıbrıs Türk yerleşim merkezlerine yönelik bir terör kampanyası başlatarak ve bu yerleşim merkezlerini koruyan TMT milislerinin silahlarını zorla ellerinden alarak Kıbrıslı Türkleri siyasi haklarından yoksun bırakacak anayasal değişiklikleri kabul etmeye zorlamayı denemişti. Fakat böyle yapmakla becerebildiği tek şey, tecrit edilmiş ve iki cemaatin birlikte yaşadığı pek çok köyün Kıbrıslı Türk sakinlerini korkutup evlerinden kaçmalarına ve daha büyük Kıbrıs Türk yerleşim merkezlerinde sığınak aramalarına neden olmak oldu. Gizli, kötü teşkilatlanmış ve beceriksizce yönetilen kuvvetleri ise bu büyük yerleşim merkezleriyle başa çıkamıyordu. Öyle ki, Makarios’un Akritas Planı’nı icra etme çabası, iki cemaatin birbirlerinden maddi olarak ayrılmasını neredeyse nihai aşamasına götürdü.”


"Kıbrıslı Rum fanatikler bir soykırım politikası güdüyorlar."    
 - Washington Post, 17 Şubat 1964 


"... Türk evlerini gördüğüm zaman, dehşete düşüren bir manzara ile karşılaştım. Duvarlardan başka hiçbir şey yoktu. Bir napalm bombasının daha fazla mahvedebileceğinden şüpheliyim. 40 tane beton bina iskeleti saydım. Her ev ayrı ayrı benzin dökülerek yakıldı. Tavandan evin içine inmiş olan kiremitlerin altında, yatak sustaları (birbirine karışmış), çocuk yatakları, sandalye, masa ve dolap parçaları buldum. Ayvasıl’dan bir mil uzaklıktaki komşu köyde, 16 tane harap olmuş ve yıkılmış ev saydım. Hepsi Türk eviydi. Bu köyden 100’den fazla Türk yok olmuş. Hiçbir köyde zerre kadar zarar gören bir Rum evi görmedim."
- 1 Ocak 1964, Daily Herald


“EOKA’cıların Vahşeti
... Köydeki evlere, üzerine gaz yağı ile ıslatılmış bez sarılı oklar atılarak yakıldı. Yüz kadar EOKA’cı ellerinde silahlarla köyleri sinsi sinsi dolaşıyorlardı.”
- 2 Ocak 1964, Daily Sketch-Louis Kirby




“Kucağında El Bombası
... Köyden kaybolan yedi kişilik bir ailenin burada gömülmüş olabileceği düşünülüyor. Evlerin yanmış ve damından içeriye el bombası atılmış olduğu görüldü. Mezarlar bir buldozer tarafından aceleyle açılmış ve iki-üç ceset üst üste gömülmüş. Hepsi de vurulmuş. Bir çocuk (13), elleri ayaklarının arkasına bağlanmış ve çömelmiş bir vaziyetteyken başından vuruldu. Göbeğindeki yara, bir el bombasının göbeğine atılmış olabileceğini gösteriyordu. Cesetler için arayış on iki kadar Türk’ün eski bir mezarlık olan bu bölgede gömüldüğünün öğrenilmesi üzerine başladı. Bu cesetlerin Lefkoşa Hastanesinde ölen yaralılara ait olduğu varsayılmıştı. Fakat şimdiye kadar bulunan cesetler giyinmişti ve bu mezarlara, vurulduktan hemen sonra götürüldükleri belliydi...”
- 14 Ocak 1964, Daily Telegraph





“Kıbrıslı Türkleri Avlıyorlar
Görüşmeler Londra’da başlarken Kıbrıs’ta terör devam ediyordu. Şu anda Kıbrıslı Türklerin köylerden toplu göçlerine şahit oluyoruz. Binlerce insan evlerini, topraklarını, sürülerini terk ediyorlar. Rum terörizmi acımasız. Bu kez Helen lafları ve Platon’un büstleri bu barbar ve acımasız davranışları örtmeye yetmeyecek.”
- IL Giorno, 14 Ocak 1964, Giorgio Bocca’nın Makalesi



