29 Haziran 2014 Pazar

PAZIRIK HÖYÜKLERİNDEN ÇIKANLAR


PAZIRIK 5.HÖYÜK - HALININDA ÇIKTIĞI HÖYÜKTÜR






KÜRK ÜZERİNDE DERİ VE İŞLEMELER

1. CEKET KOLU/KÜRK - 2.ERKEK ŞAPKASI (SUMERLİLERİNKİ GİBİ)
3.KADIN ŞAPKASINDAN PARÇA - 4.ÇİZME







"ALTAY MÜZESİNDE TÜRK TARİHİ ACISINDAN 
ÇOK ÖNEMLİ BİR MÜZE, 
PAZIRIK KURGANINDAN ÇIKAN BULUNTULARIN 
BİR KISMI BURDA,
AMA SADECE BİR KISMI,
DÜŞÜNÜN Kİ PAZIRIK KURGANINDAN ÇIKAN BULUNTULARI DAHİ TEK BİR MÜZEDE SERGİLEMİYORLAR, 
ŞİMDİ BURADA ÇOK FAZLA İYİ NİYET DÜŞÜNEMİYORUZ."



....




ALL TURKISH PEOPLES, UIGHURS, KÖK-TURKS,OTTOMAN TURKS, BELONG TO THAT CENTRAL GROUP OF EURASIAN HUMANITY WHICH WE ARE CALLING SCYHTIAN.

THE EARLIEST SCYTHIAN AND THE EARLIEST INDO-EUROPEAN WERE MUTUALLY INTELLIGIBLE SISTER LANGUAGES.

THE AR AZ AS SA OR SU PEOPLES.... AZ WERE IN SOME WAY ANCESTRAL TO KASSITES AND KHAZARS.

WE MAY SUPPOSE THAT THIS SA POPULATION WAS THE LONG SOUGHT PRE-SUMERIAN. AFTER THE ARRIVAL OF THE SUMERIANS PROPER, THE SA PEOPLE SEEM TO HAVE BEEN PUSHED TO THE NORTH, TO THE NORTHERN MOUNTAINS, THE PART OF THE SUMERIAN WORLD DESIGNATED IN CUNEIFORM DOCUMENTS AS SABARTU. IN RECENT LITERATURE THESE PEOPLE ARE OFTEN CALLED SUBARAEANS.

SUMERIANS WERE THE CREATORS OF THE FIRST HIGH CIVILAZATION IN MESOPOTAMIA.

THE SUMERIANS WERE- THIS TRUTH EMERGES SLOWLY FROM THE RECENT PROGRESS OF ARCHEAOLOGY- THE PROBABLE BIOLOGICAL , AND CERTAINLY THE CULTURAL ANCESTORS OF ALL THE LATER PEOPLES CALLED SCYTHIAN.

* THE MEDES, ONE OF THE GREAT PEOPLES OF ANTIQUITY, WHO APPEAR AFTER THE ASSYRIANS AND BEFORE THE PERSIANS. THE ORIENTALIST JULES OPPERT ASSERTED (IN 1879) THAT THEY WERE A TURANIAN PEOPLE. THEY WERE PRESENT NOT ONLY IN CLASSIC MEDIA ; HERODOTOS WRITES ABOUT MEDES NORTH OF THE DANUBE.

THE DAHA PEOPLE (DACIANS) RULE IN CENTRAL EUROPE WAS DEFEATED BY THE ROMANS, BUT DACIANS SEEM TO HAVE SURVIVED IN RUMANIA AND IN SOUTHERN HUNGARY TOO, WHERE THEY ARE CALLED TAHO. EARLY GROUPS OF THE DAHAE MAY HAVE INFLUENCED MANY PEOPLES OF ASIA. IT IS POSSIBLE THAT THEY WERE THE ANCESTORS OF THE THRACIANS AND THE TURKS.

THE HUNS IN THE WEST THEY WERE CALLED SCYTHIANS. SOVIET EXCAVATIONS HAVE SHED LIGHT ON THE SURPRISINGLY HIGH CULTURE OF THOSE HUNS (SCYHTIANS) WHO LIVED AND BURIED THEIR DEAD IN THE SIXTH AND FIFTH CENTURIES B.C. IN THE ALTAI MOUNTAINS.

THE AVARS MANY DIFFERENT NAMES LIKE OBORS, VARS, PARS, IN ROMAN TIMES AS PARTIANS. THEIR ETHNIC GROUP UNITED WITH SIMILAR SCYTHIAN ELEMENTS.

ALEXANDER THE GREAT CONQUERED THE AVAR LAND, BUT SOON AFTER HIS DEATH ARSACUS LIBERATED THE AVAR, WHO UNDER THE ARSACID DYNASTY FOUGHT THE ROMANS UNTIL 250 AD. , WHEN ROME PUSHED THEM BACK TO THE ARAL SEA. FROM THERE MENACED BY THE KÖK-TURKS PART OF THE AVARS MOVED WEST AND IN 568 SETTLED IN THE CARPATHIAN BASIN.

THE TURKS; ALL TURKISH PEOPLES, UIGHURS, KÖK-TURKS, OTTOMAN TURKS, BELONG TO THAT CENTRAL GROUP OF EUROSIAN HUMANITY WHICH WE ARE CALLING SCYTHIAN.



