Kafesoğlu Türk maddî kültürünün temelini atın Türkler tarafından ehlileştirilmesi ile demirin Türkler tarafından işlenmesine bağlamaktadır. Etnolog-tarihçilere göre yer yüzündeki 12 kültür çevresinden (kulturkreise) birisi Avrasya bozkırları kültür çevresidir. Bozkırda doğup gelişen kültürün sahipleri savaşçı insanlar olan Ural-Altay kavimleridir. At bunlar tarafından ehlileştirilmiş ve demir bunlar tarafından işlenmiştir. Bozkır kültürünün temelinin bir Altaylı kavim olan Türklere mahsus olduğu da Andronovo kültürüne ait son kazılarının sonullarıyla ispat edilmiştir.
O. Menghin atı ehlîleştirmek ve genellikle hayvan yetiştirmek gibi medeniyet tarihindeki çok mühim bir safhanın Türklerin ataları ile yakından ilgili bulunduğunu söylemişti. Bozkırlar nazariyesinde kemik kültürü, hayvan besleme kültürü ve at yetiştirme kültürü gibi üç kültür devresi tespit eden O. Menghin'e göre, son merhale olarak, merkezinde atın yer aldığı savaşçı çobanlar (Hirtenkrieger) kültürü doğmuştur ki,bu, bozkır sahası kültürlerinde özellikle Proto-Türkler için karekteristik olan en yüksek dereceyi göstermektedir (4).
Atın ehlileştirilmesi konusunda W. Koppers şöyle demektedir: Atın ehlileştirilmesi ve atlı çoban kültürünün ortaya konması ilk Türklere bağlanabilir, insanlık tarihinde ulaşılan bu başarı, kavimlerin ve diğer kültürlerin gelişmesinde fevkalade sonuçlar doğurmuştur. Tarihî bağlantılann gösterdiği gibi, büyük devlet esası için gerekli şartlar ancak bu sayede belirebilmiştır. (5)
Atın binek hayvanı olarak kullanılmasını, dünya tarihinde pek mühim , ve tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür merhalesi olarak belirten F. Flor'a göre, hayvan terbiyesinde önce Samoyeďler tarafından ren geyiği, sonra da Türklerin ataları (Proto-Türkler) tarafından at ehlileştirilerek insanlık hizmetine sokulmuştur. (6)
W. Schmidt de Araştırmalarında aynı sonuçlara varmıştır. "Orta Asya'da oturan ve çok eski bir zamanda avcılık hayatından hayvanlan ehlileştirme hayatına geçen ilk kavim Türkler olmuştur. At Türkler tarafından ehlileştirilmiştir. Türkler ata binen ilk insanlar olarak görünmektedir" (7).
Moğollarda geç zamanlarda yer aldığı bilinen atın en eski çağlardan beri Türklerin siyasî, dinî, iktisadi ve sosyal hayatında oynadığı merkezî rol şöyle özetlenebilir: Türkler, sürüler halinde yetiştirdikleri atın etini yerler, onu kurban olarak sunarlar ve her yıl - özellikle savaş atlarından - binlercesini yabancı ülkelere ihraç ederek gelirlerini sağlarlardı, özellikle Çin hükümetleri MÖ. 4. yüzyıldan itibaren ordularında Türk sistemini uygulayarak okçu süvari binlikleri teşkil ettikten sonra muhtaç oldukları atı Türk ülkelerinden temin etmek zorunda idiler. Savaş atlarının daha çok ipekle mübadele edildiğini belirten Çin kaynaklan, yalnız Gök-Türk çağında ayrı adlar altında zikredilen 11 cins Türk atından bahsetmişlerdir. (8) Hülasa hem doğu, hem de batı kaynakları bu bakımlardan aynı şeyleri tekrarlamaktadırlar.