“Kıbrıs’ta Nefret
... Cüppeli ve sakallı Başpiskopos Makarios gerçekleri örtbas eden bir Bizans yeteneğine sahiptir.
Makarios Hükûmeti, bilinçli bir şekilde çatışmaları başlattı ve Kıbrıslı Türkleri yok etmek için kararlıdır.”
- Washington Post, 16 Ocak 1964, Robert Estabrook’un Makalesi


“Vahşice Saldırılar
... Kıbrıslı Rumların iddia ettiği gibi zayiatlar iki taraf arasındaki silahlı çatışmalar esnasında verilmemiştir. Noel günü varoşlarda yaşayan birçok Türk zalimce bir saldırıya uğramış ve öldürülmüşlerdi. Bunların arasında bir Türk sıhhiye subayının ordu bot ve paltoları giyen 40 adam tarafından gaddarca öldürülen karısı ve üç çocuğu vardı...”
- Guardian, 31 Aralık 1964


“Kıbrıs’ın Dramı
... Bir banyo küvetinde bir anne ve üç küçük çocuğun cesetlerini gördüm. Tek suçları babalarının bir Türk subayı olmasıydı.”
- 25-26 Ocak 1964, Le Figaro



“Kıbrıs Her Şeyini Risk Ediyor
Şayet Türkiye bugüne kadar buradaki güçlerini takviye etmediyse de bu Türkiye’nin sabrının bir delilidir. Bunu yapma hakkı inkâr edilemez. Şayet uluslararası anlaşmaların herhangi bir anlamı varsa, Türkiye Kıbrıslı Türkleri başka katliamlardan kurtarabilir. Bu ırkçı ayrımcılığın en çirkin şekli. Konuyu bulandırmak için hatanın her iki tarafa ait olduğu iddia edilmiştir. Fakat gerçek suçlu EOKA olarak bilinen Kıbrıs Rum örgütüdür.”

- 15 Şubat 1964, Daily Telegraph ve Morning Post






Ayvasıllı Dokuz Esir

Güneşli bir gündü
1963 yılı
26 Aralık Perşembe
Güneşli bir gündü
Kıbrıs adasının
Ayvasıl köyünde
Köy meydanında
Bağlanmış dokuz esir
Ayşe İbrahim on yaşında,
Yavrucak bir ceylan gibi,
Bakınır çevresine.
Geceliği ile alıp getirmişler
Ayakları çıplak
Üşümüş Ayşe’cik
Sokulur ninesine
Ninesi Ayşe Hasan
Altmış yaşında
Beyaz baş örtüsü içinde
Şişmiş uykusuz gözleri,
Renk yok yüzünde,
Ve dudakları
Oynayıp durur biteviye...
Zavallı kadın
Bildiği bütün duaları
Okur çaresiz,
Elleri bağlı
Ellerini açamaz gökyüzüne
Az ötede
Üç genci bağlamışlar birbirine,
İşte en uzunu
Ömer Hasan on dokuz yaşında,
Kıbrıs Türk Lisesi mezunu.
Nasıl da belli yüzünde
Çektiği korkunç acı;
İkinci genç Mehmet Hasan
On yedi yaşında bir boyacı
Kardeşiydi Ömer’in
Ve Hüseyin Cemal üçüncüsü,
İmtihan kazanıp Atatürk Enstitüsünde
Türkiye’ye gidip okudu,
Bu yıl bitti sanat okulu
Tozpembe ümitlerle
Döndü köyüne,
Nerden bilsin Hüseyin,
Böyle düşüp gâvurların eline
Köy meydanına bağlanacağını,
Rüyada görse inanmazdı.
Biraz ayrılacak
İşte diğer esirler...
Mehmet Ali Ömer,
Elli yaşında.
Mustafa İsmail: Kırk.
Ve yetmişlik ihtiyar
İsmail Mustafa.
Hayır bitmedi daha
Son esirin adı, Mehmet Hasan
Yaralanmış bir dipçikle
Kan içinde saçsız başının tepesi.
Mehmet Hasan seksen yaşında
Ömer’le Mehmet’in dedesi
Köy meydanında
Bağlanmış dokuz esir
Ayvasıl köyünde sabah oldu,
Gün ışığı aydınlattı damları
Oğlum savaş,
Bundan sonra olanları
Anlatması güç...
Bir traktöre bağlandı dokuz esir
Ve başladı hazin bir yolculuk
Köy sokaklarında
Taşlara çarpa çarpa
Bir traktörün arkasına
Bağlanmış dokuz kişi;
Ne kadın dinlediler, ne ihtiyar, ne çocuk,
Sürüklediler kahkahalarla
Leş kargaları,
Sürüklediler kahkahalarla
Dokuz suçsuz insanı
Türk mezarlığına kadar.
Silah tehdidi altında
Gençlere kazdırıldı büyük bir çukur
Kazdırıldı Mehmet’le Ömer’e,
Kazdırıldı Mustafa’yla Hüseyin’e
Kendi mezarları.
İlkin Ayşecik vuruldu,
Elleri bağlı Ayşeciğin,
Ayşecik on yaşında
Ayşecik getirildi çukurun başına
Rum itlerinden biri,
Dayadı küçük kızın ensesine tüfeği
Ve tetiği çekti
Acımadan.
Vurdular sıra ile
Elleri bağlı ihtiyarları
Vuruldu Ayşe Hasan
Vuruldu Mehmet’le Ömer
Vuruldu Mustafa’yla Hüseyin
Gâvurlar
Vahşi hayvan gibiydi
Gözlerinde parıl parıl kin.
Vurdular hepsini
Vurdular seksenlik ihtiyarı
Vurdular Ömer’le Mehmet’in dedesini
Elleri bağlı üst üste ölüler
Çukurun içinde.
Elleri bağlı üstüste
Gömdüler.
Kıbrıs adasının
Ayvasıl köyünde.

