24 Kasım 2016 Perşembe

Kilikya - Cilicia





ÇUKUROVA - ESKİ ADIYLA KİLİKYA (KİLİKİA)



Strabon'dan okuyalım: [Kitap XIV:V:23]


" Her ne kadar Ephoros bu yarımadanın on altı kabile tarafından iskan edildiğini söylüyorsa da, bunlardan üçü Hellen ve diğerleri, karışmış olanların dışında, barbarlardır. Bunları şöyle toplayabiliriz: Kilikialılar, Pamphylialılar, Mariandynler, Troialılar ve Karialılar deniz kıyısında; Pisidialılar, Mysialılar, Khalybler, Phrygialılar ve Milyaslılar iç kısımda yaşarlar. Bu soruna hakim olan Apollodoros, Ephoros'un devrinden daha sonra gelen Galatları, önce sözü edilenlerden sonra, on yedinci kabile olduğunu söyler. Troia savaşları sırasında Hellenler henüz buraya yerleşmemişlerdi ve yabancı kabileler zaman aşımından ötürü daha fazla karışmışlardı; ve ozan, kataloğunda, Troialıların, Paphlagonialıların ve Lydialılarınkini sayacağı yerde Mysialıların, Phrygialıların, Karialıların, Lykialıların ve Meionialıların kabileleri ve örneğin: Halizonlar ve Kaukonlar gibi diğer bilinmeyen halkları ve "Katalog" dışında Keteiler ve Solymleri ve Thebe ovasından Kilikialıları ve Lelegleri sayar, fakat hiç bir yerde Pamphylialıları, Bithynialıları, Mariandynleri, Psidialıları, Khalybleri, Mysialıları veya Kappadokialıları saymaz. Çünkü bunlardan bazıları henüz bu bölgeye yerleşmemişlerdi ve diğerleri de öteki kabilelerin içinde yer alıyorlardı. Örneğin: Hidreiesler ve Termiller Karialıların ve Dolionlar ile Bebryklerin Phrygialılar arasında yer aldığı gibi." 



* Üçü Hellen, diğerleri Hellen değil..... * 
* "Batılıların" herşeyi "Hellen" yapma hastalığı! * 


Kilikya (Cilicia) : Heinrich Kiepert (1818-99)




"Yeğen Teucer" soyundan gelenler Olba (Uzuncaburç/Mersin)'yı kuranlardır.
"Yeğen Teucer" Truva savaşlarından bildiğimiz Ajax'ın, baba tarafından kardeşidir. 




"Troya yakınlarında bir başka yerleşim merkezi daha vardı Kilik'lerin. Burada yaşayanlar, güneydeki adaşlarıyla akraba olduklarını savunuyorlardı ve bunlardan bazıları Troya Savaşı'ndan sonra güney Kilikia'ya göç ettiler. Başka bir Kilikia kenti olan Olbe, torunları orada rahip-krallar olarak hüküm süren Teukros'un oğlu Aias tarafından kuruldu. Bu Teukros, Salamisliydi. Teukros, Troya Savaşı bittiğinde babası Telamon tarafından yurdundan kovulunca Kıbrıs'a doğru yelken açtı. Kıbrıs'da Akhaion Akte, Akha Kıyısı'nda karaya çıktı ve Kıbrıs Salamis'ini kurdu. Kıbrıs'daki Salamis kenti dördüncü yüzyılda hâlâ Teukros'un torunları tarafından yönetilmekteydi." - George Thomson, Tarih Öncesi Ege








"Anadolu’nun sadece yüzeysel olarak Türkleştiğini savunanlar bilmelidirler ki, bu toprakların Helenleşmesi veya Hıristiyanlaşması da aynı şekilde yüzeysel kalmıştır. Bundan dolayıdır ki, az sayıda Türk işgalleri ülkeyi çok kısa bir zaman içinde Türkleştirebilmiştir. Batı tarihçilerinin anlayamadıkları, bir fenomen olarak baktıkları olay, işte budur. Artık ülkeyi bu harabelikten Selçuklular ve Osmanlılar kurtaracaktır. "

Prof. Dr. Ahmet ÜNAL , 
HİTİT İMPARATORLUĞU’NUN YIKILIŞINDAN BİZANS DÖNEMİ’NİN SONUNA KADAR ADANA VE ÇUKUROVA TARİHİ / pdf







Baki Tonguç Arık
Oniki Asırlık Türk Yurdu Adana Fethinin Destanı

..Miladi yedinci asırdan itibaren islam nüfuzu ile beraber Türk nüfuzu da Kilikya'ya girmeğe başlamıştır. Hele Tarsus İslam mücahitlerinin savaş merkezi olduktan sonra Türk nüfuz ve varlığı buralarda daha kuvvetlenmiş, Selçuklular devrinde tamamen köklenmiştir.

Emeviler zamanında Arap istilası yayılmağa başladıktan sonra, Anadolu'nun cenup kısımları olan Ceyhanla Fırat arasındaki saha ile Kilikya da İslam hakimiyeti altına girmişti. Buralarda iki (Süğur) sınır bekçiliği kuruldu. Birinin merkezi Malatya ötekinin merkezi Tarsus'tu. İkisi de Elcezire vilayetine bağlanmıştı.

Emeviler fetihleri yaparken (Mevali) dedikleri Arap olmayan askerlerden çok istifade ediyorlardı. Buraların arasında askerlik ve ahlak yönünden en güvenlisi Türkler'di. Türkler aşk ve inanla dövüşüyorlardı.

Emeviler zamanında Kilikya'da görülmeğe başlanan Türk varlığı, Abbasi halifesi (El-Mehdi)nin devrinde (775-785) Kilikya'ya tamamen yerleşmişti. Halife Mehdi Fergane, Esbicap, Belh, Harzem, Herat, Semerkand ahalisinden bir çok Türk boylarını Anadolu'ya göndermişti. Başbuğları ile gelen bu Türk boyları Maraş, Misis, Adana, Tarsus, Anazarba (Anavarza), Malatya, Göynük, Diyarbekir, Ahlat, Malazgird, Erzurum taraflarına yerleştirilmişlerdi. Böylece Anadolu'nun cenup ve doğusu Türkler tarafından işgal olunmuştu.

Halife Memun da Horasan'dan bir çok Türk boyları getirterek buralara yerleşmişti. Memun ve Mutasım zamanlarında Türk nüfuzu, Abbasi devletinin askeri ve idari teşkilatında çok önemli bir duruma yükselmişti. Halife Mutasım zamanından itibaren hemen bütün (Süğur) valiliklerine Türk beylerinden vali tayin ediliyordu. Muhtelif tarihlerde tayin edilmiş Kuteybe bin Müslim ve Ahmed bin Said gibi, bir kaç Arap vali ayrı tutulacak olursa, bütün baliler Türklerdendi. Halifeler, Türklerden teşkil ettikleri ordulara ve bu orduların bağbuğlarına son derece güven gösteriyorlardı. Abbasi devletinin istila siyasetini yürüten kuvvetlerin başında bu Türk orduları ve bu orduların başbuğları vardı. Bu başbuğlar arasında Afşın, Kayı oğlu Ahmed, Vasıfüttürki, Doğanoğlu gibi bir çok Türk komutanları ün almışlardı. (...)