Çin vesikalarına göre, Hunlardan önceki Çin'in kuzey kavimleri atlı muharebe usullerini bilmiyorlardı. Çinliler de atı tanıdıktan sonra onu yalnız savaş arabalarında kullamyorlardı. L. Ligeti bu konuda şu tespiti yapmıştır: "Anlaşıldığına göre MÖ. 4. yüzyıla kadar Çin'de tipik Hun atlı kültürü bütünüyle meçhuldü. Geleceğin okçu Hun savaşçısı daha çocuk çağında eğitimlere başlıyor, koyun sırtında biniciliği deniyor, önce sincab, gelincik ve kuşlara, sonra da tilki ve tavşanlara ok atarak, atıcılığa alışıyor, büyüdüğü zaman da mükemmel bir atlı muharip oluyordu". (9)
4.-6. yüzyılın A. Marcellinus, C. Claudianus, A. Sidonius, Zosimos vb. gibi batı kaynaklan şu tespitleri yapmışlardır:
"Henüz ayakta durabilecek bir Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at bulunur... Hunlar at üstünde yerler, içerler, alış veriş yaparlar, sohbet ederler ve uyurlar... At başka bir kavmi yalnız sırtında taşıdığı halde, Hun at üstünde ikamet eder..." (10)
7.-10. yüzyılın İmparator Herakleios ve Leon VI. Phylosophııs gibi Bizans kaynaklarına göre "Türkler sanki at üstünde doğmuşlardır, yerde yürümesini bilmezler". (11)
Bunlara benzer kayıtlara 14. yüzyıla kadar Türkler hakkında bilgi veren bütün Rus,Süryani, İslâm vb. kaynaklarda rastlanır. Yine Çin kayıtlarına göre, eski çağlardan beri Uzak-Doğu'da en iyi at terbiyecisi olan Asya Hunlan milâd sıralarına doğru bile, kimsenin dokunamadığı yabanî atları yakalayıp ehlileştirmeğe devam ediyordu. Bozkır Türk'ü çobanlık hayatında hemen bütün varlığını borçlu olduğu, hususî ad ve ünvanlar gereği, törenle gömdüğü at'a gerektiğinde konuşan, zeka sahibi, gökten inmiş bir çeşit kutsal hayvan gözü ile bakmıştır.
OSMAN FİKRÎ SERTKAYA
__________________________
4) L.Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1971,s. 4•
5) W.Koppers,"Cihan tarihinin ışığında ilk Türklük ve ilk İndo-Germenlik", Belleten, sayı: 20,1941, s. 471, Almanca aslı, s. 522.
6) F. Flor, Haustiere und Hirtenkultur", Wiener Beiträge zur Kulturgeschichte und Linguistica, I,1930. bkz. Karl Jetmar, "Zur Herkunft der türkischen Völkerschaften", Archiv Für Völkerkunde, II, Wien, 1948, s. 12, 21; F. Hançar,Das Pfercl ill praehistorischer und früherhistorischer Zeit, Wien, 1955 s. 342■
7) W. Schmidt, Rassen und Völker..., I I,Lusern, 946 اBkz. Dil ve Tarih-Cografya Dergisi, V,s. 346 vd. ; w .
Radloff tarafından Kapanda-yüs bölgesinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi) daha 1865'te yapılan M. ö . 3 bin sonlarına ait mezar kazılarında ağızlarında demir gem izleri taşıyan at iskeletlerine rastlanmıştı: (Bkz. w . Radloff, Sibirya'dan, H, 1957, İstanbul, s. 107: s. آ12-16آ . ).
8.) Liu Mau-tsai, Die chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost- Türken, ١, Wiesbaden 958 ا,s. 453 vd.
9) L. Ligeti, "Asya Hunlan", Attila ve Hunları, İstanbul 1962, s. 37 vd.
10) p. Vâczy, "Hunlar Avrupa'da”,Attila ve Hunları, İstanbul 962ل,s. 91 vd•
11) Gy. Moracsik, "Bölcz Leó Taktikáya, mind Magyar tôrténeti forrás", Szazadoik, 85,Budapest 1951,s. 342.