Dr.IDA BOBULA (1900-1980) 
ORIGIN of the HUNGARIAN  

















PAZIRIK  -  YILDIZ İLE TAMGALARA DİKKAT













_______________________










AZERBAYCAN - İRAN - PAZIRIK / KEÇİ VE KUŞ İKONOGRAFİSİ





Solda : 
Gobustan - Azerbaycan 'dan Türk Kaya Resmi
Sağda : 
Orta Asya kurganından çıkan ve atlara takılan bir maske MÖ.5.4.yüzyıl - Hermitage Müzesi


Gobustan sanatsal kaya oymalarının olduğu yerleşim yeri, 40.000 yıl öncesine dayanan, 6.000 den fazla olağanüstü kaya oymasıyla Orta Azerbaycan yarı çölünün kenarında yükselen üç kayalık platoyu kapsar. 

Bu yer ayrıca, üst paleolitikten orta çağlara kadar son Buzul Çağını takip eden ıslak dönemde, tümünün bölgenin yerlileri tarafından yoğun bir şekilde kullanıldığı görülen iskan edilmiş mağaraların, yerleşim alanlarının ve mezarlıkların kalıntılarını içerir. 537 hektarlık alanı kapsayan yerleşim yeri, daha geniş korunan Gobustan Bölgesinin bir parçasıdır.

Bölgeyle ilgili ilk buluşlar 1939 - 1940 yıllarında yapılmış, daha sonra sistemli araştırmalar 1947'den sonra araştırmacı arkeolog İshag Ceferzade (I. Djafarsade) tarafından devam ettirilmiştir. Ceferzade, 750'den fazla kaya üzerinde 3.500'den fazla oyma belirlemiş ve kayıt altına almıştır. 

Bu kayıtlar, daha ileri düzeyde kazılar yapan R.Djafarguly tarafından genişletilmiştir. 1965'den beri, 20'den fazla tarih öncesi yerleşim yerinde kazılar devam etmiş ve bronz çağına ait çok sayıda yapı tespit edilmiştir. Kazıları devam ettiren D.Rustamov tarafından bir mağarada 10.000 yıllık 2 metrelik bir katman ortaya çıkarılmıştır. Bu katmanlarda ele geçirilen insana ait figürün ise en az 10.000 yıllık olduğu, ve hatta daha önceki tarihlere de ait olabileceği belirtilmiştir.

KAYNAK : 
UNESCO World Heritage Center
Hermitage Müzesi








URMU TEORİSİ : 
Türklerin Anayurdu buraları, Atayurdu ise Altaylardır:Dilmizde buralarda oluşmuştur. Mesela Tarkan adını sıkça görürüz....

Ön Asyada yaranmış prototürk dili m.ö. IV binyılın ortalarında batı ve doğu kollara ayrılmış, doğuya giden prototürk urugları Orta Asyadan İtil yakalarına ve Altaya kadar ayrı-ayrı bölgelerde ikinci Atayurdlar salmışlar.








MÖ.1000 İRAN'DA BULUNMUŞ
PERSLER MÖ.6.YÜZYILDAN SONRA BURALARA GELMİŞTİR!




İRAN'DA BULUNMUŞ  MÖ.1000!





Hindistan







kitap




İSKİT - MÖ.4.yy
Kurt şeklinde bronz koşum plaketi, kurt başı aşağıya doğru bakınca sağa doğru bakan bir dağkeçisi rahatlıkla görülüyor.





_______TÜRK KÜLTÜRÜ ve TARİHİ_________ 





28 Haziran 2014 Cumartesi

Eski Korece'de Türkçe Ödünç Kelimeler








Korece'de pek çok Altayca ödünç kelime bulunmaktadır. 
Bunların esas olarak iki ayrı dönemde 
Koreceye girdikleri kabul edilmektedir.


Korece'deki Altayca kelimelerin çoğu 13.yüzyılın ortalarında, Korece'deki Moğool egemenliği döneminde ödünçlenmiştir. Ayrıca Kore tarihinin daha erken dönemlerinde, ilk veya eski Korece döneminde de ödünçlenmiş çok sayıda Altayca kelime bulabiliriz. Bu Altayca ödünç kelimelerin çoğunun Türkçe kökenli olması ilginçtir. 

Korece ile Türkçe arasında köklü bir genetik münasebetin söz konusu olduğu hakkında bir çok görüş ileri sürülmüştür. Bu görüşler şöyle özetlenebilir:

Moğolca , Türkçe ve Mançu-Tunguzca birbirine en yakın diller olarak bir Altay dil ailesini oluşturmaktadır ve Korecenin de bu birliğe dahil edilebilme ihtimali çok büyüktür.

Korece konusuyla en çok ilgilenen Batılı bilim adamları Ramstedt ve Poppe olmuştur. Bu iki bilginin konuyla ilgili görüşleri arasında bazı farklılıklar vardır.

Ramstedt Korece ile diğer Altay dilleri arasındaki genetik ilişkiden söz ederken Koreceyi diğer Altay dilleri ile aynı ölçüde yakın bir dil saymıştır.

Fakat onun öğrencisi Poppe, Korecenin bir Altay dil birliği içindeki yeri konusunda bazı şüpheler taşır. Ona göre Korecenin bir Altay dili olma ihtimali yüksektir; ancak Korece bir Altay dili ise Altay dil ailesinden, yani Proto-Altay dilinden en erken ayrılan dil olmalıdır. Bundan dolayı Korece diğer Altay dillerinden biraz uzak kalmıştır.

Bu konu hakkındaki benim görüşüm ise şudur: Korece kesin bir şekilde Altay dil ailesine mensuptur ve Altay dilleri içinde en çok Türk diline yakındır.

