hellen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hellen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ağustos 2018 Perşembe

TRUVA: HOMER ile DARES - I




“Çökünce Asya egemenliği, suçsuz soyu Priamus’un
Tanrılar buyruğunca, düşünce görkemli İlion, Neptunus’un
Troya’sından dumanlar yükselince, yanınca kent…”
Vergilius – Aeneas (3:1-3)


2018 Truva Yılı İçin Özel
TRUVA ; HOMER ile DARES, BİR ANADOLU DESTANI
Semra BAYRAKTAR
Profesyonel Turist Rehberi
Temmuz 2018




Bilindiği gibi 2018 “Troia Yılı” ilan edildi. Bu sebeple birçok hazırlıklar yapılmakta, makaleler yazılmakta ve festivaller düzenlenmektedir. Bu etkinliklere benim de katkım olsun istedim ve savaşın 10 yılını da anlatan Dares’in eserini [1] Türkçeye çevirdim. Bambaşka bir açıdan bakabileceğiniz Truvalıların hikayesini okuyacaksınız. Ardından da Homer’e atfedilen eserlerin orijinal olup olmadığını, Helena’nın Truva’ya gelip gelmediğini, Truvalıların da kimler olduğunu öğreneceğiz.

Homer’e atfedilen destanın “Truva” değil de “İlyada” olarak adlandırılmasının sebebi şehrin adından kaynaklanmaktadır. MÖ 15.yüzyıldan kalan Hitit yazıtlarındaki “Wilusa”nın Truva olduğu bugün için kesinleşmiştir. Wilusa kelimesi de Hellencede “İlusa”ya dönüşmüştür. Ayrıca, “İlion” şehrinin kurucusu “Kral Laomedon”dur. Laomedon’un babası “İlos”, onun da babası “Tros” adını taşır. [2] Ve Truva şehrin değil, ülkenin adıdır. Bu sebeple “Truva Destanı” değil, “İliad (İlyada) Destanı” demişlerdir. [3]



Truva Antik Kenti
Hisarlık Tepe / Çanakkale


Bir tarafta Truva ile müttefikleri, diğer tarafta Akhalar ile müttefikleri, bilinen ilk boğaz savaşıdır. Savaş sebebi olarak her ne kadar bir kadını öne sürseler de, asıl neden ticaret yollarının Truva’da birleşmesi ve Karadeniz’e açılan deniz yolunun Truvalıların kontrolü altında olmasıdır. Doğu Akdeniz Hititlerin kontrolü altındayken Akhalar’a sadece Ege ve Karadeniz kalmıştır. Karadeniz’e açılabilmek için de boğazlardan geçmek ve Truva’ya da haraç vermek zorundadır. Yani savaş kaçınılmazdır. [4] 

MÖ 12.yüzyılda yapıldığı düşünülen Truva Savaşı’nda [5] Truva ordusunu Ektor komuta ederken, Akha ordusunu komuta eden kişi Menelaus'un ağabeyi Mukenai (Girit) Kralı Agamemnon’dur. Hitit metinlerindeki Ahhiyavalılar’ın da Akhalar olabileceği öne sürülür [6] ama henüz kesinleşmemiştir. 

İlyada destanı savaşın 9.yılından 51 gününü anlatırken, Aşil’in Agamemnon’a öfkesi ile başlar ve Ektor’un cenazesi ile biter, yani Truva’nın akibetini anlatmaz. Ayrıca meşhur Truva Atı İlyada'da değil, Odysseus ve Aeneas destanı ile Euripides’in 'Troya Kadınları' eserinde geçer [7]. Bilim dünyasının zamanında yapmış olduğu incelemelerle Odusseus destanının daha geç bir dönemde yazıya geçirildiği de ortaya çıkmıştır. [8] 

Homer’e atfedilen destanların hiçbirinde “Grek” kelimesi geçmez. Hellence aslı, ki o da tartışılır, baz alınarak çevirisi yapılmış destanlar, özellikle İngilizce çevirilerinde, Akhalar, Argoslar, Danaolar ve Hellenlerle beraber savaşa katılmış olan bütün o kavimler için toptan “Greek (Yunan)” ve “Greece (Yunanistan)” kelimeleri kullanılmaktadır. Ve maalesef bizimkiler de o kelimeleri “Yunanlılar” ve “Yunanistan” olarak çevirmektedir. Halbuki, Truva Savaşı döneminde ne “Greek (Yunan)” kelimesi vardır ne de “Greece (Yunanistan)”! Bugünün Yunanlıları da kendilerine “Hellenler (Ellenes)” ülkelerine de “Hellas (Elleniki)” der, ama Hellenler Truva Savaşı’na katılan kavimlerden sadece biridir ve diğer beylikler/krallıklar gibi küçük bir topluluğu işaret etmektedir. Ayrıca Tukidides'in de dediği gibi, genel anlamda Hellenler olarak adlandırılmaları daha geç bir döneme aittir.[9] 



TRUVA SAVAŞI'NIN SEBEBİ

Homer’in destanları baz alınarak bugüne dek anlatılan gelen hikayede; Menelaus Paris’in Helena'yı kaçırdığını öğrenir, "Namusumuzu ve onurumuzu kurtarmak zorundayız” diyerek ağabeyi Agamemnon’a gider. Bölgenin ve diğer krallıkların bir nevi de başı sayılan Agamemnon tüm liderleri toplar ve Truvalılar’a savaş ilan eder. 

Peki, savaş gerçekten de Helena’nın kaçırılmasıyla mı başlamıştır? Yoksa olayların gidişatında başka bir hikaye mi yatmaktadır? Peki ya hikayenin geri kalanı? Ektor ve Aşil hangi aralıkta, nasıl ölmüştür? Priam, Ektor’un ölü bedenini geri alabilmek için Aşil’e yalvarmış mıdır? Peki ya savaşta düşen diğer liderler? Akhilles’in zayıflığı “Aşil’in topuğu”ndan mı gelir, yoksa aşkından dolayı mı zayıflık göstermektedir? Truvalı kraliyet ailesinden kurtulan var mıdır, varsa nereye gitmiş, soylarını nerede sürdürmüşlerdir?.. İşte tüm bunlara cevap arayacağız…



TRUVALI DARES

Savaşta bizzat bulunmuş olan "Frigyalı" Dares’in eseri “Truva’nın Düşüşü Tarihi” adını taşır. Dares, Homer’in İlyada’sında bir Hephaistos rahibi olarak geçer: “Troyalılar arasında zengin, kusursuz biri vardı, Hephaistos'un duacısıydı, Dares'ti adı, iki oğlu vardı onun, Phegeus'la İdaios, yatardı elleri her türlü savaşa.”[10] 

Dares için Frigyalı demelerinin sebebi ise eserlerin, Frigyalıların tarih sahnesine çıkmalarından sonraki dönemde yazıya geçirilmiş olmasından kaynaklanır. Truva için bile Frigya, Pergamon adları kullanılmıştır. Hatta, Homer’in İlyada’sında bile “Amazonlar Frigya’dan geldi”, “Frigyalıları Askania’dan gelen Askanios yönetir” yazmaktadır. [11]

İngilizce çevirisini yapan Frazer’in notlarına göre; Eser MS 6.yüzyıl Roma dönemindendir ve MS 2.yüzyılda yaşamış olan Romalı hatip-yazar Aelian da eski bir Hellence versiyonunu onaylamaktadır. Aelian; “Bilgime göre, Homer’den önce yaşadığı söylenen Frigyalı Dares’in yazdığı İliad hala mevcuttur” demektedir.  Dares’in eserini Hellenceden Latinceye çeviren Romalı yazar, MÖ 1.yüzyılda yaşamış bir başka Romalı yazar olan Cornelius Nepos’a ithafla başlar [12], savaşın 10 yılını anlatır ve sağ kalan Truva Kraliyet ailesinin dağılmasıyla biter.

Bazıları bu eserin sahte olduğunu ileri sürer, peki, Homer’in eseri ne kadar özgündür? Zaten, Dares’i Hellenceden Latinceye çeviren Romalı yazar da bunu sorguluyor. Dares’in anlattıklarını Homer’in eseri dışında Herodot, Plato, Strabo ve diğer antik dönem yazarların notlarıyla da karşılaştırmak gerekir. Çünkü şimdiye dek hayatta kalmış bütün bir İlyada ya da Odusseus kitabı yoktur. Her şey parçalar halinde ortaçağ dönemine kadar gelmiş ve ancak 10.yüzyılda biraraya getirilmiş, ilk baskısı da 15.yy’da İtalya’da yapılmıştır. [13]

Frigyalı Dares’in eserini çeviren Romalı yazar: “MEKTUP: Cornelius Nepos, Sallustius Crispus’a selam gönderiyor. Atina'da yoğun bir şekilde eğitim görürken Frigyalı Dares'in Yunanlılar ile Truvalılar hakkında yazdıklarını buldum. Başlığında da belirttiği gibi bu tarihi Dares yazmıştır. Onu elde etmekten çok memnun oldum ve hemen Latince bir çevirisini yaptım, hiçbir şey eklemedim, hiçbir şey atlamadım ve hiç bir yorumda da bulunmadım. Hellence orjinalinden basitçe sözcük sözcük tercüme ettim. Böylece okuyucularım bu yazılanları kendileri yargılayacaklar, ister Frigyalı Dares olsun, ister Homer olsun, hangisi doğrusunu yazmış diye. Akhaların Truva'ya saldırdığı sırada yaşayan ve savaşan Dares mi? Yoksa, savaş bittikten çok çok sonra doğmuş olan Homer mi? Atinalılar bu konuyu değerlendirdiklerinde, Homer'i ölümlülerle tanrıların savaşını tarif ederken delirmiş buldular. Bu kadar yeter, şimdi söz verdiklerime dönelim”…  diyerek başlar ve Truvalıların gerçek hikayesi Dares’in eseriyle hayat bulur.  



Erkül Truva kralı Laomedon’u öldürüyor. Erkül’ün arkasında Esione duruyor.
Mühürlü toprak kap,  MS 2.yy


Eser, Jason ve Argonotlar ile başlamaktadır; Peloponnese [14] kralı Pelias [aslında Teselya kralıdır], kardeşinin oğlu Jason’ın halk arasında sevilen ve popüler olmasından dolayı korkar, tahtından olabileceğini düşünür. Böylece ona zorlu bir görev verir, Kolkhis’te [15] altın bir koç postu vardır, onu getirirse krallığını verecektir. Tabii Jason’un gemi ve mürettebata ihtiyacı vardır. Hemen haber salınır. Jason’la kim gitmek istemez ki, ayrıca bu görev, hem onlara hem de Argoslular’a şan ve ün getirecektir. Argos adlı gemi ustası da Jason’a bir gemi yapmak için kraldan emir almıştır. Bu sebeple de mürettebata Argonotlar adını verirler. Jason her şey hazır olunca Peloponnese’den [Teselya'dan] ayrılarak Ege Denizi’nden Karadeniz’e doğru yelken açar. [16] Truva kıyılarına vardıklarında, ki eserde Frigya olarak geçer, hem izinsiz olarak toprağa ayak basmaları, hem de hepsinin genç erkek olmaları, Truva Kral Laomedon’u rahatsız etmiştir. Onlara Truva’dan derhal ayrılmaları gerektiğini söyleyerek kovar. Gitmedikleri takdirde ise zorla çıkarılacaklardır. Jason ve Argonotlar kırgın bir şekilde Truva’dan ayrılır. Kolkhis’e varır, Altınpost’u alıp, Peloponnese geri dönerler. İşte bundan sonra gelişen olaylar çok ilginçtir. Jason ile beraberindekiler Truva’da başlarına gelen olayı herkese anlatır. Küçük düşürülmüşlerdir ve Laomedon’un bu davranışını hakaret olarak algılamışlardır. Erkül buna çok içerlenir ve kızar. İntikam almak için çevresindeki güçlü ve sözü geçen arkadaşlarını toplar ve Truva’ya doğru yelken açar. Aralarında Argonotlar, Helena’nın kardeşleri Kastor Polluks ikizleri, Nestor, Aşil'in babası Peleus ile Salamisli Ayaks'ın babası Telamon’da vardır. 

Bundan sonrasını ise Dares’in kalemiyle devam edelim…



TRUVA’NIN DÜŞÜŞÜ TARİHİ

Geceleyin Truva’ya kıyılarına varırlar, Erkül, Telamon ve Peleus orduya liderlik ederken, Kastor, Polluks ve Nestor’da gemileri koruyacaktır. Kral Laomedon ordunun geldiği haberini alır almaz süvarisinin komutasını alarak kıyıya iner. Erkül bu arada şehri kuşatmıştır. Laomedon halkını kurtarmak için geri dönerken yolda Erkül’le karşılaşır. İki ordu çarpışır, Truvalı askerlerin hepsi öldürülürken, şehir yağmalanır. Kral Laomedon’da Erkül tarafından öldürülmüştür. Telamon şehre giren ilk kişi olduğu için ödüllendirilir. Bu sebeple Esione savaş ganimeti olarak Telamon’a verilir. Sonra herkes evine dönmek üzere yelken açar. Tüm bu olaylar gerçekleşirken Priam Frigya’dadır. [17][18].

Priam'a babasının öldürüldüğü, vatandaşlarının paramparça edildiği, ülkesinin yağmalandığı ve kızkardeşi Esione'nin savaş ödülü olarak alındığı haberi verilince, derin bir üzüntüye girer. Çok kızmıştır. Argosluların Frigya'ya yaptıkları çok ağır ve saygısızcadır. Eşi Ekuba ve çocukları Ektor, Aleksander [Paris], Deiphob, Elen, Troil, Andromakhe, Kassandra ve Poluksena ile birlikte Truva'ya döner. (Cariyelerden başka oğulları da vardır, ancak yasal olarak evlendiği eşleri kraliyet soyunu iddia edebilmektedir.) 