......................
|
Fatih Sultan Mehmet ve Atı Reis ! |
Türklerde At Kültürü
Türkler tarih sahnesinde atlara olan ilgileri ve at yetiştirici özellikleriyle tanınırlar. Türkler, koşum takımlarını, üzengi, eğer ve dizgini keşfederek ata binmek ve ona hakim olmak sayesinde hızlı bir nakil ve muharebe aracı elde etmişlerdir. Dolayısıyla, Türklerin bu at sevgisi, atlı araba kültürünü de beraberinde getirmiştir.
Evcil atın kökeninin kuramsal olarak kalıntıları Orta Asya’daki Cungarya’da ortaya çıkarılan kısa kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı “Equus Przewalsky” olduğu öne sürülmüştür. Ancak, eski çağlarda bir değil birçok türden yaban atı yaşamış olup, bunlar arasında Bozkır Kültürü’ndeki “Türklerin yarattığı kültür” savaşçı çobanlarca binek ve savaş atı olarak kullanılan at, “Przewalsky” cinsi değil, küçük gövdeli, uzun ve ince bacaklı, mağrur bakışlı, sert tırnaklı batı bozkırları cinsidir.
Asya Hunları “Przewalsky Atı”nı bilir ama bu atı yalnızca araba ve yük hayvanı olarak kullanırlardı. Kalın bacaklı, hantal gövdeli “Przewalsky Atı” koşu sırasında çeşitli yönlere doğru hızlı dönüş yapmağa elverişli değildi. “Bozkır Atı”nın ise, özellikle savaşlardaki seri ve karmaşık manevra hareketlerine kolayca alışabilen bir gövde yapısı vardı. Asya’daki ilk at kalıntıları, Türk anayurdu bölgesindeki Afanasyevo Kültürü MÖ 2500–1700 ile onun bir gelişmesi olan, aynı bölgedeki Andronovo Kültürü’nde MÖ 1700–1200 görülmüş ve Andronovo Kültür Çevresi’ne giren yerlerde hep at kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Çeşitli bilginlerin araştırmalarının ortaya koyduğu kanıtlara göre bu iki kültür, Türklerin eski ataları tarafından yaratılmış olup Andronovo ve Afanasyevo kültürlerine ait insan iskeletleri Türk=Turan tipini temsil etmektedir.
Atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak Türklerin öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan “Bozkır Kültürü”nde görülmektedir. Bozkır Kültürü’nde rol onayan baş etken biniciliktir. Binicilik ihtiyacının yerleşik köylü kültürlerde değil, geniş otlakları ve uzak subaşlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültürü’nde duyulacağı açıktır.
Bozkır Kültürü’nde, ilk başta kalabalık sürüleri kollamak gibi bir araç olan binicilik, kısa sürede askerî bir değer kazanarak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü’nün yaratıcısı olan savaşçı Proto-Türklerin çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde 3500 yıllık “Savaş Atı Çağı”nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin topraklarında atlı savaşın bilinmediği bir zamanda kendi özgün kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında getirmişlerdi. Böylece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya ile Doğu Asya’da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların yayıldıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür. Atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür atılımıdır. Avcılık yaşamından hayvanları evcilleştirmeğe geçen ilk ırk Türklerdir. At, Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk insanlar olmuştur.
Kapanda-Yüs bölgesinde “Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi” yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Atın, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri olmadığı gibi Moğollarda da sonradan yer almıştır.
Moğollar aslen bir bozkır kavmi değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonraları Bozkır Kültürü’ne katılmışlar, Türklerle birlikte bu kültürün uygulayıcısı olmuşlardır. Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi’ne yani Bozkır Kültürü’ne geçmeleriyle başlar. Bütün bunlara karşılık, en eski çağlardan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır.
Türklerin özel sempatisi ile binek ve yük hayvanı olarak at yetiştirilmesi, eskisi kadar olmasa da günümüzde kırsal bölgelerde devam etmektedir. Önceleri ata eyersiz binilmişse de, bu uzun sürmemiş; kontrolü elde tutmak, biniciyi rahat ettirmek vb. sebepler at koşumunun “binit takımı” gelişmesini sağlamıştır. Türklerin kullandıkları at koşumları hafif donanımlı, atın süratini engellemeyen türdedir. Takımların, binicilerinin giyimlerine de uyumlu olmasına özen gösterilmiştir.