Konstantin oğlu Romanus (959-963) ve imparator (Nikefor Fokas) zamanlarında (963-969) Bizans saldırıları şiddetlenmişti. İmparator ordularının başında olduğu halde, bütün savaşlarda zaferler kazanıyordu. Bu arada Kilikya'ya da saldırarak Adana, Misis, Anazarba ve bütün Kilikya'yı almış, ortalığı kana boyayarak Kilikya'da yerleşmiş halkın bir kısmını katletmiş, bir kısmını Hıristiyanlığı kabule zorlamıştı. Bununla beraber, imparator (Nikefor)un kanlı icraatına rağmen, bir çok Türk boyları memleketin dağlık yerlerine çekilerek varlıklarını korumağa muvaffak olmuşlardı.

Bizanslıların bu kanlı iş ve yenişlerinin izi istekleri gibi pek uzun sürmemişti. Doğu Selçuk devletinin kuruluşundan sonra, Anadolu'ya ve Bizans'a karşı, Türk akınları daha sağlam ve köklü olarak yeniden başlamıştı. Türkler bu akınları artık tamamen kendi hesaplarına yapıyorlardı.

1059 dan itibaren Selçuklular idaresinde Türklerin temelli bir güdümle Anadolu'yu ele geçirmek için savaşlara giriştiklerini görüyoruz. 1067 de Malatya'da toplanan Bizans ordusuna, başta Afşin olmak üzere saldıran Türk beyleri Malatya ve Kayseri'yi aldıktan sonra orta Anadolu'ya kadar girmişler ve bir dönüş yaparak Kilikya'yı baştan aşağı hallaç pamuğu gibi allakbullak etmişler, Amanoslardan aşarak çıkış yerleri olan Halelbe varmışlardı.

Bu akınların ardı arası kesilmiyordu. 1069 da doğudan cenuptan Türk kahramanları tekrar Bizans ülkesine saldırmışlar 1070 te Sanduk bey akınlarını Anadolu'da Bizans'ın kalbine doğru uzatmıştı.

1071 de büyük Türk kahramanı Alparslan Malazgird meydan savaşında yüz bin kişilik Bizans ordusunu, kırk bin yiğit Türk süvarisi ile darmadağın ederek dehşetli bir bozguna uğratmış, imparatora yer öptürmüştü. Alp Arslan'ın bu cihan ölçüsündeki zaferi gerek dünya tarihinde, gerek Türk tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oldu. Alp Arslan'ın kazandığı bu zaferle Anadolu'nun Türkler tarafından tamamen fethine ve kesin olarak yerleşmelerine yol açıldı.

Alp Arslan Malazgird meydan savaşını kazandıktan sonra komutanlarının her birine Anadolu'nun bir tarafını almak ödevini vermek suretiyle, fetih işine hemen kendisi başlamıştı. Fakat bu önemli ve yüce işi yürütmeye ölüm meydan vermedi.

Melikşah devrinde savaşlar hızını azaltmadan devam etti. Alp Arslan'ın Kızılırmağa kadar uzattığı Türk akınları, Melikşah zamanında, fetih halinde, buraları geçerek 1073 te Bursa'ya kadar dayanmıştı. Orta Anadolu'da bu savaşlar devam ederken Buldacı Bey komutasındaki bir Türk kolu da Maraş ve Ceyhan bölgesini ele geçirmeğe uğraşıyordu.

1077 de Kutulmuş oğlu Süleyman şah Anadolu Selçuk devletini kurarak, Anadolu'yu tamamen ele geçirme işine devam etti. Arap müverrihlerinden (Azimi) 1083 te Seyhan ve Ceyhan bölgesindeki Adana, Misis, Anazarba başta olmak üzere bütün Kilikya'daki şehirlerin Türkler tarafından alındığını yazmaktadır. (1)
Kutulmuş oğlu Süleyman şah Anadolu Selçuklu devletini kurmuş olmakla beraber yine bütün fetihlerini büyük Selçuklu devletine, Melikşah'a bildirerek saygı ve bağlılığını gösteriyordu. Bu suretle Anadolu Selçuklu devletinin eline geçirdiği yerler de büyük Selçuklu devletinin vilayet teşkilat kütüğüne kaydolunuyordu. Her bölgenin idaresi bir beye veriliyordu. Merkezi Tarsus olan Seyhan ve Ceyhan bölgesi de ayrı bir bey idaresinde idi.

Doğudan yapılan Türk akınlarından yılarak kaçan ve sığınacak yer arayan Ermenileri, ilk defa bu sırada, Kilikya'da görüyoruz. Kilikya'nın dağlık bölgelerinde yaptıkları kalelerin içinden dışarı taşmayan bir hayat kurmuşlardı. Bununla beraber bu hayatı sürükleyebilmek için Selçuklu devletine haraç vererek, Türkün kanatları altına sığınmaktan başka yol bulamamışlardı.

1095 te başlayan Birinci Haçlılar savaşı ve bundan sonraki Haçlı savaşları Ermenilerin Türklere dirsek çevirmelerine fırsat vermişti. Kılıç Arslan'ın Eskişehir önlerinde yenilmesinden sonra Torosları geçerek Kilikya'ya giren Haçlılar bir kolla da Antakya önünde Suriye Selçukluları ile 'Gerboğa'nın komutasındaki diğer bir Selçuk ordusunu bozmuşlardı. Bu yenilişler Selçuklu devletinin nüfuzunu kırmıştı.

Durumun bu şekilde gelişmesinden faydalanan Ermeniler 1124 tarihinde, Kilikya'da bir prenslik kurmuşlardı. Fakat bu hükümet taslağının istiklali hiç bir zaman tam olamamıştı. Daima kuvvetli bir koruyucu devlete haraç vererek prensliğin hayatını bir zaman için uzatmak imkanını elde edebiliyorlardı. 1144 tarihlerinde ikinci Haçlılar savaşında, Haçlı ordularının Anadolu'nun şurasında, burasında, çete savaşları ile hırpalanarak ezilmesi üzerine, esasen Haçlılara bir güveni olmayan, Bizans imparatoru Manoel Komnen (1158) elinden çıkmış olan yerleri geri almak üzere savaş açarak Kilikya'ya girmişti. Haçlı savaşları sıralarında Ermenilerin ellerine geçmiş olan bütün yerleri geri almış ve kendisini Ermenilere metbu olarak onaylatmıştı.