-Özker YAŞIN-







KIBRIS’TA RUM-YUNAN SALDIRILARI VE SOYKIRIM
Yrd.Doç.Dr. Vehbi Zeki SERTER
Eski KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı ve Kıbrıs Türk Tarih Kurumu Başkanı
Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları ANKARA, GENELKURMAY BASIMEVİ 2008





I. KIBRIS
A. KIBRIS’IN COĞRAFİ DURUMU
1. Kıbrıs’ın Coğrafi Konumu
2. Kıbrıs’ın Yeryüzü Şekilleri
3. Kıbrıs’ın Kıyıları
4. Kıbrıs’ın İklimi
5. Kıbrıs’ın Nüfusu
B. KIBRIS’IN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ
1.Kıbrıs’ın Jeostratejik Önemi (Genel)
2. Kıbrıs’ın Türkiye İçin Jeostratejik Önemi
3. Kıbrıs’ın İngiltere İçin Jeostratejik Önemi
4. Kıbrıs’ın Yunanistan İçin Jeostratejik Önemi
C. KIBRIS SORUNU
II. MEGALİ İDEA VE ENOSİS

BİRİNCİ BÖLÜM
KIBRIS TÜRKELERİNE KARŞI YAPILAN İLK SALDIRILAR VE RUM-YUNAN VAHŞETİ (1878-1955)

İKİNCİ BÖLÜM
EOKA RUM TEDHİŞ ÖRGÜTÜNÜN HAREKETE GEÇİŞİNDEN ZÜRİH VE LONDRA ANTLAŞMALARI’NIN İMZALANMASINA KADAR OLAN DÖNEMDE RUM-YUNAN VE İNGİLİZ VAHŞETİ (1955-1960)
1. EOKA Tedhiş Örgütünün Eylemlerini Başlatması (1Nisan 1955)
2. Kıbrıs’ta Türklere Karşı İlk Saldırı Hareketi, 14 Türk’ün Yaralanması (21 Haziran 1955) ve Diğer Olaylar
3. Kıbrıs Türklerine Karşı Katliam Hareketine Girişileceği Haberi Üzerine Ana Vatan Türkiye Başbakanı Adnan Menderes’in Tarihî Demeci ve Diğer Tepkiler
4. Abdullah Ali Rıza Çavuş’un Şehit Edilişi, Rum Tahrikleri ve Saldırıları
5. Vurma Olayları ve Saldırılar
6. EOKA, Vahşetini Sürdürüyor
7. 27-28 Ocak (1958) Olayları, İngiliz Barbarlığı ve Tepkiler
8. Yeni Rum Saldırıları ve Cinayetleri
9. Artan Rum Vahşeti Karşısında Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanı Rauf R. Denktaş’ın Gönderdiği Telgraflar
10. Rum Saldırıları ve Katliamlar Devam Ediyor
11. Göç Hareketinin Başlaması ve Diğer Vurma Olayları
12. Hala Sultan Tekkesi’ni Yakma Girişiminde Bulunulması ve Bir Din Adamının Başına Gelenler
13. Diğer Vurma Olayları