Türk toplumlarında ordularda askerin atlandırılması olgusuna Göktürk yazıtlarından itibaren rastlamaktayız. Türk atının uzun yola dayanıklı ve hızlı koşar olması, orduda haberleşme alanında da kullanılmasını sağlamıştır. Atlarını savaş düzenine alıştırmış olan Türkler manevra yeteneği fazla olan Türk atları ile uzaktan savaşma tekniğini geliştirmişlerdir. Atların hafif donanımları, askere yoldan ve zamandan kazandırırdı. Orduda, atların gece yürüyüşlerine de alışabilmeleri için iyi görebilenleri tercih edilirdi. Türk devletleri, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemi ordularının vazgeçilmez bir parçası olan at, II. Dünya Savaşı yıllarına kadar etkinliğini sürdürmüştür. Günümüzde de küçük bir atlı birlik şeklinde ve sembolik anlamda ordumuzun Muhafız Alayı bünyesinde yaşatılmaktadır.
Türklerde daha çok binek hayvanı olarak kullanılan at, önceleri elverişli yerleşim alanları, otlak ve suyolları bulmak gibi amaçlarla kullanılmış, daha sonra savaş atı olarak da yetiştirilmeye başlanmıştır. Türklerdeki eski at kültürü İslamiyet’te de kaybolmamıştır. Osmanlılarda at terbiyesine ve yetiştiriciliğine büyük bir önem verilmiştir. “Istabl-ı Amire” “Padişah sarayının ahırı” saraya bağlı önemli bir kurumdur. Bu kuruma bağlı çok sayıda “yund ocağında” “haralarda” at yetiştirilmiştir.
......
At kuyruklarının düğümlenmesi, kesilmesi ya da örülmesi eski Türklerde yas ifadesiydi. Kurganlarda örülü ya da kesilmiş at kuyruklarına rastlandı.
......
ATA ve SAKARYA
O GÜZELİM ATLAR!...
Osmanlı Devleti'nin sonu gelmek üzere olan o karanlık günlerde Mustafa Kemal Halep'te bulunuyor ve İstanbul'a gidecek. Ama tiren bileti alacak kadar bile parası yok. Tek varlığı zamanla edindiği ve yetiştirdiği atlar, kısraklar. Tek çare, bunları satmak. Gerçi, o denli sevdiği bu hayvanlardan ayrılmak da güç geliyor ona. Ama satacak, para edecek başka hiçbir şeye sahip değil.
"-Salih, bu atlardan birkaçını satıp da İstanbul'a gidebilirim."
Salih (Bozok) atları satma görevini üstleniyor, fakat tek bir alıcı çıkmayacak. Subayların hiçbirinin durumu Mustafa Kemal'den başkaca değil. Halep'in hali vakti yerinde olanlarının çoğu at meraklısı ama atları alsalar, seferberlik var, ülke savaşta, ordu tüm hayvanlara el koyuyor. Tam bir çıkmaz, çaresizlik...
İşte tam da bu günlerde Dördüncü Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Mustafa Kemal'le Halep'te buluşacak. Cemal Paşa'nın Mustafa Kemal'e eskiden beri sevgisi ve bağlılığı var. Birçok konuda da görüş birliği içindeler. Bir ara söz dönüp dolaşıp Mustafa Kemal'in para sıkıntısı içinde olduğuna ve atlarına da geliyor:
"-Cemal Paşa, benim bazı cins at ve kısraklarım var. Bunları satmak ihtiyacındayım; isteklisi çıkmadı. Siz buranın eski komutanısınız, bana bir yol gösterir misiniz?"
"-At ve kısraklarınızı önce baytarlarıma muayene ettireyim."
"-Diyarbakır'da iken, Alman ve Avusturyalılar, bu atlarla kısrakların önemli bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinden şüphe etmiyorum, ama öyle yapınız..."