Truva'ya varınca, şehrin etrafına güçlü kapıları olan, daha güçlü duvarlar ördürür. Kapılara Antenorean, Dardanian, İlian, Skaean, Thymbraean ve Truva adları verilir. Yakınlara da daha fazla asker konuşlandırır. Truva, babası Laomedon'un hükümdarlığındaki gibi, bir daha hazırlıksızlık yakalanmamalı ve düşmemelidir. Ayrıca bir saray inşa ettirir, Jüpiter'i [Zeus] de bir sunak ve heykel ile kutsar. Ektor'u bir ordu toplaması için Paeonia'ya gönderir. Babasının çektiği acılarının intikamını almak için doğru zamanı beklemektedir. Truva'nın güvende olduğuna ikna olunca da Antenor'u çağırır. Onu elçi olarak tayin eder ve Argos'a gitmesini emreder. Argos ordusu, babası Laomedon'u öldürüp, Esione'yi kaçırarak ona büyük yanlış yapmıştır. Buna rağmen, onları affedecek ve şikayet etmeyi bırakacaktır, sadece Esione’nin iade edilmesi gerekmektedir.



Antenor Priam’ın huzuruna çıkmış görev emrini alıyor. Kapıda Ektor ile Polites
François Vazosu’ndan detay - MÖ 570


Priam'ın emrine uyan Antenor gemiye biner ve tek tek Erkül’le beraber gelmiş herkesi ziyaret eder. Bazı krallıklarda misafir olarak ağırlansa da Priam’ın mesajına red cevabı almaktadır, hatta bazı krallıklardan da kovulmuştur. Esione’nin götürüldüğü Salamis’e gelir ve Telamon’la konuşur. O bir prensestir, bu yüzden ona ne cariye, ne köle ne de hizmetkar muamelesi yapılabilinir. Telamon Esione’nin gayet iyi durumda olduğunu ve iade etmeyeceğini söyler. 

Antenor Telamon’u bir türlü ikna edememiştir. Hiçbir sonuç alamadığını, bir de üstüne küçük düşürüldüğünü görünce, gemisine binip vatanına geri döner. Her birinin söylediklerini Priam’a tek tek anlatır. Onu nasıl ağırladıklarını, nasıl davrandıklarını, nasıl küçük düşürüldüğünü iletir. Kralı da savaşa teşvik eder. Priam hemen oğullarını ve arkadaşlarını çağırır, Antenor'un başarısız görevini anlatır. Nasıl Argos'a gittiğini, Laomedon'un ölümüne karşılık Esione'nin iadesini talep ettiklerini, lakin Argosluların onu nasıl küçümsediklerini ve boş ellerle eve geri gönderdiklerini anlatır. Akhaların Priam’ın taleplerini red ettiklerinden dolayı şimdi suçlarının karşılığını ödemek zorundadırlar. Bu sebeple de bir ordu gönderecektir. Artık onlar düşünsün, küçümsenmeye layık barbarlar olduklarını.

Oğullarını çağırır, büyük oğlu Ektor'a ordusunun komutasını almasını söyler. Ektor, büyükbabası Laomedon'un öldürülmesi ile Truvalılar’a yaptıkları diğer haksızlıkların da intikamını Argoslular’dan alacaktır. Argoslular suçlarının cezasını ödemek zorundadırlar, der. Bununla beraber, içini bir huzursuzluk kaplar, Truvalılar’ın başarısız olacağından korkar, çünkü Avrupa [19] Argosluların yardımına gelecek birçok savaşçı erkek yetiştirmiştir. Asya'da yaşayan kendileri ise vakitlerini boşa harcamış ve gemi inşa etmemişlerdir. 

Sonra Aleksander [Paris] intikam yemini eder. Bir filo inşa etmeli ve Argos'a savaşa gitmelidir. Babası dilerse eğer, bu girişimden sorumlu olacaktır, düşmanı fethedecek ve büyük bir ünle de Argos'tan geri dönecektir. Tanrıların ona yardım edeceğine dair inancı da vardır. Çünkü İda Dağı'nın ormanlarında avlanırken uykuya dalmış ve aşağıdaki gibi bir rüya görmüştür. Mercury [Hermes], güzelliklerine hakem olması için Juno [Hera], Venüs [Afrodit] ve Minerva'yı [Athena] getirmiştir. Venüs ona söz vermiştir, eğer onu en güzeli seçerse, Argos'taki en güzel kadını ona eş olarak verecektir. Venüs'ün verdiği söz üzerine, o da en güzel olarak onu değerlendirmiştir. 

Deiphob kardeşi Paris’i destekler, böylece Akhalar halası Esione’yi geri verecektir. Ama Elen buna karşı çıkmaktadır. Paris bir Argos kadınını getirecek olursa eğer Akhalar Truva’yı yerle bir edecektir. En küçükleri Troil ise, Ektor gibi biri varken mümkün değildir, der ve Elen’in korkmaması gerektiğini söyler. 

Priam oğullarını ordu oluşturması için asker toplamaya gönderir, sonra da danışmanlarını çağırarak olan biteni anlatır ve ne düşündüklerini sorar. Bazıları savaş karşıtıdır, hatta eğer Paris bir Argos kadını getirirse, özgürlüğümüzü riske atarız, ama bir kişinin ölmesi de barış içinde yaşamamızı sağlayabilir, derken, bazıları da Truva’nın onuru kurtarılmalıdır, demiştir. Kassandra ise, eğer babası bir filo gönderirse sonuçlarının ağır olacağını öngörür.

Hazırlıklar yapılır, gemiler inşa edilir. Bu arada Aleksander ile Deiphob'un Paeonia'dan topladığı birlik Truva'ya gelmiştir. Yelken açma zamanı geldiğinde Priam birlikleri düzenler. Aleksander başkomutandır, Deiphob, Aeneas ve Polydamas'da ikinci subaylarıdır. Aleksander'a ilk önce Sparta'ya gitmesini ve Kastor ile Polluks'a kızkardeşinin iadesi ile Truva'ya tazminat ödemeleri gerektiğini iletmesini söyler. Eğer Kastor ile Polluks red ederse hemen Truva'ya bu mesaj iletilecektir. Böylece Priam'da ordusuna Argos'a yelken açmasını emredebilecektir.

Antenor'a da kılavuzluk etmiş kaptanla birlikte Aleksander Argos'a yelken açar. Argos'a varmadan birkaç gün önce - Kythera Adası'na [Çuha Adası] gelmeden önce - Pylos'taki Nestor'u ziyarete giden Menelaus ile karşılaşır. Menelaus bu kraliyet filosuna hayranlıkla bakmaktadır, acaba ne taşıyordur, nereye gidiyordur, diye de düşünür. Karşı tarafta aynı hayranlığı beslemektedir.

Kastor ile Polluks Argos'taki Klytemnestra'yı ziyarete gitmiştir. Burada Juno adına bir festival düzenlenmektedir. Helena'nın kızı, yani yeğenleri Hermione'de onlarla birliktedirler. Bu arada, Aleksander Kythera'ya varmış ve Diana [Dione, Venüs'ün annesi olmalı] adına Venüs tapınağında bir kurban kesmiştir. Adanın sakinleri bu kraliyet filosunu hayretle izler ve denizcilere nereden geldiklerini sorar. Onlar da, filonun kral Priam tarafından gönderildiğini ve Aleksander'ın Kastor ile Polluks'la görüşmek için geldiğini söylerler.

Aleksander Kythera'da iken, Menelaus'un eşi Helena Diana ve Apollo tapınağında dua etmek için Helaea kasabasının limanına inmiştir. Aslında Kral Priam'ın oğlu Aleksander'ın geldiğini duyunca onu görmek istemiştir. Aleksander da Helena'nın geldiğini duyunca onu görmek ister. Kendi görünüşüne güvenen Aleksander Helena’nın önünde yürümeye başlar. Her ikisi de birbirlerinin güzelliklerine vurulur ve bir süre vakit geçirirler.

Aleksander adamlarına o gece yola çıkmaya hazır olmalarını emreder, çünkü Helena'yı tapınaktan kaçırıp Truva'ya doğru yola çıkacaklardır. Gece olur sinyal verilir, aslında o da gönülsüz değildir ve Helena'yı kaparlar. Adanın sakinleri Helena'nın kaçırıldığını duyunca Aleksander'ı engellemeye çalışırlar. Uzunca bir süre dövüşürler, ama Aleksander'ın adamları onları yener. Tapınaktan da alabildikleri kadar ganimeti aldıktan sonra Truva'ya doğru yelken açarlar. Tenedos Adası'na [Bozcaada] vardıklarında Helena ile yüzleşir. Helena pişmandır, Aleksander onu rahatlatmaya çalışır ve eve babası Priam'a başarısının haberini yollar.



Truva Prensi Paris (Aleksander) Sparta kralı Menelaus'un eşi Helena'yı kaçırır.
Etrüsk kül kabı - MÖ 2.yy / Vatikan Müzesi


Olan biteni öğrenen Menelaus ise Pylos'u Nestor'un eşliğinde bırakarak Sparta'ya geri döner ve Akha kralı ağabeyi Agamemnon'u çağırır.

Bu arada Aleksander ganimeti ile eve varır ve babasına tüm yaşadıklarını anlatır. Priam çok sevinmiştir. Akhaların ganimeti geri almak ve Helena'yı kurtarmaya çalışacaklarını ummaktadır. Böylece Esione eve gelecek, Truva’dan çaldıkları ganimetler de iade edilecektir. Priam, pişmanlık duyan Helena'yı teselli ederek, Aleksander ile evlendirir. Kassandra ise Helena'yı görür görmez, daha önce söylediklerini babasına tekrarlar, ama Priam onun oda hapsinde tutulmasını emreder.

Sparta'ya varan Agamemnon kardeşini teselli eder. Truvalılara savaş açmak için bir ordu toplaması gerekmektedir. Adamlarını Argos'a gönderir. Akhilles Patroklus'la beraber Sparta’ya gelmiştir. Diğerleri ise Euryalus, Tlepolemus ve Diomedes’tir. Truvalıların yaptıkları yanlışa karşın intikam alacaklarına, bir ordu ve filo hazırlayacaklarına dair yemin ederler. Agamemnon başkomutan olarak seçilir ve Atina limanında bulunan tüm Akha gemi ve ordularına gelmeleri için elçiler gönderir. Truvalılardan intikam almak için buradan hep birlikte yelken açacaklardır.

Kızkardeşleri Helena'nın kaçırıldığını duyan Kastor ile Polluks yelken açarak Aleksander'in peşinden takip etmektedir. Ne var ki, Lesbos [Midilli] Adası yakınlarında büyük bir fırtına kopmuştur ve ortadan kaybolmuşlardır. Lesbos sakinleri onları Truva önlerinde dahil her yerde aramışlar, ama Kastor ile Polluks'u bulamamışlardır. Böylece geri dönerler ve hiçbir iz bulamadıklarını bildirirler. Daha sonra ise onların ölümsüz oldukları efsanesi yayılmaya başlar.

Bu tarihi yazan Frigyalı Dares, Truva'nın düşmesine kadar askerlik yaptığını bildirir. Aşağıda listelediği kişileri hem savaşırken, hem de ateşkes döneminde bizzat görmüştür.

Kastor ile Polluks’un görünüşlerini Truvalılardan öğrenmiştir. İkizdirler, sarışın, kocaman gözlü, düzgün tenli ve güçlü kasları ile iyi yapılıdırlar. Helena ise Kastor ile Polluks'a benzemektedir. Güzel, yaratıcı ve çekicidir. Bacakların en iyisi, dudakların da en şirini ondadır. Kaşlarının arasında bir güzellik işareti bulunmaktadır. Truvalıların kralı Priam ise yakışıklı bir yüz ile hoş bir sese sahiptir. Büyük ve şişmandır. Ektor ise açık renk tenli, kıvırcık saçlı ve sakallıdır. Çekici gözleriyle yakışıklı ve asildir. Çevikliğinin yanında serttir. Ruhu yücedir, halkına karşı merhametlidir ve sevgiyi hak etmektedir.

Deiphob ile Helen babalarına benzemekle birlikte karakterleri birbirlerine benzememektedir. Deiphob güç ve eylemlerin adamıyken, Helen nazik ve âlimdir. Troil ise uzun boylu yakışıklı bir gençtir. Yaşına göre güçlü, cesur ve zafer için de isteklidir. Aleksander uzun boylu, cesur ve de adildir.  Onun gözleri çok güzeldir, sarışın ve yumuşak saçlıdır. Büyüleyici bir sesi vardır. Çeviktir, komuta etmek için heveslidir. Aeneas kızıla çalan kahverengi saçlara ve pırıl pırıl parlayan büyüleyici siyah gözlere sahiptir. Kibar ve sağduyulu, ama bir o kadar da hantal ve dindardır. Antenor ise uzun ve zariftir. Çeviklik ve kurnazlığın yanında da ihtiyatlıdır.

Ekuba, koyu renk tenli, iri yapılı ve güzeldir. Bir erkek gibi düşünür, dindar ve hakkaniyetlidir. Andromakhe uzun ve güzel vücuduyla çekicidir. Gözleri parlamaktadır. Mütevazı, iffetli, adil ve de bilgilidir. Kassandra orta boyludur. Parlak gözleri, kumral saçları ve yuvarlak bir ağız yapısı vardır. Geleceği görebilmektedir. Poluksena ise uzun boylu ve güzeldir. İncecik bir boynu, güzel gözleri ve uzun sarı saçları vardır. Vücudu orantılıdır, uzun parmaklara ve düzgün bacaklara sahiptir. Diğerlerini güzellikte öne geçmektedir. Çok iyi kalpli ve adil bir kadındır.