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KIBRIS CUMHURİYETİ DÖNEMİNDE RUM-YUNAN TAHRİKLERİ VE VAHŞETİ (1960-1963)
1. Cumhuriyet ve Rum Tahrikleri
2. 1961 Yılında Rum Tahrikleri
3. 1962 Yılında Rum Tahrikleri
4. 1963 Yılında Rum Tahrikleri
5. Rumların Anayasa’yı Değiştirmek İçin Resmen Teklifte Bulunmaları ve Tekliflerinin Reddedilmesi
6. Rumların Türklere Saldırmaları ve Cumhuriyetin Sonu
ŞİİRLER
Şair Behçet Kemal Çağlar’ın Konuşması ve Şiiri
Şehitler Anıtı

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN YIKILIŞINDAN MUTLU BARIŞ HAREKÂTI’NA KADAR OLAN DÖNEMDE RUM-YUNAN VAHŞETİ (1963-1974)
1. Lefkoşa ve Bölgesinde Rum-Yunan Saldırıları ve Vahşeti
a. Kumsal Baskını (24 Aralık 1963)
b. Devlet Hastanesinde Vahşet ve Esir Kardeşlerimize Yapılan Mezalim
c. Ayvasıl Katliamı (24 Aralık 1963) ve Diğer Olaylar
ç. Arpalık Katliamı (6 Şubat 1964)
2. Boğaz ve Bölgesinde Rum-Yunan Saldırıları ve Vahşeti
3. Lârnaka (İskele) ve Bölgesinde Rum-Yunan Saldırıları ve Vahşeti
a. Rum-Yunan Kuvvetlerinin Geçitkale ve Boğaziçi Köylerine Saldırıları (15 Kasım 1967)
4. Yeşilırmak Bölgesinde Rum-Yunan Saldırıları ve Vahşeti
5. Erenköy Bölgesinde Rum-Yunan Saldırıları ve Vahşeti ve Türk Uçaklarının Müdahalesi
6. Limasol ve Bölgesinde Rum-Yunan Saldırıları ve Vahşeti
a. Yalova Çarpışmaları
b. Çanakkale Çarpışmaları
c. Gözügüzel Çarpışmaları
ç. Limasol Çarpışmaları
d. Malya (Bağlarbaşı) Çarpışmaları (7 Mart 1964)
7. Baf ve Bölgesinde Rum-Yunan Saldırıları ve Vahşeti
8. Mağusa ve Bölgesinde Rum-Yunan Saldırıları ve Vahşeti
9. Lefke ve Bölgesinde Rum-Yunan Saldırıları ve Vahşeti
a. Gaziveren Çarpışmaları (19 Mart 1964)
b. Çamlıköy Çarpışmaları (19 Mart 1964)
c. Cengizköy Çarpışmaları (14 Eylül 1966)
ç. Bağlıköy Çarpışmaları
10. Yabancı Basın ve Eserlerde, Kıbrıs’ta Rum-Yunan Vahşeti ile İlgili Yazılardan Örnekler (1963-1974)
ŞİİRLER
21 Aralık
Ayvasıllı Dokuz Esir
Bir Rüzgâr Esiyordu