Ve Cemal Paşa, tüm at ve kısrakları iki bin altına alıyor!...
Mustafa Kemal'in İstanbul'a gelebilmesi, savaşımına başlayabilmesi çok sevdiği, yıllardır edindiği, yetiştirdiği at ve kısraklarının sayesinde...
Dahası, Cemal Paşa, bu hayvanları sonradan beş bin altına satacak ve atların ve kısrakların değeri iki bin değil, beş bin altmmış diyerek aradaki üç bin altını Mustafa Kemal'e gönderecektir. Ve Gazi Mustafa Kemal Paşa da, yıllar sonra diyecektir ki:
"-Bu para, yeni girişimlerimde bana destek olmuştur. Bunu belirtmeyi görev sayarım." (3)
Atlarından, kısraklarından ayrılması kuşkusuz onu çok üzmüştü. Çünkü atları o kadar çok seviyordu ki... Bir tutku idi at sevgisi onda. Onları okşarken elleri sevgi ile titrer gözleri parlardı. Onlarla konuşurdu da. Ve bu sevgi karşılıklıydı. Seyislerine huysuzluk yapan atlar onu karşılarında görünce hemen terslenmeyi keserlerdi. (4)
Nerdeyse çocukları sevdiğince severdi atlarını... Ankara'da Çiftlik'deki taylarından biri ruam hastalığına yakalanıp da öldürülmesi gerektiğinde, ellerine lastik eldivenler geçirerek tayı birkaç kez okşamadan öldürmelerine izin veremeyecek, hayvanı okşarken de gözyaşlarını tutamayacak ve ağzından şu sözler dökülecektir:
"-Çocuğum olmadığında hikmet ve isabet varmış. Eğer bir evlat kaybetmek felâketine uğrasaydım kalbim bu elem ve kedere dayanamazdı." (5)
Atları onun arkadaşları gibiydi de. Hem de ölümleri ona gözyaşı döktürecek denli sevdiği arkadaşlar...
"-Bir arkadaş daha bizi terk ediyor bugün Sabiha..." dediğinde acı içinde, Sabiha Gökçen birden irkilecek, o günlerde Gazi Paşa'nın yakınları arasında ölümcül bir hastalığa yakalanmış kim var diye belleğini zorlayacak, çıkaramaymca da Gazi böylesine üzgün olduğuna göre ölümüne yandığı bu arkadaşının bilmediği ama mutlaka çok sevdiği biri olduğunu düşünürken içeriye Gazi'nin tabancasını elinde tutarak giren bir dosta onun:
"-Durumu nasıl? Hiç umut yok mu?"diye sorması karşısında şaşkınlığı daha artacaktı.
"-Maalesef Paşam! Yok... Herkes elinden geleni yaptı. Böyle daha fazla acı çekmesine müsaade etmeseniz iyi olur... Bir şey daha söylemek isterim... Gözleri sanki sizi arar gibi..."
"-Arar, arar ya... Atlar insanlardan daha hassas, daha vefakâr ve daha çıkar düşüncesinden uzaktırlar. Bunca yıl bana hizmet etti, bana yoldaşlık etti. O benim kokuma, ben onun kokusuna alıştık. Birbirimizin huyunu da iyi öğrendik. Yazık oldu hayvanıma..."
Evet, o çok sevdiği atlarından biri hastalanmıştı, umar da yoktu, vurulması gerekiyordu acısını dindirmek için. Ona karşı bu son görevi de sahibi yapmalıydı.
Silahını aldı, ahıra doğru yürüdü. Hayvanın ağzından köpükler saçılıyor, karnı acı içinde kasılıp duruyordu.
Gazi, eğildi, mendili ile köpüklerini sildi, yelesini okşadı atının.
"-Oğlum, oğlum! Şimdi bütün acıların dinecek!..."
Öptü onu birkaç kez.
"-Sen mi beni arayacaksın, yoksa ben mi seni?"