Agamemnon sarışın, iri ve güçlü biridir. Aynı zamanda soylu bir bilge ve zengindir. Menelaus orta boyda ve kumraldır. Yakışıklıdır ve hoş bir kişiliği vardır. Akhilles'in geniş göğüs kafesi ve ince bir ağız yapısı vardır. Kol ve bacak kasları güçlüdür. Kestane renkli saçı uzun ve dalgalıdır. Aşil normalde sakin bir yapıya sahiptir, ama savaş meydanında tam tersi bir karakter gösterebilir. Patroklus ise gri gözleriyle yakışıklı biridir. Güçlü, güvenilir, mütevazi, bilge ve zengin bir adamdır.

Oileus'un oğlu Ayaks [20] ise sağlam ve güçlü bir yapıya sahiptir. Havalı ve cesur, hoş bir insandır. Telamon'un oğlu Ayaks ise güçlüdür. Sesi net çıkmaktadır, saçı siyah ve kıvırcıktır. Savaşta acımasızdır, ne istediğini bilir. Mükemmellik gösterir. Ulusses orta boyludur. Sert ve kurnazlığının yanında bir o kadar neşeli ve bilgedir. Diomedes tıknaz ve sadedir. Ağırbaşlı ve cüretkardır, savaşta kimse ondan daha ateşli olamaz ve yüksek sesle savaş naraları atmaktadır. Ama sabırsızdır, çabucak tepki gösterir.

Nestor uzun ve iri bir vücuda sahiptir, karga burunludur. Dürüst ve akıllıdır, danışmanlık yapmaktadır. Protesilaus açık renk tenlidir. Onurlu ve kendine güvenen biridir, etrafı panik halindeyken bile kendinden emindir. Neoptolemus iri yapılı ve güçlüdür. İyi bir görünüşe sahiptir. Yuvarlak gözleri ve kaba kaşları vardır, karga burunludur. Kolayca tedirginleşir. Palamedes uzun ve ince yapılıdır, bilge ve büyüleyicidir. Podalirius sağlam ve güçlü bir yapıya sahiptir. Kibirli ve karamsardır. Machaon ise iri ve cesurdur. Tedbirli, sabırlı, güvenilir ve de merhametlidir. Meriones kumral saçlı, orta boyludur. Orantılı güçlü bir vücudu vardır. Hızlı ve acımasızdır, kolayca kızmaktadır. Briseis küçük orantılı yapısıyla sarışın güzelidir, büyüleyicidir. Arkadaş canlısı, mütevazi, dahi ve de dindardır.

Aşağıda, Yunanistan liderleri ile Atina'ya getirdikleri gemilerin bir listesi bulunmaktadır. Agamemnon 100 gemi ile Mycenae'den gelmiştir; Menelaus 60 gemi ile Sparta'dan; Arcesilaus ile Prothoenor 50 gemi ile Boeotia'dan; Ascalaphus ile İalmenus 30 gemi ile Orchomenus’tan; Epistrophus ile Schedius 40 gemi ile Phocis'ten; Telamon'un oğlu Ajaks, kardeşi Teucer ile Salamis'ten ve ayrıca Amphimachus, Diores, Thalpius ve Polyxenus 40 gemi ile Buprasion'dan; Nestor 80 gemi ile Pylos'tan; Thoas 40 gemi ile Aetolia'dan; Nireus 53 gemi ile Syme’den; Oileus oğlu Ajax 37 gemi ile Locris’ten; Antiphus ve Phidippus 30 gemi ile Calydna'dan; İdomeneus ve Meriones 80 gemi ile Girit'ten; Ulysses [Odysseus] 12 gemi ile İthaca’dan; Eumelus 10 gemi ile Pherae’den; Protesilaus ile Podarces 40 gemi ile Phylaca’dan; Aesculapius oğulları Podalirus ile Machaon 32 gemi ile Tricca’dan; Akhilles Patroclus ve Myrmidones eşliğinde 50 gemi ile Phthia’dan; Tlepolemus 9 gemi ile Rodos’tan; Eurypylus 40 gemi ile Ormenion'dan; Antiphus ile Amphimachus 11 gemi ile Elis’ten; Polypoetes ile Leonteus 40 gemi ile Argisa’dan; Diomedes, Euryalus ve Sthenelus 80 gemi ile Argos’tan; Philoctetes 7 gemi ile Meliboea’dan; Guneus 21 gemi ile Cyphos’tan; Prothous 40 gemi ile Magnesia’dan; Agapenor 40 gemi ile Arcadia’dan; ve Menestheus 50 gemi ile Atina’dan. Toplam 49 Akha lideri ile 1130 gemi katılmıştır. [21] 

Atina'ya vardıklarında, Agamemnon liderleri konseye çağırır. Onları överek konuşmaya başlar, yapılan hatanın mümkün olduğunca çabuk bir şekilde intikamının alınmasını ister. Her birine, nasıl hissettiklerini göstermelidirler. Yelken açmadan önce, Delfi'deki Apollo kehanetine başvurmaları gerekmektedir. Konsey bunu oybirliğiyle kabul eder, Aşil de bu göreve atanır. Aşil, Patroklus ile birlikte Delfi'ye doğru yola çıkar.

Bu arada Priam, Akhaların savaşa hazırlandığını öğrenir. Komşularının desteğini almak için Frigya'ya adamlarını gönderir. Kendi güçlerini de evde düzene koyar. Delfi'ye gelen Aşil kâhinin yanına çıkar. En eski kutsalların kutsalından çıkan cevap, Akhaların fatih olacağı ve Truva'nın onuncu yılda ele geçirileceğidir. Aşil sonra emredildiği gibi dini ritüelleri yerine getirir. Aynı zamanda Thestor'un oğlu Kalkhas'da Delfi'ye gelmiştir. Kendi halkı Frigylalılar tarafından Apollo'ya gönderilen hediyeleri getirmiştir. Krallığı adına soru sormak için kâhine danışır. En kutsalların en kutsalı cevap vermiştir. Onlarla beraber gidecek ve danışmanlık yapacaktır; Akhaların Truva'ya yelken açmasından ele geçirilinceye kadar ki kuşatmada onlarla birlikte olacaktır. Sonra Aşil ile Kalkhas tapınakta buluşur ve aldıkları cevapları karşılaştırırlar. Kurmuş oldukları arkadaşlığa sevinip, birlikte Atina'ya doğru yola çıkarlar. Atina'da Aşil raporunu konseye sunar. Akhalar buna çok sevinir, Kalkhas'ı da kendilerinden biri olarak kabul ederler. [22]

Zamanı gelince yelken açarlar. Ancak bir fırtına çıkar ve ilerlemelerini engeller. Bunun üzerine Kalkhas kehaneti yorumlar ve Aulis'e geri dönmeleri gerektiğini iletir. Aulis'e vardıklarında Agamemnon tanrıça Diana'yı yatıştırır, sonra da takipçilerine Truva'ya doğru yola çıkmalarını emreder. Kılavuzluğunu ise Argonotlar ile Truva'ya gitmiş olan Philoktetes yapmaktadır. [23] 

Kral Priam tarafından yönetilen bir şehre inip fırtına gibi dalarlar ve taşıyabildikleri kadar ganimeti kaldırırlar. Tenedos adasına geldiklerinde ise tüm halkı öldürürler. Agamemnon ganimeti bölüştürür, sonra da konseyi toplantıya çağırır; Helena'nın iadesi için Priam'a elçilerini yollar; Bu göreve Diomedes ile Ulusses seçilmiştir. Aynı zamanda, Akhilles ile Telephus’u, yağmalamaları için Kral Teuthras tarafından yönetilen Mysia'ya gönderir.

Onlar bu bölgeye gelip de ülkenin altını üstünü getirirken, Teuthras'ta ordusuyla gelmektedir. Aşil hemen düşmanının üzerine atılır ve kralı yaralar. Eğer Telephus Aşil’in önünü kesmemiş olsaydı, oracıkta onun işini bitirecektir. Telephus, Teuthras'la arkadaşlığını hatırlayarak yardımına gelmiş ve onu koruması altına almıştır. Teuthras onu çocukluğu döneminde cömert bir şekilde konağında ağırlamıştır. Teuthras Telephus'un babası Erkül'e borçludur. Söylediklerine göre, Erkül adına, Mysia'nın eski kralı Diomedes'i öldürmüşlerdir. Theuthras'da krallığı ondan miras almıştır. (Diomedes vahşi ve güçlü atlarıyla avdayken ölmüştür). Yine de, Teuthras artık daha uzun yaşayamayacağını fark eder. Krallığını miras olarak Telephus'a bırakır ve Mysia'nın kralı ilan eder.

Telephus, Teuthras için muhteşem bir cenaze töreni hazırlar. Aşil'de ona, devir aldığı krallığında kalmasını ve ona iyi bakmasını ister. Telephus Truva'ya gitmekten ziyade, daha çok yardım malzemesi göndererek yardımcı olabilir. Böylece Telephus krallığında kalır ve Aşil'de birçok ganimet ile Tenedos'taki ordusuna geri döner. Agamemnon'a neler yaptıklarına dair rapor verir. Böylece hem onayını, hem de övgüsünü kazanır. [24]

Bu arada elçiler Priam'ın huzuruna çıkmıştır. Ulusses, Agamemnon'un taleplerini iletmiştir. Eğer Helena ile birlikte aldıkları ganimetler iade edilir ve de uygun bir tazminat verilirse Akhalar barış içinde geri dönecektir.

Priam da, Argonotların yaptığı yanlışları anlatır; Babasının öldürülmesi, Truva’nın yağmalanması ve kızkardeşi Esione'nin kaçırılışını dile getirir. Sadece kızkardeşinin geri verilmesini talep eden mesajı iletmesi için gönderdiği Elçi Antenor'a nasıl davrandıklarını anlatır. Bu nedenle de barışı reddederek savaş ilan eder ve Akhaların sınırların dışına atılmasını emreder. Böylece elçiler Tenedos'taki kamplarına geri dönerler ve Priam’ın yanıtını iletirler. Konsey de ne yapılacağını tartışmaya başlar.

Şimdi Kral Priam’a Akhalara karşı savaşta yardım etmek için ordusunu getiren liderleri listelemek için uygun bir zamandır: Zelia’dan Pandarus, Amphius ile Adrastus; Kolophon’dan [Menderes/İzmir] Mopsus; Phyrgia’dan [İç Anadolu] Asius; Karia’dan Amphimachus ile Nastes; Lycia’dan [Lukkia] Sarpedon ile Glaucus; Larissa’dan [Truva bölgesinde] Hippothous ile Cupesus; Ciconia’dan [Truva bölgesinde] Euphemus; Trakya’dan Pirus ile Acama; Paeonia’dan [Makedonya] Pyraechmes ile Asteropaeus; Phyrgia’dan [İç Anadolu] Ascanius ile Phorcys; Maeonia’dan [Lidya] Antiphus ile Mesthles; Paphlagonia’dan [Batı Karadeniz] Pylaemenes; Etiyopya’dan Perses ile Memnon; Trakya’dan Rhesus ile Archilochus; Adrestia’dan [Truva bölgesinden] Adrastus ile Amphius; Alizonia’dan [25] Epistrophus ile Odius. İkinci komutanları Deiphob, Aleksander, Troil, Aeneas ve Memnon’dur.

Agamemnon planlarını tamamlarken, Nauplius'un oğlu Palamedes Cormos'tan 30 gemi ile gelir. Atina'dan gelirken hastalanmıştır, onu affederek geldiği için teşekkür ederler ve konseyde görüşlerini paylaşmasını isterler. Akhalar, gece veya gündüz, Truva'ya gizlice saldırıp saldırmamayı tartışmaktadır. Palamedes onları gündüz vakti sahaya çekmeye ve şehirden çıkarmaları gerektiğini söyler. Oy birliği ile bunu kabul ederler. Sonra da komutayı Agamemnon'a verirler; Acamas ile Anius ve onun iki oğlu Theseus ile Demophon ise Mysia ve diğer yerlerden malzemeleri toplamak üzere atanır. Daha sonra Agamemnon konseye çağırdığı askerlerine övgüler düzer, tam bir bağlılık talep eder. Sinyal verildiğinde filo geniş bir çap ile konuşlanacak ve Truva'ya doğru yola çıkacaktır. 

Truva kıyılarına varırlar. Truvalılar da vatanlarını cesurca savunur. Ektor Protesilaus'u öldürür, bu Akhalar arasında büyük bir kargaşaya sebep olur (Protesilaus iç bölgelere kadar gidip birçok Truvalıyı katletmiştir). Ektor, her nereye geri çekildiyse, Truvalılar da o yöne doğru gitmiştir. Her iki tarafta da büyük kayıplar vardır. Aşil'in sahaya inmesi Truvalıların şehre kaçmasına sebep olur. Gece olup savaşa son verildiğinde, Agamemnon ordusunun tamamını karaya çıkarır ve kamp kurdurur. 

Ertesi gün Ektor ordusunu savaşa hazırlar ve şehirden çıkarır. Agamemnon’un kuvvetleri ise karşısına dizilir ve savaş çığlıkları atarlar. Ve şiddetli bir çarpışma başlar, en önde çarpışan cesurlar bir bir düşmektedir. Ektor Patroklus'u öldürür, zırhını alırken de Meriones engel olur. Ektor Meriones'i takip eder ve keser, tam onu etkisiz hale getirecekken Menestheus yoldaşının yardımına gelir ve Ektor'u bacağından yaralar. Ektor yaralı da olsa birçok düşman öldürmüştür. Akha askerleri kaçmakta Ektor da kovalamaktadır. Ayaks’la karşılaşır, ama Ektor’a engel olmaz. Ektor Ayaks’ın kim olduğunu hatırlar, Ayaks halasının oğlu Teuker’in üveykardeşidir. Bu yüzden Ektor gemileri ateşe verme emrini durdurur. Birbirleriyle konuşurlar, hediyeler verip dostça ayrılırlar. 