BEŞİNCİ BÖLÜM
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI VE RUM-YUNAN VAHŞETİ (1974)
1. Çarpışmalar ve Rum-Yunan Vahşeti
a. Lefkoşa Çarpışmaları ve Rum-Yunan Vahşeti
b. Mağusa Çarpışmaları ve Rum-Yunan Vahşeti
c. Baf Çarpışmaları ve Rum-Yunan Vahşeti
ç. Lârnaka (İskele) Çarpışmaları ve Rum-Yunan Vahşeti
d. Limasol Çarpışmaları ve Rum-Yunan Vahşeti
e. Lefke Çarpışmaları ve Rum-Yunan Vahşeti
2. İkinci Barış Harekâtı Sırasında Rum-Yunan İkilisi Tarafından Uygulanan Toplu Katliam Hareketleri
a. Muratağa ve Sandallar Köyü Katliamları (15 Ağustos 1974)
b. Atlılar (Aloa) Köyü Katliamı (15 Ağustos 1974)
c. Katliamlarla İlgili Tepkiler ve Bazı Görgü Tanıklarının Anlattıkları
ç. Taşkent (Dohni) Katliamı (15 Ağustos 1974)
d. Taşkent Öyküsü (8 Nisan 1975)
e. Aleminyo Katliamı ve Katliamla İlgili Tepkiler ve Anlatılanlar (20 Temmuz 1974)
3. Barış Harekâtı Münasebetiyle Rum-Yunan İkilisi Tarafından Yapılan Vahşet ve Cinayetlerden Diğer Örnekler
a. Beşparmak Dağları’nda Rumlara Esir Düşen Bir Türk Gencinin Anlattıkları
b. KTFD Eski Baf Temsilcisi Murad Hüsnü Özad, Baf Kasabası Eski Serdarı (Mücahit Komutanı) Esat Fellahoğlu ve Bazı Göz Şahitlerinin Rum-Yunan Vahşeti ile İlgili Olarak Anlattıkları
c. Esir Kampları
Limasol Esir Kampı
Yeroşibo (Baf) RMM Esir Kampı
Lârnaka Esir Kampı
4. 1974’teki Rum-Yunan Katliamları Karşısında Yabancı Basın
ŞİİRLER
Unutma
Özgür Şehidimize Selam Olsun
Mücahit

ALTINCI BÖLÜM
RUM-YUNAN İKİLİSİNİN KIBRIS TÜRK HALKINA KARŞI UYGULADIĞI DİĞER MEZALİM HAREKETLERİ VE RUM-YUNAN VAHŞETİ İLE İLGİLİ BAZI ANILAR
a. Göçler
b. Irza Tecavüzler ve Yapılan Tacizler
c. Siyasi-Ekonomik Ambargo ve Baskılar
ç. Rumların Sınır Tahrikleri
d. Kıbrıs’ta Rum-Yunan Vahşeti ile İlgili Diğer Bazı Anılar
e. Kayıp Türkler Sorunu ve Utanç Barikatları
f. TMT Yemini
g. GKK Ant Metni
ğ. Mücahitler Marşı

YEDİNCİ BÖLÜM
KIBRIS’TA ŞEHİTLERİMİZ, ŞEHİTLİKLERİMİZ VE ANITLARIMIZ ...
441
1. Şehitlerimiz
a. Kıbrıs’ın Fethi Sırasında Şehit Olanlar
b. Birinci Dünya Savaşı Şehitleri
c. Rum-Yunan Vahşeti Şehitleri
ç. Mutlu Barış Harekâtı Şehitleri
2. Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız
ŞİİRLER
ATA’m
Şehitlerimize
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Özgürlük Şarkısı
Mehmetçik


SONUÇ



***



YUNANİSTAN 2000-2005
DIŞ ÜLKELERİN DERS KİTAPLARINDA
TÜRKLER VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ALEYHİNDE
TESPİT EDİLEN HUSUSLAR
Genel Kurmay Başkanlığının Araştırması


GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ
___________________________



İlköğretim Okuma Kitabında;

“Harap Bir Köy” adlı okuma parçasında, köyün 1974 yılında Türkler tarafından harabeye çevrildiği anlatılmaktadır. Parçada köy halkının her şeyi bırakarak köyü terk ettiği dramatize edilerek resimli bir şekilde anlatılıyor.

Kuzey Kıbrıs Yunanlıları Türk Ordusu tarafında evlerini terk etmek ve adanın özgür bölgelerine göç etmek zorunda bırakıldılar. 
Parçada; kuzeyde bıraktığı evi ziyarete giden ailenin büyük kızı dönüşte iki salyangoz getirir. Evin küçük kızı salyangozları görünce gözleri dolar: “Evlerini sırtlarında taşıyorlar, keşke ben de aynısını yapabilseydim.”