Şimdiye kadar yapılmış araştırmalar dışında, kendi araştırmalarımın sonucu olarak Korece ile Türkçe arasında 180'e yakın yeni ortak kelime ve 90'a yakın ortak ek bulunmuştur. Üstelik bu ortak unsurların çoğu yalnız Türkçe ile Korece arasında değil, Moğolca ve Mançu-Tunguzca gibi diğer Altay dillerinde de mevcuttur.

Ortak kelimeler bir yana bırakılırsa, çalışmalarımdan elde ettiğim ortak unsurlar şunlardır:

İsim yapma ekleri 37
Fiil yapma ekleri 14
Hal ekleri 9
Zamirler 8
Sıfat fiiller 5
Zarf fiiller 12
Çoğul ekleri 2

Öte yandan, Türkçe ile Korece arasında bir çok ödünç kelime de bulunmaktadır. Türkçeden Koreceye yapılmış ödünçlemeler iki ayrı tarihi dönemde meydana gelmiştir.

Birincisi ilk Kore devletlerinin teşkil edilmesi ve gelişmesi sıralarında, yani aşağı yukarı MÖ.2 yüzyıldan önceki asırlarda;

İkincisi ise MS.13.yüzyılda Moğol İmparatorluğu'nun Kore'yi idare ettiği yıllarda Moğolca vasıtasıyla gerçekleşmiştir.

Bu makalede ilk Kore devletleri devrinde Türkçeden Koreceye geçmiş ödünç kelimeler üzerinde duracağım. 

Bilindiği gibi milattan önceki asırlarda Kore'nin ilk devleti olan Kocoson ile Proto-Türkler olarak bilinen Hunlar arasında coğrafi ve kültürel açıdan oldukça sık münasebetler olmuştur. Bu iki devlet ve bunlardan sonra kurulan devletler de bir Altay kavimler birliği halinde Çin'e karşı savaşmışlardır. Bu sıralarda ve ondan önceki dönemlerde Korece ve Türkçe arasında hem kültürel hem de söz varlığı anlamında ödünçlemeler olmuştur. Kore devletinin ilk devirlerinde Türkçeden Koreceye geçmiş kelimeler şunlardır:

(1) Ko. ori “ördek”: Orta Korecede orh ve orhi olarak iki şekli vardır. Bu kelimedeki /h/, epithesis ses olayı sonucu ilave edilmiş bir ünsüzdür. Ayrıca orhi şeklinin sonunda bulunan /i/ ünlüsü Korecede sık görülen isimden isim yapma ekidir. Modern Korecesi ise ori şeklindedir. Öte yandan, bu kelime Yakutçada uzun ünlülü olarak o:r şeklinde bulunmaktadır. Eski Uygurcada ördek “ördek” kelimesi vardır (Ligeti 1966: 190). Clauson (1977: 205), bu kelimenin or- “yüksek yere çıkmak” fiili ile isim yapma eki –dek gibi iki ayrı morfemden meydana gelmiş olduğunu iddia etmiştir. Fakat, bildiğimiz gibi Türkçede –dek şeklinde bir isimden isim yapma eki bulunmamaktadır. Bana göre bu, Türkçe ör ile bilinmeyen bir dilden geçmiş -dek kelimesinden oluşmuş ve hendiadion olarak kullanılmıştır. 

(2) Ko. turumi “turna”: Bu kelime Eski Türkçeden Koreceye geçmiştir. Eski Türkçede turunya, Orta Türkçede turna şeklindedir. Kıpçakça, Kumanca, Osmanlıca gibi tarihi Türk dillerinde de aynı şekilde geçmektedir. Azerice ve Türkmencede ise durna şeklindedir. Öte yandan, Yakutçada bu kelime turuya şeklindedir ve bu Tunguzcaya da geçmiştir: Evk. turuya. Bu kelime Japonca tarafından da turu şeklinde ödünçlenmiştir. 


(3) Ko. bora “kar fırtınası”: Korecede bu kelime yalnız nunbora “kar fırtına” (nun “kar”) kelimesinde bulunmaktadır. Bu kelime ilk defa Orhon Türkçesinde bor “kar fırtınası, şiddetli yağmur” şeklinde bulunmaktadır. Çağataycada borağan şeklindedir ve bu Moğolcadan geçmiştir. Bugünkü Türk lehçelerinde de bu kelime bulunmaktadır; 

Trkm. bo:ran “id”leri., 
Kzk. boran “id”leri., 
Tuv. bora:n “id”leri., 
Tat. buran “id”leri. 
Fakat bunların hepsi Moğolcadan geçmiştir. 

Çok ilginçtir ki Anadolu Türkçesinde bora şekli kullanılmaktadır ve bu şekil Eski Türkçe bor şekline paragoge ses olayıyla sonuna ünlü ilave edilerek meydana gelmiştir. Öte yandan, Anadolu Türkçesinde Moğolcadan geçmiş boran şekli de bulunmaktadır. Bu kelime Moğolca ve Tunguzcada da bulunmaktadır; Mo. boroğan “yağmur”, Lam. burkun “kar fırtınası”, Evk. burkan “id”leri. Bu kelime Yakutçadan Evenkiceye geçmiştir; Yak. burxa:n “kar fırtınası”. 

Poppe’ye (1960: 21) göre Moğolca boroğan, buruğan’dan gelişmiştir. Poppe bu kelimeyi Türkçe bur- fiili ile karşılaştırmıştır. Fakat Poppe’nin bu görüşü yanlıştır, çünkü Kazakça ve Kırgızcada Moğolcadan geçmiş boran kelimesinin yanında bora- fiili bulunmaktadır. Bu fiil, isim isim bor ile isimden fiil yapma eki –a-’dan meydana gelmiştir.