Ertesi gün ateşkes kararı alırlar. Aşil Patroklus için yas tutarken, Akhalar da diğer ölüleri için yas tutmaktadır. Agamemnon, Protesilaus için muhteşem bir cenaze töreni düzenler, diğerlerinin de düzgün gömülmesini sağlar. Aşil ise Patroklus’un onuruna düzenlenen cenaze oyunlarını kutlar. Bu ateşkes sırasında Palamades sürekli isyan etmektedir. Agammenon’a seslenir ve ordusunun komutasını hak ettiğini söyler. Kendisinin sayısız başarılarını sayar; özellikle taktikleri ile kampın tahkimatını, muhafızlık görevinin düzenlenmesini, sinyal ve ölçekler için yaptığı icadları ve savaş için orduyu eğitmesiyle övünür. Bu şeylerin hepsi ona bağlıdır ve bu yüzden Agamemnon'un başkomutan olması doğru değildir. Zaten, sadece birkaç kişi onu lider olarak seçmiştir, kampanyaya sonradan katılanlar seçmemiştir. Herkes, bu pozisyonda mükemmel ve cesur bir adam görme hakkına da sahiptir.

Akhalar bu iki yılı onları kimin yöneteceğini tartışarak geçirir. Savaş tekrar başlamıştır. Agamemnon, Akhilles, Diomedes ve Menelaus ordularını ileri sürer. Ektor, Troil ve Aeneas'ın güçleri de karşılarında saf tutmaktadır. Büyük bir katliam yaşanır ve her iki taraftan da birçok cesur adam ölür. Ektor Boetes, Arcesilaus ve Prothoenor'u öldürmüştür. Gece olup da savaşa son verildiğinde, Agamemnon tüm liderleri konseye çağırır. Onları yıpratmaları gerekiyordur, özellikle de Ektor'u öldürmeleri gerekmektedir. Çünkü o en cesur bazı adamlarını öldürmüştür.

Günün ağarmasıyla, Ektor, Aeneas ve Aleksander ordularını ileri sürer. Akhalar tüm liderleri ve de güçleriyle ilerler. Büyük bir katliam yaşanır. Her iki taraftan da sayısızca asker Okrus'a [Homer'de Hades - SB] gönderilir. Menelaus Aleksander'ı takip etmeye başlar ki, Aleksander dönerek onun bacağını bir ok ile deler. Yarasının acısına rağmen Menelaus takip etmeye devam eder. Locrianlı Ayaks da ona eşlik etmektedir. Ektor neler olup bittiğini görür ve Aeneas'la beraber kardeşinin yardımına gelir. Aeneas onu korumak için kalkanını kullanırken, Ektor'da Aleksander'ı bu dövüşten çıkarır ve şehre doğru götürür. Savaşa gece son verirler. [26]

Ertesi gün Aşil'le Diomedes ordularını ileri sürer. Ektor ile Aeneas'ın kuvvetleri de karşısında pozisyon almıştır. Büyük bir katliam olur. Ektor liderlerden Orcomeneus, İalmenus, Epistrophus, Schedius, Elephenor, Diores ve Polyxenus'u öldürür. Aeneas ise Amphimachus ile Nireus'u öldürür. Aşil, Euphemus, Hippothous, Pylaeus ve Asteropaeus'u öldürür. Diomedes ise Antiphus ile Mesthles'i öldürmüştür. Agamemnon en cesur liderlerinin düştüğünü görünce güçlerini geri çağırır. Truvalılar sevinçle şehre geri dönmektedir. Agamemnon endişelidir ve liderleri konseye çağırır. Onları cesurca savaşmaya teşvik eder ve pes etmemelerini söyler. Güçlerinin yarısı düşmüştür ama Mysia'dan her an bir ordu gelecektir.

Ertesi gün Agamemnon tüm lideriyle birlikte tüm ordusunu savaşa çağırır. Truvalılar karşılarında saf tutmuştur. Her iki taraf sayısızca insanını kaybeder, katliam büyüktür. Savaşa ara vermezler ve şiddetli bir şekilde 80 gün sürer. Agamemnon kayıplardan oluşan yüksekliği görünce, ölülerin gömülme zamanının geldiğini düşünür. Bu yüzden Ulusses ile Diomedes'i üç yıl ateşkes istemek için Priam'a elçi olarak gönderir. Bu zaman zarfında Akhalarda yaralarını sarabilecek, gemilerini tamir edebilecek, malzeme toplayabilecek ve de orduyu güçlendirebilecektir.

Ulusses ile Diomedes karanlıkta Priam'a doğru giderken yolda Dolon adında bir Truvalı ile tanışır. Dolon neden geceleyin silahlı olarak şehre geldiklerini sorar, onlar da Agamemnon tarafından Priam'a elçi olarak gönderildiklerini söylerler. [27]

Priam geldiklerini duyup, ne istediklerini öğrendiğinde hemen liderlerini konseye çağırır ve gelenlerin Agamemnon'un elçileri olduğunu, üç yıl ateşkes istediklerini duyurur. Ektor bir şeylerin yanlış olduğunu düşünür. Onlar çok uzun süren bir ateşkes istiyor, der. Bununla birlikte Priam konseyin yaşlılarına fikirlerini sorar, onlar da üç yıl ateşkes kararı alır. Ateşkes sırasında Truvalılar da duvarlarını onarır, yaralarını iyileştirir ve ölülerini büyük bir onurla gömer.

Üç yılın sonunda savaş tekrar başlar. Ektor ile Troil orduyu komuta eder. Agamemnon, Menelaus, Akhilles ve Diomedes Akhaları komuta eder. Büyük bir katliam olur. Ektor üst rütbeli liderlerinden Phidippus ile Antiphus'u öldürür. Akhilles ise Lycaon ile Phorcys'i öldürmüştür. Her iki taraftan da sayısızca asker düşer. Savaş ardı ardına 30 gün sürer. Priam adamlarının çoğunun düştüğünü görünce altı ay ateşkes ister. Agamemnon da konseyin kararı ile kabul eder.

Aralarında yeniden alevlenen düşmanlık ile savaş 12 gün sürer. Her iki taraftan da liderlerin çoğu düşmüştür. Hatta daha fazlası yaralanır ve çoğu tedavi sırasında ölür. Bu nedenle, Agamemnon ölüleri gömmek için Priam'a elçilerini gönderir ve 30 günlük ateşkes ister. Priam konseyine danıştıktan sonra kabul eder.

Dövüş zamanı geldiğinde, Ektor’un eşi Andromakhe bir kabus görür, Ektor’un çatışmaya girmesini yasaklamalıdır. Derinden üzülür ve Priam’a haber yollar, Ektor’u bu sefer savaş meydanından uzak tutmasını istemektedir. Priam da komutanlığı Aleksander, Elen, Troil ve Aeneas arasında paylaştırır. Ektor, bunu öğrenince, Andromakhe'yi acımasızca suçlayıp zırhını getirmesini söyler. Hiçbir şey onu savaştan uzak tutamayacaktır. Oğlu Astuanaks [Skamander] kucağındayken, Andromakhe yas tutan kadınlar gibi saçını başını yolar. Ardından çılgınca saraya koşar ve Priam'a gördüğü rüyayı anlatır; Ektor'un nasıl bir hevesle meydana indiğini iletir. Oğlu Astuanaks kucağındayken Priam'ın önünde diz çöker ve izin vermemesi için yalvarır. Priam da herkesi meydana gönderirken, Ektor'u geride tuttuğunu söyler. [28]



Andromakhe, Ekuba ve Priam Ektor’un meydana inmemesi için yalvarması,
Ektor’un yine de atıyla savaş meydanına inmesi / Duvar perdeliği - 1470-90
Pasquier Grenier (1447-1493)'in eseri (*)
Boyutu: 482.6 x 264.2cm / Metropolitan Müzesi


Agamemnon, Diomedes, Locrianlı Ayaks ve Aşil Ektor’u meydanda göremeyince daha bir vahşilik ile saldırır ve birçok Truvalı lideri öldürürler. Truvalı liderlerin öldürüldüğünü ve de zorlandığını gören Ektor savaş meydanına iner. Birçok Akha liderini yaralar ve öldürür. Ektor’un üzerine giden komutanların öldürüldüğünü gören Aşil ise, diğer liderlerinin de aynı kaderi paylaşmalarını önlemek üzere ektor’un önüne atılır. 

Savaş acımasız ve şiddetli bir biçimde devam etmektedir. Aşil, Ektor’u gördüğü sırada, liderlerin en cesuru Polypoetes’i öldürmüş ve zırhını soymakla meşguldür. Aşil ile Ektor karşı karşıya gelir. Sergilenen kavga müthiştir, ordudan ve şehirden yaygaralar duyulur. Ektor Aşil’i bacağından yaralar, Aşil ise yarasına rağmen Ektor’un üzerine gider, kazanıncaya kadar darbe üzerine darbelerle karşılık verir ve Ektor’u öldürür. Bunu duyan ve sayıları da düşmüş olan Truvalılar şehre doğru kaçar.


Akhilleus (Kara Atlı) ile Ektor'un (Ak Atlı) Düellosu - 14.yy, Guido'nun eserine göre
Sicilyalı Guido delle Colonne 1287'de Latince yazdığı "Truva'nın Yıkılışı Tarihi (Historia destructionis Troiae)" adlı kitabının kaynakları "Frigyalı Dares (De excidio Trojae historia - Dares Phrygius)" ile "Giritli Dictys (Ephemeridos belli Trojani - Dictys Cretensis)" 'dir. Ortaçağ Avrupası henüz Homer'in eserleriyle tanışmamıştır, çünkü Latince İlyada ilk kez 1488'de basılmıştır. Dares'in eserinde "Truva Atı" olmamasına rağmen Dictys'in eserinde bulunmaktadır, bu sebeple minyatürlerde "Truva Atı" betimlenmiştir. Guido'nun eseri 93 adet minyatürlerle süslenerek 14.yy'da kopyaları yapılır. 



Sadece Memnon kararlı bir şekilde savaşmaya devam etmektedir. Aşil ile Memnon çarpışmaya başlar, birbirlerini birçok kez yaralamışlar, ama çekilmemişledir. Gece çöküp de savaşa son verilince Aşil kampa geri döner. Truvalılar Ektor için yas tutarken, Akhalar da ölüleri için yas tutmaktadır. Ertesi gün Memnon komutasında Truvalılar meydana iner. Agamemnon toplantı düzenler ve ölüleri gömmek için iki ay ateşkes ister, elçilerini gönderir, Priam kabul eder, Memnon ordusuyla geri döner. Priam halkının geleneğini yerine getirir ve Ektor’u kapıların hemen önüne gömer. Ardından da güzel bir cenaze oyunları düzenler. [29]



Kahramanca yurdunu koruyan Ektor 
Truvalılar tarafından taşınarak cenaze için hazırlanır.
Roma dönemi lahitten detay - MS 2.yy


Ateşkes sırasında Palamedes liderlik konusunda şikayete devam etmektedir. Agamemnon’u kışkırtır. Agamemnon’da umursamaz bir şekilde Akhaların diledikleri lideri seçebileceklerini söyler. Ertesi gün halkını çağırtır, sizi yönetmeyi hiçbir zaman talep etmemiştim, diyerek inkâr eder. Kimi seçerlerse seçsinler kabulü olacaktır, komutayı isteyerek verecektir. İstediği tek şey düşmanlarını cezalandırmaktır ve bunun da nasıl yapıldığı çok önemlidir. Bununla birlikte o hâlâ Mukenler'in kralıdır ve diledikleri gibi konuşmalarını emreder. Palamedes öne çıkar ve tüm niteliklerini göstererek Akhaların beğenisini kazanır. Onlarda onu başkomutan olarak seçerler. O da bu görevi minnetle kabul eder ve derhal direktifler vermeye başlar. Ancak, Akhilles bu değişime bozulmuştur.

Ateşkes bittiğinde, Palamedes, askerlerini teşvik ederek kuvvetlerini düzenler ve ordusunu savaşa hazırlar. Truvalılar'a Deiphob liderlik etmektedir ve sert bir karşılık vermelerini söyler. Likyalı Sarpedon adamlarına liderlik eder ve en sert şekilde saldırıya geçer. Arkasında büyük bir katliam ve hasar bırakır. [30]

Rhodianlı Tlepolemus Sarpedon'la karşılaşır, ona direnir ama sonunda ağır yaralanır. Sonra Admetus'un oğlu Pmetes gelir, Sarpedon'la yumruk yumruğa dövüşür ve sonunda öldürülür. Ancak Sarpedon'da yaralanmıştır ve savaştan çekilmek zorunda kalır. Savaş böylece birkaç gün sürer, her iki taraftan da birçok lider ölür. Ancak, Truvalılar'ın kayıpları daha büyüktür. Ölülerini gömmek ve yaralarını iyileştirmek için elçilerini gönderirler ve ateşkes isterler. Palamedes bir yıl ateşkes garantisi verir.

Her iki taraf ölülerini gömüp, yaralarını sarar. Bu arada her iki tarafın askerlerine birbirlerini ziyaret etme izni de verilmiştir. Palamedes, Agamemnon’u Mysia’ya, Telephus’un oğulları Acamas ile Demophon’a gönderir ki, babalarını malzeme ve tahıldan sorumlu tutan da Agamemnon’dur. Mysia’ya vardığında Palamedes’in isyanı ile komutanlığın değiştiğini anlatır, onların bu olaydan memnun kalmadığını fark eder, sonra da bu değişime izin verdiğini kabul ettiğini ekler.