Doğruldu, silahını hayvanın tam altına doğrulttu. Parmağı tetikte. Ama öyle kalakaldı. Bir yontu gibi. Ve birden gözlerinden yaşlar boşandı. Yağmur yağarcasına.
"-Alın! Alın! Götürün hayvanı buradan! Çok uzaklara götürün. Acı çektirmeden ölmesini temin edin. Gerekirse iğne yaptırın. Uyutun, öyle vurun! Ben düşmanlarımı bile böyle vuramamışımdır! Bana bunu yaptırmayın..."
Gazi, uzunca bir süre ata binemeyecekti.. (6)
Ve günlerden bir gün Çankaya'dayız, sofrasında konukları bulunduğu o gecelerden birinde Gazi yaverlerine buyuruyor:
"-İki gün önce bizim atlardan biri doğurdu. Alıp onları buraya getiriniz."
Konuklar, herkes şaşkın. Salona at getirilir mi hiç? Yaver, duraksıyor.
Gazi'nin,
"-Sevelim, görelim, okşayalım." sözleri şaşkınlığa, duraksamaya bir son veriyor.
Çok geçmeden tay ve annesi Yıldız, bakıcıları Kerim'in yedeğinde şeref salonunda. Salonda ayakları kaymasın diye geçecekleri ve duracakları yerlere halılar, kilimler serilmiş. Gazi, onları ayrı ayrı sevmekte ve eliyle kesme şeker yedirmekte... (7)
Dipnotlar
3) GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK: Atatürk'ün Anıları, 1917-1919; kaleme alanlar: Falih Rıfkı [Atay], Mahmut [Soydan]; sadeleştiren: İsmet Bozdağ, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1982, s.33-36.
4) SABİHA GÖKÇEN: Atatürk'le Bir Ömür, anılan kaleme alan: Oktay Verel, 3.basım, Altın Kitaplar, İstanbul, 2000, s.46.
5) C.GRANDA: Atatürk'ün Uşağı İdim; yayına hazırlayan: Turhan Gürkan, Hürriyet yyn., İstanbul, 1973, s.224.
6) S.GÖKÇEN: s.69-70.
7) C.GRANDA: s.224-225.
ÇETİN YETKİN
-"fakat nihayet," dedi Gazi;
BEN DE BİR İNSANIM
Kutsi bir kuvvetim yoktur ki!
kitabından
.....
Atatürk ve Binicilik
Ata ve atçılığa özel bir merak ve sevgisi yanında iyi bir binici de olan Atatürk, yurtta atçılığı ve yarışçılığı daima özendirdi. Yakınlarını da bu konuya ilgi göstermeye neredeyse zorladı. Bu da atçılığın ve yarışçılığın lehine olmuştu. Onun bu yoldaki emir ve direktifleriyle Türk atlı sporları olumlu bir gelişme kaydetmişti.
14 Ocak 1923 günü İzmir'de Uşakzade Muammer Bey'in kızı Latife Hanım ile evlendikten sonra eşine verdiği armağanların arasında güzel bir atın bulunması da Atatürk'ün ata gösterdiği ilgi ve verdiği değerin ifadesidir kuşkusuz. Atatürk'ün tavlasındaki atların arasında "Sakarya"ya karşı özel bir ilgisi ve sevgisi olduğuda bilinir. Atatürk tatil günlerindeki atlı gezilerini hep "Sakarya" ile yapmak istemiştir.