(4) Ko. cokha “yeğen”: Bildiğim kadarıyla bu kelime Moğolca ve Mançu-Tunguz dillerinde görünmemekte ve yalnız Orhon Türkçesinde çıqan şeklinde bulunmaktadır

(5) Ko. tonga “kuvvetli, kalın ve güçlü halat”: Bu yalnız tongacur “kuvvetli halat” kelimesinde görünmektedir. Eski ve Orta Türkçede tonga oldukça sık görünmektedir. Bu kelime Kaşgarlı Mahmud’un lugatında “kaplan”, Clauson’a (1972: 515) göre “kahraman”, İbnü Mühenna’ya göre ise “kuvvetli” anlamındadır. Öte yandan bu kelime Çince kaynaklarda da d’ung-nga olarak geçmektedir. Bu kelime büyük ihtimalle Mançu-Tunguzca yoluyla Koreceye geçmiştir. 


(6) Ko 'iri köpek' : Bu kelime Kore'nin güney eyaletinde kullanılmaktadır. Bu Eski Türkçe böri “kurt” ile aynıdır ve Türkçeden Koreceye geçmiştir. Yenisey Ostyak ve Rus dillerine de geçmiştir. 


(7) Ko. toksuri “doğan”: Bu kelime dışında Korecede “doğanın bir çeşidi”ni ifade eden ve suri ile yapılmış iki kelime daha vardır: surimae (<*suri + mae “doğan”) ve surisae (< suri + sae “kuş”). Öte yandan, anlamı belli olmayan suri tek başına hiç kullanılmamaktadır. Fakat bu örneklerden toksuri kelimesinin tok ve suri şeklinde iki kelimeden meydana gelmiş olduğu anlaşılmaktadır. Korece tok kelimesi Türkçe “doğan” anlamındaki toğan (<*tok+kan) kelimesinde yaşamaktadır. Türkçe toğan kelimesi *tok ve kokeni belli olmayan *kan şeklinde iki kelimeden meydana gelmiş ve hendiadion olarak kullanılmıştır. Türkçe *tok ise büyük ihtimalle proto veya eski Türkçeden Koreceye geçmiştir.

(8) Ko. kåo “uyuyan kişiyi bastıran kötü ruh”: Bugünkü Korecede bu kelime  kawi şeklindedir. Orta Türkçe Oğuz diyalektinde “kötü ruha tutulmuş hal” anlamında kowu ve kowuz şekli vardır. Kaşgarlı Mahmud’un lugatinde bu kelime hakkında ilginç bir izah vardır; Kötü ruha tutulmuş adamdan kötü ruhu kovarken soğuk suyu adamın yüzüne döküp “kowu! kowu!” diye bağırırlarmış. Clauson (1972: 581) ve Dankoff’a (1985: 144) göre bu kelime “kovmak” anlamındaki Türkçe fiil kow-’dan gelişmiştir. 

Fakat bu görüş pek inandırıcı değildir. Çünkü Türkçede fiilden isim yapma eki –u veya –uz nadir görünmektedir ve istisnasız olarak geçişli fiillerle kullanılmıştır. Bunun dışında semantik bakımdan da pek ilgili görünmemektedir. Bence iki ihtimal  vardır: birincisi, isim olan kowu’ya küçültme eki –ç gelmiş olması; ikincisi, isim olan kow ile 'uçmak, yok olmak' anlamındaki uç-fiilinin beraber kullanılmış olması. İkincisi kow uç! “kötü ruh! yok ol!” anlamındadır.  Öte yandan, Korece şekil kawi, arkaik şekil kåw’e isimden isim yapma eki – i’nin eklenmesi ile sonradan gelişmiştir. 



(9) Ko. tark “tavuk”: Bu Eski Uygurca ve Orta Türkçe takığu “evcil kuş” ile aynıdır. Bu kelime tak ve –ğu şeklinde iki morfemden meydana gelmiştir. Clauson (1972:587), - ğu'nun Eski Türkçe hayvan isimlerinde sık sık rastlanan - ğa ile aynı isim yapma eki olduğunu söylemiştir: Trk.kaburğa 'baykuş', torğa 'tarla kuşu'. 

Fakat bence - ğu'nun Çince bir ödünç kelime olması ihtimali büyüktür (Karl. 126). Türkçe takığu, takı ve ğu şeklindeki iki kelimenin ikileme olarak yanyana kullanılmış şeklidir. Eski Türkçe takı biçimi, /r/ ünsüzünün düşmesi ve sonda /ı/ sesi türemesiyle ortaya çıkmıştır.. 

Korecenin şivelerinde /r/ düşmesiyle /tak/ şeklinde kullanılış yaygındır. Bu kelime Moğolcada da görünmektedir: Mo. takijan “piliç”. Bu kelime, tak “tavuk” ile dönüşümlü-aitlik eki –ijan’dan oluşmuştur. 


Korece tark kelimesinin Türkçeden Koreceye mi yoksa Koreceden Türkçeye mi geçmiş olduğu belli değildir. 


(10) Ko. satari “portatif merdiven”: Bu kelime “merdiven” anlamındaki  Türkçe satu ile bağlantılıdır. Clauson (1972:867) bu Türkçe kelimenin bilinmeyen başka bir dilden ödünçleme olduğu ihtimalini ileri sürmüştür. 