İkinci Kılıç Arslan devrinde (1176) Selçukluların imparator Manuel kuvvetlerini büyük bir bozguna uğratmalarından sonra Bizanslılar, artık Selçuklulara karşı başarı umudunu yitirmişler ve cenup Anadolu ile ilgilerini hemen hemen tamamen kesmiş bir duruma düşmüşlerdi. Bu sırada meydanı boş bulan Ermeniler (1179) Adana, Tarsus ve Misis şehirlerini yeniden ellerine geçirmişler bu suretle de Bizanslılardan göya öcalmışlardı.

Fakat; Kilikya'ya şimalden cenuptan yeniden başlayan Türk akınları onları bu lokmaları rahat yemelerine meydan vermiyordu. Aşağıdan, yukarıdan gelen bu saldırışlar karşısında, hangi tarafın baskısı ağır olursa o tarafa haraç vererek kulluk sunarak yaşamaktan başka çare bulamıyorlardı.

Selçukluların nüfuzu yeniden, baskısını artırmağa başlamıştı. Rükneddin ile yaptığı taht kavgasında, yar olmayan talihine küsen, Gıyaseddin Keyhusrev memleketini bırakarak yabancı illere doğru geziye çıktığı zaman ilk konak olarak Kilikya'ya varmıştı. Ermeni Prensi ikinci Leon, Gıyaseddin'i tam anlamıyla bir metbu gibi karşılamıştı. Bununla beraber prensliğin yaşamasını iki yüzlü siyasette arayan Leon, bir yandan bu yaltaklanmaları yaparken öbür yandan da, ortaya çıkan fırsatları kaçırmak istemiyordu. Leon, Selçuklu ailesinin arasında uzayan saltanat kavgalarından faydalanarak, Karamana ve Kayseri'ye kadar saldırmaktan geri kalmıyordu. Küstahlığını her yıl vermek zorunda olduğu haracı vermemek suretiyle artırıyordu.

Birinci İzzeddin Keykavus zamanında da (1210-1212) haraç vermemekte inat ediyordu. Selçuklu haraç alımcısı Leon'un haraç vermemek için yaptığı inadı Selçuklu sultanına yanıkma zorunda kalmıştı. Sultan, alımcının yanıkması üzerine bir ordu ile Kilikya'nın dağlık yanına girerek 'Hacın'ı (2) almış ve 'Sis' üstüne yürümeye başlamıştı. Selçuklu ordusunu savaşla karşılamak isteyen Leon'un kuvvetleri Selçuklulardan korkunç bir dayak yiyerek çil yavrusu gibi dağılmıştı.


Baki Tonguç Arık
Oniki Asırlık Türk Yurdu Adana Fethinin Destanı
(Hukukçu, Adana'nın kurtuluşunda da görev almıştır.)
(1) Türk Tarihi, Selçuklu Devri - Prof. Mükrimin Halil Yinanç
(2) Şimdi adı Saimbeyli'dir.




***



Çukur-Ova Bölgesinin Fethi


Bilindiği gibi, eskiçağlarda ve Bizanslılar devrinde Çukur-Ova bölgesine Kilikya adı veriliyordu. Burası Emeviler zamanında İslamlar tarafından tamamiyle fethedilerek uç (sugur) beylerinin (amiller) idaresine verilmişti. Tarsus'ta oturan bu uç beyleri Kinnesrin (Haleb yakınında) valilerine bağlı idiler. Abbasiler zamanında bu uç bölgesine de Orta Asya'dan birçok Türk getirelerek yerleştirilmiştir. Bunlar bu uç amilliğinin merkezi olan Tarsus ile Misis, Anazarba ve Adana şehirlerinde oturuyorlardı. Bu Türkler aynı bölgede yerleşmiş olan diğer dindaşlariyle birlikte sık sık Bizans topraklarına akınlarda bulunurlar veya Bizanslılar'ın saldırışlarına karşı bu İslam uç'unu müdafaa ederlerdi. Bu uç beyleri çok defa mücahitlerin ileri gelenlerince kendi aralarında seçilirdi. Kendi adlarına para bastıran, emir, melik ve hatta sultan unvanlarını taşıyan bu uç beylerinden birçokları Türk idiler ki, bunların en tanınmışları şunlardır: Ebu Süleyman, Vasıf, Fazl b.Karin, Ferec, Amacur, Bilge-Çur, Yazmaz, Toğanoğlu Ahmed, Abu Sabit, Burdu (Bardu?) oğlu Rüstemi Munis, Hakan, Kay oğlu Ahmed.


Fakat Abbasi imparatorluğunun zayıf bir duruma düşerek parçalanması üzerine Bizanslılar, Nikephor Phokas zamanında (963-969) islamın bu uç bölgesini de tamamen zaptettiler. Buradaki halk göçmeye veya Hıristiyan olmaya mecbur edildi. Bizanslılar fethettikleri bu bölgeyi Selokya valiliğine (tem) bağladılar. Yalnız bu valiliğin merkezi Silifke'den Tarsus'a nakledildi. 1071 Malazkird savaşını takiben Anadolu'da yapılan fetihler esnasında Kilikya bölgesi de Türkler'in eline geçti. M.H.Yinanç'a göre Kilikya bölgesi, Anadolu'nun fethini müteakip teşekkül eden 19 beylikten (emaret) birisi idi. Bununla beraber bu bölgenin kimin tarafından fethedildiği bilinemiyor.


1097 yılındaki I.Haçlı Seferi neticesinde Kilikya'da bir çok bölgeler gibi, Türkler'in elinden çıktı. 1097 güzünde Tancrede ve Baudouin'in Ereğli'de diğer Haçlı başbuğlarından ayrılarak Kilikya'ya gelmeleri üzerine Tarsus, Adana ve Misis (Mamistra) Türk kuvvetleri tarafından boşaltıldı. I.Haçlı Seferi'nden Bizanslılar gibi Ermeniler de faydalandılar. Daha ziyade Toros dağlarında yaşıyan Ermeniler ovaya indiler ve 12.yüzyılın başlarında Çukur-Ova'da bir devlet kurdular. [aslında bir prenslik-SB] Bu Ermeniler, buralara Doğu-Anadolu ve Azerbaycan'dan, bilhassa Selçuklu istilası neticesinde gelmişlerdi.


(1220-1237) devrinde ise Ermeni devleti Selçuklular'ın tam bir tabii durumuna düştü ve bu Köse Dağ savaşına kadar devam etti. Selçuklular'ın Köse Dağ savaşında (1243 yılında) Moğollar'a yenilmeleri ve onlara vergi vermek zorunda kalmaları üzerine, Ermeniler Türk tabiiyetini atıp Moğollarınkini kabul ettiler. Böylece onlar, Moğollar'ın himayesinde Müslüman komşu devletlerin hücumlarından masun, rahat bir hayat süreceklerini ümid ediyorlardı. Fakat çok geçmeden karşılarında hamileri Moğollar'ı dahi yenilgilere uğratan Memlukler'i buldular.


Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar
Prof.Dr.Faruk Sümer















"Geçmişin hangi bölümünün korunacağını, hangi bölümünün çarpıtalacağını, hangi bölümün tümden silinip 
ortadan kaldırılacağını belirleyen politikaları saptayan kimliği belirsiz beyinler vardır." 
"Geçmiş silinmekle kalmıyor, silindiği de unutuluyor, sonunda yalan gerçek olup çıkıyordu."
"Şimdi gerçek olan sonsuza dek gerçekti....  "  
George Orwell,1984










ilgili:



Milattan Önce Karadeniz'de Türkler





"Şurası iyi bilinmelidir ki 
günümüz insanlarının anlam veremedikleri her isim 
Rumca veya Yunanca değildir."


Trabzon Ayasofya
Selçuklular'da çokca gördüğümüz "Şifa Düğümü" (bkz.Nuray Bilgili)





Doğu Anadolu üzerinden Trabzon'a geçen oradan Yunanistan'a dönen Ksenophon ünlü yapıtı Anabasis'te şöyle bir olay anlatır:

" Bu sırada söylediğine göre, Atina'da tutsak olarak iş görmüş bir peltast , Xenophon'a gelerek bu insanların dilini bildiğini söyledi... Xenophon, konuş, öğren bakalım bunlar kimlerdir, dedi. Karşısındakiler bu soruya, Makronlar olduklarını söyleyerek, karşılık verdiler."

Burada Makronlar diye anılan savaşçı insanlar Trabzon ilinin Güneyinde, dağlık bölgelerde yaşayan birçok yerli topluluktan biridir. Xenophon bir Grek'tir, grekçe konuşur. Oysa karşılaştığı insanlar grekçe konuşmuyorlar, başka bir dille söyleşiyorlar....

Grek yazarı Xenophon yapıtında daha birçok Anadolu topluluğunun adı geçer, yazar onların dillerini bilmediğini, ancak aracılarla anlaşma olanağı sağlandığını anlatır. Oysa kimi bilginler o yöre insanlarının grekçe konuştuklarını yazıp durmuşlardı, gerçeğe karşı göz yumarak.


İsmet Zeki Eyüpoğlu
Anadolu Uygarlığı




Ayasofya Yer Mozaikleri - Trabzon
"Şifa Düğümü"





“ Trapezus ve Pharnakia'nın üst tarafında Tibarenler ve eski zamanlarda Makronlar denen, Sanlar ve Küçük Armenia bulunur; ve erken devirlerde Kerkitler denen Appaitler kavmi bu bölgelere oldukça yakındır. Bu insanların ülkesini iki dağ keser. Burada yukarı Kolkhis'deki Moskhia dağları (tepeleri Heptakometler kavmi tarafından işgal edilmiştir) ile birleşen ve çok kayalık olan Skydises dağı ve aynı zamanda Sidene ve Themiskyra bölgesinden Küçük Armenia'ya kadar uzanarak, Pontos'un doğu tarafını meydana getiren Paryadros dağı da vardır. Şimdi bütün bu dağlarda yaşayan insanlar tamamiyle vahşidir. Fakat Heptakometler daha da kötüdür. Bazıları ağaçlarda veya seyyar ahşap kulelerde yaşarlar. Bu kulelere Mosyn dendiğinden, antik devirde bu insanlar Mosynekler olarak adlandırılmışlardır. ” [Strabon Kitap XII:3;18]










Mosynekler - Mosynoeci = Moşk Türkleri - Meşe Türkleri 
Moskova adının kökeni



"Zemininin taşla çıkılıp duvarlarının yatay ağaçlarla oluşturulduğu yapı biçimi ile Güney Sibirya Türklerinin ve Uygurların da ev yaptıkları da bilinmektedir. Aynı tarz mimarlık örneğini M.Ö 400’de Anadolu’da görmekteyiz. Ksenophon, Anabasis adlı eserindeki bilgilere göre Onbinler, Trabzon'dan batıya giderken (M.Ö. Eylül 401- Mart 399) bugünkü Giresun ile Ordu arasında Massagetler'e rastlarlar. Ksenophon'un verdiği bilgilere göre Mossynoikler, ağaçların yatay olarak üst üste yığılması suretiyle inşa edilen evlerde oturmaktaydılar. Mossynoik, "ağaç kule, ağaç kalede oturanlar" manasına gelmekte olduğu için bu adla anılmışlardır."  Prof.Necati Demir






"Muşkilər İskit kavmi idi. Yunanlar onlara Mosx, ya da Mossinyok derlərdi. İsmilərinin də ağac evlərdə və ormanlarda yaşadıqlarından dolayı aldıqlarını söylərlerdi. Akkad yazılarında bu Muşkiler Meşex, ya da Meşequkimi keçər. Akkadcada bol Türkcə kəlimələr vardır və ağac anlamında meşek, arman sözləri vardır.  Yəni anladığımız bu Muşki / Mosx / Mossinyok / Meşequ boylarının adı bizim meşe sözündəndir.  Kəndiləri Türk və Ural kavimlərinin karışımı idi. Daha sonra onları kral İskitlər (Han Oğuzlar) Asurlarla bitməyən savaşlardan dolayı yanlarına alıb Anadolu-Trakya-Balkan və Kavkaz-Doğu Avropa yolları ilə köç etdilər. Şu an Rusiyada yaşayan Meşer Tatarları (Ağaçerilər) və Ural boyu olan Mokşalar (Mordvinlərin önəmli kolu) kəndi adlarında o ismin hatırasını daşıyırlar. İlk əvvəllər Mosok şəklində olan Moskva toponimi də o ismin hatırasını yaşadır." - Elşad Alili (Dilbilim, tarihçi-Azerbaycan)


Küçük Armenia (Ermenia) - Bugünkü Ermenilere atfen adlandırılmamıştır. Subar gibi, Ermen Türk boy adı varken, Kazakistan'da Erman Dağı, Ermentau , Özbekistan'da Erman Kışlak varken...[bkz.Firudin Ağasıoğlu, Ermen Boyları ve Pseudo-Ermeni Haylar (Milattan Önce Türk -Ermeni İlişkileri)]





"Grek" değil, Hıristiyan Kıpçak Türkleri 
Yazlık Köyü (Livera) - Maçka-Trabzon




Kıpçaklar, çeşitli özellikleri ile diğer Türk boylarından ayrılır. Onların en belirgin özelliklerinden birisi Türkler içerisinde sarışın, mavi gözlü tek top­luluk olmalarıdır. ... Kıpçaklar, milattan çok önceki zamanlardan beri Doğu Karadeniz böl­gesini bilmektedir. Onların daha Türkistan’daki tarihlerinin karanlıkta kal­dığı bir zamanda, MÖ. IV. yüzyılda Karadeniz’in doğu kısmında var oldukları Gürcü kaynakları tarafından kayıt altına alınmıştır. MÖ. 336’da Makedonyalı İskender’in orduları Kafkasları ele geçirmek üzere bölgeye geldiğinde Ço­ruh nehrinden Tiflis’e kadar olan yerde oldukça kalabalık bir nüfusa sahip Kıpçaklarla karşılaşmışlardı. Bu rivayete yer vererek hem Türk tarihinin hem de Karadeniz ve Gürcü tarihinin bir dönemini aydınlığa kavuşturan anonim Gürcü kaynağına bakılırsa Helenler, bir yıl süren mücadeleden son­ra ancak Kıpçakları mağlup etmiş ve yoluna devam edebilmiştir... bölge Osmanlılara intikal ettiğinde özellikle Trabzon’daki Hristiyanların büyük kısmının Kıpçak olduğunu söylemek mübalağa olmaz....