Bu sırada Palamedes gemilerini hazırlıyor, kampı surlar ve kulelerle güçlendiriyordur. Truvalılar da orduyu eğiterek tüm gayretleriyle hazırlanıyorlardır. Duvarlarını tamir ederek, rampa ekliyor, hendek kazıyorlardır....



devamı...













7 Ağustos 2018 Salı

Thukydides: Truva - Anadolu - Hellas





"Troia Savaşı'ndan önce Hellas için bu isim kullanılmıyordu. 
Çünkü ülkenin bir birlik olduğunu gösterecek herhangi bir delil de bulunmamaktaydı."


1. Atinalı Thukydides Atinalılar ile Peloponnessoslular arasındaki savaşı anlatacak. Her şeyi başından itibaren anlatmasının nedeni bu savaşın diğerlerinden çok daha önemli olduğuna inanmasıdır. Üstelik hem Atinalılar hem de Peleponnessoslular bu dönemde en parlak çağlarını yaşıyorlardı. Diğer kentler ise iki taraftan birisini destekliyordu. Bu savaş öyle bir savaş oldu ki hem de Hellenler, hem barbarların bir bölümü bundan etkilendi. Kısacası tüm dünyayı etkisi altına alan bir savaş oldu. Olayları başından itibaren anlatacağım ama en eski dönemlerden başlamak pek de olanaklı değil. Çünkü bu dönemde yaşayanlar ya da savaşlar hakkında çok güvenilecek kaynaklarımız yok.


2. Hellas'ta ilk zamanlardan itibaren düzenli bir yaşam kurulmamıştır. Sürekli olarak göçler birbirini takip etmiş ve bu nedenle de daima yer değiştirilmiştir. Öte yandan hem karadaki hem de denizdeki ticaret de pek güvenli sayılmazdı. Çiftçiler kendilerini bile zor besliyorlardı. Yine kentler korunaklı bir hale getirilmiyordu. Bu nedenle insanların para biriktirme şansları yoktu. Ne de olsa her an birileri gelip topraklarını işgal edebilirdi. Bu şartlar altında yaşayan insanların sadece günü geçirmeyi düşünmeleri, diğer kentler üzerinde egemenlik kurmak gibi bir heveslerinin olmaması çok doğal karşılanırdı. En verimli topraklar sürekli olarak işgale uğruyordu. Örneğin Thesselia, Boiotia ve Peloponnessos'un Arkadia dışındaki toprakları. Bu bölgelerin topraklarının verimli olması halk arasında anlaşmazlıklara neden oluyordu. Anlaşmazlıklar savaşlarla sonuçlanıyor, bundan zarar gören ülke de yeni saldırganlar karşısında çaresiz kalıyordu. Attika'nın durumu ise daha farklıydı. Çünkü bu topraklar verimli değildi ve diğer yerlere uzaktı. Bu nedenle de ülkelerinden kaçıp daha güvenli bir yerde yaşamak isteyenlerin başvurdukları bir yer halini almıştı. Sonuçta Atina topraklarında her zaman aynı halklar yaşadı. Kentin büyümesinde de yeni gelen göçmenlerin büyük rolü oldu. Zaman ilerleyip Atina toprakları halka yetmemeye başladığı zaman onlar İonia topraklarına göçmenler göndermeye başladılar.


3. Troia Savaşı'ndan önce Hellas için bu isim kullanılmıyordu. Çünkü ülkenin bir birlik olduğunu gösterecek herhangi bir delil de bulunmamaktaydı. Deukalion'un oğlu Helle zamanında ilk defa Hellas isminin kullanıldığını sanmaktayım. Bu sırada ülkeye Pelasglar başka bir isim vermekteydiler. Daha sonraları Hellen ve oğulları Phtiotis ile birlikte yeni bir yönetim kurdular. Ardından da çeşitli kentlerden yardım istediler. İşte bu sırada Hellas adı kullanılmaya başlandı ancak bu isim çok uzun bir süre boyunca kullanılmadı. Aslında bu anlattıklarımın doğruluğunu Homeros bize göstermektedir. Homeros destanlarında Akhilleus ve dostları için Hellen adı kullanılmasına karşın onların tarafında savaşan diğer müttefikler Danaoslar, Argoslular veya Akhaialılar gibi isimler taşımaktadırlar. Hellenler'in karşılığı olan barbar kelimesi de sanırım bu dönemde kullanılmamaktaydı. Yani özetlemek gerekirse Troia Savaşı'ndan önce bu halklar bir arada hareket etmediklerinden ve yeterince güçlü olmadıklarından dolayı Hellen ismini kullanmamışlardır. Ayrıca birlikte bir deniz seferine çıkmaları da kendi aralarındaki bağları güçlendirmiştir.


4. Anlatılanlara bakılırsa denizlerde egemenlik kuran ilk kişi Minos'tu. Hellen Denizi'nde egemenlik kurmuş, Kyklades Adaları'nı ele geçirmiş ve Karialı yerlileri kovarak buraya kendi oğullarını yerleştirmişti. Vergi toplamak amacıyla da korsanlığı yok etmeye çalıştığı da bilinmektedir.


5. Eski Hellenler deniz kıyısında yaşayan barbarların topraklarına yaklaşmaya başladıkları zaman korsanlık faaliyetlerine başladılar. Aslında böyle yapmalarında onursuz hiçbir şey görmüyorlardı, aksine yaptıklarının kendilerine ün kazandırdığı bile söylenebilirdi. Çünkü korsanlık yapmak onların zenginleşmeleri yönünde önemli bir adımdı. Surları ya da herhangi bir korunağı olmayan kentlere saldırıyorlar ve kolayca zenginleşiyorlardı. Yine bu sayede ülkelerindeki zayıf insanları da besleme olanağı buluyorlardı. Günümüzde de deniz kıyısında yaşayan halklardan bazıları korsanlık yapmaya devam etmektedirler. Şairler kendilerine korsan olup olmadıklarını sorduklarında bundan gocunmazlar ya da bir hakaret olarak algılamazlar. Çünkü yaptıkları işin onursuzca bir iş olduğuna inanmazlar. Bu nedenle de soruya doğru bir şekilde yanıt verirler. Anakarada yaşayan halklar ise birbirlerinin topraklraını yağmalamakla geçimlerini sağlamaktaydılar. Örneğin Lokrisliler, Ozoller, Aitolialılar ya da Akharnaialılar'ın yaşam tarzları böyleydi. Bu insanların o zamandan kalma geleneklerinin günümüzde de silahlı olarak dolaşmalarına neden olduğunu söyleyebiliriz.


6. O zamanlar Hellener'in tamamı demirden yapılmış zırhlar giyerek dolaşırlardı. Silahların elden bırakılmamasının nedeni de evlerin ve yolların yeterince güvenli olmamasıydı. İşte o sıralar Hellas'ın tamamında olan şeyler bugün dağlık bölgelerde geçerliliğini sürdürmektedir. Zırhlardan ilk kurtulanlar Atinalılar'dı. Atinalılar çok daha yumuşak bir yaşam şeklini tercih etmeye başladılar. Kısa bir süre sonra para kazanmaya başlayan yaşlılar da ketenden yapılmış tuniklerini giymeyi bıraktılar. Ayrıca artık saçlarının başlarının tepesinde de toplamıyorlardı. İonialılar ise bu soydan geldiklerini göstermek amacıyla uzun süre geleneklerine uygun davranarak yaşamayı sürdürdüler. Günümüzde de kullanılan kısa tunikler ise ilk önce Peloponnessoslular tarafından giyilmeye başlandı. Önce en zenginleri ardından da diğerleri bu şekilde giyindiler. Beden eğitimi çalışmaları için soyunup, vücutlarına yağ sürme geleneği de Peloponnessoslular'dan çıkmıştır. Olimpiyat oyunlarında ilk zamanlar güreş müsabakalarında edep yerleri örtülürdü. Daha sonraları bu gelenek ortadan kalktı. Günümüzde barbarlar da boks müsabakalarında bir kuşak sererler. Eski Hellenler'in bugünkü barbarlar gibi bir yaşam sürdüklerini gösteren çok sayıda örneğimiz vardır.


7. Belli bir süre sonra yolculuklar daha kolayca yapılmaya başlandı. Bunun bir sonucu olarak da insanlar deniz kıyısında kentler kurmaya başladılar. Böylece hem ticaret kolaylaştı hem de kentlerin güvenliği arttırılmış oldu. Eskiden kurulmuş kentler ise korsanlıktan ve yağmacılıktan olan korkuları nedeniyle iç kısımlara doğru yönelmeye başladılar. Bunda da haklıydılar. Çünkü herkes bir diğerinin topraklarını yağmalamaya devam ediyordu.


8. Adalardakiler de korsanlık yapıyorlardı. Karialılar ve Phoinikeliler bu konunun başını çekiyorlardı. Şöyle bir örnekle söylediklerimizi ispatlayalım. Atinalılar Delos'u yağmaladıkları zaman tüm mezarları açtırdılar. İşte o zaman kentteki ölü gömme biçimlerinin ve mezara konulan eşyaların Karialılar'ın gelenekleriyle aynı şekilde olduğu ortaya çıktı. Minos denizlerde egemenlik kurduğu zaman yolculukların kolaylaşmasını sağlamak amacıyla korsanlıkla mücadele etmeye başlamıştı. Hatta bununla da yetinmeyerek korsanların topraklarını birer koloni haline getirdi. Bu nedenden dolayı kıyıdaki kentler güçlenmeye başladılar. Bir yandan kentlerine yeni surlar yapıyorlardı, bir yandan da evlerini sağlamlaştırıyorlardı. Bu sırada zenginler zayıf insanların üzerinde egemenlik kurmaya başladılar. Zenginleşmeye başlayan kentler de diğer kentler üzerinde aynı şeyi yaptılar. Evet, Hellenler'in Troia Savaşı'na başlamadan önceki durumları böyleydi.


9. Sanırım Agamemnon'un Hellen donanmasını oluşturmasının asıl nedeni müttefiklerinin Tyndareios'a ettikleri yemine bağlı kalmalarıydı. Peloponnessos tarihi hakkında elle tutulur araştırmalar yapanların söylediklerine bakılırsa Pelops Asya'dan geldiğinde çok zengindi. Buna rağmen zengin olmayanların işine geldiğinden dolayı ülkeye ismini vermek gibi bir üne kavuştu. Ardından Pelops'un soyundan gelen Eurystheos, Attika'da Herakles oğulları tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Eurysthenos'un dayısı olan Atreus akrabalık ilişkilerini kullanarak Mykenai topraklarını ele geçirdi. Aslında Atreus, Khrysippos'u öldürmesinden dolayı babasından kaçıyordu. Bu sırada Eurystheos'un halen ülkesine geri dönmemesinden ve Herakles oğullarından çekinen Mykenai halkı da Atreus'un ülkelerinin başına gelmesine ses çıkarmadılar. Böylece Pelops'un soyu Perseus'un soyundan daha ön plana çıkmayı başardı. Evet, Agamemnon'un güvendiği şey buydu. İnsanları isteyerek değil, aba altından sopa göstererek bir araya toplamayı başarmıştı. Sefere çıkılırken en çok gemisi olan da Agamemnon'du. Hatta Homeros, onun Arkadialılar'a bile gemiler verdiğinden bahsetmektedir. Yine kendisine krallık asası verildiğinde Argos ve başka birçok yerde hüküm sürdüğünden söz edilmektedir. Diğer taraftan Agammenon anakrada yaşıyordu ama belli bir donanma gücüne de sahipti. Yoksa adalarda yaşayanlara söz geçiremezdi. Troia Savaşı'ndan önce durum bu şekildeydi.


10. Kimileri Troia Savaşı'nın anlatıldığı kadar önemli bir savaş olmadığını iddia ederler. Buna da Mykenai kentinin yeterince büyük olmaması delil gösterirler. Ancak bu yanlış bir yaklaşımdır. Örneğin Lakedaimonialılar'ın kentlerinin yıkıldığını düşünelim. Sadece binaların temelleri geri kalsın. Bundan birkaç kuşak sonra yaşayanlar kendi güçleriyle Lakedaimonialılar'ın güçlerini karşılaştırıken doğru bir yargıya varabilirler mi? Ancak Lakedaimonialılar Peloponnessos topraklarının yaklaşık beşte ikisinde oturuyorlar. Başka birçok kente komuta etmelerine karşın kentleri ve tapınakları çok da güzel değildir. Ayrıca eski Hellen geleneklerine bağlı kalarak küçük yerlerde yaşamayı sürdürüyorlar. Ancak Atina'nın başına aynı şeyler gelse gelecek kuşaklar onların bugün sahip olduğundan çok daha fazlasına sahip olduklarını düşüneceklerdir. Bu nedenle önemli olan kentlerin dış görünüşleri değil asıl güçleridir. Eskiden dış görünüşe daha fazla önem verilirken günümüzde durum böyle değildir. Yine Homeros'un şiirlerini nasıl güzelleştirebilen bir insan olduğunu da hesaba katarsak Troia Savaşı'nın sanıldığı kadar önemli olmadığı ortaya çıkar. Homeros şiirlerinde Boiotialılar'ın yüz yirmi kişilik, Philoktetos'un da elli kişilik gemilerinden bahsediyor. Diğer gemilerin ise listesini vermiyor. Bence böyle yapmasının nedeni en büyük ve en küçük gemilerin isimlerini saymak istemesidir. Ayrıca Philoktetes'in gemisindeki tüm okçuların aslında asker de olduklarını iddia etmiştir. Zaten yolculukta başka yolcuların olması da anlamsız olurdu. Gemiler de eski korsan gemilerine benziyordu. Bu nedenle gemilerini korumak için başka gemileri yanlarına almış olmaları olanaksızdı. O halde en büyük ve en küçük gemilerin aldıkları asker sayısı bilindiğine göre ve diğer gemilerin de içinde bu ikisi arasında bir sayıda asker bulunduğuna göre, sefere katılım pek de abartıldığı gibi değildir.