Korecede satari kelimesinin yanında aynı anlamda sataktari kelimesi vardır. Korece satari ve sataktari aynı köktendir. Bu iki kelime mukayese edilirse, satari’nin birden fazla morfemden oluştuğu belli olmaktadır. Bence satari kelimesi sata ve –ari olmak üzere iki morfemden meydana gelmiştir. Burada  –ari bir küçültme eki olup Korecede çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Satak kelimesi ise sata ile isimden isim yapma eki –ak’tan oluşmuştur. İsim yapma eki –ak Korecede çok yaygın bir ektir.

(11) Ko.kut '(şamanizmde) kutluluk dilemek için yapılan dini merasim' : Bu kelime şamanizm ile ilgili bir kelimedir ve Altay dillerinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Eski Türkçede “devlet, saadet, kutlama” anlamında kut vardır. Eski Uygurcada, fiil yapma eki ile yapılan qutğur- “kut vermek, saadet vermek” ve kutad- “kutlu olmak” da vardır. Orta Türkçede “saadet, kutlama” anlamında yaygın olarak kullanılmıştır. Moğolcada ise bu kelime iki heceli kutu şeklinde olup “saadet; kutsal” anlamındadır. Mançucada aynı anlamda xuturi şekli vardır ve ayrıca “kötü ruh” anlamında xutu da kullanılmaktadır.

Bu kelimenin nasıl ödünçlenmiş olduğunu belirlemek kolay değildir. Fakat, şekillere ve anlamlara bakılırsa, Türkçeden Koreceye ve diğer dillere geçmiş olması ihtimali büyüktür. Korecedeki anlamı kutluluğu dilemek için şaman  merasimi düzenlemek olup bu, Türkçedeki anlamına göre ikincildir.


(12) Ko.tul 'dişi hayvan ; yavru veya yumurta veremeyen dişi' : Bu kelime yalnız önek olarak kullanılmakta ve tek başına kullanılmamaktadır. Bu kelime Türkçe “dul kadın” anlamındaki tul kelimesinden ödünçlemedir: Uyg., MK, Çağ.tul 'dul'. Ramstedt (1935) bu Türkçe kelimeyi Moğolcanın Kalmuk lehçesine ait tulğu “yalnız, yetim” ile ilişkilendirmiştir.

(13) Ko. kor “maya, mayalı yemeklerde görünen ve sertleşmiş kalıntı”: Korecede bu kelime tek başına kullanılmamakta, kormaçi (< *kor-maçi), korkaci (< *korkaci), kormaci (<*kor-maci) gibi kelimelerde görünmektedir. Bu kelimeye Orta Türkçede rastlanmaktadır: MK kor. Bugünkü Türk lehçelerinden Türkmence ve Kırgızcada kullanılmaktadır: Trkm. gor, Krg. kur. 



(14) Ko. tuk “set, bent”: Bu kelime Eski ve Orta Türkçede tuğ “dam, cover, stopper” (Dankoff 1985:198) şeklinde kullanılmıştır. Bunun dışında tuğla (<*tuğ-la-), tuğaq (<*tuğ-aq) gibi kelimeler de vardır. Türkçe tuğ kelimesi tu-fiiline isimden fiil yapma eki –ğ’nin eklenmesiyle yapılmış bir isimdir. 


(15) Ko. tam “toprak ve taşlarla yapılmış duvar”: Bu kelime Eski ve Orta Türkçede çok yaygın kullanılmıştır: Orh., Uyg. tam id., MK tam id. Orta Türkçe  Çağatayca ve Kumancada 'çatı' anlamında, Osmanlıcada ise "çatı, bina, hapishane” anlamındadır. Orta Türkçede bundan türemiş fiil de vardır: MK tamula- “set ve bent inşa ederek suyu korumak”. Türkçe tam kelimesi, tuk ile beraber çok erken dönemde Türkçeden Koreceye geçmiştir.


(16) tori “kahraman”: Bu kelime ilk defa eski Korece kaynaklardan  Samgukyusa'da , ilk Kore devletlerinden biri olan Silla devletinin kurucularından söz edilirken sobєltori şeklinde geçmektedir. Sobєltori, sobєr ve tori olmak üzere iki kelimeden oluşmuştur. Sobєl “başkent” anlamındadır; sonra  seul’e gelişmiştir. 

Tori kelimesinin anlamına gelince, bu Moğolistan’ın başkenti Ulan Bator’un adında geçmektedir. Burada ulan bir sıfat olup “kırmızı”anlamına gelir; bator ise Türkçe bagator ile aynıdır. bagator asli olarak “kahraman” anlamına gelir ve Doğu Türkistan’da, Miran ve Tunhuang’da  keşfedilen ve Runik yazıyla yazılmış Eski Uygurca bir metinde görülmektedir. 

Bu kelime baga ve tor şeklinde iki kelimeden oluşmuştur. bağa Türkçe baqa ile aynıdır. Çünkü /q/ > /ğ/ ses olayı Türkçede nadir olsa da görülmektedir: Uyg., MK buqa, Çağ. buğa, Kum. boğa. Eski Uygurca baqa “kara kurbağa”, Kıpçakça ve Osmanlıcada bağa şeklinde gelişmiştir. 


Bağator ünvanı için kullanılan bağa kelimesinin hayvan isminden olması pek şaşırtıcı değildir. Çünkü, Eski Türkçede hayvan isminden gelme ünvanlar çoktur: Baqa Tarqan, Boqa Kağan, Böri Kağan, Sonkor Kağan, vb. Bu gibi geleneklerin eski totemizm ile ilgili olması gerekir. 