Trabzon Rum Devleti zamanındaki Kıpçak varlığı ile ilgili kilise kayıtları Doğu Karadeniz tarihini değiştirecek mahiyettedir. Özellikle Of ve Maçka ile alakalı kilise defterleri Komnenoslar döneminde buralara yoğun bir Kıpçak yerleşimi olduğunu gösterir. Oftaki Solaklı ve Büyükdere vadilerinde Osmanlı Devleti zamanındaki nüfusu 10-12.000 haneye ulaşan Hristiyanların Türk kökenli olduğu Rum kaynaklarından anlaşılmaktadır. Bu grup XVII. yüzyılda İslamiyet’i benimsemiştir (Nakrakas 2003: 222). Oftan batıya doğru ilerlendiğinde Kıpçakların yoğun olarak yaşadığı diğer bir yer olarak Maçka karşınıza çıkar. Vazelon Manastırı kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla bölgenin hâkimiyeti Osmanlı Devletine intikal ettiği zaman yöre­deki Hristiyanların yarısından fazlası Yunan kökenli değildi (Bryer 1986: 79 vd). Bunların büyük kısmı Türkçe isimler taşımaktaydı (Shukurov 1996: 77 vd). Of ve Maçka, güneyden Trabzon’a inilecek vadileri kontrol eden önemli bölgelerdi. Zigana ve Çaykara boğazından sahile ulaşabilecek düşman unsurlar bu noktalarda durdurulabilirdi. Buralarda Kıpçak nüfusun yoğunlaşması, Komnenoslarla yapılan antlaşmanın bir sonucu olarak düşünülmelidir.... Prof.Dr.İbrahim Tellioğlu - Doğu Karadeniz Kıpçakları


diğer makalesi:
"13.yüzyıl başlarında ortaya çıkan Komnenos hâkimiyeti sırasında Artvin-Rize-Trabzon arasına yoğunlaşmaya başlayan Hristiyan Türkler - Kıpçaklar."
Prof. İbrahim Tellioğlu







"Trabzon krallarının en seçkin birliklerini savaşçı Kıpçak Türkleri teşkil ediyordu."

Yazlık (Livera) Köy'ün Cami Kapısı - Maçka/Trabzon
1860'lı yıllarda yapılan Kilise'nin yerine 1950'lili yıllarda Cami inşa edilmiş. Kilisenin kapısı Cami kapısında kullanılmış. "Çift Başlı Kartal" arması Komnenoslar'a ait olamaz. 1204 yılında Doğu Roma'nın başkenti İstanbul Latin Haçlıları tarafından işgal edildiğinde, Komnenos Hanedanı 1204-1461 yılları arasındaki Trabzon Prensliği'nde "Tek Başlı Kartal" motifini kullanmıştır.
Hatta, 1.Manuel Komnenos zamanında (1238-1263) inşa edilen Trabzon Ayasofya'nın güney cephesindeki kemerin kilit taşı üzerinde 
"Tek Başlı Kartal" motifi rahatlıkla görülmektedir.
Bu yüzden "Çift Başlı Kartal" Hıristiyan Kıpçak Türkleri'nden kalmıştır diyebiliriz.





“Above Trapezus and Pharnacia are situated the Tibarani and Chaldaei and Sanni, in early times called Macrones, and Lesser Armenia; and the Appaïtae, in earlier times called the Cercitae, are fairly close to these regions. Two mountains cross the country of these people, not only the Scydises, a very rugged mountain, which joins the Moschian Mountains above Colchis (its heights are occupied by the Heptacometae), but also the Paryadres, which extends from the region of Sidenê and Themiscyra to Lesser Armenia and forms the eastern side of Pontus. Now all these peoples who live in the mountains are utterly savage, but the Heptacometae are worse than the rest. Some also live in trees or turrets; and it was on this account that the ancients called them "Mosynoeci," the turrets being called "mosyni." ” [Strabo: Book XII:3;18]



“At this moment one of the peltasts came up to Xenophon, a man who said that he had been a slave at Athens, with word that he knew the language of these people; “I think,” he went on, “that this is my native country, and if there is nothing to hinder, I should like to have a talk with them. Well, there is nothing to hinder,” said Xenophon; “so talk with them, and learn, to begin with, who they are.” In reply to his inquiry they said, “Macronians.” “Well, then,” said Xenophon, “ask them why they are arrayed against us and want to be our enemies.”” [Xenophon -  Anabasis. Book:4:8.4/5]




A "Greek" historian, which use a translater; 
Meaning: Not everyone speaks "Greek" in Pontus! 







“3. yy’da Trabzon’a Saldıran Boranlar Kimlerdir?”, 
Karadeniz İncelemeleri, Sayı 1 (Güz 2006), s.9-18.



Sümela Manastırı Fresklerinden


Vazelon manastırı kayıtlarından anlaşıldığı kadarı ile, bölgedeki Hıristiyanların % 52.7 si Rum kökenli değildir. Bunların büyük bir kısmının Hıristiyan Kıpçak Türkleri olduğuna dair çeşitli kayıtlar vardır. Grek kayıtlarından Komnenosların doğusundaki Kıpçak unsuruyla akrabalık münasebeti kurduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu evlilikler sonucu doğan çocukların ikinci isimleri hep Türkçedir

Komnenos krallarından I. Jean’ın (1235-1238) diğer adı Aksuh (Aksu), Kral II. Aleksios’un (1297-1330*) çocuklarının ikinci isimleri Michel Azahutlu (Atakutlu), Georges Ahpugas (Akboğa), Anna Anahutlu (Anakutlu)’dur.


Doğu Karadeniz Bölgesinin Türk Yurdu Haline Gelmesi Hakkında bir Değerlendirme
Doç. Dr. İbrahim TELLİOĞLU
Türkoloji Araştırmaları, 2007
*II.Aleksios'un babası I.Manuil, I.Aleksios'un torunudur. I.Aleksios tarihçi Anna Komnena'nın (Aleksiad) da babasıdır.