Atatürk'ün at sevgisi, onu da bir ara yarışçılığa sevk etmişti. Gerçekte Atatürk belki de bunu yarışçılığı teşvik için yapmıştı. Atatürk'ün atının kazandığı bir yarışı, atçılık dünyamızın ünlü kişilerinden Said Akson'un "Yarışçılık Anıları" kitabından öğreniyoruz. Bu olayı, yazarının kaleminden keşfetmek gerekir:
"…Sosyete ve kordiplomatik yarışlarla alakalı idi. Fransa'dan gelen atlar içinde bir kısrak vardı. Bu Atatürk'ün atıydı. O sıra Afgan Kralı Amanullah Han Ankara’yı ziyarete gelmişti. Atatürk Amanullah Han'ı yarışlara getirdi. Algrette yarışlara katıldı. Primerole gibi kuvvetli bir rakiple karşılaşacaktı. Algrette koşuyu kazandı. Amanullah Han çok memnun oldu ve Atatürk'ü hararetle tebrik etti. Algerette Fransa da epey koşu kazanmış bir kısraktı, fakat tandonları zayıftı ve sene sonunda haraya çekildi, Ukko ile Alliance'in kızı olan Algrette çok muvaffakiyetli bir damızlık oldu. Karacabey harasında Cumulus'ten doğurduğu Çankaya isimli ilk tayı Atatürk o zamanlar Türk Konkur ekibinin as binicilerinden Saim Polatkan'a hediye etmiştir."
Türkiye’de atçılığı ve yarışçılığı teşvik amacıyla kurulan “Yarış Islah Encümeni” de Atatürk’ün büyük desteğini görmüştür. Bu encümenin vaki ricası üzerine, adına bir “Gazi Koşusu” ihdas olunmasına da severek izin vermiş 1926 ve böylece Türk yarışçılık dünyasının en önemli klasiği halini almış olan “Gazi Koşusu” 1927 yılından itibaren Türk yarışçılığına renk katmaya başlamıştır. Atatürk son olarak 18 Ekim 1936 günü Ankara’da, Sonbahar at yarışlarının Üçüncü Hafta Koşuları’nı izlemiştir.
Atatürk’ün Süvarileri
Cevat Gürkan, Saim Polatkan, Cevat Kula ve Eyüp Öncü’nin, binicilik dünyasının en büyük yarışmalarından biri olan Roma Enternasyonal Konkurhipikleri’nin, en büyük mükâfatı ve en önemli yarışması olan “Mussolini Kupası”nı kazanmaları Büyük Atatürk’ü çok sevindirmişti.
http://www.ataturk.net/spor/
Atatürk'ün Süvarileri Roma'yı fethetti
Türk Binicilik Sporu'nda, 1938'deki Mussolini Kupası zaferimiz, aradan yıllar geçse de unutulmayacak. Avrupa Konkurhipik'lerinin en büyük yarışmalarından biri kabul edilen Roma'daki bu yarışmaya, 1936 Berlin Oilmpiyatı Şampiyonu Alman Hasse'de "Tora" isimli atıyla katılıyor ve kesin favori gösteriliyordu. Evsahibi İtalyanlar da, Duçe'sinin adını taşıyan bu yarışmada büyük iddia taşıyordu. Alman ve İtalyanların yanısıra, Romanya ve İrlanda ekipleri de yarışıyordu. Yüzbaşı Cevat Kula, Yüzbaşı Cevat Gürkan, Yüzbaşı Eyüp Öncü ve Teğmen Saim Polatkan o gün müthiş bir yarışma çıkarıyor ve Güçlü, Yıldız, Ünal ve Çakal isimli atlarıyla 35.3/4 puanla birinciliği kazanıyordu. 60 yıl önce Roma Konkurhipikleri'nde Atatürk'ün Süvarileri, kupayı Mussolini'nin elinden alıyordu. Büyük coşku yaşatan Roma'daki bu zaferin ardından Varşova'da da başarılar kazanan binicilerimiz, Türkiye'de muhteşem bir törenle karşılandı. (basın)
Mussolini kupayı verirken Türk subaylarına hitaben:
"Büyük Atatürk'ün kahraman süvarileri, Avrupa'yı süvarileri ile titreten Atilla'nın torunları olarak yeniden
fethettiniz."
2 Mayıs 1938'de Yüzbaşı Cevat Kula, Yüzbaşı Cevat Gürkan, Yüzbaşı Eyüp Öncü ve Teğmen Saim Polatkan
Ekibi Mussolini Altın kupasını kazanmıştır.
yarışın videosu / Sipahi Ocağı
......
diğer yazılar için tıklayın :
*****
|
Medyatik Atımız |
***