Bağator’daki tor “general, kahraman” anlamındadır ve bağator “kara kurbağa general” anlamı taşımaktadır. İlginçtir ki bu isim Kore halkbiliminde çok güçlü bir hayvan olarak tanınmıştır. Eskiden Koreliler güçlü erkek çocuklara “kara kurbağa general gibi çocuk" diye hitap ederlerdi. Çocuk oyunlarında da çocuklar oynarken “kara kurbağa bana yardım et!” diye bağırmaktadırlar. Gelenek olarak Kore’de tori “cesur erkek” anlamında kullanılmıştır.


Öte yandan, tori kelimesinin son ünlüsü olan /i/ Korecede çok yaygın olan bir isimden isim yapma ekidir. (17) kakkan “Silla devletinin bir ünvanı”: Eski Kore devletlerinden Kogurye’de “ulu hükümdar” anlamında kaxan ünvanı kullanılmıştır (Lee B.D. 1985: 12). 

Bu, Silla ünvanı kakkan ile aynıdır. Bu Eski Türkçe ünvan qaqan ile de aynıdır.  Öte yandan Eski Korecede qan bir “hükümdar” ünvanının yanında bir de qa "yerel hükümdar" ünvanı kullanılmıştır. Bu Türkçe qağan'ın qa ve qan şeklinde iki ünvandan oluştuğunu göstermektedir. 



Moğolcada bu kelime qan (<* qan <* qän <* qa'an <* qağan <* qagan) olmuştur. Öte yandan , Ön Türkçe Tabgaç (Topa) dili ve Eski Türkçede kullanılan qağan Altay dilleri dışında Farsça, Tibetçe, Ural dilleri ve Hint-Avrupa dillerine de geçmiştir (Doerfer IV, 1161). 


(18) Ko. kam “Silla devletinin bir ünvanı”: Silla ünvanlarında büyük kam, küçük kam, küçük kardeş kam gibi ünvanlar kullanılmıştır. Bu kelime şaman anlamındaki Türkçe kam kelimesiyle aynıdır. (Ramstedt 1949: 90, Lee B.D. 1985: 610): Uyg. qam “sorcer”, MK qam id., Çağ. qam “physician, healer, wise man” (Clauson 1972: 625). Orta Türkçede kam kelimesi fiil yapma eki ile de kullanılmıştır: kamla- “şifacı olarak çalışmak”. Eski devirde şamanların yalnız dini işlerde bulunmayıp politik işlerde de faaliyet gösterdiğini iyi biliyoruz. Kumancada kam “kadın şaman” için kullanılmıştır. Ramstedt’in (1951:51) bu Korece kelimeyi Çinceden ödünçleme olarak görmesi yanlıştır.

Yukarıda erken dönemde Türkçeden Koreceye geçmiş ödünç kelimelerden bazıları gösterilmiştir. Bunun dışında Türkçeden gelmiş daha pek çok ödünçleme mevcuttur. Tabii ki bazı kelimeler ne Türkçe, ne de Korecedir; kökü belli olmayanlar da bulunmaktadır.

Bunların ne zaman Koreceye geçtiği hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir, fakat bunların büyük kısmının tahminen Proto- veya Ön-Türkçe döneminde, diğerlerinin ise Eski Türkçe döneminde olması ihtimali büyüktür. Bilindiği gibi ilk Kore devleti olan Kocoson ile Proto-Türkler olarak tahmin edilen Hyung-nu’lar arasında oldukça sıkı münasebetler olduğu hakkında kanıtlar çoktur. 

Bunun yanında Kocoson’dan sonraki Kore devletlerinden Puye ve Kogurye de Mançu bögesinde olup kuzey ve kuzey batısında bulunan Ön veya Eski Türkler ile sürekli münasebetleri olmuştur. Japon Türkoloğu Mori’nin Orhon abidelerinde sözü edilen “bökli” ile, bu Kore kavimlerinden bahsedilmekte olduğu şeklindeki görüşü doğrudur. 

Gerçekten de Hyung-nu’lar ve Göktürkler, sırasıyla önce Kocoson ile, sonra ise Kogurye ile askeri müttefik halinde Çin’e karşı direnmiş ve savaşmışlardır. MS 9. yüzyıldan sonra Asya kıtasının kuzey-doğusunda Çin’in güçlü bir hakimiyet kurmasıyla Koreliler ve Türkler arasındaki münasebetler tamamen kopmuştur.



Han-Woo Choi
Handong University / Güney Kore
bilig, Summer / 2004, Number 30: 85-93 
© Ahmet Yesevi University Board of Trustees 


NOT: 
Hyung-nu 'lar Çin kaynaklarında geçen Hun'lardır,  Türk'tür.

Yani: 
"Bilindiği gibi milattan önceki asırlarda Kore'nin ilk devleti olan Kocoson ile Proto-Türkler olarak bilinen Hunlar arasında coğrafi ve kültürel açıdan oldukça sık münasebetler olmuştur."
ile
"Bilindiği gibi ilk Kore devleti olan Kocoson ile Proto-Türkler olarak tahmin edilen Hyung-nu’lar arasında oldukça sıkı münasebetler olduğu hakkında kanıtlar çoktur. "

söylemi arasındaki "bilinen" ile "tahmin edilen" kelimeleri , çeviri hatası mıdır, bilinçli bir hata mıdır, anlamadım. - SB.