Urdu, Chagatai and Turkish



Modern Urdu is the national language of Pakistan and is also spoken by many millions of people in India.

Like the "Red Turkish Flag" on Pakistanı Rupee


Urdu language (6th to 13th c) developed more during the Delhi Sultanate (1206–1526) and the Mughal Empire . "Urdu" itself is derived from the Turkish word "Ordu (army)" or "Orda", from which English "Horde" and Latin "Orde - Order (arrenged) - ōrdō (line of soldiers; band, troop)" is also derived from.


[That's why info like : "From Proto-Italic *ord-n- ‎(“row, order”). Maybe from Proto-Indo-European *h₂or-d-, from *h₂er-, whence artus."; is nonsense!]



* Delhi Sultanate 1206-1526 : The Delhi Sultanate was a Muslim Turkish kingdom that ruled over large parts of India for 320 years. Five dynasties ruled over Delhi Sultanate sequentially, the first four of which were of Turkish origin and the last was the Afghan Lodi. The Lodi dynasty was replaced by the Mughal dynasty which was also a Turkish State.



* Mughal Empire 1526-1858:  Babür in Turkish, (the Baburnamah, a autobiographical memoir of Babür, is familiar), called Mughal in Persian language after Mongolia; called also as Turkish-Mongolian Dynasty. 


Babür Şah (Babur Shah) was the son of Chagatai, son of Genghis Khan. Genghis Khan belonged to a Turkish tribe Börçegin (Börte Tekin = Borjigin = Blue (Sky)-Grey Wolf), and that's why some Turcologist claim that he was Turkish. His born name was Temujin (Temuçin) . Genghis Khan had many traditions accepted from Turkish culture and had many Turkish tribes, soldiers and consultant in his empire. It was difficult to seperate the Mongolian and Turkish language till the 13th century. 


Chagatai Khan spoke Turkish. Today they call it as "Chagatai Turkish Language" (Çağatay-Hakaniye- Karahanlı Türkçesi) and it is the language of Uzbek Turks. Ali-Shir Navai (15th c), an Uzbek-Turkish poet, wrote in Chagatai Turkish. 


This Turkish belongs to Karluk Turkish family, a Turkish tribe who fled from Genghis Khan to Alaska, and became a Native American. (Karluk tribe is also one of the other tribes, who established Karahanli Turkish State, the first state who accepted the İslam, 840-1212). 


Karluk Turks was also among T'ang Dynasty :"Four Karluks (+tribes) from the region of Lake Balkhash (Balkaş), sent to Ch'ang-an (T'ang) by the Uighurs in 822" [Edward H. Schafer-The Golden Peaches of Samarkand: A Study of Tʻang Exotics]


An other Turkish Art is the Taj Mahal. Built by the students of Mimar Sinan (Architect Sinan from İstanbul, 1490-1588, also known as the architect of the bridge in Mostar Bosnia) between 1632-1652, in order of Shah Jahan (Şah Cihan) a Turkish-Mughal emperor.



Turks-Mongolians-Indians-Pakistanis-T'angs



The word "order" (arrenged) is derived from "ordo-order-ōrdō (line of soldiers, band, troop)" and it is not Latin of origin, but Turkish. Means army, troop, line of soldiers in Turkish. 

Info like this: 
(Latin, Etymology: From Proto-Italic *ord-n- ‎(“row, order”). "Maybe from Proto-Indo-European" *h₂or-d-) 
=  is nonsense!
This means that Turkish langauge was already in ancient times in the Mediterranean Basin !




Murad Adji - Türks in India

"A special book should be written about the Urdu language – the official language of Pakistan and certain northern states of India. It is widespread and it is coyly called a dialect of Hindi. However, it is not clear why it is full of Türkic words and expressions. And the phrase morphology is also Türkic. Why very few Indians understand Urdu while any Azeri can easily speak it several days after coming? It appears that Urdu is the ancient dialect of the Türkic language – Oguz dialect. But it is practically impossible to convince linguists of it. And how can it be done since they find in Urdu plenty of Arab, Persian words and… not a single Türkic one? It is an envious myopia" 
(tr.note:The Urdu in Urdu stands for Türkic Ordu ~ English horde, so at least one Türkic word exists in the Urdu lexicon).



"The word 'otaq', 'sitting room', of the occurs in Shah's poetry. This word of Turkish origin is always used in the Risalo to describe the Divine presence: it is Punhun's place in the Sassui circle, Mehar's placce in the Sohni tale, and is also the high hall where the Yogis meet and inspire those who have come to listen to their songs. (Ram.IX 3-13) as it is now the part of the compound where honored male guests are received by the host. The word was in use already before Shah Latif; it is found in Mian Inat's verse as well, and points to the Turkish influence that was prevalent in Sind from 1520 onward, when the Turkish dynasty of the Arghun, descending from Afghanistan, overcame the last indigenous Sindhi rulers; they themselves were followed by the Turkish family of the Tarkhan under whom Sind fell to the Mughal Empire. The connection of the word 'otaq' with the dwelling place of the ruler is spiritualized in Shah Abdul Latif's verse, but expresses well his idea of God as the King and Lord par excellence."

Annemarie Schimmel
Pain and Grace: A Study of Two Mystical Writers of Eighteenth-Century Muslim




* Shah Abdul Latif Bhittai (1689-1752) was a Sindhi Sufi scholar (in Pakistan). He was influenced by Mevlana Rumi (1207-1273 Konya).

* The meeting place in every village was known as 'Otaq'. But Otaq means ('Otağ' =Tr.), Ruler tent, house of Turkish nomads. Many use the word 'yurt' for that, but it is wrong. [OTAĞ. yabancı dile yanlış olarak giren YURT, ki o da Türkçe'dir.]

* The Tarkhan dynasty (Urdu: سلسله ترخان‎), or Turkhan dynasty, was established by Turkic Tarkhan and ruled Sindh, Pakistan from 1554 to 1591 AD. General Mirza Isa Beg founded the Tarkhan dynasty in Sindh after the death of Shah Husayn Arghun of the Arghun dynasty. Mughal emperor Akbar annexed Sindh after defeating the last Tarkhan ruler.