11. Katılımın az olmasının nedeni yeterince insan bulunamaması değil, yeterince paralarının olmamasıydı. Çünkü yiyecek sıkıntısı çekiyorlardı ve sadece besleyebilecekleri kadar askeri yanlarına almışlardı. Ancak Hellenler savaşı kazandılar. Zaten kazanmasaydılar karargahlarını korurlar mıydı? Bir kısmı da savaştan sonra Khersonesos'ta çiftçilik ve haydutluk yaparak geçimlerini sağlamışlardır. Düşmanları dağınık bir şekilde yer aldığından dolayı Troialılar'ın kendilerine on yıl boyunca direnmeleri doğaldı. Ancak yiyecek sıkıntısı nedeniyle Hellenler sadece kendi ordugahlarını korumak amacıyla orada kalanlarla Troialılar'ın karşısına çıkmışlardı. Bu durum da savaşın süresinin uzamasına neden oluyordu. Aslında Troia kenti çok daha kısa bir süre içinde ele geçirilebilirdi. Ama yiyecek kıtlığı buna izin vermedi. Bu nedenden ötürü de çok da önemli bir sefer olmayan Troia Seferi sanki diğerlerinden çok daha önemliymiş gibi göründü ve haksız bir ün kazandı.


12. Troia Savaşı'ndan sonra da Hellas'tan çeşitli göçler yaşandı. Yeni koloniler kuruldu bu nedenle de ülkenin gelişimi için gereken huzur bir türlü sağlanamadı. Troia Savaşı'ndan dönen Hellenler anakaradaki çok şeyi değiştirdiler. Eskiden vatandaş olanlar bu haklarını kaybetti. Savaştan sadece atmış yıl sonra Boiotialılar, Thesselialılar tarafından Arne'den çıkarıldılar ve bugünkü Kadmeia topraklarına yerleştiler. Eskiden Troia Savaşı'na da katılan Kadmeialılar bu topraklarda yaşarlardı. Savaştan seksen sene sonra ise Dorlar ve Heraklesoğulları Peloponnessos'u ele geçirdiler. Hellas'ta barışın sağlanması için daha uzun bir geçmesi gerekiyordu. Sonuçta barış sağlandıktan sonra koloniler kurulmaya başlandı. Atinalılar İonia'da, Peloponnessoslular ise Sicilya ve İtalya'da koloniler kurdular. Ayrıca Hellas civarında da yeni koloniler kuruldu. İşte bu kolonilerin kurulmaları Troia Savaşı'ndan sonra gerçekleşmiştir.


13. Artık Hellas zenginleşmeye başlamıştı. Bunun sonuçlarından biri de eskiden babadan oğula geçen krallıkların yerine tyranlıkların kurulmaya başlaması oldu. Daha sonra da donanmalar oluşturuldu. Bugünkü gemilere en çok benzeyen gemiler ilk defa Korinthoslular tarafından yapılmıştır. Korinthoslu Ameinokles'in Samoslular'a dört adet üç kürekli yaptığını da biliyoruz. Ameinokles Samos'a Troia Savaşı'ndan üç yüz sene sonra gelmiştir. İki kent arasındaki ilk deniz savaşı ise Korinthoslular ve Korkyranlılar arasında gerçekleşmiştir. Bu savaşta da Troia'dan iki yüz atmış sene sonra gerçekleşmiştir. Korinthos kenti deniz kıyısında kurulmuştur ve çok uzun zamandan bu yana ticaret amacıyla işlettikleri bir limanları vardır. Öte yandan Hellenler için karadan yapılacak yolculuklar deniz yolculuğuna göre daha güzeldi. Peloponnessos'ta yaşayan Hellenler de Korinthos üzerinden yolculuk yaparak diğer Hellenler'in yanına gidebiliyorlardı. Bu nedenle kimi şairler Korinthos'a 'mutlu' sıfatını takmışlardır. Zaman içinde deniz yolculuklarının sayısı artmaya başladı. Korinthoslular da denizlerdeki korsanlığı ortadan kaldırarak bölgeyi güvenli bir hale getirmek istediler. Böylece gün geçtikçe daha fazla zenginleşmeye başladılar. İonialılar'ın donanma kurmaları ise Pers kralı Kyros ve oğlu Kambyses zamanına denk gelmektedir. Bu sayede Pers egemenliği ile mücadel etmek niyetindeydiler. Kyros ile aynı zamanlarda yaşayan Samos tyranı Polykrates ise donanması sayesinde Rhenia'yı ele geçirdi. Bu arada Massilia kentni de kuran Phokaialılar Kartacalılar ile yaptıkları deniz savaşından zaferle ayrıldılar.


14. Dönemin güçlü donanmaları bunlardı. Troia Savaşı'ndan sonra yapılan gemiler ya uzun ya da üç sıra kürekliydiler [MÖ 485 - SB]. Kambyses'in ölümünden sonra Pers imparatorluğunda Dareios başa geçti. Dareios zamanında Sicilya ve Korkyra tyranlarının çok büyük donanmaları bulunmaktaydı. Evet, Kserkses gelmeden önce Hellas'taki büyük donanmalar bunlardı. Bu sırada Atinalılar'ın ve Aiginalılar'ın sadece birkaç gemileri bulunmaktaydı. Bu gemiler de genelde elli kürekliydi. Atinalılar, Aiginalılar ve Persler ile savaştıkları sırada Themistokles'in çabasıyla büyük bir donanma oluşturmuşlardır. Ancak bu gemilerin de boydan boya güverteden oluştukları söylenemez.



THUKYDİDES (MÖ 460-400)
PELOPONNESSOS SAVAŞLARI





* Atinalılar ile Spartalılar arasındaki savaş 27 yıl sürmüştür (MÖ. 431-404).
* Thucydides Herodot'un öğrencisidir, araştırmacı ve metodik çalışan bir tarihçidir. Sekiz bölümden oluşan kitabının, bölüm ve paragraf numaralandırılmasını kendisi yapmamıştır. Sicilyalı Diodorus dokuzuncu ve onüçüncü kitaplarının da olduğunu söyler.
* Truva Savaşı'ndan önce Hellenler diye bir tanım yok.
* "Karialıların mezar geleneği ile aynıydı" demek, bu geleneğin Atina'ya Karia'dan, yani Anadolu'dan gitti demektir. Karialılar "Grek" değildir.
* Homeros'ta verilen gemi ve ölü asker sayısı demek ki sonradan ilave edilmiş.
* Dare'e göre 10 yıl süren Truva savaşının 7,5 yılı ateşkes ile geçmiştir. 
* Hellenlerin savaşı kazanmaları ihanetin içeriden gelmiş olmasıdır.
* Truva savaşından sonra da Akhalar zenginleşir, dinlerini Anadolu'ya göre şekillendirir Hatta MÖ 6.yy da "kanun yapıcı" lakaplı Atinalı Solon bile yazıyı Anadolu'da öğrenmiştir.
* Khersonesos adında 3 kent var: 1.) Antik çağda Hellespontos’un Avrupa yakasında Gelibolu Yarımadası’nı içine alan bölge. 2.) Kırım’ı içine alan bölgeye adını veren kent. 3.) Girit Adası’nın kuzeyinde Herakleion’un doğusunda sahil kenti.
* İlyada destanı Anadolulu olan Truvalılara aittir, Hellenlere değil, bunu Homeros, her ne kadar tahrifat yapılmışsa da, çok açık bir şekilde belli eder.
* Altta Halikarnas'tan okuyacağımız bölümlerde geçen Pelasglar için not: Onlar ne Grek, ne de Hint-Avrupa dilliydi. İonyalılar Pelasgların torunlarıdır.

SB.



"Before the Trojan war there is no indication of any common action in Hellas,nor indeed of the universal prevalence of the name; on the contrary, before the time of Hellen, son of Deucalion, no such appellation existed, but the country went by the names of the different tribes, in particular of the Pelasgian....." link






Halikarnas Balıkçısı  "Anadolu’nun Sesi"

Grekler erken tarihleri hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Eski Mısır’daki gibi bir krallar listeleri yoktu; olayların tarih sırasını kaydeden bir kronolojileri de yoktu. Ancak hangi olayın hangi Olimpik yarıştan sonra ya da önce olduğunu bildiriyorlardı. Onların en öndegelen tarihçileri Thukydides (Peloponez savaşına değgin kitabının başında) Greklerin geçmişleri hakkında yazdığı üç beş sayfada da "Günümüzden önce önemli tarihsel bir olay olmadı” diyerek kesip atar. Grekler kendilerinin ”Pelaj”lardan (Pelasg) gelme olduklarını iddia ederler. Pelaj (Deniz Halkı) sözü, kendilerinden önce Anadolu'da karışan halklara verdikleri genel addır. Thukydides şöyle der; "Troya savaşından önce, Hellas'ın (Yunanistan'ın) bir savaşa girişmiş olduğuna dair hiçbir kayıt yoktur. Zannıma göre memleketimize eskiden Hellas denilmiyordu... Dukalyon'un oğlu Helen zamanında bu ad hiç yoktu."... Bunun hakkında en güzel kanıt Homeros'ta bulunur.


Troya savaşından çok sonra doğduğu halde, toplu olarak bütün kuvvetlere Hellenik demez. Onun yerine Akhilleus'tan yana olanlara ki; aslen Hellen idiler, Danaoi, Akhai ve Argoslular der. Bundan şu gerçekler anlaşılır: Homeros, Hellen sözünü ve soyunu bilmiyor. Böyle bir tarif Homeros'tan çok sonra uyduruluyor. Homeros Yunanistan'da bulunan Danaoi, Akhai ve Argosluları Anadolu'da bulunan İyonlılarla aynı soydan saymıyor. Ve İyon, Eol ve Dor'ların Yunanistan'dan lehçeleriyle birlikte Anadolu'ya gelip yerleştiklerini bilmiyor. Öyle bir şey olsaydı, herkesten önce Homeros bilirdi. Homeros ve kendisi gibi İyonları Anadolulu ve doğal olarak İyon lehçesini Anadolulu bir lehçe sayıyor. Bunlardan başka, bir çeşit Grekçe konuşan Troyalıları ve bu arada kendisini Akhai, Danaoi ve Argoslular soyundan saymıyor. Homeros kendi dilini konuşmayanları barbar saymıyor. Homeros'ta barbar telakkisi ve sözü yoktur. Yalnız bir kere "barbarofon" sözcüğünü kullanır, o da bambaşka bir anlamda. Bu saydıklarımı Homeros bilmiyordu da, ondan altı yüzyıl ya da üç yüzyıl sonra gelmiş olan Atinalılar mı biliyorlardı? Nereden? Yazılı vesika yok, mermer üzerine ya da vazo üzerine yazı yok. Bu konuyu adamakıllı ele almazdan önce kimi bilgiler vermek zorundayız.


Hellen adı Yunanistan demek olan Hellas sözünden gelir. Hellenler Hellaslılar demektir. Hellas sözünü de Tesalya’nın bir köşeciğinden aldılar ve bütün Yunanistan halkına malettiler. Grek ve Greece (Yunanistan) adlarına gelince: Yunanlılar Güney İtalya'ya yayılmışlardı. Bu arada Napoli'nin yanında Küme (Cumae) şehrini kurdular. Küme'lilere Latinler Graei, sonradan Graeci dediler. Grek ve Gres adları oradan kalmadır. Yakın bir geçmişten beridir ki, bu adlar geçer akçe oldular.


Burada dil sorununu ele almak gerek. Dilin kültüre etkisi inkâr edilmez. Dilin önemini teslim etmekle beraber, ayrıcalıkları hiç kabul etmeyen genellemelerden (generalisation) sakınmalı. Örneğin, "Her kadın anadır" gibi. Dil de, her zaman bir kültürün başlıca faktörü değildir. Dil biçilmiş kaftan gibi hazır olarak bir toplumun tepesine paraşütle inmez. Toplumun yapısı dili etkileyip geliştirir. Her dilin kendine göre bir canlılığı ve yayılma gücü vardır. Bu yayılışın dili kullanan ulusun politik ya da askersel yayılışıyla ilgisi yoktur. Grekçe, bu güçlü dillerin biri olarak yayılmıştır. Yayılırken de çevresindeki dillerden sözcükler alarak zenginleşmiştir çok. Klasik sayılan Grekçe'nin hiç olmazsa yarısı çevresindeki dillerdendir. Pelaj denilen toplumların bu işte payı büyüktür.


Grekçe başlıca üç lehçeye ayrılır; 1 – Eol lehçesi Batı Kuzey Anadolu'da, 2 - İyon lehçesi Batı Anadolu İzmir dolaylarında, 3 - Dor lehçesi Güneybatı Anadolu'da.


Bu lehçelerin hepsi de, Dorların güya Yunanistan'ı istila etmesi üzerine, Yunanistan’dan kaçan Greklerce Anadolu'ya getirildiği sanılır. Eol lehçesi Tesalya'dan, İyon lehçesi Attika'dan (Atina dolayları), Dor lehçesi de Peloponez'den (Mora Yarımadası). Bu böyle sayılıyor, ama bilginler hâlâ kafa ve yargı birliğine varamadılar bu konuda.