In the Korean language, a lot of Altaic loan words are found. These are supposed to have been borrowed into Korean mainly in two different periods. Most of the Altaic loan words were borrowed into Korean during the Mongolian rule of Korea in the middle of the 13th century AD. In addition to these, we can  find considerable number of Altaic loan words, which was passed into Proto or Ancient Korean in the earlier periods of Korean history. It is very interesting that most of these Altaic loan words are of Turkic origins. This paper deals with some Turkic loan words in Ancient Korean. 

____________


Başbakanlık Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivlerinde Bulunan Kore 
ile ilgili Belgeler Üzerine bir Değerlendirme
Yrd.Doç.Dr. A.Merthan Dündar ,2007
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Japon Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı



ON THE ANCIENT RELATIONS BETWEEN 
THE TURKIC AND KOREAN PEOPLES 
Dr.Gaybullah BABAYAR
Institute off Oriental Studies
Academy of Sciences of Uzbekistan




KORE TAŞAT

KORE TAŞKOÇ

KORE KAPLUMBAĞA - ANIT


MOĞOLİSTAN KAPLUMBAĞA -ANIT

GÖKTÜRK TAMGASI İLE KAPLUMBAĞA -ANIT




ORHUN ANITI - KAPLUMBAĞA ÜZERİNDE MÜZEDE
TÜRK KÜLTÜRÜ



Taşat, Taşkoç, Taşbabalara benzeyen Taşheykeller ve Kurganlar Türk Kültürüdür.


KİTAP














26 Haziran 2014 Perşembe

ESKİ TÜRK VE RUS GELENEKLERİNİN ETKİLEŞİM İZLERİ






Türk ve Doğu Slav (Rus, Ukrayna, Belorus) halklarının ilişkileri çok eski dönemlere uzanmaktadır. Türkler ve Ruslar yüzyıllar boyunca farklı nedenlerle sürekli etkileşim halinde olmuşlardır. Aynı coğrafyayı paylaşmaları, birbirleriyle komşu olmaları her iki halkın maddî ve manevî kültüründe büyük izler bırakmıştır. 

Her halkın kendine özgü kültürü içerisinde geleneklerin özel yeri vardır. Bu gelenekler halkın bütünlüğünü koruyan ve onu geleceğe taşıyan önemli etkenlerdir. Yaşamın her yönüyle ilgili olan gelenekler, aynı zamanda insanın bir taraftan doğa, diğer taraftan toplumla olan ilişkilerinin yasası niteliği taşımıştır. 

Türklerin ve Rusların yılın belirli günlerinde, aile ve toplum yaşamının en önemli anlarında, hastalık, doğal afetler vs. karşısında yerine getirdikleri, kendilerine özgü birçok gelenekleri olmuştur. Bazen bu geleneklerin ilginç bir şekilde örtüştüğünü görmek mümkündür. Bu durum bazı bilim adamlarının dikkatini çekmiştir. 

Büyük Kazak şairi ve bilim adamı Olcas Süleyman, Rusların en eski destanı sayılan “Slovo o Polku İgoreve” (İgor Yürüyüşü Destanı) eserini farklı bir bakış açısıyla incelerken bir hususa özellikle dikkat etmiştir. 

Destanda Kıpçaklar üzerine yürüyüş yapan fakat esir düşen Knez (Bey) İgor anlatılırken Knez Svyatoslav’ın rüyası ve onun yorumuna da yer verilmiştir. O. Süleyman, “Az’ı Ya” isimli eserinde şöyle yazar: “Svyatoslav rüyada görmüş ki onu Türk, Tengri âdetine göre defne hazırlıyorlar”. 

Her halkın örf ve âdetleri arasında çok özel bir yeri olan cenaze töreni geleneklerinin başkaları tarafından kolaylıkla benimsendiği söylenemez. 

I. Petro’ya kadar bütün Rus knez ve çarlarının başka ülkelerden gelen elçileri karşılama merasimlerinde tamamen Türk geleneklerine uydukları kaynaklarda belirtilmiştir.

Birbiriyle örtüşen geleneklerin bazıları Pagan düşüncelerinin izleridir. Onların araştırılması bizi daha eski dönemlere götürmektedir. Onlardan bazılarını gözden geçirelim: 

XX. yüzyılın başlarına kadar Ruslar arasında “opahivaniye” (toprak sürme) isimli bir gelenek varlığını sürdürmüştür. Bu geleneğin tasvirini etnografik çalışmalar dışında, İ. Bunin’in “Köy” isimli öyküsünde ve M. Musorgsky’nin “Hovanşina” operasında görmek mümkündür. V. İ. Dal’, “Tolkovıy Slovar Russkogo Yazıka” isimli kapsamlı sözlüğünde bu gelenekten bahsetmiştir. 

E.V. Pomerantseva tarafından geniş tasviri verilmiş olan “opahivaniye” törenini şöyle özetlemek mümkündür: 

Bulaşıcı insan ve hayvan hastalıkları baş gösterdiğinde köyün daha çok kadınları tedbir alırlar. Önceden kimsenin dışarı çıkmaması tembih edilir. Gecenin karanlığında kadınlar toplanırlar. Önde bir genç kız aziz tasviriyle gider, arkasından bir kadın ya süpürge üstünde ya da karasabanla kendinden geçmiş bir şekide dans ederek büyü sözleri söyler. Diğer kız ve kadınlar ellerinde maşalarla, oraklarla, tırpanlarla korkunç gürültü yaparak onu takip ederler. Söyledikleri şarkı sözlerinde kadınların sayısı genellikle dokuz kız, dokuz karı, üç dul kadın, üç evli kadın diye geçer. Hepsi yalınayak ve saçları açık bir şekilde beyaz geceliklerle köyün etrafında dönerler. Tehditkâr sözleri ve gürültüleri ile hastalıkları korkuttuklarını düşünürler. 