SB






Even Chingiz Khan (=Cengiz Han ; Temujin=Temuçin) spoke Turkish !...news April 2016




""Moğollar ile Türkler arasında ayrım yok. 13.yüzyıla kadar Türkçe Moğolca ayrımı yapamıyorlar, orada yaşayanlar için aynı dil gibi görünüyordu. Çin kaynaklarında Moğollar Türkler gibidirler diye geçer. Moğollar daha doğuda yaşıyordu, Türkler terkedince o bölgeye geliyorlar.Cengizhan'ın mensup olduğu Börteçine (kurt prensliği) sülalesinin Türk olma ihtimali vardır. "Türkler bin boydur, bu bin boyun biri de Moğoldur." derler."" 
Prof.Dr.Ahmet Taşağıl













KARLUK TÜRKLERİ - ALASKA




Karduk - Karluk
Üç Oğuzlar



"Karluklar: Trabzon'un güneyinde Karluk Tepesi ismiyle bir tepe bulunmaktadır. Bu tepenin çevresinde bulunan ve Trabzon merkeze bağlı köylerden Karakaya köyünün eski ismi Karluk Şumerya, Akkaya köyünün eski ismi Karluk Gozemya, Karlık'ın eski ismi ise Nefs-i Karluk'tur." - Prof.Dr.Necati Demir




"Karluk adının nasıl ortaya çıktığıyla ilgili tek bilgi kaynağı Oğuz Kağan destanıdır. Halbuki Karluk adına Hunlar ve özellikle Göktürklerde rastlanır. Göktürklerin çöküşünden sonra Karahanlı Hakanlığı’nın bel kemiğini Karlukların oluşturduğu ve bugünkü Özbeklerin atası olarak ta göründüğü bilinmektedir."  - Ahsen Batur , Kürdoloji Yalanları




"Amuderya’nın aşağı mecrasında Oğuz, Kıpçak ve Karluk kavimleri birlikte yaşamaktadır. Bunlardan Oğuzlar, Türkmen ve Azerbaycan; Karluklar, Özbek ve Uygur; Kıpçaklar, Kazak, Kırgız ve Karakalpak kavimlerini oluşturmuşlardır. Bunların sonradan Oğuz-Kıpçak ve Karluk-Kıpçak olarak karıştıkları biliniyor." - Kamal Mambetov, Karakalpaklardıñ Etnografiyalık Tarihi







Peki Alaska'daki Karluk Türkleri?



The toponym name "KARLUK" in KARLUK RIVER-KARLUK LAKE-KARLUK VILLAGE on Kodiak Island-Alaska 
comes from KARLUK Turkish Tribe.
Karluks are also called as "Three Oghuz" (Üç Oğuz)
Native Village of Chuathbaluk - Alaska
CHUATHBALUK - BALUK is Turkish: Today "fish" or in old Turkish "city" (in 8th c AD Orkhon Monument)


Cornelius Judaeus'un (1578) haritasında Alaska'da "Tartar" bölgesi. Yerliler koni şeklindeki çadırlarına da "tepees" diyormuş.

 "Judaeus Map of 1578. Caption (2) indicates “this region of the Anian Kingdom (or Alaska) is where the Tartars live.” In Central Canada (Bergi or Mountain Kingdom) the map portrays Tartar tents called “tepees.” This is a Turkic word that Plains Indians also used to identify their cone-shaped tents. This is the oldest known map to portray bison. The Tartar camp of Bergi is situated on the Mackenzie River. It was the route to the Great Plains." -link


* Tepe (above as tepees) : Turkish of origin, means Hill. Also to be seen in Mexico as Tepec, Ometepec 
and Pelasgians as Tepae.
[Latin bilim adamı Varron'un "Pelasgların dilinde küçük dağların adı TAPAE'dir" demiştir.
Adile Ayda - Türklerin ilk Ataları]
* Tartar or Tatar is a Turkish tribe (in Orkhun inscriptions). Also a name for Turkish-Mongolian mixed peoples.
SB





Bir Eskimo Dilinde Türkçenin İzleri - II: Basit Kelimeler


Tainoca: Gua-Turey "Tanrı, Yaratıcı"
Eski Türkçe: Kö:k Tengri "Tanrı,Yaratıcı"

Tainoca: Eieri "adamlar"
Eski Türkçe: Erleren "adamlar"

Tainoca: Bo "oldukça zengin
Eski Türkçe Ba:y "zengin"

Gua-Turey'deki "ua" diftongu, acaba Kö:k kelimesindeki asli uzunluğun bir izi midir? Çünkü bu kelime, Yakutçada küöx şeklinde (Vasiliev-Cargistay-1995-99) "üö" diftonguna sahiptir.

Aynı web adresinde (pdfdeki link kapatılmış-SB) Gua-Turey isminin bulunduğu yerde Ata Bei şeklinde isimlendirilen ve kendisine kutsallı katfedilen bir kişi bulunmaktadır. Bu ismin üzerine tıkladığımızda Ata Bey kelimelerinin yer aldığı web sayfasında, kucağında iki çocuğu emziren bir kadın karşımıza çıkmaktadır. Kulağımıza pek de uzak gelmeyen bu iki kelimenin Türkçe ile ne derece ilgisi vardır bilemiyoruz.

Tanrı kelimesi çeşitli Türk lehçelerinde de çok farklı seslere bürünmüştür. Azerice ve Türkiye Türkçesinde Tanrı, Kırgızcada Tenir (Ercilasun vd.1991:848-849) Yakutçada Tanara (Vasiliev-Cargistay-1995: 260), Çuvaşçada ise Turra veya Turi şeklinde (Ceylan 1996: 82,83,161) kullanılmaktadır. Tainocadaki Turey, Çuvaşçada kullanılan biçimlere çok daha yakındır. 

Taino Kızılderililerinin dilleri üzerine yaptığımız araştırmalara bu şekilde devam ederken internette bir Eskimo dilinin karşılıkları İngilizce olarak verilmiş oldukça kapsamlı sözlüğüne rastladık. Sürdürdüğümüz çalışmalar sonunda bu sözlükte birçok Türkçe kelimenin bulunduğunu fark ettik. Interactive Inupiaq Dictionary adı verilen bu sözlük, İnupiaq Eskimolarına aittir. Adı geçen sözlük, Donald H.Webster ve Wilfried Zibell tarafından hazırlanmış olan İnupiat Eskimo Dictionary-Fairbanks, Alaska, 1970- adlı eserden faydalanırak hazırlanmıştır. ...

Ethel G.Stewart Dene ve Na-Dene Kızılderilileri - Cengiz Han'dan Amerika'ya Kaçan Türkler MS.1233 - adıyla Türkçeye çevrilen eserinde, Kızılderili kabilelerinin bir kısmının atalarının Uygur Türkleri olduğunu dile getirir. Stewart, Uygurların yaşadığı Tarım bölgesinin etnik bakımdan çok karışık olduğunu, Türklerin yanı sıra Soğdların, Çinlilerin, Tibetlilerin, Kitanların bu bölgede iç içe yaşadıklarını belirtir. Ona göre, bölge halkının bu derece karışık olması, lingüstik durumu da çok karmaşık hale getiriyordu. Konuşma dilleri, yazı dillerine oranla büyük farklılık gösteriyordu. Konuşma dilinde Türkçe, Toharca, Çince, Soğdca, Tibetçe, Kitanca, İpek Yolu Arapçası gibi birçok dile ait kelimeler kullanılıyordu.