“Göç” başlıklı yazıda, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yaşanan nüfus mübadelesinde Yunanlıların evlerini, topraklarını satıp göç ettikleri konusu trajik bir şekilde anlatılmaktadır.

Yazıda, Mihalis KASİALOS adlı bir halk sanatçısının (ressam) 1973’te Paşaköy’de inşa ettirdiği ve duvarlarını dillere destan bir şekilde kendi elleri ile resmettiği kilise anlatılmaktadır. Yazının devamında 1974 ağustosunda Türk Askerlerinin köye girip birçok masum kişi ile birlikte yaşlı KASİALOS’u da öldürerek etrafa zarar verdiklerinden bahsedilmektedir. Sonunda ise yaşlı KASİALOS ölmüş olsa bile resimlerinin ölümsüz bir şekilde orada kalacağından söz edilmektedir.

1821 ayaklanmasını anlatan yazıda; Sakız Adası’nın Türkler tarafından yerle bir edildiği, köy ve şehirlerin yakıldığı; kadın, çocuk ve ihtiyarların boğazlandığı, genç kızların ise yine Türkler tarafından köle pazarında satıldığı anlatılmaktadır.

İzmir’in Türklerin eline geçmesi ve devamında yaşanan nüfus mübadelesinin trajik bir şekilde anlatıldığı yazı; İzmir’in alevler içinde kaldığı, Yunanlı nüfusun canlarını kurtarmak için küçük sandallara dolup denize açıldığı görüntüsü yaratılan bir resimle desteklenmiştir.

Hikayede EOKA’cı Grivas’ın da lakap olarak aldığı efsanevi Diğenis AKRİTAS’ın Beşparmaklar ile öyküsü anlatılmaktadır. Beşparmaklar’ın ilk çağlardan beri Helenlere ait olduğunu vurgulanmaktadır.

Öykü ilk çağ dönemine ait olmasına rağmen konu Türklere getirilmekte ve Eflaklı bir Yunan çocuğun nöbet yerine giderken Türk-Arap korsanların Kıbrıs'a saldırdıkları ve adanın yeşil kıyılarının kızıl kana bulandığı anlatılmaktadır. Nöbetçi çocuğun, arkadaşlarına, kardeşlerine kılıçlarını kuşanıp Türkler ve Araplara karşı savaşmaya çağırdığı bir kahramanlık öyküsü olarak anlatılmaktadır. “Türk İşgali” adlı şiirde Barış Harekatı dramatize edilerek anlatılmaktadır.


İlköğretim Din Bilgisi Kitabında; 

“Ben Hristiyan doğdum, Hristiyanım, Hristiyan öleceğim.” 
Bu sözlerden sonra Türkler onu zindana attılar ve birkaç gün sonra yaşamı tüyler ürpertici bir şekilde sona erdi..


İlköğretim Tarih Kitabında;

Seni ilk oğluna ağlamak zorunda bıraktığım için ağlama, umutsuzlanma anneciğim.
Eğer bunca anneler ağlıyorsa bunun suçlusu Türklerdir.
Bana süt içirip büyüttüğün kulübemize bir Türkün efendi olmasına kalbim  dayanamıyor, tahammül edemiyorum. Bunu sen de biliyorsun anne.

Bu kitabın tamamı Türk düşmanlığı içermektedir.


İlköğretim Okuma Kitabında; 

“Kıbrıs’da”, “Kıbrıslı Çocuk”, “Vatan” ve “Bölünmüş Vatanımız Hakkında Küçük Çocuğun Merakı” adlı şiirlerde, ilkokullarda, Kıbrıs’ın bölünmüş olduğu ve yeniden birleşmesi için dileklerde bulundukları, geride (kuzeyde) bıraktıkları yerlere ve evlerine dönmek istedikleri, Türklerin Güzelyurt ve Maraş’ı harabeye çevirdiği gibi konular işlenmektedir. Eftihia Teyze, Erenköy’ün Yalusa Köyü’nde ailesiyle birlikte mutlu bir hayat sürüyordu. İnsanlar ister Yunan olsun isterse Türk olsun herkese yardım ediyordu. Fakat 1974 yazında kötü olay ansızın gelişti. Oğlu Aleksandros, onun karısı Avgi ve çocukları ile birlikte esir oldu. Aleksandros Kıbrıslı Türkler tarafından bir soruşturma için tutuklandı. O günden beri hiç kimse kendisini görmedi, kayıp.