E.V. Pomerantseva, bazı halklarda da (örn. Ukrayna, Alman, Çek, Mordva) görülen bu hastalıkla mücadele şeklinin zamanında Çuvaşlarda höraki, hiraki adıyla yaygın olduğunu, hatta bazı araştırmacılara göre Çuvaşlardan Ruslara geçmiş olabileceğini belirtmiştir.

İnsanların ve hayvanların kötü ve bulaşıcı hastalıklardan korunması için yapılan bu etkileyici tören, Sahaların çocuk isteme ile ilgili eski şaman geleneklerine de benzemektedir. N. A. Alekseyev, kökünün çok eskilere uzandığını belirttiği bu töreni özetle şöyle anlatmaktadır:

Kışın çadırda, yazın avluda yapılan tören şaman tarafından yönetilmektedir. Fakat şaman geleneksel kıyafetini değil, beyaz giyer. Dokuz genç kız ve dokuz delikanlı şamanın sağ ve sol tarafında durarak at kılından yapılmış ipe tutunurlar. Çocuğu olmasını isteyen kadın iki yaşlı kadının arasında oturur. Onlar önlerini iliklemez ve  saçlarını açarlar. Onların neşeli bir şekilde gülümsemesi şarttır. Şamanın duası katılımcılar tarafından tekrarlanır, tanrıça Ayıısıt’tan çocuk istenir. 

Görüldüğü üzere bazı farklılıklarla (dokuz delikanlının bulunması, gülümseme, ipe tutunma gibi motifler) beraber benzerlikler çoğunluktadır: beyaz kıyafetler, dokuz genç kız, üç kadın, saçların açılması vs. Yine kötü ruhları korkutmak için saçlarını, kemer ve düğmelerini açarak gürültü yapma çocuk doğumu sırasında gerçekleştirilir.

İlkbaharın ilk gök gürültüsü hem Türklerde, hem de Ruslarda önemli bir olay sayılmış ve bununla ilgili çeşitli ritüeller yapılmıştır.

Eski inançlara göre kıştan sonra ilkbahar fırtınası insanları hastalıklardan ve kötülüklerden arındırır, sağlık ve iyilik sağlar. Türklerde de Ruslarda da bu durumda ritüellerin bazıları için ağaç kullanılması eski ağaç kültü ile açıklanabilir. Yüzün yıkanması, mum ve ardıç yakılması da benzer motifler arasındadır. Ayrıca dolu yağarken onun ekine zarar vermesi korkusuyla yapılan işlemler arasında da ortak özellikler görülebilir (örn.: çocuğun bir veya üç dolu tanesini ısırması). 

Eski geleneklerin birçoğu zamanla unutulmuş ve kaybolmuştur. Fakat hâlâ izlerini dilde korumakta olan gelenekler de vardır. Rusça’da olan “kudıkinı gorı”, “ni puha ni pera” gibi deyimler eski avcılık geleneklerinde kullanılan tabuları yansıtmaktadır. 

Çağdaş Rusça’da gidilecek yerin belli olmaması veya belirtilmesinin istenmediği zamanlarda “kudıkinı gorı” ifadesi kullanılır. “ni puha ni pera” deyimi ise şakayla başarı dileme ifadesidir. Bu deyimin kelime anlamı “ne bir ince tüy, ne de kalın tüy” diye çevrilebilir. İlk önceleri avcılar doğrudan başarı dilemelerinin başarısızlığa götürebileceğine inanırlardı. Başarısızlık dileği ile av hayvanlarının kandırıldığı düşünülürdü. Böylece avcı onları rahatlıkla avlayabilirdi. 

Türk topluluklarında da avla ilgili çok ciddi kurallar, yasaklar ve tabular mevcut olmuştur. Avla ilgili yüksek sesle konuşmama, av hayvanlarının isminin değiştirilmesi vs. Bu konuda da onlar arasında benzer motifler görülebilir. 

Rusça’da “leylek” anlamında olan “aist” kelimesi de dikkat çekicidir. Diğer Slav dillerinde görülmeyen ve sadece Rusça’da olan aist kelimesi Eski Türk inanç ve gelenekleri ışığında incelenebilir. Rusça’da bu kelimenin kesinlikle yabancı olduğu ve gagasının uzunluğu nedeniyle Türkçe “agıs” (ağız) kelimesinden geldiği kanaati vardır

Bize göre ise aist, ayıısıt kelimesinden gelmiş olabilir. Ayıısıt Türkçe ana tanrıça Humay’ın isimlerinden biridir. Eski inanışlara göre bir ailenin çocuğa sahip olması yalnız Humay’la ilgilidir. Humay’ın çeşitli görüntüleri arasında onun kuş şeklinde görünmesi de yer almaktadır.Ruslarda da şöyle düşünce olmuştur; ailelere çocukları leylekler gagasında getirir. Göçebe kuşlar olan leyleklere saygı geleneği vardır ve onu öldürmezler. 

Rusça’nın kelime hazinesinin bu açıdan incelenmesi eski Rus geleneklerine olduğu gibi eski Türk geleneklerine de ışık tutabilir ve eski kültür ilişkilerinin incelenmesinde yardımcı olur. 



Leyla HACIZADE
Araş. Gör., Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi 
Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü



UMAY ANA



___________________