İşte bir Eskimo dilinde geçen ve yukarıda verilen Arapça, Soğdca, Çince, eski Hintçe kelimeler ile bildiri içersinde üzerinde duracağımız Türkçe kelimeler; bu karışık mirasın günümüze kadar gelmiş uzantıları olmalıdır.

Biz zaman zaman ayrı ve düşmanca yaşamalarına rağmen Uygur-Karluk birlikteliği tarihte önemli bir yer tuttuğu için (Salman 1981:176-180,184-186) Moğol istilası yüzünden Alaska'ya kaçan Uygur Türkleri arasında Karluk Türklerinin de bulunduğunu düşünüyoruz. Çünkü Karluk Türkleriyle ilgili araştırmalara bulunan Hüseyin Salman, bir makalesinde Doğu Karluklarının 12.yüzyıldan sonra Çin kaynaklarında izine rastlanmadığını belirtir (Slaman 1981: 189). Ethel G.Stewart'ın yukarıda zifrettiğimiz eserinde Moğol istilası yüzünden Türklerin Amerika'ya kaçış tarihi MS.1233 olarak verilir.

Kanaatimizce 12.yüzyıldan sonra Çin kaynaklarında izlerine rastlanmayan Doğu Karlukları, 13.yüzyılın ilk yarısında Amerika'ya (Alaska) kaçmak zorunda kaldıkları için Çin kayıtlarından düşmüşlerdir. Bunun en önemli delili, Alaska'da bulunan yer adlarıdır: Karluk Köyü, Karluk Irmağı, Karluk Gölü.

DNA araştırmalarında ise, başka bir durum karşımıza çıkmaktadır. Bir Rus genetikçi, Kızılderililerle Kuzey Moğolistan'da göçebe olarak yaşayan insanlar arasında yaygın DNA benzerliği bulunduğunu iddia etmiştir.

Moskova Vavilov Genel Genetik Enstitüsü Müdür Yardımcısı Ilya Zakharov, Christian Science Monitor'a yaptığı açıklamada Sibirya'da yaşayan Tuva Türkleri üzerine yaptığı genetik çalışmaların Kızılderililerin kökenlerini tespit eden bir araştırmaya dönüştüğünü ifade etmiştir. Zakharov; bunun büyük ve önemli bir gelişme olduğunu, kendilerinin daha önce birçok toplumu incelediklerini ve hata payı az bir olasılıkla Kızılderililerin Tuva Türkleriyle aynı DNA'ya sahip olduğunu tespit ettiklerini belirtmiştir. ...

2-4 Temmuz 1999 tarihleri arasında Denizli'de yapılan "Yedinci Türk Dünyası Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'na katılan Onayda Kızılderili Kabilesi Reisi ve Amerika Yerlileri Sosyal İşler Daire Başkanı M.Franklin Keel de Kızılderililerin atalarının Baykal Gölü ve Yenisey-Tuva bölgelerinden Amerika'ya, Alaska üzerinden göç ettiklerini ifade etmiştir. ...

Chuathbaluk "1800"lü yılların ortalarında Alaska'da yaşayan Ingalik Kızılderililerinin yaz aylarındaki balık avlama yeri."

Balık kelimesi Kuman lehçesinde Baluk .

Dr.Mehmet Kara. / detaylı PDF:
"Karluk in Kodiak Island", The Alutiiq Ethnographic Bibliography compiled by Rachel Mason.
farklı Karluk Alaska linkleri : link 1  /  link 2  /  link 3  /  link 4

NOT:  
Kızılderili ifadesi yerine Amerika Yerlileri ifadesi kullanılması...
Dört Karluk boyu T'ang Hanedanlığına katılmıştır. 840-1212'deki Karahanlılar da Karluk Türkleridir. Konuştukları Türkçe, Karahanlı ya da Çağatay Türkçesi olarak bilinir. Tibet kaynaklarında ise Karluklar Garlok olarak geçer.- SB





ilgili:




* * * 



Köktürk Yazıtlarında, balık şehir anlamıyla, Bilge Kağan doğu yüzü 28. satır:  Otuz yaşıma beş balık tapa süledim. (Otuz yaşımda Beşbalık’ a kadar sefer ettim.)  Beşbalık anı üçün ozdı. (Beşbalık onun için kurtuldu.) 

Eski Uygur Türkçesi’nde; balıġ, balaķ, ve balıķ: 1. balık, 2. şehir anlamında kullanılmıştır. balıķ bëgi: şehir beyi, vali; balıķçı: balıkçı; balıķça: balık gibi şekilleriyle kullanılır. 

Türk dilinin başyapıtlarından olan Divan-ü Lügati’t Türk ‘te, balığ: yaralı anlamında,
“Başı anıŋ alıktı
Kanı yozup turuktı
Balık bolup tagıktı
Emdi anı kim yeter” 
(DLT C. II: 192) “Onun yarası azdı, kanı çok akıp durdu, yaralanıp dağa çıktı, şimdi ona kim yetişir.” 


BALIK” SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE (ON THE WORD “FISH”)
Yrd.Doç.Dr.Nesrin Güllüdağ










Apaçi - Tlibgit/Koyukon ve Navajo Athabaskan Ailesindendir.

Apaçilere ait makosenin tamgaları : 
Tengri ile Dış Oğuzların Tamgası ile aynı.


Amerika Yerlileri arasında her boyun kendine özgü saç örgüsü geleneği var. 
Kesildiğinde ise güçlerini kaybettiklerini düşünürler.
Tlingit Koyukon Athabaskan


Türk Beyi
Saçları uzun ve örgülü, ant kadehi ile bağdaş kurmuş
Selçuklu Dönemi

"Uzun saç prestij göstergesi olduğu için hemen hemen bütün Türk halklarında önemli idi. Eğer yeterince uzatılamamışsa bu arkadan saça eklenen takılarla veya düzenlemelerle ifade edilirdi. Fotoğrafta Uygur kızının saçında bu uygulama görülüyor. Uygurlarda buna Cala denirdi." 
Prof.Dr.Yaşar Çoruhlu



" Oğuz Türklerinin saçları uzun ve  kesmezler. Hükümdarlar genelde saçlarını serbest bırakırken, savaşçılar ve diğer erkekler belik örerler. Oğuz erkekleri, saçlarının örgüleri çok olmasıyla tanınır. Peçeneklerin de saçları örülüydür. 9. yy yaşayan Horasan Türkleri'nin de saçları uzundu. Harzemşahlar'ın da saçları uzundu fakat hacca giderken kısaltıyorlar. Uygur metinlerinde de alplerin saçları aslan yelelerine benzetiliyor. Uygur hükümdarı ise saçlarını topuz şeklinde toplamakta ve topuzun üstünde, beş sınıf halkı temsil eden, beş dilimli taç giymekteydi." 


Navajo Kilimi - Türk Tamgaları/Motifleriyle Aynı







________________