Her şeyi üstün ırk Yunanistanlı Greklerden getirmek Greklere ve batıklara hoş geldiği için, İyon uygarlığını yaratanları Yunanistan'dan getirmek eğilimi kuvvetlidir. Ama gelin görün ki; Dorların istilasını doğrulayan ne bir taş, ne bir yazı, ne de başka bir belit bulunmuştur. Son arkeolojik araştırmalar Dor istilasını gösteren bir ize rastlamamıştır. Sonra İyon lehçesinin Attika lehçesinden farklı olduğu anlaşılmıştır. Buna rağmen kimi batıklar I.Ö. 3200 yıl önce Atina'da ve Anadolu'da lehçeler teype alınmış da, şimdi teypler bulunmuş gibi konuşuyorlar. Batılılarca lehçeye verilen önem Anadolu uygarlığını Atina'ya bağlamak gayretinden ileri geliyor. Elde yalnız Pausaniyas ve Strabon'ları var. 


Pausaniyas l.Ö. 200 yılına doğru yaşamış bir Sipylos'ludur (yani İzmirli). Romalılar zamanında olan çoktan olup bitmiştir. Pausaniyas 1700 yıl önceki lehçeler hakkında tanıklık edemez. Lehçe gibi oynak ve değişici bir nesne "oradaki insanlarla konuştum, bin beş yüzyıl önce şöyle derlermiş" diye kulaktan dolma laflarla lehçelerin akımı tayin edilemez. "Öyle diyenler" nereden biliyorlar?


Pausaniyas ancak gözüyle gördüklerine "burada ve şimdiye" tanıklık edebilir. Ve bu tanıklıklarının büyük değeri olur. Ama batıklar "laf" kabilinden bir ima bulunca, kadıya turfanda hıyar yetiştirircesine, hemen alıp önyargılarını ispat için iki bin sayfa yazıyorlar. Gelecek dünya süprüntülüğe atılacak kütüphaneler dolusu kâğıt bulacaktır.


Strabon'a gelince, l.Ö. 64 l.S. 19 yılına dek yaşamıştır. Anadolulu, Amasyalıdır. Pausaniyas hakkında söylenenleri, Strabon hakkında da tekrarlamayalım. Bu iki değerli tarihçinin ikisi de Anadoluludur.


Her şey İyonyalıların doğudan öteki toplumlarla beraber geldiklerini, onlarla karışarak, özel bir Anadolu ve İyon uygarlığı yarattıklarını gösterir. Batı, kendi tefsirleri için Herodot'ta (Herodotos) da bir dayanak bulur. Ama bu dayanağı bulurken çok önemli gerçekleri hasıraltı eder. Önce Herodot'un kendisi Grek değildi. Babası Likses, amcası da Panyassis idi. Bu ad da Grekçe değil, öz Karya dilindendir. Ama Herodot, İyonca yazdığına göre Anadolu'nun İyon kültürüne ait bir insandır. Herodot Perslerin Anadolu'ya ve Yunanistan'a saldırışlarının tarihçisidir. 


Perslerden önce Anadolu Lidyalıların egemenliğindeydi. lyonya uygarlığında Lidya’dan çok yararlandı. Lidyalılar yüksek bir uygarlığa erişmişlerdi. İ.Ö. 8. yüzyılda parayı icat ettiler. Lidya lyonya'yı baskı altında bulundurmadı. Hatta İyonyalı olup Sardis'te yaşamış olan ozanlar var. Logograf Ksantos Sardis'liydi. Pers saldırısında, önce Lidya yıkıldı. Anadolu'nun Perslere karşı doğal müttefiki Yunanistan'dı. Kader birliği dolayısıyla Akdenizli Anadolu’nun, Akdenizli Yunanistan'a büyük bir sempatisi vardı o zaman. Ama Anadolu Yunanistan'la ittifak ettiğine sonraları bin pişman oldu.


Herodot, Halikarnas'ta sözü geçer büyük bir ailenin üyesiydi. Aileler arasındaki bir çatışmanın sonucu Herodot, Halikarnas'tan küskün ayrıldı. Ordan sürgün edilmiş gibiydi. Çatışma epeyce büyüktü: Herodot'un amcası Panyassis öldürüldü. Herodot Atina’ya gitti, orada çok iyi karşılandı. Atina'da "Pniks"den Atinalılara uzun uzadıya konuştu. Bu konuşması için Atina kendi sine on talent verdi -ki bu para, âdeta bir servetti o gün için-. Dinleyicilerinin arasında genç Thukydides vardı. Thukydides tarihçi olacağına andiçti. Herodot Atina'dan Sicilya'ya geçti, kitabını, yani "Historiya'yı -"serüven, araştırma" demektir- orada yazdı ve orada öldü. Atina'ya vardığında kitabı yazmamıştı, çünkü o zamanlar okuyucu sayılacak bir okur yazar kitlesi yoktu. 


Yazmaktan ziyade söylemek vardı, yani tiyatro. Tiyatronun gelişmesi kitap yokluğundandır. Herodot başlangıçta kitabını okunmak için değil, hikâye diye anlatılmak için yazmıştı, birçok hikâyemsi parçaları yapıtına onun için katmıştır. Bu masallar arasında Atinalı Solon'un, Lidya Kralı Krezüs'le (Kroisos) karşılaşması vardır. Bu masal Krezüs'e karşı Solon'un şahsında güya Atina ve Atinalıların üstün uygarlığını gösterir. Bu masal Herodot'un birinci kitabında yer aldığına göre Atinalıların nabzına göre verilen şerbetlerden saymak gerekir. Herodot çoğu masallarına şöyle başlar; "böyle diyorlar, ama ben sahi olduğunu sanmıyorum” ya da "böyle anlatıyorlar, ama gerçek mi değil mi bilmiyorum." Ama Solon'un Krezüs'le karşılaşması masalına böyle bir tümceyle başlamaz. 


Masalın özeti işte: - Solon, Krezüs'ü ziyaret eder. Krezüs ona birkaç gün sarayının zenginliklerini gösterir. Krezüs, kendisinin dünyanın en mutlu adamı olduğunu sanarak, Solon'a dünyanın en mutlu adamının kim olduğunu sorar. O da Hammurabi zamanından kalma "Fazilet iyidir, mefsedet kötüdür" yollu hikmetlerden -bir gömlek daha akı- ukala dümbeleklerine girişir. "Atinalı filan feşmekân vardı; çalıştı, çocukları, torunları oldu, sonra yurdu uğruna öldü, işte o en mutlu adamdı" der. Krezüs, "Eee, ikinci mutlu adam kimdi?" diye sorar. Solon, yine bir sürü uzun sakallı palavralar döker. Sıra üçüncüsüne gelir. O da öyle. Varılan sonuç şudur: İnsanın mutlu olup olmadığı, ömrünün nasıl sona erdiğine bağlıdır. Krezüs bu dersini alır. Günler gelir geçer, günün birinde Krezüs, Iran İmparatoru Kirus'un (Kserkses) tutsağı olarak, diri diri yakılmak üzeredir. Krezüs; Solon'u hatırlar, içini derin derin çekerek, "Solon! Solon!" diye seslenir. Kirus, Krezüs un niye öyle acı acı seslendiğini merak eder, Krezüs'ü önüne getirtip sorar. O da masalı anlatır ve Kirus kendi sonunun ne olacağını bilmediği için Krezüs'ü akıl hocası bir dost diye yanında alıkoyar.


Bu masal tarihsel bir gerçek olarak yüzyıllar, hatta bin yıllar boyunca gene ve gene tekrarlanmıştır. Plutark da masalı Herodot’tan kopya eder. Masal batıda kuşak kuşak çocuklara okutulup, Hellen hikmetinin derinliği övünülegelinmiştir. Oysa İranlılar ateşe taparlardı, ateşte yemek pişirilmezden önce bir sürü dinsel ayine başvururlardı. Perslerce özellikle ateşte insan yakmak, affedilmez günahların en büyüğü sayılırdı. Persler de insan yakılmayacağını, pekâlâ biliyordu. Hele son yıllarda Krezüs'le Solonun doğum ve ölüm tarihleri anlaşılınca Krezüs'ün Solon ile karşılaşamayacağı meydana çıkmıştır.


Masal Herodotça Atinalılara hoş görünmek için Atinalılardan alınma bir masaldı. Son yazılan kitaplarda -Bury'nin Yunanistan tarihinde- Atinalıların güzel masal uydurmadaki hayal güçleri alabildiğine övülür. Herodot "Historiya'sının sonuna doğru -sekizinci kitabında- Salamis deniz savaşında Kirus’un müttefiki genç ve güzel Halikarnas Kraliçesi Birinci Artemisia'nın kendi filosunun amirali olarak kendi filosuna kumanda ettiğini yazar. Atinalılar bir kadının kendilerine karşı savaşmasını erkekliklerine hakaret saydıkları için kraliçeyi diri olarak tutana dünyalar kadar para vaat ederler. Güneybatı Anadolu o zamanlar Grekçe konuşuyordu. Kraliçe doğal olarak kendisini Yunan kültürüne ait sansaydı, Yunanlılardan yana geçerdi ve Atina'da büyük saygı görürdü. Geçmedi. Sonuna dek savaştı. Filosunu tüm kurtardı, Halikarnas'a (Bodrum) döndü. 


Herodot, Artemisia'nın tedbirliliğinden, sakıncalı bir durumu realist bir görüşle değerlendirdiğinden büyük hayranlık ve saygıyla söz eder. Ama batılılar Herodot'un Artemisia'dan yana dil kullanışını, kendisinin Halikarnas'lılığına ve yurtseverliğine verirler. Bu tarihsel parçanın sekizinci kitabında yazıldığına göre, Atina'daki konuşmasında bundan söz etmediğine ve bunları Sicilya'da kitabına koyduğuna emin olabiliriz. Batıda son günlerde, milyonlarca dolar harcanarak, Kserkses'in Yunanistan'daki savaşlarına ait filmlerde, Artemisia Kserkses'e sulu sulu yaltaklanan bir orospu olarak gösterilmiştir. Oysa filmin- hazırlanmasında birçok anlı şanlı tarihçilere başvurulmuştu.


Herodot'un "Historiya"sı doğal olarak bir sürü yanlış bilgilerle doludur. Bunlardan başka, yüzyıllar süresince, yapıta yabancılar tarafından birçok şeyler eklenegelmiştir. En dikkatli çevirilerde, kimi tümceler ve bilgiler hakkında "sonradan eklenmiştir" denilmektedir. 


Salamis savaşı hakkında denilir ki, Kserkses'in savaşı oturup seyredebilmesi için, "Megara"da bir dağın tepesinin taşları taht şeklinde yontulmuştu denir. O taşın Kserkses için yontulmadığı ve çok eskiden beri oyuk olarak orada bulunduğu ve ona Pelops'un tahtı denildiği anlaşıldı. İzmir'de Sipylos (Yamanlar) Dağında Pelops'un tahtı denilen bir oyuk taş daha vardır. Pelops, Peloponez'e adını veren eski Anadolulu kahramandır. Bu efsane karanlığıyla birçok gerçekleri gizlemektedir. Herodot Karabel'deki Hitit kabartması hakkında da "bir Mısırlı Firavun" der. Bunları buraya not etmekteki amacımız lehçeler için söylenenlerin pek bel bağlanacak gerçeklerden olmadığına işaret etmektir. Nitekim Herodot lehçeleri anlatırken konuyu Arap saçına benzetir ve sonunda sorunun içinden çıkamaz. Anlatışını, bütün çapraşıklıklarıyla Türkçeye çevirip aşağıda sunuyoruz.


...Ve sonunda öğrendi ki; Lakedemon'lar (yani Ispartalılar) Don ırkının, Atinalılar da İyon ırkının en üstünleri idiler. Çünkü bunlar başlıca ırklardı. Biri eski zamanda Pelaj, öteki de Grek idi. Biri yurdundan hiç aynlmadı, öteki çok uzaklara gitti. Çünkü Kral Deukalion gününde onlar Etiya topraklarında yaşarlardı ve Hellen'ln oğlu Dorusun gününde Olimpos ve Ossa'nm altındaki topraklarda otururlardı. Oraya Hestiotis denilir. Onlar Hestiotis'ten Kadmos aşireti tarafından sürülünce Pindos'ta yerleştiler. Ve onlara Mesedne'li denildi. Oradan yine Driyopis'e uğradılar. Sonraları Driyopis'ten Peloponez'e geçtiler ve Doryalı denildiler. Ama Pelajlar hangi dili konuşuyorlardı? Bunu kesin olarak söyleyemeyeceğim. Ama, günümüzde Pelajlardan kalanlar ki; onlar Tirenlerin üzerindeki Kreston şehrini kurdular. (Ki onlar bir zamanlar, şimdi Doryalı denilen halkın komşuları idiler. O sıralarda ki, onlar Tessalyotis denen yerde idiler.) Hem de o, Pelajlar ki; Çanakkale'de Slaçe ve Plaçiya şehirlerini kurdular. (Bunlar Atina ve Pelaj olan ve sonra adlarını değiştiren bütün öteki şehirlerin hemşehrileri idiler.) Bunlardan anlaşılıyor ki, Pelajlar barbar bir dil konuşuyorlardı. Eğer Pelajlar bunlar gibi idiyseler, öyleyse Atinalılar ki, Pelaj ırkındandırlar, Grekliğe dönünce, yeni bir dil öğrendiler demektir. Çünkü Kreston ve Pelajyalılar bugünkü komşuları ile aynı dili konuşamamaktadırlar. Ama birbirleriyle aynı dildendirler. Ve oraya geldikleri zaman getirdikleri dile sıkı sıkı tutunmaktadırlar. Ama bana öyle geliyor ki, Grek halkı başladığından beri her zaman aynı dili kullanmıştır. Ama şu var ki, Pelajdan ayrıldıkları zaman dilleri zayıftı. Ve küçük bir başlangıçtan, büyük bir kalabalığa çoğaldılar. Çünkü onlara barbar uluslar katıldı. Bunların arasında sandığıma göre Pelajlar da vardı (-Herodot, Birinci Kitap, 54-58).