İlköğretim Coğrafya Kitabında;

“Türkler 1974 Temmuzunda Kıbrıs’a askeri çıkarma yaptılar. 200 bin Rum zorla evlerinden atıldı ve kendi vatanlarında göçmen oldu. Birçoğu Türkiye’deki hapishanelere götürüldü. Bu kişilerden 1619’u halen kayıptır. Bu kişilerin aileleri, yakınlarının akibetlerinin belirlenmesi için o zamandan itibaren süregelen bir mücadele başlatmışlardır. Türk işgali altında bulunan topraklarda, 1974’te 20 bin mahsur insan kalmıştır. Türkler bu kişileri, yavaş yavaş oradan gitmeye mecbur etmişlerdir. Bu kişilerin sayıları devamlı azalmaktadır. 1994’te bu kişilerin sayısı 900’ü geçmiyordu.”

Parçanın sonunda, parça içerisinde geçen rakamlarla ilgili sorular sorulmaktadır. Örneğin: “Kıbrıs’a Türk işgali ...... Temmuz’unda yapılmıştır.”


İlköğretim Din Bilgisi Kitabında;

Türk döneminde Kıbrıs Kilisesinin varoluş mücadelesi verdiğinden bahsederek Türklere “barbarlar” diye hitap etmektedir. Kıbrıs Kilisesini Nuh’un Gemisi’ne benzetmektedir. 1821’de Türklerin Rum papazları katlettiği, 1974 Yılında Kıbrıs’ı işgal ettikleri belirtilmektedir.


İlköğretim Sosyal Ahlak Dersi Kitabında;

Karikatürize edilmiş haritada, Kıbrıs; üzerinden kan damlayan dikenli tellerle ikiye bölünmüş ve kuzey tarafının üzerinde Türk bayrağı bulunan bir asker botu ile ezilmekte. Altındaki açıklamada: "Kıbrıs devletinin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı 1974’teki Türk işgali ile açık bir şekilde ihlal edilmiştir." 

Haritada Kuzey ve Güney sınırları gösteriliyor. Haritanın üstüne “Unutmuyoruz” diye büyük bir başlık atılmış, altındaki açıklamada ise: “İşgal Bölgesi %36.4, 3 bin ölü, 1619 kayıp ve 824 esir.”



Bu "Döküman" nerede şimdi??? Neden nette ulaşılabilir değil?



"Genelkurmay Başkanlığı'nın 27 ülkenin yüzlerce ders kitabında yaptığı araştırma, AB üyeleri dahil pek çok ülke ders kitabında Türklere yönelik öfke ve önyargı dolu ifadeler bulunduğunu ortaya çıkardı. Tüm kuşaklara Türkler; işkenceci, namus düşmanı olarak öğretiliyor. Hatta Almanya'da imla kılavuzunda Türk kelimesi 'sahtecilik yapan' olarak tanımlanıyor. "Dış Ülkelerin Ders Kitaplarında Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Aleyhinde Tespit Edilen Hususlar Dokümanı" adlı araştırmada, Finlandiya'dan ABD'ye, Gürcistan'dan İtalya'ya kadar ülkeler incelendi. 568 dokümanda rastlanılan Türkiye aleyhine paragraflara en çok 92 alıntıyla Suriye'de rastlanıyor. Suriye'yi 65 alıntıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, 50 ile Bulgaristan, 43 ile Bosna Hersek Federasyonu, 39 ile Rusya izliyor." /Basın 2007



Ermenistan+Yunanistan+GKRY'ın çocukları "yalan+ırkçılık", bizimkiler "yalan+din" ile besleniyor. Biri "düşmanlık+nefret" duyan nesiller, diğeri "cahil+biat" eden nesiller yetiştiriyor!..
SB




"Düşmanım düşmanlığından vazgeçinceye kadar bende onun amansız düşmanıyım"
M.Kemal Atatürk