Herodot'un Spartalıları Hellen, Atinalıları Pelaj saydığı, kitabının burasından ve başka yerlerinden anlaşılıyor. Pelajlardan başka sık sık Karyalılardan ve Legellerden söz edilir. Herodot, kitabının başka başka yerlerinde Greklerin Pelaj, Pelajların Karyalı, Karyalıların Legel, Legellerin Pelaj ve Pelajların Grek olduklarını yazar. Strabon Frigya (Anadolu'nun boylu boyunca kuzey yanı) ile Misya (Anadolu'nun Bergama dolayları) halkını anlatmaya çalışırken, halk arası karışımına şaşar. (1-4, VI1-XII)


Kan karışımını gösterdiği için Herodot'tan şu tümcelerini de alalım: "Hatta onlar ki; Atina belediyesinde üyelik etmişlik iddiasındadırlar ve kendilerini kişizade sayarlar. Beraberlerinde zevce getirmediler, erkeklerini öldürdükleri Karya kadınları ile evlendiler. Bu nedenden ötürü, kadınlar kendi aralarında bir yasa yapıp, and içtiler ki; birbirlerini ve kızları, kocalarını kendi adlarıyla çağırmayacaklar ve onlarla birlikte yemek yemeyecekler. Çünkü onlar, babalarını, kocalarını ve oğullarını öldürmüşlerdi" (Birinci Kitap, 146-150).


Karyalılara karşı savaşılarak Anadolu'nun Greklerce işgali -yerinde tartışılacağı üzere- bir Atina uydurmasıdır. Herodot soy karışımına kitabının birçok yerinde değinir. Herodot'un ünlü Anadolulu düşünürü, Milet'li Thales hakkında şunları yazar-, "...Ama İyonya yenilmezden önce, Fenikeli ırkından olan Thales çok faydalı şu öğütte bulunmuştu, İyonyalıların hep bir mecliste toplanmalarını ve o toplanma yerinin İyonya'nın ortasında olan Teos'da (Sığacık) olmasını... (Birinci Kitap, 168-170). 


Thales'in Fenikeli olduğu ve İyonyalıların -Atina'dan hiç söz yok- Teos'ta toplanması, dikkate değer bir noktadır. Herodot Grekçe konuşmayanlara "barbar" der. Ama bu sözcüğü horlamak için kullanmaz ("barbar" sözcüğü "varvar" okunur. Tıpkı Türkçede "vırvır" sözcüğü gibi. Yani yabancı bir dilde "vırvır" eder, dermiş gibi). Herodot barbar saydıklarını çoğu kez uygarlıkta Greklere eşit görür. Kimi yol barbarları hor görürse, nedeni, bir süre Atina'da kaldığındandır. Çünkü Yunanistan hep hor görmüştür Anadolu'yu. Örneğin, Anadolulu "Kime" (bir kültür merkezi idi) şehir halkını tahkir için onlara "sizin tarihiniz bile yok." dediler. Kimelller de, "savaşmadık ki tarihimiz olsun!" diye cevapladılar. Bütün Anadolu çok haklı olarak aynı cevabı verebilirdi. (Anadolu’nun Sesi)




Halikarnas Balıkçısı
Hey Koca Yurd
SPARTA USULÜ

Hellenistan'da Sparta'lılar Hellen sayılırdı. Bunlar, savaşta yendikleri Messenia halkının hepsini de köle saydılar. Onları en murdar, en alçaltıcı işlerde kullandılar. Üstelik köle olarak yaşayıp öleceklerini unutmasınlar diye, kısa aralıklarla, pek acıtıcı kamçı vuruşlarıyla sıra dayağına çekerlerdi onları. "Helot" denilen bu köleler çoğolıp başkaldırmasınlar diye de iki üç yılda bir, sürüler halinde öldürülürlerdi. Şöyle:

Öldürülecek adam, tekmeyle dizüstü çöktürülürdü. Onu öldürecek Sparta'lı kahraman, kölenin sırtına dizini bastırırdı. Sol eliyle kölenin saçlarını kavrar öldürülecek kölenin başını arkaya çekerdi. Böylece öldürülecek adamın gırtlağı tamamen açılırdı. Kahraman, sağ elinde tuttuğu bıçakla adamın gırtlağını keser, başını gövdesinden ayırıp yere atardı. Bir yandan da kanlar içinde can çekişerek debelenen gövdeyi tekmelerdi. Helot’ların moralleri onca bozulmuştu ki, bu hale başkaldıran yoktu. Sparta usulü köle kullanmak buydu. Atina usulü de bundan pek farklı değildi.

Hellenistan uygarlığı (Atina-Sparta Uygarlığı tamamıyla kölelik üzerine kuruluydu), derebeyliğinden şöyle böyle sıyrılınca, orada zengin, toprak sahibi ya da tüccar "oligarki"sinin borusu ötmeye koyuldu. 400.000 nüfuslu Atina kentinin seçimlerde oy verme hakkına sahip özgür hemşehrisi, yalnız elli bin kadar oligarktan ibaretti. Köleler ise iki yüz elli bin kadardı kentte. Bunlardan başka, Atinalıların "Liman haytaları” dedikleri ve Atina'nın deniz ticaretini yürütenler vardı. Oligark Atinalılardan ve onların "Pire limanının haytaları” diye adlandırdıkları zavallılardan, Atina'da oturanlara "Metiokos” deniliyordu. Bunların siyasal hakkı hiç yoktu. Toprak sahibi olamazlardı, ev-bark sahibi bile olamazlardı. Erkek! iseler, bir Atinalı kız ya da kadınla evlenemezler; kadın iseler Atinalı bir erkeğin eşi olamazlardı. Çoğu Anadolulu olan bunların kadınları ancak Heteir (bir çeşit metres ya da orospu) olabilirlerdi, örneğin, anlı şanlı Perikles, Anadolulu, 'Miletos’lu Aspasia ile evlenebilmek için Atina yargıçlarının önünde hüngür hüngür ağlayarak yalvarıp yakarmak zorunda kalmıştı.

Anadolulu Teos’lu (Seferihisar’lı) Protogoras ile yine Anadolulu Klazomenaili (İzmir’in Kilizman köyünden) Anaksagoras, Atina’da kaldıkça ‘Metiokos'tular.

Spartalılar gibi, Atinalılar da, tekmil savaş tutsaklarını köle edinirlerdi. Atinalılarca, Atinalı olmayan insan, aşağı çeşitten bir yaratık sayılırdı. Bundan dolayı, onlarca Atinalı olmayan insan, doğal olarak köle yaratılmıştı. En insancıl duygulu Atinalıların kanısı işte bu idi. Hatta filozof Aristoteles bile bu kanıdaydı ve bu kanısını yapıtlarında kesinlikle açıklardı. Böyle düşünüp inanan yalnız o değildi. Socrates’le Platon da aynı fikirdeydiler. Buna inanılınca da Atinalı olmayan herkes doğal olarak Atinalıların kölesi olmak için yaratılmıştı. Atina’da bir köle yargıç karşısında tanıklık etmeye çağrılınca, yalancı tanıklık etmesin diye, kendisine pek acı işkenceler edilirdi.

Atina’da üç çeşit köle vardı. Birinci çeşit: Oligarkların aile köleleriydi; bunlar üçten on beş-yirmiye kadar olabilirlerdi. Ev işlerini görürlerdi. Öyle ya, Atina’nın hür hemşehrisi, bütün aklını devletin ciddi işlerine vereceğine, kölesizlikten, yemek pişirip bulaşık yıkamakla mı uğraşsın? Köleler, zaten böyle pis işleri görmek için yaratılmışlardı. Oligark filozof —örneğin Platon— değişmez ve ebedî metafizik gerçekleri düşüneceğine evinin lağım çukurunu boşaltmakla mı uğraşsındı? Bu köleler zaten köle olarak yaratılmışlardı. Domuzluk edip de emir dinlemezlerse basardın kamçıyı gözlerini patlatana dek!

İkinci takım köleler, yapımevlerinde ve madenlerde, özellikle Atina’nın Laurion’daki gümüş madenlerinde ve endüstride çalıştırılan kölelerdi. Bunları emakçi saymalı. Bu madenlerde kullanılan köleler Sparta’nın Helot kölelerinden çok daha kötü
koşullar altında eziliyorlardı. Kimi Atinalının bin kölesi vardı. Gerekince bunları, belirli süreler için, başka Atinalılara kiralayabilirdi.

Üçüncü takım köle de devletin köleleriydi; belediye işlerinde kullanılırlardı. Köleler makine yerini tutuyorlardı, üstelik çok ucuzdular. Atina'nın köle bolluğu dolayısıyla ve batıklarca Hellen uygarlığı sanılan Sokrates, Platon, Aristoteles filozof üçlüsünün yaydığı mistik ve metafizik düşünce akımından ötürü insanoğlu, bin yılı aşkın bir sürede fen ve icattan, yani Anadolu'nun düşünce akımından uzak kalmış ve Copernicus ile Galileo zamanına dek karanlıklar içinde debelenmiştir.

Köle alım satımlarının merkezi Atina idi. Orada haraç mezat satılan, her ulustan kölelerin kaça satıldıklarını gösteren listeler bulunmuştur. Aynı yaşta ya da güzellikte olan erkek-dişi Anadolulu, İonyalı, Karialı ve Suriyelilerle Filistinliler, başka ulusların yerlilerine oranla daha yüksek fiyatla satılıyorlardı. Isa'dan Önce 5. ve 4. yüzyılda Anadolulu kölelerin önemli bir kısmı, Atina köle piyasasına şu yolda sürüklenip getiriliyorlardı: Batı Anadolulular. 

Pers saldırısı karşısında —Mısır'dan yardım isteyemezlerdi ya— ancak Hellenistan'dan yardım isteyebilirlerdi. Bu Pers tehdidi ortadan kalktıktan sonra, Pers saldırısının tekrarlanmasını önlemek için Atina ile Anadolu ve Anadolu'ya yakın adaların devletleri, daha doğrusu kentleri bir Delos Devletler Birliği kurdular. Bu birliğin üyesi olan Anadolulular, birliğe, tayfasıyla birlikte şu kadar savaş gemisi verecekler, gemi veremeyenler de para vererek yardım edeceklerdi. Böylelikle, Anadolulu birlik üyeleri, bağımsızlıklarını tüm koruyacaklardı. Birliğin başkanı olan Atina (nedeni sonradan görüleceği gibi) üyelerin gemi yerine para vermelerini yeğliyordu. Üyeler de gemi yerine para verme yolunu seçiyorlardı. Çünkü gemide tayfa olunca, yurtlarından uzak kalıyorlardı.

Birliğin parası Delos’ta, birlik başkanı Atina’nın muhafazasında idi. Vakta ki (Ne zaman ki -SB) Atina İmparatorluk oldu; Atina bahaneler uydurarak, "Müttefikler"i birlik üyelerinin para yardımlarını —düpedüz Türkçesi vergileri— artırıyordu. Üyeler mırın kırın etmeye başlayınca da onların sızlanmalarını susturmak için, kentlerine Atinalı bir garnizon dikiyordu. Sparta emperyalizmi ile Atina emperyalizmi arasında Peloponessos savaşı çıkınca kimi Anadolulular Atina'ya isyan ediyorlardı. İsyan bastırılınca bu Anadolulular köle olarak Atina’da satılıyordu.

Birliğe verilen paralar "Delos Hâzinesi’’ diye Delos'ta saklanırken, Atina, hâzineyi Atina'ya taşıdı ve onun bekçiliğine Tanrıça Athena atandı. Bu kez Anadolu kentleri, verdikleri vergiden başka, bir de Tanrıça Athena’ya bekçilik parası vermeye zorlandı. Bu da yetmedi; Delos hâzinesi (büyük çoğunlukla Anadoluluların parasıyla) iyice şiştikten sonra, Atina kenti ona tüm olarak elkoydu. Anadolu parasıyla Akropol’deki Parthenon Tapınağı, başka tapınaklar, birçok yapı ve anıtlarla Atina kenti süslendi.

Emekçilik ve emekçilerle sıkı sıkıya bağlı olan kölelik hakkında Anadolu, Atina ve Sparta'nın anlayışları arasındaki büyük fark belirtilmiştir. Oysa, ilkçağın birbirine zıt bu üç varlığı batılılarca, "Hellen" etiketli bir torbanın içine, hep birlikte tıkılır.





H.B. "Düşün Yazıları"

Lukianos Samosata’lıydı, Samosata şimdiki Samsat’tır*. Urfa’nın kuzey-batısında. Ona, yani Lukianos’a küfürbaz diyorlardı, çünkü Diyaloglarında tanrılarla alay eder. Yalnız, «Tarih nasıl yazılmalıdır» adlı kitabında şöyle yazıyor:


 / Tarihçinin korkunç ve ayartılmaz bir adam, açık sözlü bir gerçek savunucusu olmasını dilerdim; güldürü ozanının dediği gibi incire incir, kılıca kılıç demekten çekinmemesini, kin ya da tutkudan arınmış, acımasız bir nesnellikle davranmasını, ne çekingen ne utangaç tarafsız bir yargıç olarak her iki tarafa da, iyi niyetle eğilip herkese hakkını vermesini, yazılarında ülke ya da kent diye bir şey tanımayıp, hiç bir güç karşısında boyun eğmeyip, hiç bir krala önem vermeyip, şu ya da bu adam ne düşünecek diye aldırmayarak olayları oldukları gibi yazmasını dilerdim.

Bu satırları hemen hemen iki bin yıl önce yazan adam, nabza göre şerbet vermeli denilen Türkiye’de doğdu.... 

Halikarnas Balıkçısı...




*Samsat - Adıyaman, Kommenege Krallığına başkentlik yapmıştır.



__________
__________